KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
ha demie |
: |
Kolay kolay, çabucak. |
ha tendere |
: |
Tam orası. |
ha: ya |
: |
Aynen öyle, evet, gerçekten. |
ha::? |
: |
Öyle mi? |
ha:? |
: |
Hangi? |
ha: |
: |
Evet. |
ha:be |
: |
Heybe. |
ha:rda |
: |
Nerde? |
ha:sı |
: |
Hangisi. |
hab |
: |
Uyku. |
haba |
: |
1. Çözgüsü kıl, atkısı yün ipliğinden dokunan kilim. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Abla. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Aba, siyah yünden dokunmuş, önü kaytanlı, cepkenimsi, kısa erkek ceketi. “Habası çalıya düşmüş (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
hababam sınıfı oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. Hababam Sınıfı Bu oyun en az iki kişiyle kızlar tarafından oynanır. Oynanacak mekânda yüksek bir duvar gerektiği için ya okul bahçesinde ya da evin kenarında oynanır. Gündüzoynanan bu oyunda oynayacak kişi şu sayışmaca ile belirlenir: Omodo Dandikto Bilemediniz Babişko Oynayacak kişi belirlendikten sonra oyun başlar. Oynayan kişi “9‟lar” diyerektopu dokuz defa yerde sektirir, “8‟ler” diyerek topla duvara sekiz defa üst üste parmak pasıyapar. “7‟ler” diyerek topu yukarı fırlatır, ellerini önde ve arkada çırparak topu yakalar. “6‟lar” diyerek voleybolda manşet denilen hareketle topu duvara çarptırır. “5‟ler”dediğinde topu yukarı fırlatıp ellerini bacaklarının arasından çırparak topu yakalar. “4‟ler”dediğinde ellerini duvara yaslayıp kollarını basketbol potası gibi yapar ve topu kollarının arasından geçirir. “3‟ler dediğinde topu üç defa üst üste manşetle havaya atar. “2‟ler”dediği zaman topu duvara çarptırarak topun bacaklarının arasından geçmesini sağlar.“1‟ler” dediği zaman da kollarıyla çember yapıp topu önce yukarı fırlatıp ardındanvücuduna değdirmeden oluşturduğu çemberden geçirir. Bu döngüyü hatasız tamamlayankişi 1 puan almış olur. 5 puana ulaşan kişi oyunu kazanır. (Ömer Kırmızı, Erdemli Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Çalışması, Mersin Üni., S.B.E., TDE. ABD, Mersin, 2015, s. 180-181) |
habalmak |
: |
Yüz üstü düşmek, yere kapaklanmak. |
habar |
: |
Haber. “Üç gün sonra geldi habar Yola düşdüm apar topar Midesi ağrıyor sandım Bacım yaraların ağar” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
Yine habar geldi yârdan yanıma Kötü sözler kâr etmiyor canıma Gel der iken gelmez idin yanıma Kız senin sevdiğin ilâzım değil Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.477 |
habar böcücü |
: |
Siyah üzerine mavi benekli, beyaz kanatlı bir çeşit böcek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
habaranamaz |
: |
İnat ve aksi kişiler için kullanılır. “Habaranamazın teki.” |
habaranamazın g.tüne gazzık çakmışlar, bu takırtı nerden geliyor demiş |
: |
Duyarsız ve gamsız insanları özetleyen bir Maraş deyimi. “Habaranamazın g.tüne gazzık çakmışlar, bu takırtı nerden geliyor demiş.” |
habarla: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; haberler. |
habarsızlıya |
: |
Habersizce. |
Habba |
: |
1. Fatma. 2. Habibe. |
habban |
: |
Kuş tutmak için yapılan tuzak. |
habbap, habbab |
: |
Tahta terlik, takunya, nalin. |
habbe |
: |
Yuvarlak bir parça. |
ha:be |
: |
Heybe. “Diyar diyar dolanırım Sular gibi bulanırım Oğlumun hatırı için Habe takar dilenirim” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Çolalilerin Hacı’nın Ağıtı, Derleyen: Hüseyin Şahin, Kaynak Kişi: Eşi Döndü Gök) |
ha:be |
: |
Heybe. “Gapısında dor’at bağlı Heç mi yog bibimin oulu Neriye gedik Memmet Çavış Hâbesi üzengiye bâlı” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
habı |
: |
Çılgın, coşkun. |
Habib |
: |
Sevgili, dost, Tanrı. |
habire |
: |
Ara vermeden, sürekli. |
ha:biye |
: |
Heybeyi. |
habul gubul |
: |
Alt alta, üst üste boğuşmak. |
Hac’ana |
: |
Kadın pazarlayan kötü kadın. |
Hac’Aslan’ın Delisi |
: |
Hacı Aslan’ın Delisi, Maraş’ın cezbeli güllerindendi. Herkesin uğur saydığı dokunmaya çekindiği, üzerinde sadece entariile dolaşan bir kimse idi. Allah rahmet eylesin. “Hac’Aslan’ın Delisi.” |
hac’a:tın |
: |
Hacca gitmiş hanım. |
Hac’Osman |
: |
Hacı Osman. |
hacamat |
: |
Kan almak, kan akıtmak demektir. “Ustam, berberliğin yanında,bir çok berber gibi, biraz da halkın ihtiyacına cevap veren eğitimli insanlar olmadığından, başka işler yapardı. Mesela uyuşturmadan bağırttıra çağırttıra diş çekerek dişçilik, çağrılmışsa eve giderek, yok dükkâna gelmişlerse dükkanda ve çoğu da ayakta iğne vurarak sıhhıyecilik, sünnetçilik ve hacamat yapardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
hacana |
: |
1. Laf alıp götüren. 2. Düğünde geline önderlik eden kadın. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Kızla oğlanın arasını bulan, haber ulaştıran kişi, çöpçatan. |
hacar |
: |
Ağılda süven yerine kullanılan genellikle baltayla yarılmış tahta. |
hacat |
: |
İstek. “Ben yârim isterim Bârî Hudâ’mdan Kanlı yaşlar akıtırım didemden Asla bir hacatım yoktur yârimden O da bencileyin kuldur Yaradan” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 517 |
hacatlı: yok |
: |
Gereği yok. |
Hacca, Hacce |
: |
Bir kadın ismi, Hatice. “Nenni gara gapıt nenni Guluncundan döşü enni Gelmemiş Hacca bacısı Ellaheme deve kenni” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Gır Mustuk’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Bakacak) |
hacer |
: |
Baltayla yarılarak yapılan kaba tahta. “Ahmet Emmi, haymanın önüne yapacağı abdest alma yeri için hacer ayarlıyordu en son gördüğümde.” |
Haceli |
: |
Hacı Ali. |
hacet |
: |
1. İhtiyaç, tuvalet. 2. Mal, araç-gereç. “Muhannet, hacet sahibi eder.” (Andırın Atasözü) |
hacı |
: |
Hacca gitmiş. |
hacı baba |
: |
Hacca gitmiş yaşlı erkeklere bir hitap şekli. |
hacı dezze |
: |
Hacca gitmiş yaşlı kadınlara bir hitap şekli. |
hacı hamza |
: |
Maraş’a mahsus kendine özgü lezzeti olan bir çeşit armut. |
hacı la:leg |
: |
Leylek. |
hacı veli |
: |
Bir kayısı türü. |
hacı yollu |
: |
Hacc’a giden. “Karac’oğlan okur Elif be’yinen Dosta uğramadım ben bu huyinen Evliyânın hırkasını geyinen Hacı yollu güzelivar bu çölün” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 572 |
Hacın |
: |
Saimbeyli ilçesi. “Vezir babama yandılar Maraş Ceyhan bir Adana Hacın zaferin gazandı Döşüne geldi madalya” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yaycıoğlu Ali Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Mahire Yaycıoğlu) |
hacil |
: |
Hecil, kederli, üzgün, mahcup. “Karac’oğlan söyler sözün pişirir Aşkın deryasını boydan aşırır Seni bir mecliste hacil düşürür Kötülerle konup göçücü olma” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
hacil düşürme |
: |
Utandırma, küçük düşürme. Karac’oğlan söyler sözün başarır Aşkın deryasını boydan aşırır Seni bir mecliste hacil düşürür Kötülerle konup göçücü olma Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.389 |
haçan |
: |
1. Madem ki, ne vakit ki. 2. Ne zaman, ne zaman ki, ne vakit ki, kaçan. “Yükseklerde şahin gibi süzülür Enginlerde turna gibi düzülür Haçan dostu ansa gönlüm üzülür Şimdi döndüm düzen tutmaz tele ben” (Haşim Nezihi Okay, Köroğlu ve Dadaloğlu, May Yay., 1970) |
haçan bürü:lan |
: |
Ne çabuk bre ulan. |
Haçça |
: |
Hatice. “Geben’inde önü yazı (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
haçen |
: |
Ne kadar çabuk. “Haçen bitirdin yemeğini. Çiğnemeden yuttun heral.” |
haçlık |
: |
Harçlık. “Çığırın babası gelsin Gır atın gemini vursun Benim oğlum asger olmuş Haçlığını çokca versin” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
had |
: |
Hat, sınır. Yörüyesin hadden aşıp Eller ta'nına bulaşıp Bir körpe derdine düşüp Sararıp solasın kalan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.521 |
hadda |
: |
Hatta. “O ohi:ci de üç gün dü:nün işini dutardı, död gün hadda.” |
hadde |
: |
Erimiş demiri döküp tel yapmakta kullanılan alet. Karac’oğlan der ki belim büküldü Ağzımın içinde dişim döküldü Nuh Nebi'nin haddesinden çekildi Saz çalmayan tel kadrini ne bilir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.611 |
haddeden geçmek |
: |
Bir kimsenin hali, huyu denemeden geçmek. |
hadden aşmak |
: |
Sınırını aşmak, ileri gitmek. Görünce bilirim aslı yiğidi Söyler izzetini dilde tanıdım Gönül belâ imiş hadden aşınca Bulanık ayları selden tanıdım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.486 |
hademi |
: |
Kolay kolay. |
haden |
: |
Tabakhanelerde içerisinde deri terbiye edilen havuz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hadik |
: |
Kar üzerinde gezerken batmamak için giyilen, altı gönden kesilmiş şeritlerle ya da fındık çubuklarıyla örülmüş daire biçiminde bir çeşit ayakkabı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hadiŋ |
: |
Haydi bakalım. |
hadini |
: |
Hadi imdi, acele harekete geç. |
hȃdîni, hadiğini aramak |
: |
Bir kişinin açığını aramak. |
hadlöküm |
: |
Kesin olarak. |
haf yüre:m haf |
: |
Korku içinde beklemek. |
hafda sekiz, Cuma dokuz |
: |
Bir işin sürekliliğini anlatan bir Maraş deyimi. “Hafda sekiz, Cuma dokuz.” |
hafdiye |
: |
Haftaya. “Devliki hafdie de bir gar yadı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
hafılamak |
: |
1. İnsanların başına belâ açmak ister gibiölçüsüz ve taşkın davranışlarda bulunmak. 2. Çok öğünmek. “Oğlu mamir çıktı diye hafılayıp duruyor.” |
hafindiriglemek |
: |
Karnı tam doyurmadan ayaküstü bir şeyler atıştırmak. “Hafindirigledi.” |
hafiş, nefiş |
: |
Karın doyurmayacak şeyleri yemek, abur cubur yemek. |
haft |
: |
1. Küçük su bendi, gölet. 2. Çeşme yalağı, oluk. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hag |
: |
1. Hak, doğru, gerçek. “Oturdum da ben ağladım Çıkdım da yolu dânedim Muhannetliği sevmem guzum Haggımı halal eyledim” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 2. Ücret. |
Hag aşı: |
: |
Âşık. |
hag dünyada haklaşmak |
: |
Ahrette hesaplaşmak. “Hak dünyada haklaşırık haylossa. Heç möhöm diyal.” |
hag sa:bi |
: |
Hak sahibi, malın gerçek sahibi. |
Haggı |
: |
Hakkı. |
hagıġat |
: |
Hakikat. |
haglı |
: |
Nikahlı. |
hagma |
: |
Hakma, gelin teli. “Evelden gelinnerde hagma olur udu. İki taraflı olur udu hagma. O hagmi: de nôtallardı yavrım, her bir gelinin aynası olur udu, gonsolunun üsdünde.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
hagos |
: |
Pulluğun tarlada bıraktığı iz. |
hağbe |
: |
Heybe. |
hağırda |
: |
Nerede? |
hağlım hağlım |
: |
Kadınların başilarına çeşit çeşit renkli iplikleri bağlaması. “Nerden geldin kız nereye gidersin Ne kadar dertliydim Mecnun edersin Başın almış diyar diyar gezersin Başı hağlım hağlım eğmeli gelin” (Aşık Mehmet Demirci, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) |
hah |
: |
Anlaştık, aynen öyle. |
hahetme |
: |
Hak etme. |
hahiedli |
: |
Hakiyetli, vefalı. |
hahiedsiz |
: |
Vakiyetsiz, vefasız. |
hak |
: |
1. Elma ve armut dilimlerinin kurutulmuş hali. 2. Doğru, gerçek, Tanrı. “Dadaloğlu der de, ne söylesem hak Şükür olsun Mevlâ’ya yüzümüz ak Bize bu illerde devir günü yok Çek atın başına Urum’a doğru” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, II. Baskı, 1984) “Hakını avucuna koydu.” (Hesabını sormak, yanlış yapılan şeyin cezasını vermek anlamında bir Kadirli deyimi.) |
hak divanı |
: |
Allahın huzuru. Sıracalar çıksın nazik teninde Dilerim ölesin tatlı deminde Yüzün kara olsun Hak dîvânında Kıyamet gününde başın dar olsun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.565 |
hak dünya |
: |
Ahiret. |
Hak meydanı |
: |
Tahtacılarda, cem yapılan meydan. |
Hak Muhammed |
: |
Son peygamber Hz. Muhammed. Evvel Allah âhır Allah Andan ulu gelmemiştir Hak Muhammed'den sevgili Hakk'ın kulu gelmemiştir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.613 |
hak nazar |
: |
İyi bakış, uğurlu bakış. “Karac’oğlan hile yoktur sözünde Hak nazarım kaldı ala gözünde Kudret nûrlarını gördüm yüzünde Güzelliğin bana bildir de yörü” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
hak perde |
: |
Sofra, sofra bezi. |
hak söylemek |
: |
Doğruyu söylemek. |
Hak yolu |
: |
Allah yolu, iyi işler. Som gümüşten daha aktır bileğin Hak yoluna kabul olsun dileğim Yavaş yörü mavi donlu meleğim El âriftir yörümekten hiyl'alır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.601 |
hakı bokunu ödemek |
: |
Maliyetini kurtarmak, ana parayı çıkarmak. “Ancak hakı bokunu ödedi.” |
hakġet |
: |
Hakikat, gerçek. |
hakık |
: |
Bir süs boncuğu, nar tanesi. |
hakına |
: |
Doğurmamış iki yaşındaki dişi keçi. “Banadura ekip yazı bekleyen. (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
hakıyedli |
: |
Bağlı, sadık, iyilik yapan, sevgisi ve bağlılığı geçici olmayan, değerbilir kimse. |
hakik |
: |
1. Bir çeşit değerli süs taşı, çok kere kırmızı renklidir. Ak bilekte sarı hakik Zülüfü gerdana dökük Gözün melil kaşın yıkık Dostum neler duydum bugün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.570
2. Toprak rengi. |
hakir hikir |
: |
Gülme için taklidi bir kelime. |
hakiyetli |
: |
Bağlı, sadık, iyilik yapan, sevgisi ve bağlılığı geçici olmayan, değerbilir kimse. “Hakiyetli vezir Ağam (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
hakiyetsiz |
: |
Kadir kıymet bilmeyen, vefasız. |
Hakka yetişmek |
: |
Ölmek. |
Hakk’ın kandili |
: |
Allah’ın yaratıcı gücü. “Hakk’ın kandilinde gizli sır idim Anamın beline indirdin beni Ak mürekkep idim kızıl kan ettin Türlü irenglere yandırdın beni” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 457 |
hakkerim |
: |
Kumrugillerden öterken “Hakkerim” der gibi ses çıkaran bir kuş. Bu kuşun nesli ne yazık ki Maraş’ta tükenmiştir. |
hakkın kelamı |
: |
Allah’ın sözü. Gelen gider imiş bu kara yere Mansur cana kıydı çekildi dâre Hakk'ın kelâmını söyleyip bile Diller beni sevdiğime ulaştır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.602 |
hakkını avucuna koymak |
: |
Dayak atmak, dövmek. “Bu gece onu yakalayacak, hakkını avucuna koyacağız.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
hakkını avucuna verdi |
: |
İyice patakladı, dersini verdi. “Hakkını avucuna verdi.” |
haklı |
: |
Nikahlı. “O ne bilemeyom, koynunda saklın Derdiçok olaydı dünyada haklın Var ise hey güzel az buçuk aklın Beni defterine yaz Elif Elif” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 100 |
hakma |
: |
Kakma, oyma işleme. |
hal |
: |
1. Ayak bileğine takılan halka, bilezik, halhal. “Yaylalar ben bir güzele uğradım Gümüş nalın giyer altın halınan Onun her bakışı bir gazi değer Şu dünyada baha yetmez malınan” (Haşim Nezihi Okay, Köroğlu ve Dadaloğlu, May Yay., 1970, S. 130) 2. Ben, yüzdeki nokta. Gizli sırrın yad ellerde diyeyim Hal olayım al yanağa konayım Kerem eyle ak gerdandan emeyim Top kara zülfünün aralarından Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.531 |
halaha |
: |
1. Halka. 2. Köy meydanı. |
halaha devri |
: |
Cenazeden sonra yemin savmlarda paranın devredilerek düşürülmesi. |
halaha namazı |
: |
Kabe’de kılınan namaz. |
halaka |
: |
1. Çevre halkı, mahalleli, konu komşu. “Heç yatmadı sabaha gadar Herhalda derdin gâvırı Guyruğu omzunda halakada zavırı Hacı Yusuf’a benzerdi itim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Daire şeklinde güreş seyircisi. “Hacıların çit alıcı Gözlen ki leylant gelici Geniş kurun halakayı Battal güreşe girici” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Battal’ın Ağıtı, Derleyen: Mustafa Karaman, Kaynak Kişi: Ayşe İlik) 3. Çevre, dolay. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) 4. Meydan, köy ortası. “Vili babamoğlu vili Halakayı almaz malı Gelirdim ya babamoğlu Aşamadım Kurubel’i” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
halakaya düşmek |
: |
Konu komşunun diline düşmek, dedikodusu yapılmak. |
halal |
: |
Helal. “Oturdum da ben ağladım Çıkdım da yolu dânedim Muhannetliği sevmem guzum Haggımı halal eyledim” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
halal ekmek |
: |
Temiz süt emmiş, namuslu kimse. |
halallaşmak |
: |
Helalleşmek. |
halaman |
: |
Uydurma söz. |
halay |
: |
Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. Davul ve zurna çalınarak oynanan halk oyunu. Halay çekmek bu oyunu oynamak demektir. |
halayık |
: |
Hizmetçi. “Hazere de Karac’oğlan hazere Bir merhem yap yarelerim tazele Bir saray yaptırdım şöyle güzele On halayık hizmet etsin kul gibi” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 436 |
halaza |
: |
1. İse. 2. Hasat sırasında dökülen arpa, buğday vb.Gibi tanelerin çimlenmesi ile meydana gelen ürün, çim. |
halba:m |
: |
Halil İbrahim. |
Halbır |
: |
1. Kalbur, kasnağa takılı deri liflerinden yapılmış tahıl eleme kabı. “Bir yanda kendi yatıyor, bir çapıt içinde, bir halbırın üstünde, bir yanda çocuk.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Halbur. Andırın’da bir yayla adı. Andırın’da tarihi M.Ö. 2000’li yıllara dayanan çok eski bir yerleşim yeri ve yayla adı. “Gonak dutdurur Keli’ye Benzer Hazireti Ali’ye Halbır’a hayma dutdurur Davet verirdi valiye” (Mehmet Temiz Yüksek Lisans Tezi Andırın Ağıtları, Zilfaroğlu İsmail Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Sariye Gök) |
halbırınan su çekmek |
: |
Senin için olması imkansız şeyleri bile yaparım anlamında ama bu söz daha ziyade latife yollu söylenir ve söylerken de asla yapılması niyeti olmaz. “Düğününde halbırınan su çekeceğim misalinde olduğu gibi.” |
hȃlbîsem / hȃlbusenki |
: |
Hâlbuki. |
halbüküse |
: |
Hâlbuki. |
haldaş |
: |
Halden anlayan kimse. Haldan anlar isen haldaş olalım Anasız babasız kardaş olalım Gurbet gezdi isen yoldaş olalım Ucu yâr zülfünde yol gerek bana Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.393 |
haldır haldır |
: |
1. Bir işi çabuk ve gürültülü yapmayı anlatır. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. (Konuşma için) Kaba-saba. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
haldır holdur |
: |
Paldır küldür, kaba saba. |
haldır huldur |
: |
Düzensiz, dikkatsiz, özensiz davranış. |
hale |
: |
1. Nasıl? 2. Ayın çevresinde görülen ışık halkası. “Yolları bürümüş hale Başımdan gitmiyor bela Daha çocukların muhtaç Mor Mercen’im anan öle” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 261) |
hale turası oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir köy seyirlik oyunu. HALE TURASI Bu bir düğün oyunudur. Eskiden herkes kuşak bağlanırdı. Düğünlerde gençlerin belindeki kuşaklar bükülür, bükülür. İkiye katlanır, tekrar bükülür, ucu da topuz yapılır, tura olur. 7–8 kişiden oluşan iki ayrı grup olur. Her grubun oyuncuları tek sıra olurlar. Aralarında yirmi beş otuz adım mesafe vardır. Her iki tarafın en öndekilerinin elinde hale turası olur. Gruptaki gençlerden biri turayı havaya kaldırır ve sallar, Yallaaah deyip diğertakıma doğru koşar. Bu takımdaki ilk delikanlıya turayı vurmaya çalışır. Diğer grubun ilk oyuncusu turayı arkasındakine verir, kendi kaçar. Bu defa ikinci oyuncu diğer grubun ilk oyuncusuna vurmaya çalışır. Diğer grubun oyuncusu turayı arkasındaki oyuncuya verip kendi grubunun en sonuna geçer. Oyun böylece devam edip gider. Bu oyun da sin sin gibi, mertçe oynanır. Saldırıya geçileceği zaman yallaaah diyerek karşı grubun oyuncusu ikazedilir. (Hilal Gülben Gerek, Adana İli Pozantı İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E. TDE. ABD, Adana, 2012, s.171) |
haleke |
: |
Duyulmamış iş ya da olay. |
halebi |
: |
1. Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. 2. Uzun kulaklı keçi. |
halebi dolandı atı |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.At askerden gelen sahibini görünce sevincinden ne yapacağını bilmiyor. Atı Halebi dolanmak, sevinçten uçmak anlamına. |
halel |
: |
Helal. “Bi tarafdan da diü ki, lan bunun parasını ye. Bunnar beşinci meseb. Şii mesebi. Bunnarın parası halel diü.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
Halep garası |
: |
Bir karpuz türü. |
Halep yolunda eşek izi aramak |
: |
Bulunması imkansız bir şeyin peşine düşmek |
haleslemek |
: |
Baştan savma yapmak. |
haley |
: |
Halay. |
haley oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir köy seyirlik oyunu. HALEY Yöreye özgü halk oyunudur. Yörenin buraya özgü tek halayı sarı yıldızdır. Erkekler yan yana dizilir. Halay başı eline kırmızı bir pullu mendil alır. Sonra eller taraklanarak bağlanır. Dirsekten bükülüp yukarıda tutulur. Sağ ayaklar yerde bir defa kıvrılır, sekilir. Bir defa kıvrılır, sekilir. Müzik iştahlandı mı hoplayarak ilerlenir. Topluca bu halayın türküsü olan sarı yıldız söylenir. Aman bir yıldız doğdu yüceden Aman gavlimiz var dün geceden Yar, yar, yar, yar, yar, yar aman Şavkı vurdu pencereden. Haley, ley liley ley… denerek halay çekilir. Düğünlerde mutlaka oynanırdı. Bizim buralarda çalgı olarak keman olurdu. Sonradan kemanın yerini davul alınca Karaisalı’nın oyunu olan üç ayak oynanır oldu. (Hilal Gülben Gerek, Adana İli Pozantı İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E. TDE. ABD, Adana, 2012, s.172) |
ḥaleye diñelmeK |
: |
Halaya durmak, halay çekmek. |
halhacı |
: |
Halka attıran. |
halhal |
: |
Kadın ayak bileklerine takılan bilezik. Ayın on dördüne benzer cemali Yâri görmeyeli del'oldum deli Ak topukta şan veriyor halhali Akkale'den aşar yolu yavrunun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.563 |
halı dibi |
: |
Halı tezgahlarının bulunduğu yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
halıs eşşe:mişsin |
: |
Bu kadar hatayı ancak bir eşek yapardı anlamında bir deyim. “Gusura galma ama halis eşşêmişsin.” |
halife |
: |
Vekil, yerine geçen kimse. Hazır ol vaktına Nemse kralı Yer götürmez asker ile geliyor Patriklerin inmiş tahttan diyorlar Bir halife kalmış o da geliyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.616 |
halik |
: |
Moloz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
haline koymamak |
: |
Gönlüne bırakmamak. “Haline koymadı.” |
halipçi |
: |
Tarhana mevsiminde İslahiye tarafından Maraş’a gelerek yavan yoğurt ve tuzsuz yağ üretimi yapan insanlar. |
halk etmek |
: |
Var etmek, yaratmak. Kaşları siyah karadan Seni halketmiş Yaradan Şimdi ne geçti aradan Küskün müsün akça gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.544 |
halka |
: |
Halka. Çevre, dışarı, halk arası mahalle. “Heç yatmadı sabaha gadar Herhalda derdin gâvırı Guyruğu omzunda halakada zavırı Hacı Yusuf’a benzerdi itim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
halka namazı |
: |
Tahtacılarda,cemde halka şeklinde oturularak kılınan namaz. |
halkalı cırrık |
: |
Bir kuş. |
halke |
: |
Su, süt vb. şeyleri koymaya yarayan, çoğunlukla bakırdan yapılan bakraçtan büyük bir çeşit kova. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
halketmek |
: |
Yaratmak. |
hallak |
: |
Yaratıcı, yaratan, var eden. |
hallaşmak |
: |
Hȃl hatır sormak, sulh olmak. |
halli, hallice |
: |
Zengin. |
halva |
: |
Helva. |
halvane kazanı |
: |
Altı dar üstü geniş kazanlardır. |
ham |
: |
1. Bozuk, karaktersiz (İnsan sütü). Yiğit yiğide yad olmaz Eyilerde ham süt olmaz Bin kaygı bir borç ödemez Gamlanma gönül gamlanma
Yiğit yiğide yâr olur Kötülerde ham süt olur Kara gün ömrü az olur Gamlanma gönül gamlanma Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.390 2. Olgunlaşmamış, deneyimsiz. Gelin der ki kalk gidelim pazara Uğradalım usul boyu nazara Beş on türlü meyva gelir pazara Yetkini m'alırlar yoksa hamı mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.429 |
ham çalmak |
: |
Terli iken ahıra bağlanan hayvan hastalanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ham demir |
: |
Kötü, kabul görmeyen, makbul olmayan. Avluda bağlıdır yiğidin atı Her nere varırsan söylenir medhi Altuna batırsan iy'olmaz kötü Aslı ham demirden cevherdar olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.647 |
ham keyf |
: |
Keyfin başlangıcı. |
hamçor |
: |
Tuzlu topra, tarla. |
hamam gızdırmak |
: |
Su ısıtmak. |
hamamcı |
: |
Cenabet. |
hamara kancığı |
: |
Yeni yavrulamış dişi köpek gibi saldırgan |
hamaylı, hamayli |
: |
1. İçinde dua olan ve boyna asılan bir çeşit muska. “Hamaylısı var döşünde Ağlı fesi de başında Öldürmüşler Mullacığı Gargılığı’ın üst başında” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar - Andırın’dan Derlemeler - 120)
