KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
ı:dırıg |
: |
Hafif aralık bırakılmış kapı, pencere vs. |
ı:dırmag |
: |
Hafif aralık bırakmak. |
ı:ralanmag |
: |
Kavak gibi uzun ağaçların, rüzgarın etkisiyle yavaş yavaş sallanması. |
ı:rıblı |
: |
Sözü çok inceleyen. |
ıbrık |
: |
İbrik. |
ıcceg, ıccek |
: |
Çok az. |
ıccık |
: |
Azıcık, çok az. |
ıcıcık |
: |
Çok az, azıcık, minnacık, ufacık bir parça, birazcık. |
ıcık |
: |
Azıcık, çok az. (TDK Derleme Sözlüğünden İç. Mr. Osm. Ada.) |
ıcık hüs |
: |
Azıcık sus. “Icık hüs.” |
ıcıktan |
: |
Az sonra. |
ıcıycık |
: |
Çok az, azıcık, minnacık, ufacık bir parça, birazcık. |
ıdık |
: |
Çok az, azcık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ıdırık |
: |
Aralık. |
ığ |
: |
Duman. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ığdırık |
: |
Aralanmış, aralık, hafif aralık. “Bir Maraş milletvekili meclisteki odasına yeni taşınır. Danışmanı ile tanışır. Konu bitince dışarı çıkarken sorar. Kapıyı kapatayım mı açık mı kalsın der. Sayın milletvekilimiz ise ığdırık bırak der. Adam dışarı çıkar bir müddet sonra tekrar içeri girer anlayamadım efendim der. O da ne aç ne kapa şimdiki gibi dursun der.” (Metin ŞİRİKÇİ) |
ığdırmak |
: |
Hafif aralık bırakmak, aralamak (kapı). “Gezme dilber gezme karşımda gezme Kırmızı dolama, gülgülü çizme Kaşların ığdırıp gözlerin süzme Korkarım ki düşen dile Fadime” (Duran Boz, Yazarların Şehri Kahramanmaraş, Pehlil Ali, Kahramanmaraş Valiliği 2009) |
ığdırmak |
: |
1. Kapıyı aralık bırakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Hafifçe eğmek. “Gezme güzel gezme, tumansız gezme Kırmızı mendili bağlayıp çözme Kaşların ığdırıp, gözlerin süzme Korkarım ki düşen dile Fadıma” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 93 3. Eğdirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ığıl ığıl |
: |
Yavaş, yavaş. Belli olmayacak kadar suyun ağır akması gibi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Çam ağacı beşiği Iğılığıl sallarım Ele gelin gidersen Kahırımdan ağlarım” (Veli Aba, Seyfi Metin, Ö. Tuğrul Kara, Osmaniye Manileri, Adana 2011) |
ığıltı |
: |
İnceden, duyulur duyulmaz bir sesle uğuldama. “…iğne ucu ışıltıda sarıca karıncaların ığıltısı…” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ığır |
: |
Ağır, yavaş. “Eşim ığır, ığır yürür Mor kekili yerde çürür Amanın ha ölük demen Her düğünde bayrak vurur” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Bıyıklı Durdu Mehmet’in Ağıdı, Derleyen: Cuma Özdemir, Mensur Arslan Kaynak Kişi: Fatma Kılın (Hamiş)) |
ığır ığır |
: |
Ağır ağır, yavaş yavaş. |
ığır ığır |
: |
Iğıl ığıl, yavaş yavaş, belli olmayacak kadar suyun ağır akması gibi. “Kırat gelir ığır ığır (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ığırcık karanlık, īrcık garȃnık |
: |
Alaca karanlık. “Iğırcık karanlık çökmeden yola koyulalım.” |
ığralamak |
: |
Bir o yana bir bu yana sallamak. “Bebeğini kollarında ığraladı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ığralanmak |
: |
1. Sallanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Bir o yana bir bu yana sallanmak. “Vay İnce Memedim vay!” diye ığralanmaya, ağıt yakmaya başladı usul, usul.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ığramak |
: |
Sallanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Şetil atar dal ığranır Yanar ciğerim doğranır El eline bir şey verir Alma Meryem’im Meryem’im” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
ığranı ığranı |
: |
Sallanı sallanı. “Telli fese bağlar moru Gaşı gara gözü iri Alem sana imreniyor Iğranı ığranı yürü” (Veli Aba, Seyfi Metin, Ö. Tuğrul Kara, Osmaniye Manileri, Adana 2011) |
