KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
va: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; var. |
va, va: |
: |
Acıma bildiren ünlem. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
Va:dı:nı |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; vardığını, var olduğunu. |
va’tidi |
: |
Zamanıydı. |
va:tı |
: |
Vakti. “Tarlaya bosdan ekerler Vaatı gelince sökerler Gurbet ele giden gızın Gözüne sürme çekerler” (Andırın Kına Türküsünden) |
vacibi |
: |
1. Haylaz çocuk. 2. Kılıç Müslümanı, zoraki dürüst. 3. Kötü niyetli kimse. |
vade |
: |
İnsanlara biçilen ömür süresi. Kumaş olsam arşın arşın yırtılsam Köle olsam çarşılarda satılsam Vâdem yetmedi ki ölsem kurtulsam Felek beni nazlı yârdan ayırdı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.418 |
vadesi yetmek |
: |
Ölmek. Karac’oğlan eydür gelenler gider Vâdesi yetenler borcunu öder Kuşlar yılda bir kez sılaya gider Anlar da terkini komaz sılanın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.536 |
vadeye salmak |
: |
Geciktirmek. Buyur gidelim odaya Durmuşum gelen kadaya Tenhâ buldukça vâdeye Salmasın kerem eylesin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.557 |
vadırdak |
: |
Güçlü bir sesle bağıra çağıra konuşan. “Elefetsizliğin bu kadarlığı da fazla yani. Bu kadar vadırdak birini mumla arasan bulamazsın alimallah.” |
vadırdamak |
: |
Bağıra çağıra konuşmak. “Vadır vadır vadırdama.” |
vafiri |
: |
Çok, pek çok, bol. “Odada kilim yazılı (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
vagdı |
: |
Zamanı, vakti. |
vağıltı |
: |
Gürültü, patırtı, şamata. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
vahat |
: |
Vakit. |
vahdında gere:di tımar, eşşeg öldü galdı semer |
: |
Vaktinde yapılması gerektiği halde yapılmayan işlerin ileride sebep olacağı zarar telafiedilemez. “Vahdında gerêdi tımar, eşşeg öldü galdı semer.” |
vahır vahır |
: |
Konuşularak çok gürültü çıkarmak. |
vahıt |
: |
Zaman. “Gara Remziye, hep dar vahıt, aşama ne bişirsem de şu herifin sivri dilinden gurtulsam diye düşünüyordu.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
vahtında |
: |
Vaktinde. “Söhür vaatı galdırmışlar Paltayınan öldürmüşler Sabahınan seher vahtında Bir telise doldurmuşlar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kız İçin Öldürülen Ahmet Öğretmenin Ağıdı, Kaynak Kişi: Halil Gök) |
vakıt |
: |
Vakit, zaman. Şimdiki beğlerin sazı çalınmaz Az rüşvet versem o da alınmaz Boynumuza farzdır beş vakit namaz Tanrı'nın namazı kılınmaz oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.639 |
vakit akşam, köy yırak |
: |
Misafirlikten kalkmak istenirse böyle söze başlanır. “Vakit akşam, köy yırak.” |
vakit vangırdadı |
: |
Vakit çoktan geçti. “Vakit vangırdadı habarı yok.” |
vakt |
: |
Vakit, zaman. |
vakt iken |
: |
Vaktinde, zamanında. Karac’oğlan der ki bir mâni söyle Ezelden kalmıştır bu kanun böyle Edicek bir eylik vakt iken eyle Çağın geçer aman kız kerem eyle Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.408 |
vakt u zaman |
: |
Dönem, belirli bir zaman. Beytullah'ı yapan İbrahim Halil Kadir Mevlâ'm beni eyleme melil Hakk'ın birliğine o da bir delil Sen de bilir misin vakt u zamanı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.427 |
vakta hazır olmak |
: |
Savaş zamanına hazır olmak. Hazır ol vaktına Nemse kralı Yer götürmez asker ile geliyor Patriklerin inmiş tahttan diyorlar Bir halife kalmış o da geliyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.616 |
vaktlı |
: |
Uygun zamanda yapılan iş. Be çağlayıp akan ırmak Vaktlı vaktsız akmak olmaz Lekeliktir be gaziler El üstüne düşmek olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.646 |
vaktlı vaktsız |
: |
Zamansız, belirli bir zamana bağlı olmaksızın. Be çağlayıp akan ırmak Vaktlı vaktsız akmak olmaz Lekeliktir be gaziler El üstüne düşmek olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.646 |
vala: |
: |
Genellikle gelinler tarafından kullanılan bir başörtüsü. “Başı al valâlı sürmeli gelin Elinde bir bade doldur da yürü Sen beni düşürdün mihnete derde Gel ağlattın beni güldür de yürü” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953)
“Telli turnam indi döküldü göle Yüzünü bürümüş al yeşil valâ Yaprağı karışmış kırmızı güle Misk ü amber tüter bahar kelli” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 448 |
vȃldamak/ vȃldaşmak |
: |
Fiildebelirtilen ses veya sese yakın şekilde sesler çıkararakağlamak.