Dostumun elinde bir tutam çiçek Ne kadar medhetsem o kadar göğçek Getir hamaylını yeminler içek Yâr sevmedim senden başka güçücek Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.469 2. Nazar boncuğu. “Aşıklar söylerler güzelin hakkın Ne olur sen seni engelden sakın Sar sağına soluna hamaylşı dakın Bu millet çürüdür gözünen seni” (Aşık Mehmet Demirci, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009, S. 220) |
hamaz |
: |
1. Toz, duman. 2. Muhbir, müzevir, ispiyon eden, gammaz. |
hambal |
: |
Hamal. “Bu işin hamballığını ben yapdım safasını o sürdü.” |
hambal namazı |
: |
Tuvalet sıkışıklığı ile kılınan namaz. |
hambelis |
: |
Murtun meyvesinden daha büyük ve beyaz olanına verilen ad. Yaprakları yaz kış yeşil kalan, mısır tanesinden biraz büyükçe söbe meyvesi olan bir çalı ve onun meyvesi, mersin. |
hambelis, hambeles, hambeleş |
: |
Murtun meyvesinden daha büyük ve beyaz olanına verilen ad. Yaprakları yaz kış yeşil kalan, mısır tanesinden biraz büyükçe söbe meyvesi olan bir çalı ve onun meyvesi, mersin. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
hamd |
: |
Allaha şükretmek ve onu övmek. Ömrüm uzun eyle Bârî Hudâ Hamd ü senâ şükür etmek isterim Çalışıp kazanıp nefîs ta:mlar Dişlerim var iken yemek isterim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.501 |
hamem |
: |
Hamam. “İlyas Ağa’nın tellallık yani natırlık yapan hanımı Zeynep Bacı’nın gurnanın kenarında duran hamam tasını kaptığı gibi;Aman şafâ gapanasıca, ne geziyon sen hamemdêê? Zavırıyla saldırması bir olmuş.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
hameyli |
: |
Kötülüklerden korunmak amacıyla muska gibi yapılarak kola ya da boyna takılan, içinde Kuran’dan ayetler olan cüz. |
hamgeme camgeme |
: |
Telaş, gürültü. |
hamı kesilmek |
: |
1. Kaynatılan pekmezin kül atılarak tortusunun dibe çökertilmesi. 2. Bağ ve bahçenin ilk defa bellenmesi veya çapalanması. 3. Hayvanların baharda kış günü sürekli kaldıkları ahırdan çıkarılarak ayaklarının açılması. |
hamıd |
: |
Arabaya koşulan hayvanın boynuna geçirilen halka. |
hamır |
: |
Hamur. “Arvatların hamır yuğururkan ekmek yaparkan unnan hamurnan oynuyan erkek çocuklara: “bi yeriniz düşer lan, hamırnan oynaman” demeleri… incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
hamır yu:ran |
: |
Peygamber devesi denilen, çekirgeye benzeyen bir hayvan. |
hamıt |
: |
Atların pulluk ve gem çekmesinde boynuna takılan çember. |
hamıza |
: |
Horozların ayak bileklerindeki mahmuzu. |
hamlama |
: |
Yorulma. |
hamlamak |
: |
Yorulmak, uzun süredir çalışmadığı için biraz çalışınca kas ağrısı yaşamak. |
hampa |
: |
1. Düşman olmak, düşmanlığa devam etmek. 2. Yoldaş, ayakdaş, dost. |
hampalı |
: |
1. Tetikte, omuzda, arkadaşı olan. 2. Sevgilisi olan, dostu olan. “El atıp dericek Hatça’nın gülü Can için sarıcak Ayşa’nın beli İkisi hampalı bir de döndeli Emine’m çok içti kandı pınara” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
hampasına binmek |
: |
1. Sırtına binmek. 2. Üstüne çok gelmek, başına bela olmak. |
hampasından inmemek |
: |
Biriyle çok uğraşmak. |
hampıtmak |
: |
Tamamen kapatmak. |
hampiş küla: |
: |
Çok uyuyan kişilere takılan lakap. |
hamsı |
: |
1. Çiğ, olgunlaşmamış. 2. Demini almamış içecek çay vb. içecekler. |
hamşir |
: |
Yiyeceklerin henüz kıvamına gelmemiş, tatsız ve ham durumu. |
hamur tirkisi |
: |
Hamur yoğurulan bakır leğen. |
hamur yoğuran |
: |
Peygamber böceği. |
hamurramak / hamurlamak |
: |
Hayvanlar için mide fesadı geçirmek. |
hamut |
: |
Atların pulluk ve gem çekmesinde boynuna takılan çember. |
hamzan |
: |
Çiriş otunun kökünden yapılan, genellikle içinde yağ saklanan organik kap. |
han |
: |
1. Otel. 2. Padişah, sultan. Karac’oğlan der ki bunda kalırım Bu yavrunun derdinden ben ölürüm Harun Baba izin verse gelirim İnsandır bu derviş olur han olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.625 |
han evler |
: |
Han evleri, büyüklerin evleri. |
hana |
: |
Ev, hane. “Yâd eller sövdü anama Varam gedeyim hanama Felek hançerin sinama Soktu varayım gedeyim” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 162 |
hana vardık yamır dindi |
: |
Umut üzerine direnerek iddiasını sürdüren insanların birdenbire olumsuz bir durumla karşılaşması halinde kullanılan çok güzel bir deyim. “Hana vardık yamır dindi. Şimdi ne yapacaksın baki:m.” |
hance |
: |
O zaman. |
hançer vurmak |
: |
Aşırı derecede üzmek. Bunu ben demedim âşıklar diyen Şu derdli sîneme hançerler vuran Bilmem boz geyiktir bilmem ak ceran Yüce yüce sarp kayada neler var Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.583 |
hançı |
: |
Çalı çırpının çok olduğu yer. |
handa kalmış tokalı çanak |
: |
Onca zarardan sonra bu da bir şey mi anlamında bir söz. |
handıp |
: |
Harnup, keçiboynuzu. |
hane |
: |
Ev. |
hane sahibi |
: |
Evinde konukların ağırlandığı saygın ve zengin kişi. |
hanedan |
: |
1. Tarihçe anılmış bir kimseye dayanan soy. 2. Belli ve büyük bir soydan gelmevergili ve konuksever kimse. |
hanedeninen |
: |
Hanedan ile. |
hanefi |
: |
Musluk. |
hanek, haneg |
: |
Beğenilmeyen konuşma, söz, uygunsuz davranış. “Hacı Aslan’ıng Delisi, üstünde rutubetten eyice nezelmiş köyneğyinen, Mağralı Gahvesi’ning önünden geçiydi. Gahvening önünde ayag ayag üstüne atmış yavan tarhanalar, ellerinde tesbahları, memleket ahvaline dair hanek çali:ler, ot atiyler, gelene geçene bıyık gıvıriylerdi. Cahil gısmısınıng bazısı da oralarda öylecene oyalaniydi.” (Atilla Diş, Hacı Aslanıng Delisi, Edik Dergisi, Sayı: 50) |
hanek çalmak |
: |
Sohbet etmek. |
hanes könes olmak |
: |
Yerle bir olmak, tarumar olmak, yıkılıp dağılmak. |
hanet çenet |
: |
Paramparça. |
hangara |
: |
Nereye. “Hangarada varsam oluk haraba Geçirmezler beni gemi galebe Benden üç gün evvel gelmiş Haleb’e Burada da bulur beni züğürtlük” (Aşık Mehmet İper, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) |
hangı |
: |
Hangi? “Heğl’eylerim Gar’aslan’ım Yağmır yağarsa ıslanın Sülemen Ehmed’i över Hangı odadan seslenin” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
hangıra |
: |
Neresi? |
hangırda |
: |
Nerede, hangi yerde? “Hangırdasın!” |
hangırdamak |
: |
1. Manasız bir şekilde yüksek bir sesle gülmek. 2. Yüksek sesle bağırmak. “Atların hangırtısı, kalkanların şangırtısı, kılıçların şıngırtısı semayı aldı.” (Ömer Koca, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) |
hangırdaşmak |
: |
Gülmek. “Çocuklar hangırdaşmayı bırakın.” |
haŋgısı |
: |
Hangisi? |
hangoyla |
: |
Ne taraf? |
hangöyle |
: |
Ne biçimde, hangi şekilde? |
hanı |
: |
Hani? “Atımınan atımınan Hanı göçen hanı gonan Kör olası kör talihim Yetim goydu beni galan” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
hanım göbe: |
: |
Bir tür tatlı. |
hanırada |
: |
Nerede. |
hanifi |
: |
Musluk. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
haniya |
: |
Hani, nerede? |
hankırdamak |
: |
Yüksek sesle, çirkin ve kabaca gülmek. |
han’oldu |
: |
Hani, nice oldu, sorusu. |
hap |
: |
Köylülerin yağ, peynir yapmak için sıra ile sütlerini birleştirmeleri işlemi, imece. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hap diye |
: |
Ansızın, birden, birdenbire, beklenmedik bir anda. “Birden karşısına, hap diye bir söğüt çıktı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
hapabınan |
: |
Takunyayla, hapabla. |
hapaç |
: |
Bacak arası, apış. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hapahab |
: |
İstemediği bir kimse veya şeyle aniden karşı karşıya gelme. “Gız da bu arada geri dönmüş, dezze dezze diyerek gelirken, gardaşıynan gız hapahap olur. Gardaşı sorgusuz sualsiz gel ha etmiş bacısına.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
hapahap karşılaşmak |
: |
İstemediği bir kimse veya şeyle aniden karşı karşıya gelme. “Getti gendi ahardan atı çekti, ata bindi, sürdü. Gettiği yoldan gelmedi. Hanım öbür yoldan gelirken, Elbeyoğlu’ynan hapahap karşılaştı.” (Aşık Hacı, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) |
hapahap olmak ya da gelmek |
: |
1. Karşı karşıya, yüzyüze gelmek, karşılaşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. İstenmeyen birisiyle aniden burun buruna gelme. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “…Üç gün sonra Florya yazlık evlerinin yolunda Selim balıkçıyla hapahap geldik.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
hapan |
: |
1. Tuzak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. İçi unla veyahut buğdayla dolu çuval. |
hapanlamak |
: |
Doldurmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
hapap |
: |
Takunya, ağaçtan yapılmış camilerde abdest alırken kullanılan takunya. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hapap gimi oturmak |
: |
Bir malzeme, monte edilmesi gereken yere cuk diye oturunca bu deyim kullanılır. “Hapap gimi oturdu hısım.” |
hapaz |
: |
Tek elle hafifçe vurmak, tek el içi dolusu herhangi bir şey, yarım avuç, avuç. |
hapaza |
: |
Pişmiş pancar. Yenilmek üzere çöpe takılan pişmiş pancara denir. Hateze diyene de rastlamak mümkündür. Tarhana çorbası; içine, ekşiliğini alsın ve biraz da şeker yerine tatlılık katsın diye, diklemesine ikiye veya dörde bölünerek atılan pancarla birlikte pişirilir. “Bu sırada, elindeki hapazasını aceleci ısırmalarla yiyen Ali de gelip gucurların içine katılmış bile.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
hapban gımı |
: |
Bir parçanın tamamıyla istenilen yere düşmesi. |
haphap |
: |
Takunya, ağaçtan yapılmış camilerde abdest alırken kullanılan takunya. |
hapık |
: |
Yıkık, çökük. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hapın |
: |
Çaresiz, sonlanmış, bitmiş. “Ekin gelir, ekin gelir Sap kağnısı sekin gelir Dört oğlandan yok gerisi Babam evi hapın galır” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Dirgen Ali’nin Oğlu Fakı’nın Ağıtı, Derleyen: Mustafa Yalçınöz, Kaynak Kişi: Osman Kızılay) |
hapır, hapur, hopur |
: |
Ormandan ağaç kesilerek açılan tarla. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hapırdamak |
: |
Bir iş için öteye beriye koşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hapırmak / hapıtmak |
: |
Kapaklı araç gereçler için bir şeyin ağzını kapamak, daha çok taşla yapılan birişlem. |
hapırtmaç |
: |
1. Hamurlu yiyeceklerin çok pişip karışması. 2. Yemeğin normal kıvamından daha koyu hale gelmiş hali. |
hapısa |
: |
Hapsa da denilir. Şeker şerbeti ya da üzüm şerbeti kullanılarak yapılan tatlı, bastık hapısası ve bestil, muhallebi. |
hapışhupuş |
: |
Karmaşık. |
hapıtmak |
: |
Yıkmak, yüzü koyun devirmek. |
hapise |
: |
Nişasta su ile bulamaç haline getirilir ve ateşte iyice kaynatılır ve içerisine bolça şeker ilave edilerek tatlıya dönüştürülür. Nişasta tatlısı. Muhallebi. |
hapi:ş |
: |
Çocuklara bir şeyin tükendiğini anlatmak için kullanılan sözcük. |
hapmak |
: |
Yıkılmak, çökmek, kepmek. |
happan |
: |
Kuş tutmak için kurulan tuzak. |
hapsane |
: |
Hapishane. “Fehmi Hocam der de ey hazır nazır Yetiş imdadıma boz atlı Hızır Hapsane müdürü asmaya hazır Af geliyor hey Allah’ın kulları” (Musa Çökük, Kayseri Avşar Ağıtları, S. 29) |
haptırmak |
: |
Baş aşağı kapatmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
har |
: |
1. Atın doludizgin koşması. “Yola sürsem hep giderdi harınan Çalışırdı yağmurunan karınan Değişmezdim yedi tane tırınan Öldü benim karagücük eşşeğim” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Aşık Kara Mehmet) 2. Defne. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) 3. Diken “Kadir Mevlâ’m seni öğmüş yaratmış Çiçekler içinde birdir menevşe Bitersin güllerin hârı içinde Korkarım yüzüne batar menevşe” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) 4. Atın biniciyi sarsmadan yürüyüşü, rahvan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 5. Atın bir ve iki vuruşlu yürüyüşü. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 6. At üretilen çiftlik, atın yetiştirildiği yer. |
hara /ha:ra |
: |
1. Şura. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Gelinlerin giydiği üzeri parlak renkli kumaş. 3. Nere, nereye. “Hara Koç Köroğlu’m hara Var derdine derman ara Ölüme bulurdum çare Emir Hak’tan olmasaydı” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009, S. 254) |
hara geçmek |
: |
Hoşa gitmek, işe yaramak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hara kaldırmak |
: |
Atı birden koşturmak. “Kürtler karşından çıkınca Sen atını kaldır hara Ayan olsun sürmeleşim Ağ kollarım kara kara” (Derleyen: İbrahim Davutoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 298) |
hara kalkmak |
: |
(At)Birden koşmak, dört nala kalkmak. “Küheylan tırısa kalktı. Sonra azıcık da hara kalktı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
haraba, harab |
: |
1. Aşısız ağacın meyveleri. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Yıkıntı, harabe, yıkılmış, dağılmış. Kalk gidelim atım harab haneden Kısmetimiz versin Mevlâ'm Yaradan Eğrikol'da yem yedirem atıma Gece Eğrikol'da yatalım atım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.491 |
haraç |
: |
Aşısız keçiboynuzu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
haradan |
: |
Nereden. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
haraklamak |
: |
Çalmak, araklamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
haral |
: |
1. Herhalde. 2. Kıldan ya da ketenden yapılmış büyük çuval, harar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
harallamak |
: |
Samanları çuvala doldurmak. |
haram |
: |
Helal olmayan işler, İslamiyetin yapılmasını kesin olarak men ettiği şeyler. Dünya benim deyi zenginlik satan Helâl ekmeğine haramlar katan Sonradan sonraya beğliye yeten Zalim olur el kadrini ne bilir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.611 |
haram(i)ci |
: |
Hırsız. |
harami |
: |
Yol kesen, eşkıya, haydut. Ben ölürsem söylenirim dillerde Bülbül figan eder gonca güllerde Haramiye saldırdığım yerlerde Ah n'eyleyin gönülcüğüm aldırdım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.488 |
haramza |
: |
Hırsız, haramzade. “Haramzadan haramzaya helal.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
haran |
: |
1. Felaket. “Sabahınan seherledi (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) 2.Yörük mutfağından bir yemek türü. “İçli köfte gerek yola gidene Bumbar doldurması benzer harane Baklavayla börek şifa bedene Yedikçe ellerim yumak isterim” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 501 |
haranı |
: |
Tencere, küçük kazan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
harani |
: |
En küçük kazan. “Ocağa konan haraniyi yarısına kadar kül bulamacı ile sıvarlardı. Böylece ateşin dumanından ve isinden kirlenmesinin önüne geçilir ve kalayının da korunmasına ve uzun süre dayanmasına katkıda bululurdu.” |
haranlı |
: |
Tencere. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
harap |
: |
Tımar edilmemiş bağ, tarla vs. |
harar |
: |
1. Ketenden yapılmış büyük çuval. “Görenler zanneder üstünü karlı Topluyor ırgatlar eli hararlı Yüz amele tuttum balta hızarlı Elli yedi günde biçtim duydun mu” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Aşık Kara Mehmet) 2. Kıldan ve keçeden yapılmış küçük çuval. “Sizin bebek bizim bebek Hararda paslandı tabak Hep kırılsın Avşar eli Memet gitti başı kabak” (M. Sabri Köz, Elbistan ve Adana Yöresi Ağıtları, Boğaziçi Üni. Halkbilimi Yıllığı, 1975, İstanbul) |
harb |
: |
Savaş. Ezelden de ondurmadın kendimi Ben yaparım sen yıkarsın bendimi Bana mı sınadın olan harbini Kime şekva edem elinden felek Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.471 |
harbıca |
: |
Hemencecik, çabucak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
harbi |
: |
Dolma tüfeklerde tüfeği doldurmaya yarayan çubuk. |
harc |
: |
1. Harçlık,bir yerlerden verilen para. “Karac’oğlan der ki çiftim sürülse Bin beşyüz şehirden harcım verilse Issız yerde saraycığım kurulsa Sürsem safayı da kışnan yazınan” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 531 2. Güç, takat, yetenek. “Karac’oğlan der ki ey mâh-ı mestim Kaşın gözün eğme cana mı kastın Severler güzeli incinme dostum Harcın ise güzel olmaya idin” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 544 |
harcanmak |
: |
Kıymeti bilinmemek. |
harcetmek |
: |
Harcamak. “Artırayım âhım ile zârımı Harcedeyim elde olan varımı Önde sonra vereceksin yârimi Hemen ver ey güzel Allah hemen ver” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 594 |
harcı içinden çıkar |
: |
Bir iş yaparken fazla maliyet hesabına dalma anlamında bir deyim. Yapılan iş masrafını karşılar. “Bunun harcı içinden çıkar, fazla hesap kitaba boğulma.” “Kız tumanıŋ ne büyük, harcı içinden çıkar.” |
harcı olmak |
: |
Birbirine uymak, birbirine yakışmak, dengi olmak, birbirine layık olmak. “Kardeş toy da gelin gürcü (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
harcı olmak |
: |
Birbirine uymak, birbirine yakışmak, dengi olmak, birbirine layık olmak. “Kardeş toy da gelin gürcü (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
harçada |
: |
Tam olarak uygun olan. |
harda / ha:rda |
: |
Nerede? “Harda galdın gara gözlerine gurban olduğum. Gözlerim yollarda galdı.” |
hardal |
: |
Tadı acı ve keskin kokulu bir bitki. Dolaştırdın bana Urum'u Şâm'ı Bilmez o cahıllar terk eder seni Evvel gül dalına belerdin beni Şimdi hardal gibi kokan ben oldum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.508 |
hardal aşı |
: |
Hardal bitkisinden yapılan bir tür yemek. |
hardalamak |
: |
Dalamak. |
hardalaşmak |
: |
1. Ağız kavgası etmek, cangama etmek. 2. (Çocuk) Şakalaşmak, boğuşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hardalatsız, hardalapsız |
: |
Biçimsiz, kaba saba, yakışıksız. |
hȃrdan/ha aradan |
: |
Nereden. |
hardavıl |
: |
Enayi, aptal. “Gırışık Hösün inekleri del del gayıya yaymıya götürmüş. Hava çok soğuk ayaz mı ayaz, üşümüş garıbım, oriye goca:man bir çoban ataşı yakmış. Gızınmiye başlamış, amma ataşa hangı tarafını döndüyse öte tarafı üşürümüş. Arka tarafı iyece üşüyünce arkasını ataşa dönmüş. Cekedin cebinde andız tesbi: var. Bir süre sonra tak tak diye sesler gelmiye başlamış. Bir bakmışkine ceketin yarısı yanmış habarı yok. Gelmiş Ay Aya yani babaca anlatmış. “Namıssızım len hardavılın biri olsam yanacadım” demiş…” (Kadirli Bekereci Köyünden Mıkdar Mustafa Sıra, www.bekerecikoyu.com) |
hareni, haren |
: |
Büyük kazan. |
harep |
: |
İpek. “Anan Tatar’ın uşağa Harep bağlardı guşağa İnce Hacı’m arkam çok diyordun Niye gelmed’emmin uşağa” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
harfana |
: |
Arkadaşların aralarında para toplayarak yaptıkları eğlence. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
harfene |
: |
1. Giderleri ortaklaşa yapma. 2. Bağ Çubuklarını Yukarı Kaldırmak İçin Hazırlanmış Çatallı Kazık |
hargeleci |
: |
Çoban. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
harharına |
: |
Sıcağı sıcağına. |
harı |
: |
Atın harlayarak ayağa kalkması. “Beş yüz atım olsa beş yüzü doru Binse etbalarım eylese harı Beş yüzü de öveyk bini de kırı Beş yüz yedeğine al ister gönül” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 482 |
harım |
: |
1. Tarla ya da bahçe çevresinde çit işlevi gören drenaj kanalı. “Gapıya harım gazdırır İçeri sufra yazdırır Oğlum okumadan gelmiş Uşaklar atın gezdirir” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Sebze ya da meyve bahçesi. “Harımda karık kırıyor Öküzlerin hamıyınan Haydi Çerkez al hayfımı Öldüm düşman eliyinen” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
harımak |
: |
Harlamaktan coşmak. “Harıdı gönlüm harıdı Bucağında ot kurudu Karbeyaza çıkıncağız Sürmel’eşim de varıdı” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
harımühre |
: |
Katır boncuğu. |
harın |
: |
1. Çevikliğini, dayanıklılığını yitirmiş(insan, hayvan). (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Bir şeyden huylanıp geri geri giden, yürümeyen (Hayvan). |
harınan |
: |
Harlıyarak, yanarak. “Emmilere habar ettik Emmiler geldi harınan Duydunuz mu emmilerim Bir kardeş verdik zarınan” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
harıs, harız |
: |
Ekilmemiş tarlada biten ot. |
harkıt |
: |
Kullanılmaz, işlemez hale gelmiş olan. |
harlama |
: |
Yorgunluktan nefesi taşma. |
harlamak |
: |
Yorgunluktan nefesi taşmak, har har diye ses çıkarmak. “Öğlen güneşi kurşun gibi adamın tepesine iniyor, dutun koyu gölgesinde, bir sürü tavuk sıcaktan harlamış, ağızları açık, kanatlarını düşürmüş soluyorlardı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
harlanmak |
: |
Ateşin büyük alevlerle yanması. |
harlı |
: |
Kuvvetli, coşkun. “Şaşma Ergen Hamdi’m şaşma Harlı dağı başdan aşma Yusuf Bey de gurban olsun Gır atla sakın güleşme” (Nakleden: Fadime Üzümcü, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 323) |
harlık |
: |
Çukur yer, mahrumiyet yeri. |
harlıya harlıya |
: |
Har har şeklinde sesler çıkara çıkara. |
harman |
: |
1. Tahıl demetlerinin üzerinden döven geçirilerek tanelerin başaklarından ayrılması işi. Evlerinin önü harman Padişâhtan gelir ferman Al yanağın derde derman Em efendim deyip durur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.625 |
harman atmak |
: |
Harman savurmak. |
harman yeri |
: |
Tarladaki ürünün toplanıp hasat edildiği yer. |
harman yeri dişlemek |
: |
Evlenmemiş hanımların fazla tecrübe kazanmış hali, görmüş geçirmiş. |
harmancalık |
: |
Harman hasadında verilen sadaka. |
harmancılık |
: |
Harman zamanı, muhtaçlara, dilencilere verilen göz kirası. |
harmanda |
: |
Çeltik işçisi. |
harmandalı |
: |
Kafilenin veya kervanın başında giden, yol gösteren görevli. “Karac’oğlan seni çağırır yine Yiğit olan hançer sokar beline Arzulayıp gider Bağdat çölüne Allı turnam harmandalı döndü mü” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 641 |
harmanı vurdurmak |
: |
Serveti kaybetmek. “Harmanı vurdurdu.” |
harmanı yanık |
: |
Cömert, eliaçık. |
harmanlamak |
: |
Arabayla geniş bir şekilde viraj almak. |
hârn |
: |
Sofra. |
Harnı |
: |
Haruniye. |
harnıb |
: |
Keçiboynuzu. |
harnip |
: |
Keçiboynuzu. |
harnup |
: |
Keçiboynuzu. Bölgemizden bir fıkra: KARININ EŞEĞİ Bundan çok önceleri, Işıklı köyünden yaşlı bir kadın, eşeğine harnup yükleyip, uzun bir yolculuktan sonra Taşucu’na gelmiş. Eşeğini iskeleye doğru sürmüş. Bu arada Silifke’nin ve Taşucu’nun ileri gelenleri, kaymakam, belediye başkanı ve diğer bazı memurlar, iskele girişinde oturuyorlarmış. Yaşlı kadının yorgun eşeği tam onların önünde yere çöküp yatmış. Kadıncağız ne kadar uğraştıysa da eşeği kaldıramamış. Oturanlar gülmeye başlayınca yaşlı kadın sinirlenip eşeğe bir tekme atarak, “Kalksana böcünün dölü, ne yatarsın devletten maaşlı memur gibi” demiş. (Aslı Ağcalar, Silifke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üni., S.B.E.,TDE., ABD, Mersin, 2009, s.421-422) |
harpada |
: |
Çok sert bir şekilde. |
harpışto |
: |
Evlerin önüne asmaların yayılması için yapılan çardak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
harput topu |
: |
Bir kumaş çeşidi. |
harramak, harlamak |
: |
Harlamak, ateşin şiddetini arttırmak, çok sıcaklamak, susamak. |
harrankişen |
: |
Gürültü, patırtı. |
harriş gürrüş |
: |
Kargaşa. |
harşlık |
: |
Harçlık. “Ağla Ayni gelin ağla Ağla da gönünü eyle (Çık da gediklerde değne) Yarin Osman asger olur Harşlıgını bolca eyle oyyy oyyy” (Mehmet Temiz Yüksek Lisans Tezi Andırın Ağıtları, Osman’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Celil Dalkıran) |
hartik |
: |
Sorun, maraza, problem. |
hartlap |
: |
1. Akgürgene benzer meşe ağacı, sandal. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Salman kayaların arasından, pırnarların, kesme, hartlap ağaçlarının arasından aşağı sel yatağına inecek….” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Sel yarıntısı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Taş kovuğu. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Kale kasabasının eski adı. |
hartlap bıça: |
: |
Hartlap’ta yapılan sarı saplı bıçak. |
harzavulluk |
: |
Çöplük. |
has |
: |
Katışıksız, en iyi cinsten, iyi, güzel, saf, temiz. “Has yılan sokmaz, fos yılan sokar.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz.
