KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
za:ten |
: |
Aslında da. |
za:ti |
: |
Zaten, aslında. |
za:r, zağar |
: |
1. Zağar, av köpeği. 2. Zahir, elbet. |
zaat |
: |
Saat. |
zabaddan |
: |
Ertesi gün, yarın. |
zabah |
: |
Sabah. “Her gününüz zabah gayfaltısında, pendir dürümü ile tut yemiş gamsız çocukların dünyasından daha şen, daha gönlümce olsun efendim.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
zabahınan |
: |
Sabahleyin. “Çerkez’in dağları puslu Hançerimin ucu paslı Benim çoban gaval çalar Zabahınan turna sesli” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
zabanan |
: |
Sabahleyin. |
zabannak |
: |
Sabahleyin. “Misafirler, belki zabannak erkenden getmek isterler. İki haybe yem yiyecek hazırlan. Birtiği de un goymayı unutmayın dedi.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
zabın |
: |
Arık, düşkün, sıska, zayıf, aç. “Çocuk, boyuna önündeki iki zabın doru beygiri kırbaçlıyor, daha yumuşamamış sapın üstünde hızla dönüyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
zabıt |
: |
Tutanak. |
zad zahra |
: |
Kışlık yiyecek. |
zadece |
: |
Sadece. |
zagon |
: |
Pisboğaz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zafer |
: |
Sarı renk. |
zağ |
: |
1. Karga. 2. Bilenmiş, keskin 3. Güç kuvvet. “Oğlumun hastalığı zağımı kırdı. Pes ettim bu dünyaya.” |
zağ zağ |
: |
Güçlü, hızlı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
zağar |
: |
1. Herhalde, belki. 2. Av köpeği. |
zağarı bağlamak |
: |
Susmak. |
zağıl |
: |
Maço erkek. |
zağlı |
: |
1. Kuvvetli. “Gır atımız bağlı durur Gılıç gında zağlı durur Gırk çiftimiz ayrı döner Bin gısrak yarımız var” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Aşık Hüseyin) 2. Yağlı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 3. (Hayvan) Hızlı giden, güçlü. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Kılağılı, bilenmiş, keskin. “Halil Ağa’nın Ahmet oğlu Belinde kılıcı zağlı Elli atlıya karşı gelir Küçük cura babamoğlu” (Yaşar Kemal, Ağıtlar, Toros Yayınları, İstanbul 1993)
Bir yâr sevdim bu âlemde birinci Koynuna saklamış ayva turuncu Yâr eline almış aşkın kılıncı Çarha vurmuş benim için zağlıdır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.598 5. Çileli, yağlanmış, besili. 6. Zoru müthiş. “Gönül melil, mahzun kaldı Gördüm ıssız yurdun güzel Gene bir zağlı hançeri Ciğerime vurdun güzel” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 159 |
zağmet |
: |
Zahmet. “Mekdeplerde terler dökmüş Ne de çok zağmetler çekmiş Angara’dan habar geldi Benim oğlum pulus çıkmış” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
zahar |
: |
Zahir, sanırım, herhalde, zannedersem, evet öyle. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Yemen’den de gelmiş yorgun Analığım söyler dargın Ben ne deyim gadir mevlam Zahar bu da benim görgüm” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
zahça, zakca, |
: |
Kara karga. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Gapımızın önü bahçe Gölgesine gonar zahça Gadir’imin asbabı yok Oyumgoz’dan gelir bohça” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Karavana Kadir’in Ağıtı, Derleyen: Mustafa Yalçınöz, Kaynak Kişi: Osman Kızılay) |
zahder, zahter |
: |
Kekik. |
zahferan |
: |
Zefiran. “Sabahınan erken güzel uyandı Siyah zülfü zahferene boyandı Baka baka da aklıcığım boyandı Eylen de yanında kal dedi gönül” (Aşık Hacı, Derleyen: Duran Doğan , Barış Kabalcı, Kaynak Kişi: Behzat Gök) |
za:hir ya da za:hır |
: |
Cemevinde zakir. 2. Herhalde, kuşkusuz, elbette, açık, belli, evet, öyle. “Biri gelir biri geder Zahir böyle imiş gader Tez gel gatın gızım tez gel Baban evden küsgün gezer” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
zahma |
: |
Üzengi kayışı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
zahman |
: |
Sıla, doğup büyünülen yer. |
zahmeri |
: |
Zemheri, karakış. “Bu vakitte adam mı gider Zahmerinen kış gününe Babamoğlu Mehmet Ali Benzer bahçe ışgınına” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
zahmet çekmek |
: |
Sıkıntıya katlanmak, güçlükle karşılaşmak. Karac’oğlan der ki gel görüşelim Şöyle bir tenhâda gel buluşalım Kaldır nikabını bir öpüşelim Dudak zahmet çekip dil incinmesin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.559 |
zahmeti |
: |
Zemheriden sonraki kırk-ellli günlük dönem. “Sülemen emmi zahmetiyi de çıkarırsa dême keyfine.” |
zahmi |
: |
Üzengi kayışı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zahra |
: |
Kışlık yiyecek, tahıl, zahire. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
zahra dutmag |
: |
Kışlık tahıl düzenleyerek biriktirmek. |
zahralık |
: |
1. Zahirelik buğday. 2. Zahire konulan yer. |
zahter |
: |
Kekik. |
zakkum tüfeği oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. ZAKKUM TÜFEĞİ Bu oyunun diğer adı da ağı tüfeğidir. Zakkum bitkisinin genç sürgünlerinden biri yaz aylarında kesilir. Kalın tarafından 15 cm. kadar bırakılır. Oradan yüzük gibi çepeçevre bir bölüm çıkarılır. Çok sulu bir bitki olduğu için, bu parça kolayca çıkarılır. Birmetre kadar boyu olan bu dalın uzun tarafından kabuğunu kavlatmak için bir başka sopaylahafif hafif vurulur. Vururken söyle bir tekerleme söylenir: - Dereye koydum bir yumurta - Tepeye koydum bir yumurta Deredekini sel aldı - Tepedekini yel aldı - Tosbağa kavlar sen niye kavlaman? - Yılanlar kavlar sen niye kavlaman? Sopayla bir müddet vurulduktan sonra, kabuk avuç içiyle sağa sola çevrilir. Kabuk kavlar. İçinden çıkan ağaç kısmından 2 cm. uzunluğunda iki üç parça kesilir. Uzun kalan ağaç kısmın ucu yere vurularak mantar haline getirilir. Böylece zakkum tüfeği elde edilmiş olur. Kullanmasına gelince; önceden kesilen 2 cm.lik parçalardan biri, boruyu andıran zakkum kabuğunun içine konur ve mantarlı kısmıyla borunun ucuna kadar itilir. Bu bir mermidir. Uçtaki mantarla geri çekilmiş sopa arasında hava sıkışır. Ucu mantar gibi olan sopa ileriye doğru itilince, sıkışan hava içerdeki mermiyi iter ve tüfek patlatılmış olur. Zakkum tüfeği sadece yapıldığı gün kullanılır. Çünkü ikinci güne kadar kurur ve özelliğini yitirir. Bu nedenle her oyun için yeni bir tüfek yapılır. (Aslı Ağcalar, Silifke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üni., S.B.E.,TDE., ABD, Mersin, 2009, s. 237-238) |
zakon |
: |
Sürüp giden uygulama, kural, kaide. |
zala |
: |
Zeliha. “Adana’da gızım Zala Ağlıyarak düştüm yola Yavrılarım gayıp ettim Bacısıyla vardı m’ola?” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
za:mak |
: |
Akmak, eğilip bükülmeden gitmek ya da gelmek, zağmak. “Köroğlu kıratına bindi ve zağdı getdi.” |
zamane |
: |
Zamanın. Erciyes'te yağan karlar Seher ile göçen eller Zamanede Elif derler Bir güçücek gelin gördüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.513 |
zamanıŋ behrinde |
: |
O zamanda. “Zamanın behrinde.” |
zamanıŋ berhinde |
: |
Bir zamanlar. “Zamanıng berhinde püsükler süllümden aşşâ tuvarlana tuvarlana gederkene, güllü dallı Antep-işi tumanları böğürlerine geçirmiş avratlar mâsere gazanında tarhana bişirirkene ve Çocuk Bahçası cema:tining gaytan bıyıklı herifleri âşamları soluğu bol avratlı pavyonlarda alırkene, Gale’ning altındaki Şan Sineması’nıng önündeng yörebe doğru ayak yalın baş gabak bir deli geçiydi” (Atilla Diş, Hacı Aslanıng Delisi, Edik Dergisi, Sayı: 50) |
zamanna: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; zamanlar. |
zamaziŋgo |
: |
Zımbırtı. |
zambır |
: |
Bir cins sarı ve kırmız renklerde eşek arısı. |
zamıg |
: |
Zamk, yapıştırıcı. |
zamp |
: |
İniş yeri. |
zamzalak |
: |
Sıcak iklimlerde yetişen, meyveleri zehirli, kabuğundan hekimlikte yararlanılan bir ağaç, tespihağacı, akasya. “Bir köy düşün ki her evin önünde bir zamzalak. Yel estikçe kokusu tüm köyü kaplar zamzalağın. Ömrüne ömür katar kokusu.” “Gabıdaki zamzalaklar Sizi kökünden biçtirrik Tez gelesin Osman’ım Sana da şerbet içerik” (Belgin Elgün, Adana-Ceyhan S. 75) |
zamzalak |
: |
Akasya. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zamzatlamak |
: |
Israr etmek, gürültü etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zanapalı |
: |
Kaba saba. |
zaŋgadan durmak |
: |
Aniden durmak. “Zangadan durdu.” |
zaŋgırzaŋgır titiremek |
: |
Aşırı titremek, aşırı heyecan yada sinirden dolaylı sürekli titremek, titremeyiengelleyememek. |
zaŋgırdamak |
: |