ığranmak |
: |
Bir o yana bir bu yana sallanmak. “… Adamsa… derin bir hüzünde ığranıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ığrıblı |
: |
Sözü çok inceleyen. |
ığrık |
: |
(Kapı) Aralık, açıklık. |
ıh etmek |
: |
Dövmek, daha çok da çocukları ikaz etmek içinkullanılır. |
ıhdırmag |
: |
Deveyi yatırmak. |
ıhı |
: |
Aha, işte, gördün mü? “Ihı sâ bir şor daha işde.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ıhmak |
: |
Yere oturmak; (develer için) çökmek. |
ıhtı |
: |
Rüzgar ve yağmurun etki yapamadığı gizli, kuytu yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
ıhtırmak |
: |
Deveyi çöktürmek. |
ı: |
: |
Hayır. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ıkan |
: |
İken. “Otlu koyak otsuz koyak Ağam da sağıdı bayak Küfaylana binmez ıkan Ben de geldim yalın ayak” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ıkış |
: |
Ağırlık, ağır davranma, ağırdan alma. |
ıkışmak |
: |
Yük altında solumak. |
ıklaz |
: |
Hak âşığı. |
ıklım ıklım |
: |
Ağzına kadar dolu, çok kalabalık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ıklım tıklım |
: |
Ağzına kadar, sonuna kadar. |
ıkrar |
: |
Söz vererek vaat etme. |
ıldır ıldır |
: |
Aydınlık, temiz ya da saydam olmayı anlatır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
ıldız |
: |
Yıldız. |
ılgar |
: |
1. Hayvanın yürümeyle koşma arası yürüyüşünü anlatır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Baskın. 3. Atın dörtnala koşması. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Umucular geld’oturdu Davran Sar’aslanım davran Bin atına ılgar eyle Gezbel’den aşıyor kervan” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
ılgıd |
: |
1. Uzaktan belli belirsiz gözükmek. 2. Hafif, hoş (Rüzgar için). “Yüce dağ başına yağan kar ise Yel vursa da ılgıd ılgıd erise Benim yare kötülüğüm varısa Bazı da kafamı vurur ağlarım” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Şıhhamit’ten Ölen Eşinin Ardından Yaktığı Ağıt, Derleyen: Hasan Batmaz, Kaynak Kişi: Şıhhamit) |
ılgıd ılgıd, ılgıt ılgıt |
: |
Yavaş yavaş, hafif hafif (esen rüzgâr, akan su vb. şeyler için.) (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Ada.) Sarı çiçek sarvan kurmuş oturur Türlü çiçeklere habar yetirir Cennet'Alâ'dan da koku getirir Ilgıt ılgıt esen yele dönmüşsün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.575 |
ılgıdır |
: |
İplik kelebi yapan bir alet. Dirsek boyu iplik destesi hazırlamak için çıkrıkla birlikte kullanılan bir edevattır. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
Ilgıdır incikli |
: |
Çok zayıf ve cılız çocuklar için söylenir. |
ılgım |
: |
Hafif sis. |
ılgım ılgım |
: |
Yavaş yavaş. |
ılgıman |
: |
Ilıman. |
ılgımını almak |
: |
Demini almak, zamanı gelmek. |
ılgın |
: |
1. Dere, çay kıyılarında kendiliğinden yetişen, güzel çiçekleri olan, bir çalı, hayıt, ağınağacı, zakkum. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Derelerde biter ılgın Bıyıl yaprakları dürgün Alırım hayıfuİ gardaş Ederim anarı sürgün” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Nalbant Hasan’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Doğan) 2. Belli belirsiz, yavaş, hafif esinti. “İmamkulu’nda oturur Erciyes ılgın getirir Varın söylen şu geline Kalbur sudan ne getirir” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) 3. Dere ve çay kıyılarında biten, sepet örmeye yarayan bir çeşit söğüt ağacı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Yazın güneş ışığının yerde yansımasıyla görülen titrek pırıltı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 5. Işkın, filiz. “Baltayı eline alır Gider ılgın budamaya Tosunuma eş alırsam Gayri getmem Adana’ya” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