Testisini almış pınara gelmiş Terlemiş memeler taze domurmuş Has yaldız düğmeler çapraz vurulmuş Seherde göğsünü çöz kara gözlüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.515 |
has bahça |
: |
Sultanlara özgü bahçe, çok güzel bahçe. |
Hasan ka |
: |
Hasan kâhya. |
Hasan paşalı |
: |
Ulaşılmaz. |
hasanbalığı |
: |
Kertenkele. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hasancık |
: |
Sincaba benzer küçük bir hayvan. |
hasarmak |
: |
(Olumlu kullanımda yapmak), meydana getirmek; (Olumsuz kullanımda) yapamamak, becerememek. |
hasayaklı |
: |
Yüksek ayarda altın. |
hasba:l |
: |
Sohbet, hasbihal. “Karac’oğlan böyle oldu bu işler Oturmuş sevdiğim hasbâle başlar Bir konak yaptırdım kavim kardaşlar Çekip ilk direğin yıkan ben oldum” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 508 |
hasbi |
: |
Esasen. |
hasbihal |
: |
Sevgi. “Şurda bir güzele gönül düşürdüm Çıkıp karşısında duramıyorum Benimsin demeye diller dolaşır Yâre hasbihâlım diyemiyorum” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 511 |
hasda |
: |
Hasta. “Barmaksız’da hasda oldun Ne oldûnu bilemedin Apar topar yola çıkdın Gene geri dönemedin” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Dursun Gök’ün Ağıdı, Ağıdı Yakan: Behzat Gök) |
hasdana |
: |
Hastane. “Tesbeyini bana verin O da Halil’in düzmesi Hasdanada can verirken Gouşda galmıs cizmesi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Asker Halil’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Balıkçı) |
hasdane |
: |
Hastane. “Acı haber hemen köye duyulmuş Elbisemiz hasdanede soyulmus oy Kimimiz ölmüş de kimimiz bayılmış Su perişan halımızı gören ağlasın oy” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Trafik Kazası Geçirenlerin Ağıdı, Kaynak Kişi: Ahmet Gök) |
hasdaniye |
: |
Hastaneye. “Hasdaniye galdırmışlar Başında yoğumuş gülen Anam bile diyememiş Çorun ellerinde ölen” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
hasde |
: |
Hasta. “Hasdelere, aşermişlerêe, ôsürük tutanlara, bir yerlerişi şenlerêê portaha:l, portaha:l!... şeklinde dikkat çeken ve halka sevimli gelen, bugün dahi unutulmamış çağırmaları ile satarmış.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ha:sı |
: |
Hangisi? “Hâsı acaba bilemedim guzum.” |
hasıl |
: |
1. Yeni başak tutmaya başlamış, yeşil ekin. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Özet olarak, özetle. “Ömürler içinde ıstırap nasıl Sen onu ömründen sayma dediler Rabbine teslim ol üzülme hasıl Muhammed aşkından kayma dediler” (Mehmet Ciğer) |
hasılı |
: |
Özetle, kısacası. Karac’oğlan der ki hoş etti medhin Al yanaktan bûse olsa himmetin Yüz bin şehir saysam değmez kıymetin Hâsılı cihanı değer gözlerin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.557 |
hasım/hasm |
: |
Düşman, rakip, karşı taraf. Bir adam hasmını utandıramaz Elde külliyetli var olmayınca Pervane şem'ini uyandıramaz Başta sevdâ kalbde nâr olmayınca Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.382 |
ha:sın |
: |
Hangisini. |
hasır |
: |
Bitki liflerinden dokunan sergi. “Odaya sererler hasır Mencilisde sözü cesur Ne edeyim Hatun anam Gara tobrak aldı esir” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kara Mehmet Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
hasır iskembe |
: |
Oturak kısmı hasır olan işkembe. |
hasır oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. HASIR OYUNUOyun iki kişi ile oynanır. İki oyuncunun gözleri bağlanır ve oyuncular karşılıklı oturur ve aralarına yastık koyulur. İkisinin de ellerine çaputtan tokmak yapılır. Tokmak ip ile bağlıdır ve oyuncu bu ipi elinde tutar. Oyunu ilk olarak birinci oyuncu başlatır ve “Hasır” der. İkinci oyuncu da “Tokmak varıyor, yasıl.”der. Oyuncuların gözleri bağlı olduğu için birinci oyuncu yastığın ucundan tutarak tokmaktan kaçar. İkinci oyuncu da tokmağıyla ikinci oyuncuyu vurmaya çalışır. Tokmağıyla birinci oyuncuya vurursa bu kez tokmağı birinci oyuncu alır ve ikinci oyuncu tokmaktan kaçmaya çalışır. (Uğur Bilgici, Osmaniye / Bahçe Halk Kültürü Üzerine bir Araştırma Konulu Yüksek Lisans Tezi, Osmaniye Korkut Ata Üni., S.B.E., TDE., ABD, Osmaniye, 2018, s.169) |
hasim |
: |
Hasım, düşman. |
hasiredlik |
: |
Hasretlik. “Yağmır yağar gün ışılar Gınaman bizi gomşular Tezkireciler görülür Hasireti olan garşılar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerde Ölen Halil Höbek’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Halil Gök) |
hasiret |
: |
Hasret. |
hasiyet |
: |
Bir şeye özgü olan nitelik, fayda. |
haspir |
: |
Yemeklerde kullanılan ve safrana benzeyen bir otun çiçeği. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hasret |
: |
Özlem, özleme Karac’oğlan eydür ah u zarımdır Bu dünyada hasret benim yârimdir Gâhi bir bulanmak kisb ü kânmdır Tuna seli gibi akar yörürüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.516
Has evleri yandı tüttü Cana candan hasret gitti Kar eridi sümbül bitti Melil melil dağlar bir gün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.568 |
hastana |
: |
Hastane. “Hastananın dış gapısı Baksın toktorun hepisi Getirin ki yeleğini Var mı yavrumun kokusu” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Feridun’a ve Hatice’ye Ağıt, Derleyen: Caner Özarslan, Kaynak Kişi: Musa Şahan, Sonay Saygı) |
hastaya kar sorulmaz |
: |
Bir kimseye ihtiyaç duyulduğu şey sorulmadan hemen verilmelidir. “Hastaya kar mı soruyon?” |
hasüt, hasut |
: |
Haset, kıskanç. |
haşa |
: |
1. Eyerin altına konan keçe ya da kalın kumaş. “Ata vururlar haşayı (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943)) 2. Allah korusun anlamında bir ünleme. “Çok severdim seni kızmadım haşa Zehir atılır mı günahsız kuşa Ufacık yavrular çıkmış güneşe Daha bir haftalık yaşı be kardaş” (Aşık Hacı Kütük) |
haşa burdan |
: |
Sözlerim, aşağılayıcı konuşmalarım, küfürlerim buradakilerin dışında kalanlar içindir. |
haşal |
: |
1. Olmamış ham meyve. Daha çok kavun, karpuz için kullanılır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Ham incirin ağızda meydana getirdiği yara. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
haşarı |
: |
Huysuzluk, yaramazlık yapan kimse. |
haşat |
: |
Evcil hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
haşefe |
: |
Üzüm tanelerinin küf ve çürük olanı. |
haşeretlik |
: |
Zararlı iş. |
haşeri |
: |
1. Yünsük oyununda söylenen mani ve benzetme. 2. Huysuz, yaramaz, şerli. “Atını çekin dısarı Bindirmiyor ne haşeri Gözümün yaşı gurumaz Eşimden ayrı düşeli” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hatice Salan’ın Ölen Esinin Ağıdı, Ağıdı Yakan: Hatice Salan) |
haşeş |
: |
1. Kabadayı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Yaramaz, küfürbaz. |
haşı |
: |
Coşmak. “Haşı deli gönlüm haşı Koyuna vururlar aşı Ben dünürcü salmadım mı? Hurman köyünde Burhaş’ı” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Çıngılların Güvel’in Ağıdı, Derleyen: Hatice Hurmanlı, Kaynak Kişi: Hüseyin Şahin) |
haşıl |
: |
1. Unun su ile cıvıtılmış hâli. 2. İpliğin sert olması için un, çiriş karıştırılmış su. |
haşıllı |
: |
Yeni, kullanılmamış. “Eşeğin üstünden aldı semeri ama sanki daha az önce yapılmış gibi haşıllıydı.” |
haşlamak |
: |
Saplamak. |
haşlıg |
: |
Harçlık. “Tel vurdum abim gelmedi Haşlıg saldım onu almadı Harbeylesin Alamanya Galan gardaşım galmadı” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
haşlık |
: |
Harçlık. “Başında var yünden başlık Sırtında da beyaz işlik Ahmet askere gediyor Emmilerden ister haşlık” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
haşlık beşlik |
: |
Az para. |
haşne fişne |
: |
Sarmaş dolaş olup oynaşma. |
haşuka |
: |
Kaşık. |
haşventi |
: |
Çörçöp. |
hat |
: |
Pamuk veya sebzeleri dikerken oluşturulan sıra “iki hat biber ektim. Bir hat ot vurdum.” |
hat Allah |
: |
Taaa…inceye kadar. |
hatap |
: |
1. Özellikle deve semerlerinin dayanıklı olması için iki tarafına konulan ağaç parçaları. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Olanak, dayanma gücü. “Esirgerdim Musduk Emmi, amma hatabım pek sıkkın.” |
hatapbaşı |
: |
Yörüklerin yaylaya göçmeleri esnasında deve katarlarının en önünde yürüyen kişi. “Eğer ailede evlenme çağına gelmiş yetişkin bir genç kız veya acar gelin yoksa o zaman aile reisinin kendisi hatapbaşı olarak develerinin başına geçerdi. Yolun aşılmasının güç olduğu bölümlerde bunu zaten yapardı. İsa Emmi bir günlüğüne benim hatapbaşı olmama izin verdi. Acemiliğim hemen fark edildi ki hemen “Güllü bu kadar hızlı yürüme , develer yorgunluktan yıkılacak” diye uyarıldım. Biraz yavaşladığım zaman ise;”Güllü bugün konalgamıza varamayacak mıyız? Daha hızlı yürü” dendi. Hatap başı olmak için bir çok şeyi bilmek gerektiğini o bir günlük deneyimimde öğrendim.” (Ulla Johansen, 50 Yıl Önce Türkiye’de Yörüklerin Yayla Hayatı, Kültür ve Turizm Bak. Yay. Ankara 2005 (Çeviren Mualla Poyraz) |
Hatça, Hatca |
: |
Hatice. |
hatekin |
: |
Kolay kolay, tez, çabuk anlamında kullanılır. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hatenniğnen |
: |
Kolaylıkla, olay kolay. |
hatem |
: |
Yüzük. “Durdu’nun yüzüğü hatem Gelinin beliği tutam Biz başımız kurtardık Var sen dediğinden utan” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Abazaoğlu Durdu Be’nin Ağıdı - 2, Kaynak Kişi: Kemal Kale) |
hatem yüzük |
: |
Kaşında mühür de bulunan yüzük türü. “Parmağında hatem yüzük Kolunda altun bilezik Boynun eğmiş kıza yazık Telleri ceren o kızın” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 432 |
hateslik |
: |
Terslik, engel çıkarma. |
hatıl |
: |
1. Hayvan yemliği önündeki tokalı kalın ağaç. 2. Köy evlerinde tavana döşenen kalınca ağaçlar, taş duvar yapımında ağaçtan lente.. 3. Katil. 4. Ev temeli, sütun, kiriş. |
hatıl mıkı |
: |
Büyük çivi, 22’lik çivi. |
hatın |
: |
Güzel, terbiyeli, temiz, kadın, hanımefendi. “Hatun öksüz, Rifat öksüz (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
hatın ana |
: |
Baba:nne. |
hatın etmek |
: |
Bir bayana, olur olmaz iş buyurmamak, onu, çok rahat ettirmek. |
hatın getir bea doğursun, gırsak getir tay doğursun |
: |
İyi bir aile terbiyesi ile yetiştirilmiş kız kendisi gibi terbiyeli çocuklar yetiştirir. Tam bir Maraş deyimi. Bea bey ve Ağa sözcüğünün kaynaşmasından ortaya çıkan ve yalnızca Maraş’a has olan bir sözdür. “Hatın getir bea doğursun, gırsak getir tay doğursun.” |
hatın gezmek |
: |
Bir kadının etrafında çok hatırlı, kıymetli bilinmesi. |
hatıngişi |
: |
Hanım, hanımefendi. “Dedikine hatıngişi ben noti:m dedi. Hökümete geddim, dedi. Odacılıg edicim dedi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
hatını dut |
: |
Çekirdeksiz, iyi kalite beyaz dut. |
hatıp |
: |
Hatip, camilerde hutbe okuyan kimse. “Görenin aklını ediyor tufan Hatıp dillim dayim okuyor Kur’an Seni hûb yaratmış Hazret-i Mennân Yusuf-i Ken’anı’ın belinden misin” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 541 |
hatır |
: |
Bir kimseye karşı duyulan sevgi ve saygı. Bir gülceğiz istedim de vermedi Çocuk kadar hatırımı görmedi Bilmem garib sandı yoksa bilmedi Kalsın sana top zülüfü burmalı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.420 |
hatır yıkmak |
: |
Bir kimseyi kırmak, incitmek. Kaş eğip de bakar beni yakmağa Ne çok heves eder hatır yıkmağa İftihar m'eyledin beni yakmağa Yanıp ataşına kül olacağım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.488 |
hatırcığım |
: |
Benim hatırım. Karac’oğlan eydür dosta darılmaz Hasta oldum hatırcığım sorulmaz Vatan tutup bu yerlerde kalınmaz Elleri var bizim ele benzemez Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.649 |
hatırına değmek |
: |
Gönül kırmak, incitmek. Karac’oğlan der ki güle ağdığım Bazı bazı hatırına değdiğim Yeğin ata binip ceylân koğduğum O ıssız çöllere göresim geldi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.440 |
hatırından geçememek |
: |
Birinin gönlü kırılmasın diye isteğini yerine getirmek, gönlünü kıramamak. “Oldu bir kere, oğluyun gönlünü kıramadım, hatırından geçemedim.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
hatırıp |
: |
Saban okunun boyunduruk kayışına takılmasını sağlayan ağaç çivi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm.) |
hatıza |
: |
Bir çeşit pelte tatlısı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
Hatiç |
: |
Hatice. “Hatiç yengen haber aldı Durmuş amcan tabut saldı Elif halan donakaldı Vay Hatice diye diye” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yeğen Hatice’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Nuri Çıngıl) |
hatip dilli |
: |
Hatip gibi güzel konuşan. Görenin aklını ediyon tufan Hatip dillim dâyim okuyor Kur'an Seni hûb yaratmış Hazret-i Mennan Yusuf-i Ken'an'ın belinden misin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.541 |
hatir |
: |
Hatır, sayma, bir kişiye değer verme. “Gazma kürek vuruluyor Gara toprak deriliyor Hatirini soran gomşular Tabıdımı getiriyorlar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Keskahlı Hüsne Çınar’ın Ağıdı-1, Kaynak Kişi: Mustafa Çınar) |
hatire |
: |
Hatıra. “Mezer de garannık olur Yakar da gorum idare Ben Selver’in hatiresi için Bu yanna etdim mudare” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
hatirlenmek |
: |
Gücenmek, küsmek. |
hatirli |
: |
Hatırı sayılan kimse. “Gonuda gonşuda hatirli biri var ısa gaynana gedmez idi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
hatirnaz |
: |
Hatır çeken, kahıra katlanan. |
hatize |
: |
Palıza. Unla pekmezi vey aşekeri su katarak pişirerek üzerine tereyağı dökülüp yenen yemek. |
hatlamak |
: |
Atlamak, sıçramak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Dizine bir dert oldu da Korkuyom gövdeye hatlar Şimdicike yalan m’oldu Kısır kestirdiğin yurtlar” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
hatlampa |
: |
Ağılların üzerinden aşmaya yarayan ağaçtan yapılan basit merdiven. “Hatlampayı garaçalıyınan ört ki Avarlığı yolgeçen hanına çevirmesinler.” |
hatlanba |
: |
Ana yollardaki geçit. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hatmetmeg |
: |
Bitirmek, ezberlemek. |
hattab |
: |
Oduncu. |
hatun |
: |
Güzel, terbiyeli, temiz, kadın, hanımefendi. “Ne yatıyon hecin gibi Gara bıyık sicim gibi Başucunda ben ağlıyom Anan hatun bacın gibi” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) Ak göğsünde düğmelerin çitinsin Güzeller içinde ahdi bütünsün Bilmem nâmahremsin bilmem hatunsun Poşuyu yüzünden kaldır da yörü Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.644 |
hatze |
: |
Kaynamakta olan suya un ekleyerek pişirilen, pekmez ya da bal karıştırılarak yenen bir çeşit tatlı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hav |
: |
Kumaşın üzerindeki ince tüy. |
hava |
: |
Ezgi, melodi, makam. “Alim halaya çıkıyor Havasını dönder apdal Sığ vurmuş da yıkamamış Beydağı yapılı Battal” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
havağını almak |
: |
Yaranın enfeksiyonunu almak, enfeksiyonu gidermek. |
hava:i |
: |
Hoppa. |
havakmak |
: |
(Yara) Açık bırakıldığı için kızarıp şişmek, azmak, acı vermek, hava alarak azmak, yangılanmak, irinlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Yaran hafif ya, havakmış.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
hava:li |
: |
Bölge, çevre. |
havan |
: |
1. Tütün doğramak, kıymak için kullanılan iki ayaklı bir araç. 2. Gösteri. “Görüneni göcek sandım Göcek değil soğanımış Çokuntunu düğün sandım Düğün değil havanımış” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Battal’ın Ağıtı, Derleyen: Mustafa Karaman, Kaynak Kişi: Ayşe İlik) |
havar |
: |
Sebze. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
havarlık |
: |
Sebzelik. |
havas |
: |
Heves, istek, arzu. “O daraklarda bezi olmaz”, “Gafası az sakadı:rak”, “Teltik bir adı var”, ” Sepedi sere:rek”, “Havaslık eddi”, “Yamır bitirmiş”, “Haşat olmuş”, “Büvelek duttu” gimi başga türlü annadılamıyan, daşı gedi:ne goyan türünden deyimlerimiz incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) Karac’oğlan başında aşk havası El edenin üstündedir libası Çekilmez mi böylesinin cefâsı Al yanağı beyaz tüle uydurmuş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.637 |
havasınan |
: |
Hevesle. “Havasınan gelin ettik Bâleroynuyor tabağı Gayrolada yatarkene Gubarda etti sabahı” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Gallik Mustafa’nın Gelini Hatın’ın Ağıdı, Derleyen: Mehmet Öztürk, Kaynak Kişi: Nazlı Özdemir, Cennet Öztürk) |
havaslıglı |
: |
Hevesli. “Daha birinci yükü ben verdim. Şöförleri kim? Memmed Ali, öldü tama:n. Memmed de gedi:, ecer havaslıglı ya. Yeni çegdiler arabi:.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) “Havaslıglı çoban s.çtığı yerden heykirir.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
havay |
: |
15-16 kg. buğday alan tahıl ölçeği. |
havayi, havayı |
: |
Buğday ölçmede kullanılan bir tenekelik ölçek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
havf |
: |
Korku. |
havıkmak |
: |
(Yara) Cerehatlanmak, şişmek, azmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
havıl |
: |
Bir çeşit cirit. “Döndü bacısın yolladı Havıl oynaya oynaya Ceyhanı beri geçince Dönmüş ağlaya ağlaya” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
havıl guvalamak |
: |
Nereye gittiğini bilmeden kaçmak. “Babamın geldiğini görünce gözlerine inanamadı. Aldı yatırdı. Havıl guvaladı Kömbeci Dayı’nın Sarı Selimi’i.” |
havıl küvül |
: |
Alelacele, biraz da korku ve panik hâliyle. |
havıs tüfes |
: |
Bir hevesinen. |
havıt |
: |
Su kaynağının kullanım için biriktirildiği küçük su havzası. |
havi:di |
: |
Hava idi. “Bir gözel havi:di, bir gözel havi:di. Beni de zehmeride oldu.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
havkırmak |
: |
1. Soğukta hoflayarak el ısıtmak. 2. Kızmak, hiddetlenmek. |
havla |
: |
Helva. “Zengin adam basar dağlar aşırır Züğürt gederken de yolu şaşırır Zengin havlasını baldan bişirir Züğürt nan etmeye un da bulamaz” (Aşık Mehmet İper, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009, S. 523) |
havlı |
: |
Bahçe, evin önü, havlu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Arnacımız gızıl gaya Alnını alnıma daya Havlıdakı ağca taya Bin gedelim emmim oğlu” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İstemediği Yere Verilmek İstenen Kızın Ağıdı, Kaynak Kişi: Safiye Temiz) |
havlu |
: |
Evin önü, gezilen bahçesi, evin önündekiçevrili alan. |
havra |
: |
Yekinme. |
havşa |
: |
Pekmez yapılacak üzümün şıhranada çiğnendikten sonra kalan posası. |
havşaştırmak |
: |
Buruşturmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
havşolmak |
: |
(Düşen bir şey) Kırılmak, sakatlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
havtıya |
: |
Haftaya. |
havuksınmak |
: |
Oyunda yenilen, korkutulmak istenen kimseye ya da hayvana baskı yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
havut |
: |
1. Deve semeri, hamut. “Biri Battal biri Davut Besereğe basar havut Şu şaşkına verin öğüt Evceğizin dağıtmasın” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) 2. Cirit değneği. “Cirit atar kolun sallar (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
havya |
: |
1. Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Lehimlenecek kırık yerlerle ilgili söylemdir. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 39) 2. Ayva. |
hay etmek |
: |
Birçok kişinin birlikte çalışarak işi kısasürede bitirmesi, hep beraber çalışmak. |
hay gelmek |
: |
Gayretlemek. |
hay hayda olmak |
: |
Telaş. Yari görse idim haftada ayda Sevip ayrılmaktan ne buldum fayda Azrail göğsümde canım hay hayda Ciğerimin başı yaralandı gel Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.474 |
haya getirmek |
: |
Meram anlatmak, yola yönteme koymak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hayal |
: |
Bir şeyin veye kimsenin akılda canlanan sureti. Sînem üstü düğüm olsun dağ olsun Çevre yanı mor sümbüllü bağ olsun Irak yakın kömür gözlüm sağ olsun Hayalin gönlümde eğler gezerim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.503 |
hayal hayal olmak |
: |
Bir şeyin uzun bir süre hayal olarak algılanması. Hayal hayal oldu şu bizim eller Dostun bahçasında açıldı güller Her seher her sabah öter bülbüller Aşkı bu serime kondu gidiyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.615 |
hayal hayal tütmek |
: |
Son derece fazla özlemek. Cüdâ bülbül garib garib ötüyor Yâr gözüme hayal hayal tütüyor Sefa cünbüş vakti gelip bitiyor Yetişti goncalar derilmez oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.638 |
ha:yannı / ha yana |
: |
Nereye. |
hayat, heyat |
: |
1. Ahıra giriş yeri. 2. Sofa. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm. İç.) 3. Eski ev. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Arsa. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 5. Havlu, eve giriş bölümü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm.) “Gelenekler korunarak yapılan evlerin bir çoğunda örtme olurdu. Örtmeler hayat denilen avlulardan süllümle çıkılan ilk yerde düzenlenirdi. Üç yanı ve üstü evin veya bitişik komşunun odaları ile kapalı bir, iki oda alanında bir yerdi. Bugünkü balkonların ataları diyebileceğimiz örtmelerin ön/açık tarafında, eşit aralıklarla yerleştirilmiş, üst ve alt tarafları saray sütunlarına öykünülerek çeşitli şekillerde ve süslenerek yapılmış iki, üç hatta dört tane kalın, köşeli veya yuvarlak direk olurdu.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
haybatçı |
: |
Gürültücü, yaygaracı, olur olmaz şeylere bağıran, ağlayan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
haybe |
: |
Heybe. “Misafirler, belki zabannak erkenden getmek isterler. İki haybe yem yiyecek hazırlan. Birtiği de un goymayı unutmayın dedi.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
