KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
 |
: |
1. Ak. “Âa geyer de kibar gezer Gunduranın burnun ezer Böyle dağalıdı gomşular Cabbar’ım sürmeli gezer” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 2. Baba, yaşça büyük kişiler. 3. Ağa. Bir organizasyon ya da mecliste giderleri ya da masrafları karşılayan kimse. “Oğlunu asker edincek Haleb’e getdi atı Bu sonradan â deyil Aşirethâneden zati” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yaycıoğlu Hacı Durdu Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Mahire Yaycıoğlu) 4. Ağu, zehir. “Şu dereden geçemedim Âlar gatıp içemedim Gardaş gılıcı çekince Ganatlanıp uçamadım” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Andırın’dan Derlemeler, Tirşik Yayınları No:1, İstanbul 2008) |
a: |
: |
Ağ, ağa, beyaz, zehir. |
a: sergi |
: |
Kurutmalık bir üzüm türü. |
a: toprag |
: |
Beyaz toprak, üzüm durultmada kullanılan beyaz renkli bir toprak. |
a:ca |
: |
Beyazca, hafif beyaz, beyazımsı, akça |
a:ç |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ağaç. |
a:d |
: |
Ağıt. |
a:dcı |
: |
Cenazelerde ağlayarak çevredekileri de ağlatan. |
a:dirmeg |
: |
Eğdirmek. |
a:l |
: |
Ağıl, çit. “Tarla ya da bahçeler arasında genellikle kuru çalılar ve süvenler kullanarak duvar örülürdü ve rahatça girip çıkmak için de aşma denilen yolak yapılırdı. A:lların yolağı, kullanılmadığı zamanlar kara çalılarla kapatılırdı.” |
a:la |
: |
Çok güzel. |
a:lamag |
: |
1. Ağlamak. 2. Kendini acındırmaya çalışmak. |
a:lemeg, a:lemek |
: |
Oyalamak, bekletmek.. |
a:lence |
: |
Eğlence. |
a:lmi:şin |
: |
Eğilmeyince, eğilinceye kadar. |
a:m |
: |
Ağam. |
a:mak |
: |
1. Üşüşmek, toplanmak. 2. Göğe doğru yükselmek. |
a:n |
: |
1. Zehir. Ḫoruz azından saçar ānı. 2. Ağan. |
a:nag |
: |
Ağnanılan, yatıp yuvarlanılan toprak. |
a:nanmag |
: |
(Hayvanlar için) Gübrelik vs. gibi yerlerde yatıp yuvarlanmak. |
a:r |
: |
1. Saygıdeğer, kendini saydıran. 2. Ağır. ”A:r daşınan batman dö:yeller, yeyni daşınan it daşlallar.” (Toros Atasözü) |
a:radam |
: |
Suyu ağır adam. |
a:r fiyat |
: |
Yüksek fiyat. |
a:rına getmeg |
: |
Zoruna gitmek, gücüne gitmek. |
a:rlamag |
: |
Misafir etmek, yedirip içirmek. |
a:rlıg |
: |
1. Ağırlık. 2. Saygınlık 3. Düğünden sonra erkek tarafının kız tarafına çeyiz dizmesi için verdiği para. |
a:rmak |
: |
Eğirmek. |
a:rtı |
: |
Beyazlık, yoğurt, ayran vb. şeyler. |
a:rtma |
: |
Ağartme, beyazlatma. |
a:sadmag |
: |
Bir işin gidişatını yavaşlatmak. |
a:samag |
: |
Topallamak. |
a:sig |
: |
1. Kadın, kız. 2. Olması gerekenden az. |
a:silmeg |
: |
Eksilmek. |
a:şam |
: |
Akşam. |
a:şama:ca |
: |
Akşama kadar. |
a:t |
: |
Ağıt. |
a:yle |
: |
Aile. |
a:z |
: |
1. Büyük ve küçükbaş hayvanların doğumdan sonra ilk iki-üç gün sağılan katı süt. 2. Şive. 3. Ağız |
a:z otu |
: |
Maraş’ta yaygın olarak kullanılan, tütün ve meşe külünün karışımıyla yapılan keyif verici bir madde. |
a:zı pek |
: |
Sır saklayan, ketum. |
a:zı:mı |
: |
Ağzı gibi. |
a:zını bozmag |
: |
Kötü söz söylemek. |
a:zına:dar |
: |
Ağzına kadar. |
a:zınan |
: |
Ağzı ile. “Gendi çocuklarını a:zı:nan guş dutsa bile beğenmemeleri incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
a:zlıg |
: |
Huni. |
a:rı |
: |
Bundan öte. |
âb |
: |
Su. “Şahan gibi yükseğinde uçarken Keklik gibi engininden geçerken Âb-ı kevser ırmağından içerken Susuz pınarlardan kandırdı beni” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 459) |
aba |
: |
1. Özel bir kumaştan yapılan giyim eşyası, ceket. Duruma göre boy abası denilen, boyu diz altında olan, düz aba veya zenginliğe göre sandıklı (sırmalı) abalar da tercih edilir. Abalar genellikle yarım kollu, boyu bel altında olan, önü boydan açık bir erkek giysisidir. “Ayağında keten şalvar, sırtında abası, dalında Zeytun avcarı, etrafında adamları, Kızıldağ’ı mesken tutmuştu.” 2. Büyükanne, nine. 3. Yetişmiş, büluğa ermiş küçük kız kardeş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 4. Hanım, hanımefendi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 5. Abla. “Kadasın’aldığım dağlar Demedin mi abam ağlar Konağa bir künye gelmiş Çobanınız ölmüş dağlar” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) 6. Bir çeşit kaba ve kalın şayak. |
abacık |
: |
Tertemiz. |
abainan |
: |
Aba ile. “Ne yatıyon abainan Üsdün’ördüm libainan Şimdi emmin, dayın gelir Bir belicik obainan” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Göğüs) |
abamak |
: |
Üzerine suç atmak. Bir kabahati birininüzerine yükleyerek ondan kurtulmak. |
abaniye |
: |
İpekten sarımtırak dallarla işlenmiş kumaştan yapılmış sarık. “Abaniyesi başında Fermaniyesi döşünde Üçünü de birden asman Daha oğlum genç yaşında” (Kaynak: İbrahim Davutoğlu, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 323) |
abanlamak |
: |
Uzun adımlarla çabuk çabuk yürümek. |
abao: |
: |
“Aman”, “amanın” gibi, şaşkınlık anlatmak vb. için kullanılan bir sözcük. |
abar abar |
: |
Abarin. Şaşkınlık belirtisi. |
abara, abaran |
: |
1. Hayvanlara yem verilen tekne. 2. Değirmene su akıtan oluk. Su değirmenlerinde, suyun hızla akışını ve dolayısıyla basınç kazanmasını sağlayan, tahtadan yapılmış huni biçimindeki su yolu, ki bu su yolu sekiz on metre uzunluğunda olup bu su yolundan düşen sular, altta “per” adı verilen bir düzeneği işleterek taşın hızla dönmesini sağlar. “Değirmen başı abara Karıştım toza kubara Bana ettiğin dubara Allah’ından bul Fadıma” (Kul Mustafa, Derleyen: Duran Doğan , Barış Kabalcı, Kaynak: Behzat Gök) |
abarı |
: |
Güven duygusu. |
abarı: |
: |
“Vay be!”, “amanın!” gibi şaşkınlık anlatan bir söz. Sonu uzatıldıkça hayret artar. Çokluk ifadesi için kullanılan bir sözcük. “Abarı:. Bunu da mı duyacaktım.” |
abarıh |
: |
Şaşma ve korku ünlemi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abarı:k |
: |
Aman tanrım. |
abarı:ŋ |
: |
Amanın anlamında kullanılan bir deyim. Bir olay karşısında oldukça çok fazla hayret etmeyi belirtmede kullanılır. “Abarı:n!!! Yemeğ in hepsini yemiş. Bu gudümsüz bana hiç bırakmamış” |
abari: |
: |
“Vay be!”, “amanın!” gibi şaşkınlık anlatan bir söz. Sonu uzatıldıkça hayret artar. Çokluk ifadesi için kullanılan bir sözcük. |
abari:ŋ |
: |
“Vay be!”, “amanın!” gibi şaşkınlık anlatan bir söz. Sonu uzatıldıkça hayret artar. Çokluk ifadesi için kullanılan bir sözcük. |
abarmak |
: |
Gururlanmak, kendine fazlaca güvenmek. |
abaru-anagız |
: |
Şaşkınlık sözcüğü. |
abaz |
: |
Ara bozucu, fitneci, fesatçı. |
abaz abaz |
: |
Küme küme, bölük bölük, avaz avaz. “Çıktım yücesine seyran ederken Engininden abaz abaz el gider Şol giden ellerde gördüm bir gelin Kadir Mevlâ’m daha neler Halk eder” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.586) |
abaz abaz |
: |
Avaz avaz, yüksek sesle bağırma. |
Abaza |
: |
Kuzeybatı Kafkasya’da yaşayan halka mensup kimse. |
abba |
: |
Abla. |
abba:, abbağ |
: |
1. Çok beyaz, bembeyaz. 2. Yapılan bir iş karşısında şaşırma ünlemi. “Abbağ!!! Vay şu benim gadersiz başıma gelenler!” |
abbak |
: |
1. Bembeyaz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Çocuk dilinde temiz, iyi. |
abbakaş |
: |
Pirinç pilavı. |
Abbasın kazı gibi yutmak |
: |
Görgüsüz davranmak. |
Abbe |
: |
Habibe. Bölgemiz göçmen ağzından. |
abcal |
: |
Sakatlığı olmadığı halde topal gibi yürüyen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abcal abcal yürümek |
: |
İki yana çokça eğilerek yürümek, çocuk gibi, ördek gibi yürümek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abdal |
: |
1. Erkekleri düğünlerde davul zurna çalan topluluk ve bu topluluktan olan KİMSE; bunlara halk arasında “Ede” de denir. “Abdalların cinsi: a. Fakcılar: Aşirete av avlayan Abdallar. b. Tencili Abdalı: Cambazlık, kuyumculuk, üfürükçülük yapan ve bu şekilde geçinen Abdallar. c. Beydili Abdalı: Türkmenlere yamak ve yardımcı olan Abdallar. d. Gurbet veya Cesis Abdalı: Sepetçi Abdallar. Bunlar gece lamba ve ateş yakmazlar ve yazın çadır altında yatmazlar imiş. e. Kara Duman Abdalları: Bunlar Mısırlı İbrahim Paşa’nın iskan beyine Mısır’dan gönderdiği büyük bir musiki ve raks heyetinin kalıntılarıdır. (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000) 2. Akılsız, ahmak işe yaramaz kimse. “Gulun gurbanın olam! Abdalın olam ağam! Bana kötülük etme!”
