KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
uban |
: |
Kara çalı, diken. “Ataş yanmayınca tütün mü tüter Ak göğsün üstünde uban mı biter Vaktı gelmeyince bülbül mü öter Öter gider yaylasına bir gelin” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
ubbu:n dubbu:n okutmak |
: |
Çok sıkıntı çektirmek. |
uc |
: |
Son. |
ucalmak |
: |
Yücelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
ucca |
: |
Yavaş, usulca. “Yol üstünde bir yuvam var Ucca var parladırsınız Oğlum gızım gurbet elde Duyurman ağladırsınız” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Battal’ın Ağıtı, Derleyen: Mustafa Karaman, Kaynak Kişi: Türkmen ve Şerife Kalem) |
uccali:m |
: |
Yavaşça, yavaşçacık. “Dün deşirdi avrad bunu uccali:m.” |
ucdan ala |
: |
Beriden öte. |
ucumuluk |
: |
Obur. |
ucun ucun |
: |
1. Parça parça, taksit taksit, azar azar. 2. Kıyıdan, uçtan uçtan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ucundan |
: |
Sebebinden, yüzünden, nedeniyle. Karac’oğlan der içinden Yiğide ölüm geçinden Vefasız dilber ucundan Âşık ah eder iniler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.590 |
uç vermek |
: |
Yaraların ucu çıkmak, bir şeyin ucu görünmek. |
uça:nan |
: |
Uçak ile. |
uçalga |
: |
En yüksek yer. |
uçcacık |
: |
Usulcacık yavaşçacık. |
uçça |
: |
Uzca, yavaşça. “Koca Afan’ın deresi Ne çok çekiyor arası Labıtını uçça kaldır Emmioğlu kör olası” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
uççacık |
: |
Usulcacık, yavaşçacık. “Kara löke salın’ vurdum Sallandım yanına durdum Uççacık tenbih eyledim Dölek bas da indir diye” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
uçgur |
: |
Uçkur. “Uçgur satarıdı. Gardaşı vardıdı, galede. Elinde uçgur.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
uçin |
: |
İçin. |
uçkur |
: |
Şalvarı belde sıkı tutmaya yarayan ve lastik, fitil vb. şeylerden yapılan ve kullanılan bağcık. “Bir mücerret muska gördüm Anın adı simi zer Her kime kim uzatırsa Uçkurun kendi çözer” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001)
“G.t kısmetten çıkarsa uçkur dört yerinden kırılır.”
İbrişim kuşak kuşanır Saçağı yere döşenir Uçkur çözmeye üşenir Çöz efendim deyip durur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.626 Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
uçkur bağı |
: |
Eski biçim şalvar ve iç donunu bele bağlamak ya da torba, kese ağzını büzmek için bunlara geçirilen bağ. “Eskiden uçkur bağı lamba fitilinden olurdu.” |
uçlanmak |
: |
Yararlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
uçluklamak |
: |
İğneye iplik geçirmek. |
uçmak |
: |
1. (Bu sözcük) Ölmek anlamında da kullanılır. “Ben emmimden oğrun gaçdım Gelirken çalıya düşdüm Ben Memmed’ime ağlarken Hacı sen de mi uçdun?” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Cennet. Bu sözcüğe genellikle Yunus Emre’nin ilahilerinde tesadüf etmekteyiz ama bölgemizde de kullanılmaktadır. “Karac’oğlan der ki doğru yörürler Tamuya girmez uçmağa girerler El kavuşturup Hakk’a karşı dururlar Kullar beni sevdiğime ulaştır” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
uçmaklık |
: |
Cennetmekanlık, cennetlik. “İlettiler kıl köprüden geçmeğe Gayrı yolum yoktur dönüp kaçmağa Uçmaklık olanlar gitti uçmağa Günahkâr olanlar yansa gerektir” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
uçtan ala |
: |
Bir uçtan ötekine kadar, arada hiçbir şeyi ayırmadan. |
uçta yatıp ortada bulunmak |
: |
Emeği geçmediği halde pay almak. |
uçtuuçtu oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. UÇTUUÇTU Bu oyun gündüz ve içeride oynanır. Orada bulunan tüm çocuklar bu oyuna katılabilirler. Halka seklinde oturan çocuklara ebe yol gösterir. Ebenin elinde bir peşkir vardır. Peşkirin ucu düğümlenmiştir. Ebe ortaya salladığı peşkirle “Uçtuuçtu kaz uçtu” diyerek oyunu başlatır. Bu bir aldatmaca oyunudur. Ebe elindeki düğümlü peşkiri sallayarak, bir cismin adını söyler ve elini havaya kaldırır. Oyuncular da söylenen cisminözelliğine göre el kaldırırlar. Eğer kaldırmayan olursa cezalandırılır ve dayak yer. Ebe, çocuklar ellerini kaldırsınlar diye önce “Uçtuuçtu kus uçtu… Kâğıt uçtu… Uçak uçtu…Kartal uçtu” gibi uçan şeyleri söyler. Çocuklar hemen el kaldırırlar. Ebe oyunu kıvama getirdikten sonra uçmayan bir şey söyler; “Uçtuuçtu tas uçtu” gibi. El kaldıran dikkatsiz çocuklar cezalı duruma düşer. Ebe, “Tas uçar mı?” der ve elindeki peşkirle el kaldıranların elinin içine vurur. (Aslı Ağcalar, Silifke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üni., S.B.E.,TDE., ABD, Mersin, 2009, s. 225-226) |
uçu |
: |
İçin. “Sizin uçu guzularım İssiz evleri bekledim mi? Avıdub bö:tmemişsin Boşa getdi emeklerim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İsmail Salan’In Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürü Salan) |
uçuk |
: |
Yıkık, göçük. “Uçuk damı yapıyollar Ataş alıb atıyollar Tez gel emmim oğlu tez gel Gelinini satıyollar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerde Ölen Halil Höbek”in Ağıdı, Kaynak Kişi: Halil Gök) |
uçun, uçuŋ |
: |