Titremek, çok şiddetli sallanmak. “Eski günüme yanarım Çağırsam zangırdar konak Çatalbaş’ın gelinisin Fitre mi alıyon demek” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
zaŋk geçmek |
: |
(Kazık) Zor kakılmak, güçlükle geçmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
zaŋkur |
: |
Huysuz, geçimsiz, çirkin, acımasız. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zaŋzalak |
: |
1. Akasya. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Sıcak iklimlerde yetişen, meyveleri zehirli, kabuğundan hekimlikte yararlanılan bir ağaç, tespih ağacı. |
zaŋzım |
: |
(Söz için) Hiçbir ilişkisi olmayan, saçma sapan, anlamsız ya da kuru gürültü biçiminde olan. |
zaŋzuŋ |
: |
Anlamsız, ilişkisiz söz, kuru gürültü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
zapır zupur |
: |
Anlamsız ve dengesiz bir şekilde. |
zaplı |
: |
Güçlü, kuvvetli, sağlam, iriyarı. |
zar |
: |
1. Mısır, gübre, vb. ni taşımaya yarayanbüyük ve derin sepet. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Sadece göz kısmı açık peçe, çarşaf. 3. Ağlama, üzüntü, örtü. “Emmilere habar ettik Emmiler geldi harınan Duydunuz mu emmilerim Bir kardeş verdik zarınan” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)
Artırayım âhım ile zârımı Harcedeyim elde olan varımı Önde sonra vereceksin yârimi Hemen ver hey güzel Allah hemen ver Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.594 |
za:r |
: |
1. Bir tür köpek, avcı köpeği, tazı. 2. Herhalde, kuşkusuz, elbette, açık, belli, evet, öyle. “Gelecek zâr. Onu öldüreceksin değil mi?” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
zar ağlamak |
: |
İnim inim inlemek. “Köylüler candarmanın elinden zar ağlıyorlardı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
Aynasın almış da başını bağlar Günde üç beş kere zülfünü yağlar Cihanlar elinden bütün zar ağlar Cihanı ataşa yakar bu gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.552 |
zarb |
: |
Güç, kuvvet, otorite. “Su içinde biter çınar Hükümet zarbını sınar Ağlamam anam ağlamam Düşman duysa bizi kınar” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72)
“Zarbı çetin olur tülek doğanın Pençe vurup gökyüzüne tüğenin Koynu tomurcuk memeli güzel sevenin Gönül murat almaları yakındır” (Karacaoğlan’dan, Kaynak: Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler, İş Kültür Yayınları, Haz.: Alpay Kabacalı, Mas Matbaacılık, İstanbul 2002) |
zarbına |
: |
Zararına. |
za:rek |
: |
Ketentohumu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
zarı |
: |
İnleyen. “Boynunu uzatıp geri sakınma Naz götürmez kara bağrım ezgindir Al yanağa çatal teller sokunma Aşk elinden zarı gönül bezgindir” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
zarı kılmak |
: |
İnlemek. Sağlıktır cihanın varı Çok ağladım kıldım zarı Dostlar şol sevdiğim yâri Dün de görmedim bugün de Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.407 |
zarılamak |
: |
Çok ağlayıp sızlamak. “… atı kurşuna dizmeyin diye…çok diller döktü, çok zarıladı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
zarılanmak |
: |
İncinmek. “Sabreyleyin sabır ile Zevâl gelmez imiş kula Kötü bir taş atsa bile Kalkan ördek zarılanır” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
zarılık etmek |
: |
Çok ağlayıp sızlamak. “Zorla verse de almayız diye zarılık ettiler köylüler.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
zarıncı |
: |
Ağlayıp sızlayan. |
zarınç |
: |
Usanç, bıkkınlık, açlıktan, hastalıktan, acıdan dert yanar olma. |
zarilenmek |
: |
Ağlamak, feryat etmek. “Dağ sılana konan kervan Yağmur yağar gerilenir Bir kötüye düşen dilber Ölmez amma zarilenir” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
zarkadak |
: |
Ansızın, birdenbire. |
zarkadak durma |
: |
Ansızın durma, birdenbire durma. |
zarlık bezi |
: |
Patiska. |
zarpada |
: |
Ani bir şekilde. |
zarpıştırmak |
: |
Bir şeyi bir şeye vurmak, sürtmek. |
zarplı |
: |
Güçlü, kuvvetli, zorlu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
zarraf |
: |
Sarraf. |
zart zort etmek |
: |
“Asarım”, “keserim” gibi yapamayacağı eylemlerle gözdağı vermek. “Geldi derebeyi galıntısı zart zort etti.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
zartalak |
: |
Edeb haricinde söz söyleyen, dilinin gemi bozulmuş. |
zartalaklı |
: |
1. Cesur, yiğit, erdemli. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Çalımlı, süslü, gösterişli. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
zartanaklı |
: |
Boyu posu yerinde, iri kıyım kadın. |
zartaraklı |
: |
Çalımlı, süslü, gösterişli. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
zartzurt |
: |
Önemsiz konuşma, bağırıp çağırma. |
zarzabık dedirtmek |
: |
Perişan, rezil etmek. |
zarzalak |
: |
Leylak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
zarzor |
: |
Güçlükle. |
zat |
: |
İnsanlık. Dilerim Subhan'dan olma bermurat Cisminde kalmasın bir akçalık zat Cennet yüzünü görme ilelebet Cehennem meskenin yerin nâr olsun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.565 |
zatan |
: |
Zaten. “Üç gün evvel vurdum gına Emmim oğlu zatan sana Bir senedir hizmet ettim Başucunda döne döne” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
zatı |
: |
Zaten. “Ağlasana bacım Esme Hatınca da zatı yosma Kalk gardaş bohçamı getir Gelinler istiyor yosma” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
zatımız |
: |
Ulu kişimiz. Şâm-ı Şeriftir zatımız Yörüktür bizim atımız Gurbet elde kıymatımız Ya bilinir ya bilinmez Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.649 |
zati |
: |
Zaten. “Ben gezerim yana yana Artıyor dertlerim gene Ceze verrim tatlı cana Zati bağrım ezgin güzel” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 158 |
za:ti |
: |
Zaten. Sâfi güzel olan şol bazı kötü Yiğidin densizi ey'olmaz zâti Gayet durgun ister silâhı atı Yiğit el çekmeyip veran olmalı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.419 |
zaval |
: |
Nihayet, son. “Bilmeden gelmiştim Bozyer köyüne Kara gün karşımda durmuş ağlıyor Yürü yalan dünya senden usandım Ömrüm zavaline ermiş ağlıyor” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Aşık Mahzuni Şerif’in Ağıtı) |
zavar |
: |
1. Azar. “Telisten harallara pamuk döker basardık Yoğurtları haymadaki merteğe süzer asardık Bekçi Ümmet’in zavarından ürker kaçardık Haydin ha Müslümanları! Duyamaz olduk” (Sadık Paksoy, Em. J. Ulş. Bnb.) 2. İyi öğütülmüş un. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 3. Öğütülmüş hayvan yemi, hayvanlara yem olması için hazırlanan tahıl kırması. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Borçlumuyum sana yok mu sende ar Yediririm sana arpayla zavar Gelirsem yanına eylerim tımar Ağana paşana başlarım şimdi” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009)
Salbaşa da süreverdim davarı Önüne koydum da arpa zavarı Mahkemede hakim verir kararı Yine bozuk hepimizin düzeni 3. İri öğütülmüş un. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zavara |
: |
1. Öğütülmüş hayvan yemi, hayvanlara yem olması için hazırlanan tahıl kırması. 2. Osuruk. “Eşşe: süren zavarasına gatlanır.” (Yörük Atasözü) |
zavarlamak |
: |
Azarlamak. |
zavıllamak |
: |
Terslemek, kızmak. |
zavır |
: |
1. Azarlamak, genellikle köpekleri azarlamak anlamında kullanılmaktadır. 2. Öğütülmüş hayvan yemi, hayvanlara yem olması için hazırlanan tahıl kırması. “Heç yatmadı sabaha gadar Herhalda derdin gâvırı Guyruğu omzunda halakada zavırı Hacı Yusuf’a benzerdi itim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
zavırlamak, zavır satmak |
: |
Kızmak, azarlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Bir varmış, bir yokmuş. Bir Gündeşlioğlu varmış. Yörede sevilen, sayılan, zengin bir adammış. Her gün rüyasında bir adam, ”Başına bir bela gelecek, gençliğinde mi gelsin yoksa ihtiyarlığında mı?” dermiş. Gündeşlioğlu rüyasını hanımına anlatmış, fikrini sormuş. Hanımı “Ne gelirse gençliğinde gelsin” demiş. Rüyasında o ihtiyarı tekrar görür. Gençliğinde gelmesini diler. Kısa bir süre sonra bütün servetini kaybeder. Bir gara, guyruğu gücük eşşeği kalır. Artık fakir bir adamdır. Eşşeğini alır, ekin biçenlerin yanına başşak yapmaya varır. Ekin biçenler bunu zavırlar, “Çek eşşeğini oradan, ne arıyorsun desdenin içinde...” diye bağırırlar. Ğündeşlioğlu yaptığı başşağı alır bir ağacın gölgesine çekilir.
Getir avrat gara gücük eşşeği Yükledelim ele gelmiş başşağı Beğenmezdin kutnu yüzlü döşşeğı Şimdi guru yazı döşşek oluyor Şimdi gündeliğimiz başşak oluyor.