“Abdalın korkağı taşın büyüğüne sarılır.” (Feke Atasözü) 3. Çingene. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 4. Eskiden gezgin derviş. “Yiğit eğlencesi güzelin genci Cefayı çok eder dilberin dinci Selvidir boyu da dişleri inci Abdal oldu yine gönlüm delindi” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.417) |
abdal ağası |
: |
Düğünlerde çalgıcılardan sorumlu kişi, sağdıç. |
abdal coşmayınca evi başına yıkılmaz |
: |
Bir Kozan Atasözü. (Pekşen Tamdoğan, Yeğen Kozanoğlu, Kozanca, Kozan Ağzı Üzerine bir inceleme, Adana) |
abdal deŋişiği |
: |
Abdal henzeri abdaldan farksız. |
abdal ineği gibi |
: |
İşe yaramaz, yaşlanmış, çok zayıf. |
abdalınan öğdürürüm |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Aptal ile övdürürüm. Düğünlerde oğlan evinde para toplamak için çaba yapılır. Çabaya oturan kişi davul, zurna eşliğinde övülür -kişinin önüne geçilir ona özel davul zurna çalınır, istediği bir türkü varsa o ezgilendirilir v.s.- ve sonra düğüne atacağı para alınır. Burada ona vurgu yapılmaktadır. |
abdal öŋüne oturmamış |
: |
Gavurdan farksız, sünnetsiz. |
abdas |
: |
Abdest. “Abdasını alamamış Namazını gılamamış Gul oluyum anamoğlu Evinetâ varamamış” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Halil Avcı’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Bakacak) |
abdazlanmak |
: |
Abdest almak. |
abdes |
: |
Abdest. “Getdim abdesim almıya Acele geri gelmiye Başladım da ben ölmüye Tez gelin yavrılarım tez gelin” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Apandisitten Ameliyat Olan Mehmet Doğan’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Doğan) |
abdes bozmak |
: |
Tuvalete gitmek. “Yorgancı abdes bozmıya getdi beam. Az sonra gelir.” |
abdes vermek |
: |
Muhataba, ya da rakibe ders vermek, haddini bildirmek, onu paylamak, azarlamak |
abdesâne |
: |
Tuvalet. |
abdestsiz emmiye namaz mı dayanır |
: |
İşi özensiz, üstün körü, çabucak yapma. |
abdez |
: |
Abdest. “Eh demiş. Galan ben bunu bulurum demiş. Varmış ki, bu oulan abdez almış namaz gıliür.” |
Abdılla, Abdulla |
: |
Abdullah. “Amman Abdılla oğlum, benim damımı da ıcık lôla hêri! diye yalvarması belki de o damdan bu dama yankılanıp duruyordur.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
Abdullu:sda |
: |
Abdullah usta. |
Abdıraman |
: |
Abdurrahman. |
Abdil |
: |
Abdülkadir’den bozma bir erkek ismi. “Andırın’ın Gökahmetli Köyü’nde Abdil Ağa derler biri vardır. Hardallıktan bir genç Abdil Ağa’nın kızına aşıktır. Mehmet’in bu sevdasını duyan Abdil Ağa küplere biner.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
Abdulla |
: |
Abdullah. “İt bana gelmiyor kine Anşa galan it beslemez Kimsenin garnının doyduğun istemez Deli Abdılli’ye benzerdi itim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
abe |
: |
Ağabey. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
Abekir |
: |
Ebubekir. “Öteden Abekir dayının sesi duyulur” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
aber |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında haber. |
abeş |
: |
1. Derisi alacalı olan hayvan yahut insan. 2. Boz-kızıl renkli olan. |
abıca |
: |
Abla. |
abıcambak |
: |
Karışık, anlaşılmaz, iç içe girmiş, girift. “Abıcambak işlere oldum olası aklım fikrim ermez.” |
abık sabık |
: |
Saçma sapan, gelişigüzel, ileri geri, boş söz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
abık sapık |
: |
Saçma sapan, gelişigüzel, ileri geri, boş söz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
abıkert |
: |
Avukat. “Möhkem bir abıkert dutmuş Göztepe köyünün Kahyası Hacı Murad Efendi, habarınız oldu mu acaba. Abıkert bey İzmir’de dururumuş. Bir de uçak dutmuş meraların hoturafını çektirmiş.” |
abıla |
: |
1. Hanım, hanımefendi. 2. Oba beyinin karısı. 3. Abla, büyük kız kardeş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) “Gözüme bir hayal… Dezzem bir tarafına gaynanası da bir tarafına oturmuş gadının. Bir elbise var, Emine abılamın. Gözümün önüne geldi kele.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
abılobut |
: |
İri, şişman, hantal. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abınmak |
: |
Yere kepsimek, düşer gibi olmak |
abır |
: |
Namus, şeref, haysiyet. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
abırcın |
: |
Memnun. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abış yerler |
: |
Apış arası, bacak arası. |
abıyanan |
: |
Aba ile. “Ne yatıyon abıyanan Üsdün’örtdüm libiyanan Ben Hasan’a düğün gurdum Bir belicik obuyanan” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
Abil |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında Habil. |
a:bince |
: |
Hemen arkasından, peşisıra, zaman geçirmeksizin, aceleyle, ivedi, akabinde, akabince. “İnsan başarılı olmayı düşündüğü zaman âbince başarısız olma endişesini de taşımaya başlar.” |
a:binmak |
: |
Yere kepsimek, düşer gibi olmak. |
abicik |
: |
Ağabey. |
ablak |
: |
Güzel, çok hoş görünümlü, yüzü dolgun, güzel, mert, yuvarlak yaygın yüz, degirmi. “Ablak Gar’ismet’im ablak Gıyıp da vurmadım şaplak Ben sana doymadım guzum Doysun gayrı gara toprak” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ablag yüzlü |
: |
Beyaz dolgun yüzlü. |
ablık |
: |
Çok beyaz, parlak. “N’ola askere gidiydi Günü yetenler geliyor Fayan durma Efend’ede Eller gün ablık alıyor” (Kaynak: Osman Taştan, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 378) |
abo, abo: abov, abo:v |
: |
“Aman”, “amanın” gibi, şaşkınlık anlatmak vb. için kullanılan bir sözcük. “Abôv, kurbanınız olayım, ocağımız batmış da haberimiz yok.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
abohan |
: |
Obur, çok yiyen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abo:oş |
: |
Sarhoş narası. |
abra |
: |
1. Bir yükü denkleştirmek için hafif gelen yana konulan ağırlık; teraziyi ayarlamak için hafif gelen kafaya konulan taş. 2. Minnet. |
abraş |
: |
1. Patavatsız, sözü hoşa gitmeyen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Alacalı, benekli. 3. Çarpık, eğri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abrıl |
: |
Nisan. |
abraza gitmek |
: |
Tersini yapmak, zıt gitmek, zıddına gitmek. |
abu |
: |
1. Bölgemiz göçmen ağzında; abla. 2. Aslı ebu olup paşa, baba demektir. |
abu: |
: |
Şaşma ve korku ünlemi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
abulüstü |
: |
Dört ayak üzerinde dikili durma. |
abudamya |
: |
Çocukların bir çoğunun günümüzde adından bile haberdar olmadığı bir tür çocuk oyunu, birdirbir oyunu. “Löttük, minavara, gulle, mık, gosguç,saklambaç, kovalambaç, köşe kapmaca, çöodürüm eşek, abudamya, mici, kömbe, çelik, şaka-soyak, sağlama, solaklama oynayan çocuklar yok artık.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
abukert |
: |
Avukat. |
abuket |
: |
Avukat. |
abul abul |
: |
Yavaş yavaş, ağır ağır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
abulobut |
: |
1. Obur, çok yiyen kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. İri, şişman, hantal. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Kaba saba, görgüsüz kimse. 4. Çok iri yapılı, hantal kimse. “Irahmatlık abulobut biriydi. Dêl tabıt toprağa bile sığmazdı” |
abulüstü |
: |
Dört ayak üzerinde, dikili durma. |
abur cubur |
: |
Gıdasız yiyecek. |
aca |
: |
Amca, emmi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
acabek |
: |
Böğrülce. “Acabekler oldu mu?” |
acak |
: |
Azıcık, biraz. “Hac’Osman yoluna dursun İrbehem harçlığın versin Acak eğlen mor beliklim Sehildeki oğlum gelsin” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
acalmak |
: |
Fazla kullanılmaktan makine dişlileri aşınmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
acama |
: |
Genç delikanlı. |
acanta |
: |
1. Yeni, gıcır gıcır. 2. Acenta, bir ticari müessesenin temsilciliği. “Zengin adam. Atabos alım diür. Yâni yenisini çekim diür, acantadan diür” |
acap |
: |
Acaba. “Al yanağın elmas m’ola, kar m’ola Çapraz vurmuş, düğmeleri dar m’ola Acap mislin şu cihanda var m’ola İnsem, gitsem Hindistan’a, Yemen’e” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
acar |
: |
1. Çevik, enerjik, tezcanlı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Cesur, kabadayı, atılgan, gözüpek, yiğit. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Peki. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 4. Sonradan Müslüman olanlara da denilir. 5. Açıkgöz, zeki. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 6. Yeni. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Osm.) ”Esgisi olmıyanıŋ, acarı olmazımış.”
Acar itağiyi tutuyoŋmu gız? (Pekşen Tamdoğan, Yeğen Kozanoğlu, Kozanca, Kozan Ağzı Üzerine bir inceleme, Adana)
Acar elek yüŋseğe asılır(Toros Atasözü) |
acar konak dutturmak |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Yeni konak yaptırmak. |
acar geyer yok gimi, eski geyer b.k gimi |
: |
Toroslar bölgesinden bir atasözü.
|
acara |
: |
Cigara, sigara. |
acarlama |
: |
Yenileme. |
acarlamak |
: |
Yenilemek. “Gine tuttu Gâvur Dağı boranı Hançer vurup acarladın yaramı Sana derim Mıstık Paşa öreni İçimdeki bunca beyler nic’oldu?” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
acarlanmak |
: |
(İnsan, hayvan veya bitki)Kuvvetlenmek, gürbüzleşmek, gelişmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
acas |
: |
Haber, radyo haberi, ajans. |
acayib |
: |
Tuhaf, yadırganan, şaşılacak, şaşılmaya değer. “Sevda sevda derler behey yarenler Ermeyince bir acayib hal olur Varıb bir kız on yaşına girince Açıolmadık bir domurcuk gül olur”. (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.623) |
accak |
: |
Birazcık, çok az, azıcık. “Accak bakamadım yüzüne Yanın yönün çamır olmuş Ya n’edeyim emmim oğlu Geri dönüyom izine” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hastalıktan Ölen Ali Tahta’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Safiye Temiz) |
accık, accıg |
: |
Çok az, azıcık, birazcık, pek az. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ace |
: |
Büyük kız kardeş, abla. |
aceb |
: |
Acaba. “Üç kirazın çölleri Çiçek toplar yavrımın elleri Aceb babam gelir diye Gözler oturur yolları” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Nusret’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Elife Salan)
“Bir çift güzel gördüm yolda yolakta Altın küpe şan veriyor kulakta Yeryüzünde insan gökte melekte Aceb sevdiğimin eşi var m’ola?” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.385) |
acebek |
: |
Börülce. |
aceblenmek |
: |
Hayrete düşmek, şaşırmak. “Aceplenmen benim ağladığıma Bir od düştü yüreğimde yaram var Çevrilirim çevrilirim dönerim İşte güzel adam şöyle halım var” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 581) |
acel |
: |
Ecel. “Gel Hülya yanıma otur Elini elime yetir Acel geldi, vade yetmiş Gannı oldu goca motur” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üzeyir Ahmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Fadime (Ayten) Koyuncu) |
Acem |
: |
İran. |
acemletmek |
: |
Tabanca ve tüfeğin tetiğine yanlışlıkla basmak. |
acene |
: |
Tırpanın sap geçirilecek deliğini açmaya yarayan çelikten yapılan bir aygıt. |
acep |
: |
Acaba. “İslahiye’ye gediciğim Makineler alır m’ola Altı bebeği vericiğim Acep vekili olur m’ola” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
acer |
: |
Yeni. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) “Acar tutdurdu damını Gardaşım almış namını Dorusunu suya çekmem Gırar da gaçar gemini” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
acevit |
: |
Çevik, enerjik. |
Acı |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Hacı. |
acı acı ağlamak |
: |
Yürek burkar şekilde ağlamak. “Evimin önü dut ağacı Yavrum ağlar acı acı Aklım erer gözüm görür Nasıl vereyim Selver bacım” (Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yay., Altın Koza No: 72, Adana 2010) |
acı ga:rek, acı geyrek |
: |
Mide ekşimesi, hazımsızlık ve bundan ileri gelen geğirti. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
acı geğrik |
: |
Mide ekşimesi, hazımsızlık ve bundan ileri gelen geğirti. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
acı haber duymak |
: |
Ölüm haberini almak. “Duyunca acı haberi Geldim didine didine Musa, Mehmet dövünüyor Başında ağlar Medine” (Aşık İbrahim Karalı, Kaynak: Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yay., Altın Koza No: 72, Adana 2010) |
acı hısım olana gadar dadlı goŋşu olak |
: |
Düğürcülük yapıldığında özellikle kız evinin oğlan evine vereceği cevap olumsuz ise bu söz kullanılır. “Acı hısım olana gadar dadlı gonşu olak.” |
acı kireç |
: |
Yanmamış, sönmemiş kireç. |
acı su |
: |
Sifâlı su, kükürtlü su, maden suyu, içme suyu. |
acı:rag |
: |
Az acı. Acımsı. |
acıca |
: |
Maden suyu pınarı, kaynak; acı su kaynağı, içme. |
acıcacık |
: |
Acı acı, acı veren. |
acık |
: |
1. Üzüntü, elem, keder. 2. Biraz, azıcık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Güllü’m örsem beliğimi Acık alsam soluğumu Benim geldiğime bakman Del’eyledim kılığımı” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yay. 1994, Cilt II) |
acıkdan, acıktan |
: |
Biraz sonra, birazdan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
acıklanmak |
: |
Kızmak, çıkışmak, öfkelenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
acılamak |
: |
Sıkıştırarak, örseleyerek, rahatsız ederek sevmek. |
acılar içinde kıvranıp pişmek |
: |
Bedenin ve ruhun dayanamayacağı acılara maruz kalmak. “Hatice’m gavur vereme düştün Acılar içinde gıvrandın piştin Şifa olsun diye kömeçler içtin Doktorlar derdini bilmedi yavrum” (Aşık Ali Anbarcı, Kaynak: Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yay., Altın Koza No: 72, Adana 2010) |