|
valiye yemek verdirmiş |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıp.Valiyi yemeğe çağırmış. |
valla: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; vallahi. |
vallah |
: |
Allah için. Karac’oğlan der her sözle kesilmem Bir kötüye varıp böyle yasılmam Isırırsın dersin vallah ısırmam Okşalarım nazlım şuralarından Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.531 |
vallaha: |
: |
Vallahi, Allah için. Senden gayrı yâr sevmedim vallaha Getir el basayım Kitabullah'a Gece gündüz yalvarırım Allah'a Hak yanında kabul olsun dilekler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.591 |
vallaha de |
: |
İnanmıyorum, inanmam için yemin etmelisin. “Vallaha de.” |
vallahi |
: |
Allah için, Allah’ın hakkı için, Allah şahit olsun ki. Gece gündüz dalıyorum ben fikre Vallahi sevdiğim del'olacağım Korkarım ki nazlı yârin öcünden Adım altun iken pul olacağım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.488 |
vangır vungur |
: |
Karmakarışık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
vaŋgıldaşmak |
: |
Olur olmaz şeye söylenip durmak, fiildebelirtilen şekilde sesler çıkararak söylenmek. |
vaŋılamak |
: |
1. Köpeğin acıyla bağırması. 2. Rahatsız edici bir sesle konuşmak. “Ne dedi:ni de annıyamadım. Vanıladı durdu gendândine.” |
var |
: |
1. Mal, mülk, para. Dost yoluna verdim olan varımı Taşa çaldım namusumu arımı Kim ağlatmış benim nazlı yârımı Top top olmuş kirpikleri yaşınan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.524 2. Zenginlik. Sağlıktır cihanın varı Çok ağladım kıldım zarı Dostlar şol sevdiğim yâri Dün de görmedim bugün de Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.407 3. Hepsi, tamamı. Kadir Mevlâ'm bir dileğim var senden Artır bizim şöhretimiz şanımız Altmış kardaş olsak hep bir anadan Bir sofraya el uzatsa varımız Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.650 |
var hesap et |
: |
İnanılması güç olayları anlatırken kullanılan bir deyimdir. “Var hesap et.” |
var var etme |
: |
Çok konuşma. |
var varrım |
: |
Varlığım, malım mülküm. |
vara vara |
: |
Gide gide. Vara vara vardım ol kara taşa Hasret ettin beni kavim kardaşa Sebep ne gözden akan kanlı yaşa Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.513 |
varana kadar |
: |
Varıncaya kadar, varır varmaz. Kûh-i Kaf Dağı'na varana kadar Orada yavruya kurbanlar adar Sultan Süleyman'ı ziyaret eder Orda göz yaşını döker leylekler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.592 |
varangelen |
: |
Istarda argacın açılmasını sağlayan değnek. |
vararak vararak |
: |
Yavaş yavaş, sırası geldikçe. |
Varava |
: |
1. Larva, böcek yumurtası 2. Arılarda görülen bir hastalık. |
varçada |
: |
Birden bire ezmek. |
varçanadak |
: |
Yüksekten bırakılan ya da atılan bir şeyin sıvı ya da cıvık bir bir şeyin içine birdenbire ve ses çıkararak girmesi. “Löddük, minavara ya da saklambaç oynanırken, oyun alanını çevreleyen evlerde yaşayanların tümü bizar olurdu. Nerede bir ören, avlu, bahçe, odun veya taş yığını, mertek var, arkasına saklanılmak istenirdi.Sokaklara doğru uzatılmış süllümler, hatta taplar saklanmak istenen damlara çıkmağa birebirdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
vardıkmi:di |
: |
Vardığımızda. |
varıŋ istifil oluŋ |
: |
Kendi sorununuzu kendiniz çözün. |