Sürümün vardığı çaylar gururdu Her gaterde yedi devem yürürdü Günde altmış okka yağım erirdi Şimdi Gündeşlioğlu çocuk oluyor
Güz gelince erkeğini satardım Parasını sermayeme katardım Otuz altı direkli hayma dutardım Şimdi Gündeşlioğlu çocuk oluyor
Yer altında hazinede gezerdim Yeryüzünde büyük sofra yazardım. Mencilisde beyler sözü bozardım Şimdi Gündeşlioğlu çocuk oluyor” (Andırın’ın Büveme Köyü’nden derlenen Türkülü Hikaye – laedri L |
zavırlıca |
: |
Azarlarcasına. |
zavlangara |
: |
Uzun boylu, esmer adam. |
zavra: zort |
: |
Sevimsiz beceriksiz kişi, daha çok dakadınlar için kullanılır. |
zavrak |
: |
1. Hıyar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Pencere. 3. Çalım. Bak oğlumun zavrağına Benzer paşa bayrağına Hac’Osman cirite binmiş Bey dayanmaz deyneğine” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
zavraklı |
: |
Çalımlı, güçlü. “Avluk’dan düğünden geliyor Gardaşı eli bayraklı Öyle değil mi teyzeler Zavraklı gardaşı zavraklı” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
zavranızort çepelimürt |
: |
Altı kaval üstü şişhane der gibi. |
zavur |
: |
1. Gülünç söz, davranış. 2. Köpeği bağırarak kışkırtma. 3. Öfkeyle bağırma, bağırma sesiyle çıkışma, azarlama, paylama, emir. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. Osm.) |
zavurlamak |
: |
Yüksek sesle hitap etmek, azarlamak. “Boynunun ardı bir karış Canım kaynıyor öpmeye Cendermeler zavurluyor Dermanım yok ki kopmaya” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
zavzaklı |
: |
Kendini olduğundan değerli gösteren. “Ben hep söylerim onun dışı kalaylı içi vayvaylı diye. O ne zavzaklıdır o var ya.” |
zay etmek |
: |
Boşa harcamak, zayi etmek. Muradım nasihat bunda söylemek Size lâyık olan anı dinlemek Sev seni seveni zây'etme emek Sevenin sözünden geçici olma Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.389 |
zaya |
: |
Boşa, beyhude. “Babam anam dağ başında imekler Zaya gitti olan bunca emekler Yük üstünde kırılıyor kemikler Memiklere seyir çıktı neyleyim” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Kırkikilerin Ağıtı, Derleyen: Mustafa Çayıroğlu, Kaynak Kişi: Mehmet ve Rabia Küçük) |
zayaḫıl |
: |
1. Güçsüz, hasta. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Aklını kaybetmiş. |
zayakıl gitmek |
: |
Kendinden geçmek. “Zayakıl getmişim.” |
zayat |
: |
Zayiat, kayıplar. |
zayına |
: |
Onun hürmetine, ona duyulan saygıdan dolayı. |
zayır zuyur |
: |
Cayır cuyur. |
zayi olmak |
: |
Kaybolmak. Öteni yokladım öten yoğ imiş Yörü yalan dünya senden usandım Çok emekler verdim hep zâyi oldu Cesedim içinde candan usandım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.487 |
zayi olmamak |
: |
Kaybolmamak, unutulmamak. Dokunur hatıra kendisin bilmez Asılzâdelerden hiç kemlik gelmez Sen eyilik et de o zâyi olmaz Darılıp da başa kakıcı olma Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.389 |
zayif |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; zayıf. |
zaza |
: |
Deli. |
zebella: |
: |
İriyarı, uzun, biçimsiz, korkunç, karayağız. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zebellah |
: |
İri kıyım. |
zeban |
: |
Dil konuşma organı. Açıldı dehanım söyler zebanlar Sana muhtaç bunca şâhlar gedâlar Al yeşil hırkalar türlü libaslar Böylece münâsib geymek isterim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.501 |
zebani |
: |
Kötü insan, acımasız kimse, cehennem görevlisi kimseler. Bu Karac’oğlan'ı sen ağlatırsın Kadir Mevlâ'm her murada kadirsin Her dem zebâniler belini kırsın Her vurdukça iki eli var olsun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.565 |
zebil |
: |
Yok yere harcanmış, dökülüp saçılmış. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
zebun |
: |
1. Güçsüz. 2. Düşkün. |
zebzeci |
: |
Sebzeci. “Zebzeci varıdı bir efendim, gasab varıdı iki, bir tene köşger varıdı üç.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ze:r |
: |
Zehir, tarım ilacı. |
zefer |
: |
Sefer, kere. |
zeh |
: |
1.Köşe, bir nesnenim köşesi. 2. Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Kazanların dip kenarının şekillendirilmesine verilen addır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) 3. Yükseklik hattı. “Ölü öldü, su sulandı deyimi (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Şair: Hayati Vasfi Taşyürek) |
zeher |
: |
Zehir, zahir, herhalde. “Omar Osman der miyidim? Heç dilimden gor muyudum? Anam bana öğün salmış Zeher olsa yer miyidim?” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
zehgir |
: |
Yüzük. Boynuzdan ve ağaçtan yapılan yüzük gibi halka. (Kızların bellerinin inceliğinin ölçüsü olarak kullanılmış) “Sabahtan seherde suya giderken Üşüyor parmağı eli kızların İnce bel üstünde cevâhir kemer Zehgirden geçiyor beli kızların” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
zehin |
: |
Zihin, anlayış, kavrayış. |
zehir gibi |
: |
İyi bilen, anlayan. “Zehir gimi bir çocuk maşallah.” |
zehmeri |
: |
Kara kış soğuğu. “Babamoğlu Mehmet Ali Benzer bağın ışgınına Bu zaman esger mi geder Zehmerinin gış gününe” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
zehnet |
: |
Ziynet, değerli takı. “Yoncalı’nın ince yolu Gede gede gavışır Omar’ı vuran esgerler Zehnetinen savışır” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Göğüs) |
zehre |
: |
Kışlık tahıl, zahire. |
zekaret |
: |
Sekaret, ölüm öncesi son anlar. “Zekarette yetişip de Son dilini duyamadım Hakkını helal et dedi Dilim dutup diyemedim” (Hanifi Ahmet’in Ağıdı, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
zekarete döşenmek |
: |
Can çekişmek. |
zekat |
: |
İslamiyetin beş şartından biri olup sahip olunan para vemalın kırkta birinin fakirlere dağıtılması. Bir kulun yok Karaca Oğlan kadar Hüsnünün zekâtı borcunu öder Kız bakışın beni dîvâne eder Sırmalar geymişsin alın üstüne Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.412 |
zeker |
: |
Genel olarak varlıkların erkeklik organları. |
zekeret |
: |
Ölüm döşeğinde olmak. |
zekir |
: |
Tortu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zelber |
: |
Dert, yük, sıkıntı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zelbir |
: |
Ham kurşundan yapılan saçma. |
Zeliya |
: |
Zeliha. “Zeliyam’ın saçı tel gibi Meliya”mın benzi pir gibi İsmayil böyle etmeseydin Ben de gezerdim el gibi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kalaboynulu İsmail’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Melek Karakaş) |
zellet |
: |
Tat, lezzet. |
zelletli |
: |
Şiresi iyi, tatlı. |
zelve |
: |
1. Boyunduruk. 2. Öküzün boyunduruk değneği, çifte koşulu öküzün başı boyunduruktan çıkmasın diye, boyunduruğa geçirilen eğri değnek. “Ho ha var öküz durdurur, ho ha var zelve kırdırır.” |
zem |
: |
Yerme, kınama. |
zembelek, ze:mbereg |
: |
Yay, zemberek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Saati tamir etmiye çalışırken zembelêni boşandırdı.” |
zemberi |
: |
Karakış, şiddetli soğuk. |
zembil |
: |
1. Söğüt veya yılgın sürgününden yapılan büyükçe sepet. Büyük üzüm sepeti. 2. Sepetin en büyüğü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Buzdolabı yok o zaman. Elektirik yok ki. Buz dolabi yerine ya tel dolap kullanılıyor ya da hazın damındaki zembilin altı. Eğer evde havuz veya kuyu varsa, suyunun içine de sarkıtılırdı bazı serin tutulacak şeyler…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
zembil gimi |
: |
Karnı çok büyük olanlara söylerler. “Zembil gimi garnı var.” |
Zemdi |
: |
Şimdi, bir erkek ismi. |
zemhari, zemheri |
: |
Kışın en şiddetli dönemi, karakış. Ağlamışsın gözlerinin yaşı ne Uğramışsın zemherinin kışına Alıcı kuş ile senin işin ne Ondan yaman olur halınız ördek Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.471 |
zemhedi |
: |
Kışın ikinci kırk günü, 1 Şubat- 12 Mart arası. “Zemhedi demek kışın en soğuk günleri demektir.” |
zemheri |
: |
Kışın en soğuk olduğu ay. |
zemheri garısı |
: |
Koncoloz, cin. |
zemik |
: |
Zamk, ağaç ve bitkilerin reçinesi. “Bahar aylarında erik ağaçlarının gövdelerinden zemikleri koparır koparır yerdik.” |