haydak |
: |
Gölgelik. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
haydan |
: |
Ottan, çalı çırpıdan yapılan yazlık kulübe. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
haydan hay olmak |
: |
Her şeyin aslına dönmesi. “Karac’oğlan der ki haydan hay olur Seni görenlerin aklı zay’olur Sanma yine bu yaralar sağ olur Gamz’okun sineme vuralı gelin” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 546 |
ḥaydıŋ ḥa ḥaydıŋ |
: |
Gayretleme, acele etme ifadesi. |
hayel |
: |
Hayal. |
hayf |
: |
1. Zulüm, haksızlık 2. İntikam, öfke. “Eşim gurbanın oluyum Elime habar salıyım Kimsecikten yok bir umut Hayfını da ben alıyım” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
hayıf |
: |
İntikam, öfke, yazık eyvah, haksızlık, üzüntü. “Ben n’ettim paşama ağalar beyler Ak gövdemi kızıl kana belerler Dostlar ağlar düşmanlarım gülerler Zulüm bana hayıf oldu ağalar” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
hayıf almak |
: |
İntikam almak. “Karalar karalar, ünlü Karalar Davanızı ancak mahşer aralar Hacı Osman tuttuğunu yaralar Ulaştı hayfını aldı Karalar” (Erdoğan Aslıyüce, Çukurovanın Yıldızı Ceyhan, Ekrem Matbaası, Adana 2008) Sabahtan seherden burdan geçersin Nisbet için ak göğsünü açarsın Bir gün olur kollanma düşersin Hayfımı alırım kız kara gözlüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.515 |
hayıfımı allım |
: |
Öcümü alırım. |
hayıflanmak |
: |
Alınmak, iç geçirmek. |
ayıkmak |
: |
1. Çabuk anlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Ayıkma. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hayıllossun |
: |
Hayırlı olsun. “Hayıllossun gonşu. Yeni araba almışsın.” |
hayın |
: |
1. Tembel. 2. Hain. “Mürsel der de; ey benli cırık Kalkmıyor kanadım, kollarım kırık Sana derim sana ey hayın çürük Senin de üstüne çökmem var dedi” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, II. Baskı) |
hayırlamak |
: |
Kutlamak, tebrik etmek. |
hayıt |
: |
Çalılık sulak yerlerde yetişen, menekşe gibi eflatun çiçeği olan bir çalı türü,çiçeği yabani menekşe gibi kokuludur, zakkum. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Mr. Osm.) “Hayıt dallarından sepet örerler Gelinlik kız için kayıt görürler Şalvar giyer şirnimeden yürürler Diline hayranım Çukurova’nın” (Aşık Feymani (Osman Taşkaya)) |
hayla |
: |
Nasıl? |
haylamak |
: |
1. Avda bağırıp çağırarak hayvanları avcılara doğru göndermek. 2. Hayvanı bağırarak ürkütmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç. Ada. Mr. Osm.) 3. Hayvan idare etmek, sürmek, kovalamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç. Ada. Mr. Osm.) 4. Koşmak, kovalamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 5. Bağırmak, seslenmek, haykırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. Ada.) “Karac’oğlan haylamadan Bulgar dağı yaylamadan Kavlü karar eylemeden Dostu tenha buldum bugün” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
haylasın |
: |
Nasılsın? |
hayle |
: |
1. Hâlâ. 2. Nasıl? “Halbır derler yüksek yayla Ben ağlarım künde böyle Halını sormaya geldim Yârim yaraların hayle” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
hayleki |
: |
Nasıl da. “Hayleki yapamam, yaptım bile.” |
haylı |
: |
Hayli, çok. “Gargılıg’ın har deresi Haylı çekiyor arası Yenil dedim yenilmedi Yeniyor mu martin yarası” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Sarı Mulla (Mullacık)’nın Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Celil Dalkıran) |
haylolsa |
: |
Nasıl olsa. |
haylossa |
: |
Nasıl olsa. “Haylossa bir it bir deriyi sürür.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
hayma |
: |
1. Kışın hayvanlara yedirmek için yapılan ot yığını. 2. Çadır. (Nurhak’ta) 3. Gölgelik amacıyla ağaçtan sundurmalar ve onun üzerine atılan dallardan oluşan barınak, dört direk dikilerek üstü çalı çırpıyla kapatılmış gölgelik. “Evin’ tutturmuş keliğe (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) “İbrahim Hakkı Hoca Efendi, 1955 yılının sonbaharında rahatsızlanır ve 30 Eylül 1955 günü sabahı vefat eder. Vasiyeti gereğince cenazesi Müftü Hafız Ali Efendi tarafından kaldırılır. Cenaze sonrası verdiği ilk va’zda Hafız Ali Efendi ağlamaklı bir ifade ile “Haymanın bir direği kırıldı” der. Allah Rahmet eyleye. (Serdar Yakar, Haymanın Direği İbrahim Hakkı Hoca Efendi isimli makalesi, Kahramanmaraş Kültür Sanat Evi Yayın Organı Alkış Dergisi, Renk Ofset, Kahramanmaraş, Sayı: 43) |
hayma hasıl |
: |
Darmadağın, perişan. |
hayma saratmaz |
: |
Bir iş yerinde fazla çalışmayan, sürekliolarak iş yeri değiştiren kimseler için kullanılan bir deyim. “Hayma saratmaz.” |
hayman |
: |
Kuş yuvası. “Dağların başı dumanlı Arkası yavru haymanlı Oba, baban öldü diyor Benim gönlüm de gümanlı” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
haymana |
: |
1. Hayvan sürüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Mesken, ağıl, mağara vb. şeyler. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hayr |
: |
Hayır, yapılan iyi ve güzel işleri, iyilikler. Dinleyin ağalar hata işledim Hayrı bıraktım da şerre başladım Öpem derken al yanaktan dişledim Kurd yiyip de çürüyesi dişinen Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.524 |
hayramak |
: |
Susamak, içinin yanması. |
hayrat |
: |
Hayır. |
hayran eylemek |
: |
Şaşkın etmek, kendinden geçirtmek. Aşıp dağları seyrân eyledim Garip gönlümü hayran eyledim Doğdu gönlümden ben de söyledim Yaylalar mahzun yolları mahzun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.567 |
hayran olmak |
: |
Şaşakalmak. İndim gittim yaylasına eline Hayrân oldum ben bir taze geline Kadir Mevlâ'm nice öğmüş yaratmış Gümüş tasma takmış nazlı beline Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.409 |
hayrette kalmak |
: |
Şaşırmak. Hey ağalar ben bir hayrette kaldım Tanrı'nın ödüncü verilmez oldu Olanca malımı döksem mezada Erenler yanında bilinmez oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.639 |
haytalamak |
: |
Kaba-saba şiir söylemek. |
hayva |
: |
Ayva. “Hayvasına verin direk Buna dayanır mı yürek Toplanın emmim uşâ Biz Halil’e bedel verek” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerde Ölen Halil Höbek’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Halil Gök) |
hayvah |
: |
Eyvah. |
hayyal es selâyı dutturdu |
: |
Çocuklar ağlamaya başlayınca kullanılan güzel bir Andırın deyimi. “Hayyal es selâyı dutturdu.” |
hazan |
: |
Yaprak. “Tuna suyu gibi çağlar akarım Yel estikçe hazan gibi solarım Bir gün güler isem beş gün ağlarım İşte güzel adam şöyle halım var” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 582 |
hazar |
: |
Hazır. |
hazâren |
: |
Hangi biri, hepsi. “Ama hazâren tifdigler, hazâren yunlar, hazâren şoylar sardıg o çıgrıglarınan.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
haze:ran |
: |
Defalarca. |
hazel |
: |
Kuruyup dökülen ağaç yaprağı. |
hazele |
: |
Geveze, afacan. |
hazeli |
: |
Sevdalı. “Hazeli gönlüm hazeli Ardında belik hozalı Ben hiç kimseye suç bulmam Emmim gösterdi gözeli” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Çıngılların Güvel’in Ağıdı, Derleyen: Hatice Hurmanlı, Kaynak Kişi: Hüseyin Şahin) |
hazer |
: |
Sakınma, korunma. |
hazer eylemek |
: |
Sakınmak, korunmak. “Karac’oğlan der ki hazer eyledim Dostun bahçasına nazar eyledim Seksen şeftaliye pazar eyledim Sayısın itirdim yüz ırast geldi” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 441 |
hazeren |
: |
Hangi biri, hepsi. |
hazın |
: |
Yiyecek, insan ve hayvanların kışlık yiyeceği. “Yetimlere hazın koydum Erliksiz tuttum orucu Beklemiyor elin kızı Çocuk dağda, gelin yolcu” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
hazın damı |
: |
Kiler. |
hazır avrat |
: |
Kadın işlerini kadın kadar bilen ve yapan erkek. “Hazır avrat.” |
hazıra hanık, pişmişe konuk |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz, beleşçi. |
hazin |
: |
Kışlık yiyecek. |
hazin damı |
: |
Kışlık zahire odası, kiler. |
hazinle |
: |
Hüzünle. |
hazire |
: |
Cami avlularındaki mezarlık. “Eski yerleşim düzeni ve sosyal hayat anlayışının da bir uzantısı olarak, camilerin etrafındaki bahçede, en azından bir tarafında mezarlık oluşturulurdu. Bu mezarlıklara hazire denirdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
hazlanmak |
: |
Haz duymak, keyif almak, hoşlanmak. |
hazlı |
: |
Keyifli. “Çadırın yerini arayıp durduk Aleyçiğin önüne haymayı kurduk Denkleri yerleştirip yerine koyduk Uzanıp da dinlenmesi hazlıdır yaylam” (Mustafa Kıreker, (Kösepınarı) Ericek Yaylası İsimli Şiiri, Çukurova’dan Dünya’ya Kadirli Dergisi, Haziran 2008, Sayı: 24) |
hazne |
: |
Hazine, içinde çok miktarda değerli şeyler, özellikle para ve mücevherat saklanan yer. |
haznedar |
: |
Bir hazneyi bekleyen, yöneten kimse. |
hazreti mülk |
: |
Kadınları tanımlarken kullanılan, sevilen, beğenilen, evde olması istenilen kadın tipi. |
he:ri |
: |
Lütfen, rica ederim, yahu, bre. |
he:rif |
: |
Yahu, bre, lütfen. |
he |
: |
Tamam, evet, peki. (TDK Derleme Sözlüğünden İç. Mr. Ada. Osm.) |
heal heal |
: |
Hafif öne eğilerek yürüme biçimi, sallanarak, saygılı bir yürüyüş şekli. “Benim de oğlum varıdı Uzun boylu heal heal Adam mezere sığar mı Eğil oğlum başın değer” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
heb |
: |
Hep. “Foturafın elime aldım O da yüzüme gülüyor Gapılara çıkmam gardaş Emsellerin heb geliyor” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Asker Halil’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Balıkçı) |
hebcirmek |
: |
Aksırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hebe |
: |
Heybe. |
he:be |
: |
Heybe. “Evvela hêbende ne var? Sonra da şeherde neler duydun onları söyle” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
hebeb hübeb |
: |
Uydurma söz. |
hebil |
: |
Tohumlu sarmaşık, yabani tevek. |
hec |
: |
Hiç. “İsmim Ethem’dir, anlamını bilmem Ana şefkati nedir hec bir gün görmem Kargışların beni öldürmez anam Allah da seni güldürmez anam” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
hecece |
: |
Eşeği soğuktan korumak için kullanılan bir tür örtü. |
hece taşı |
: |
Mezar taşı. |
heceb |
: |
Hicap, utanma. “Nenni bebegim nenni Deveyi deveye çatdım Üzengisin üsdüne atdım Kayın babamdan heceb etdim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, BoşBeşik Ağıdı (Bebegin Ağıdı), Kaynak Kişi: Safiye Temiz) |
hecik |
: |
İri bulgur, bulgur ölüsü. |
hecil |
: |
Rezil, kepaze. |
hecil düşürmeg |
: |
Utandırmak, küçük düşürmek, mahcup etmek. |
hecin |
: |
1. Hacil, kederli, üzgün. “Ne yatıyon hecin gimi Burma bıyık sicim gimi Ben ağlarım baş ucunda Anan gızı bacın gimi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Göğüs) 2. Dayanıklı, süratli deve. “Ne yatıyon hecin gibi Gara bıyık sicim gibi Başucunda ben ağlıyom Anan hatın bacın gibi” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 3. Arap atıyla başka bir cinsten doğmuş at. Kır at gelir hecin gibi Yağmur yağar sicim gibi Anam kızı bacım gibi Gelir de karşımda durur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.629 4. Bir çeşit deve. “Kır at gelir hecin gibi Yağmur yağar sicim gibi Anam kızı bacım gibi Gelir de karşımda durur” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
hecin gimi |
: |
1. İri yarı. 2. Yel gibi. “Hecin gibi geldi geçti peh peh peh.” |
heciz |
: |
Haciz. |
heç |
: |
Hiç. “Her sene yayla lafı edilip, hemen hemen heç yaylıya gedilmemesi ve arkasından da; “Gardaş biz de turaç gımı yaylıya maylıya gedemek.” türünden gonuşmalarımız incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
heç birinin dili dönmez |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Hiç birisi de ağıt yakamaz. |
heçdinmek |
: |
Boş vermek, önem vermemek, aldırmamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
heçe |
: |
Boşa, hiçe. “Gır ata da vurdum keçe Heçe emeklerim heçe Ocakda kötüsü galdı Eyisini seçe seçe” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Ağpınarlı Mehmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse Temiz (Patlakkızı)) “Emeğin hece, g.tüne keçe.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
heçilmek |
: |
İsteklerinden vaz geçmek. “Heçildi gönlüm heçildi Taburlar ayrı seçildi Yemen’e giden askerin Donu sarıdan biçildi” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
hedayet |
: |
Hediye, armağan, andaç. |
heder |
: |
Boşa gitme, ziyan. “Öldüyüse uğur ola Varsın gitsin güle güle Genç ömrünü heder etti Boz gasnağı çala çala” (Abdal Süslü Hasan’a Ağıt, Kaynak Kişi: Aşık İmami) |
heder olmak |
: |
Boşa gitmek. |
hediflemek |
: |
Üzüm tanelerini salkımdan ayırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hedik |
: |
Haşlanmış mısır ya da buğday, buğday ve nohutun haşlanmasıyla yapılan üzerine ceviz içi konulduktan sonra yenen bir tür çerez. Bebeklerin ilk dişini çıkardığı zaman özellikle yapılır ve adına diş hediği denir. |
hedik, hetik |
: |
Kara batmamak için ayağa giyilen, altı şerit şeklinde kesilmiş, gönle kaplı, yuvarlak bir çeşit kar ayakkabısı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) Feke’nin daşlı gediği Gıçında bülbül hediği Sürgün gederkennek gördüm Aşiret çekti düdüğü Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.169. |
hedirgeç |
: |
Tandırlarda ve ocakta iki kenar arasına uzatılan, sacın yahut kazanın düşmesini önleyen demir parçası, alet. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Ocağın ortasında, tencereleri üzerine koyup altındaki ateşten azami ölçüde faydalanarak yemeği pişirmek için, ya demirden, on beş yirmi santim çapındaki çembere, üç ayrı ayak kaynatılarak oluşan ve sacayağı denilen bir alet ya da ocağın iki yanındaki sekilere uzunlamasına konularak, tencere veya kazanın ön tarafa doğru devrilmeden durmasını sağlayan hedirgeçler ve ocak sekilerinin sağ tarafında da maşa dururdu.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
hefa:ni |
: |
Hefeğini, baca kapağını. |
hefek |
: |
Baca kapağı. |
hefkere |
: |
1. Çevrilmiş avlu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Evin çevresindeki küçük sebzelik. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
heftiği daralmak |
: |
Sıkılmak. |
heftik |
: |
İşsizlik, avarelik. |
heftik etmek |
: |
Oyalanmak, vakit geçirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
heftiklemek |
: |
İşe geç kalmak, gecikmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
heftiklenmek |
: |
Kararsızlık, ne edip ne yapacağım bilememek. |
heğbe |
: |
Heybe. “Atı da gelir harınan Ehmet geliyor serinen Heğbesini çok doldurdum Milisi gökçek narınan” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
heğirmek |
: |
(Aslan, kaplan vs.) Haykırmak. “Gaplan geldi heğirmiye (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
heğle |
: |
Nasıl “Halbır derler uzun yayla Ben ağlarım bundan böğle Hatırın sormaya geldim Yarim yaraların heğle” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
heğle ediciyim |
: |
Ne (nasıl) yapacağım. |
hekel |
: |
Hasta hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hekeye |
: |
Hikâye. |
hekil |
: |
Fes. |
hekili |
: |
1. Acımak, sızlanmak. “Hekili gönlüm hekili Camimizde gül dikili Hiç kimseye güvenmezken Hacı babam ev vekili” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Ese’nin Ağıdı, Derleyen: Sadettin Kaya, Kaynak Kişi: Serhat Sarı) 2. Ukala, söz dinlemeyen. “Hekili günlüm hekili Kapısında dut dikili Kardeş göçünü yükletmiş Kim olmuş evin vekili” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
hekir |
: |
Eritilen yağın dibinde kalan tortu. |
hekirli bazlama |
: |
Hamuruna hekir karıştırılarak yapılan bazlama. |
hel olmak |
: |
Hepsi dökülmek, üst baş kalmamak, hertarafı kirlenmek. |
hela |
: |
Tuvalet. “Nelerle, daha nelerle birlikte hela, ayakyolu, dışarı, hacet yeri, abdesâne, şora, memişhane, kenef… sonraları yüz numara denilen tuvaletler buraya yapılırdı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
helak |
: |
Yok olma, kaybolma. Neler ettin behey felek Behey yeşil donlu melek Hasretinden oldum helâk Dardır başa cihan şimdi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.442 |
helal |
: |
Dince uygun olan işler, haramın karşıtı. Helâl olsun al yanaktan emdiğim El uzatıp gonca gülün derdiğim İnce belin usul boyun sardığım Alışmış kollarım duramıyorum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.511 Yeni geldi Arab atın sökünü Seyir eyle sağa sola bükeni Helâl edin tuz ekmeğin hakkını Varamıyom beni burda eğler var Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.583 Helâl olsun al yanaktan emdiğim El uzatıp gonca gülün derdiğim İnce belin usul boyun sardığım Alışmış kollarım duramıyorum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.511 |
hela:ski |
: |
İyi ki, |
helayık |
: |
Hizmetçi. |
helbet |
: |
Elbet, elbette. |
helbette |
: |
Elbet, elbette. |
helçik |
: |
Yapıda dikey olarak kullanılan direkler. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hele |
: |
Seslenme ünlemi. |
hele hüle |
: |
Önemsiz, sıradan anlamında sıfat. |
he:le |
: |
Nasıl, ne türlü, ne biçimde, ne yolda. “Halbır deller yügseg yayla Bend’ağlarım künde bö:le Birken varıp saramadım Yarim yaraların heyle” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
helek |
: |
Helak, yok olma. |
heleklemek |
: |
Helâk etmek, yok etmek. “Yörü bire Gündüzlü’nün Ovası Hani seni seyrân eden melekler Görem derdim gül yüzlümün yüzünü Göremezsem bu derd beni helekler” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 590 |
helekler |
: |
Ufak taş parçası. |
helel |
: |
Helal. “Terene bindim de dönmüyor teker Su Gars’ın yolları ne gadar çeker? Ölmeden varannar muraza erer Hakgını helel et ey garib anam” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerlik Ağıdı, Kaynak Kişi: Ahmet Aslantaş) |
helelek |
: |
El değirmeni. |
helelen dόvmek |
: |
Boş boş durmak, bir işe yaramamak Ağacın orda helelen dόverler gelmezler. |
helemelenmek |
: |
Tarhananın yapılışı aşamasında tarhana pilavının ölgün piştikten sonra yüzünde ince bir su tabakasının oluşması hali. |
heleş |
: |
Kurutulmuş İncirin pekmez veya şeker ile kaynatılarak yapılan tatlısı, reçel. |
helete |
: |
Çuval dibindeki buğday. |
helig |
: |
Taş duvardaki küçük taşlar. |
helik |
: |
1. Kiremit ve tuğla parçaları. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Taş duvardaki küçük taşlar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) “Beş gözeyi dutturdum da Heliğini ata ata Bir aylık yola varaydım Ben bulurdum yata yata” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
Helime |
: |
Halime. |
helimelenmek |
: |
Beklemiş yemeğin koyulaşması. |
helini oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir köy seyirlik oyunu. HELİNİ Kına gecesinde erkeklerin oynadığı bir çeşit ortaoyunudur. İki erkek oynar. Bunlardan biri kadın kılığındadır ve karı- koca rollerindedirler. Bir çocukları olur ve adını Haşını koyarlar. İkinci çocukları olur adını Helini, üçüncü çocukları olur adını Hüsünü, dördüncü çocukları olur adını Hıçını, beşinci çocukları olur adını Huyunu koyarlar. Oyun alanına bir kova su getirip koyarlar. Oyuna göre aradan zaman geçer ve çocuklar büyür, baba yaşlanır ve ölür. Birden orta yere yıkılır. Kadın feryat ederek başına gelir ve teker teker çocuklarını çağırır: - Haşını yavrum Haşını Tut babayın başını Haşını gerir babasının başını tutar. - Helini yavrum helini Tut babyın elini Der. Helini babasının elini tutar. - Hıçını yavrum Hıçını Tut babayın kıçını Hıçını gelir babasının ayaklarını tutar. - Hüsünü yavrum Hüsünü Aç babayın göğsünü Hüsünü gelir babasının göğsünü açar. - Huyunu yavrum Huyunu Dök babayın suyunu Huyunu gider kovadaki suyu alır, Hüsünü’nün açtığı babasının göğsüne döker. Ölü yerinden fırlar, kaçar. Ölü ortadan kalkmış olur. Oyun böylece biter. (Mehmet Ali Yılmaz, Aladağ Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üni. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s. 486) |
helise |
: |
Buğdaydan yapılan bir yemek adı. Sütlü ile tek helise olaydı Tavuk kızartması sahna dolaydı O tel helvası da dişe kolaydı Aranmaz üşenmez emek isterim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.501 |
helke |
: |
1. Tahta satır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Su veya süt konulmaya yarayan çoğunlukla bakırdan yapılmış kova. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Gardaşlardan haber gelişin Elim helkeleri atdı Öldürecekdim bu canı Anam ellerimi dutdu” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Karcı İs-mail (Kahveci)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) |
hellangaç |
: |
Salıngaç. |
helle |
: |
Un çorbası. |
helleem |
: |
Herhalde. |
hellehem |
: |
Herhalde. “Tohumunu tuttu m’ola Yaz gününe açan yemşen Hellehem uğur gelmemiş Sağmene çıkan davşan” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Veremden Ölen Hüseyin’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hodul Emine (Gök-Aslan)) |
hellembeç |
: |
Yal kıvamında olan. |
hellemek |
: |
1. Yüksek bir yerden atmak, bir yerden bir yere bir şeyin yerini atarak değiştirmek. 2. Sürünün yatağından ya da bir yerden başka bir yere sürülmesi. “Kara keçimiz hellenir Boz koyunumuz bellenir Duyarım kardeşim ölük Gelmeye adam arlanır” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
hellen hellen etmek |
: |
Emaneten duran, sallanan, her an yıkılabilir. |
hellenmek |
: |
Sallanmak. |
helleşmek |
: |
1. İki kişinin zıtlaşması. 2. Helalleşmek. |
hello hüllo etdirerek |
: |
Savurarak, sallayarak. |
hellocello |
: |
Kıymetsiz, işe yaramaz, boş işler. |
helmekin |
: |
Gideceğim diye zorlamak, inat etmek, yüklenmek, inadına bastırmak, kararlılık içinde hücum. |
helmekin etmek |
: |
Davranmak, atılmak, saldırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