varıncak |
: |
Varınca, varır varmaz. O ne dedi sen ne dedin varıncak Oğlan âşık mısın dedi görüncek El kavşurup dîvanına duruncak Daha dostum eskisinden güzel mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.449 |
varısı |
: |
Varı, dünya malı. Şâhı sensin dilberlerin eyisi Gözüme görünmez dünya varısı Şimdi bizim ilin kara çalısı Gül oldu gidelim bizim ellere Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.412 |
varışın |
: |
Varınca. Bir millet vardır ki ağaçta biter Kırk güne varışın vâdesi yeter Deccal meccal o leyleğe ok atar Ordan öte uçar gider leylekler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.591 |
varışmak |
: |
Kavga için karşılıklı hücuma geçmek. |
variyedli |
: |
Varlıklı, zengin. “Variyedli olmak lazım senin isteklerini karşılamak için.” |
varlık |
: |
Para, mal, mülk, zenginlik. Yiğide yiğitlik veren hep varlık Yiğidi köt'eden kör olsun yokluk Sen seni sarpa vur kınalı keklik Beyoğlu üstüne baz inen gelir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.610 |
varmak |
: |
Yetişmek, büyümek. Sevdâ sevdâ derler behey yârenler Ermeyince bir acâyib hal olur Varıp bir kız on yaşına girince Açılmadık bir domurcuk gül olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.623 |
varrık |
: |
Varırız. “Derhal hareket etmişler. İkindin ezeni Gapıçamın oriye gelmişler. Elboğlu önde gederken atın dizgini çekmiş, demiş ki: bahın arhadaşlar bö:n âşam oldu Maraşa ulaşamak. Şo görünen gonaķda yataķ yârin erkenden Maraşa varrık.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
varrım |
: |
Varırım. “Sen gediyon gelin gızım Omar Ağ’yı gönder geri Ben de yanınıza varım Bana da ayırın yeri” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
vasayıt |
: |
Binek aracı, vasıta, araba, otomobil. “Vasayıtlar teyyareler Yavrım nerende yareler Melüllenme aslan oğlum Gayri geyerim garalar” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
vasf |
: |
Özellik, nitelik. Sabahtan uğradım ben bir güzele Vasfını medheden dil incinir mi Zülfünü o ala gözün üstüne Tarayıp toplayan el incinir mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.453 |
vasfetmek |
: |
Anlatmak, tarif etmek. |
vasıl olmak |
: |
Ulaşmak, nail olmak, varmak. Karac’oğlan der ki ölüp ölünce Ben de güzel sevdim kendi halımca Varıp gurbet ile vâsıl olunca Dostlardan habarım al melil melil Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.480 |
vaslı yar |
: |
Yara kavuşma. |
vatan tutmak |
: |
Bir yerde devamlıkalmak. Karac’oğlan eydür dosta darılmaz Hasta oldum hatırcığım sorulmaz Vatan tutup bu yerlerde kalınmaz Elleri var bizim ele benzemez Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.649 |
vatandan düşkün olmak |
: |
Vatandan ayrı kalmak. Karac’oğlan muradına erersen İnelim Reşvan'a güzel ararsan Bu bahtı karanın derdin sorarsan Bir yâr için vatanından düşkündür Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.609 |
va:tı |
: |
Vakti. |
Vayde |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Vahide. |
Vaysal |
: |
Veysel. “İzin verse hak yaradan Vaysal’ım gelse Gore’den Bir ocağın bir umudu O gurtulsa tek oradan” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
vayvalak |
: |
Gürültü, bağrışma. |
vayvilim |
: |
Figan, ağıt. |
va’z |
: |