İçin. “Eliminen el eyledim Diziminen yol eyledim Senin uçun İnce Hacım Tatarlı’ya car eyledim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kız Kaçırdığı İçin Öldürülen İnce Hacı’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Şemsi Kodal) |
uçunmak |
: |
Korkmak, çekinmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
uçurtma oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. UÇURTMA Çocuklar grup halinde veya tek başına da oynayabilir. Açık alanda oynanan bir oyundur. Uçurtma genelde mahallede yapmasını bilen bir kişiye yaptırılır. Kargı veya kamıştan yapılır. Öncelikle 60-80 cm. uzunluğunda ve 1 cm. genişliğinde üç kargı hazırlanır. Uçlarına yarım santim içeriden bıçakla çentik açılır. Sonra üst üste konularak altıgen şekil yapılır ve ortalarından ip ile sıkıca bağlanır. Kargıların birinin uçuna açılan çentikten ip bağlanır ve diğer uçlardaki çentiklerden sıra ile gergince bağlanarak altıgenin çevresi dolandırılır. Uçurtmanın iskeleti ortaya çıkmıştır. Bu iskeletin çevresini kaplayacak şekilde şeker poşeti bulunur. İskelet bu şeker poşetinin üstüne konarak, poşetin dışarıda kalan kısımları içeri dürülerek yapıştırılır. Bu yapıştırma işlemi naylonun taşla kırçılması şeklinde yapılır. Altıgenin komşu iki ucuna, bir köşesi merkezde olacak şekilde üçgen şeklini alan bir ip bağlanır. Başka bir ipin bir ucu, arkadan merkeze bağlanıp, diğer ucu da açılan küçük bir delikten ön yüzüne geçirilip, köşe ile merkez uzaklığında diğer üçgen şeklindeki ipin tam ortasına bağlanır. Bunların ortasından da uçurtmayı havada tutacak uzun ip bağlanır. Alttaki iki uca bağlanan başka bir ipin ortasına da kuyruk olarak kullanılacak poşet parçaları bağlanır. Bu şekilde hazırlanan uçurtmanın ipini bir çocuk, kendisini de başka bir çocuk tutar ve 10-15 metre açılırlar ve ipi tutan çocuk koşmaya başlayınca diğeri uçurtmayı bırakır ve uçurtma havalanır. En yükseğe kimin uçurtması çıkarsa o uçurtma en iyi uçurtmadır. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 224-225) |
uçurum |
: |
Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. Sağ ayakla başlayarak 2 adım alınır ve çift düşülüpsağ ayak kaldırılır. Sonra sırasıyla sağ ve sol topuk öne vurulur. (Hatice Fatoş Derebent, Çağlayancerit Halk Kültürü, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi, Kahramanmaraş, Mayıs 2015. s. 109) |
ud |
: |
Haya, utanma, sıkılma, arlanma. |
udlu |
: |
Edepli, utangaç. |
udmak |
: |
Oyunda ya da kumarda yenmek “Evde demiş bir gızım var, ona ad demiş buna. Amma demiş, gızımı da udarsan bu memleketden gedemen demiş.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ufağrak |
: |
Küçük. |
ufak |
: |
Yufka ekmeğinin kırıntısı, küçük. |
ufalambaç |
: |
Süt, yoğurt ya da ayrana gevrek yufka doğranarak yapılan yiyecek. “Hiç bir şey bulamazsak yemek için evde. Hemen ufalambaç yapar yerdik. Ya da yufkanın arasına yeşil suvanı goyar sokum yapardık.” |
ufalanmak |
: |
Küçük parçalara ayrılmak. Ovalarda olur harman Yanakların derde derman Gönül dediğin değirmen Ufalanır irilenir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.611 |
ufarak |
: |
Küçükçe. |
uflak |
: |
Bir tür bıçak. |
ufra |
: |
Ekmek yaparken hamura kıvam veren elenmemiş kaba un, yufka ekmek açılırken üstüne serpilen un. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ugubet |
: |
Bela, hastalık, musibet, sıkıntı. |
uğrak |
: |
1. Sağra illeti. 2. Yol düşürmek. |
uğrak tutma |
: |
Sara nöbetinin gelmesi. “Uğrak tuttu.” |
uğraklı, u:raklı |
: |
Saralı. “Kardeşim Abdurrahman küçücükken köyde dedemgilde bir kış geçirdi. Yayla havasına alışkın olmadığından tifoya yakalandı ve oldukça uzun bir tedavi döneminden sonra hayata tutunmayı başardı amma velakin gel gör ki o hastalığının yüzünden olsa gerek uğraklı bir insan oldu.” |
uğralamak |
: |
Uğra serpmek, su serpmek. |
uğramak |
: |
Rast gelmek, yanına varmak. Gezer iken sürüsüne uğradım Durmuş sohbet eder beşi güzelin Belki dört cihanda misli bulunmaz Yüzü çifte benli başı güzelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.553 |
uğrasa |
: |
Dua okumak, büyü yapmak ya da bozmak. |
uğratmak |
: |
Göstermek, sunmak. “Gelin der ki kalk gidelim pazara Uğradalım usul boyu nazara Beş on türlü meyve gelir pazara Yetkini m’alırlar yoksa hamı mı” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
uğru |
: |
1. Ön, önce. “Hey ağ’lar her sürem ata binilmez Ata binince de uğru boş gerek Her güzele benim diye aldanma Kâhkül kıvrım kıvrım, eğri kaş gerek” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ., İstanbul, 1984)
“Evlerinin uğru arpa Kır at gelir kırpa kırpa Hacı Beyim can veriyor Kollarını çırpa çırpa” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) 2. Yanı. 3. Entarinin ön parçası. “Elif’in uğru nakışlı Yavru balaban bakışlı Yayla çiçeği kokuşlu Kokar Elif Elif diye” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
uğrun eşkere |
: |
Gerek gizli, gerekse de açık. |
uğrun uğrun, uğurun uğurun |
: |
Gizli gizli. Hüsne evlat verdim idi Çirkini kara koydum Uğurun uğurun konuştular Bana olduğunu bildim Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.167.