acılı |
: |
Dertli, yaslı, üzüntülü. |
acımak |
: |
1. Canı yanmak. “Hani benim emmioğlu Bücür’üm Yüreğime bir od düştü acırım Sarı Haliloğlu çeksin ecirim Bölge bölge timarlarım kal demiş” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.633) 2. Bir kimsenin ya da şeyin durumuna çok üzülmek. |
acımık |
: |
Öd, safra kesesi. |
acımıklı |
: |
Yufka yürekli, merhametli. |
acımuk |
: |
Çokca buğday tarlasında biten ve deice, karamuk da denilen ot ve tohumu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
acından |
: |
Açlıktan. |
acından ölmek |
: |
Çok acıkmak. “Amma var ya heç guvvad galmamış. Dere depe dememiş dolaşmışlar. Acından ölmüşler.” |
acınmak |
: |
Derdini dökmek, derdini söylemek, dert yanmak. |
acırak |
: |
acı gibi, acıya benzer. |
acışkınlığınan |
: |
Üzüntüynen. |
acışmak |
: |
1. Birinin ölümüne, felaketine hep birlikte üzülmek, yanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Canı yanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Karacoğlan bunu böyle söyledi İndi aşkın deryasını boyladı Kızlar gitti diye pınar ağladı Acıştım yüreğim yandı bu nara” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.397) 3. Çok üzülmek, üzülmek, acımak, içten acımak. “Gözlerinden akan kanlar, yaşlar sakalına aşağı sızmaya başlamıştı. İlk anda duyduğu ağrıları azalınca Deli Yusuf acıştı, söyledi görelim neler söyledi. “Ne suçum var bilemedim ben bunu Küçük Ali’m yetim kalır ağalar Çok emekler çektim hep oldu zayi Malım mülküm talan olur ağalar” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
acıycık, acicik |
: |
Çok az, azıcık. “Acıycık verseydin elin mi kırılırdı.” |
acīz etmek |
: |
Bezdirmek, bıktırmak. Ḳulağına gitmiş bubamın ḳaçıracaklar ǥızını deyi bubam da beni acīz etti |
acik |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında;azıcık. |
acilenmek |
: |
Meraklanmak, kederlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aci:mcik, acimcik |
: |
Çok az. |
acimek |
: |
Acımak, acı duymak, merhamet etmek, bir gıda ürününün tadının acılaşması. “Oğlum â, oğlum â Silahlansın çıksın dâ Acirim sana Lüvere’m Müfdü seslenmiyor daha” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Güllü’nün Ağıdı, Kaynak Kişi: Emine Gök (Hodul Emine)) |
acir |
: |
1. Günah 2. Acur, hıta. “Akşam yemeğinde, içinde sızgıt parçaları olan cıvıklama ile patata kömbesi vardır. Kocaman bir tabağa da biber, hıyar, acir, havuç, üzüm, alıç, sarımsak ve göo tomatisinen, nahanadan oluşan sirkeli turşu doldurulmuştur ki, kokusunu duyan komşular zaman zaman eline bir sahan verdiği oğlunu koşturup anamın annı ağrıyorumuş da ıcık turşu istedi, suyundan da gosun dedi, diye istetecek kadar iştah açıcıdır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
a:ciş mēciş |
: |
İslami isimlerin dışında kalan yeni moda isimler. |
acişmek |
: |
Üzülmek. |
aciz |
: |
Çabaları neticesiz kalan ve elinden herhangi bir çare gelmeyen kimse. “Bağıran, çağıran aciz bülbülüm Ne kadar bağırsam duymuyor gülüm Karacoğlan der ki imdatçım ölüm Mezardan gayrı bir yol bulamadım” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.484) |
aciz kalmak |
: |
Uğraşılara ve gayrete rağmen sonuç alamamak. “Aciz kaldım şu gönlümün elinden Benim gitmediğim yollar mı kaldı? Cevr idi ki yüz döndürüp serimi Başıma gelmedik hallar mı kaldı? (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.416) |
aco |
: |
Pamuk ipliğinden dokunmuş çul. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
acölüg |
: |
Açgözlü. |
acur |
: |
1. Salatalık cinsi sebze 2. Hırpalanmış, eski, yıpranmış, örselenmiş. |
aç |
: |
Yoksul. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
aç alavan |
: |
Aç karnına, acı acına, karnını doyurmadan. |
aça:vermeg |
: |
Pamuk, buğday gibiürünler henüz olmadan karşılığında para vererek ürünü ucuza almak, ucuza kapatmak. Bir tür faizli para vermek. |
açacag, açacak |
: |
Bir seyi açmaya yarayan alet, düğme, anahtar, dil.. |
açar |
: |
1. Kalemtraş, kalem açacağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Anahtar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
Aççe |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Hatice. |
açıcak |
: |
Açınca. “Humâ kuşu gibi yüksek uçıcak Bölük bölük kanatların açıcak Fırsat bulup yarim ile kaçıcak Duman ver hey güzel Allah duman ver” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.594) |
açıg |
: |
Kapalı olmayan, tesettürsüz. |
açıgcı |
: |
Açığa para veren, faizci. |
açığrak |
: |
Daha açık. |
açık seçik |
: |
Çırıl çıplak, tüm çıplaklığı ile. |
açık sucuk |
: |
Açıkça, utanmadan. |
açıḳcaŋ |
: |
İşin gerçeği, açıkça. |
açıkçı |
: |
Beleşçi, bedavadan geçinen kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
açılan gülleri solmak |
: |
Çocukları ölmek. “N’oldu ise bana oldu Açılan güllerim soldu Ne durursunuz din gardaşlar” (Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yay., Altın Koza No: 72, Adana 2010) |
açılındı |
: |
Açıl artak, açsana anlamında bir söyleyiş. “Evinin önünde yörüdüm yoldan Doğrulup baktım da ar ettim elden Yanakları farksız kırmızı gülden Kırmızı goncam gayrı açılındı” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.417) |
açım vermek |
: |
Rahat açılmak, yufka gibi ince açılmak. |
açımlı |
: |
Yufkası kolay açılabilen özlü, ufrasız un. |
açınca |
: |
Açtığı zaman. “Düğün olup al bayrağın açınca Usul boya yeşil kemha biçince Yâr salınıp kız karşına geçince O zaman bildim ki söz uğrun uğrun” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.562) |
açındı |
: |
Aç artık, açsana anlamında bir söyleyiş. “Gelin der ki ben yaylaya göçeyim Pınarlardan soğuk sular içeyim Yare karşı ak göğsümü açayım Aç göğsünü yar gayri sen açındı” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
açıntı |
: |
Meralık alandan açılan tarla. |
âçır |
: |
(Zaman ve mesafe olarak).e/a kadar. Tek başına kullanılmaz. İsimlere ya da zarflara eklenerek kullanılır. “Keskin yel gün batanaçır, arsız avrat el yatanaçır” (Elbistan Atasözü) |
açkı |
: |
1. Tabaklanmış derinin yüzünü parlatmaya yarayan kalın camdan, slindir şeklinde bir alet. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Önsöz, başlangıç. 3. Açılmış bazlama halindeki ekmek, yufka. 4. Herhangi bir kilidi açan araç, anahtar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm. Ada.) |
açma |
: |
Ormanlık alandan ağaçlar kesilerek açılan tarla. |
açmayıŋ |
: |
Açmayasınız. “Hiçbir daha yükseklerden uçmayın Uçarsam da kanadımı açmayın Muhannatın köprüsünü geçmeyin Coşkun sele uğratayım yolumu” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.642) |
ad vurmak |
: |
İsim koymak. |
ada |
: |
Küçük arazilere ada denilmektedir. |
adağa |
: |
Tavlanmış, ekin ekilecek duruma gelmiş toprak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
adağnan |
: |
Adak ile. |
adak |
: |
Yaş iken çimlenmeye elverişli şekilde kurumuş toprak. |
adaklı |
: |
Söz verilmiş, nişanlı, bellikli. |
adal |
: |
Erkek dana, tosun. |
adam asmaca |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. ADAM ASMACA En az iki kişi ile oynanır. Evde ya da okulda oynanan bir sözcük oyunudur. Oyun için gerekli malzemeler kâğıt ve kalemdir. Oyuncunun biri ebe seçilir. Seçilen ebe bir sözcük tutar. Diğer oyuncu bu sözcüğü tahmin etmeye çalışır. Doğru tahmin edilen harf sözcüğün içinde yerini alır. Doğru tahmin edilmeyen her harf için, ebe olan kişi, asılan bir adam figürünün bir parçasını çizer. Önce ters “L” harfi biçimindeki darağacının direği sonra adamın, teker teker vücudu oluşturulur. Adamın vücudunun tamamlanmasıyla karşı taraf asılmış olur. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s.205) |
adam ata |
: |
Adem Baba. |
adam güzeli |
: |
İnsan güzeli. “Aklım aldın gözlerini süzeli Benzime düşmüştür ayva gazeli Sana derim behey adam güzeli İki leblerinden bir yanağından” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.519) |
adam seyrine almak |
: |
İtibarlı insana davranır gibi davranmak. |
adamahıllı, adamakıllı |
: |
Tam anlamıyla. Tamıtamına. |
adamdaş |
: |
Yerel bir efsaneye göre taşlaşmış çocuklar. Adamdaşlar “ Allah’ım beni daş et” dėmiş |
adamıŋ dölü |
: |
insanoğlu, herifin dölü, adamın dölü şeklinde de kullanılmaktadır. |
adamıŋ gözünüŋ içinde bir göz daha var |
: |
Çok uyanıklar için söylenir. “Adamın gözünün içinde bir göz daha var.” |
adamlıg |
: |
İnsaniyet. |
adamlıklı |
: |
Hatırlı, gönüllü, kıymet bilen. |
adamlıksız |
: |
Kıymet bilmez, hatırsız. |
adammar |
: |
Adam var. “Gıg tene adammar dedi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
adamna: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; adamlar. |
Adana’dan gelir bekar |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.Toprak işçilerinin bir kısmına bekarlar derler. Bunlar çoğunlukla bekardırlar. Mevsimlik değil, yıllık işçilerdir. Bekar işçileri çalıştırmak: Toroslarda çok zenginliği gösterir. |
adar |
: |
Süre, zaman, müddet. |
adarı yetmek |
: |
Vakti gelmek, vakte erişmek. |
adarsız |
: |
vakitsiz, zamansız. |
adem oğlanı |
: |
İnsan oğlu. “Şu dünyaya gelen âdem oğlanı Allah Allah deyip ölse gerektir Çıkardılar cenazemi yumağa İmam namazımı kılsa gerektir” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.613) |
adep bir lakırdı |
: |
Affedersiniz anlamında. |
adet olunmak |
: |
Gelenek görenek haline gelmek, adet olmak. “Sevdiğim üstüne dört libas giymiş Bir kara, bir yeşil, bir al, bir beyaz Güzellere dört şey adet olunmuş Bir şive, bir cilve, bir eda, bir naz” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.648) |
adet oluptur |
: |
Adet olmuştur, gelenek haline gelmiştir. “Karacoğlan der ki böyle oluptur Ala gözün kan yaş ile doluptur Ol asırdan beri âdet oluptur Ergen kızlar yiğitlerle yan gider” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.588) |
adı / adları batasıca |
: |
Domuz, yok olasıca. “Adı batasıca talan etmiş Hayvacık’taki mısır tarlasını.” |
adı belli |
: |
1. İşe başlamışken, yapılan işi bitmeyecekse de bitirme, ya da ek işler ilave ederek onların yapılmasını da sağlamak için kullanılır. 2. Oldu olacak, bari. Adı belli ende: donu da çıkarıver. |
adı böğrüne uğrasın |
: |
Ölsün, gebersin anlamında bir ilenç. |
adı çekilmek |
: |
Bir kız veya kadının adı çıkmak, hakkında söz sözylenmek, dedikodusu yapılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
adı kulağına değmek |
: |
Çok ünlenmek, kendi ünün başkalarından duyar olmak. |
adı üstü |
: |
Adını aldığı aile büyüğü. |
adıbatası |
: |
Köstebek de denilen çıban, kemik veremi, sıraca. |
adık |
: |
Ters, aksi. |
adıkmak |
: |
Kötü ün almak, adı kötüye çıkmak. |
adıŋ |
: |
Adını. “Nerde kaldı şekerli kurabiye Ne demeli fürun eti kebaba Bazılar da su mu katar şaraba Neme lâzım adın demek isterim” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.502) |
adıŋı bağışla |
: |
İsmini söyle. “Adını bağışla” |
adını deliye g.tünü çalıya vermek |
: |
Kendini bir şey bilmiyor gibi gösterip her yaramazlığı yapmak. |
Adıyaman |
: |
Bir meyve adı. “O güzel meyveler bittiği zaman Toplayan getiren cümleden heman Dediler lezzeti şol adıyaman Anında kabuğun soymak isterim” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.502) |
a:di |
: |
Ayakkabı yapmaya yarayan tahta saplı demir. |
adiles |
: |
Adres. |
a:dirmeç |
: |
Ağaç eğilerek yapılan alet. |
a:dirmek |
: |
Eğdirmek. “Hallaç, hallaç geldi; âdirilecek yünûz yok mu; atılacak yünûz yok mû?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
adi |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; haydi. |
adist |
: |
İsmi verilen kişi. |
adisti |
: |
Ölen erkek çocuğun adının sonradan doğana verilmesi. |
adivet |
: |
Düşman, hasım. |
admış |
: |
Altmış. “Kâd varıdı. İsgambil oynallardı. Admış altı oynallardı. Tavla oynallardı. Boncug sayallardı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
adref |
: |
Etraf. |
a:dirmek |
: |
1. Eğilmek. 2. Dengesi bozulmak. |
adu |
: |
Düşman. “Aşk değil mi beni derde düşürten Ferhad gibi yüce dağlar aşırtan Bizi böyle yarden ayrı düşürten Adu mudur engel midir el midir” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.627) |
aeleşmek |
: |
Oyalanmak. |
afalak |
: |
Şaşkın, sersem, aptal kimse. |
afar |
: |
Tahıl karışımı, harman savrulduktan sonra arta kalan topraklı, taşlı ve samanlı buğday. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
afara |
: |
1. Bahçe ve bostanlardaki kalıntı, bir şeyin en son kalan döküntüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Tahıl karışımı, harman savrulduktan sonra arta kalan topraklı, taşlı ve samanlı buğday. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) “Harman yerinde afaranın altını üstüne getirirdi karatavuklar.” |
afaracı |
: |
Harman yerlerindeki hububat döküntüsünü toplayan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
afaralamak |
: |
Harman yerinde kalan tozlu, topraklı hıbubatı toplamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
afarızlamak |
: |
1. Hırsızlık etmek, çalmak, aşırmak. 2. Soğuk almış hayvanları tedavi etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
afat |
: |
Yaramaz, afet, tufan. |
afedeŋ |
: |
Af edersin. “Afeden eşşân bir tarafına un yüglediller, bir tarafına burgur, gız evinde bişeceg yemek oulan evinden gederdi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
afen |
: |
Kalite olarak düşük, ehven. “Akşamın hayrından sabahın şerri afendir.” (Andırın Atasözü) |
ȃferen gimi |
: |
Benzetme amaçlı olarak birine bir şeyleri verip, söyleyip araya girip arayı bozan, zehriveren, ama zehre zerk etmeyen kişi. |
a:fet |
: |