Camilerde yapılan öğretici ve öğüt verici konuşma. Âlim olan kulak verir va'zlara Cahil olan sohbet katar sazlara Benden selâm söylen kuğu kazlara Kuru güller sulanacak zamandır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.599 |
vazalak |
: |
Sözünü bilmez, boşboğaz, kürt kökenliler için şaka yollu kullanılan bir söz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) “Ulan vazalak Mustafa, dedi, siz bu köyün başına bela kesildiniz.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
vazgele |
: |
Vazgeçe. Ilgıt ılgıt bir yel esti Urum'dan Gam kasâvet kalkmaz oldu serimden El bir yana dönse geçmem yârimden Çığrışır engeller vaz gele deyi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.465 |
vazgelmek |
: |
Vazgeçmek. Gülü verdim gelmez benim yanıma Türlü cefâlar kılar canıma Öldürür âhırı girer kanıma Kerem eyle gönül gel vazgelelim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.497 |
vazgiz |
: |
Kırık çizgi, zikzak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
vazıl |
: |
Arı kovanı sesinden yola çıkarak “boş konuşan” |
ve: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ver. |
vedsiz |
: |
Sözünü bilmez, münasebetsiz, huysuz. “İkincisi daha çok çirkin, çok daha adi bir şey… Damadın yakınlarından çoğu zaman bir iki kendini bilmez vedsiz bayan, bazen de ahlaksız erkek; gelin ve damattan habersiz, fırsat bulurlarsa gerdek odasındaki, yüklüğün varsa dolabın içine, elbise örtüsünün, hatta yatağın altına, fırsat ve imkan yoksa yan odaya veya uygun bir pencere içine saklanarak yeni evli çifti di:nerlermiş.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
vefa |
: |
Sevgi bağlılığı. Karac’oğlan der ki n'ettim n'eyledim Coşkun sular gibi aktım çağladım Vefasız dilbere meyil bağladım Iradı yollarım göresim geldi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.440 |
vefa bulmamak |
: |
Sevgi bağlılığı görmemek. Karac’oğlan eder bulmadım vefa Sevdiğimle asla sürmedim sefa Hûbların âşıka ettiği cefâ Kanun mudur erkân mıdır yol mudur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.627 |
vefasız |
: |
Sevgi bağlılığı oılmayan. Karac’oğlan der ki boş yere yorma Feleğe darılıp sen beni vurma Vefasız dilberin kahrını çekme Yazık gönül sana örselenirsin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.561 |
veh desen yüreği düşer |
: |
Çok korkaklar için söylenen bir söz. |
vekeleten |
: |
Vekaleten. |
vela:sıl |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; velhasıl. |
vele |
: |
Kadınların başlarına bağladığı allı yeşilli bant. |
veledizne, veledizine |
: |
Zina mahsulü çocuk |
veleme |
: |
Düğün akşamı erkek evinde erkeklere verilen yemek. “Dü:nde yimeg yenici. Veleme yenici. Egmeg olmalı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
velen etmek |
: |
Bir sene sonra ekilecek tarlayı sürüp hazırlamak; tarlayı bir yıl dinlendirmek. |
velense |
: |
Ranza. |
velesbit |
: |
Bisiklet, cin atı. “Cin atı demeyenler, o zamanlar burada yaygın olan velesbit adını kullanırlardı.” |
velfecre okumak |
: |
Her türden kötülüğü yapabilecek yapıdaki kimseler için söylenir. |
velhan |
: |
Tarlayı nadasa bırakma. |
velhan etmek |
: |
Bir sene sonra ekilecek tarlayı sürüp hazırlamak; tarlayı bir yıl dinlendirmek. |
veli |
: |