helossa |
: |
Nasıl olsa. |
Helv’alayı |
: |
Helva alayı, bir gece eğlencesi. “Kalk gönül gezelim helv’alayına Ol helvalar da dişe kolayına Her akşamı da pirinç pilavına Kahvaltı da ballı kaymak isterim” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
helvası yenmek |
: |
Ölmek. |
heman |
: |
Hemen, çabucak, şimdi. O güzel meyvalar bittiği zaman Toplayan getiren cümleden heman Dediler lezzeti şol adıyaman Anın da kabuğun soymak isterim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.502 |
hemayınan hemayınan |
: |
Yakıştırma söz. |
hemem |
: |
Hamam. “Üç dene hememi var, guduret hememi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
hemem önünde kil sat |
: |
Hor görülen bir işle uğraşanlara denilir. “Hemem önünde kil sat daha iyi.” |
hememlig |
: |
Hamamlık. |
hemene |
: |
Çabucak, habire. |
hemi |
: |
Öyle mi?, tamam mı?, hem, üstelik, hem de. “Ağanın göçü geliyor (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) Hem okudum hemi yazdım Yalan dünya senden bezdim Dağlar kovuğunda gezdim Yitik yavru bulunur mu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.640 |
hemir |
: |
Emir. |
hemme |
: |
Ama. |
hemmi |
: |
Bütün, hepsi. |
hempalı |
: |
Arkadaşı, ayakdaşı. El atıp dericek Hatça'nın gülü Can için sancak Ayşa'nın beli İkisi hempalı bir de döndeli Emine'm çok içti kahabbe.ndı pınara Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.397 |
hende: |
: |
Oradaki. |
hende:nde |
: |
Şunda, şuradakinde. |
hende:nden |
: |
Şundan, şuradakinden. |
hende:ne |
: |
Şuna, şuradakine. |
hende:ni |
: |
Şunu, şuradakini. |
hende:niŋ |
: |
Şunun, şuradakinin. |
hendeki |
: |
Senin elindeki. |
hendere |
: |
Buraya, yakında bir yere. |
henek |
: |
Taşla oynanan bir oyun çeşidi. |
heng |
: |
Hengame, patırtı, kavga. |
hengil |
: |
Küçük satır, küçük su kabı. |
hentif |
: |
Üzüm tanesi, |
hep dedikçe et, hüp dedikçe süt |
: |
Bir kimseye yapılabilecek tüm desteği vermek. “Hep dedikçe et, hüp dedikçe süt ver. On ay eve misafir alma ve sen de misafirliğe gitme. Namık Kemal dersine çalışsın ve mektebini bitirsin yenge.” |
hepeler |
: |
Kalp çarpıntısı, heyecan. “Hepeler gönlüm hepeler Yağmur yağar kar sepeler Ark altında çifte mezar Korkarım sığır tepeler” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Çıngılların Güvel’in Oğlu Şefik’in Ağıdı, Derleyen: Hatice Hurmanlı, Kaynak Kişi: Hüseyin Şahin) |
hepi |
: |
Hepsi. “Şu da Guşlug’un deresi Hayli çekiyor arası Ne desek de hepi boşa Gelmiş eşimin sırası” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hatice Salan’ın Ölen Esinin Ağıdı, Ağıdı Yakan: Hatice Salan) |
hepicâ |
: |
Hepsi. “Bu sırada, gahvening içinde şibik şibik terlemiş ve hışı çıkmış olan Hacı Ökkeş, iskembesini kapınıng önüne goyarken, kapınıng ağzında oturup mayamını içmekte olan Sınıkçı İsmâl’in goluna değmesiğ! Abov! Sınıkçı İsmâl’ing elindeki mayamıng hepicâ ecer aldığı mintanınıng üstüne döküldü. Mağralı avratlarınıng hepicağ da bilirdi ki, Maraş’ıng ballı mayamınıng lekesini heçbir kül çıhardamazdı.” (Atilla Diş, Hacı Aslanıng Delisi, Edik Dergisi, Sayı: 50) |
hepiciği, hepici: |
: |
Hepsi, topu topu. “Orda ne gadar daş varısa, hepiciğini, guyunun içine atıyorlar, ayıyı orada öldürüyorlar. Onnar da yiyep içip muradlarına geçiyorlar.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
hepici: |
: |
Hepsi, topu topu. |
hepini |
: |
Hepsini. “Gurtlar dutdu gediğinden Yükün hepini yükledim Senin için sürmeli eşim Altı gün nahar bekledim” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
hepisi |
: |
Hepsi. “Üç saatte geçtik goca Misis’i Seyre çıktı Adana’nın hepisi Pozantı Dağları ardı Toros’u Açılmış mor çiçek güller perişan “ (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Kırkikilerin Ağıtı, Derleyen: Ahmet Kır, Kaynak Kişi: Hüseyin Berk) |
hepsin |
: |
Hepsini, tamamını. |
hepisini |
: |
Hepsini. “Böğle diyence bunda para çok, öldürüyüm paranın hepisini alıyım diye adamı elindeğe paltıyanan öldürüyor.” (Atilla Diş, Hacı Aslanıng Delisi, Edik Dergisi, Sayı: 50) |
her |
: |
Bütün. Katar katar oldu göçler Donun geydi her ağaçlar Deli deli öten kuşlar Diller bağlar şimden geri Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.461 |
her başlı |
: |
Her bakımdan, her yönden. |
her dayim |
: |
Daima, her zaman. Her dâyim böyledir feleğin işi Zehirden acıdır engelin aşı Tırnağın var ise başını kaşı Sağ gözden sol göze fayda yoğ imiş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.634 |
her dem |
: |
Her zaman. Taşkın sular gibi akıp çağlarım Dîdârın görüben gönül eğlerim Dünyaya geleli her dem ağlarım Çeşmim karışmadık seller mi kaldı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.416 |
her heç |
: |
Değersiz şeyler. “Her heçe para vermiyek, şurdan iyesinden turp alak da yiyek.” |
her lafı bir eşşek gıçı gırar |
: |
Konuştuğunda insanları mutlaka kırar, sözüyle insanları birbirine düşürür. “Her lafı bir eşşek gıcı gırar.” |
her tarladan bir tezzek |
: |
Sohbet ederken daldan dala sıçrayanlara söylenen güzel bir deyim. “Her tarladan bir tezek getirme.” |
heral |
: |
Herhalde, sanırım. “Siteyi yapmiye başladı:mızda gördük kine böyük bir malzeme sıkıntımız var. Halepliden gum, cakıl gelecek, Â döküldaşdan daş gelecek, birkaç tana usda, ameliye lazım. Bunnara yemek bişirecek adam lazım. Nisanın ortasına gadar galıpları çakdıkmi: yaza yetişir heral site. Musdafa’nın (Kandırmaz) sitesini de inceledim. Orda da malzeme sıkıntısı var belli. Böyle olmiyeci.Gücümüzü ve eme:mizi birleşdirek, Alanya horantası, artık fayans boya ne göndersin, görünüşünen, içeriğiynen köyümüze yakışır bir site yapak.Şindi herkese çağrıda bulunuyom. Köyümüzünen alakalı iresim, filim, heyka:, belge, bilgi elinizde ne varsa bizimle paylaşın arkadaş.Ayrıca site işlerinden annayan, köyümüz ve köylülerimiz ile alakalı habar yazacak arkadaşlar da yönetici olmak uçun müracaat etsinner. Yoğusam zor bu işler.” (Kadirli Bekereci Köyü’nden Herif lakaplı hemşehrimiz, www.bekerecikoyu.com) |
heralda |
: |
Herhalde. “Heç yatmadı sabaha gadar Herhalda derdin gâvırı Guyruğu omzunda halakada zavırı Hacı Yusuf’a benzerdi itim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
heralıma |
: |
Ama bana göre. |
hercayi |
: |
Vefasız sevgili, kararsız kimse. Karac’oğlan hey der elin nazarı Hercâyi dilberle etme pazarı Dünyada sevmeli esmer güzeli Kâkülleri yüzde tel incinir mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.454 |
herek |
: |
Asma, fasulye gibi sarılgan bitkilerin tutunması için yanlarına dikilen değnek. |
herel |
: |
Herhal, belki. “Hançer bıçak yüleniyor Herel bizi kesiciler Selam olsun Saimbeyli’m Urumlu’yu basıcılar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Saimbeylilerin Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayşe Temiz) |
hereni |
: |
1. Kazan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Tencere. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
herg etmek |
: |
Nadas etmek. Hasan herg etti sen ekme Yeter bu kadarın çekme Yerinin koca yerinin Oğlanlı kapıya bakma” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
hergele |
: |
1. Kalabalık, sürü. 2. Sığır sürüsü. |
hergeleci |
: |
Sığır çobanı. |
hergiz |
: |
Asla, kesinlikle. “Karac’oğlan eder ağlar gülmezem Akan gözüm yaşın hergiz silmezem Eller güler oynar ben gülemezem İşte güzel adam şöyle halım var” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 497 |
hergiz olmak |
: |
Kavgalı olmak, ters düşmek. “Coşkun sular gibi akar su isen Ararlar bulurlar asıl soy isen Gayetle severler malı çoğ isen İsterim akl ile hergiz olmasın” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 558 |
herhal |
: |
Herhalde, belki, sanırım. |
heri |
: |
1. Biraz. 2. Rica ifadesi. Gel heri, git heri gibi, yahu. |
he:ri |
: |
“Lütfen, rica ederim, ya hu, bire, uzatma artık” anlamında. |
herif |
: |
1. Erkek, evin erkeği, kadının kocası. “Andırının köylük yerinde bir kadın teşekkürün ne manaya geldiğini bilmez. İşte böyle bir köy yerinde bir gün yaşlı bir kadın köyün öğretmenine yoğurt götürmüş. Öğretmen yoğurdu almış “Teşekkür ederim” demiş. Kadın bunun ne manaya geldiğini çözememiş. Geri dönüp giderken “Bu bana mutlaka kötü bir şey söyledi” diye düşünmüş. Geri dönmüş: “Öğretmen bey, öğretmen bey! Benim herifte senin hanımına teşekkür eder, demiş.” (Bir Andırın Fıkrası) 2. Herhangi bir adam. “Çarşıya getdiydik. Sâ da uğradıydık. Sen gene şo herifin dükgânında oturuyordun. Bakdım amma bildiklik veremedim.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
herifç’o:lu |
: |
Yiğit adam. |
herik |
: |
Garip. “Herikti gönül herikti Eller buraya birikti Ev sahabım küskün gitti Kapıya vurduk kilidi” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Feridun’a ve Hatice’ye Ağıt, Derleyen: Musa Şahan, Sonay Saygı, Mulla Kılınç, Kaynak Kişi: Gülhanım Başçoban) |
heril |
: |
1. İpek başörtüsü. 2. İpek, ince ipekli. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Elim benim ince işli İnneleri heril başlı Gardaşımın gelinleri Gövel ördek yörüyüşlü” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
heril başlı |
: |
İnce ipekli, tel ve pulla işlenmiş gelin duvağı. |
heril hoza |
: |
Kenarı püsküllü boyun bağı. |
heril işlik |
: |
İpek gömlek. |
heril yağlık |
: |
İpek mendil, ipek başörtüsü. |
herilik |
: |
İpek. “Boyu uzun gendi gürcü Gelin gardaşımın harcı Herilik yağlık bağladım Musa beğe etdim borcu” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
herim |
: |
Sarp, yalçın kayalık, uçurum. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
herimek |
: |
Erimek. |
herize |
: |
Çok yumuşak pişmiş. |
herk |
: |
Nadas, sürülmüş tarla. |
herk etmek |
: |
Nadasa bırakmak, tarlayı sürmek. |
herkes gidişen yerini kaşır |
: |
Sözü üstüne almak. “Herkes gidişen yerini kaşır.” |
herkes işi derdinde Fatik gişi derdinde |
: |
Akıllılar işinde, akılsızlar boş şeylerin peşinde anlamında. “Herkes işi derdinde, Fatik gişi derdinde.” |
herkesli |
: |
Herkes, bütün insanlar. Su akmayan yerden suyun yörüsün Başına bin yiğit birden derilsin Herkesliye sevdiceği verilsin Bir kaşı karaya eş eyle beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.455 |
herkesnen |
: |
Herkes ile. “Kalabalık bir yere sonradan gelen adama hoşgeldin denerek herkesnen tokalaşıp oturduktan sonra sıra ile herkesin - meraba - meraba - nasılsın iye misin? - saolasın, sen nasılsın?” şeklinde uzayıp giden ve tekrardan usandıran merabalaşmalarımız, incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Herif lakaplı hemşehrimiz, Kaynak: Bekereci Köyü websitesi) |
herkeş |
: |
Herkes. “Gün doğar gün batar günler geçmez mi? Ecel şerbetini herkeş içmez mi? Bir gün gelir cümle canlı göçmez mi? Varsın dünya sizin olsun Tatarlar” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) “Herkeş sakız çiğner, Kürt kızı dadını çıkarır.” |
herkildek |
: |
Kötü huylu, huysuz, geçimsiz kimse. |
herkiş |
: |
Herkes. “Güverçinler takla döner El duyarsa bizi gınar Elbet herkiş bana döner Kele bana yüz azar mı” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
hers |
: |
Hırs, öfke, kızgınlık. “Ben buraya hersli geldim Dayreleri yıkıcıyım Cüzdenini bana verin Mütahide bakıcıyım” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
hersinen |
: |
Hırs ile, öfke ile. “Hersinen mi geldin hey beyin oğlu Zannettin Hasan’ın kolları bağlı Onbeş oğlum vardı başları tuğlu Yürün aslanlarım, derdi Apalak” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ., İstanbul, 1984) |
hersli |
: |
Öfkeli. “Kaymakamla dövüşmüş (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
hertmek |
: |
Küsmek. |
herttirmek |
: |
Küstürmek. |
hesab |
: |
Düzenleme, ayarlama. “Kaşların kurulu yaydır Yüzün bedirlenmiş aydır Koynuna girmek kolaydır Hesab gülün derendedir” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 603 |
hesaba gelmemek |
: |
Sayılamayacak kadar çok olmak. |
hesabınan |
: |
Hesap ile. |
hesiri |
: |
zarara uğramış, zarar eden. |
heş |
: |
Hiç. “Üç hafta barabar durduk Biz gardaşa heş doymadık Gurban olam babamoğlu Evine de varamadık” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Halil Avcı’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Bakacak) |
heşdinmek |
: |
İlgilenmek, yardımcı olmak. |
heşdinmemek |
: |
Kulak asmamak, oralı olmamak, yardımcı olmamak. |
heşve |
: |
Posa. |
hetif |
: |
Yaş üzümün döküntüsü, üzüm taneleri. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm.) |
hetifleme |
: |
Gizli zampara. |
hetiflemek |
: |
1. Üzüm tanelerini seri bir şekilde teker teker kopararak yemek. 2. Gizli zamparalık yapmak. |
heves |
: |
İstek, arzu. Nice merdler durur merd ülkesinde Adam heveslenir eğlenmesinde Diyar-ı gurbetin çar köşesinde Eğleşilmez kisb ü kâr olmayınca Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.382 Kaş eğip de bakar beni yakmağa Ne çok heves eder hatır yıkmağa İftihar m'eyledin beni yakmağa Yanıp ataşına kül olacağım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.488 |
heves güves |
: |
Özenerek, heves ederek. Güvesin bir anlamı yoktur. Burada kendinden önceki sözü kuvvetlendirmek için kullanılmıştır. “Küheylanım yedim yedim yederler Olanca malımı talan ederler Heves güves yaptırdığımı odalar Korkarım ki düşman konar yurt olur” (Haşim Nezihi Okay, Köroğlu ve Dadaloğlu, May Yay., 1970) |
hevkere |
: |
Evin ön kısmında ekilip biçilen arazi. |
hevkeve |
: |
Küçük bahçe, sebzelik. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
heybet |
: |
Korku ve saygı duygusu uyandıracakdurum. Dumanı göç eylemiş düzmüş bir gater Şahin girmiş arasına çığrışır öter Müşteri olana telini satar Yavrı şahin heybetinden toz vurup gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.589 |
heydi |
: |
Haydi. |
heydirmek |
: |
Davarı ya da sürüyü bağırarak bir yere toplamak. “Emmim oğlu Kara Bekir Ak parmakta gümüş zakir Hama sağmaya varıyor Battal davarını heydir” (Deli Memmed’in Oğlu Kara Bekir’in Ağıdı, Kaynak: Yaşar Kemal, Ağıtlar, YKY, Şefik Matbaası, İstanbul 2004, S. 253) |
heye |
: |
1. Olur. 2. Evet. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç. Osm. Ada.) |
heygidilli |
: |
Yahu bacı, gardaş haydi göreyim seni anlamında bir ünlem. |
heyhalamak |
: |
Gayrete getirmek. |
heyik |
: |
Yayla. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
heyiklemek |
: |
(Hayvan) Korkarak kulak kabartmak, kuşkulanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
heykâ: |
: |
Hikaye. |
heykat |
: |
Hikaye. “Garti şôdar öteberi verdig de, cehizi azımış da, cehizi çoumuş da, epi: birşor heykat olur.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
heyket |
: |
Masal. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
heykirdemek |
: |
(Yırtıcı hayvan) Kükremek, bağırmak. |
heykirmek |
: |
1. Bağırarak sürüden kaçan hayvanları toplamak, çevirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. (Yırtıcı hayvan) Kükremek, bağırmak. “Dağda heykiren, dişleri bir karış dışarda kaplandan başka, adamı çont eden ulu ziyaret cevizi var.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
heykitlemek |
: |
Bir olayı istenmediiği halde dikkatlice izlemek. |
heyl’eylesin |
: |
Nasıl yapsın. |
heyle |
: |
Nasıl, ne türlü, ne biçimde, ne yolda. “Sabah beni salıcılar (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
heylece çocug, ö:lece böyüg |
: |
Yedisinde ne ise yetmişinde de odur. “Heylece çocug, ö:lece böyüg.” |
heyledici |
: |
Nasıl yapacak. “Ufak ala kaldı kızlar Bilmem bunlar heyledici Terkisini bağlan kızlar Baban Harnı’ya gedici” (Kaynak: İbrahim Davutoğlu, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
heylesil |
: |
Ne tür. |
heylesiŋ |
: |
Nasılsın anlamında bir soru. Bu soru bütün şahıslar için "heyliyem, heylesiñ, heyle, heyliyek,heylesiñiz, heyleler" şeklinde kullanılmaktadır. |
heyletmek |
: |
Nasıl etmek, ne yapmak. “Pazarören’de yoldaşı Ben sandım ki öz kardeşi Heylediyim gelin seni Yok ardında bir kardeşi” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
heyleylerim |
: |
Nasıl yaparım. “Dul oldum delim dul oldum Esen yeller bana değer Heyleylerim Gar’aslanım Süleyman Ahmed’i düver” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kara Mehmet Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
heylidir |
: |
Çok uzun zamandan beri anlamında yerel bir sözcük. |
heylossa |
: |
Nasıl olsa. |
heytik |
: |
Korku, heyecan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
heyvarı |
: |
Aladeli, usturupsuz. |
heyye |
: |
Evet, aynen öyle. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Bir kere bir şeye heyye demesin, aklı kesmesin.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
hezar |
: |
Bülbül. |
hezaran |
: |
Bir çiçek cinsi. |
hezaren |
: |
Binlerce, çok miktarda. |
hezel |
: |
Şaka, lâtife. |
hezeli |
: |
Herhangi bir anlamı olmayan genellikle ağıtlarda kullanılan bir sözcük, latife yollu söylenmiş bir söz. “Hezeli gönüm hezeli Yapraklar döker gazeli Dênesem görünür mü? Gızım gimi bir güzeli” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Fatma’nın Ağıdı, Ağıdı Yakan: Döne Höbek) |
hezen |
: |
Toprak evlerde kirişin üzerine dikine konulan kalın ve büyük ağaç, kiriş olarak kullanılan kalın ağaç. “Kan çıkacak”, dedi Sadullah, havaya, toprak damın hezenlerine bakarken…” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
hezen gimi |
: |
Çok uzun boylu kimse ya da şey. “Hezen gimi.” |
hezeren, hezeran |
: |
1. Kamış. “Karac’oğlan der ki güzelin huyu Hezeren çubuğa benziyor boyu Ab-ı Kevser gibi lebinin suyu Peynirdir dilleri inci dişlinin” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) 2. Bundan evvel bir çok kez. “Hezeren denedim. Denemezmiyim. Olmuyor. Olmuyor. Umudum gıtı:rak benim bu işte.” |
hezerine hüzerine |
: |
Uydurma, anlamı olmayan sözlerden. |
hezlemek |
: |
1. Uğrunca dinlemek, gözetlemek. 2.(Hayvan) Korkarak kulak kabartmak, kuşkulanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hı’ |
: |
Hayır. |
hı-ı |
: |
Evet. |
Hı:be |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; heybe. |
hıcıp |
: |
1. Koyun. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Kendi başına anlamı olmayan bir kalıp. Genellikle hırsız sözcüğünün anlamını pekiştirmek için birlikte kullanılır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) “Hırsız-hıcıp.” |
hıcırık |
: |
Eskimiş, yıpranmış. “Kilimin hıcırığı çıkmış.” |
hıçır |
: |
Kirli, pis, eski. |
hıdakmak |
: |
Alışkanlık etmek . |
hıggıdık |
: |
Hıçkırık. |
hık demiş burnundan düşmüş |
: |
Tıpkı, çok benzeri. “Hık demiş burnundan düşmüş.” |
hılaf |
: |
Yalan. |
hılaz |
: |
İçten pazarlıklı. |
hıldırhış |
: |
Döküntü hâline gelmiş, kırık sırtık, işe yaramaz bir yığın öteberi. |
hılfetsiz |
: |
İyi gelişmemiş, zayıf. |
hılıngaç |
: |
Salıncak. |
hılk |
: |
Huy. |
hıllamak |
: |
(Salıncak, Ağaç vb.) Sallamak. |
hıllangaç, hıllınkaç |
: |
Salıngaç, iki ucundan iple yüksek bir yere asılan ve üzerine oturulup sallanılan eğlence aracı, salıncak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hıllanmak |
: |
Salınmak, salıncakta sallanmak. “Hıllan kızlar hıllan gızlar Ben deyim de bellen gızlar Gurbet ele gediyorum Üç Oluk’dan yollan gızlar” (Andırın Kına Türküsünden) |
hıllı beter |
: |
Daha beter, iyice kötüleşen, çok daha kötü. |
hıltan |
: |
Toptop olan çiçekleri kurutulduktan sonra sapları kürdan olarak kullanılan bir çeşit yabani bitki. “Anamın da adı Sultan Yaylalarda olur hıltan Eşim Adana’ya geddi Geydirdim ütülü mintan” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
hıltanlık |
: |
Hıltanla kaplı yer. “Atlı hıltanlığı dört yandan alıştırdı, ben yanmadım.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
hım hım |
: |
1. Yavaş yavaş. 2. Genzinden konuşan. |
hımar |
: |
Eşek. |
hımbıl |
: |
Uyuşuk, aptal, tembel, pısırık. |
hımık |
: |
İyi tutmamış yoğurt. |
hımık, hınık |
: |
Burnundan, genizden konuşan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
hımır |
: |
Zayıf, sıska. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hımır hımır |
: |
(Konuşma) Fısfıs, gizli, yavaş sesle. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hımır hımır etmek |
: |
Mırıldanmak. “Hımır hımır etti.” |
hımırdlak |
: |
Kıkırdak, gırtlak kemiği. |
hımırtı |
: |
Anlaşılmaz şekilde yavaşça konuşma. “Mağaradaki sessizlik hımırtılarla bozulmaya başlamıştı.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
hımızan |
: |
Çere, küpün küçüğü, küpecik. |
hımsı |
: |
Özellikle yufka ekmek için bozulmaya yüz tutmuş anlamında. “Bu yuka ekmekler havasız kaldığından hımsımış.” |
hımsımak |
: |
1. Bayatlamak, ekşimek, kokmak (yemek için). (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Özellikle yufka ekmek için bozulmaya yüz tutmak, bayatlamak. |
hımsınmak |
: |
1. Canı kaynamak. 2. Niyet etmek, bir işi yapmaya yeltenmek. |
hımzan |
: |
Çiriş otunun kökü öğütülüp elde edilen esmer sarı toza su katılarak hamur haline getirildikten sonra yapılan, kulplu ya da kulpsuz, gövdesi geniş, ağzı dar, sürahi büyüklüğünde veya biraz daha irice ve içinde genellikle pekmez, tereyağı, salçalar vb. saklamada kullanılan kap. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hınaza |
: |
Kıskanç, oyunbozan, geçimsiz. |
hınbıl |
: |
1. Bağ içinde hazırlanan bir evleklik yer. 2. Tembel. 3. Bir oyun. |
hınc |
: |
Kızgınlık. “Hıncımı senden çıkarmayayım.” |
hıncacık |
: |
Şu kadarcık, çok küçük. |
hıncırık |
: |
Hayvanların tekmesi. |
hınçalamak |
: |
1. Parçalamak, hırpalamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Ayağının altına alıp tepelemek. |
hınçarmak |
: |
1. Surat asmak. 2. (Köpek) Havlamak. 3. Hırçınlık yapmak, yaramazlık yapmak. 4. Söz tutmamak, karşı gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hınçışmak |