“Güzellikte kemâlini bulmuşsun Uğrun uğrun dosta selâm vermişsin Binbir çiçekten rengini almışsın Döndürmüşsün rengin güle sevdiğim” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
uğrunmak |
: |
Yüksek boylu otların ve özellikle ekinlerin rüzgârla âhenkli bir şekilde sallanması veya dalgalanması. |
uğundurmak |
: |
Ağlatarak kendinden geçirtip uzun bir süre sessiz soluksuz kalmasına neden olmak. “Bir çintik biticik yüzüme gülmez Uğundurur ama amanı bilmez Gıran giresice hasd’olup ölmez Teneşire yatıp süzülmüyor ki” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Şair: Karaozan Eshabil Karademir) |
uğunmak |
: |
1. Bir teker veya pervanenin dönerken gözükmez hale gelir gibi olması, süzülmesi. “Uğunurum uğunurum Daşlar alır döğünürüm Latif cahal Durmuş cahal İsmahal’e sığınırım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Karcı İs-mail (Kahveci)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) 2. Ağlarken kendinden geçip uzun bir süre sessiz soluksuz kalmak. “Dehşet bir devinimde hışım gibi dönüyori kolu uğunurcasına tokmağı sallıyor...” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
uğuntu |
: |
Uğunma işi. “Gülbahar sarayda bir sevgi uğuntusu gibi durmadan dönüyor, bir an olsun yerinde duramıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
uğur |
: |
1. Ön, karşı. 2. Elbisenin önü, özellikle üst tarafı. “Elif’in uğru nakışlı Yavru balaban bakışlı Yayla çiçeği kokuşlu Kokar Elif Elif deyi” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
uhluk |
: |
Bıçak. |
ukba |
: |
Ahiret, öbür dünya. |
ula:: |
: |
Bir hayret ifadesi. “Ulâa! Ne diyeceamı şaşırdım valla.” |
ulaglamak |
: |
Eklemek, bir şeye parça eklemek. “Hacca ve yüzünden guşu Ayaklıya uladırım Yekin tel kekilim yekin Seni özne donatırım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Genç Yaşta Hastalıktan Ölen Murtaza’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
ulak |
: |
1. Eklenmiş, eklenen. 2. İki veya daha fazla dağlarınbirbirlerine kavuştukları yerler. “Çatağın ulağında bekliyorum seni.” |
ulam |
: |
Ekli, bağlı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ulam ulam |
: |
1. Akın akın, birbiri ardına. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Birbirine eklenmiş durumda. “Ulam ulam olmuş yatar yazılar Ceran kovar gök boncuklu tazılar Başı hırızmalı cepkenli kızlar Hani yaylam der de arzular gider” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
ulama |
: |
1. Bağırsak şeridi, tenya. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Başa takılan ek saç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 3. Bezden dokunmuş yolluk. 4. Ufak bez parçalarını birbirine dikiş yoluyla ekleyerek kullanılır hale getirmeye ulama denir. 5. Üzerine, buday arpa türü tahılları sermeye yarayan torbalardan yapılmış sergi. |
ulamak |
: |
Yamamak, eklemek. |
ulan |
: |
Erkeklere bir hitap sözü. |
ulanmak |
: |
Eklenmek. |
ulaşmak |
: |
Varmak, gelmek. |
ulgalanmak |
: |
Açılmak, yayılmak. |
ulgum |
: |
Takip edilmesi gerekli yol. |
ulgun |
: |
Çürük. |
ulmak |
: |
1. Yapmak. 2. (Meyve, et, dokuma vb.) Yumuşayıp gevşemek, eskiyip parçalanmak, çürümek, ezilmek. Gara Dursun Gara Dursun Gara ciğerlerin ulsun Çifte oğlun birden ölsün Mehrimin sebebi sensin Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.165.