zemzem |
: |
Kabe yakınlarındaki bir kuyunun kutsal sayılan suyu. Sevdiğimin kısa boyu Dalın gür de gölgen koyu Al yanakta zemzem suyu Kız akıyor bal mı yoksa Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.398 |
zemzeme |
: |
Öte beri, ufak tefek gereç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zenacı |
: |
Usta. “Bana da zenacı demiş Galan ben buradan giderim Nişanlın dezzeni döğmüş Aman ben nasıl ederim Enişteniz dövdü beni Otelciniz kovdu beni” (Derleyen: Teslime Altınok, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
zena:t |
: |
Zanaat, iş, meslek. “Vahdı zamanında Elboğlu isminde bir adam varımış. Bir de Ali Gadolu isminde gardaşı varımış. Bu adamların işi gücü alıpvermi:imiş. Bir gün bu adamların her ikisininde babaları da ölmüş. Bu çocuglar yetim gâlmışlar. Aradan beş altı sene geçmiş. Bir gün analarına demişler ki: ana bizim babamız ne zenâtinen uğraşırdı.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
zencefir |
: |
Karanfil. “Oba hep bizden belledi Çaya zencefir gatmayı Arlanmış babamın oğlu Tarladan ıskat etmeyi” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
zencelemek |
: |
Sarsmak, üzmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zencir |
: |
Zincir. “Hasdanenin önü zincir Zincirde vurulu zencir Gurban olam hademeler Guzumun yarası incir” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
zenek |
: |
Aksi, salak. |
zeŋginimek |
: |
Zengin olmak. |
zeŋginlik satan |
: |
Zenginlik taslayan, zenginlik gösterişinde bulunan. Dünya benim deyi zenginlik satan Helâl ekmeğine haramlar katan Sonradan sonraya beğliye yeten Zalim olur el kadrini ne bilir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.611 |
zenk |
: |
1. Bağ ve meyvelere zarar veren külleme hastalığı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Böceklerin sebze meyvedeki yaptığı tahribat, meyvelerin çürümeye başlaması. |
zenklenmek |
: |
(Meyveler ve sebzeler için henüz dalındayken)Hastalanmak, yer yer çürümek. “Ne kadar ilaç kullansak ta domatislerde zenklenmeyi bir türlü önleyemiyoruz.” |
zenzele |
: |
Deprem, zelzele. “Aziziye’de emmin beğler Gapı kitli oğrun ağlar Ala aygır kişniyeşin Zenzeliye getdi dağlar” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
zenzeliye gitmek |
: |
Her tarafta duyulmak, bir şeyin –koku,ses vb.- çok etkili olması durumunu ifade eden bir deyimdir. |
zer |
: |
Altın. “Top kumaşlar arşın arşın Baharatlar kimyon tarçın Yol pacını yola saçın Vay bu zer neci desinler” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
zerbab |
: |
Altın sırma ile dokunmuş kumaş. Gül yârim oturmuş zerbâb üstüne Hiç bakmıyor yârenine dostuna Yaz gelende çayır çimen üstüne Yâr bâde doldurur elleri sarhoş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.636 |
zerdali |
: |
Kayısı, şeftali türü bir meyve. Bamyayı severim dolma hoş olur Ballı börek pişer içi boş olur Hele zerdali yanında hoş olur Yedikçe karnıma koymak isterim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.501 |
zerde |
: |
Bir tür tatlı, pirinç tatlısı. “Sade pirinç zerde olmaz, bal da gerek kazana; ata malı tez tükenir, evlat gerek kazana.” (Andırın Atasözü) |
zerdeli |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; zerdali. |
zerhoş |
: |
Sarhoş. |
zeriklemek |
: |
Uykuda sıçramak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zerlemek |
: |
Anırmak, zırlamak, anırır gibi çirkin sesler çıkarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
zeroş |
: |
Sarhoş. |
zerretmek |
: |
Taramak, araştırmak. “Halil oğlu Gürrek Ali (Yaşar Kemal, Ağıtlar, YKY, İstanbul, 1993) |
zertlek |
: |
1. Yeni yetişen on yedi, on sekiz yaşlarındaki genç, toraşanlığı aşmış genç. 2. Boş boş, işe yaramaz bir şekilde gezen. |
zerzambıl |
: |
Büyük yer altı mağarası. |
zerzambıllık |
: |
Hurdalık. “Sığınak dayresini zerzambıllığa çevirmiş.” |
zerze |
: |
Reze, kilit, kapı çalmak için kullanılan metal halka, kapı halkası. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zerzecik |
: |
Kış aylarında ağzın iki tarafında oluşan, beyaz, küçük yara. |
zerzelemek |
: |
Kilitlemek. |
zerzembil |
: |
İçinde tahıl vs. saklandığı karanlık yer, dipsiz kuyu. |
zerzembil gitmek |
: |
Kendinden geçmek. “Zerzembil gitti.” |
zerzene |
: |
Bodrum. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
zerzevat |
: |
1. Sebzelerin genel adı. 2. Öteberi. |
zerzeve |
: |
Eşek yavrusu, sıpa. |
zetilcan |
: |
Zatürre. Sulu zetilcan dedi doḳtur o zaman. |
zeval |
: |
Zarar. “Büyüklenmek zevaldendir Kulsun aslın turabtır ha: Nefsi koy ruhu şenlendir Sonun ahir haraptır ha:” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Şair: Hayati Vasfi Taşyürek) |
zeval gelmek |
: |
Sorumlu olmak, zarar gelmek. Sabreyleyin sabır ile Zevâl gelmez imiş kula Kötü bir taş atsa göle Kalkan ördek zarılanır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.601 |
zevik |
: |
Bir cins üzüm. |
zevk |
: |
Hoşa gitme ve eğlenme. Zevkim artar gelir gönlümün şanı Sevdiğim benimle olduğu zaman Def eder giderir gönlümün gamın Yâr gelip yanımda güldüğü zaman Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.523 |
zevk ü sefa sürmek |
: |
Eğlenceli bir hayat yaşamak. Gider oldum kömür gözlüm elveda Nazlım bize bu ellerden göç oldu Senin ile zevk u sefa sürdüğüm Geldi geçti cümle işler hiç oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.637 |
zevla |
: |
Çifte koşulan öküzün boynunun boyunduruktan çıkmaması içinboyunduruğa geçirilmiş kısa çubuk. |
zevle |
: |
Karasabanda boyunduruk çirişi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
zevrek |
: |
Pencere. |
zevzek |
: |
Sulu hareketler yapan. |
zey |
: |
Köşe. |
zeyityağı, zeyd ya: |
: |
Zeytinyağı. |
zeyker |
: |
Dokuma tezgahında eğimli bölüm. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
zeykir |
: |
Çok kuru, zayıf. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zeyn |
: |
Erken olgunlaşan bir çeşit beyaz üzüm. |
zeyn olmak |
: |
Süslenmek. “Yeşil çimen ile donandı dağlar Kırmızı gül ile zeyn oldu bağlar Yüzüm güler amma gözüm kan ağlar Halımı ellere diyemiyorum” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
zeynet |
: |
Ziynet, değerli maden, altın. |
zeyrat |
: |
Ziyaret. “Hep birikdi yaşlıların hepisi Zeyrata geldi de Maraş Valisi Beni evden çıkardı bir gız garısı Ben her gün ağlarım huzur evinde” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hacer Garı’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Hacer Temiz) |
zeyrek |
: |
Çiçekleri gözalıcı, mavi renkte ve beş taçyapraklı, lifleri kumaş yapımında kullanılan otsu bir bitki, keten. |
zeytun |
: |
Bugün kü Süleymanlı Kasabası “İntizarım vardır Zeytun üstüne Dilerim Mevlâ’dan yanar inşallah Hak izin verirse kopar bir Tufan Adana şehrine döner inşallah” (Kaynak şahıs: Celil Çınkır, Zeytun Ermeni’lerinin 1894 yılında devlete karşı yaptıkları isyanları üzerine söylenen türküden) |
zeyve |
: |
Ermenek ilçesine ait köy, yayla pazarının kurulduğu yer. |
zıba |
: |
1. Anormal şişman. 2. İri yarı, uzun boylu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) |
zıbara |
: |
“Cehennemin tam ortası, cehennemin dibi” anlamına bir kargış sözü. “Kadın: Git’ dedi, cehennemin zıbarasına” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
zıbarmak |
: |
1. Genellikle hayvan için ölmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Yatmak, uyumak, ölmek. |
zıbaryat yemeği |
: |
Yatacak vakit yenen yemek, yatsıdan sonra yenen yemek. “Zıbaryat yemeğini ye de zıbar.” |
zıbbata |
: |
Pat diye, aniden. |
zıbık |
: |
1. Kötek, azar. 2. Aldanma. 3. Kamıştan yapılan düdük. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zıbığını yemek |
: |
Cezasını çekmek, zararını çekmek. |
zıbık yemek |
: |
Azarlanmak, zarara uğramak. |
zıbıldak |
: |
1. Parasız, işsiz, başıboş, kötü giyimli. 2. Delikanlı. “Tam da zıbıldaklık zamanı. Gömleğinin döş cebinde aynası ve tarağı heç eksik değil.” (Recep Aksu) |
zıbın |
: |