ılgır |
: |
Uzaktan su ve yeşillik gibi görünen ışık yanıltması, serap. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
ılgıt ılgıt |
: |
1. Serin serin, ılıkça. 2. Yavaş yavaş, hafif hafif. (esen rüzgâr, akan su vb. şeyler için.)(TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ılı |
: |
Ilık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ılıcak |
: |
Ilıkça. |
ılıfıdın |
: |
Rafadan yumurta. |
ılıkmak |
: |
Kanı kaynamak, gönlü düşmek, sevgi duymak. |
ılımak |
: |
Ulamak, eklemek, ucu ucuna eklemek. |
ılımbız |
: |
Yıldırım. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ılımsamak |
: |
Yakınlık duymak. |
ılıştırmak |
: |
Soğuk ile sıcak suyu karıştırarak ılıkhale getirmek. |
ılkı |
: |
1. Keçi. 2. At sürüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ılkım |
: |
1. Uzaktan gelen ses, ışık. 2. Karların tabandan erimeye başlayarak toprak tarafından emilmesi. “Ala gözlüm benim ile dilersen Bahar ayları gelsin de gidelim Bağlar almış ılkımını karını Yollar çamur kurusun da gidelim” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 495 |
ılkıt ılkıt |
: |
(Esen rüzgar, akan su vb.şeyler için) Yavaş yavaş, hafif hafif. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ıllangaç |
: |
Salıngaç, iki ucundan iple yüksek bir yere asılan ve üzerine oturulup sallanılan eğlence aracı, salıncak. |
ıllıngaç |
: |
Salıngaç. |
ılmık |
: |
Buğday tohumunun topraktan ilk çıkmış hâli, bitkilerdeki küçük kılçık. |
ıltar |
: |
Kıldan veya yünden yapılmıs kestelden büyük kalın ip. |
ımav |
: |
“Aman” sözcüğünün halk ağzındaki biçimi. “Elif baktı baktı:Imâââv herif, bire ulan,sen iyice çocuk oluksun.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ımık |
: |
(Süt, yoğurt vb. için) Henüz tam soğumamış ılık, süt tadı veren, henüz tam tutmamış taze yoğurt. |
ımıl ımıl |
: |
Yavaş yavaş, hafif hafif. |
ımırmak |
: |
Uyuklamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ımışdırmak |
: |
Ilıtmak, ılık hâle getirmek. |
ımışık |
: |
(Hava ya da su için) Ilık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ımızganmak |
: |
Uyuklamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
ımızlanmak |
: |
Uyuklamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ımsımak |
: |
(Yemek) Ekşimek, bozulmak, kokmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ımsıtmak |
: |
İma etmek. |
ımzık |
: |
Cimri, pinti. |
ıncığını cıncığını çıkarmak |
: |
Gelmişini geçmişini sayıp dökmek, her şeyini bir bir anlatmak. “Selim balıkçının ıncığını cıncığını çıkardılar.“ (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ındız |
: |
Yaprakları dikenli, meyvesinden pekmez yapılabilen bir tür ardıç, andız. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) “Indız olmasa at ölürdü.” |
ıngılıçüş |
: |
Tahtarevalli. |
ıngılıp |
: |
Çok zayıf. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ıŋgıraz |
: |
Hasta, hasta gibi. |
ıŋgırcık |
: |
Gecenin sabaha yakın olan vakti. Andırın yöresinde ığırcık zamanı, veyahut Gâvur - Müslüman belli olmadan derler. |
ınlık çınlık |
: |
Çok ıssız ve sessiz yer. |
ınnak |
: |
Azıcık, birazcık. |
Iŋşamak |
: |
Yerinden sökülecek şekle gelmek, hafif hafifoynamak, özellikle diş ve ağaç köklerinin çekilmesinianlatmak için kullanılan bir kelime. |
ıpgal |
: |
Talih, şans. |
ıpıl ıpıl |
: |