Güzel ve endamlı kadın. “Bire âfet sürdür atın Geçer çağın demedim mi Haramî olmuş gözlerin Beller keser demedim mi” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 450) |
afferin |
: |
Övme, takdir, beğenme vb. duyguları belirtmek için söylenen söz, bravo. |
afır |
: |
Ağır. Na:dar afırsın yav |
afırmak |
: |
Öfkeyle ağzına geleni saymak, küfretmek, bağırıp çağırmak, paylamak. |
afkalamak |
: |
Çamaşırı sıkıca ovalama, bastırma. Karşıdakini fazla olamamak şartı ile biraz sarsıp, dövmek. |
aflak |
: |
Bir av kuşunun ismi. Karahacılı ismindeki Türkmen aşireti'nin Adana Valisi Halil Paşa'nın (1862- 1864-1865) Adana'nın kuzeyinde Seyhan Vadisi üzerinde dağ eteklerine yerleştirilen Dadaloğlu'nun soyunu teşkil eden Karahacılı bucağının 24 parça köyünden biridir. Bu köye halk "Aflak" dediği halde resmi işlerde "eflak" olarak geçer. |
aftala:ca |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; haftalarca. |
afur |
: |
İkinci kalite salatalık. |
afzal |
: |
Daha iyi, efdal. |
aga |
: |
1. Ağabey, büyük erkek kardeş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) 2. Baba. |
agap dönmek |
: |
Aynı yerde debelenip durmak, olduğu yerde dönüp durmak. |
agibet |
: |
Akıbet, son, sonuç. “Agibedimiz hayıllossun.” |
agdarmag |
: |
Altını üstüne getirmek. |
agkın |
: |
Yüksek, muvazenesi bozuk, denk, yük. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
aglatagla |
: |
Altüst. “Aglatagla döndürmek, aglatagla etmek, aglatagla olmak şeklinde kullanılır.” |
agmın |
: |
Pislik, insan pisliği. Eskiden helalarda kokuyu önlemek için pisliğin üstüne kül dökülerek tarlalara atılırdı. Bu karışıma da agmın denilmektedir. “Nêdici:z olum; benimle âleşiyorsunuz elleham, agmını da mı bilmiyorsûz?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
aġraba |
: |
Akraba. |
agrebe |
: |
Akraba. |
agsuata |
: |
Alışveriş. |
ağ |
: |
1. Ak, beyaz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.)Yörüklerde sevgi ve kutsallığı simgeleyen bir renktir. 2. Tarla sınırı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Gerdanın göğüsten üste kalan bölümü. “Karacoğlan der ki indim bağına Arkamı da verdim Keşiş Dağı’na Yüzüm sürdüm ak gerdanın ağına Kokar menecşesi gülü Bursa’nın” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.538) 4. Ağu, zehir. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Hösüyün’üm, Bey dediğim Ağlar olsun yediğim Yürême derd oluyor Kellen kesile dediğim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Avşar Hüseyin’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Süleyman Bal (Çoban Kê)) |
ağ baht, ağıbaht |
: |
İyi talih. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağ dut dalı |
: |
Yara iyileştiren ot ismi. |
ağ itiŋ pamukçuya zararı olur |
: |
Toroslar bölgesinden bir özlü söz. |
ağ bez |
: |
Beyaz patiska, kâğıt bezi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağa böcü |
: |
Örümcek. |
ağ pakla |
: |
Kuru fasulye. |
ağ sakallılar |
: |
Köyün aklıbaşında yaşlıları. |
ağ’yedirir |
: |
Ağı yedirir. Karac’oğlan der ki n'edip ne bilmez Gizli habarını yad eller bilmez Ekmek ile tatlı cana kıyılmaz Bir gün ağ'yedirir dostum aşınan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.524 |
ağa |
: |
1. Ağabey, büyük erkek kardeş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Bir topluluğun önde gelen kişisi. “On beşimiz avlağını avlasa On beşimiz ireçberlik eylese Otuzumuz ağa misli söylese İçimizde serdar olsa birimiz” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.650) 3. Baba, koca. “Fadıl’ın önü dere Çadır kurdum gere gere Sen de yoksun gayri ağam Kim gelecek koca eve” (Yusuf Delikoca, Çukurova Kahramanları, Ekrem Matbaası, Adana 2006) |
ağa böcü |
: |
Örümcek. Ağāçlarda ağa böcü olur, o senin üstüne düşse ǥabartır. |
ağaca |
: |
Çok açık mavi, gök mavisi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağacık |
: |
1. Ağaçların uzun dalları. 2. Ağabey, büyük erkek kardeş. 3. İşte, şurada. Ağacıḵ dėrdiḵ biz ardıç ağaçların uzun dallarına. |
ağaçtan at |
: |
Tabut. |
ağada |
: |
Ağıta. |
ağal |
: |
1. Bahçe ve tarla kenarını çalıyla çevirme, çit. “Evlerinin önü ağal Otlar bitti cağal cağal Tez gel babamoğlu tez gel Daha senin çağın değil” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 2. Ağaç dallarından yapılan tarla veya bahçe korumalığı. “ağal ağal” ifadesi ile evinin çevresi bakımlı demek istenir. 3. Eğil. 4. Gece kırda yatırılan koyun sürüsünü korumak için yapılan çitle çevrili yer, açık ağıl. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağ(a)lar |
: |
Ağalar. “Bire ağ(a)lar bire beğler Ölmeden bir dem sürelim Gözümüze kara toprak Girmeden bir dem sürelim” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.497) |
ağalar |
: |
Ağaların. “Ağalar içmesi hoştur O da züğürtlere güçtür Can kafeste duran kuştur Elbet uçar gider bir gün” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.568) |
ağalarıŋ teklif etmiş |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.Teklif etmek, şölene çağırmak. |
ağamgil |
: |
Kardeşlerim anlamında. “Şurda, derenin kenarında biri ölmüş… Ağamgil ona bakıyorlar da dedi Dikeç Bekir.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar”, Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
ağan ağacı |
: |
Zakkum. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ağan çalısı |
: |
Zakkum. |
ağanak |
: |
Yeni doğurmuş keçi veya koyunun, oğlak ve kuzusunun üzerindeki yapışkan koruyucu , zar gibi bir sıvı. “Halep kızı az önce guzladı. Daha emiliğinin ağanağı bile kurumadı.” |
ağar |
: |
1. Ağır. “Üç gün sonra geldi habar Yola düşdüm apar topar Midesi ağrıyor sandım Bacım yaraların ağar” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Ağırbaşlı. 3. Zengin. “Yüksek galdırın salını Gedsin görünü görünü Bu kimin nesi derlerse Ağar tüccarın gelini” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 4. derin. |
ağarlamak |
: |
Konuk etmek, yedirmek içirmek. “Tok ağarlaması zorumuş.” |
ağarlık |
: |
Düğün ve çeyiz masraflarının karşılanması için erkek tarafından kız tarafına verilen bazı bölgelerde kalın parası olarak da tabir edilen başlık parası, mehri muaccel. “Başlık parası da tarih oldu, ağarlık da, kalın kesmek de.” |
ağartı |
: |
Ayran, yoğurt ve süt için kullanılır. Bunların ortak adıdır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
ağat |
: |
Ölen bir kimsenin iyi hallerini ve ölümünden duyulan acıyı sayıp dökerek ezgili bir şekilde ağlama işi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) “Bu arada garının gulağana bir şey çalınıyor, ağat sesi gimi bir şey. Garı, ulan bu neyin nesi guzum diye gapıya çıkıyor bir de bakıyor ki bu ses güvenin odasından geliyor.” |
ağartma |
: |
Beyazlatma. |
ağaya da kabahat bulak ama abıla da gız doğurmuş |
: |
Toroslar bölgesinden bir deyim. |
ağayollu |
: |
Ağaların yolunca, ağalar gibi gelenek ve göreneklere uygun davranan kimse. “Gülek Kalesi’nde bellidir yârim İçinde oturan bir ağayollum Tekerek başı da domurcuk güllüm Allı sunam kalk gidelim yaylaya” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.399) |
ağaz |
: |
Yeni yavrulamış büyükbaş hayvanın koyu ve yapışkan olan ilk sütü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ağba |
: |
Sazlık, bataklı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ağbaz ağbaz |
: |
Küme küme, kafile kafile. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Ağbaz ağbaz göçü gider gözelin. |
ağbez ağbez eller |
: |
Kül rengi memleket. |
ağbi |
: |
Abi. |
ağbörek |
: |
Main şekilli motiflerle süslenmiş bir çuval dokuması. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağca |
: |
1. Pamuk ipliğinden dokunan ve üzerine hassas şeyleri (bulgur, pamuk vs) sererek kurutmak için kullanılan yaygı, çul. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Siyahlı beyazlı, alaca. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Sen asla kötüyneneyleme pazar Hamaylılar takın değmesin nazar Ağca ceran gimi çölde ne gezer Tülü maya gibi sallan gez gelin” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.553) 3. Beyaz, beyazca, akça. “Akmaz iken kanlı Cihan Boz bulanık sel gidiyor Başucunda ağca makat Günden yana gölg’ediyor” (M. Sabri Köz, Elbistan ve Adana Yöresi Ağıtlar, Boğaziçi Üni. Halk Bilimi Yıllığı 1975, İstanbul) 4. Beyaz kilim. |
Ağcadağ |
: |
Akçadağ. Andırın/ Rıfatiye köyünün kuzeyinde, aynı köyün sınırı içerisinde bulunan, adına efsaneler oluşturmuş çevrenin en ünlü dağlarının başında gelen, kutlu kabul edilen bir dağ. |
ağcak |
: |
Zakkum. |
ağcaklık |
: |
Ağcak, zakkum ağacının, çalısının olduğu alan. |
a:calık |
: |
Mükafat, bahşiş, ödül. |
ağcebek, ağcabeğ |
: |
Börülce. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
ağcıl |
: |
Beyazı çok olan, akçıl, beyazlı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Saçı bir gecede ağcıllandı.” |
ağda |
: |
Pekmezin koyulaşıp katılaşmış hali. |
ağdalaşmak |
: |
Şekerlenerek katılaşmak. “Reçel ağdalaştı” |
ağdaşı aynatmak, garadaşı gaynatmak |
: |
Ortalığı velveleye vermek; fitnecilik. |
ağdık |
: |
Özür, kusur, kabahat. |
ağdırmak |
: |
1. Ağır gelmek. 2. Herhangi bir yere tırmanma. Yukarıya doğru tırmanmak. 3. Bir şeyi eğmek, meylettirmek, çekmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağı |
: |
Zehir. “Tomofili getirin de Götürelim Adana’ya Ağı verir de öldürür Güvenilmez hademeye” (Kaynak: Osman Taştan, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72)
“Karacoğlan der ki ismim öğerler Ağı oldu bildiğimiz şekerler Güzel sever deyi isnad ederler Benim Hak’tan özge sevdiğim mi var? (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.581) |
ağı böcüsü |
: |
Ağaç ve çalılarda yuva yapıp yaprak yiyen tırtıl. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ağı katmak |
: |
Zehir koymak. “Karacoğlan yâri gördüm ıraktan Gözlerim dolmuştu kan ağlamaktan Korkarım sevdiğim zalım felekten Bir gün ağı katar aşıma benim” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.499) |
ağıbaht |
: |
İyi talih. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Ada. Osm.) |
ağıl |
: |
Etrafı çalılarla çevrilmiş içerisinde koyun ve keçilerin barındırıldığı yer. |
ağılık |
: |
Zakkum. |
ağıloğu |
: |
Zakkum. |
ağımsı |
: |
Beyazımsı, beyaza yakın. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ağın |
: |
Akarsu kıyılarında, genellikle dere yatakları boyunca kendiliğinden yetişen, boyu 1-2 metreyi bulabilen, yaz kış sürekli yapraklı olan, pembe ya da beyaz renkli çiçekler açan, zehirli bir bitki, zakkum. |
ağır |
: |
1. Rütbe, mertebe. 2. Olgun, terbiyeli, oturaklı, aklı başında. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağır adam |
: |
Değerli, saygın adam. |
ağır saltanat |
: |
Çok gösterişli, göz kamaştırıcı yaşama şekli. “Karac’oğlan der ki yerim içerim Ağır saltanatla konar göçerim Ahdım olsun seni alır kaçarım Ferman çıkarsınlar bir benim için” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.543) |
ağır taş batman döver |
: |
“Kişi ağırbaşlı olmalıdır. Ağırbaşlılık her zaman iyidir, ağırbaşlılık erdemliliktir. En büyük kabadayılık efendiliktir.” anlamında kullanılır. “Ağır taş batman döğer kabilinden, hiç ağzını açmıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ağır yemek |
: |
Kaliteli ve bol yemek. |
ağır ziynet |
: |
Fazla süs eşyası, çokça takı. “Arzularım kaldı bir Arab atta Koyma Kadir Mevlâ’m gamda firkatta Düğünde, bayramda ağır ziynette Anar m’ola emmi dayı el bizi” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.469) |
ağırlık |
: |
1. Yaylacıların yaylada ürettikleri mal ve eşyalar. 2. Dünürcülerin erkekleri tarafından çeyiz düzmesi için geline verilen para, başlık. Bu paraya eskiden kalın derlerdi Andırın’da. Kalın kesme tabiri kullanılırdı. Yaklaşık 40 yılı aşkın bir süredir bu adet artık hiç kullanılmıyor. 3. Deve yükü. 4. Düğün ve çeyiz masraflarının karşılanması için erkek tarafından kız tarafına verilen bazı bölgelerde kalın parası olarak da tabir edilen başlık parası, mehri muaccel. “Başlık parası da tarih oldu, ağırlık da, kalın kesmek de.” |
ağırşak |
: |
Bir çeşit kirmen. |
ağışmak |
: |
1. Konuşmak. 2. Topluca koşuşmak, birlikte hücum etmek. |
ağıt |
: |
Ölen bir kimsenin iyi hallerini ve ölümünden duyulan acıyı sayıp dökerek ezgili bir şekilde ağlama işi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. Osm.) Bölgemizden Ermeni Katliamına ilişkin bir ağıt: HACIN/HAÇİN AĞITI (SAİMBEYLİLERİN AĞITI, MELEK HATUNUN AĞITI): Tespit ettiğimiz örnekler içerisinde en yaygın olanı bu ağıttır. Ağıtı, Yarpuzizâde Abdülgafur Efendinin eşi Melek Hanım söylemiştir. Hacın’ı sahiplenmeye çalışan Ermeniler, Melek Hanımı, eşini, çocuklarını (sadece kızı Atfiye kurtulmuştur), akrabalarını ve çevresindeki daha birçok insanı esir alıp onun gözleri önünde insanlık dışı işkencelerle katlederler. En sonunda onu da öldürürler. Ermeniler tarafından esir alınan yakınlarının nasıl öldürüldüğüne şahit olan Melek Hanım, 20 dörtlükten oluşan bir ağıtta gördüklerini ve yaşadıklarını tek tek anlatır. Söz konusu ağıt, Melek Hanım da öldürüldükten sonra ona ait bir bohçadan çıkar. Muhtemelen okuma yazması olmayan Melek Hanımın söylediği ağıtı, birileri yazıya geçirmiş bir nüshasını da kendisine vermişlerdir. Bir rivayete göre, ağıtı bir Ermeni kızı yazmıştır. Bir başka rivayete göre de kendisiyle birlikte tutsak edilenlerden bir kız yazmıştır. Çeşitli âşıklar tarafından seslendirilen ve TRT repertuvarına da giren bu ağıtta Türklere yaşatılan vahşet bütün ayrıntılarıyla gözler önüne serilmektedir:
Muşambaya yatırmışlar Etrafında geziyorlar Sen çete topladın deyi Çalgı ile yüzüyorlar!