Allah’a yakınlığı olan kimse. Sultan Murad uluların ulusu Hacı Bektaş velilerin velisi Altmış bin de Urumeli delisi Sultan Murad kalkmış kendi geliyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.617 |
velime |
: |
1. Ölümün kırkıncı günü verilen yemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Gelin indiğinde verilen düğün yemeği. “Allah aşkına hiç ohuntu geliyor mu; hanımlar, şeş atmaya gidiyorlar mı; şöyle ağız tadıyla bir velime yimâ olsa da yisek diye düşüneni:z var mı?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
velvele |
: |
Gürültü. |
veŋildemek |
: |
Havlamak, ağlamaya benzer sesler çıkararak köpek yavrusunun havlaması. “Yaşamasına sebep olursun bir canın, bak venildeyip duruyor.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
veŋilemek |
: |
Havlamak, ağlamaya benzer sesler çıkararak köpek yavrusunun havlaması. “Yalını ver de veniletme şu comsarıyı.” |
ver Allah’ın verdi:ne, vur Allah’ın vurdûna |
: |
Allah bir insana yürü ya kulum derse bu insan her işten para kazanır. Allah dilemezse de insan yaptığı her işten zarar eder. “Ver Allah’ın verdi:ne, vur Allah’ın vurdûna.” |
ver yiyim, ört yati:m, bastır canım çıkmasın |
: |
Tembel insanlar için söylenen güzel bir Toros deyimi. “Ver yiyim, ört yati:m, bastır canım çıkmasın.” |
vera |
: |
Sürekli, verha. |
veram |
: |
Verem. “Gardaş dutulmuş verama Hançer sokdunuz yarama Boz öküzü müjde verrim Emmim oğlunu görene” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerde Ölen Halil Höbek’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Halil Gök) |
veran, verana |
: |
Viran, harabe. Lütfeyle beğim urandır Gözümün yaşı bârandır Kaygulu gönlüm verandır Hicrini çeker ağlarım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.490 |
veran etmek |
: |
Harap hale getirmek. Ala gözlüm yıktın benim evimi Eğlen şu diyarda kal deyi deyi Veran ettin bahçam ile bağımı Domurcuk güllerim al deyi deyi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.466 |
veran olmak |
: |
Teslim olmak, kaybetmeyi kabul etmek. Şu yalan dünyaya geldim geleli Tas tas içtim ağılan sağ iken Kahpe felek vermez benim muradım Veran oldum mor sümbüllü bağ iken Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.531 |
verane, verana |
: |
Virane, eski, yıkık, dökük. “Evleri de gonmuş bir ıssız dâ Verane galmış da bahçası bâ Duydum sehid olmuş Çuhadar Bê Aglaşır elleri vay Bêm deyi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Çuhadaroğlu Mehmet Bey’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hacer Temiz) |
verdiceği |
: |
Verdiği, vaat ettiği. “Heç mi utanmayor yârin yüzleri Unuttu mu verdiceği sözleri? Kör olsun öylesi yârin gözleri Beni vatanımdan, elimden etti” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 101 |
vereb |
: |
Eğimli yer, yokuş, bayır, yamaç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
verebine |
: |
Yanlamasına. |
verecekli |
: |
Borçlu. |
veren |
: |
Viran, harabe. “Bö:k evin ören gibi Güççük evin veren gibi İniliyor sürmel’eşim Avcı vuruk ceren gibi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Koca Durmuş’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Nadire Erkek) |
vereneça: |
: |
Verene kadar. “Borcunu vereneçâ biziynen çalışacak heralda.” |
verese |
: |
Miras. |
vergin |
: |
Meyve çağına gelmiş ağaç. |
verha |
: |
Sürekli. |