: |
Hayvan yürütmek için birbiriyle uğraşmak. |
hıngı zıngına varınca |
: |
İş ciddileşince. |
hıngıldamak |
: |
Ağlamaya hazır olmak, ağlamaklı olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hınıg, hınık |
: |
Burnundan konuşan kimse. |
hıŋırtlak |
: |
Gırtlak. |
hınıt |
: |
İnat. |
hınt |
: |
1. Değnekle oynanan top oyununda kale. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Ev. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Bir hınt sahibi olamadım. |
hıntadak |
: |
Birden, aniden, tam o anda. “Oğlan gelinin duvağını açınca mübarek Eziriyel, gelinin gözünün içindiyemiş. Oğlanın orada hıntadak canı çıkmış.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
hıntadak canı çıkmak |
: |
Birden, ansızın ölmek. |
hıntıptan düşmek |
: |
Çok fazla yorulup dermansız kalmak. |
hıntırıs |
: |
Bir çeşit marangoz aygıtı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hıntış |
: |
Kısa boylu, ufak tefek. |
hıntışık |
: |
Boyu uzamamış, kısa kalmış bitkiler. |
hıŋurtla: |
: |
Gırtlak. |
hınzır |
: |
Geveze, hilebaz, domuz. “O ne hınzır o var yâa!” |
hır |
: |
Kavga. |
hır olmak |
: |
Kavgaya meyilli olmak. |
hıra |
: |
Çelimsiz, zayıf, bakımsız hayvan. “Ev tutardık sıra sıra Yorgan telli yastık hıra Ana oğlun binmez miydi Çer alası benli kıra” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
hıra düşmek |
: |
Zayıflamak. |
hırat |
: |
Kıldan ya da kefenden yapılmış sefil, kötü kıyafet. |
hırbo |
: |
Salak, aptal, keriz. |
hırçık |
: |
Bez parçaları |
hırd |
: |
Cılız, çelimsiz, sıska. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hırdalatsız |
: |
Biçimsiz. |
hırgür |
: |
Kavga. “Uslu uslu oturun hep barabar. Hırgür isdemiyom.” |
hırhış |
: |
Tamamen ezilmiş, dökülerek dağılmış işe yaramaz öteberi, posa. |
hırhız |
: |
Hırsız, bir kimsenin malını, eşyasını vs. yi haberi olmadan alan kimse. |
hırım hışır |
: |
Kan ter içinde. |
hırızma |
: |
1. Hızma, azgın hayvanların burnuna takılan halka, hızma. “Dadaloğlu’m bunu böyle diyeli Üç yüz altmış altı dağı sayalı Burnu hırızmalı, katar mayalı Kol kol olmuş gelir ilin var, dağlar” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, II. Baskı, 1984) 2. Süs için buruna takılan halka, hızma. “Karac’oğlan der ki salınıp gezme Gören âşıkların bağrını ezme Bal dudak üstünde altun hırızma İnciden diş gördüm dil kenarında” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 383 |
hırızmalı |
: |
Süs için taklan halkaya sahip kimse. “Ulam ulam olmuş yatar yazılar Ceran kovar gök boncuklu tazılar Başı hırızmalı cepkenli kızlar Hani yaylam der de arzular gider” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 589 |
hırka |
: |
1. Ceketin içine giyilen düğmeli kısa yelek. 2. Dervişlerin sırtlarına giydiği giysi. Koyverin kuşu turnaya Yârin durağın bulmaya Soyundum derviş olmaya Hırka ile şalım da yok Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.474 |
hırkız |
: |
Hırsız. |
hırlı |
: |
Namuslu, uslu. |
hırlı mısmıl |
: |
Doğru düzgün, adam akıllı, düzgünce. |
hırlıca hınık |
: |
Kurnaz, çok bilmiş (ukala değil). |
hırpada |
: |
1. Aniden, birden, beklenmedik bir anda. 2. Zorluk çıkarmadan bir şeyi yerine oturtma. |
hırpadan |
: |
Tamı tamına. |
hırpı |
: |
Tam, kesin, noksansız. |
hırpıt |
: |
Çok eskimiş ve yamalı giysi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hırpo |
: |
Keriz. |
hırsıza kendir gibi yakışmak |
: |
Bir kimsenin bir işin uygun olması. |
hırsunma |
: |
Hor görme. |
hırtacak |
: |
Birden. |
hırthırt |
: |
Patates kızartması. Patatesi hayvan yağında hırthırt ederiz. |
hırtıb |
: |
Bir şeyi vanı istemek. |
hırtık |
: |
Burkulmuş, çıkık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hırtışık |
: |
Buruşuk, büzülük. |
hırtlak |
: |
1. Kelek, ham kavun. 2. Gırtlak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hırtla:naça: |
: |
Gırtlağına kadar. “Gelirken çok üşümüş olacak ki kürsünün yorganını da hırtlânaçâ çekmişti.” |
hırtmak |
: |
1. Boğmak, kesmek. 2. Burkulmak, yerinden çıkmak, incinmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hısbuvaz |
: |
Sıkboğaz. |
hıscada |
: |
1. Aniden, birden, beklenmedik bir anda. 2. Zorluk çıkarmadan bir şeyi yerine oturtma. |
hısçalığın |
: |
Birdenbire, aniden ve hissettirmeden, fark ettirmeden. “Evlilerin birçoğu, gelip giderlerken görürlerse ayıp olur diye, sabahın karanlığında hısçalığın gelip çimer, bir gölge gibi süzülüp gerisin geri kaldığı yere gidermiş.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
hısda |
: |
Hisse, pay. |
hısdacı olmak |
: |
Hissedarı olmak. “Ben de hısdacı oldum.” |
hıshırp |
: |
Ölçüsünce, tamı tamına. |
hısım |
: |
Akraba. “Hanımın hısımı gelince oklavalar tıkır tıkır Benim hısım gelince dişler şıkır şıkır” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) |
hısım çıktı |
: |
Akraba oldukları anlaşıldı. “Hısım çıktık.” |
hısım garım |
: |
Eş dost, yakın akrabalar. “Hısım garım toplanır ıdı egmeg edmie.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) 2. Akrabalar. |
hısırık |
: |
Islık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hısırık atmak |
|
Islık çalmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hıssada |
: |
Aniden, birden, beklenmedik bir anda, zorluk çıkarmadan bir şeyi yerine oturtma. |
hısta |
: |
Sehim, pay, hak, hisse. “Ağam, ettiğim aş’tan onun hıstasını ayirdiydim!... dedi amma bir taraftan da aş kazanının kapağını kaldırıp bakmadan edemedi.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
hış |
: |
1. Çok. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Döküntülü malzeme, ayıklanmaya muhtaç şeyler. 3. Çöp, ezik, haşat, buğday veya pirincin içinden ayıklanan taş vb. yabancı maddeler. “Bûdayı ısli:n. Gene onu üç sefer yurug. Temiz ayitleri:m. Hışını mışını ayitleri:m.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
hış etmek |
: |
Üst üste yığmak, kullanılmaz hâle getirmek, bol bol vermek. |
hış gımı |
: |
Pek bol, çok fazla. “Hış gımı.” |
hış gimi |
: |
Pek bol, oldukça fazla. “Hış gimi.” |
hış keş |
: |
Kullanılmayacak biçimde geride kalan hububat kalıntısı. |
hışarmak |
: |
1. Islanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Terden veya sıcaktan kızarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Terden sırılsıklam olmak. |
hışı çıkmak |
: |
1. Çok yorulmak. 2. Paramparça olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
hışım |
: |
Öfke, kızgınlık. Kara gözlüm n'ettim sana Hışımla baktığın zaman Âşık oldum dal boyuna Gerdanın öptüğüm zaman Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.521 |
hışını çıkarmak |
: |
1. insan için acayip derecede dövmek, yenmek, perişan etmek, bir işi ezici şekildebaşarmak. 2. Çok yormak. |
hışır |
: |
1.Pamuk elmasının açılmış hali. 2. Buğdayın elenmesinden sonra artan her çeşit taş, tohum vs. tanecikleri. 3. İri kum. 4. Sert karakterli ve kaba adam. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 5. Kadınların kullandıkları mücevher, hışıl. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hışırdım gimi |
: |
Pek çok fazla. |
hışırı çıkmak |
: |
Çok terlemek, terden sırılsıklam olmak. |
hışlı |
: |
Pamuğun şifi ile birlikte sonradan temizlenmek üzere toplanmış hali. “Çardağın üstüne dağ gibi yığardık hışlı pamuğu ve uzun kış gecelerinde geç saatlere kadar şifinden ayıklardık.” |
hışnamak |
: |
Çiğnemek, ezmek, hırpalamak, tartaklamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hışnanmak |
: |
Çiğnenmek, ezilmek, hırpalanmak, tartaklanmak. |
hışşada |
: |
1. Aniden, birden, beklenmedik bir anda (dökülmek). 2. Zorluk çıkarmadan bir şeyi yerine oturtma. |
hıştıkıl |
: |
Eşyaların karmakarışık bir şekilde olması. |
hıştınmak |
: |
Gözetmek. |
hışvatı, hışvantı |
: |
Çerçöp. |
hıt |
: |
1. Kötülük, zarar. 2. Engel. |
hıta |
: |
Üzerinde uzunlamasına çizgiler olan, ince ve uzun boyda, açık renkli bir hıyar türü, acur. |
hıtık |
: |
Yerinden çıkmış, hırtık. |
hıtır hıtır |
: |
Kıtır kıtır, gevrek. |
hıtlak |
: |
Bir nevi oyun. |
hıtmak |
: |
Yerinden çıkmak. |
hıtmır |
: |
Kısa boylu, tıknaz. |
hıvladma, hıvlatma |
: |
Ürkütmek. |
hıyar |
: |
Salatalık |
hıyar ağası, hıyar a:sı |
: |
1. Bir küfür. 2. Bir değeri, bir hakkı olmadan böbürlenen kimse. |
hıyenedlik |
: |
Hainlik, ihanet. |
hıymık |
: |
Çalı çırpıdan yapılan alayçık. |
hıymık dutmak |
: |
Çadır kurmak. |
hızan |
: |
1. Tembel, çalışmayan. 2. Açgözlü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hızana gelmek |
: |
(Dişi köpek ve benzeri hayvanlar) Çiftleşmek istemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hızar |
: |
Bıçkı. |
hızma |
: |
Buruna takılan metal halka. |
hızman |
: |
1. Bir çeşit arı kovanı. 2. Çiriş otunun kökü öğütülüp elde edilen esmer sarı toza su katılarak hamur haline getirildikten sonra yapılan, kulplu ya da kulpsuz, gövdesi geniş, ağzı dar, sürahi büyüklüğünde veya biraz daha irice ve içinde genellikle pekmez, tereyağı, salçalar vb. saklamada kullanılan kap. “Tavanın dibine de yanındaki hızmandan bir başparmak büyüklüğünde yağ aldı attı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
hızmat |
: |
Hizmet. “Üç gün evvel vurdum gına Emmim oğlu zatan sana Bir senedir hızmat ettim Başucunda döne döne” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
“Kime varsan mesut eder gandırın Ateş vurun nice genci yandırın Sana hızmat etsin bütün Andırın Edepli erkânlı yollu Fadıma” (Aşık Mehmet) |
hızmatçılığa durmak |
: |
Hizmetçilik yapmak, hizmetçiliğe başlamak. |
hızmeker |
: |
Erkek hizmetçi. |
hızmıg |
: |
Buğday sapları ile buğdayın karışımı olup, elemesi zahmetli, buğdayın işe yaramayan kısmı. |
hızmıglı |
: |
Samanlı, çöplü tahıl. |
hızmık |
: |
Yıkanan buğdayın su üstünde toplanan artıkları, kapçıkları. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hi |
: |
1. Evet, doğru. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Buyur. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hibbi |
: |
Hippi, parasız turist, kılık kıyafeti bozuk, şekilsiz kimse. |
hibibik |
: |
Çavuşkuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hibipçi olmak |
: |
Elinden bir iş gelmeyip baba parası yiyen. |
hicab |
: |
Utanma, ar etme. “Cana cananımdan yakın kimse yok Ten zahirde göze hicap görünür Dilden çıkan sözün her biri bir ok Kimi günah kimi sevap görünür” (Muzaffer Uyguner, Seyrani, Bilgi Yayınevi, Ankara 1991)
Kalem aldın kaşın gözün çatmaya Hicâb ettim adın sual etmeye Seni satan çok bahaya satmaya Bakıp durur yüz altunluk mal gibi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.436 |
hicran, hicr |
: |
Ayrılık. Lütfeyle beğim urandır Gözümün yaşı bârandır Kaygulu gönlüm verandır Hicrini çeker ağlarım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.490
Baktım gözüne kaşına Benzettim hümâ kuşuna Bizi hicran ataşına Yakan dilber kiminsin sen Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.532 |
hiçbir daha |
: |
Asla. Hiçbir daha yükseklerden uçmayın Uçarsam da kanadımı açmayın Muhannatın köprüsünü geçmeyin Coşkun sele uğratayım yolumu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.642 |
hiçin |
: |
Hecin, bir deve türü. |
hiçiz |
: |
Haciz. |
hidileşmek |
: |
İddalaşmak, birbirine düşman olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hidillenmek |
: |
Birbirlerine düşman olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hikirdemek |
: |
Sevimsiz bir şekilde gülüş tarzı. |
hila |
: |
Hile. |
hilaf |
: |
Yalan. |
hilal |
: |
Ayın yeni doğmuş hali. Ala göz üstüne hilâl kaşları Sırma gibi yanar yârin saçları Kirazdır dudağı inci dişleri Selvi sunam gibi gül fidan olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.647
Âşık bilir âşıkların suçunu Cennet sandım yâr koynunun içini Tarayıp zülfünü dökmüş saçını Hilâl kaş üstüne tel kara gözlüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.514 |
hilalanmak |
: |
Şüphelenmek. |
hilat |
: |
Süslü elbise. “Bugün ulu bayram günü Obalar bizde derilir Davul öter köçek döner Ağır hilatlar verilir” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
hilaz |
: |
Çok çabuk hasta olan, hastalıklı kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hilim |
: |
1. Sıcaklık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Az eskimiş olduğu halde atılan eşya. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
hilim hilim |
: |
(Kumaş, halı, çul vb.) Çok yıpranmış, parçalanmış, parça parça. “Hilim hilim fistanlı dört çocuk bir araya gelmişler, biribirine sokulmuşlar, öylecene duruyorlardı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
hilime |
: |
Çorba, pişmiş süt, aşure vb. yemeklerin üzerinde tutan ince kaymak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
him |
: |
1. Tarlanın veyahut bahçenin sınırlarını belirleyen işaret. 2. Temel, bina temeli, yapının üzerine oturduğu temel. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Osm. Mr.) “Maraş’ın him daşını biz diktik.” (Abdal Halil Ağa Birinci Dünya Savaşı sonrasında Maraş’ın işgal yıllarında Fransızları davul zurna ile karşılaması karşılığında Ermeni Agop Hırlakyan tarafından davulunun kasnağının altın ile doldurulması teklif edildiği halde bunu reddeden Abdal Halil Ağanın Kızı Yeter Davulcubaşı. Kaynak: Gökhan Şen, Beyaz Sessizlik Kızının Dilinden Abdal Halil Ağa, Öncü Basımevi Ankara 2010) |
him daşı |
: |
Temele konan taş, sınır taşı. |
him etmek |
: |
İşaret etmek, işmar etmek, göz atmak. |
him komşusu |
: |
Temel komşusu. |
himar |
: |
Eşek. |
himdaşı |
: |
Temel taşı. “Düşdüm Maraş’ın yoluna Himdaşı düşdü belime Aç mezeri girem gardeş Ben de yatıyım yanına” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Karavana Kadir’in Ağıtı, Derleyen: Mustafa Yalçınöz, Kaynak Kişi: Osman Kızılay) |
himi bir |
: |
Huyları aynı. “Ha Ayşe, ha Fatma hiç fark etmez. Himi bir onların.” |
himi tahrında |
: |
Vakti zamanında, çok eskiden. |
himirmek |
: |
Katlayıp ikinci kez dikmek. |
himlik |
: |
Kiler. |
himma |
: |
Eskiden tek odalı evlerdeki geniş odanın en arka kısmı, dip. |
himmed(t) |
: |
Karşılıksız yapılan yardım. Karac’oğlan der ki hoş etti medhin Al yanaktan bûse olsa himmetin Yüz bin şehir saysam değmez kıymetin Hâsılı cihanı değer gözlerin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.557 |
himsirik |
: |
Sümkürük. |
himsirmek |
: |
Sümkürmek. |
hin |
: |
1. Zekasını hile yapmakta kullanan, kurnaz, açıkgöz kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. İçten pazarlıklı, hain. |
hince |
: |
Şimdi, hemen. “Hince babamoğlu hince Pürçüğün dökmüş gulunca Yıkılsın toylar milleti Nişannısın el alınca” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
hinci |
: |
Şimdi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hindi |
: |
Şimdi. “Anavarza ordan Yılangalesi Heç biter mi insanların çilesi Hindi şu Düziçi dağlardayım Oradan gel Cehan’ı göresin Garacaoğlan” (Aşık Mehmet Demirci, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) |
hindiden |
: |
Şimdiden. |
hindik |
: |
Şimdi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hindiki |
: |
Şimdiki. |
hindiye |
: |
Şimdiye. “Hindiye acımdan çoktan ölürdüm Sağ olsun konşular ediyo yardım Bir koyundan fazla yemem söz verdim Ayıp olur cayamayaon toktur be” (Aşık Karamehmet, Kaynak: Erdoğan Aslıyüce, Çukurovanın Yıldızı Ceyhan, Adana 2008) |
hinik |
: |
Sümük. |
hinikli |
: |
Sümüklü, mecazen bir kişi için beğenmeme ifadesi. |
hinnik |
: |
Dar, küçük karanlık yer. |
hinnik minik yapmamak |
: |
Hesapsız olarak elinden geleni yapmak. |
hipil hipil ağacı |
: |
Kavak ağacı. |
hiram |
: |
Sallanarak nazla yürümek. |
Hisim |
: |
Hısım. |
hiş |
: |
Hiç. |
hişva |
: |
Çerçöp, eski püskü işe yaramaz şeyler. |
hittet |
: |
Hiddet. |
hiyet |
: |
Heyet. |
hiyle |
: |
Hile, aldatma, kandırma. Ahdin amanın var ise Gidelim yerin dar ise Kalbinde hiyle var ise Cehennemde yerin olsun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.565
Karac’oğlan hiyle yoktur sözünde Hak nazarım kaldı ala gözünde Kudret nârlarını gördüm yüzünde Güzelliğin bana bildir de yörü Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.644 |
hiz |
: |
Kurnaz. |
hiza |
: |
Yan yana, aynı paralelde olma hali. |
hizmetkar |
: |
Hizmet eden işlere yardımcı olan. Ustalar yapıyı tersine yapar Esnaflar işine hiyleler katar Zamâne kadısı altuna tapar Doğru hak şeriat sürülmez oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.639 |
ho |
: |
1. O. 2. Çağrı için kullanılır. |
ho:ha |
: |
1. Pot kıranlara, kabalık yapanlara tepki veren bir ünlem. 2. Sığırları yönlendirmek için yapılan bir haykırırş. |
hobba |
: |
Hobbala yaparken çıkarılan ses |
hobek |
: |
Oyuncak. “Kadanı alıyım bebek Bebek gezer başı gabak Çıkar geder elin kızı Eline veriyim höbek” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
hobilik |
: |
Yuvarlak, meşe ağacının tohumu, meşe palamudu. |
hobuç |
: |
Omuz. |
hoca |
: |
Dini eğitim veren öğretici. Oturmuş hocalar ismini yazar Söylemem ağyâra değmesin nazar Geyinmiş kuşanmış salınır gezer Nazlı dostum badelerden içti mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.643
Hocam sabakına başlamaz oldu Can kafesi anda kışlamaz oldu Çekilen yolcular işlemez oldu Yollar melil melil bilmem nedendir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.607 |
hocalanmak |
: |
Hocalık yapmak. |
hoçur |
: |
Pis, pasaklı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hod |
: |
Yalnız, kendi. |
hod gelip geçmek |
: |
Akıp gitmek, tükenmek, kendi kendine gelip geçmek. “Şu benim âh edip ağladığımı Sevgiliyârime bildir ya Kerim Ömrüm hod gelip geçmek içinde Ağlayan kulunu güldür ya Kerim” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 500 |
hoday |
: |
Akılsız. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hodil hodil |
: |
Boş boş konuşmak veya sallana sallana yürümek. |
hodladmak |
: |
Hoplatmak, atlatmak, sektirmek. |
hodlamak |
: |
Hoplamak, atlamak. |
hodul |
: |
Gösterişli, kendini beğenmiş, kibirli, görkemli, kabadayı, fodul. (TDK Derleme Sözlüğünden İç. Mr. Osm. Ada.) “Gadanı alıyım gazak (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
hodul gezmek |
: |
Temiz, yakışıklı gezmek. |
hodullanmak |
: |
Kimseyi beğenmemek, büyüklenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hodur |
: |
Gururlu, kibirli, gösterişli. “Ben anama gidiyorum Heybemiz dolu yemişten Hodur gezer sürmeleşim Tabaka taşır gümüşten” (Derleyen: İbrahim Davutoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
hogareler |
: |
Oğlakları güderken onlara söylenen bir çeşit şarkı. |
hogga |
: |
Okka. “Bazarda gına gelinim, pazarda gına Hoggası ona gelinim hoggası ona Sevdiğin suna gelinim devdiğin suna Yarenim, yoldaşım, bacım sen safa geldin Gelmen gutlu olsun gelinim,ağzın datlı olsun” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
hogmag |
: |
Kokmak. |
hoğ |
: |
Aman, imdat. “Karalar hoğ dedi Barı’ya düştü Misis’in köprüsü Mehenk’i aştı Sırkıntı, Karahacılı, Ağcakoyunlu hep yalın kaçtı Hani (ya) kabak asan Kodaz Ali’niz” (Dadaloğlu, Kaynak: Erhan Çapraz, Fahri Bilge defterlerindeki Kayseri ve Yöresi konulu Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üni., Kayseri 2005) |
hoğlamak |
: |
Yardım etmek için toplanmak. “Ali Paşa’m her ülkeyi bağladı Ah etti de torun deyi ağladı Her obadan üç beş yiğit hoğladı Siftah hoğlayan da bir Türkmen Oğlu” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, II. Baskı, 1984) |
hohlamak |
: |
Üflemek. “Hoh de bahi:m.” |
hohmak |
: |
Kokmak. |
hohu |
: |
Koku. |
hohucu |
: |
Koku satan. “Ulu caminin avlusunda hohuculug yapardı rahmedlig.” |
hohulamag |
: |
Koklamak. |
hol |
: |
Fol. |
hola |
: |
Fol. |
holdurhop |
: |
Yabani hayvanların yatağından kalkış şekli, patavatsız, birdenbire, kabasaba atılmak. |
holdurhoy |
: |
Yabani hayvanların yatağından kalkış şekli, patavatsız, birdenbire, kabasaba atılmak. |
holgala |
: |
Taşla oynanan atıcılık oyunu. |
holgu |
: |
Odun parçası. |
holluğu geçmek |
: |
Hevesi geçmek. |
holluğu inmek |
: |
Çok istediği bir şeyi yapıp tatmin olmak, hevesi gitmek. “Tereyağında bulguru kavurmasa holluğu inmezdi.” |
holluk |
: |
Tavuğun yumurtladığı yer, folluk. “Yumurtası hollukta Oturuyor yollukta Eller düğün yapıyor Bizim düğün bollukta” (Veli Aba, Seyfi Metin, Ö. Tuğrul Kara, Osmaniye Manileri, Adana 2011) |
holta |
: |
Olta, balık tutma takımı, olta. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Osm.) |
holu |
: |
Karpuzun olgunlaştığını anlamak için açılan üçgen şeklindeki delik. |
holuk |
: |
Bir yaşını doldurmadığı hâlde doğum yapan küçükbaş hayvan. Andırın yöresinde tülük derler. |
holungu |
: |
1. Ağaçtan bişey düşürmek veye bir hedefe vurmak için atılan odun, sopa. 2. Karpuzun olgunlaşıp olgunlaşmadığını anlamak için açılan üçgen şeklindeki delik. |
holuz |
: |
Kalburun büyüğü. |
homa |
: |
Oma, baldır. |
homaç |
: |
Karmakarışık, düzensiz küme. |
homalamak |
: |
Buruşuk vaziyette toplamak. |
homarlamak |
: |
Bir şeyi gelişigüzel toparlamak, buruşturmak. |
hombil |
: |
Omuz. “Hombilinden inmezdi babasının küçükken.” |
hombiline almak |
: |
Çocuğu taşımak için omzuna almak. “Hombiline aldı.” |
hombiline binmek |
: |
Taşınmak için birinin omzuna binmek. “Hombiline bindi.” |
hombul, honbul |
: |
Omuz. “Bir varımış, bir yoğumuş, çok demesi günahımış. Bir dilki paşa varımış, bir de taktala paşa varımış. Taktala paşa bu dilkinin boynuna yumurtlamış. Oraya yuva bağlamış, yumurtlamış, sonra da cücük çıkarmış.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
hompur, honpur |
: |
Patates. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hompurmak |
: |
Çok öfkelenmek, kabarmak. “Hompuruncuya gadar işini yapsiyedin.” |
hompuruşmak |
: |
Saldırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
homukmak |
: |
Küsmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hona |