1. Üç etekli entari. 2. Göç gömleği. Kutnu zıbın geyme dedim geydin mi El sözüne uyma dedim uydun mu Seni bana vermediler duydun mu Bil kara zülfüne kullar olayım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.492 3. Gömlek, bebek giysisi. |
zıbındırık |
: |
Genç, işsiz güçsüz kişi. |
zıddırmak |
: |
Küsmek, çekip gitmek. |
zıg |
: |
Kızarak tersleme ünleme. |
zıgnamak |
: |
Bir şeyin üstüne çıkıp zıplamak. |
zığarmak |
: |
1. Gevezelik yapmak, karşı gelmek, buyruğa uymamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Zığarma da otur dersine çalış.” 2. Öfkeyle ileri geri konuşmak. “Zığarıp durma.” |
zığırık |
: |
Ukalaca, saygısız. |
zığlım |
: |
Sağanak yağmur. |
zıhım |
: |
Zakkum, acı zehir. “Haştırın’a diktim karpuz Sensiz yersem olsun zıhım” |
zıhımın dibi |
: |
Zakkumun kökü, zıkkımın dibi. “Zıhımın dibini yesin.” |
zıkarmak |
: |
Uyumak, yatmak, bayılmak. |
zıkıldak |
: |
1. Görgüsüz. 2. İri cüsseli. |
zıkım |
: |
Zakkum, acı zehir. |
zıkımın kökünü ya da dibini ye |
: |
“Zehir ye” anlamında bir söz. “Zıkımın kökünü ye.” |
zıkkım |
: |
Zakkum ağacı. Cehenneme atılacaklara verileceği Kur’an’da yazılı ağaç. “Horoz yerine zıkkımın kökünü ye it soyu. O Taşbaşoğlu olacak ermişler domuzu da horoz yerine zıkkımın kökünü yesin. Ağının hasını. Senin kayınbaban da periler boku da kuştüyü yastıkta uyuyacağına gübreliğe koysun da başını uyusun. Senin gibi bir it soyunu kocaman bir peri boku da güvey alırsa, işte böyle olur. Bir daha, bir daha elime geçersen sülüklü domuz! Bir daha...” (Yaşar Kemal, Ölmez Otu, YKY, 2. Baskı, Mart 2004, s. 224) |
zıklamak |
: |
İnatlaşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zıknabıt |
: |
Bir hakaret sözü. |
zıknavut |
: |
Kötü. “Zıknavutluğu da elden bırakmaz.” |
zılcan |
: |
Bir maki türünün dikeni. “Dikkat et zılcanı batmasın.” |
zıldırzop |
: |
Başıboş, hür, başına buyruk. “Hasan her gece zıldırzop mahallede dolaşır.” |
zılgıt |
: |
1. Düğünlerde çalınan lı lı lı. “Hehey zılgıd olur udu biraz. Bu biddimi, bazar günü de hememe gedilirdi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) 2. Çok hızlı. 3. Azar, korkutma, gözdağı. “Zılgıdı yedi oturdu.” |
zılgıtlamak |
: |
Topluca sevinç sesleri çıkarmak. “Düğün olur da zılgıt olmaz mı.” |
zıllamak |
: |
Çok konuşmak, zırlamak. |
zıllımak |
: |
Oyunbozanlık etmek, oyunda mızımak, vaadinden dönmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Ya zıllır, ya kavgada gücü yetmeyeceğini anlamışsa sövüp kaçar, ya da sille tokat girişirdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
zıllındırmak |
: |
Birini iple asmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
zıllıngaç/zıllıncaḳ |
: |
Salıncak. Annem ba: zıllıncaḳ ġurar͟ıdı. |
zımaranın zırtı |
: |
Ne halt edersen et. “Zımaranın zırtı.” |
zımba oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. ZIMBA OYUNU Gece oynanır. Büyük bir daire çizilir. İki grup olunur. Yazı-tura atılır ya da sayışılır. Kaybeden, dairenin içinde olur. Diğerleri kaçar. Dairedekiler tek ayak üzerinde kaçanları kovalar. Yakalamaya çalışırlar. Tabi kaçanlar 'beni yakalayamaz' diyerek yaklaşırlar, oyun yapmaya çalışırlar. Kaçan gruptan bir kişi yakalansa hepsi ebelenmiş sayılır ve daireye girerler. (Hilal Gülben Gerek, Adana İli Pozantı İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E. TDE. ABD, Adana, 2012, s.169) |
zımbırtı |
: |
1. Davula arkadan vurulan ince çubuk. 2. Gereksiz ve anlamsız gürültü. |
zımzık |
: |
Yumruk. |
zıŋarmak |
: |
Oyun bozanlık etmek, çıngar çıkarmak. “Zınarmanın sırası mıydı.” |
zıncar |
: |
Bir çeşit dikenli çalı, böğürtlen çalısı, çileğin yaban hâli. “Çalılar sıktı, böğürtlen, zıncar, yabangülüne karışmış kalın bir çit oluşturmuştu.“ (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
zıncarlık |
: |
Zıncarların bol olduğu yer. “Bu zıncarlıkta durmuş ne yapacağını düşünürken… geniş bir alana yayılmış bir böğürtlenlik gördü.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
zından |
: |
Sıkıntılı yer. Düğmeler diktireyim lâ'l ü mercan Yârsız kalan dünya başıma zından Ben seni severim sıdk ile candan Sen beni sevmezsen söyle ar değil Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.477 |
zındık |
: |
İnançsız, ateist, zerdüşti. “Zındıınan nediyi din iman mevzûna giriyon annamıyom.” |
zıŋgadak |
: |
(Durmak için) Birden bire, ansızın. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
zıŋgıtlamak |
: |
Gözdağı vermek. |
zıŋka |
: |
Tıkabasa. |
zıŋkadak |
: |
Aşırı derecede kalabalıktan tıkanma. “Tahsin Ağa ölür. Abdal olayı şöyle anlatır. Abdal: Ağa Teshin öldü amma yer yerinden oynadı. Teshin’imin öldüğünü Gadirli Gaymakamına duyurunca Gaymakam Bên elindeki gelem pıtadana düşmüş, çıtadanak gırılmış ağa. Daha sonra Adana Velisine bildirmişler, ordan da Demirel Hökümetine. Dış dövletlerden meses üstüne meses gemliye başladı, Teshin’in öldü: gün hökümat emir vermiş bayraklar yarıya indirildi ağa. Ceneze kalkarken, Gadirli şehri zınkadanak durdu ağa.” (Erman Artun, Seyirlik Köy Oyunları ve Anonim Halk Edebiyatı Araştırmaları, Kitabevi, İstanbul 2008) |
zıŋkazınk |
: |
Tıkabasa, ağzına kadar dolu.TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Ev, avlusu, salonu, balkonu, odalarıyla… uzaktan gelen konuklarla zınka zınk dolmuştu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
zıpçık |
: |
1. Eşek sıpası. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Haylaz, işe yaramaz, küçük, ince. 3. Yaramaz, genç oğlan çocuğu. 4. Beli sapında olup, üstüne basılan kol. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zıpçıktı |
: |
Türedi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zıpır |
: |
İriyarı, kocaman, azgın, türedi, güçlü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) “Zıpır mı zıpır biriydi.” |
zıpırtı |
: |
Kelime belirtilen şekilde çıkan ses. |
zıpıt |
: |
İyice doldurmak, iyice dövmek. |
zıpıtmak |
: |
Kötek atmak, iyice dövmek. |
zıpka |
: |
Çizgi, sınır, hat. |
zıplık gimi |
: |
Çok yemek yiyerek karnını iyice şişiren kimsenin hali. “Zıplık gimi.” |
zır |
: |
Sade, sırf. |
zır cahil |
: |
Çağdaş aydın. |
zıranı |
: |
Çok açık bir şekilde. Mesela zıranı deli, delinin dedelisi, deli olduğu apaçık belli veya zıranı yalan, yalanolduğu çok belli, kesinlikle yalan. |
zıravat gibi |
: |
1. Uzun boylu. 2. Dimdik ayakta duran. |
zırbınmak |
: |
Buzda kaymak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zırbıtlı |
: |
Heybetli, güzel. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zırdık |
: |
Kurumuş kalın ağaç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zırdık gibi |
: |
Uzun boylu, kuru adam. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zırf |
: |
Dinlence, tatil. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zırf oldum |
: |
Okumada tatil olma anlamındadır. “Zırf oldum.” |
zırgıf vermek |
: |
Sıkıştırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zırhazırh |
: |
Ağzına kadar dolu. “Zırhazırh doldurmuş da vermiş. Sanki öndüç veriyor.” |
zırı olmamak |
: |
Havasında, formunda olmamak. |
zırıltı |
: |
1. İri, kaba, uzun, ağır. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç. Ada.) 2. Boş yere konuşan. “Osandım zırıltısından.” |
zırıncımak |
: |
1. Ağlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Usanmak, bıkmak, canından bezmek. |
zırıncıtmak |
: |
1. Üzmek, yalvartmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Canından bezdirmek. |
zırkada |
: |
Çaka çaka, ağzına kadar, hiç boşluk bırakmadan. “Çentesini zırkada doldurmuş ıvır zıvırınan.” |
zırlak |
: |
1. Gür sesli. 2. Çok anıran, çok ağlayan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Ne zırlak bir bebêmiş. Uyutmadı zabahaçâ.” |
zırlama |
: |
Çok konuşma. |
zırlamak, zırlamag |
: |
1. Ağlamak, gereksiz yere konuşmak. 2. Çok söylemek, söylenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zırnıg |
: |
Zerre. |
zırp zırp |
: |
Sık sık, hızlı hızlı gezene derler. |
zırpadak |
: |
Ansızın. “Zırpadak damladı habarı oluşun.” |
zırpaşmak |
: |