verile: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; verirler. |
verilmek |
: |
Tüm gücünü sarfetmek, tüm dikkatini o işe yoğunlaştırmak. |
verim |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; veririm. |
verimkar |
: |
Vermeye gönüllü kimse. |
verinmek |
: |
İnat edip zorlamak. |
veriŋiz mi |
: |
Verir misiniz? |
veriseydin |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; verirsen. |
verişik |
: |
İmece, ürün değişimi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
veriydik |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; verirdik. |
verrik |
: |
Veririz. |
versa:di:z |
: |
Verseydiniz. |
veryansın etmek |
: |
Hiçbir şey düşünmeden, acımadan, bol bol kullanmak, harcamak, yok etmek ya da acımasızca, insafsızca saldırmak, çok kötü, ağza alınmaz sözler söylemek. |
vesait |
: |
Araç, vasıta. “Öyle istenildiği zaman vesait bulunmazdı ki evine veya köyüne iş biter bitmez dönülebilsin.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
vesek |
: |
Başkası, el, yabancı. |
vesek getmek |
: |
Başkasına gitmek. |
veten |
: |
Vatan. |
vetsiz |
: |
1. Huysuz. Mirascıya (hısım), taksime (paylaş) Huysuzlara (vetsiz), akrana (taydaş) Hanıma (küldöken), flörte (oynaş) Mendil sallamazlar (hişş) derler bizde (Hayati Vasfi Taşyürek) 2. Yaramaz, geveze. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Çok uyuşuk kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 4. Hareketleri hafif, aklı başında hareket etmeyen kişi. 5. Lüzumsuz konuşan, sözünü sohbetini bilmeyen, patavatsız. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. Ada.) |
vezilemek |
: |
Hastalıktan, zayıflıktan ağlar gibi ses çıkarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
vezir |
: |
Osmanlı’da paşa ünvanlı üst düzey yönetici. Genç Ali Paşa da bir ünlü vezir Yetmiş bin mızraklı yanında hazır Hak'tan imdad oldu yetişti Hızır Sultan Murad kalkmış kendi geliyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.617 |
vezir banna: |
: |
Bir üzüm türü. |
vezirle:ne |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; vezirlerine. |
vezne |
: |
Vezin, ölçü. |
vıccırığı çıkmak |
: |
Berbat olmak, bozulmak, iyi olmamak. |
vıccırığını çıkarmak |
: |
İyice ezmek. |
vıccırık |
: |
Macun gibi. |
vıcı vıcı |
: |
Çulfalık tezgahının bir parçası. |
vıcık |
: |
Bir kuş çeşidi. |
vıcık vıcık |
: |
Sulu. |
vıcırdaşmak |
: |
(Kuş)Hep birlikte ötmek, ötüşmek, vıcır vıcır ötmek. “Dutta serçeler kaynaşıyorlardı. Bir de vıcırdaşıyorlardı ki, bütün çarşı sesleriyle dolutordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
vıcırdım oynamak |
: |
Meydanı boş bularak rahatça oynamak. |
vıcırtı |
: |
Küçük kuşların vıcırdama sesi, cıvıltı. “Bir anda da bütün dünyayı bir vıcırtı aldı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
vıcıvıcı |
: |
Çulfalık tezgahının bir parçası. |
vıççırığını çıkarmak |
: |
Altını üstüne getirmek. |
vıd vıd |
: |
Dedikodu. |
vıddırıvızzık |
: |
1. İşe yaramaz, kişiliksiz,değersiz kimse. 2. İşe yaramaz öteberi. |
vıddırıvızzo |
: |
1. İşe yaramaz, kişiliksiz,değersiz kimse. 2. İşe yaramaz öteberi. |
vıdı vıdı |
: |
Gevezelik, dedikodu. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
vıdıdıtma |
: |
Kısa bir değnek. |
vīl vīl ȃlaşmak |
: |
İfade belirtilen şekilde sesler çıkararakağlaşmak. |