Ala kanlı sürüyerek Taşköprü’yü aşırmışlar Yoldan sapıp kaçtın diye Kurşun ile bişirmişler
Kadanı alayım kaynım Son görgü de bu muyudu Çifte kurşun sıkılınca Düşek yerin su muyudu
Baş katibi öldürmüşler Değnek ile döve döve Kürt Genco'yu yüzüyorlar Özne gibi öve öve
Örflüyüdün Genco Çavuş Gâvurlara eyle zavır Osman’ımı öldürüyor Çamsaroğlu Koca Gâvur
Sekiz Gâvur bir gelince Osman’ımı şaşırdılar Baban çetebaşı diye Hacı Ahmed'i bişirdiler
Hacın oldu kanlı kuyu Uyu Osman oğlum uyu Hücum etti alamadı Yıkılasın Sultan suyu
Aman bu ne acı işler Babasını öldürmüşler Atfiye'me selam söylen Gökyüzünde uçan kuşlar
Şefika’mı öldürmüşler Mektebin önünde yatar Babam oğlu Koç Bilâl'ım Bunu duysa neler yapar
Amir memur demediler Hep bir ipe bağladılar Bekiroğlu Dede Ağa'yı Demirlerle dağladılar
Zabıt Katibi Memmedi Topuz ile dövüyorlar Enfiyeci Hüseyin'i Teller ile boğuyorlar
Meydan kazanı kuruldu Bebekleri kaynattılar Güngörmedik hanımları Süngü ile oynattılar
Kapı kapı geziyorlar İfadeyi yazıyorlar Düşman başına vermesin Oğlak gibi yüzüyorlar
Kele Dudu kele Dudu "Kanlı gömlek yu" diyorlar Bebekleri kaynatmışlar "Kuzu eti ye" diyorlar
Yaşa babam oğlu yaşa Bu da gelir imiş başa Kaytancı Hüseyin Efendi Sarığı sardırmış taşa
Kara Osmanım ağ mesud'um Bunları ben elimle verdim Bu ne hikmet ey Allahım! Gavıra el'aman dedim
Bir taş attı kapımıza Sebeb oldu hepimize Babam oğlu Beğ Bilal'ım Dolan gel boş yapımıza
Çam oluktan top atıldı Cebeci başını yitirdi Eyice at topçu başı Aram çok ocak batırdı
Hançer bıçak alıyorlar Gayri beni kesiciler Ayan olsun Doğan Bey'e Urumluyu basıcılar
Bohçalarda altın saat Ben bunları neyleyim Elaman ey Aram Çavuş İki destan daha söyleyeyim
Her bir mısraında farklı bir işkencenin anlatıldığı ağıt, Türklere uygulanan soykırımın açık bir örneğidir. Olayları yaşayan tanıkların anlattıklarına göre Ermeniler, genellikle ses duyulmasın diye tüfek veya tabancayla öldürmek yerine keserek, tel veya iple boğarak, taşla/topuzla ezerek, kızgın demirlerle dağlayarak ya da süngüleyerek öldürürlermiş. Ancak burada, bu işkencelerin daha fazlasını görmekteyiz. Hedeflerinin sadece Türkleri öldürmek değil, öldürmeden önce onlara ellerinden geldiğince acı çektirmek olduğu aşikârdır. Bir anneye yapılabilecek enağır zulüm gözleri önünde yavrusuna işkence edilmesidir. Bunlar bebekleri öldürdükleri, kazanlarda kaynattıkları yetmiyormuş gibi bir de annelerine yedirmeye çalışırlar. “Hacın oldu ganlı guyu” mısraı, bölgede yapılan katliamın vahametini açıkça ifade etmektedir. Bütün yakınlarının ölümüne tanık olan Melek Hanımın gücüne giden en kötü durum ise; “Bu ne hikmet ey Allah’ım / Gâvura el’aman dedim” mısralarından da anlaşılacağı üzere Ermenilere yalvarmasıdır. Her Türk kadını gibi Melek Hanım da vatanı için her şeyi yapabilir. Ama ne olursa olsun, düşman karşısında eğilmez. Ağıttaki mısralardan anlaşılacağı üzere, Melek Hanım, yakın çevresinin maruz kaldığı işkencelere dayanamayıp Ermenilere yapmamaları için yalvarmıştır. Ama bu durum ona hepsinden daha acı gelmiştir. Ağıt; “Eleman olsun Aram Çavuş / İki destan daha söyleyim” mısraları ile bitmektedir. Bu sözlerden anlaşılıyor ki, Melek Hanımın söyleyecekleri henüz bitmemiştir. Onun, yapılan işkenceleri, çekilen acıları anlatabilmesi için iki destan daha söylemesi gerekmektedir. Bu durum, ağıtta geçen sözlerin abartılı olmayıp, aksine yaşanan zulmün çok azını anlattığına somut bir delildir. (Esma ŞİMŞEK, “Ermeni Mezalimini Konu Alan Çukurova Ağıtları Üzerine Bir Değerlendirme”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum 23 Cilt 6 Sayı 16 Bahar 2017.) |
ağıt yakmak |
: |
1. Ağıt söylemek, ölen bir kimsenin iyi hallerini ve ölümünden duyulan acıyı sayıp dökerek ezgili bir biçimde ağlamak. 2. Yeni bir ağıt düzmek, söylemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) “Üç gün sonra karısı, Kır İsmail’in kızı ağlamaya, ağıt yakmaya başlayacak, sonra da Seferin imi timi bellisiz olacak.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ağıtçı |
: |
Ölen bir kimsenin iyi hallerini ve ölümünden duyulan acıyı sayıp dökerek ezgili bir şekilde ağlama işini yapan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Atım da yürürdü yeğrek Boynunu yana eğerek Bakman gomşularım bakman Ağıtçıya öğüt gerek” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ağıtkan |
: |
Çok ağlayan. |
ağıtlamak |
: |
Şiir söylemek. “Bele Karac’oğlan bele Bülbül konar daldan dala Geleceğin bilsem yola Ağıtlardım taşlarına" (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.410) |
ağız |
: |
1. Yeni yavrulamış hayvanın ilk sütü. 2. Mutfak. 3. Olgunlaşan pamuk kozalarının toplanma işleminin her biri. İlk toplanan pamuğa ilk ağız denir. Bir süre geçince kalan kozalar açar ve bunada 2. ağız denir. Bazan 3 hatta 4 ağız pamuk kozası toplanabilir. “Bunun ikinci ağzı da birincisi gibi olacak. Dön arkana da ilk topladığımız yerlere bak. İlk ağız gibi açmış.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 3. Sefer, defa, kere. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ağız adak |
: |
Ağız yüz anlamında bir ikileme. |
ağız bağı |
: |
Çuval ağzı bağlamakta kullanılan ip, sicim. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağız dadı yemek |
: |
Söz kesme, nişan. “Bu akşam Dayımın Memmedi’nin ağız dadını yiyeceklermiş. Dayım telefonda söyledi.” |
ağız dadı, ağız tadı |
: |
Nişan veya düğünde oğlan tarafından kız evine gönderilen şeker, tatlı, yemiş gibi hediyeler. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağız dağıtmak |
: |
Küfretmek, ağıza geleni söylemek, ağız bozmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağız dalaşı |
: |
Söz kavgası, sözle yapılan kavga. |
a:z / ağız gevmek |
: |
Bir işi yapmakta gönülsüzlük belirtisi olarak sözü uzatmak. |
ağızlanmak |
: |
(Bitki için) Filiz vermek, büyümeye başlamak. |
ağızlık |
: |
1. Kuyuların ağızlarına konan delikli taş. 2. Huni |
ağızlık almak |
: |
Bir kürek sığacak şekilde ark açmak. |
ağızsız |
: |
Konuşmasını bilmeyen, ağzı laf yapamayan. |
ağlak |
: |
1. Tezce ağlayan, göz yaşını tutamayan. 2. Vara yoğa ağlayan, sulu gözlü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağlar |
: |
Ağlayan. “Hey ağalar izin verin gideyim Arkamsıra ah çekip te ağlar var Bir muradım nazlı yâre kavuşmak Ara yerde yıkılası dağlar var” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.583) |
ağlar uşağım yok, anırır eşeğim yok |
: |
Herhangi bir işi yapmak için engeli Bulunmamak. |
ağlarca |
: |
Kendisine açındıran, acıklı görünen. |
ağlarım |
: |
Ağlayan kimsem, ağlayanım. “Alçaklı yüksekli evlerim mi var? Kırmızı çubuklu bağlarım mı var? Geriden acıyıp ağlarım mı var? Sılam seni terk edeyim bir zaman (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.522) |
ağlarkana |
: |
Ağlar iken. “Ben emmimden oğrun gasdım Gelirken çalıya düşdüm Ben Memmed’e ağlarkana Hacı’m sen de mi uşdun?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
ağlaşıŋ |
: |
Hep birlikte ağlayın. “Ağlaşın bacım kızları Allah onarmaz bizleri Hatın da bahane oldu Göresim geldi sizleri” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
ağlayı ağlayı |
: |
Çokça ağlayarak, sürekli olarak ağlayarak. “Ağlayı ağlayı düştüm yollara Karışayım boz bulanık sellere Adı sanı duyulmadık ellere Gitmeyince gönül yardan ayrılmaz” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.645) |
ağlazlamak |
: |
Nizah çıkarmak, fesat çıkarmak, mızıkçılık etmek. |
ağlendirmek |
: |
Eğlendirmek, oyalamak. “Diyor Aşık Mehmet bu dertler taze Can hayran olmaz mı cilveye naza Serilmiş bir sufra her türlü meze Gönül ağlendirir nazınan seni” (Aşık Mehmet) |
ağlı |
: |
Beyazlı. “Hamaylısı var döşünde Ağlı fesi de başında Öldürmüşler Mullacığı Gargılığ’ın üst başında” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ağlıyamsımak |
: |
Ağlayacak gibi olmak. |
ağmak |
: |
1.Kabahat işlemek. 2. Yukarıya doğru tırmanma, yokuş(rampa) yukarı çıkmak. 3. Toplamak. 4. (Bulut, kuş) göğe doğru yükselmek, süzülerek yukarı doğru çıkmak, yükselmek, kaplamak. “Karacoğlan der ki güle ağdığım Bazı bazı hatırına değdiğim Yeğin ata binip seylan koğduğum O ıssız çölleri göresim geldi” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.440) |
ağman |
: |
Suç, kusur. |
ağna |
: |
Anla. |
ağnacı |
: |
Zakkum. |
ağnak |
: |
1.At, eşek gibi hayvanların debelendikleri tozlu, topraklı yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. (Hayvanlar için) ağnanılan, yatıp yuvarlanılan toprak. “Kapının önünü iki gündür sulamadım da ağnağı çıktı.” |
ağnak yeri |
: |
Eğlenip vakit geçirme yeri. |
ağnamak, a:namak |
: |
Özellikle toynaklı hayvanların asalaklardan kurtulmak yada kaşınmak için yerde yuvarlanmaları. |
ağnanma |
: |
Belenme ve yuvarlanma. |
ağnanmak |
: |
Belenmek ve yuvarlanmak. Özellikle toynaklı hayvanların asalaklardan kurtulmak ya da kaşınmak için yerde yuvarlanmaları. Sırtüstü yatıp sağa sola dönmek. |
ağnur |
: |
Gururlu, onurlu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağrı |
: |
1. Eğri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Yön, taraf. 3. Yönünden, tarafından, den/dan. Tek başına kullanılmaz. Genellikle önceki sözcük den/dan biçimli olur. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) “Köyden ağrı gelenler var. Buradan ağrı bakınca görülür, cümlelerinde olduğu gibi.” “Padişah şöyle kıza bakmış ki, İstanbul’da değil dünyada bulunacak güzel değil. Aklından ağrı -ben bu kızın yiğidini öldürürüm, bu kızı alırım- demiş.” (Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler Folklor Derlemeleri, İş Bankası Kültür Yay. Nisan 2002, İstanbul, Hazırlayan Alpay Kabacalı) |
ağrıcaklı |
: |
Hastalıklı, ağrılı. |
ağrığına |
: |
Barınma yerine, konaklama yerine. |
ağrık |
: |
1. Göç zamanı dönünce alınmak üzere bir yere bırakılan, fazla eşya, ağırlık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Angarya, yüksünme. 3. Yaylaya gidecek ailenin yaylaya gitmeden bir gün önce gönderdiği eşyalar, eşya, yük. Genellikle hayvan sırtına yüklenecek ölçüde yük. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağrıkçı |
: |
Göçerlerin yüklerine yardım eden,taşınmalarını kolaylaştıran kişiler. “Allah razı olsun Andız Ali’den. On ağrıkçıya bedel idi. Allah duttuğunu altun eylesin.” |
ağrıklı |
: |
Marazlı, hastalıklı. |
ağrınma |
: |
İncinme, kırılma. |
ağrısız başa keten sarmak |
: |
Başına dert açmak. “Ağrısız başına keten sardı.” |
ağri |
: |
Eğri. “Hota emmimoğlum hota Sıçırar da biner ata Göl yerinde cirit oynar Ağri fersin duta duta” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ağri kömbe |
: |
Börek hamuru tahtada geniş bir tabak çapı genişliğinde yuvarlak olarak açılıp bu hamurun tam ortadan bir yarısına çökelekle veya ıspanakla hazırlanmış iç yerleştirilip hamurun boş olan kısmı içli kısmın üstüne kapatılır; Bir tabağın kenarıyla hamurun ucu eğri/ yuvarlak kesilip kapatılıp ve ekmeksacında pişirilip taze yağ ile yağlanıp çayın yanında yenen börek. |
ağsak |
: |
Hafifçe topallayan, topal, aksak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
ağsak it ağnağı |
: |
İnsanların rastgele girip çıktıkları yer. |
ağsamak, ağsımak |
: |
Topallamak, aksamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) |
ağsaya |
: |
Beyaz elbise. |
ağsik |
: |
Eksik “Aman felek, aman felek Ağsik mi diledim dilek Anam bana yakışır mı? Adana’da bebek goymak (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ağşam |
: |
Akşam. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “İkindi günler üzüldü Davarı yola düzüldü Yiğit benim Sar’aslan’ım Ağşamdan gözü süzüldü” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ağşamaca:, ağşamaça: |
: |
Akşama kadar. “Simonun iti: mi ağşamaça tin tin geziyon.” |
ağşamdan |
: |
Akşamdan, bir gün önce. |
ağşamı geşgin |
: |
Akşamın son anları, yatsı vaktine yakın zaman. |
ağşamınan |
: |
Akşamleyin. “Sabahanan bir yel esdi Ağşamınan gâvır basdı Gâvırımış gâvır düşman Gız, gelin goymadı kesdi” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ağşamınan barabar |
: |
Akşam olur olmaz, akşamleyin. |
ağşamlamak |
: |
Bir yerde bütün gün boyunca kalarak vakit geçirmek, vakti akşam etmek.Akşamı o an olduğu yerde beraber geçirmek, akşam misafir olarak kalmak. “İncir çekirdeği doldurmaz işinen ağşamladım galdım.” |
ağşamnan |
: |
Akşamleyin. |
ağveren, ȃferen |
: |
Yeşil renkli, bir tür kertenkele türü, yörede yılanlara zehri veren kertenkele olarakinanılır. |
ağyar |
: |
Başkaları, el, yabancı kimseler. “Karac’oğlan der ki yârin yâr ise Ağyâr ile muhabbeti yoğ ise Atım sende küheylanlık var ise Gece yar koynunda yatalım atım” Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 492
Ağyar gelmiş derler [senin] salana Desem benim derdim gelmes kelâma Ay mı doğdu gün mü doğdu âleme Yoksa yavrını ak göğsünü açtı mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.643 |
ağza |
: |
Aza, üye. “Babamoğlu’nun kekili Bende goymadı akılı Hemi reis hemi ağza Hemi de millevekili” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Karcı İs-mail (Kahveci)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) |
ağzcı:n yumula |
: |
Ölesin, ağzını çatalar. |
ağzı ayrık ayran delisi |
: |
Aptal aptal, amaçsızca gezen kimse. “Ağzı ayrık ayran delisi.” |
ağzı ayrık kalmak |
: |
Umulmayan, beklenmeyen ya da meydana geliş şekli anlaşılmayan bir olay karşısında beğenme ile birlikte şaşırma duygusuna kapılmak. “Yörüklerle ilgili araştırma yapmaya gittiğimizde bize dağ başındaki çadırlarında kısa bir sürede öyle bir sofra hazırladılar ki bir kuş sütü eksikti, vallahi hepimizin ağzı ayrık kaldı.” |
ağzı barabar |
: |
Bir şeyin ağzına kadar dolu olması hali. |
ağzı berk |
: |
Sır vermeyen, ketum kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağzı cıvık adam |
: |
Dedikoducu adam. |
ağzı gavlak |
: |
Gereksiz, yersiz konuşan ve sır tutmayan anlamında kullanılır.Diline, sözüne sahip olmayan. “Sakın ola ona sırrını demiyesin. Ağzı gavlağın biri o.” |