“İnşallah yılancıklar çıkarır da eti meti ular dökülür.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ulmuş |
: |
Çürümüş. |
ulu |
: |
Büyükler. ”Ulunuŋ sözünü dinnemiyen, uluyup galmış.” |
ulu yol |
: |
Ana yol, asfalt. |
uluk |
: |
1. Kokmuş, pasaklı, pis, münasebetsiz. “Bir almayı yedi sene sakladım Ular diye orun orun yokladım Neçe senin gibi yiğit hakladım Ver benim almamı ben gider oldum” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Murtaza’nın Ağıtı, Derleyen: Hasan Batmaz, Kaynak Kişi: Ayşe Şahin) 2. Ulmuş, çürümeye yüz tutmuş, ezik, çürük. 3. Miskin, tembel. “Bilirin ulu:, eğri götürür tulu:” (Ceyhan Atasözü) |
uluk delik |
: |
Meyve-sebzenin döküntüsü. |
uluorta |
: |
Açıkça, herkesin görebileceği, işitebileceği gibi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
umarcalık |
: |
Menfaat, çıkar. |
ummacı getmek |
: |
Birine yardımcı gitmek. İmece sözcüğünden geliyor. |
ummak |
: |
Ümit etmek, beklemek. |
umman |
: |
1. Deniz. Hey ağalar böyle m'olur Halı yârdan ayrılanın İner ummana dökülür Seli yârdan ayrılanın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.535 2. Ana rahmindeki bebeğin geçirdiği evrelerin sonrakilerini anlatan bir söz. Anamın karnında ben neler gördüm Yedi derya geçtim ummana daldım Dokuz aylık yoldan sefere geldim Bir kapısız hana indirdin beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.457 |
umsuluk |
: |
İstediğini alamamış, düş kırıklığına uğramak. |
umsuluk etmek |
: |
Umulan ve çok istenilen şeyi vermeyip bekletmek. “Melettin, umsuluk ettin bizi. Adından utan e mi?” |
umsuluk olmak |
: |
Düş kırıklığına uğramak, umduğunu bulamamak, umuda düşmek ama elde edememek. “Çocuklarımız elin eline bakmasın, böyle yalanmasın… Çocuklarımız umsuluk olacaklar, Uy allah.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
umsumuk |
: |
Cinsel isteğini gideremeyen kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
umsundurmak |
: |
1. Umutlandırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Umdurmak, imrendirmek. |
umsunuk |
: |
Elde edememiş, elde edememiş, umutlanmış da eline geçmemiş. |
umsunuk olmak |
: |
İstediğini alamamış, düş kırıklığına uğramak, umuda düşmek ama elde edememek. “Çocuklarımız elin eline bakmasın, böyle yalanmasın. Çocuklarımız umsunuk olacaklar, uy Allah.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
umucu |
: |
İstekte bulunan, yakarıcı, bir şey bekleyen, dilenci. (TDK Derleme Sözlüğünden.Mr. Ada.) “Şimdi varsam, diye düşündü Gülbahar, Mahmut Hanın ayağına düşsem, ben senin kızın değilim Mahmut Han, umucu geldim… desem.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
“Umucular geld’oturdu Davran Sar’aslanım davran Bin atına ılgar eyle Gezbel’den aşıyor kervan” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
umucu gelmek |
: |
Bir şey dilemeye gelmek, yapılacağını umarak dilemek. “Dizlerim üstünde sürünerek umucu geldim, Ahmedi bana bağışla hanlar hanı Mahmut Han… desem” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
“Evine umucu geldi Davran kul olduğum davran Çekdir gırın golanını Gezbelden aşıyor kevren” (Yaşar Kemal, Ağıtlar, Toros Yayınları, İstanbul 1993) |
umundurmak |
: |
Ummasına, arzulamasına sebep olmak. |
umunmak |
: |
Ummak, beklemek. |
umur |
: |
İş, marifet. |
umut üzmek |
: |
Umudu kesmek. “Al yeşil evimi bozdum (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
un yayması |
: |
Un çuvalı. |
u:nmak |
: |
Ağlarken zor solumak, hareketten kesilir gibi olmak, bayılmak. |
ungut |
: |
Sessiz. |
unnuk |
: |
Un için ayrılmış buğday. |
unnuk gar |
: |
İnce un gibi kar. |
upak |
: |
Heyelana elverişli arazi. “Yörükler arasında kullanılan bir coğrafi terimdir upak.” |
ur kekliği |
: |
Kaya kekliği. “Ur kekliğini ben yalnızca Kaçkar Dağları’nda yaşar bilirdim. Oysa ki Toros Dağları’nda da yaşamaktaymış. Ur kekliği; normal kınalı ve kanatlarında siyah çizgileri olan kekliklerden daha hızlı uçan, ondan daha iri (neredeyse hindi büyüklüğünde) ve de yalçın kayalarda yaşayan, çok daha değişik öten bir keklik türüdür.” |
urasa |
: |
1. Evde yapılan em, iyileştirme yöntemi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Eski Türk inanışlarından bugüne intikal eden inanışların genel adı (kurşun dökmek,üzerlik yakmak vb.) 3. Bir hastalığa karşı okuma üfleme, afsunlama, gelenek-görenek. “Yılancı Hacı Macid’e urasalan da gel.” |
u:raşmak |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; uğraşmak. |