vıkramak |
: |
Ekşimek. |
vınadak |
: |
Kaçarcasına gitmek. |
vıŋılamak |
: |
1. Çınlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. İstenmeyen ses çıkarmak. “Ciminniğin içine bir üvez girmiş. Sabahaçâ vınıladı durdu.” |
vıŋıldamak |
: |
1. Gürültü yapmak, gevezelik etmek. 2. çınlamak. |
vıŋıltı |
: |
Vınlama sesi. “Vınıltısından osandım bu ıradonun.” |
vınlamak |
: |
Kaçarcasına gitmek. |
vır vır etmek |
: |
Dır dır etmek, çok konuşmak. |
vırçada |
: |
Çok ezik, çürümüş, çok sulu, bir hamlede. |
vırçada ezmek |
: |
Bir hamlede ezmek. “Vırçada ezdi.” |
vırklatma |
: |
Yemeğin bir kez kaynatılması. |
vırrık kapmak |
: |
Emeği boşa gitmek. |
vırrıklamak |
: |
Korkmak, kavga yapılan yerden kaçarak uzaklaşmak. |
vırt zırt |
: |
Sık sık. |
vırtgel |
: |
Aynı yerde gidip gelme, dokurcun oyununda her oynamada taş alma durumu. |
vıstıvıcırık |
: |
Karmakarışık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
vıttırıvızzık |
: |
Önemsiz, hava-civa. |
vıttırıvızzıt |
: |
İşe yaramaz nesne, dikkate alınmayacak, üzerinde durulmayacak basit olaylar ya da kişiler. |
vıyada vıykırmak |
: |
İfade belirtilen şekilde ses çıkararakbirden bağırmak. |
vıyhırışma |
: |
Bağırtı. |
vıyhırmak |
: |
Bağırmak, çığlık atmak. |
vıykırınca |
: |
Bağırınca. |
vıykırmak |
: |
Bağırmak. |
vıyvılım |
: |
Acıklı çığlık. |
vızıla |
: |
Kaybol, toz ol. “Hadi vızıla da ense tıraşını görelim.” |
vızılayagalmak |
: |
Vızılayıp durmak. |
vızıldak |
: |
Vız vız diye öten bir böcek. “Vızıldak dediğimiz kara, iri ve uçan bir böceği (Ağustos böceği olsa gerek) yakalayıp, uçuşunu kontrol etmek için ayağına incecik bir ip bağlayarak helikopter; don lastiğinin içindeki ince tellerden, portakal kabuğu sıkacak sapan yapardık. Bu silahla sineklere sıktığımız gibi eşleşerek takımlar halinde savaş bile yaptığımız olurdu.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
vızır vızır |
: |
Durmadan. |
vızırdak |
: |
Ağustos böceği. “Vızırdak; Ağustos böceğinin kocamanı olsa gerek; Vızırdak uçurmak oyununu pynayabilmek için vızırdak yakalanır ve arka ayağından iplik bağlanıp uçurulur.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
vızırdama |
: |
Sesini fazla yükseltmeden itiraz eder gibi konuşma, söylenme. |
vızırtı |
: |
Boş konuşma, boş söz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
vızıta |
: |
Vizite. |
vızıtı |
: |
Vizite. “Düzüm düzüm düzülmüşler Durna gimi süzülmüşler Bal da versem yemiyorlar Vızıtıya yazılmışlar” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Tavuğa Ağıt, Derleyen: Musa Şahan, Sonay Saygı, Mulla Kılınç, Kaynak Kişi: Gülhanım Başçoban) |
vızvızaya |
: |
Çok hızlı bir şekilde. |
vızzada |
: |
Birdenbire, aniden. |
vızzık |
: |
Sigara izmariti, içilmiş sigaradan kalan bölüm, sigara artığı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
vızzıt |
: |
Çabukça, çok çabuk. |
vızzo |
: |
Beş para etmez. |
vicik |
: |
Bir kuş. |
vidillik |
: |
Sakakuşu. |
vijjik |
: |
Parmak kalınlığında olup kilim dokumada kullanılan on beş yirmi santimlik çubuk. |
vilayet |
: |
İl, ülke. Ala gözlü bahanmdır yazımdır Gidi rakib karakışım güzümdür Vilâyet hünkârın seyrân bizimdir Göze yasak olmaz bakar yörürüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.516 |
vili |
: |