1. Birisini terleyerek ya da sinirlenerek saldırması, karşıdaki kişiyi sarsması. Onu dėyivėrince çocuk zırpaşıvėrdi. 2. Abanmak, sırnaşmak. Sıca:ŋñı üstüme sıvama zırpaşıp durma! |
zırpıḳ |
: |
Pat diye düşmek anlamında bir ünlem. Boynumda yılanın biri zırpıḳ dėr yere düşer. |
zırpıldamak |
: |
(Yabanıl hayvan) Sinsice yürümek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
zırrak |
: |
Çok anıran eşek. |
zırrıhı deli |
: |
Tam anlamıyla deli. |
zırrıkçı |
: |
Mızıkçı. |
zırrıkçılık etme |
: |
Mızıkçılık etmek. |
zırrıkı |
: |
Akıldan aşırı noksan, bir şeyin aşırısı. Mesela zırrıkı deli, delinin aşırısıveya zırrıkı sarhoş, aşırı derecede sarhoş. |
zırtaboz, zırtabos |
: |
1. Patavatsız, saygısız, utanmaz, tenbel. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Güvenilmez, sahtekar. 3. Babayiğit, iriyarı. “Sen yaylaya çıkma Fatma Kalsın çadırın salağı Zırtaboz babamın oğlu Her işlik gelmez bileğe” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
zırtlatmak |
: |
Yellendirmek. “El elin eşeğini zırtlatarak sürer.” (Andırın Atasözü) |
zırto |
: |
Hafif, işe yaramaz, bir yerde duramaz, serseri. “O zırtoyunan nasıl arkadaşlık ediyor hala anlamış değilim.” |
zırtpırt |
: |
İkide bir. |
zırzala |
: |
Kapı çengeli tokmağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zırzıbık toplanmak |
: |
Serserilen bir araya gelmesi. |
zırzır |
: |
1.Geveze, gürültücü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Delimsi, deli. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zırzırı |
: |
Davula arkadan vurulan ince çubuk. |
zıszıba |
: |
Abartılı şişman. |
zıvana |
: |
1. Marangozlukta iki parçayı birbirine geçmeli olarak birleştirme. 2. Sınır, tahammül gücü, yol, yolak, usul. |
zıvarı vermek |
: |
Saygısızca konuşup karşılık vermek. Ben ona düzgün otur dedim o zıvarıverdi. |
zıvarmak |
: |
Baskı yapmak, ısrar etmek. |
zıvgar |
: |
Dört at koşularak çekilen araba. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zıvınmak |
: |
Sıvışmak, sessizce kaçmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zıvlan |
: |
1. Kaygan, düzgün, parlak. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm.) 2. Düzgün, yakışıklı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
zıvlım |
: |
Uzun ince çam ağacı. |
zıvrak |
: |
1. Ağaç pencere. 2. Limon. |
zıvrın |
: |
Kızak kayar gibi yap, kay. |
zıvrınmak |
: |
Kızak kayar gibi yapmak, kaymak. |
zıyarmak |
: |
Kızmak, öfkelenmek. |
zıybıncak |
: |
Kaygan. |
zıyıpmak |
: |
Kaymak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zıylak |
: |
1. Kaygan. 2. Dönek. |
zıylan |
: |
1. Kaygan. 2. Zayıf, uzun, cılız. 3. Pürüzsüz değnek. |
zıypak |
: |
1. Dönek. 2. Kaygan, düzgün, parlak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zıypaklaşmak |
: |
Kayganlaşmak. “Karpuz kabuğu da, pancar da, olmaz olasıcalar, güneşi görünce, suyunu kaybetmeye ve pörsümeye başlar, çok geçmeden de sıkılmış limon gibi buruşup kalırdı. Bu kötü sonucu önlemek için, bazı akıl verenlere uyarak, suya koymayı denesek veya sık sık ıslatsak, bu sefer de suyun etkisiyle sümüksü bir yumuşama ile zıypaklaşır nasılsa, insanı huylandıran hale gelirdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
zıypınmak |
: |
Yerde, ağaç üzerinde, merdiven korkulukları (trabzan) üzerinde kaymak. “Merdivenin üstünde zıypınmaktan pontilimiz eskirdi.” |
zıypmak |
: |
Kaymak. |
zibil |
: |
1. Çöp, süprüntü, pislik, gübre. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Genellikle hayvan dışkısının atıldığı yer veya çöp yığını. “Ortalık, saman, arpa, kuru ot, bir de zibil kokuyordu, keskin.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) “İnekler gelir meleşir Örmeyi alır ulaşır Hürü’m ineği savarken Saçı zibile dolaşır” (Fatmagül Yolcu, Adana İli Ceyhan İlçesi Halk Kültürü Araştırması) |
zibil gimi |
: |
Çok fazla, pek çok, pek bol. “Zibil gimi.” |
zibilli |
: |
(Tahıllar için)Elenmemiş, çöplü, pis. “Bu nohut çok zibillidir. Kim elediyse hakkını vermemiş işinin.” |
zibillik, zibillig |
: |
Genellikle hayvan dışkısının atıldığı yer, gübrelik, çöplük. “Sabahınan da erken, çocuk süsler Zibilliğe varmadan altına pisler Elinin kiriynen de gocasın besler Ergen oğlan da dul avradı almasın Aldım deyin de gahvelere varmasın” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993)
Arab atlarında olur fırkalar Kimi sarhoş yörür kimi ırgalar Zibilliğe inip konan kargalar Has bahçada gül kadrini ne bilir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.611 |
zif |
: |
Zift. |
zifir |
: |
1. Et, balık, tavuk vb. şeylerin elde kalan bulaşığı. 2. Kokulu kir, is, yağ lekesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zift |
: |
Katran. “Satılık ziftin olsun, Selanik’ten kel gelir.” (Andırın Atasözü) |
ziftli yorak |
: |
Yakı gibi kullanmak için üzerine koyulaştırılmış püse sürülen deri parçası. |
zikke, zikge |
: |
Hayvanları bağlamak için toprağa çakılan demir kazık. |
zikge düzdürmek |
: |
Bir yere çakılacak demir hazırlatmak. |
zikgeli moturu |
: |
Birbirine bağlanabilen römorklu motor. |
zikziki |
: |
O anda adı akla gelmeyen araç-gereçler için kullanılan bir sözcük. |
zil |
: |
1. Ekin, soğan gibi şeylerin ilk filizi. 2. Bitkilerin filiz süren ince kökleri. “Bardağı koyduğun yaprâ suyun içinde dura dura güzel zillenmiş.” |
zil vurmak |
: |
Bitkinin kök salması. |
zilfe |
: |
Püskül, kadınların saçlarının kulaklarının önüne geçen kısmı. |
zilgit |
: |
Avare, boş işlerle zaman öldüren. |
zili |
: |
Tiftikten yapılan halı. “Uyu uyuyabilirsen toprağın üstünde sen Altına ne bir zili ne de döşek sermeden” |
zili çıkmak |
: |
Çok acıkmak. “Zili çıkdı.” |
zilif |
: |
Zülüf. “Suya gider, kail olmaz anası Turunç olmuş döşündeki memesi Beşyüz altın değer zilfin denesi Göç giderken bir sunaya rastladım” (Ali Rıza Yalman - Cenup”ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
zilif kesmek |
: |
Kadın veya gelin olduğunu belli etmek için zülüflerini kesmek, kısaltmak. |
Zilifke |
: |
Silifke. “Zilifke’de okur mekteb Ağ ellerin dutar galem Gelinin evden çıkıyor Bize ne der ola alem” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Silifke’de Ölen Asker Ahmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Halil Gök) |
zillemek |
: |
Filizlemek. |
zillenmek |
: |
(Kuru soğan vb.)Yer yer filizler çıkarmak, çimlenmek, filizlenmek, kök tutmak. |
zilletmek |
: |
Buğdayı filizlendirmek, yeşertmek. |
zilli |
: |
1. Oynak, adı kötüye çıkmış. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Bir nevi Yörük kilimi. |
zilliet |
: |
Sahiplik. |
zillik |
: |
Küçük balık, küçük, küçücük, balık yavrusu. “Cahan’ın kenarında sürüler halinde gezerdi zillikler.” |
zillinin biri |
: |
Utanmazın biri. “Zillinin biri.” |
zimintilik |
: |
Perişanlık, yokluk hâli, sefalet. |
zimkiri |
: |
Ağaçta, gece ayazıyla donan ve tilki kuyruğuna benzeyen buz parçası. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zimbit |
: |
Bir çeşit yapışkan otsu bitki. |
zina |
: |
Evlilik dışı birleşme. Karac’oğlan der ki fâni dünyadan Korkmaz mısın haram ile zinadan Ayırırlar seni ana babadan Gurbet ele düşen yiğit sağ m'olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.624 |
zincer ya da zincar |
: |
Böğürtleni andıran dikenli bir bitki, dikenlik. |
zincilip |
: |
İlkbaharda kırlarda biten, sarı renkli çiçekleriyle kumaş boyanabilen ve yaprağı yenen bir ot. “Goca Su’yun gırağında “Gat’ın Başı” derdik bir yer vardı. Gat’ın başında mor renkli gurdeyne incirlerinin yanı sıra, sıra sıra zincilipler olurdu.” |
zincilip |
: |
İlkbaharda kırlarda biten, sarı renkli çiçekleriyle kumaş boyanabilen ve yaprağı yenen bir ot. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Goca Su’yun gırağında “Gat’ın Başı” derdik bir yer vardı. Gat’ın başında mor renkli gurdeyne incirlerinin yanı sıra sıra sıra zinclipler olurdu.” |
zincir |
: |
Bir çeşit kilim. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zindan gimi |
: |
Karanlık |
zine |
: |