u:ratmak |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; uğratmak. |
urba |
: |
Elbise, giysi. |
urd |
: |
Kuru otların veya çalıların yanması, alev. “Merdine de Karac’oğlan merdine Yaktı beni ataşına urduna Annaçtaki karlı dağın ardına Aşar gider yaylasına bir gelin” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
urd olmak |
: |
Ezilmek. |
urgan |
: |
1. Çıkrığa takılan ip. 2. Kalın ip, çiğ kabul edilen tırlık ip. “Gara tren derler bir uzun urgan Üsdüne örtmüşler melefe yorgan Emmimizin gızı sana da gurban Üsdünü golunu bağliyemedim” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993)
İslâm dinini yasdılar Beni yârimden kesdiler Seversin deyi asdılar Urganda gerdan iniler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.590 |
urk |
: |
Kavun, karpuz vb. bitkilerin dalları, sürgün, filiz, ışgın. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
Urkiye |
: |
Rukiye. |
urklu |
: |
Fasülye, kabak vb. gibi bitkilerin uzayan cinsine verilen ad. |
urkuçlamak |
: |
1. Bir hastalığa karşı okuma üfleme, afsunlama. 2. Bir kimsenin sırtına masaj yapmak, öfelemek. “Urkuçla.” |
urmak |
: |
1. Bölgemiz göçmen ağzında; vurmak. 2. Vurmak. Naçar Karac’oğlan naçar Pençe urup göğsün açar Kara gündür gelir geçer Gamlanma gönül gamlanma Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.390 |
urmududu |
: |
İri mor meyveli bir dut çeşidi. |
Urşidiye |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Hurşidiye. |
uru durmak |
: |
Ayakta durmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
urubla |
: |
Çeyrek tas. |
uruf |
: |
Ruh. “Kozan’da Abdal aşiretlerinin en soylularından, en ünlülerinden Abdal Saadet vardır. Abdal Sedet de derler. Kozan ahalisi düğünlerinde çalgı olarak genelde davul, zurna tercih ederler. Saadet’in davul, zurna çalan kırk kadar oğlu, torunu vardır. Bunların içlerinde en seçkinleri, Zurnacı Ziya, Davulcu Ehmet’dir. Zurnacı Ziya ile Davulcu Ethem bir gün bir köy düğünündeler. Düğün alayı akşam geç vakitte dağılmış, kala kala alemci, sarhoş, ayyaş beş altı zil zurna sarhoş kalmış. Bunlar Ziya ile Davulcu Ethem’i önlerine katarlar içerek bağırarak yol boyu alem yapmaya başlarlar. Yöre havalarından çal “Garip”i, çal “Şavo Gelin”i çal “Ceren”i, çal “Cezeyif “i, diyerek vardı geldi yol boyu şafağı bulurlar. Zurnacı Ziya’nın methemi dili, dudağı kurumuş, Ehmet’in kolları kalkmaz olmuş, bittiği, biteceği yok. Zurnacı Ziya: “Bunlarla köy mezarlığına doğru gidelim, mezarlığa varınca biz susarız, bunlar da seslenemez burada biraz mola vermiş oluruz” der. Mezarlığın köşesine gelir gelmez zurnanın zurt dediği yerde, davulun dert dediği yerde düd, diye zom diye davulu zurnayı keserler. Sarhoşlardan birisi: “Ulan çalsana ne duruyonuz?” Çalın. deyince Zurnacı Ziya: “Gadasını aldığım kurban olduğum ağam, kabiristanlığa geldik taman, ırahmatlıkların urufu sızılar. Atalarınıza hörmeten sustuk” der. Sarhoşlardan birisi: “Ulan ben Gabıristanlıktan , urufluktan falan anlamam. Çal bakalım Meyri’yi.” Davulcu Ahmet anlar ki sarhoşlar tarafından sopayı yiyecekler. Davulcu Ehmet: “Ulan Ziya, sen de hep “Şavo”yu , “Garip”i, çalacağına, kabiristanlığa geldiğinde “Kulhü”den çal, “Elhem”den çal der.” (Kaynak kişi: Abdullah Gizlice, Erman Artun, Seyirlik Köy Oyunları ve Anonim Halk Edebiyatı Araştırmaları, Kitabevi, İstanbul 2008) |
urug |
: |
Arşının sekizde biri uzunluğunda ölçü birimi. |
urukçul |
: |
Arıkuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
urukkuşu |
: |
Yuvasını akarsu kıyılarındaki yarlara yapan, kırlangıçtan büyükçe, mavisi bol güzel renkli, ekin zararlılarını, arıları, uçan böcekleri yiyen bir kuş, dırra, arıkuşu. “Köye çok sık gedemesem de gettiğimde av mevsimiyise gırmiye alır bir gezerim. Zatı köyde av galmiyek. Bizinki avdan çok birtiği heves almak. Neyise, birinde gene tüfe: aldım, sabah namazından so:ra dandavulunda: eğreltilerin dibine vari:m, belki bir iki üfiyek denk gelir dedim. Eğreltilerin dibine varmak mümkün de:l… Bir bük, bir donuzboğazlıyan görece:n… Tüfe:n namlısi:nen yol açarak büke girerken epiye bir yerim cırtıldı. Çocu:kan az beklemedim o eğreltileri. Gışın garatavuk, zupban, alağbak, yazın bülbül, üfiyek olurudu. Bir saata yakın bekledim tık yok. Tüfek sıkamadan dönmek içime hon edece:ken çok yakından uruk sesleri duydum. Uruğa sıki:m bari dedim. Bükden çıkdım Ayayın tarlasının guzey tarafında bir dut