Eyvah, vah vah gibi acıyla sözylenen doldurma söz. “Vili babam kızı vili Sen beni eyledin deli Dayını kurban ederim Atları çalıyor zili” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
villik |
: |
Velvele. |
villik dönmek |
: |
Kendi etrafında dönmek. |
villiviccik |
: |
Çok konuşan, yaramazlık yapan çocuk. |
villivicirik |
: |
1. Hiperaktif çocuklar için kullanılan sıfat. 2. Düzenli yapılmamış şey. |
vilvili |
: |
Velvele. |
vilviliye vermek |
: |
Velveleye vermek, ortalığı gürültüye boğmak. |
vi:ra |
: |
Sürekli. |
viran |
: |
Erkeksiz ev. “Çukurova’nın cereni Gelin beklemez viranı Duyunca dizine vurmuş Alim’in Kürtler yareni” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
virana |
: |
Virane, harap. “Duralinin anasıyımccik Virana damda yatarım Ben günahtan sakınmasam Boğazıma ip atarım” (Belgin Elgün, Adana-Ceyhan S. 74) |
vird |
: |
Belli zamanlarda okunması adet olan Kur’an cüzleri. Karac’oğlan der ki yürekte derdim Güzeli medhetmek dilime virdim Sultan hanım derler yârdan ayrıldım Yürektedir yaram der sızlar gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.590 |
viren |
: |
Viran. |
visal vermemek |
: |
Kavuşmamak, ayrı kalmak. Karac’oğlan Mevlâ'm visâl vermesin Şu gözlerim gördü turunç memesin Gönül ister yâr şeftalin dermesin Eydür bana yârin öp yanakların Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.539 |
vita ya: |
: |
Margarin yağı, bitkisel yağ. |
vizzede |
: |
Aniden, birdenbire, hızlıca. |
vizzo |
: |
Huylandırmak. |
vukat |
: |
Vukuat, hadise, olay. |
vurduk sürdük |
: |
Yola koyulduk. |
vurdurmak |
: |
Donatmak, süslemek. |
vurgun |
: |
1. Aşık, tutkun. Ala gözlü nazlı suna Ya ben seni nic'edeyim Gönül gayet vurgun sana Ayrılmıyor nic'edeyim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.504 2. Nazar değdiği, çarpıldığı sanılan algın, güçsüz kişi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
vurgundan gitmek |
: |
Kan kusup ölmek. “Vurgunlardan gidesice.” |
vurmak |
: |
1. Kalbin atması. Sabahtan kalkar da Çinçin'i geçer Vurur deli gönül kaynayıp coşar Yükletmiş yükünü Göğsün'e çıkar Göğsünde çalpanır gülü yavrunun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.564 2. Bakmak Gerdan açık benlerin çok Güzellikte menendin yok Kaşların yay kirpiğin ok Vurduğunu öldürürsün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.574 |
vurukcu |
: |
Boynuzları ile insanlara saldıran sığır, camuz. “Böyle vurukçu bir hayvan görmedim.” |
vurunmak |
: |
Takmak. “Yeni şapkasını vurunmuştur başına. Elbisesi de üç-beş yıllık olsa da en son aldığıdır. Bembeyaz koyun yününden avradının ördüğü çorabını tâ dizinâdar çekmiş ve pantolonun paçasını da içine koymuştur.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
vuslat |
: |
Kavuşma. Firkat günlerinde kara bağlarken Vuslat günlerinde böyle ağlarken Yârim bana ben yârime ırlarken Felek bir silledir al dedi bana Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.392 |
vustuvıcırık |
: |
Karmakarışık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
vücudu dalamış |
: |
Vücuta yayılmış. “Vücudu dalamış.” |
vücut şehri |
: |
Beden, insan vücudu. Felek çakmağını üstüme çaktı Beni bir onulmaz derde bıraktı Vücudum şehrini odlara yaktı Yandım ataşına su Leylâ Leylâ Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.387 |