ağzı gerik |
: |
Kilimlerde kullanılan bir motif adı. Pırtlağı var, ağzı gėriği var çoḵ gúzel olur kilimler. |
a:zı / ağzı gırılmak |
: |
Etkisini kaybetmek, gücün zayıflaması. |
ağzı güzel |
: |
Kibar, terbiyeli konuşan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ağzı kara |
: |
1. Kötü sözlü, ağzından kötü söz çıkan. 2. Tahtacılarda ikrarı alınmamış kişilere verilen ad. 3. Toprağın yüzündeki yarık ve çukurlarda biriken sular. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ağzı kilitli |
: |
Sır saklayan, here heçe konuşmayan. |
ağzı koyun |
: |
Yüzü üstüne, yüzü yere gelecek şekilde, yüzükoyun. “Sonra bir yolun ortasınağzı koyun düştü kaldı” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ağzı pek |
: |
Sır tutan, ağzından kötü söz çıkmayan. |
ağzı sile |
: |
Ağzına kadar dolu. |
ağzı şeker dili bal |
: |
Ağzı, dili tatlı sevgili. |
ağzı taplı |
: |
Güzel, etkili konuşan kimse. |
a:zı / ağzı uçuklamak |
: |
Ağzında uçuk çıkmak, çok şaşırmak. |
ağzı üce |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Ters L şeklinde bir örs olup, çalışma yüzeyi uzundur. Her üretilen kabın belli aşamalarında bu örs kullanılır. Ağzı yukarıya doğru olduğu için bu adı almıştır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 38) |
ağzı yukarı |
: |
Sırtüstü. “Güneşin altına ağzı yukarı uzanıp kalma. Güneş çarpar sonra.” |
ağzı yumulasıca |
: |
Ölesice. |
ağzı yüzüŋ guyu |
: |
Karnın yere değecek biçimde yatmak. İniş aşağı. |
ağzıcığı yumulasıca |
: |
Ölesice anlamında kullanılır. “Ağzıcığı yumulasıca.” |
ağzın |
: |
Ağzını. Karac’oğlan der zâtiye Ağzın benzettim kutuya Güzeller düşmüş kötüye Uygun değil eşin gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.549 |
a:zına / ağzına bakmak |
: |
Karşıdaki ne söylerse yapacak şekilde söyleyeceği şeyi beklemek. |
ağzına çöp ölçmek |
: |
Ağzını yoklamak, sınamak, laf almaya çalımsak. “Ağzına çöp ölçerdim. Bülbül gibi öttü. Eteğindeki tüm daşları döktü.” |
ağzına ip ölçermek |
: |
Ağzını aramak, sezdirmeden niyetini öğrenmeye çalışmak. “Ağzına ip ölçerdim. Her şeyi bülbül gimi öttü.” |
a:zına / ağzına itin sıçtığı |
: |
Yapılacak bir hayırlı işi bozmaya çalışanların ardından yahut yüzüne karşı şerefsizin evladı der gibi söylenen bir hakaret sözü. |
ağzına kemçilmek |
: |
Taklit ederek dalga geçmek, öykünmek. |
ağzına öykenmek |
: |
(Bir kimsenin) Söylediklerini taklit etmek. “Manyak mısın sen ne ağzıma öykenip duruyon iki saattir öyle” |
ağzınaça |
: |
Ağzına kadar. “Kayalarda biter tucca Bacısının adı Hacca Yernik giden anam oğlu Ağzınaçaa dolu macca” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Mustafa Kıraç’ın Ağıtı, Derleyen: Erol Yıldırım, Kaynak Kişi: İzzet Kıraç) |
ağzınâdar |
: |
Ağzına kadar, sile. “Ağzınâdar doldur şişi:.” |
ağzında yumuş kakılı |
: |
“Emir vermekten hoşlanan kimse” veya “Her ağzını açışında bir buyruk veriyor” anlamında kullanılır. “Ağzı yumuş kakılı.” |
ağzından çıksıŋ, yakaŋa dağılsın |
: |
Toroslar bölgesinden bir kargış.. |
ağzından osurmak |
: |
Yakışıksız ve adaba mugayır (edepsizce) konuşmak. |
ağzını ayırmak |
: |
Şaşkınlıktan ya da tembellikten kendini unutmak. “İş yaparken etrafı seyretmek, başka işlere dalarak asıl işi unutmak” anlamında kullanılan bir deyimdir. |
ağzını bozmak |
: |
Bir kimseye karşı kötü söz söylemek, küfretmek. |
ağzını sarartmak |
: |
Tembel tembel, başıboş dolaşmak. “Ağzını sarartana ekmek vermezler bu diyarda. Daş ol da baş yar” |
ağzını silmek |
: |
Bir kimsenin söylediklerinin, yanlış da olsa, doğru olduğunu savunmak veya öyle görünmek. “Onun ağzını silmek asli görevi olmuş.” |
ağzını (a:zını) vermek |
: |
İzlemek, seyretmek. |
ağzını vurmak |
: |
“Tadına bakmak” anlamında kullanılır. |
ağzını yokarı etmek |
: |
Kibirlenmek. |
ağzını yüceltmek |
: |
Kibirlenmek. |
ağzınıŋ domalışından omar dediğiŋ anlaşılıyor |
: |
Yüz ifadenden ne demek istediğin anlaşılıyor. “Ağzının domalışından Omar dediğin anlaşılıyor.” |
ağzınıŋ içi yumuş dolu |
: |
Her ağzını açtığında bir emir veriyor anlamında bir deyim. “Ağzının içi yumuş dolu.” |
ağzınıŋ kayarını vermek |
: |
Bir kimseye hak ettiği yanıtı vermek. |
ağzının ölçüsünü almak |
: |
Bir konuda birinin düşüncelerini öğrenmeye çalışmak. |
Ağzının yolağı yok (olmamak) |
: |
Düşünmeden konuşan kimseler için söylenir. |
ah, aḫ̮ |
: |
1. Pişmanlık ve bazen de öfke belirten bir söz. Hazret-i Mevlâ'dan dileğim budur Bülbül gibi işin ah ü zar olsun Beddua eylemem sana sitemkâr Gül gibi meskenin diken har olsun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.565 2. Çoban köpeklerini çağırmak için kullanılan seslenme ünlemi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ah çekiben |
: |
Ah çekerek. Sensin gönül şu dünyadan fandan Ah çekiben yüreğimi eriden Cansız duvarlara binip yörüden Hünkâr Hacı Bektaş Pîr'den gelirim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.503 |
ah ediben |
: |
İnleyerek, ah ederek. Be felek senin elinden Ah ediben ben ağlarım Şâm ü seher ağlar gözüm Başımı döver ağlarım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.490 |
ah ile vah ile geçmek |
: |
Zamanı ainleyerek, sızlayarak ve üzüntü içinde geçirmek. Turnalar havadan geçer Mâh yüzlere nurlar saçar Ah ile vah ile geçer Günü yârdan ayrılanın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.535 |
ah ile zar |
: |
Ağlayıp sızlamak, ağlayıp inleme. Artırayım âhım ile zârımı Harcedeyim elde olan varımı Önde sonra vereceksin yârimi Hemen ver hey güzel Allah hemen ver Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.594 |
ah u feryat eylemek |
: |
Ağlayıp, bağırıp çağırmak, feryat figan eylemek. Yazın geldiceğin neden bilelim Gül açılmış yapraklan solgundur Gece gündüz ah u feryad eylerim Hiç demezler bir yosmaya vurgundur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.618 |
ah u figan |
: |
Ağlayıp feryat etmek. Karac’oğlan Mevlâ yazmış fermanım Semaya sed çekti âh ü figanım Lütfedip ağlatma nazlı gülşanım Bize bu ayrılık Hak'tan iş oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.638 |
ah u zar/ah zar |
: |
Ağlayıp inleme. Karac’oğlan eydür ah u zarımdır Bu dünyada hasret benim yârimdir Gâhi bir bulanmak kisb ü kânmdır Tuna seli gibi akar yörürüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.516 |
aha |
: |
Daha, işte orada, işte, işte burada, işte böyle, gördüğünüz üzere böyle. “Aha Hatçe dezze paramın hepici: bu. Gurban osun sa: 50 lire olsa heç vermezmi:m.” |
aha geddim |
: |
İşte ben gidiyorum. |
ahaba, aḫaba, aḫlantı |
: |
İniş aşağı, bayır aşağı, eğik. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Damı ahaba yap su göllenmesin. |
ahacıga |
: |
İşte, işte burada, işte böyle. |
ahacık |
: |
İşte, işte burada, işte böyle, hemen şurada. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ahacıka |
: |
İşte, işte burada, işte böyle. “Ahacıka bu seneki tarhanam. Ben elin eddi:ni hayatta yemem.” |
ahacına |
: |
İşte, işte burada, işte böyle, hemen şurada. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
ahah |
: |
1. Eyvah. 2. İşte, işte burada, işte böyle, hemen şurada. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
ahan |
: |
İşte, aha. |
ahancıga |
: |
İşte, işte burada, işte böyle. “O orosbu iki yol beni heç yere herife döodürdü. O elleri gırılasıca goco mertek de onun aklına uydu deyneanen her yerimi gırıp geçirdiydi. Bundan sôna o avradın canı çıksayanımda, azına bir yudum su versem ahancı:m. Bâ da Hatçe deme” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ahancıha |
: |
İşte orada, hemen şurada, bu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ahancık |
: |
İşte, işte burada, işte böyle. |
ahar |
: |
1. Çay, dere, akarsu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Ahır. “Yeldir Osman, Ali Yeldir Arabanı ahara galdır Emmilerin hep toplandı Söyle de onarı güldür” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 3. Akar, gelir getiren mülk, akar. |
Ahar Dağı |
: |
Ahır Dağı. “Görünür Maraş”ın bağı Galmadı yüreğ’min yağı Gayg’eyleme geldik gardaş Görünüyor Ahar Dağı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ahar vakti |
: |
Ahir vakti, son zaman, kıyamet, öşür zamanı. |
aharda |
: |
Ahırda. |
ahbab |
: |
Arkadaş, tanıdık. “Daima derdim yoldaşım Ahbabım yok hem de sırdaşım Ok yaydan çıktı gardaşım Bir soğuk of çekiyorum” (Alpay Kabacalı, Gül Yaprağın, S. 290)
Karşımızda karlı dağlar dağ olur Çevre yanı ¡reyhanlı bağ olur İyi günde yâren ahbap çoğ olur Dar günümde dost bulunmaz nedendir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.608 |
ahbeb |
: |
Dost, arkadaş. “Öteden beriden anam Hacılar köyü Gelir Erciyes Da’andan da içilmez suyu Yanıma gelmiyor da ahbabın biri Gelin ahbeblerim gelin yanıma Sebebim o tütünüm basın ganıma” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Vurulan Tütüncülerin Ağıdı, Kaynak Kişi: Hacı Ahmet Temiz) |
ahd |
: |
1. İçerde beslenen aşırı istek, içerden taşınan kin. “Angara’da Yaycı Müfdü Heç galmıyor bunun ahdi Ener duyar sevinirse Başına yıkılsın tahdı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Saplıcandan Ölen Vaysal Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Ekici) 2. Yemin, söz verme. “Binerim atıma ben de aşarım Aşarım da karlı dağlar eşerim Ahdım olsun seni alır boşarım On ikipadişah kızı isen de” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 405) |
ahd almak |
: |
Verilen bir söz veya niyeti yerine getirmek. Kömür gözlüm senden ahdim alırım Alamazsam ben bu derdten ölürüm Güzeller içinde arar bulurum Güzeller serveri geysin karalar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.577 |
ahd ile aman etmek |
: |
Kararlı bir biçimde söz vermek. Karac 'Oğlan eder ahd ile aman Mevlam farz etmiş beş vakit tamam Dünyada gezerim ben sağım demem Tenim teneşirde salım yoldadır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.597 |
ahd u aman |
: |
Kararlı bir biçimde söz verme. |
ahd u aman etmek |
: |
Kararlı bir şekilde söz vermek. “Karac’oğlan söyle sözü utanma Varıp yâd ellerin nârına yanma Gitti gurbet ele yar gelir sanma Ahd u aman edip gel kömür gözlüm” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
ahdı bütün |
: |
Sözünde duran. “Karac’oğlan der ki ahdına bütün Vermeli malı da almalı satın Gayetle nazlıdır kendisi hatun Korkarım ki sana göz değer gelin” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 549) |
ahdı olmak |
: |
Ant içmek, söz vermek, yemin etmek. Bir kız ile bir gelinin ahdi var Gelin der ki geydiğimiz al olur Ala göze siyah sürme çekince Gören âşık dîvân'olur lâl olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.621 |
ahdın |
: |
Ahdını, sözünü, yeminini. Hep güzeller seyrângâha çıkmışlar Onlar da birinin ahdin tutmuşlar Güzel sevenlere yasak etmişler Ben yasak tutmaya kadir değilim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.498 |
ahdın tutmak |
: |
Bir konuda verilen sözü tutmak. |
ahe:y |
: |
Bir ünlem. |
aheli |
: |
Ahali. “Baharda yaylaya göçer Ahaliye altun saçar Ti:reki:di Vezir Emmim Haşdırın’da gayfe içer” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Zilfaroğlu Hacı Bey’in Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
ahfat |
: |
Oğul, evlat. |
ahha |
: |
1. İşte orada, hemen şurada, bu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) 2. Hayret, korku, keder, sevinç, kızgınlık, alay bildiren ünlem. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ahı kalmak |
: |
Verdiği sözü, ettiği niyeti yerine getirememek. “Ahım kaldı şu gelinin ahdında Deremedim güllerini vaktında Karanlık gecede kolum altında Yatmayınca gönül yardan ayrılmaz” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 645) |
ahıdmag |
: |
Akıtmak. |
ahıl |
: |
Akıl “O zaman bende ne ahıl varıdı ne de zehen varıdı. Cahallıg işde.” |
ahıldağne, ahılda:ne |
: |
Herkese akıl veren, akıl danışılan kimse. “Ahıldağnesi de gendisii mi.” |
ahımşahım |
: |
Çok güzel. “Her düğünde velime yemeği olsa da her düğün evinde milletin canına sinerek yiyebileceği ahımşahım oturacak bir yer bulunmazdı. Yemek dolu tabaklarını alan, avlunun bir köşesine çömelir, bulduğu bir tahtanın, bir taşın, kırılamamış bir odun kütüğünün üzerine oturur çalardı kaşığı…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ahır |
: |
Son. Evvel Allah âhır Allah Andan ulu gelmemiştir Hak Muhammed'den sevgili Hakk'ın kulu gelmemiştir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.613 |
Ahır Dağı |
: |
Kahramanmaraş’ın yaslandığı dağın adı. |
ahır ömür |
: |
İnsan ömrünün son günleri. Buna felek derler felek Ne aman bilir ne dilek Âhır ömrümüzü helâk Etmeden bir dem sürelim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.497 |
ahır sekisi |
: |
Hanlarda ahırın bir köşesinde oturulup yatılan biraz yüksekçe yer. |
ahır zaman |
: |
Dünyanın sonu, kıyametin kopmasının yaklaştığı günler. Koyverdim kuşu da gitti dumana Ötesin sorarsan âhır zamana Bilmem akıllı mı bilmem dîvâne Boğum boğum kınalanmış sürmeli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.445 |
ahırı |
: |
En sonunda, nihayetinde. |
ahıret |
: |
Öbür dünya, gerçek dünya, öteki dünya. Karac’oğlan der ki nic'olur halım Gün geçtikçe artmaktadır vebalım Az yaşa uz yaşa âhırı ölüm Âhırete karşı götür îmanı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.427 |
ahırlamak |
: |
Hayvanı uzun süre ahırda tutarak zayıflatmak. |
ahırotu |
: |
Papatyagillerden sarı çiçekli bir bitki. |
ahırsız at |
: |
Hiç ahıra bağlanmamış, yularsız, seyip at; yılkı atı. |
ahışmag |
: |
Kalabalık olarak koşuşmak. |
ahıt |
: |
1. Sumak ekşisi. 2. Şekerle yapılan koyu şerbet, ağda. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ahıtma |
: |
1. Altını ıslatma. 2. Hayvanların alnından burnuna doğru uzanan beyazlık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ahıtmalı |
: |
Alnının ortasında aşağıya doğru beyazlık akmış gibi görünen (hayvan). “Ev komşumuz mırtıktı. Göz güllüyü-akıtmalıyı-mıklıfı o zaman öğrendik.” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) |