1. Parıl parıl, ışıl ışıl. 2. Pırıl pırıl. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ıpıldak |
: |
Parlak. |
ıpıldamak |
: |
Parıldamak, ışıldamak. |
ıpırahat |
: |
Kolayca. |
ıpırahat goyurmak |
: |
Öldürüp bırakmak. |
ır |
: |
Türkü. |
ırahannı |
: |
Reyhanlı. |
ı:ralanmak |
: |
Salınarak yürümek. |
ıra:n |
: |
Reyhan. |
ıra:tsız |
: |
Rahatsız. “Bö:kler, yeŋi gördükleri bir çoca:; “Sen kimin nesisin ulan çocu:k? Seniŋ anaŋa babaŋa kim deller? Onu tanıyan bir başga biri de; “Bir bak ba:m kime beŋziyo?” Valla heç bilemedim” veya “burnu filancalara beŋziyo amma, onnar evleneli o gadar olmuş mu bire ulan?” Olay netle: gavuşunca; “Ulan çocuk seniŋ anaŋınan veya babaŋınan az geçi gütmedik.” şeklinde süren ve bundan zevk alan bö:klerimizin durumu ve mevzu bahis olan çocu:ŋ utancından yeriŋ dibine girmesi veya olayın netleşmesinin uzamasından oldukca ıra:tsız olması incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
ıra:zı |
: |
Razı. |
ıra:zı gelmek |
: |
Razı olmak. |
ırado |
: |
Radyo. “1950li yıllarda köyümüzde ırado diyniyen garıların Fadime Yakar’dan nakledilen gonuşmaları: Vicinin Garısı ırado:da gonuşan sibiker adama: “Vay gardaşım olasın, o gutunun içine heyle girdin?” demiş. Iraziye Garı da: “Hüş gış, duda:nı gopayyım senin, onun içinde adam ne gezey, onu çivi:nen mivi:nen ötdüyüyollay…” demiş.” (Kadirli Bekereci Köyünden Fadime Yakar) |
ıraf |
: |
Raf. |
ırafan |
: |
Rahvan. Atlar için kullanılır. |
ırag |
: |
Uzak. |
ırağırak |
: |
Oldukça uzak, uzakta. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ırahad |
: |
Rahat, kolay. “Hemi dedim, kiskibar dedim, yü:ye arıda dedim. Piriç gırı: goyi:lermiş, bilmem ney goyi:lermiş içine, yog yog ben eliminen yaparım. Irahad da olmassam gelinler yabsın” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ırahan |
: |
Yemeklere konulan mor renkli, kokulu bir çeşit ot, reyhan, fesleğen. “Çelengi parlıyor şorda Yüreğem yanıyor burda Irahan yalınız ağlar Sami’nin gelini nerde?” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ırahannar |
: |
Reyhanlar. “Bahçasının sekileri Irahannar gurudu mu? Sürmeli gızım gelin olmuş Gabırlara yollandı mı?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Fatma”nın Ağıdı, Ağıdı Yakan: Döne Höbek) |
ırahat |
: |
Rahat. |
ırahım |
: |
Reyhan, koku. |
Irahma |
: |
Rahime. “Öğüşyeri yerin dölek Akdı gannar oldu gölek Irahma’ya bir habar verek Vuruldu Hasan’ım vuruldu” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Nalbant Hasan’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Doğan) |
ırahmad |
: |
Rahmet. |
ırahmat |
: |
Yağmur. Bazan ırahmattır bazen da zahmettir yağmur.” |
ırahmatlık, ırahmetlig |
: |
Rahmetlik, ölü. |
ırahvan |
: |
Rahvan. |
ırak |
: |
Uzak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ıralamak |
: |
Salınarak yürümek, ses çıkarmak. |
ıralanmak |
: |
Hafifçe sağa sola yaylanır gibisallanmak. |
ıramak |
: |
Uzaklaşmak, uzamak. “Dertli Mustafa der duramıyorum Yenilmez gönlümü yoramıyorum Bir güzelin sevdası var başımda Hayalin karşımdan ıramıyorum” (Hasan Reşit Tankut, Maraş Yollarında, Recep Ulusoğlu Basımevi Ankara 1944)
Derd ü gamın ile geçti yaz bahar Yâre bir bergüzar verilmez oldu Zalim engel geldi girdi araya Iradı yolların varılmaz oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.638 |
ıramamak |
: |
Ayrımamak, uzaklaştırmak. “Derdiçoğum derdim vardır duramam Sevdiğimi ben gözümden ıramam Tenha bulup gözel gözel soramam Olur m’ola ikrarsız yâr eş bana?” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 89 |
ıras gelmek |
: |
Raslamak, tesadüf etmek. |
ıraslamak |
: |