Çok kötü ve yaramaz olan çocuklara verilen lakap. “Evlerinin g.tü bayır Elif geliyor zayır zuyur Tatarlı’da zine gavır Elif gurban Memmed sana” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Elif Kız’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Safiye Temiz) |
ziŋgirdemeg, zingirdemek |
: |
Zangır zangır yeri sallamak, titreşim, titreşmek. |
zinhar |
: |
1. Anamur’un Kaş Yaylası ile Muarlar Koyağı arasında bir mevki ismi. 2. Sakın, asla, hiç yok. |
zink |
: |
Karpuz hastalığı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zip diye kesmek |
: |
(Yapılan bir şeyi) Birden, durdurmak, bırakmak. “Zip diye kesti.” |
zirai mimari |
: |
0.65 metre. |
ziri fes |
: |
Fesin altı. |
zirinceyim |
: |
Üzgünüm. “Öksüz Ali’m der de bir güzelin sevdası var başımda Gündüz hayalimde gece düşümde Gece gündüz zirinceyim karşında Dost ne dersin şu derdinden ölene” (Öksüzoğlan’dan, Kaynak: Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler, İş Kültür Yayınları, Haz.: Alpay Kabacalı, Mas Matbaacılık, İstanbul 2002) |
zirmit |
: |
Parmak ucu kadar, minnacık. |
ziron |
: |
Kılçıksız buğday. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zirzop |
: |
İşsiz güçsüz, gün bulup gün yiyen. |
zi:tin |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; zeytin. |
zivik |
: |
Düven (döğen) okunu boyunduruğa bağlayan ağaç. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zivlen |
: |
İnce, uzun, narin. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
zivrik |
: |
Ufak tefek, zayıf. |
zivveden |
: |
Aniden, sessizce, habersizce, usulca. “Zivveden çekmiş getmiş.” |
zivziv |
: |
Durmadan, ikide bir, here heçe. |
zivziv ya da zıv zıv gezmek |
: |
Durmadan oradan oraya gezmek, günde kırk kapının ipini çekmek, hiçbir iş yapmadan gezmek. “Zivziv gezip durdu.” |
ziya:de |
: |
Çok, aşırı. Yaz gelip de beş'ayları doğunca Çiçekler açılır gülden ziyâde Ben eski yârimden ayrı düşünce Şimdi birin sevdim andan ziyâde Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.401 |
ziyakıl |
: |
Yorgunluktan hemen uyku gelme hali. |
ziyakıl getmek |
: |
Aşırı yorgunluktan (yarı baygın şekilde) uyuyakalmak. |
ziyan |
: |
1. Zarar. Karaca Oğlan der bu yer neresi Altunoluk Pınarbaşı çehresi İnce belde saçlarının turası Boyu selvi endam akla ziyândır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.599 2. Ekili tarla. |
ziyan etmek |
: |
Zarar etmek. Elinde durur bohçası Alnında siyah peçesi Dostum koynun gül bahçası Ziyân etmem gezdir bana Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.394 |
ziyana gitmek |
: |
Boşa gitmek, kabul edilmemek. Kadir Mevlâ'm senden bir dileğim var Şu dileğim kabul eyle Yaradan Dört dilek diledim ziyana gitti Ağlattığın kulu güldür Yaradan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.517 |
ziyannı |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ziyanlı. |
ziyannıg |
: |
Verilen zarar için yapılan ödeme. |
ziyannıkçı |
: |
İsrafçı, israf eden, başkalarının malına zarar veren. |
ziyarat |
: |
Ziyaret. “Gaterlenmiş gara tiren Yok mu Mahmıd’ımı gören Ziyaratın gediğinde Motor da dutmamış firen” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Mahmut Kütküt’ün Ağıdı, Kaynak Kişi: Aynur Doğan) |
ziyaret etmek |
: |
Kutsal bir yere gitmek. Kûh-i Kaf Dağı'na varana kadar Orada yavruya kurbanlar adar Sultan Süleyman'ı ziyaret eder Orda göz yaşını döker leylekler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.592 |
Zi:nep |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Zeynep. |
ziynet |
: |
Süs eşyası, takı. Neyleyeyim şu dünyanın ziynetin Akıbeti ölüm olduktan geri İstemem bahçada bülbüller ötsün Benim gonca gülüm solduktan geri Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.461 |
zo |
: |
Domuz anlamına gelen azarlama çeşidi. |
zoba |
: |
Soba. |
zobu |
: |
Tüstüm, kabasaba, işe yaramaz, güçlü kuvvetli, esamesiz. |
zoddurmak |
: |
Foddurmak, küsmek, dargınlık çıkarmak. |
zoğa |
: |
Ekini tırpanlarla, ayakçasız biçmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zohurdan |
: |
Birisine kızarak kendi kendine söylenmek. |
zoklamag |
: |
Vücudun bir yerindeki damarın baskısıyla oluşan şiddetli ağrı. |
zokranmak |
: |
Hoşnutsuzluğunu belirtir biçimde, alçak sesle kendi kendine söylenmek, sokranmak, homurdanmak, gönülsüz iş görmek. “Yüreğinde gam yükü duhul etti evine Zokranarak dert yandı taptığı sanemine” |
zokurdanmak |
: |
Hoşnutsuzluğunu belirtir biçimde, alçak sesle kendi kendine söylenmek, sokranmak. “Ateş başındakiler, sönmek üzere olan ateşi bekler gibi, az önce biten ışkıyalarınan ilgili ettikleri lafı düşünüyorlardı ki, alt taraftaki ardıç ağacının altında atlardan birinin zokurdanması duyuldu.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
zoldur zoldur |
: |
Şakır şakır (yağmur yağması) |
zoldur zorbadangirmek |
: |
İzin almadan kabaca bir yere, ansızın, anidn girerek oradakileri rahatsız etmek. |
zoldurzop |
: |
Birden bire aniden, yakışıksız bir tarzda. |
zollama |
: |
Çok çalışmaktan hasta olma. |
zom |
: |
Balyoz. |
zombo |
: |
Züppe. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zomburdamak |
: |
Çok fazla titremek, şiddetli titremek. |
Zomburzop |
: |
Topluca. |
zomhuru |
: |
Zemheri, aşırı soğuk günler. |
zomp |
: |
1. Çam tomruğu, kereste çıkarılacak biçimde işlenmiş ağaç gövdesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. Osm.) 2. Taş çekici, balyoz. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç. Ada.) |
zompurtu |
: |
Hastalık nöbeti, titreme. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zomulamak |
: |
Ağlayıp inlemek, acısını sesli olarak bildirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zomzalak |
: |
1. Bir ağaç türü. 2. Çok kısa süreli sağanak yağmur. 3. Sis yağışı. |
zomzon |
: |
Sağanak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zonk zonk etmek |
: |
(Vücudun bir yeri ya da yara)Nabız atışı gibi kesik kesik ağrımak ya da sancımak, zonklamak. “Bacaklarından bir şeyler çekiliyor, başı zonk zonk ediyordu ama, başka çare yoktu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
zonklamak |
: |
Vücudun bir yerindeki damarın baskısıyla oluşan şiddetli ağrı. |
zonra |
: |
Sonra. |
zontur |
: |
1. Kibir, çalım, yakışık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Kaba saba. |
zonturaklı |
: |
Güzel, oturaklı, gösterişli. |
zonturlu |
: |
Yakışıklı, çalımlı, oturaklı, tumturaklı, süslü. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zoŋturlu |
: |
Otoriter, dediğini yaptıran. |
zonturuşlu |
: |
Yakışıklı, çalımlı, oturaklı, tumturaklı, süslü. |
zop |
: |
1. Alık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Ağacın gövdesi, kalın ve uzun kütük, tomruk. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Mahallemizde Hızarcı Omar’ın hızarı var ıdı evvelden. Zopları nâkıt yığallardı farkına bile varamazdık.” |
zop aptalı gibi dolaşmak, zop abdalına dönmek |
: |
Hiçbir iş yapmadan, başıboş dolaşmak, avare gezmek. “Zop aptalı gibi dolaşmaya utanır insan.” |
zopa |
: |
Sopa, deynek. |
zopcu |
: |
Asalak, tütün düşkünü, otlakçı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zopçuk, zopcug |
: |
Kısa kalınca ağaç parçası, bir şeyin çıkıntısı, küçük değnek. “Nâkıt yamır yâsa goca dere taşsa yazıya hep zopçuklar vururdu.” |
zopġun |
: |
Çok kısa süre yağıp geçen yağmur. |
zoppak |
: |
Değnek, sopa. |
zopur |
: |
Yağmur ile çiy arası bir yağış şekli. Bu yağış şekli yalnızca ve yalnızca Andırın’a hastır yeryüzünde. Hatta bir de tekerlemesi vardır bunun: Yağmuruna zopur, bayırına hopur, itini gopil derler Andırın’da. “Gar kakınca yeşil ırmak çıkardı, (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
zopur zopur |
: |
Genç ve dinç bir şekilde, kelimede belirtilensesi çıkararak. |
zopurtu |
: |
Kelimede belirtilen şekilde çıkan ses. |
zopzekil |
: |
1. Boylu-poslu ama akıldan noksan kimse. 2. Soytarı. |
zopzopu |
: |
Gaco, hoyratça hareket eden genç. |
zor |
: |
Sıkıntı, kolay olmayan. |
zor bor |
: |
Zor mor anlamında bir ikileme. |
zor zekat |
: |
Güç bela. |
zora çekmek |
: |
Zokoşmak, güçlük çıkarmak.r |
zorbaz |
: |