ahir |
: |
Son, sonraki. |
ahiret kardeşi |
: |
Tahtacılarda musahip olan çiftlerin birbirlerine verdikleri ad. |
ahiri |
: |
Sonu, sonunda, en sonunda. Nazlı yarim bana name göndermiş Ahiri yazılan bade selâmdır Cevabın gönderdim ben de o yare Kız benim koynumda gizli lâlemdir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.606 |
ahk |
: |
Ah, keşke. |
ahlat |
: |
Gülgillerden, kendi kendine yetişen ve üzerine armut aşılanan ve bu ağacın armuda benzeyen yemişi. |
ahlık |
: |
Balgam. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Ne zaman bir-iki kaşık andız bekmezi yese ahlık sökün ederdi ciğerinden.” |
Ahmad |
: |
Ahmet. “Yaslan dayım gızı yaslan Sabaha gelir Ali Osman Ahmadı düşmana verdik Küpeliyi ê(eyi) beslen” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kavgada Öldürülen Kara Ahmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Rabia Duman (Güngör)) |
ahnak |
: |
Atın, eşeğin debelendiği yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ahnamak |
: |
(Hayvan) Yerde yatıp yuvarlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ahnıt |
: |
1. İhtiyar. 2. Sakat, hasta, kötürüm, zayıf. (TDK Derleme Sözlüğünden.Ada. Mr.) |
ahrap |
: |
Akrep. |
ahrap muhrap |
: |
Akrep gibi sokan hayvanlar. |
ahras, ahraz |
: |
Dilsiz ya da hem sağır, hem dilsiz. |
ahred |
: |
Öbür dünya. “Hele bakın el oğluna İki elin sokmuş goynuna Bu dünyada gavışmadık Ahredde dolan boynuma” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ahret |
: |
Ahiret. “Aydınlı bizim elimiz Ahrete döndü yolumuz Baban sehele göçücü Nasıl durucun yalınız” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Tüfek İçin Vurulan Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Bayram Tüten)
Karac’oğlan eydür mala tapıldı Dert kalmadı içerime tepildi İnsana ahrette ik' ev yapıldı Biri dolup da biri boş kalmasın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.558 |
ahşam |
: |
Akşam. “Eğildi halay başında Düşmanı gezer peşinde Dün ahşam da ayan oldu Garalar geydim düşümde” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ahteslik |
: |
İyi karşılanmayan işler, terbiyesizlik. |
âhu |
: |
Ceylan, ceylan gibi güzel kız veya kadın.. “Ala bulut gibi göğe ağarım Sulu sepken gibi yere yağarım Olanca ömrümü sana sunarım Kız seni boşarım âhu isen de” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 404) |
ahu kuşu |
: |
Baykuş. |
ahuzar |
: |
Üzüntü, gözyaşı. “Gözüm Araplı elinde Ellerim kaldı belimde Gan veriyor incomarım Ahuzarı var genelinde” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
ahval |
: |
Haller, durumlar. Benden selâm eyle sevgili yâre Perîşan hatırın sor seher yeli Bildir ahvalimi dostuma benim Sevdiğim ne söyler sor seher yeli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.446 |
ajur aşı |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Levha üzerine yapılan çizim işlemine denir. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 39) |
ak |
: |
Beyaz tenli sevgili. Ak yâri gördükçe ağladım coştum Al elinden dolu bâdeler içtim Kötüler sandı ki ben yârdan geçtim Ölmeyince çeker miyim elimi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.642 |
ak ġadem |
: |
Ah anam anlamına gelen bir söz. |
ak geçi |
: |
Tiftik keçisi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Ak geçiyi gören içi dolu yağ sanır. |
ak kök |
: |
Yetmemiş, ham. |
ak mürekkep |
: |
İnsanlardaki üreme suyu, meni. Hakk’ın kandilinde gizli sır idim Anamın beline indirdin beni Ak mürekkep idim kızıl kan ettin Türlü irenglere yandırdın beni (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.457) |
ak tahta |
: |
Göğüs, göğüs kafesi, insan göğsü. Bir gül oldum zemheride açıldım Açıldım da kız koynunda geçindim Kumaş oldum terzilerde biçildim Al da beni ak göğsüne bas gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.552 |
ak üstü güllü |
: |
Beyazın üstü kırmızımtırak. |
aka |
: |
Ağabey, büyük kardeş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Akamlara danışmadan asla karar veremem.” |
akaba |
: |
Eğim, meyil, iniş, eğimli yer, meyilli yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. Osm.) “Halbırın akaba yanı (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
akabalı |
: |
Akış yönü meyilli. |
akabe |
: |
Eğim, meyil, iniş, eğimli yer, meyilli yer. |
akak |
: |
Su yolu, su yatağı. |
akam |
: |
Akayım. Karac’oğlan der ki elden ellere Akam gidem boz bulanık sellere Gövel ördek gibi gölden göllere Çırpına çırpına yüzer ikisi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.464 |
akamet |
: |
Kesintiye ugrama, verimsizlik, kısırlık, verimsizlik. Mec. Yarıda kalma, basarısızlık. |
akanak |
: |
1. Sakız elde edilen bitki kökü. 2. Çağlayan, ırmak veya derede suyun hızlı aktığı yer. |
akar |
: |
Irmak, dere, çay, küçük akarsu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
akarak |
: |
Su yolu. “Pınarın akarağı sel sularıyla birleşmiş.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
akarısta |
: |
Bir çeşit yumuşak buğday. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
akbacık |
: |
Beyaz görünümde olan. Bembeyaz, süt gibi, tertemiz. |
akça |
: |
1. Akçe, küçük altın para. Elimden aldırdım telli Hatça'yı Sarrafı da bilir altun akçayı Dolandım gezdim ben bağı bahçayı O dosta yiyecek nar bulamadım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.484 2. Bazı hayvanların türlerini belirleyen renk özelliği. Ablak kuğu akça kuğu Dal oynuna söydün bugün Dost karşımda salınırken Tatlı cana kıydın bugün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.571 3. Beyazlaşmış, ağarmış. 4. Temiz, pakça, beyazımtırak, beyaza yakın. Yörü bire güzel yörü Has bahçalar seyrân yeri Gelmez oldun dünden beri Küskün müsün akça gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.544 |
akça ceran |
: |
Boz ceylan. |
akça çığın |
: |
Bir nevi ötücü kuş. “Aşağıda akça çığın ötünce Katar başı mayaların sökünce Türk’ün olan Türkmeneli çökünce Kaypak Osmanlılar size aman mı? (Haşim Nezihi Okay, Köroğlu ve Dadaloğlu, May Yay., 1970) |
Akça Deniz |
: |
Amik Gölü. Yandı Çukurova yandı Eli bazlı beğler indi Tutu uçtu kumru kondu Akça Deniz gölün gördüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.513 |
akçalaşmak |
: |
Pazarlık yapmak, elleşmek. |
akçalık |
: |
Akçe kadar, akçe değerinde. Dilerim Subhan'dan olma bermurat Cisminde kalmasın bir akçalık zat Cennet yüzünü görme ilelebet Cehennem meskenin yerin nâr olsun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.565 |
akçasız dellal |
: |
Bir söz veya haberi gittiği her yerde diline pelesenk edip anlatana derler. “Şadiye duyduysa yeter, belediye hoparlosuna vermie gerek yok. Akçasız dellaldir o.” |
akdarmak |
: |
Bir şeyi altüst etmek, karıştırmak, savurmak, boşaltmak, devretmek, hatmetmek, çevirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
akere |
: |
Öküz yemliği. “Misafir odasında sekiden sonra atlık, öküzlük, maklap, saman deposu, öküz damı, gezintilik (burası misafir sekisi önünde ve kapının karşısında ufak bir koridordur)bölümleri bulunur. Öküzlük, atlık ve öküz damlarında düzgün ve sabit olmak üzere ondan elliye kadar yemlikler bulunur ki bunların ismine akere denir.” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
akgın |
: |
Çağlayan ırmak veya derede suyun hızla aktığı yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
akıbet |
: |
Genelde pek olumlu olmayan son, sonuç, sonunda. Neyleyeyim şu dünyanın ziynetin Akıbeti ölüm olduktan geri İstemem bahçada bülbüller ötsün Benim gonca gülüm solduktan geri Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.461 |
akıda |
: |
Çoğu kaynatmak suretiyle, akideleşmiş şeker, pekmez, koyu pekmez. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
akıdma |
: |
Sakar, atların alnında bulunan beyazlık, akıtma, sakar. “Akıdmasından tanırdım Döndü dezzemgilin gısrağını.” |
aḳıl balıK da:l |
: |
Henüz çocuk olan, yetişkin olmayan. |
akıl baylık oldu |
: |
Buluğ çağına girmek. “Akıl baylık oldun artık namazını kılsan orucunu tutsan ya.” |
akıl yiğide sermaye |
: |
Toroslar bölgesinden bir özlü söz. |
akıldan firik |
: |
Deli manasında kullanılmaktadır. “Akıldan firik.” |
akıldane |
: |
Herkesin akıl danıştığı kimse. Alay yollu kullanılır. “Akıldanesine bak hizaya gel.” |
akıldene |
: |
Üst akıl, akıl alınan kişi, bilge kişi. |
akılgan |
: |
1. Çabuk meyleden, sebatsız, maymun iştahlı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Küçük dere, suyun akması için verilen meyil. “Höllüoğlu, suyun kenarındaki bir akılganın içine çökmüş, çaput sallayıp teslim olmak isteyen Hürüce Ehmed’i teslim alıp almamayı düşünüyordu.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
akıllı sayı sayanaça: deli oğlunu everir |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
akıllım |
: |
Özellikle erkek çocuklar için kullanılan bir sevgi sözcüğü. “Hadi akıllım şu bir tas ayranı babana götürüver.” (Ahmet Türkmenoğlu, Çukurova Kadirli Dağkolu Türkmenağzı Sözlüğü, Arkeoloji ve Sanat Yay., İstanbul 2008) |
akılsız köpeği yol gocadır |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
akınmak |
: |
Gönül vermek, eğilim göstermek, meyletmek, sevmek. |
akışmak |
: |
Coşkulu bir şekilde koşuşmak, koşmak. “Gurban ollum müderrisim Oğlum desem yakışma mı? Sabatdan da Cuma günü Ardım’adam akışma mı?” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
akıt |
: |
1. Kontsantre, kaynatılmış özlü meyve suyu, tatlı kestirmesi, 2. Ekşi (kiraz, sumak ekşisi), 3. Şerbet. 4. Koyu pekmez. 5. Cıvık hamur. |
akıtma |
: |
1. Hamuru yağda kızartarak yapılan bir çeşit ekmek veya tatlı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Hayvanların alınlarının ortasından burunlarına doğru inen beyaz leke. 3. İşeme. 4. Enli bilezik. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
akıtma sakar |
: |
Atın alnındaki aklık. Alındaki akıtma atın soyunun iyi olduğunu belirtir. |
akıtmak |
: |
İşemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
akibet |
: |
Son. |
akiflenmek |
: |
: Ocağın altı harlı yandığında yemeğin aniden taşacak duruma gelmesi. Yemeğin altını gısın da akiflenmesin. |
akik |
: |
Çeşitli renklerde olan, yarı saydam, parlak ve değerli bir taş. Ak elinde sarı akik Yüzün yıkık boynun bükük Ak yâr dargın deyi duyduk Sen barıştır garbî yeli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.446 |
akir |
: |
Eritilen yağın dibinde biriken tortu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aki:rmek |
: |
Akıvermek |
akis |
: |
Aksi. |
akka |
: |
Kaba. |
akkaraman |
: |
Bir koyun türü. |
akker |
: |
Alaca tüyleri olan kıl keçisi. |
Akkı |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Hakkı. |
akkız |
: |
Kangal. |
akkozak |
: |
Beyaz olan tahtası yapılarda kullanılan bir çeşit ağaç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
akla ziyandır |
: |
Akla zarar verir, insanı şaşırtır. Karac’oğlan der bu yer neresi Altunoluk Pınarbaşı arası İnce belde saçlarının turası Böyle selvi endam akla ziyândır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.600 |
aklan |
: |
1. Olgun, aklı başında adam. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Yeşil kabuğu kolay soyulan iyi cins bir ceviz. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Irmak, dere, çay, küçük akarsu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
aklı ermez g.tü çaput çeyner |
: |
Toroslar bölgesinden bir mumyalanmış söz. |
aklı evvel |
: |
Durum değerlendirmesi yapmadan, düşünüp taşınmadan hareket eden veya karar verenler için kullanılır. “Bırak bu aklı evvelliği.” |
aklı fazla gelmek |
: |
Aşırı zekanın kontrol edilememesi neticesinde bir çeşit psikiyatrik rahatsızlığın ortaya çıkması. Halk arasında sürmenaj oldu ya da Mecnun’a döndü derler. “Aklı fazla geldi zavallının.” |
aklı kesmek |
: |
Karşıdakinin düşüncesine hak verme, inanma, karşıdakinin düşüncesinin ne olduğunu kavrama. önceden bilme, tahmin, öngörü. |
aklı kısa |
: |
Akılsız. |
aklı pırtmak |
: |
Bir şeye çok sevinmek ya da çok beğenmek anlamında kullanılır. “Aklım pırttı vallaha. Ağzım ayrık kaldı hareketlerine.” |
aklı tıŋlamak |
: |
Aklına gelmek. “Eskiden Andırınlının biri sarmış beline örmesini, dağa odun getirmeye gitmiş. Yolda giderken örme çözülmüş, örmenin ucunun arkasından bir yılan şeklinde geldiğini görünce başlamış kaçmaya. Kaçtıkça da yılan arkasından gelmeye devam ediyormuş. Yolda bir adama rastlamış. Adam: Ne kaçıyorsun kardeşim, demiş. Kaç yılan geliyor, demiş. Adam hemen durumu anlamış. Kardeşim, o yılan değil belindeki örmenin ucu diye çağırmış. Andırınlının aklı tınlamış. Mahcup bir vaziyette. Ne yaparsın kardeşim. Her gün tirşik yiyenin aklı ancak bu kadar olur, demiş.:)” (Bir Andırın Fıkrası) |
aklı yuka |
: |
Aklı kıt, aklı az. |
aklık |
: |
Pudra, bodura, allık, düzgün. |
aklım |
: |
Aklımı. Aklım aldın gözlerini süzeli Benzime düşmüştür ayva gazeli Sana derim behey adam güzeli İki leblerinden bir yanağından Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.519 |
aklım şaştı |
: |
Şaşırdım kaldım. Barçın Yaylası'nda üç güzel gördüm Birbirinden üstün şıvga fidandır Aklım şaştı garib belim büküldü Kaşlar hilâl gözler ahu cerandır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.600 |
aklıŋ |
: |
Aklını. Behey ala gözlü dilber Sana bir ben gerek bir ben Aşıkın aklın almağa Sana bir ben gerek bir ben Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.528 |
aklıŋa muheyt ol |
: |
Aklına sahip ol. “Aklına muheyt ol.” |
aklına tıp etmek |
: |
Birden aklına gelmek. “Bir gün, gene böyle dikilmiş, sıcağın altında şakır şakır terler, yağız atın yerini düşünürken, aklına tıp etti.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
aklına turp suyu sıkmak |
: |
Söylenenin gerçekle ilgisi olmaması. |
aklını aldırmak |
: |
Aklını kaybetmek. Karac’oğlan kavli yalan Kimdir aşnasına gülen Komşusundan bir yâr seven Şaşar aklını aldırır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.629 |
aklını almak |