Rastlamak, tesadüf etmek. “İnce Hacı bir gız alıp dağa gaçıyor. Akifiye’den de Çerkez Nuru diye biri, dağda İnce Hacı”ya ıraslıyor.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ırast |
: |
Rastlama, rast. “Karac’oğlan der ki hazer eyledim Dostun bahçasına nazar eyledim Seksen şeftaliye pazar eyledim Sayısın itirdim yüz ırast geldi” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 441 |
ıratmak |
: |
Uzatmak, geciktirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
Iravandı |
: |
Üzüm suyundan yapılan, tam mayalanmamış içecek. |
ıra:tsız |
: |
Rahatsız. |
ıravanda |
: |
Çürük üzümlerden yapılmış ekşimtırak bir şıra türü. |
ıray |
: |
Rey, oy. “Kardeşim odadan geldi Ellahalem döğüşmüşler Iray sandığı açılmış Azaları bölüşmüşler” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
ırbıg |
: |
İbrik. |
ırbık |
: |
İbrik, desti, su kabı. “Rüstem kendini toparlayarak, kendi de helaya gidiyormuş gibi kapının yan tarafındaki ırbığı aldı ve yavaşça dışarı çıktı.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) “Odasına girdim ıssız Yokladım ırbığı susuz Oturmuş Dudu ağlıyor Gene başım kaldı öksüz” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
ıreyhan |
: |
Reyhan, fesleğen. “Kaçma Derdiçok’tan bu sana netmiş? Has bahçe içinde yâd bülbül ötmüş Al yanak üstünde ıreyhan bitmiş Benzettim kokusun güle Fadıma” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 93 |
ırgaç |
: |
Sur. |
ırgalamak |
: |
1. Yerinden oynatıp sarsmak, sallamak. 2. Hafif hafif sallamak, sarsmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Ekbez de batak olmuş konulmaz Halbur’un belinde karar kılınmaz Aradım cihanı mislin bulunmaz Irgalar saç bağın beli yavrunun” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 563 |
ırgalanmak |
: |
1. Sallanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Örselenmek, yaralanmak. “Irgalandı gönül yürek pareden Defolsun kötüler getsin buradan Beni de yarattı seni yaradan Gaşları gözleri garalı gelin” (Aşık Mehmet Demirci, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) |
ırganmak |
: |
Hafif hafif sallanmak, beşik içinde sallanmak. “İki ceyran götürdüler bahçeye Girdim o bahçenin gülleri bir hoş Yağar yağmur serin serin bâd eser Irganan selvinin dalları bir hoş” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
ırgat |
: |
Hasat işçisi, amele. |
ırgat ağası |
: |
Irgatı toplayarak çalıştıran elçilerin ağalaşanı. Asıl mal sahibiyle ırgat arasındakibağları kurup, payını alıp,çalışmadan para kazanan insan simsarı. “Teneci Hacı’yı bilmeyen yoktur Çukurova’ya giden ergen ırgatların içinde. Yedi köyün ırgat ağasıdır Teneci Hacı” |
ırgın |
: |
Hastalıktan zayıf düşme hali. |
ırıḫtım |
: |
Bir ipe eçirilmiş ya da bibirine bağlanmış yemiş bağı(TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ırık tombak |
: |
Çocuk severken denir. |
ırılmak |
: |
1. Yorulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Defolup gitmek. 3. Uzaklaşmak, ayrılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) “…onların arkasından, onlar gözden ırılıncaya kadar baktı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ırılmaz |
: |
Tükenmez. |
ırım |
: |
Gözün görebildiği kadar uzaklık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ırışvan |
: |
Rahvan. “Bindiği ırışvan doru Bin gardaşım yavaş yörü Sarılı zubun goyerdi O günü bildin mi Hürü” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ırıtmak |
: |
Uzaklaşmak, ayrılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
Irızgı |
: |
Rızık |
ırızgısız |
: |
Rızıksız. |
ırızık |
: |