Zoru yenen, güçlü, zorlu. “Ayvaz bana ver bu sazı Sensin yiğitler zorbazı Yüz koyun sazın pahası Al Ayvaz’ım ver evladım” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
zorgun |
: |
Sulu dere kenarlarında yetişen, bir ikimetre boylarında kabuğu ve yaprakları boz, mevsimine göre yapraklarını döken bir ağaç çeşidi. “Kele döndü gel yanıma Gel de bak benim halıma Halil’imin ağ golları Dolanmış zorgun dalına” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
zorkun |
: |
Sulu dere kenarlarında yetişen, bir-iki metre boylarında kabuğu ve yaprakları boz, mevsimine göre yapraklarını döken bir ağaç çeşidi. |
zorlak |
: |
Fazla çalışmaktan kolların şişmesi. |
zorlatmak |
: |
Hücum etmek, koşmak, ileri atılmak, seğirtmek. “Öfkeden kudurmuş kebapçı daha onu duvara dayanmış, orada bekler görünce üstüne zorlattı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
zorlu |
: |
Balık gibi. |
zorlu olmuş |
: |
Güzel olmuş. |
zoro |
: |
Güçlü. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zorp diye düşmek |
: |
Aniden düşmek, aniden çıkıp gelmek. |
zorpadan düşmek |
: |
Birden bire düşmek. |
zorbadan gitmek |
: |
Aniden gitmek. |
zorsunmak, zorsınmak |
: |
Ağırsınmak, zorlanmak, yapacağı işi yük saymak, güç gelmek, gönülsüz yapmak, gücenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Zorsunacak ne var ıdı?” |
zort etmek |
: |
Hayvanı tekmeleyerek hareket ettirmek. |
zort gelme |
: |
Aldığını vermeme, ona duyulan tepki. |
zort zort |
: |
Boş ve amaçsız bir şekilde, adeta kelimedebelirtilen sesi çıkararak gezme. |
zortalaklı |
: |
Güçlü, kuvvetli, heybetli, gösterişli. |
zortlama |
: |
Pekmez ve incir takıldağı ile yapılan bir tür reçel. |
zortlamak |
: |
Bir işe gayretle girişmek. “Zortladı.” |
zoruna gitmek |
: |
Onuruna dokunmak, gururunu incitmek, alınmak. “Oğlunun müfettiş olmasıyla övünmesi zoruna gitti.” |
zorunan |
: |
Zorla. |
zorundan |
: |
Zorla, bileğinin hakkıyla. “Koca Payas bu oyunu çok gördü Yedi dağ üstüne ordusun kurdu Yavuz Sultan Selim korkup da verdi Bey baban zorundan aldı tuğları” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
zorzekat |
: |
Güçbela. “Adamı zorzekat ikna ettiler. Nuh diyor peygamber demiyordu.” |
zorziŋgil |
: |
Güçbela. |
zozsunma |
: |
zoruna gitme, güçleşme, bir işe karşı duyulan bıkkınlık. |
zoypantı, zoypandı |
: |
Çam yaması gibi, kaba-saba kimse. |
zoypmak |
: |
Kaymak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
zöbe |
: |
Söbe, oval. |
zöber |
: |
Uzun boylu insan veya hayvan. |
zöbermek |
: |
Boylu boyunca uzanıp yatmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zöğelek |
: |
Uzun boylu insan veya hayvan. |
zöhre |
: |
Zühre. |
zöhret |
: |
Zürriyet, döl, çocuk. “Aman dua et bana Mevlâ’m zöhret versin dedi.” (Ömer Koca, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009, S. 374) |
zöhür |
: |
Sahur. |
zölve |
: |
Öküzün boyunduruktan çıkmaması için, boyunduruğa geçirilmiş eğri değnek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
zölve kıran |
: |
Kaba saba, laf anlamayan, zorba |
zör zöbe |
: |
Boylu boyunca. |
zöv |
: |
Yeni doğmuş çocukların başında çıkan çıban. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
zövele |
: |
Dağ sincabı. |
zövelmek |
: |
Boş boş durmak. |
zövleği |
: |
Boyunduruk, yan ağacı. |
zubban, zubdan |
: |
Eti yenen bir tür kuş. |
zubun |
: |
Etek, bir nevi üç etekli entari. Köyneğin üzerine giyilen, beyaz veya açık renklerde, kadın üçeteğinin kesiminde, yazın giyilen bir giysidir. Beli kuşakla bağlanır. Tumanla beraber giyilir. “Bağlı zubun tene tene Gutlu yelek serdik güne Yudular dezzem oğlunu Teneşirde döne döne” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İsmail Çavuş’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Bakacak)
Kutnu zubun geyme dedim geydin mi El sözüne uyma dedim uydun mu Seni bana vermediler duydun mu Sürmeli gelinin derd'aldı beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.456 |
zuhumat |
: |
Eziyet. |
zukumat |
: |
Zulüm, eza, sıkıntı. |
zukumat etmek |
: |
1. Zulmetmek, sıkıntı çektirmek. 2. Husumet etmek. |
zukumatlı |
: |
Çekilmesi zor, eziyetli. |
zul |
: |
Küçüklük |
zulmet |
: |
Karanlık. “Boğdu zulmetleri ışık yakışın Düşmanın üstünde şimşek çakışın Çatık kaşlarında şimşek bakışın Dünyayı hayrete saldı atamız.” (Aşık Ali Hazım (Hazım Demirci), Kaynak: Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yay., Altın Koza No: 72, Adana 2010) |
zulum |
: |
Kötülük. Aydan örnek almış kaşın eğmişsin Kudretten mi ala gözün sürmesi Neden ilikliyon göğsün düğmesin Âşıka bu cefâ bu pek zulumdur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.618 |
zumzuk |
: |
Yumruk, parmakların sıkıca kapanmasıyla elin aldığı biçim, yumruk. “El zumzu:nu yemiyen, kendi zumzu:nu balyoz sanırmış.” (Andırın Atasözü) |
zumzuk delisi olmak |
: |
Canı dayak istemek. “Zumzuk delisi olmuş.” |
zumzuklamak |
: |
Yumrukla vurmak, yumruk atmak, yumruklamak. |
zunk |
: |
1. Düğünlerde oynanan köy seyirlik oyunu. Zunk Oyunu: Sinsin ateşi yakıldığında davul-zurna eşliğinde özel yumruk havası çalınarak oynanır. Zunk oyunu bir güç gösterisidir. Oyun, davulun çalması ile başlar. Oyuncu taraflarından birisi oynayarak, ritimli hareketler yaparak orta yere kadar gelir ve ayakta bekler. Sağlam bir şekilde durarak sırtınıdöner ve karşı taraf oyuncularından birisinin gelerek ortada duran oyuncununsırtına veya sok kol üzeri omzuna doğru yumrukla vurmasını bekler. Gelenoyuncu, ortada duran oyuncunun sırtına veya omzuna olanca hızıyla yumruklavurur. Bu sefer yumruğu yiyen oyuncu fırlayıp oyundan çıkar ve yerineyumruğu vuran oyuncu ortada durur. Aynı şekilde karşı grupta bulunanoyunculardan birinin sırtına veya omzuna yumrukla vurmasını bekler. Yumruğuvuran oyuncunun ortaya çıkarken yaptığı hareketler, ortadaki oyuncuyukorkutmaya yönelik bir meydan okumadır. Oyun bu şekilde dönüşümlü olarakgruplar arasında devam eder gider. Ortada, yumruk yemeyi bekleyen oyuncununyumruğun etkisi ile sarsılıp yere düşmesi ile karşı taraf oyunu kazanmış olmasısayılır. Tura ve zunk oyunu gençler arasında kavgaya sebep olduğu için bugünterk edilmiştir. (Suat Savur, Adana İli Tufanbeyli İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üni., SBE., TDE. ABD, Adana, 2010, s.189) 2. Yumruk. |
zupban |
: |
Bir kuş türü. |
zur |
: |
Uğur. “Ölürüm de vermem andız tesbihimi. O benim zurum.” |
zurba |
: |
Keklik, serçe, keklik vb.sürüsü, kafile. “Bir ara önünden bir keklik zurbası parladı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
“Derelerin sümbül, menekşe kokar Pınarların buz gibi çağıldar akar Keklikler su içip zurbayla kalkar Ormanların hayalimden gitmiyor yaylam” (Mustafa Kıreker, (Kösepınarı) Ericek Yaylası İsimli Şiiri, Çukurova’dan Dünya’ya Kadirli Dergisi, Haziran 2008, Sayı: 24) |
zurbaynan |
: |
Sürüynen. “Kargalar zurbaynan kartallar yalınız uçarlar.” |
zurlu |
: |
Uğurlu. “Ayağı zurludur Hasan’ın.” |
zurnanıŋ zort etdiği yer |
: |
Bir işin can alıcı yeri. “Şimdi zurnanın zort etdiği yerdeyiz. Müfettiş bugün gelmese bile yarın garanti bizim sınıfa gelecek diye söyledi öğretmenimiz.” |
zurnupça |
: |
Dar kısa giyinenler için kullanılan ifade. |
zuru bağlanmış |
: |
Kısmeti kapalı. “Zuru bağlanmış.” |
zü:rt, züğürt |
: |
Züğürt, parasız. N'iderler de insanoğlu n'iderler Doğru yolu koyup sarpa giderler Züğürt isen seni deli ederler İsterim bildiğin eller bilmesin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.558 |
Zübeğir |
: |
Zübeyir. |
zülal |
: |
Tatlı ve soğuk su. |
zülüf |
: |
Yanaklardan aşağıya bırakılan saç. On beşinde sevdâ düşer başına On altıda yadlar girer düşüne On yedide gezer kendi başına Çok sallanma zülüflerin tel olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.623 |
Zülüfe |
: |
Silifke. |
Zülüfke |
: |
Silifke. |
zümhürü |
: |
Nemli soğuk zamanlarda, ağaçlar üzerindeki kar görüntüsü. Bilhassa akarsu olan yerlerde oluşur. |
zünnar |
: |
Papazların bellerine bağladıkları ipekten örme kuşak. |
züpbe |
: |
Geveze soytarı. |
zürüzüplek |
: |
Çırılçıplak. |