var. Urukguşları o duda gonuyo, arı gördükçe uçup dutuyo… so:ra geri gonuyo. Tarlanın kenarı sıra sinerek epim yaklaşdım duda. Tarlanın gıra:nda bir pırnal çalısının arkasına pısdım. Tüfe: gurdum. Duda doğrutdum. Dudun ötüyüzünde bir uruk var, ulan biri beri tarafa gonsa da sıksam diye bekleriken bir gısırtı duydum. Tarlanın kenarı sıra bir gısırtı geliyo. Ben duda gözlemiş vaziyette elim teltikde. Lan gısırtı getgede yaklaşıyo… Ola bu ney? Tusba: çok gısırdar amma bu daha hızlı. Yılan olmasın filan diye düşünürüken uruklar da dudun etrafında alçak uçuş yapıyo. Ha gondu ha gonacak… İkisini denk getirebilir mi:k ola gimi düşünceler de var. Bu arada gısırtı yaklaşıyo… Gözüm urukda, gula:m gısırtıda. Gısırtı iyece yaklaşdı amma ben pırnalın arkasında olduğumdan ne olduğunu göremiyom. Çıksam uruklar ürkecek… Tam uruğun biri gondu, gez göz arpacık uruk derken pırnalın arkasından bir davşan üsdüme sıçıramasın mı! Ben neye u:radımı şaşırdım, iki metire haviye hopladım, tüfek takıladı, davşan da benden beter. O da iki metire hopladı. So:ra yokarı çalının içinden geçen motur yoluna a:rı aldı yatırdı. Ben tüfe: gıri:m, fişşe: değişdiri:m diyene çe davşan aşdı getti. Gula:mın çiniledi:ne mi, davşanı gaçırdı:ma mı, uruğa sıkamadı:ma mı, yo:sa goza toplarkan ameliyenin içinde dedemin “davşandan mı gorkdun goca bre” diyerek dakılmasına mı yanim.” (Kadirli Bekereci Köyünden Herif lakaplı hemşehrimiz, Kaynak: Bekereci Köyü websitesi) |
Urum |
: |
1. İş, marifet. 2. Anadolu, Çukurova’ya göre Torosların öte yüzü. “Eşim beker ben de beker Gulunca pürçüğü döker Yekin eşcêzim yekin Urum’un kekliği söker” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hasan Benli’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Rabia Duman) |
Urumeli |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Rumeli. |
Urumeli delisi |
: |
Rumeli’nden gelecek askerler. “Sultan Murad uluların ulusu Hacı Bektaş velilerin velisi Altmış bin de Urumeli delisi Sultan Murad kalkmış kendi geliyor” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
Urumili |
: |
Rumeli, Anadolu, Torosların öte yüzü. “Urumeliçok hoşolur Güzelleri sarhoş olur Güzel sevmek ne hoş olur Sabahınan tana karşı” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
Urumlu |
: |
Toroslar’ın öte yüzünde yaşayan kimseler. |
urunmak |
: |
(Başlık) Giyinmek. “Başına urunmuş kadife fesi Uğrun uğrun çektiğim yârin yası Peceye koymuşlar demir kafesi Baksam öldürürler bakmasam öldüm” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
urup |
: |
Bir bütünün dörtte biri, çeyrek. |
urupçu |
: |
Sekizde bir hisse ile çalışan ırgat. |
urupla: |
: |
Uruplağa, Şiniğin (havayi) dörtte bir değerinde hacmi olan tahıl ölçme kabı, yaklaşık olarak iki kilogram ağırlığında tahıl alır. |
uruplağa |
: |
Şiniğin (havayi) dörtte biri değerinde hacmi olan, tahıl ölçme kabı. Yaklaşık olarak iki kilogram ağırlığındadır. |
urus |
: |
Rus. “Sarıkamış içi meşe Urus yaktı hep ateşe Bizi koydu eli bağlı Nere gitti Enver Paşa” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
urusgay olmak |
: |
Rezil, rüsva olmak. |
uruşkun |
: |
Yenilebilen bir bitki. “Tarlalardan uruşkun koparıp yediler, taze uruşkunun bahar kokusu genizlerinde kaldı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
uruşman |
: |
Yenilebilen bir bitki. “Önüne bir uruşman kümesi çıktı. Müslüm sevincinden deliye döndü.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
uruya |
: |
Rüya. |
urya |
: |
Rüya. “Uryamda seni ölmüş gördüm.” |
uryan |
: |
Çıplak. “Uryan geldim ise uryan giderim Yeğin yer olacak har canım mı var? Ezrail gelmiş can talep eder Benim can vermeye fermanım mı var?” (Kaynak şahıs: Celil Çınkır, Mutasavvıfane bir bir türküden alınmıştır)
Üryan geldim yine üryan giderim Ölmemeğe elde fermanım mı var Azrâil gelmiş de can talep eyler Benim can vermeğe dermanım mı var Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.581 |
us |
: |
Akıl. Eller göçüp geçti bense göçmedim Yâr elinden dolu bâde içmedim Kız bana gücenmiş kusur işledim Hesabın us yetip vermeyesiye Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.414 |
uscacık |
: |
Hafif belli etmeden. |
uscağlıktan |
: |
Çok yavaş, usulca. |
uscece |
: |
Yavaşça. |
usçali:n, usçalı:n |
: |
Kimseye duyurmadan, usulcana. “El ayak çekilince usçali:n gel yanıma.” |
usda |
: |