Rızk. “Çoban bakmış ki, gendinin ırızgına ayda yılda bir damla düşüyor.” Sakallıya demiş ki “Benimkine, bundan fazla heç ırızgım artmayacak mı? Demiş.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
ırklamak |
: |
Testere ve bıçkının dişlerini bileyip eğmek. |
ırkılmak |
: |
Kopmak, kırılmak. |
ırlamak |
: |
Türkü söylemek, güzel sözleri türkü gibi mırıldanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) “Firkat günlerinde kara bağlarken Vuslat günlerinde böyle ağlarken Yârim bana ben yârime ırlarken Felek bir silledir al dedi bana” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 392 |
ırlantı |
: |
Sallantı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ırma |
: |
Ayırma. |
ırmak |
: |
Uzaklaştırmak, ayırmak, kovmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Gedikten evini ırma (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ırmamak |
: |
Uzaklaştırmamak. “Körler olasın Durna Ali’yi gözünden ırma Ellerin dilindesin Ali’m Halayın başına durma” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ırsız |
: |
1. Dedikoducu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Arsız, geçimsiz. |
ırtışık |
: |
Zayıf, bir deri bir kemik insan ya da hayvan. |
ırz |
: |
Namus. Yoldaş olma yolun bilmez yolsuza Komşu olma sözün bilmez densize Meyil verme edepsize arsıza Akıbet ırzına hiyle getirir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.612 |
Irza |
: |
Rıza. |
ırzıgırık, ırzı:rık |
: |
Namusuna güvenilmez adam, namussuz. |
ırzına geçmek |
: |
Namusa tecavüz etmek. |
ısbad dudmak |
: |
Şahit göstermek. “Isbad dudum.” |
ısbad olmak |
: |
Şahit olmak. |
ısbatan |
: |
Su kenarlarında yetişen ve yapraklarından yemek yapılan bir bitki. |
ısdar |
: |
Çul, çuval, kilim dokuma tezgahı. (TDK Derleme Sözlüğünden İAda. Osm. Mr. ç.) “Köyün kadınları tarlada, sokakta, buzağı sürer, ısdar dokurken, nerede ikisi bir araya gelirse, Topal Emineden, İsmailin bebeğinden konuşuyorlardı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ısgarta |
: |
Arızalı. |
ısgat, ıskat |
: |
Ölen kişinin borçlarını ve günahlarını bağışlatmak amacıyla yapılan dini tören ile törende verilen para, ziyafet. “Ölenlere ısgat yapılır idi (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
ısıcak |
: |
Sıcak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Babamoğlu Mehmet Ali Getme Yemen’e Yemen’e Yemen’e ısıscak derler Garışın toza dumana” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ısıtam |
: |
Kalp kırıklığı. |
ısıtma, ısıdma |
: |
1. Bir şeyi ısıtma. 2. Sıtma hastalığı. “Yaz olanda ısıtmalar tutasın Güz olanda terlenmeye yatasın Acı acı kırk yıl ağrı çekesin Daha derdim az diyesin ak gelin” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 548 |
ısiz |
: |
Issız, tenha. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ıskırtmamak |
: |
Aldırmamak, omzunu silkip savuşmak. |
Islak |
: |
Halı, kilim, yolluk gibi sergileri yıkama. Bu olayınbu isimle kavramlaştırılmasında önceden kirin pasın daha iyiçıkması için bu tür malzemelerin bir dere kenarında, sukıyısında suya bastırılması yatmaktadır. |
ıslak yıkamak |
: |
Eskiden, Türkmen kadınlarının halı ve kilimleri akarsuda yıkama işi. |
ıslak yumak |
: |