: |
Ona. |
honça |
: |
Gelin evine kına ile beraber gönderilen kuru yemiş. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
honçuk |
: |
Kısa boylu, tıknaz kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
hongur |
: |
Özellikle defne ağacının kollarını oyarak bir çeşit bal yapan yaban arısı. |
honguraf |
: |
Gramafon. “Hongurafın tellerine kuşlar mı konar?” |
hont |
: |
Kızıp küsmek, küskün durmak. |
hontaziye |
: |
1. Aşırı süs. 2. Gülünç, yakışıksız ya da hiç akıldan geçmeyen. |
honturuş |
: |
Biçimsiz. |
hop |
: |
1. Saban demiri. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Sırt, arka, omuz, hopuç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hop etmek |
: |
Sırtına almak, arkaya almak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
hopan |
: |
Ürün koymaya yarayan büyük çuval. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
hopbak |
: |
Olmamış meyva. Örneğin maya hopbağı. |
hopbal, hopal, hapal, hopan |
: |
Yaban güvercini. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hopına binmek |
: |
Birini izlemek, izini bulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hopilik |
: |
Küçük tane, tohum. |
hoplama |
: |
Atlama, zıplamak “Kardeş Torun’dan geliyor Altında hopluyor doru Mehmet’i, Hacı’yı demem Bekir gözümüzün nuru” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
hoplamak |
: |
1. İtiraz ya da alınganlık etmek, harekete geçmek. 2. Atlamak, zıplamak, sıçramak. “Çog hopladıg, sıçıradıg amma…” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
hoplatmak |
: |
Öfkelendirmek, şaşırtmak. |
hopmasıra |
: |
Uzun eşek adlı çocuk oyununda bir kavram. “İlk atlayış hopmasıra. Babam burnuŋa osura. İkinci atlayış maya yaprağı kart kart, burnuŋa osurayım cart cart. Üçüncü atlayış Galetede yangın var.” |
hoppacıg yapmak |
: |
Sırtına alarak oyalamak. |
hoppak |
: |
1. Yiyecek, taneli meyve ya da çerez. 2. Nar, portakal ve benzeri meyvelerin ortak adı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hoppala: |
: |
Bu da nerden çıktı? “Hoppalâa!!” |
hoppik |
: |
Bölgede oynanan çocuk oyunu. Hoppik: Bu oyun dışarıda ve en az 4-5 oyuncuyla oynanır. 8-10 tane düz ve büyük taş üst üste dizilir. Bir kişi ebe olur, eline de bir bez parçası alır. Dizili taşlardan biraz uzağa çizgi çizilir, çizginin arkasından bir taşla dizili taşlar vurulup kaçılır. Bu sırada ebe kaçanları yakalayıp elindeki bezle dokunarak ebelemeye çalışır. Amaç, ebeye yakalanmadan taşları tekrar üstüste dizmektir. Ebe birini kovalarken diğer oyuncu taşları dizer. Dizme işibiterse “Hoppiiiik!” diye bağırır ve bir oyun almış olur. (Mısra Uğurlu, Adana İli Karataş İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üni., SBE. TDE. ABD, Adana, 2010, s.127) |
hopucuna aldı |
: |
Yükünü hafifletti. Sırtına aldı. “Hopucuna aldı.” |
hopucunda gezdirmek |
: |
İtibar etmek, değer vermek. |
hopuç |
: |
1. Çocuğu sırta almak. 2. Sırt, omuz. “Irahmadlıg babam çocukken bizi hopucuna alarak gezdirirdi.”. |
hopuçlamak |
: |
Omzuna almak. |
hopuna almak |
: |
Sırtına almak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hopuna binmek |
: |
Sırtına binmek. “Hopuna bindi.” |
hopur |
: |
1. Bayır. “Hopur babamın düşeği Ocağında yok uşağı Ganlı salları gelirken Heç yok babamın uşağı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Ağacı çalısı kesilmiş yer, tarla. 3. Orman ve çalılıklar kesilerek ya da yakılarak elde edilen tarla. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Osm.) 4. Dağda ekin için ayrılan yer. “Ormanlar kesilir hopur olurdu. (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
hopur etmek |
: |
Büyük küçük demeden ormanı kesmek, tarla açmak. |
hopur gırmak |
: |
Ekim alanı oluşturmak için çalıların toprak düzeyinde kesilmesi. |
hopur hopur hoplatmak |
: |
Döverek, tehditle işkenceyle arka arkaya hoplatmak. |
hopurunu çıkarmak |
: |
Hopur kırar gibi bir kişiyi dövmek, işkence etmek. |
hor bakmak |
: |
Aşağılamak. Arab at da Burak olur Koç yiğitte yürek olur Bun deminde gerek olur Yiğide hor bakmak olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.646 |
hor gullanmag |
: |
Dikkatsizce kullanmak. |
hora |
: |
1. Uzaktaki tarafa. 2. Ora, bura, şura, şurası gibi yer gösterme edatı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç. Ada.) |
hora dutmag |
: |
Bir şeyi havada yakalama olayı, horalı konuşmak. |
hora geçmek |
: |
Hoşuna gitmek, beğenmek, iyiliğe geçmek. “Hora geçti.” |
horalı |
: |
1. Fazla. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Sana bu sefer horalıca gitti. 2. Komik, abartılı, ilginç, farklı. 3. Abartılı söz söyleyen. |
horan |
: |
Üstünlük.(TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
horan soğumak |
: |
(Eğlence, toplantı) Dağılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
horanta |
: |
1. Aile efradı, aynı çatı altında yaşayan kimseler. 2. Çok nüfus. 3. Eşlerden herhangi biri için de kullanılır. “Her sene ısıcak gızdımi:n Temus’un ortasında yapılan Geleneksel Yakarlar Toplantısı bu sene beşinci kere yapılıcı heral. İlki 2004 senesinde Avgasırın orda: Başkonuş’da yapılan Esme Hösüyün’ün horantasının gatıldığı toplantı, bıldır hanımı Fadık Bibi’nin vefatı nedeniyle yapılamadı. Daha do:rusu köyde yapılmış sayıldı. Diğer toplantılar ise toplantıya gatılacakların orta noktası olması ve tesis imkanları (top sa:sı, havuz filan yani) nedeniynen Bahçe ilçesi Uyuzluk punarında yapıldı. Bu Geleneksel toplantının daha uzun yıllar devam etmesi temennisiynen örnek bir davranış sergileyen Yakarlara burdan tebriklerimizi iletiyok.” (Kadirli Bekereci Köyü’nden Herif lakaplı hemşehrimiz, www.bekerecikoyu.com) |
horantacak |
: |
Ailecek, bütün aile olarak. |
horasan |
: |
Eksik normal olmayan. (Akıl için)(TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
horav |
: |
Çirkin, şekilsiz. |
horaz |
: |
Horoz. |
horda |
: |
Orada. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
hori |
: |
Meydan, boş alan. |
horizüre |
: |
Keklik yumurtası büyüklüğünde bir çeşit üzüm. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
horlak |
: |
Şelale. |
horoz yüreği |
: |
Sarı renkli erik çeşidi. |
hors |
: |
Fors, caka, gösteriş. |
horsa |
: |
1. Kızgınlık, öfke. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. İstek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
horsunma, horsınmag |
: |
Küçümseme, aşağılama, ka:le almamak. “Rakibini asla horsunmıyacaksın” |
horsunmak |
: |
Hor görmek, küçümsemek, değersiz görmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hort |
: |
Çökelek suyundan yapılan kırmızı renkte oluncaya kadar çok kaynatılarak elde edilen bir çökelek türü. |
hort atmak |
: |
Öğünmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
horta atmak |
: |
Palavra atmak. “Selam söyleyin Ali’me Kelamlar geldi dilime Kör oluyum hort’atmıyom Oğlumu koydum yoluna” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
hortada |
: |
Uluorta. |
hortakal |
: |
Portakal. |
hortlağı çıkmak |
: |
Tanınmayacak şekilde zayıflamak. “Hortlağı çıkmış.” |
hortlak |
: |
Filiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ho:rtmek |
: |
Bir iş başarısızlıkla sonuçlanmak. |
hortmuş |
: |
Yaka yer. |
hortuklama |
: |
Ürkme. |
hortunuş |
: |
Biçimsiz. |
horum |
: |
Susam bitkisinin bağlarından oluşan piramit şeklindeki yığın. |
horu |
: |
Çocuk oyununda ebe taşı. |
horuz |
: |
Horoz. “Galaylı gazanda tirşik basdıran, (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
horuzlanmak |
: |
Diklenmek. |
horyat |
: |
Rakip, düşman. |
hos |
: |
(Özellikle ceviz için) Çürük veya içi boş. |
hosna |
: |
Hem erkeklik ve hem de dişilik organı bulunan hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hoş bilezik |
: |
Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. Sağ ayağın pençesiyle, sol ayağın soluna, sonra sağına ve üçüncü de ise sol ayağın dizine sağ ayağın bileği vurulurken, sol diz bükülür. Sağ ayakla başlanarak üç adım ilerlenir ve sol ayak yere vurularak havadaki sol ayakla beraber üç adım geriye basılarak çıkılır. Bir adım cümlesi yapılmış olur. II. Adım Cümlesi: İlk adım cümlesindeki 3 adım ilerleme ve geriye çıkma sayılarında sürükleme yapılır. III. Adım Cümlesi: 2. Adım cümlesinin hoplatması yapılır. (Hatice Fatoş Derebent, Çağlayancerit Halk Kültürü, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi, Kahramanmaraş, Mayıs 2015. s. 97) |
hoş etmek |
: |
Sevindirmek. Karac’oğlan der ki hoş etti medhin Al yanaktan bûse olsa himmetin Yüz bin şehir saysam değmez kıymetin Hâsılı cihanı değer gözlerin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.557 |
hoş geçinmek |
: |
Uyumlu olmak, birbirini idare etmek. Kötü insan doğru girmez yoluna İyi insan hoş geçinir diline Elini sunma ki yârin gülüne Dikeni var batar elinden sakın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.535 |
hoşaf |
: |
Komposto. |
hoşalmak |
: |
1. Hoşlanmak, zevk almak. 2. Rahatlamak. |
hoşamat |
: |
Hoş tutmaya çabalamak, övme, yaltaklanma. |
hoşamat etmek |
: |
Övmek, yalakalık etmek. |
hoşamatçı |
: |
Yalaka. |
hoşarlanmak |
: |
Hoşuna gitmek, hoşlanmak, keyiflenmek. |
hoşbeş etmek |
: |
Sohbet etmek, hal hatır sormak. |
hoşbeş, onbeş |
: |
Selamlaşma, hal hatır sorma. |
hoşşik |
: |
Dalkavuk. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hoşşiklik etmek |
: |
Davlkavukluk etmek, kuyruk sallamak, göze girmeye uğraşmak. |
hoşur |
: |
İçinde her çeşit ağaç olan sık orman. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
hoşuraf |
: |
İlkbahar’da çıkan ve tere gibi tüketilen bir bitki. “Yufka ekmeğin arasına olursa yeşil suvan koyardık olmazsa Pepelerin Geçeği’ndeki gözenin yanında yetişen hoşurafları yolar koyardık. Genzimizi talayan kokusuna doyulmazdu hoşurafın.” |
hota |
: |
1. "Yaşa", "var ol" anlamlarına gelen bir ünlem. 2. Kabadayı, yiğit, görkemli. “Hota Hacı Veli’m hota (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
hota çalmak |
: |
Seviç ve coşku çığlığı atmak. |
hota meydan, hota meydanda |
: |
Sakınmasız, saklamasız, apaçık meydanda. |
hotacı |
: |
Alkışçı, güldürücü. “Al atının alnı sakar Sakar da yıldıza bakar Hotacı kullar oluyum Meydanda ezdirir şeker” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
hotadak kalmak |
: |
Yapayalnız ve çaresiz bir şekilde kalmak. “Bütün planlarım boşa çıktı. Hotadak kaldım.” |
hotal |
: |
Sellerin, nehirlerin sürüklediği, dalgaların kıyıya attığı, odun, çalı, çırpı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hotalama |
: |
Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. |
hotama |
: |
Sakat, fiziksel engelli. |
hotazlı |
: |
1. Kendini beğenmiş, kibirli. 2. Süslü. |
hotla |
: |
Gezinti. |
hotlamak |
: |
Atlamak, sıçramak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hotlamak |
: |
Atlamak. |
hotlatmak |
: |
Atlatmak. |
hotma |
: |
Kalça. |
hotoz |
: |
Kadınların saçlarının üstüne süs için taktıkları küçük başlık, süslü başlık. “Sarıldı boynuma ağlama deyi Hotozumu devre bağlama deyi Yalvardı yakardı inleme deyi Teze bir şeftali verdi bir gelin” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 550 |
hotum |
: |
Ağır yara, çıban. |
hotur |
: |
1. Yaşlı, ihtiyar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. (Yara) Ağır, tehlikeli, yaygın, ihtiyar, dermansız, biçare. |
hovlamak |
: |
Kapalı yere birdenbire ya da kapıda duranları atlatarak hızla girmek, dalmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
hoy |
: |
Ayol anlamında seslenme ünlemi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
hoylu |
: |
1. Şöhretli. 2. Soylu. “Hey oğlan hoylu musun? Minare boylu musun? Her gören seni sevmiş Altın hamaylı mısın?” (Veli Aba, Seyfi Metin, Ö. Tuğrul Kara, Osmaniye Manileri, Adana 2011) |
hōyn |
: |
Dikkat et, buraya bak anlamında ünlem. Hōyn a Hanife gėç şendėni çadıtmaya asıver gel. |
hoynu |
: |
1. Hani, ya anlamında. şırma ünlemi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hoyrat |
: |
1. Kaba saba adam, kıymet bilmeyen kişi. “Yiğitliğim elden gitti yel gibi Damağımda tadı kaldı bal gibi Hoyrat elideğmiş gonca gül gibi Bozulmuş bağlara döndün mü gönül” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 481 2. Rakip, düşman. “Yüküm gamdır gam alırım satarım Pervâneler gibi yanar tüterim Kıyâmette yakasını tutarım Vermesin hoyrata güllerimizi” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 434 |
hoyrat el |
: |
Kaba saba adam. “Beyaz göğsün görünmüyor düğmeden Siyah zülfün mâh gerdana eğmeden Gonca güle hoyrat eli değmeden Topla yanağında soldur da yörü” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 644 |
hoyrat etmek |
: |
Birini utanacak durumda, zor durumda bırakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hoytuk |
: |
Korku. “Hoytuklanma. Hüsnü guruntuyu bırak.” |
hoytuklamak |
: |
1. Eleştirmek, kötü yanlarını söylemek, ayıplamak. 2. Hile tasarlamak, hile yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Dikkatli ve meraklı bakış. “Ne hoytukluyon öyle!!!... az ileri var da ıslıkla!!!. Gelen Rüstemse buradan ıslık vurulduğunu anlar cevap verir.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
hoytuklanmak |
: |
Bakınmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hoytukturmak |
: |
Korkutmak. |
hoyuk |
: |
1. Görüntü, hayal. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Ekin tarlalarında bağ, bahçe ve bostanlarda kuşların zarar vermesini önlemek için dikilen, insana benzeyen kukla, bostan korkuluğu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
hoyuklamak |
: |
1. Bir eli güneşe siper etmek amacıyla alna dayayarak uzaklara uzun uzun bakmak. 2. (Hayvan) Korkarak kulak kabartmak, kuşkulanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Şaşmak, ne yapacağını bilememek. |
hoyukturmak |
: |
Ürkütmek. |
hoyum |
: |
Demet. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hoyun |
: |
Hain. “Bilemiyom sana nettim Hançerini soktun felek Ellere güldün oynadın Bana hoyun bakdın felek” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 53 |
hoyurlanmak |
: |
1. Kırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. (Yara) Azmak, kabarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hoyurt hoyurt bakmak |
: |
Bön bön, insanı öldürecek gibi bakmak. |
hoza |
: |
Bir tür takıntı, süs eşyası, kamış. “Yağlığının hozaları Yandı Avşar gazelleri Sarıkamış’ta kırıldı Gonca gülün tazeleri” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
hozak |
: |
Ham incir meyvesi. |
hoza |
: |
1. Gelin başına takılan tüylü başlık. 2. Kenarları işlemeli ipek boyun örtüsü. 3. Püskül, bir tür takıntı, süs. |
hozalı |
: |
Gür saçlı. “Hazeli gönlüm hazeli Ardında belik hozalı Ben hiç kimseye suç bulmam Emmim gösterdi gözeli” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Çıngılların Güvel’in Ağıdı, Derleyen: Hatice Hurmanlı, Kaynak Kişi: Hüseyin Şahin) |
hozan |
: |
Bakımsız bağ veya tarla, yoz, verimsiz tarla. “Karac’oğlan der ki çile çekilmez Hozan tarlalara sümbül ekilmez Yüz yalancı ile başa çıkılmaz İçinden sıdk ile yanan olmalı” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
hozar |
: |
Mezdağ ağacının kozalağı. “Köse Musa’nın Damı’nda, ocaklığın yanında bir çuval hozar hazır beklerdi.” |
hozar hozar |
: |
Kat kat. |
hozu |
: |
Kanı soğuk, soğukkanlı. |
hö:kürmeg |
: |
1. Gurup halinde ve seslş olarak zikir yaparken vecd duygusuna kapılan insanın çıkardığı ses. 2. Heyecan halinde ses çıkarmak, ağlamak. |
hö:rmeg |
: |
Höykürerek ağlamak. |
höbek |
: |
1. Üstüste koymak, kubbe gibi yığmak, öbek. 2. İcar. |
höbelek |
: |
Hamur yuvarlama. |
höbene |
: |
İri yapılı. |
höbere |
: |
İriyarı. |
höbür |
: |
Tarlalarda su basmayan yüksek yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
höceken |
: |
Baş çeken, elebaşı. |
höççeti |
: |
Hepsi, tamamı. |
höddük |
: |
1. Korkak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Sürekli oturmak zorunda kalan çok yaşlı kimse.” |
hödeme |
: |
İriyarı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hödük |
: |
1. Ürkek, çekingen. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Tuhaf, acayip şey. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 3. Görgü ve anlayışı olmayan, cahil, aptal, geri zekalı. “Hüsnü’yü vurmuş bir hödük Mevlâ verdi çekiyorum Öksüz gibi boynum bükük Her gün yola bakıyorum” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
höf, havf |
: |
Korku. |
höğürmek |
: |
(Sığır) Acı ile bağırmak, böğürmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
höğürtlek |
: |
Çok böğüren öküz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
höğürtmek |
: |
Yeşil soğan yaprağı. |
höka:lelik etmek |
: |
Ukalȃlık etmek. |
höka:lelik taslamak |
: |
Ukalȃlık etmek. |
hökel |
: |
Anlayışı kıt. |
hökelağa |
: |
Büyüklük taslayan, ukala. |
hökela: |
: |
Ukala, kendini beğenmiş. “Hökelânın teki n’olacak işte.” |
hökelek |
: |
1. Büyüklük, çalım, kurum, gösteriş. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Çobanların kullandıkları ucu topuzlu değnek, sopa. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
hökelekli |
: |
1. Çalımlı, gösterişli. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Boyu posu yerinde olan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hökelenmek |
: |
Kızmak, öfkelenmek. |
höketçeli kağnısı |
: |
Gıcırtısı çok uzaklardan duyulurmuş. |
hökletmek |
: |
Nefes nefese kalacak kadar koşturmak. “İriden beyim iriden Atın hökletir gorudan Yavaş yörüt Ergen Hamdi’m At gabarıyor geriden” (Nakleden: Fadime Üzümcü, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
höküç |
: |
Değnek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
höküm |
: |
Hüküm, karar. |
hökümat |
: |
Müdür. “Kaptan Emmi deyince; fırınının önündeuzun beyaz ve sigara dumanından sararmış sakalı ve otoriter duruşu ile valla tam hökümat gimi otururdu.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
Hökümet |
: |
1. Andırın. 2. Hükümet, devlet. “Yoncalığın boz dumanı Hökümet vermez amanı Ben Omar’a düğün gurdum Ot biçimi, orak zamanı” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
höl |
: |
(Çamaşır, toprak vb. şeyler için) Yaş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
höl etmek |
: |
Harman yeri ya da güreş alanı için toprağı temizleyip düzeltmek. |
hölbeli |
: |
Geniş ağızlı (fincan) “Hölbeli fincanlarla kahveler geldi.Halı yastıklara iyice yaslanan ağalar, beyler hafiften kımıldandı. Kahvelerini alıp höpürdetmeye başladılar.” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
hölbüroğlu |
: |
Kuru kabadayı. “Onun gert gert gezdiğine aldanmayasın. Hölbüroğlunun daniskası O.” |
höle |
: |
Şöyle, böyle. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Höle böle demeye kalmadan bir cayırtı goptu ki ortalığı feryadı fuan gapladı.” |
hölerak |
: |
Şöyle, öylece, şu biçimde. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
höllemek |
: |
Altını kirleten bebekleri, üzerine yumuşak ve elenmiş toprak koyarak bezle sarmak. |
höllen |
: |
Salıncak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
höllük |
: |
Eskiden bebeklerin altına konulan toprak. |
höllük topra: |
: |
Kundak bebeklerinin altına bez yerine kullanılan toprak. |
hölüdme |
: |
Sabun kullanmadan çamaşırı ilk yıkama. |
hölümek |
: |
1. Tam yoğurmamak, yarım yoğurmak “Çiğit hölümek: Pamuğu ekerken pamuk tohumunu su ve sığırmayası ile karıştırmak. Pamuk tohumu eskiden hölünür öyle ekilirdi.” 2. Islatmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm.) 3. Suyla ıslatılmış pamuk tohumunu toprağa sürtüp ufalayarak ekilecek duruma getirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 4. Herhangi bir şeyi suyla karıştırmak, ıslatmak. “Yer Andırın ilçesi Büveme Köyü. Haydar hastadır. Andırın’a gitmek için Büveme’ye iner. Mehmet Kara’nın evinde bir gece kalıp sabah Andırın’a gidecektir. O gece ölür. Ertesi gün savcının gelmesi biraz gecikince cenazeyi erkenden kaldıramazlar. Havada bozuktur. Her an yağmur tutacak gibi. Neyse işlemler biter cenazeyi kaldırmaya karar verirler. Yıkamak için su ısıtıp hazırlıklar yapılırken Ücosman (Osman Kara) evinin balkonundan bağırır. “Yağmur geliyor çabuk olun hölüverin de atın hölüverin de atın!” (Fıkra gibiyaşanmış bir olay) |
hömbelez |
: |
Makigillerden bir tür yabani meyve ağacı, hambalis. |
hömürmek |
: |
Yeyip tüketmek, silip süpürmek. |
hömürtlek |
: |
1. Kulaktaki küpe deliği yeri. 2. Gırtlak, yemek borusu, boğaz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
höñgülǖç |
: |
Salıncak. |
höngür höngür |
: |
Hüngür hüngür. |
hönk |
: |
Zengin. |
hönker |
: |
Hünkâr. |
hönkermek |
: |
Seslenmek. |
hö:kürmek |
: |
Yüksek sesle ağlamak. |
höpcük |
: |
Çıkıntı. |
hö:rmek |
: |
Höykürerek ağlamak, acı acı bağırmak. |
hö:rtlek |
: |
Boğazdaki imik. |
hör |
: |
Ham ve kalın pamuk ipliği. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hör iplik |
: |
Pamuk ipliği. |
hörç |
: |
1. Piramit biçimindeki toprak ya da aş yığını. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Kayanın ya da tepenin yüksek yeri. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
höreke |
: |
1. Ağaç ya da sactan yapılmış su kovası. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Pamuk ve yün eğirmekte kullanılan iğ. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hörelenmek |
: |
Üstüne çullanmak. |
hörf |
: |
Korku, ürperti. |
hörflenmek |
: |
İçini korku ve ürperti kaplamak. |
hörflü |
: |
Korkulu, güçlü, dayanıklı. |
hörfsüz |
: |
Korkusuz. |
hörgüç |
: |
Devenin sırtındaki tümsek. |
hörmet |
: |
Saygı. “Kederlenme deli gönül Yiğide hörmetler olur Namlı namlı kar istersen O da Çiçek Dağınd’olur” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, II. Baskı, 1984) |
hörmetine börtmek |
: |