Usta, herhangi bir işin uzmanı olma. “Maraş’ında dağlarına Şeker akmış bağlarına Eceb Yasin vardı m’ola Usdasının evlerine” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yasin’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Bakacak) |
usduruplu |
: |
Yerinde hareket eden, akıllı. |
uslanmak |
: |
Akıllanmak. “Uslanmadı getdi.” |
uslu |
: |
Ağırbaşlı, terbiyeli. |
uslu biber |
: |
Kara biber. |
usmak |
: |
Susmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
usta |
: |
Öğreten, yol gösteren kimse. Karac’oğlan bir kız sevmiş Ak göğüs göğsüne değmiş Usta kuyumcular eğmiş Yârın hilâl kaşlarını Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.428 |
ustu |
: |
Usta. |
ustun |
: |
Genellikle huğlarda, çatı ağırlığının üzerine bindiği, çatının ortasındaki kalın kereste. “Sonra bir isli tavan geliyor gözünün önüne. Kapkara, salkım salkım örümcek ağları, iri bir ustun… Bir adam kalınlığında.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
usturuplu |
: |
Kitabına uygun, dengeli, gereği kadar, oturaklı, taşı gediğine yerleştirmede maharetli. |
usukmak |
: |
1. Bölgemiz göçmen ağzında; sakinleşmek. 2. Aklı başına gelmek, uslanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
usul |
: |
Ölçülü, uzun. Gelin der ki kalk gidelim pazara Uğradalım usul boyu nazara Beş on türlü meyva gelir pazara Yetkini m'alırlar yoksa hamı mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.429 |
usul boy |
: |
İnce uzun boy. “Dadaloğlu der ki; usuldur boyu Kirpikler ok olmuş, kaşları yayı Çatılmış kaşları yıkar yaylayı Kirpiği sinemi deldi sabahtan” (Haşim Nezihi Okay, Köroğlu ve Dadaloğlu, May Yay., 1970) |
usul yollu |
: |
Usulca, yavaşça. |
usulcana |
: |
Yavaşça. |
usullacık |
: |
Çok yavaş bir biçimde, yavaşça, hafifçe, usulca. “Poyraz onu, usullacık, incitmeden korkarak, içindeki sevgi taşarak, kabararak, sıcacık kucakladı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
uşag |
: |
Çocuk. “Sizler anam babam bense bir uşag, Gara yerler oldu bana bir döşek, Hayır dua edin orda gavuşak, Baba hakgınızı siz helâl eylen.” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kanserden Ölen Gencin Ağıdı, Ağıtı Yakan: Sıddık Doğan (Kara Müftü)) |
uşak |
: |
1. Bir söze girişte veya söz arasında kullanılan bir hitap,"Uşak nasıl olur?" örneğinde olduğu gibi acabaya yakın birkullanımı vardır. Kelime, "çocuk" anlamındaki "uşak"tanfarklıdır, belki ortaya çıkış olarak aynı kelime olsa da hitapyoluyla "evlat, çocuk" kelimesinden uzaklaşmıştır. 2. Çocuk. |
uşmak |
: |
Uçmak. “Eşim Çığsar’ı severdi Bu da Allah’ın işi Bosdan’ım elimden uşdu İnşallah cennet guşu” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hastalanıp Ölen Bostan’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Nadire Erkek) |
ut |
: |
Utanma, edep. Gelip oturalım edepli utlu İkimiz arası pek muhabbetli Sırmalı tellerden altun savatlı Kemer kuşak kızın belinde kaldı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.415 |
utaşmak |
: |
Yetişmek, ulaşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
utlu |
: |
Utangaç. Gelip oturalım edepli utlu İkimiz arası pek muhabbetli Sırmalı tellerden altun savatlı Kemer kuşak kızın belinde kaldı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.415 |
utmaçlı |
: |
Paralı oyun, kazanmacasına. “Utmaçlı olmazsa ben oynamam.” |
utmak |
: |
Kumarda ya da oyunda yenmek, galip gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Aklımın yettiği sözün bitmişi Ehli nar şairin yüzde yetmişi Az görüyom ahretini utmuşu Dünyada hak için yelmek giderik” (Ahmet Çıtak, Kaynak: Av. M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufçuk Bas. Yay. Ve Tanıtım Hiz. Ankara 2001, S. 407) |
utuzmak |
: |
Kumarda yenilmek, kaybetmek. “Gulle oynarken, son atma hakkında hedefi vurmazsa utuzacağını ve hiç bir şeyinin kalmayacağını anlayan ve o gün de bugün de Ninno olarak tanınan Merhum Saka Mevlit Ağa’nın oğlu Nihat Sağ, tüm dikkatini toplayarak ve süne süne hedefe doğru bir hayli uzanıp atışını yaptı ve kesimleri olan süngeci ölçmeye başladı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
u:nmak |
: |
Nefesinin sonuna kadar ağlamak, çokça ağlamak. |
uva |
: |
Ova. “Azgıt uvasının yazısı düzde Ergöçen Garasu otları dizde Çukurkoz çok güzel görükür gözde İstanbul’a poz veriyor Andırın” (Hacı Ahmet Temiz - Kaymakam) |
uvaç |
: |
Bir yaşına kadar olan kuzu, öveç. |
uvak |
: |