Dere kenarında tokaçla vurarak kilim, çul ve palazların yıkanması. “Şirleğen deresinde sel olduğu zaman yüzecek böyüklükde ve derinlikde büğetler oluşurdu esgiden. Bir gün Ali ağbimle büğetde çimerken emmimin arvadı gelin bacı eşşeğenen ıslak yumıya geldi. Ordakiler “şu eşşe: büğede atsak yüzer m’ola?” diye gonuşmıya başladık. Büğet garşıya geçene ça bizi epiye yoruyo, derinniği de elboyunu aşıyo. Eşşe: dört bacak etdik, gayanın başına getirdik, ordan yitiverdik aşşa, cump getti eşşek. Eşşek gayıp! Sağa sola bakıyok eşşekden eser yok! Gelinbacı “Eşşe: öldürdünüz gavırla:ar!” diye feryat ediyo. “Ulan eşşek öldü mü kine?” diyen şüphelenmiye başladık. Birez sora bir de bakdık kine eşek büğedin öte tarafından gafasını salliyerek çıkdı. Suyun dibinden yörüyerek getmiş. O zamana gadara eşşeğen yüzme bilmediğini bilmiyoduk. Meğere eşşek yüzmezimiş.” (Kadirli Bekereci Köyünden İbrahim Yakar, www.bekerecikoyu.com) |
ıslatmak |
: |
Dövmek. |
ıslık avarası olmak |
: |
1. Her döğüşe gönüllü gitmek. “Islık avarası olurduk.” 2. Islık çalarak gezmek, yürümek, işaretleşmek. “Islık avarası.” |
ıslık vurmak |
: |
Kuvvetli ıslık çalmak, ay ıslığı “Ne hoytukluyon öyle!!!...Az ileri var da ıslıkla!!!... Gelen Rüstemse buradan ıslık vurulduğunu anlar ve cevap verir.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
ısli:n |
: |
Islıyorsun, suyun içine koyuyorsun. |
ısmarıç |
: |
Sipariş, ısmarlanan şey. “Ismarıç ısmarlar güzün Tosun damgalanır yazın İniş yokuşun annacı Borumuz öterdi bizim” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I), S. 386) |
ısmarıç ısmarlamak |
: |
Sipariş vermek. |
ısmariç |
: |
Sipariş, ısmarlanan şey. |
ıspata |
: |
Yaprakları ayçiçeğinki gibi olan, sarı ya da beyaz çiçekli bir çeşit bitki. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ıspatan |
: |
Yabani tere otu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ıssı |
: |
Sıcak, ılık. |
ıssını bilmek |
: |
Sahibini tanımak. |
ıssız |
: |
Sahipsiz, kimsesiz yer, vb. Yüksek olur Arab atın kaltağı Issız kalmaz koç yiğidin yatağı Varır bir kötüye değer eteği Geri dur ha benli dilber geri dur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.606 |
yeşil ot |
: |
Yeşil ot, ıspatan. |
ıstar |
: |
Çul, kilim, kolan vb. dokuma düzeneği. “Altın yüksük parmağında İpek fistan dırnağında Benim kızım ıstar dokur Halı kilim örneğinde” (Belgin Elgün, Adana-Ceyhan S. 75) |
ıstı |
: |
Sahip. |
ıstıraç |
: |
Yazgı, baht. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ışgın |
: |
Bitki ve ağaçların filizi, yeni sürmüş küçük dal ya da yaprak, sürgün. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Göğde bulut gar havası Işgın yayılır devesi Silini silini ağlar Bebeğin tülü mayası” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ışgın sürmek |
: |
Ağacın sürgün vermesi. |
ışgıya |
: |
Eşkıya. “Kötü gurşun yatırdı mı? Dağa daşa yetirdi mi? Seni vuran ışgıyalar Tüfeğini götürdü mü?” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ışgıye |
: |
Eşkıya, dağda, kırda yol kesen, adam soyan ve öldüren, yasadışı eylemlerde bulunan silahlı topluluk, haydutlar. |
ışı: gören çıhıg |
: |
Çok sayıda çocuk sahibi olmuşlar. “Işı: gören çıhıg.” |
ışık deliği var mı |
: |
Ümit var mı? “Işık deliği var mı?” |
ışıl böce: |
: |
Ateş böceği. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ışıl ışıl böcü: |
: |
Ateş böceği. |
ışılamak |
: |
Parlamak, ışıklanmak, tebessüm etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) “Gözleri ışıladı beni birden karşısında görünce.” |
ışılaşmak |
: |
Parlamak,göz kamaştırmak. “Yel eser de ışılaşır sırmalar Siyah zülfü mah yüzünü tırmalar Zamânede tülek olmuş turnalar Dizilmiş katara çığ inen gider” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 587 |
ışıma |
: |
Sabah olma. |
ışımadan |
: |
Sabah olmadan, şafak sökmeden. |
ışımak |
: |
Aydınlanmak. “Ülger doğdu. Hava ışıdı. Hâlâ umudum vardı geleceksin diye.” |
ışırkannak |
: |
Sabahın ilk anlarında. |