Şımarmak, gördüğü saygıyı hazmedememek. |
hörpüldetmek |
: |
Ses çıkararak içmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hörrük |
: |
Patavatsız, ileri geri konuşan kimse. “Öğünme hörrük, seni de görrük.” (Boşuna övünme sen de yapamazsın anlamında bir Andırın deyimi.) |
hörselemek |
: |
Yıpratacak şekilde sarsmak. |
hörselenmiş |
: |
Buruşmuş, kırışmış. |
hörtlek |
: |
1. Boğazdaki imik. 2. Hortlak , yabani insan içine çıkmayan anlamına da söylenir. |
hörtlemez |
: |
Çocuk, delikanlı. |
hörtücek |
: |
Bilinmeyen, iyileşmeyen bir yara. |
hörtük |
: |
1. Korku, kuruntu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. “Veba”, “gavur”, “domuz”, “mendebur” gibi bir sövgü sözcüğü. Argo bir kargış, işe yaramaz. “Hele koca hörtüğe hele.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 3. Sevimsiz, işe yaramaz. |
hörtük çık(ar)mak |
: |
Bilinmeyen, iyileşmeyen yara çık(ar)mak. |
hörtük çıkmayasıca |
: |
Bir tür inleme. |
hörtük(ler) dutmak |
: |
iyileşmeyen bir derde tutulmak. |
hörtüklerden gitmek |
: |
“Gebermek” anlamında bir kargış. “Beni duymuyor musunuz hörtüklerden gidesiler, açın kapıyı!” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
hörü |
: |
Huri, cennet kızı. Ala gözlerini sevdiğim dilber Ben güzel görmedim senden ziyâde Bilmem hörü misin gökten mi indin Bu gün güzelliğin dünden ziyâde Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.403 |
hörüldek |
: |
Horuldak, şelale. |
hörülemek |
: |
1. Erkek çocuğun büyüdükçe sesinin kalınlaşmaya başlaması. 2. Ergen olmak. Heye onuŋ ġızı da hörülemiş. |
Hössün |
: |
Hüseyin. “Ne bir gün hasta ne bir gün sayrı (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
höst |
: |
Binek hayvanlarını durdurmak için denir. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) “Höst demegden dilim damâm gurudu.” |
Hösü:n |
: |
Hüseyin. “Aşık Hösü:n söze ganmaz Bülbül de boş dala gonmaz Varın söylen Hacca gıza Guşluk oldu da uyanmaz” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kına Gecesi Ölen Hacca Kız’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürside Karpuz - Döndü Parmaksız) |
Hösüyün |
: |
Hüseyin. “Seherin göçü de şafakdan çekil Gayarcık’dan çık da Geben’e dökül Alnının üsdünde menekşe kekil Alvardı Hösüyün, hasımın varıyor” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
höşmer |
: |
Ayranla yapılan bir hamur yemeği. |
|
: |
Bir çorba adı. |
höşmerim |
: |
1. Peynirle yapılan bir tatlı. 2. Süt çürütülerek yapılan tatlı bir yemek. Kocadım ihtiyar oldum kardaşlar Halıma rahmedin bakın yoldaşlar Döküldü ağzımda kalmadı dişler Yağlıca höşmerim koymak isterim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.502 |
höşşik |
: |
Ara bozan, uygunsuz hareketler yapan. |
höşşükçülük |
: |
Yalakalık. |
höşşükçülük yapmak |
: |
Yalakalık yapmak, kendi çıkarı olmamasına rağmen birisine yağcılık etmek |
höşük |
: |
Kitre. |
höşür (dere) |
: |
Susuz ve taşlı (dere). |
höşürük |
: |
Taş yapılı binalarda kullanılan toprak ve saman karışımı harç. |
hötüm |
: |
1. Tamamen. 2. Sakat, iş göremez, kötürüm. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
höykürmek |
: |
1. Tarikat erbabı kendinden geçerek tuhaf sesler çıkarmak. 2. Bağırmak ya da bağırarak ağlamak. |
höykürtü |
: |
Bağırış ya da bağırarak ağlama sesi. |
höyle |
: |
Şöyle, böyle, bunun gibi. |
höyük |
: |
1. Ayakta durmak. 2. Toprak yığını, tepe, tepecik. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.). |
hu |
: |
Şu, bu. |
hu: |
: |
1. Kırlarda yapılan davar ağılı, bağ evi. 2. Duvarları kerpiçten ve genelliklede toprak sıvalı çit çatısı mertek, sık döşenmiş kamış ve daha üstüne de saz döşeli olan, bir yanda bir oda, bir yanda mutfak, ortasındada giriş bulunan köy evi, bağevi. “Yüzüngüğü şıvga hûlar Gardaş’ölen böyle ağlar İçeri gelin getirdik Pembe bacın başın bağlar” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
hûb |
: |
1. Güzellik. “Hûbluğuna yok bahane Gözlerin benzer şahana Menendin gelmez cihana Güzel bilir alem seni” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) 2. Hoş. Der ki Karac’oğlan n'eyledim size Çifte benler hûb yaraşmış mâh yüze Dedim dilber ben de yoldaşım size Dedi yiğit bizle del'olan gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.588 3. Güzel (kız, kadın), sevgili. “Bir kız ile bir gelinin bahsi var İkisinin cüdâ düşmüş arası Kadir Mevlâ’m hûb yaratmış anları Hilal hilal kaşlarının arası” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 428 |
hubban |
: |
Kuş tuzağı. |
hubbuğun okutmak |
: |
Oynatmak, uğraştırmak. “Hubbuğun okuttu namıssız var ya.” |
hubbu:nu gubbu:nu okutmak |
: |
1. Oynatmak, uğraştırmak. 2. En ince ayrıntısına kadar öğrenmeye çalışmak. |
hûbca |
: |
Güzelce. “Ne sarp yerde avladılar yolumu Aman ver hey güzel Allah aman ver Kastettiler hûbca canım almağa Aman ver hey güzel Allah iman ver” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
hûbların şahı |
: |
Güzeller güzeli. “Sana derim sana hûbların şâhı Soyunup koynuna girmedim mi ben Koynunda açılan domurcuk gülün Senin iznin ile dermedim mi ben” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
hûbluk |
: |
Güzellik. “Devrandır bu haldan hala Sanma hûbluk bâkî kala Efendim bir zaman ola Sözüme gelesin kalan” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 521 |
hucup oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. HUCUP Gece ya da gündüz içeride oynanan bir oyundur. Oyun 7-8 çocuk arasında oynanır. Oyunun malzemesi kibrit kutusudur. Dolu bir kibrit kutusunun yüzeyleri isimlendirilerek oyuna hazırlanır. Bu oyunda da ucu düğümlü peşkir vardır. Kibrit kutusunun ezvalı yanlarından birinin kenarı yırtılır. Bu işaretli tarafa “hucup” denir. Diğerezvalı yanı da “bey”dir. Yazılı ve geniş olan yanı “hırsız”, diğer arka yüzü “çiftçi”dir. Yüksek kenarlar ise “tepe” olarak adlandırılır. Bu şekilde düzenlenen kibrit kutusu, halka seklinde dizilen oyuncuların ortasındaki oyun alanına konulur. Oyunculardan biri, ucu düğümlü peşkiri eline alarak “hucup” olur. “bey” olmadığı için hucup’un bir yetkisi yoktur. Hucup olan oyuncu, kibriti dar cephe yönünden ortaya yuvarlar. Kibrit birkaç yuvarlanmadan sonra durur. Kibritin durusuna göre oyun sekil alır. Çiftçi gelirse es geçilir, sağdaki oyuncu yuvarlar. Tepe durur bir sonraki oyuncu yuvarlar. Bey durduğunda artık oyunun bir “bey”i vardır. Kibriti bey ve hucup dışındakiler yuvarlar. Tekrar bey ya da hucup gelirse her ikisi de el değiştirir. Oyun oynanırken hırsız durursa mahkeme başlar. Hucup, bey’e dönüp sorar: - Köye bir hırsız gelmiş. Bey: - Sor bakalım neciye gelmiş? Hucup dönüp hırsıza sorar: - Köye neciye geldin? Hırsız: - Senin ceketini çalmaya geldim. Hucup, Bey’e döner ve der ki: - Benim ceketimi çalmaya gelmiş. Bey: - Öyleyse ona bir ceza verelim. Beş yağlı, beş yavan… Hucup, elini açan hırsıza beş yağlı, beş yavan tokat vurur ve oyun yeniden başlar. (Aslı Ağcalar, Silifke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üni., S.B.E.,TDE., ABD, Mersin, 2009, s. 227-228) |
Huda |
: |
Allah. Ben yârim isterim Bârî Hudâ'mdan Kanlı yaşlar akıtırım didemden Asla bir hacatım yoktur yârimden O da bencileyin kuldur Yaradan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.517 |
huğ |
: |
1.Ot, saman gibi hayvan yiyeceklerinin koyulduğu çoğunlukla tahtadan, yer yer de ağaç dallarından ki buna çit denir, yapılı üstü ve kenarları kapalı yapıt. 2. Duvarları kerpiçten ve genelliklede toprak sıvalı çit çatısı mertek, sık döşenmiş kamış ve daha üstüne de saz döşeli olan, bir yanda bir oda, bir yanda mutfak, ortasındada giriş bulunan köy evi, bağevi. “Ulusu’yun yan’adalı Birçala gezdim edalı Çarşambıya göçek gardaş Böyük huğun yan’odalı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
hulgu daralmak |
: |
İçi sıkılmak. |
hulk |
: |
1. Ruh. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Ahlak, tabiat. |
hulkum |
: |
Boğaz. |
hult olmak |
: |
Yorgun düşmek, kolun kanadın kırılması. “Sırtımızda yirmi kilo sırt çantamızla otuz kilometre cebri yörüyüş yaptık ya hult olduk hult.” |
huma kertiş |
: |
Kertelenin büyüğü. |
humar |
: |
1. Mahmur. “Yavrum çıkmış yucasına yuvalar İnmiş düz ovaya şahan kovalar Değmeyin sunama beyler ağalar Humar humar bakar gözleri sarhoş” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) 2. İçkiden sonra gelen baş ağrısı ve sersemlik. “Yörü bire yalan dünya Senden murad alınır mı Pek dolukmuş humar gözler Buna çare bulunur mu” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 640 3. Kumar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
humar gözlü |
: |
İri ve güzel gözlü kadın, mahmur gözlü kimse. “Yörü bire yalan dünya Senden murad alınır mı Pek dolukmuş humar gözler Buna çare bulunur mu” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
humar humar bakmak |
: |
Baygın baygın bakmak. “Yavrum çıkmış yücesine yuvalar İnmiş düz ovaya şahan kovalar Değmeyin sunama beğler ağalar Humar humar bakar gözleri sarhoş” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
humarcı |
: |
Kumarcı. “Benim babamın babası da humarci:miş. Benim babam demiş ki, ya anamı boşiecegsin, ya humarı tergiecegsin, demiş.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
humarlanmak |
: |
Süzülmüş, baygın gözlerle bakmak. Her nerede görsem karşıma çıkan Aklı baştan alıp evimi yıkan Yıkıp kirpiklerin bir hoşça bakan Humarlanmış ala gözler süzgündür Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.609 |
humarlanmış |
: |
Gözün sarhoşluk sonucu sersemce bakması, süzülmüş, sersemlemiş. “Her nerede görsem karşıma çıkan Aklı baştan alıp evimi yıkan Yıkıp kirpiklerin bir hoşça bakan Humarlanmış ala gözler süzgündür” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
humsuz |
: |
Obur kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
humus |
: |
1. Beyaz leblebi. 2. Bitkilerin çürümesiyle meydana gelen koyu renkte organik toprak. |
humzetmek |
: |
Saldırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hun |
: |
Ottan, çalı-çırpıdan yapılan kulübe. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr..) |
huna |
: |
Şuna. |
hunda |
: |
Şunda. |
hundan |
: |
Şundan. |
huneci |
: |
Bu ne? Bu da nesi? |
Hunu |
: |
1. Şunu. 2. Afşin’de bir belde. “Bire Memicioğlu’m unutma bunu Lorşun benim derdin hanı ya Hunu Unuttun mu guzum geçen günleri Yalman kalpak geyer idi beyleri” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, II. Baskı, 1984) |
hunuŋ |
: |
Şunun. |
huŋür huŋür |
: |
(Ağlamak için) Hıçkıra hıçkıra. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hur |
: |
Pamuk ipliği. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hura |
: |
Şuraya, buraya, oraya. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hura höyle |
: |
Şuraya doğru. |
huraba |
: |
Harabe. |
hurç |
: |
1. Çıkın, çeşitli öteberinin konduğu küçük torba, para kesesi. 2. Meşinden yapılmış büyük heybe. |
hurd olmak |
: |
Ezilmek, harap olmak, hırpalanmak, incinmek. “Geyik diye sıkdıcağım gurd oldu Kırıldı parmaklarım da hurd oldu Bu da anama atama derd oldu Gedin gardaş gedin galdım gayada” (Ummahanı Ali Temiz) |
hurdahaş |
: |
Paramparça. |
hurma |
: |
Sıcak iklimlerde yetişen bir meyve. Deniz kenarında biten hurmalar Siyah yüzüm mâh yüzüne burmalar Gök yüzünde katarlanmış turnalar Onlar da çığrışır baz gele deyi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.465 |
hurram |
: |
Sevinçli. |
hurrupçu |
: |
Sona kalan, hiçbir pay alamayan. |
hurt etmek |
: |
Çürümek. |
hurtun çıkması |
: |
Çok yorulmak. |
hurya |
: |
Oraya, şuraya. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hus olmak |
: |
Susmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
husumet |
: |
Kin, hasımlık, düşmanlık. |
huvan |
: |
1. Figan, felaket. 2. Dert, sorun. “Gız Fadime sana diyom Sal babayın suvanını Hele gelsin de Sevim Bize açtı huvanını” (Kaynak: Teslime Altınoluk, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
huvarda |
: |
Hovarda. “İtim itlerin tazesi Yanıyor Gars’ın gazası Halakanın huvardası Filiğe benzerdi itim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
huy |
: |
Davranış biçimi, alışkanlıkların toplamı. “Boyuma göre boy buldum da huyuma göre huy bulamadım.” (Andırın Atasözü) |
huyhus |
: |
Bir kimsenin yaradılışı, tutum ve davranışı. “Şu bizim muhtar, şu Hıdır Kahyanın oğlu gibi bir iblisi lain bu yeryüzüne gelmiş değildir. Hepiniz huyunu suyunu bilirsiniz. Türlü deliğe, türlü türlü boyalara girer çıkar.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) “Boya posa bakma huya husa bak.” (Andırın Atasözü) |
huylanmak |
: |
Kızmak, sinirlenmek, şüphelenmek, işgillenip tedirgin olmak. “Ne biliyim ben… Bana bir şey demedi heç…. Halından huylandıydım zaten…” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
huylatmak |
: |
Kızdırmak, sinirlendirmek, huyunu değiştirmek. “Karac’oğlan der ben toylatamadım Arab ata binip boylatamadım Küstürdüm dilberi huylatamadım Dilberi küstüren diller perişan” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 525 |
huylu |
: |
Sinirli, kötü huylu kimse. “Ayvaz’ı yolladım tele Ali’yi yolladım güle Huylu oğlum Kenan ile Yavuz’um gitti gelmedi” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Yavuz’un Ağıdı, Derleyen: Ferhat Kuzu, Kaynak Kişi: Gülseren-Nuri İlhan) |
huysukmak |
: |
Ürkmek, huylanmak, tehlikeden haberdar olmak. |
huyu kurusun |
: |
Kötü huylular için bir kargış sözü. “Huyu kurumıyasıca.” |
huyunu huyunu oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. HUYUNU HUYUNU Bu oyun sulu bir oyundur. Oyun dışarıda ve gündüz oynanır. 4-5 çocuk birleşipoyunu bilmeyen bir çocuğu ıslatmak için aralarında anlaşırlar. Biri, işaretle ekip başı olur. Ekip başı: - “Helini helini… Tut babanın elini” der. Hemen iki çocuk oyunu bilmeyen çocuğun ellerini tutar. - “Hıçını hıçını… Tut babanın kı..nı” der. Diğer çocuklar elleri tutulan çocuğun ayaklarını da tutarlar. Ekip bası önceden hazırlanan bir tas suyu eline alır, ayaklarından tutulan çocuk baş aşağı çevrilir ve paçasından aşağı su dökülür. Ekip başı suyu dökerken de “Huyunu huyunu… Dök babanın suyunu” der. (Aslı Ağcalar, Silifke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üni., S.B.E.,TDE., ABD, Mersin, 2009, s. 230) |
huzulu |
: |
Fuzuli. |
huzulu masraf |
: |
Gereksiz yapılan harcama. |
huzur |
: |
Ön, bir kimsenin ön tarafı. Ben yârimin ellerine Varsam gerek ahdim vardır El kavşurup huzurunda Dursam gerek ahdim vardır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.600 |
huzuru mahşer |
: |
Ölülerin dirilip toplanacağı gün. Dirilirler dirilirler gelirler Huzur-ı mahşerde dîvân dururlar Haramî var deyi korku verirler Benim ipek yüklü kervanım mı var Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.581 |
huzurüne |
: |
Huzuruna. “Birisi demiş ki: ben duydum. Beslemenin birisi Muzâtın şu şöyle olacak mı deyi sordu, ismi Muzudur. Elboğlu orada aldı bahak ne avrada ne dedi? Sürdüler Maraş’a Miroğlunun hânesine endiler. Miroğlu geldi. Ohoğ dosdum hoş geldiz, safa geldiz dedikden soğna âşam oldu. Yi:p işdikden soğna buyur dosdum Elboğlu kör paşanın huzurüne gedecek fağat şu şartnan ben ve sen selam verdiğimiz sırada, meylis ayâ, yekinir, ben nereye varırsam sen de benim yanımı tergime. Soğna meylis oturursa bapıçlıķda galırsın diyerek arhadaşlariynen barabar, meylis ayâ kâkdı.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
hübeb olmak |
: |
Yakıştırma söz. |
hüblemek |
: |
İçmek. “Tasın dibindê ayranı başına dik de hübleyiver.” |
hübük |
: |
1. Uç. 2. Kenar. |
hüccet |
: |
Senet,belge, resmi belge. “Kısmatın var ise gelir Yemen’den Kısmatın yoğ ise ne gelir elden Hüccetim kadıdan beratım senden Hiç yazılan yazı karalanır mı” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 425 |
hüd |
: |
Hep. |
Hüda |
: |
Allah. |
hüddam |
: |
Bakımcılara yardım eden cinler. |
hüddüg, hüddüğ |
: |
Islık. |
hüdüd, hüdüt |
: |
Hudut, sınır. |
hüdüllü |
: |
İbibik. |
hüğme |
: |
Kaba ölçme, buğdayı teneke ile ölçerken silme değil de başlı ölçme. |
hüğmek |
: |
Alacağından fazla tepeleme doldurmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
hükmetmek |
: |
Hakim olmak, egemenliği altına almak. Kaşların benziyor yavru marala Gözlerin hükmeder yedi krala Seher vakti olup boynun ırgala Dokansın tellere yel yavaş yavaş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.631 |
hükümetelli |
: |
(Devletelli) Hükümet, devlet adamı. |
hüla:sa |
: |
Özet olarak. |
hülasa: kelam |
: |
Kısacası. |
hülbe |
: |
1. Sanatkârların kullandığı küçük malzeme sandığı. 2. Ocakların bad denilen yan duvarlarının iç kısmına açılan oyuk. |
hülbük |
: |
Çaydanlık ya da irbiğin su akan bölümü. |
hülhülü |
: |
Boş yere, boşuna. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hülla |
: |
Rüya, hayal. |
hüllenmek |
: |
1. Abanmak. 2. Sallanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hüller |
: |
Salıncak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hülü |
: |
Tarlayı sulama kolaylığı için bölünen sebze parsellerinden her biri. |
hülülüden |
: |
Karşılığında bir şey ödemeden. |
hülülü |
: |
Nefes borusu. |
hülümek |
: |
Islatmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm..) |
hüm etmek |
: |
Atılmak, saldırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hüma: |
: |
Tüyleri yeşil renkliolan, yükseklerde uçan alıcı bir kuş. “Karac’oğlan eydür adı belliyem Hümâ kuşu gibi yeşil donluyam Güzeller içinde ince belliyem Ara da bir yavru bul dedi bana” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 391 |
hüma: bakışlı |
: |
Hümâ kuşu gibi bakan. “Entari geyinmiş firengi rengi Yanaklar kırmızı elmas irengi Saçları topukla ediyor cengi Bir huma bakışlı on dört yaşlının” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 538 |
hüma: göz |
: |
Hümâ kuşunun gözüne benzeyen göz. “Ağam kaşların karadır Hümâ gözlerin aladır Güzellik başa beladır Ala gözler n’ister benden” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 530 |
hümbek |
: |
Höyük. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hümürtlek |
: |
İlkbaharda ağaçların verdiği sürgünler. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hümzünmek |
: |
Yeltenmek. |
hüner |
: |
Beceriklik, marifet. Garib bülbül gibi dala konarım Ağlamaktan gayrı yoktur hünerim Şirin'im gitti oduna yanarım Kimseye bakmaya kadir değilim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.498 |
hünkâr |
: |
Padişah, hükümdar, üst yönetici. Birini benzettim bahça gülüne Birini benzettim selvi dalına Dividin kalemin almış eline Hünkâra arzuhal yazar ikisi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.464 |
hürem pürem |
: |
Parça parça. |
hüren |
: |
Anadan doğma çıplak. |
hürlemek |
: |
Üzerine yürümek. |
hürrem |
: |
Sevinçli. |
hürrüp |
: |
Bir yudum. |
hürrüplemek |
: |
Bir yudumda içmek, dudağını şapırdatarak içmek. “Hürrüplüyever çayını. Geç kalıyok. Hava garanışmaya başladı” |
hürtmek |
: |
Küçük boylu sebzelerin tohumlanmaya başlaması. |
hürü |
: |
Huri, Huriye. |
hüs |
: |
Sus. |
hüsmek |
: |
Susmak, ses çıkarmamak. |
hüsdürmek |
: |
Susturmak. |
hüsele |
: |
Sus hele. “Hüsün hele.” |
hüse:ri, hüshe:ri |
: |
Susar mısın, lütfen sus. “Hüsêri.” |
hüsgüt |
: |
Sakin, sessiz, sedasız, konuşmaksızın. “Maraş’tan beride Devrent Dağları Hoş açılır Çibekir’in bağları Yavru şahan besler Kilis Beğleri Geçer iken hüsgüt olsun diliniz” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
hüsgüt etmek |
: |
Konuşmasına, ağlamasına, anlatmasına izin vermeyerek, susturmak. |
Hüsi:n |
: |
Hüseyin. |
hüsmek |
: |
Susmak. “Ulan keratalar hüsmessâz çükü:zü keserim vallaha, aha bıçak cebimde.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
hüsn |
: |
Güzellik. Karac’oğlan dost bağına girmedim El uzatıp gonca gülün dermedim Çok gördüm de senin gibi görmedim Bulmadım hüsnüne mahana dilber Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.586
Fikirli fikirli anar yâr beni Gayet sever ama dilden kor beni Hüsnü güzel ama aslı Ermeni Ak ellere elvan kına yakılmış Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.632 |
hüssene |
: |
Sussana. |
hüsülenmek |
: |
Ağlar durumda olmak, ağlar taklidi yapmak. |
hüsülü |
: |
Elinden bir şey gelmez şekilde, çaresiz, sevimsiz bir görüntü oluşturan kişi. |
Hüsün |
: |
Hüseyin. “Hüsün la gayri, sinileyen sinek uyhuya yatdı; siz daha gevezelik ediyorsûz yav!. Bak, sôna bir daha sizi damda yatırmam ha:…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
hüsür |
: |
1. Pamuğun kötü kısmı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. İyisi alınmış keçi kılı ya da koyun yününün geriye kalmış kötü tarafı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hüsüre |
: |
Yünlerin ufak tefek tüyleri, işe yaramayan kıllar, dokumacılıkta kullanılan pamuğa katarlar. |
hüttük |
: |
1. Islık. 2. Geceleri ormanda öten bir çeşit kuş. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
hü:g |
: |
Höyük. |
hüykürmek |
: |
Heyecanlı heyecanlı ve bağırarak konuşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
hüyük |
: |
1. Islık. 2. Toprak yığını, küçük tepe, toprak tepe, höyük. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm. İç.) “İyi at nasıl olur? Ata önden baktın mı geyik gibi olmalı Yandan baktın mı kayık gibi olmalı Arkadan baktın mı Hüyük gibi olmalı Duruşu şimşir gibi, sağnanışı eleğimsağma gibi, yumuluşu kirpi gibi olmalı. Önden geleni kapmalı, arkadan geleni tepmeli. At öyle olmalı ki; binicisi öne devrilse, at kafasını yastık misali göğsüne yaslamalı, arkaya devrilse at kuyruğunu yastık misali sırtına dayamalı…” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
hüyyük |
: |
Islık. |
hüzne |
: |
Huzme, çingene kadınlarının burun kanatlarına taktıkları halka, küpe. |
hüzüre |
: |
Yüksek boylu, iri. |