Ufak. “Gapımızın önü gavag Işgın sürer uvak uvak Elin gına yüzün duvak Uyan Mehmed dezzem oğlu” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Düğün Günü Ölen Mehmed’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hatice Öksüz) |
uvak uvak |
: |
Ufak ufak, çaktırmadan. |
uvalamak |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ovalamak. |
uy |
: |
Korku, acı, acıma bildirir ünlem. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
uyan |
: |
Atın koşum takımları, gem, dizgin. |
uydur buydur |
: |
Önemsiz, kıymetsiz, vasıfsız şeyler. |
uyduran |
: |
Anlaşarak birlikte kaçan kız ve oğlana denir. |
uyhu |
: |
Uyku. “Bebek beni del’eyliyo Garşı daldan el eyliyo Bebeğin uyhusu gelmiş Gel de beni bele diyo” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
uyku dünek görmemek |
: |
(Bir şey yüzünden)Uyuma ve dinlenme olanağı bulamamak. “İki aydır uyku dünek görmedik, varıp bir iyice uyuyalım.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
uykucak |
: |
Uykuyu seven. |
uykuluk |
: |
Gece yatmadan önce yenen hafif yiyecek, çerez. |
uykumdan zerikledim |
: |
Çok uykum geldi sersemledim. “Uykumdan zerikledim.” |
uylamak |
: |
Üstelemek, üzer, sıkar biçimde sürekli üstüne düşmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
uylaşmak |
: |
Anlaşmak, uzlaşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) “Herkesinen uylaşırdım askerdeyken.” |
uyluk |
: |
Bacak, but. “Odıya gardaş odıya Gurbanım gelen gadıya Kelle de yok golu da yok Bir uyluk geldi hediye” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
uynaşmak |
: |
Pazarlık sonucu fiyatta uzlaşmak, anlaşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
uynuk |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; bekletilmiş sütlü kaymak. |
uysak |
: |
Başkalarının sözüyle davranan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
uyumuşçuluğa vurmak |
: |
Uyur gibi yapmak. “Uyumuşçuluğa vurmuş da bizi dinlemiş.” |
uyunmak |
: |
1. Meşgul olmak, meşgul olup kalmak. 2. Birini rahatsız edecek şekilde, sürekli olarak sataşmak. |
uyuntu |
: |
1. Kişiliksiz, onun bunun ardına takılan, serseri, tembel, uyuşuk kimse ya da hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Miskin, herkesin arkasından giden köpek. |
uyuşmak |
: |
İyi anlaşmak. “Uyuşmadık desek yalan olur.” |
uyuz oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. UYUZ OYUNU Bu oyun ağaç üzerinde oynanan bir oyundur. Oyunda bir ebe vardır. Oyuncu sayısı ağacın büyüklüğüne göre değişiklik gösterir. Oyuncular ağaçta ebeden kaçmaya çalışırlar ve ebe de ağaçta olur ve onların ayağının altına değmeye çalışır. Ebe hangi oyuncunun ayağının altına değerse ebe o kişi olur. (Uğur Bilgici, Osmaniye / Bahçe Halk Kültürü Üzerine bir Araştırma Konulu Yüksek Lisans Tezi, Osmaniye Korkut Ata Üni., S.B.E., TDE., ABD, Osmaniye, 2018, s.170) |
uyüyeri: |
: |
Buyuyor.ölgemiz göçmen ağzında; |
uz |
: |
1. Becerikli, akıllı, anlayışlı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Doğru, temiz, uslu, dikkatli. (Kişi için)(TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 3. Suların çekilerek bıraktığı toprak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 4. Kurnaz, sinsi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 5. Ağır, usul, yavaş. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) “Uz yürüme ölü derler, berk yürüme deli derler.” (Andırın Atasözü) “Sözü verenden alan uz gerek” (Saimbeyli Atasözü) |
uz gelmek |
: |
Ölçülü ve yavaş olmak. |
uz uz |
: |
Ağır ağır, yavaş yavaş. |
uzaşmak |
: |
Uzaklaşmak. |
uzlan |
: |
Yavaş yavaş, gizli gizli |
uzluklamak |
: |
İğneye iplik geçirmek. |
uzun eşşek oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. UZUN EŞŞEK Grup şeklinde oynanır. Genellikle bir hakem ile dörder kişilik iki takım arasında oynanır. Oyuncular iki gruba ayrıldıktan sonra hangi grubun yatacağına karar verilir. Yatacak takım yastığın önüne dizilir. İlk baştaki oyuncu eğilerek kafasını yastığa dayar ve arkasındakiler de bir öncekinin bacaklarından tutarak eğilir. Diğer gruptakiler yatan kişilerin üzerine atlarlar. Eğer tüm grup elemanları başarılı bir şekilde eşeğe binerse, atlayanların en önündeki kişi “tek mi çift mi” deyip parmaklarıyla bir veya iki gösterir ve eşeğin en arkadaki oyuncusu tahmin eder. Bilirse atlama hakkı el değiştirir. Eğer doğru tahmin edemez ise diğer takım yine atlayış yapar. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 224) |
uzunkös kösülmek |
: |
Boylu boyunca uzanmak. |