ışıtmak |
: |
1. Aydınlatmak. 2. Duyurmak. 3. Anlatmak,bilgilendirmek. |
ışk |
: |
Aşk, yürek yanığı. |
ışkın |
: |
Filiz, taze sürgün, bitki ve ağaçların filizi, yeni sürmüş küçük dal ya da yaprak, sürgün. “Fidanım değnek, dallarımın en güzel ışkını değnek, anladıysan sana bu kadarı bir ömür yeter değnek.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) “Her çalıda güller bitmez Bitse bile ışkın atmaz Gündüz hayalimden gitmez Gece gördüm düşlerine” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 410 |
ışkınlamak |
: |
1. Filizlenmek, sürgün vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) 2. Kuruduğu sanılan ağacın sürgün vermesi. |
ışkıya |
: |
Eşkıya, dağda, kırda yol kesen, adam soyan ve öldüren, yasadışı eylemlerde bulunan silahlı topluluk, haydutlar. “Ne topracık elemişim Ne beleğe belemişim Ömer ışkıya olsun deyi Devre dilek dilemişim” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
ışmar |
: |
1. İşmar, işaret, başlama ve başlatma fişeği. 2. Göz ve kaş ile yapılan işaret. “Ocakta cezvesi kaynar Ortada fincanı döner Odasına müdür inmiş Kaşıyınan ışmar eder” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
ıvga |
: |
Kuşku, şüphe. “Fadisine göstereyim Beserek getir heybeyi İzar başından inmezdi Bacın da düştü ıvgaya” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ıvgalanmak |
: |
Kederlenerek coşmak. “Karadeniz dalgalandı Gene gönlüm ıvgalandı Duran Bey’in koltuğunda Nice yiğit kölgelendi” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
ıvır zıvır |
: |
Gereksiz eşya. |
ıycık |
: |
Azcık, azıcık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ıydırmak |
: |
Iygıya yatay ipliklerin geçirilmesi. |
ıygı |
: |
Dokunan bezlerin yukarıdan aşağıya gelen ipleri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ıyık |
: |
Her şeyi ile düzenli, eksiksiz, çok güzel. “Iyık İnce Hacı’m ıyık Ağ dudakda sümbül bıyık Tatarlı’da Goca Höyük Hacı’m oraya vardı m’ola?” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ıyılmak |
: |
Sıralanmak, dizilmek. “Alazda ıymış golanı, Dokur dolanı dolanı, oy oy oy Uluyamaz gırılanı, İşde bu golancı bacım” (Andırın’dan Ahmet Gök) |
ıyım |
: |
1. Kilim veya çuval dokumak için kurulan tezgah üzerindeki örgü. 2. Büküm. |
ıyım ıymak |
: |
Arka arkaya veya yan yana getirmek, sözüçok uzatmak. |
ıyıp kesmemek |
: |
(Bir şeyi)Bir türlü bitirmek bilmemek, sözüçok uzatmak, (Yağmur için) uzun uzun, sürekli yağmak. “Çukurovanın o ıyıp kesmeyen güz yağmurları gene başlamış, gökten denizler boşanır gibi boşanıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ıylım ıylım akmak |
: |
Arkası kesilmeden, yavaş yavaş, sürekli akmak. “Iylım ıylım aktı.” |
ıymak |
: |
1. Yünü ip haline getirmek. 2. Arka arkaya veya yan yana getirmek, sözü çokuzatmak. 3. Halı kilim vb. dokumak için tezgaha ipleri yerleştirmek. “Hüsne ile perde ıydım Kirkiti çuvala goydum Arada bir fısırtı var Bana olduğunu bildim” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
Iymıyor kesmiyor |
: |
Andırın yöresinde çok konuşup susmayana derler. |
ız |
: |
Az. “Çevlik’de de vardır sokak Varak yaresine bakak Ener de yaresi ız ise Bir gamacık da biz sokak” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Eşkıyaların Ağıdı, Kaynak Kişi: Eşe Baraklı)
“Anam bana gız diyor ama benim umudum ız” (Metin Şirikçi) |
ız bız |
: |
Şöyle böyle, az olmayan. |
ızar |
: |
Ferace, renkli çarşaf, giyilecek çarşaf. |
ızarlanmag |
: |
Çarşaf giymek. |
ızgıtlanmak |
: |
Dertlenmek. |
ızıcık |
: |
Azıcık, çok az. |
ızıycarak |
: |
Çok az. |
ızi:cig |
: |
Çok az. |