: |
Bir kimseyi sağlıklı düşünemez hale getirmek. Yanaklar dopdolu imiş gülinen Aklım aldı serbest serbest salınan Elin yâri yeşil geymiş alinen Benim yârim sade geymiş bellidir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.598 |
aklını ölçmek |
: |
Sınamak, denemek. “Aklını ölçdüm, keşke ölçmez olaydım. Adam zırrıkı deliyimiş meğersem.” |
aklını zangırdatmak |
: |
Ürkütmek, korkutmak, hayretler içinde bırakmak. |
akma |
: |
Çam ağaçlarından akan sakız. “Elinin çatlağına akmadan ve andız pekmezinden karışım yaparak bir ilaç yaptı ve her akşam onu sürdü.” |
akmıl |
: |
Hayvan gübresi, zibil. |
akmın, akmun |
: |
1. Gübre ve benzerini taşımak için kağnının yanlarına konan tahta mahfaza. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Hayvan gübresi. 3. İnsan pisliği demektir. Külle karışmış insan pisliği. “Nêdici:z olum; benimle âleşiyorsunuz elleham, akmını da mı bilmiyorsûz?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
a:ko: |
: |
Çoktan. |
akpak |
: |
Tertemiz, bembeyaz. |
akpakla |
: |
Beyaz, kuru fasulye. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
akraç |
: |
Derelerin büklüm, dönemeç yeri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
akraz |
: |
Ahraz. |
akrebotu |
: |
Akrep sokulan yere koyulan ot. |
aksamak |
: |
Topallamak. |
aksaya, a:saya |
: |
Beyaz elbise. |
aksüd |
: |
Ak süt, helâl süt. |
akşam eşmesi |
: |
Koyunların dağda kaya veya ağaç diplerini eşerek yattığı gölge yer. |
akşama on iki türlü |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.On iki türlü yemek istermiş. Bu da zenginliğini gösterir. |
akşamınan olmak |
: |
Akşam vakti olmak. |
akşamınayen |
: |
Akşamleyin. |
akşamsımak |
: |
Akşama yakın zamanda olmak. |
akubat |
: |
Çok bilmiş, ağzı laf yapan. |
al |
: |
1.Hile, tuzak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Yükseğinin karı tozar Engininin köyü mezar Göğsü alca kaplan gezer Avcı olup al olma mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.422 2. Oyun, kötü fikir. 3. Kabus. 4. Kırmızı. Farı Karac’oğlan farı Ben çekerim ah u zarı Günde bağlanırsın sarı Bu valanın al'olma mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.423 “Alavere dalavere deyimi al sözünden türetilmiş olmalı.” 5. Büyü. “Engel laf söylerse birin duymazdın Heç kimsenin hatırını saymazdın Ben var iken kimseleri sevmezdin Yoksa engellerden al m’oldu sana?” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 92 |
a:l |
: |
1. Ahır. 2. Ağıl. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Böyük evin âl gımı Ufak gabın çâl gımı Ne duruyon kele hatın Bebek senden dêl gimi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Çokaklı Ahmet Paşa’nın Oğlu Kemal’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse Gürbüz) |
al at |
: |
Bir at donu, bir başka ifadeyle renge göre isimlendirilmiş bir at çeşidi. |
al bağlamak |
: |
Gelinin başına kırmızı bir örtü bağlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
al basma |
: |
Loğusa kadınlarda görülen bir hastalık, loğusa humması. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
al basmak |
: |
1. Kabus görmek. 2. Albastı da denilen loğusa hummasına tutulmak, albastı olmak. |
al bastı |
: |
Loğusa olmayan kimselerde al denilen görüntünün uyku esnasında verdiği boğucu sıkıntı, kabus. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
al çatı |
: |
Al çabıdı. Loğusa hummasına tutulan, al basan kadınlara (tedavi veya korunmak için) verilen efsunlu bez. |
al istemek |
: |
Alınmasını arzulamak, alınmasını istemek. Beş yüz atım olsa beş yüzü doru Binse etbalarım eylese harı Beş yüzü de öveyk bini de kırı Beş yüz yedeğine al ister gönül Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.482 |
al olma mı |
: |
Avlamaz mı? |
Al Osman |
: |
Osmanlı ülkesi, Osmanoğulları. Bir beni bendetmiş Şâm'ı Haleb'i Bir beni bendetmiş Mısr'ı Anteb'i Karac’oğlan eder nazlı çelebi Bir beni de Âl'Osman'ı bendetmiş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.636 |
al saŋa bir iş |
: |
Bunu çok kullanan Maraşlı beklemediği bir anda bir olayın olması halinde ilk söylediği tabir, “Al sana bir iş”tir. “Al sana bir iş.” |
âlâ |
: |
En yüksek, en iyi. Ala gözlerini sevdiğim dilber Yâr senin ahdına durmaz mı sandın Hatırın hoş olsun birin bin olsun Senden âlâsını bulmaz mı sandın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.534 |
ala |
: |
1. Ela, karışık renkli. “Odasında yanar ışık Sufrasında döner gaşık Sağ köşede ala beşik Gelin sallar yaslı yaslı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İsmail Çavus’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Bakacak) 2. Gizli kötü huy, birisinin başkaları hakkında düşündüğü kötü emelleri ve bu emelleri. “Dumanlıdır Aladağ’ın alanı Ortasında sarı çiçek savranı Yiğitler durağı aslan yatağı Dilberlerin hep de böyle ala mı? (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) 3. Yetişmemiş, ham. “Ufak ala kaldı kızlar Bilmem bunlar heyledici Terkisini bağlan kızlar Baban Harnıya gedici” (Derleyen İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 469) 4. Avcıların, av hayvanlarını yuvalarından çıkarmak, veya çevrelerine toplamak için kullandıkları müzik aleti. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 5. Çit. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 6. Siyah beyaz lekeli bir çeşit deri hastalığı, alaca. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 7. Tuzak, kandırmaca. Turaç alası, keklik alası. 8. Önlük, peştamal. 9. Bölgemiz göçmen ağzında; hala. 10. Yakın. 11. Sergi eşyası olarak kullanılan bir çeşit pamuklu dokuma. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Osm.) |
ala bağlı |
: |
Devenin havudunu (palanın) bağla makta kullanılan ala kilim deseninde dokunmuş ip (kolan). |
ala bağlım |
: |
Kilimlerdeki beyaz motiflere verilen ad. Beyaza ala bāğlım derler. |
ala bahar |
: |
Bahar başlangıcı. “Pembe önceğini çalmış beline Altın bileziği takmış koluna Katarlamış mayasını yoluna Alabahar yaylasını çekiyor” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.614) |
ala bula |
: |
Karışık renkli, alaca. “Meyremçil Beli’nde keven çiçeklerinin rengi yaz gelince ala bula olur.” |
ala bulaşık |
: |
Bir işin tam olarak tamamlanmamsı, yarım yapılması, sonuca erdirilmemsi. Yarım bırakma. Eksik veya tam olmayan. |
ala bulut |
: |
Gökte yer yer toplanan beyaz kaba bulutlar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ala çuval |
: |
Istarda yünden dokunmuş, desenli çuval. |
ala deli |
: |
Deli olmadığı halde abuk sabuk konuşlanlar için kullanılır. “Bu da bizim ala delilerimizden.” |
ala dorlak |
: |
Kabadorlak. Kaçar oymağında göç kafilesini çeken kız. |
ala düşmek |
: |
Tuzağa, hileye düşmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Ahmet beni ala düşürdü. |
ala gannı |
: |
Ala kanlı. Kana batmış halde. |
ala ġolan |
: |
İpten dokuma, develerin üstüne örtülen örtü. |
ala höllü |
: |
Tam olmayan, yarım yamalak, şöyle böyle. |
ala hölü |
: |
Yarı ölü, yarı çiğ, yarı pişik vs. “Et dediğin ala hölü pişmeli. Yiğit canlı et gannı gerek. Yiyin, için afiyet olsun.” |
ala hölük |
: |
Az pişmiş et yemekleri için kullanılan bir deyim. “Biti daha pişse iyi olacakmış. Ala hölük olmuş o misilli yemek.” |
ala karga |
: |
Saksağan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
ala keçi can derdinde, kasap yağ derdinde |
: |
Başkalarının büyük dokuncaları karşısında kendi küçük dokuncasını ya da çıkarını düşünenler için sitem olarak kullanılır. “Halil emmi, Allahını seversen kes de azıcık konuşalım. Millet buraya müzakereye geldi. Ala keçi can derdinde, kasap da yağ derdinde.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ala sığır |
: |
Yerli sığır, inek. Ala cins ināğım, normal inaklerden. |
ala tatavı |
: |
Yarım yamalak, üstünkörü. |
ala toraşan |
: |
Çocukluktan çıkmak üzere olan insan. “Ala toraşan.” |
ala toraşman |
: |
Yeni yetme. “Ağadı ordan buradan öğrendim. Ala toraşmanıdım o zamanlar diyor” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ala tutmak |
: |
Hile etmek, kandırmak, aldatmak. |
ala yaşlı |
: |
Orta yaşlı, ne ihtiyar ne de genç kimse. |
ala yelek |
: |
Önde gelen, önden hızlıca giden. |
ala:bak |
: |
Kabak sarısı renginde, alacalı, kargaya benzer bir çeşit kuş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
ala:z |
: |
Belki. |
alabacak |
: |
Aralarda laf taşıyan, kovculuk eden, dedikodu yapan. |
alabaş |
: |
1. Başı benekli hayvan. 2. Ahmak, sersem, aptal. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Yenmeyen bir tür küçük, çizgili motifli ve kokulu bir kavun türü. |
alabaşlı iti |
: |
Yırtıcı ve saldırgan köpekleri tarif etmede kullanılır. “Alabaşlı itine dönmüş hayvan.” |
alabaşlı koymak |
: |
Bir işi yarım bırakmak. |
alabele |
: |
1. Kekliklerin boynundaki siyah halka. 2. Aklı karalı, az bulutlu, alaca. |
alabocu |
: |
1. Ala köpek. 2. Fesat kişi. |
alabula |
: |
Karışık renkli. |
alabulus |
: |
Amerikan traşı. |
alabut |
: |
Buğdayın kötü olması ve biçerken başından çalınması. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alaca |
: |
1. Yarı, yarım. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Karışık renkli ipliklerden dokunmuş kumaş. “Altıma attılar alaca kilim Ağzımda kurudu damağım dilim Sunayı görünce büküldü belim Tecnis’te bir Arap güzeli gördüm” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.512) 3. Kilim, halı nakışı. 4. Karışık renkli. 5. Bilinmedik huy. 6. Üzüme düşen ben. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alaca-garaca |
: |
Bir çeşit kumaş. |
alaca karga |
: |
Saksağan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
alaca:ŋ |
: |
Alacaksın. “Özellikle gadınnarımızıŋ bir Türk filimi se:rederken; “ Ulan gavırın çocu: arkaŋdan geldi, geldi gaç gaç!” veya siŋirlendikleri artise “Şunu eliŋe alaca:ŋ, vururkan, vururkan bişede beŋzedece:ŋ.” diyecek gadar filmin içine girmeleri incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
alacalı |
: |
Siyahla beyaz karışık renk, siyahlı beyazlı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alacalı beleceli |
: |
Siyahla beyaz karışık renk, siyahlı beyazlı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
alacasını bilmeyen kilim ıymasıŋ |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
alaçavuş |
: |
Hüthüt kuşu, mısır ibilisi de denir. |
alaçık |
: |
İşçi ya da yayla çadırı. Dallardan yapılır. Üzeri dal ya da eğrelti otu gibi bitkilerin dal ve yapraklarıyla kapatılır. Çadır biçiminde ve tek gözlüdür. “Geri mi gedicik oğul Alaçığı yık da getir Babanın vekili ol da Galan daşa motur getir” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Kamil ve Ali’nin Ağıtı, Derleyen: Ali Kocakaya, Kaynak Kişi: Cemile Kocakaya) |
Aladağ’dan seriŋ olmak |
: |
Çok sakin, soğukkanlı davranmak, çok kaygısız olmak, vurdumduymaz davranmak. “Bütün birlik taarruz çıkış hattındaydı. Az sonra düşmana hücum edilecekti. Bilenler Kur’an okuyor bilmeyenler dua ediyordu. Herkeste bir telaş vardı. Başlarındaki kumandanı görmeliydiniz o anda. Aladağ’dan serindi.” |
aladana |
: |
İçi peynirli gözleme. |
aladeli |
: |
Az deli olan. |
aladiri |
: |
Tam pişmemiş olan, hafif çiğ kalmış olan. |
aladorlak |
: |
1. Yeni yetişmeye başlayan erkek çocuk. 2. Kaçar Oymağında göç kabilesini çeken kızın ismine "aladorlak" derlermiş. Bu kızın nişanlı olması şartmış. Diğer oymaklarda bu âdet, hemen hemen kalkmış gibidir. |
aladovşan |
: |
Az kullanılmış. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
alaevcik |
: |
Alayçık, azemekli, kuzluk türü basit çadır. “İlk konalga yerimiz Meyremçildi. Konar konmaz Yükleri çezdik ve alaevçiklerimizi gün batmadan kurduk. Önüne de bir hayma yaptık. Haymanın üzerini de kamalak dallarıyla örttük.” |
alaf |
: |
1. Yanan ve ışık veren şeylerin türlü biçimlerde uzanan dili, alev, yalım. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) “Dağ gibi de alaf almış, yalıma kesmiş yüreğim var.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Çok sıcak esinti. 3. Alev. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 4. Hayvan yiyeceği, hayvanların kışlık yiyeceği. |
alaf çalmak |
: |
Tarlalarda sıcak ve nemli havanın etkisiyle yüze vuran sıcaklık. “Alaf çalıyor.” |
alaf şalaf |
: |
Gerekmez ot topluluğu. |
alafa gitmek |
: |
Düşünmeden gitmek. |
alafıraηga |
: |
Asrî, Avrupaî. |
alafirik, alafirig |
: |
1. İki yüzlü, dönek. 2. Tam olmamış tahıl ürünü, tam doymamış. “Alafirik olmuş daha yenice Arpanın Gediği’ndeki tarla. Orağın girmesine en azından bir onbeş-yirmi gün daha lazım.” |
alaflamak |
: |
Alevlemek, yakmak, tutuşturmak, ateşe vermek. |
alaflanmak |
: |
Ateşlenmek. “Ağzının içi alaflı Dişleri hepten kilitli Duluğu durna zülüflü Bacılarım zor geliyor” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Elif’in Ağıdı, Derleyen: Elif Kavak, Kaynak Kişi: Zekeriya Gürses) |
alagaz |
: |
Boşboğaz. |
alagel |
: |
Herhangi bir eşyayı gelirken alıp getirilmesini istemek. |
alagö: |
: |
Tam yetmemiş meyve. |
alagün |
: |
Gölgeli gün, bulutlu gün, serin hava. |
ala:bak, alağbak |
: |
1. Alakabak.Özellikle Andırın sınırlarında yetişen ve güvercin büyüklüğünde siyah beyaz tüyleri olan eti yenen bir kuş. Andırın deyince akla kabak gelir. Kabak öylesine sevilir ki burada kuşlarına bile isim olarak verilir. 2. Karga, alakarga. |
alağabak |
: |
Palamut, mısır yiyen, sesleri taklit eden bir çeşit kuş. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
alağaz |
: |
Sağa sola bakıp zaman geçiren. |
alahöle |
: |
Şöyle böyle, tam hölenmemiş. (çiğiti ıslamak). |
alak |
: |
Alalım. |
alakeçe |
: |
Yörüklerin çadır içine serdikleri keçe. |
alakomak |
: |
Alıkoymak. Uluların sözlerini tutmadım Dîvâne gönlümü hiç terk etmedim ………………………………. Felek beni alakoydu sıladan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.517 |
alakuru |
: |
Yarı kuru, yarı yaş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alam |
: |
1. Alayım, satın alayım. Zalim aşk elinden içmişim ağı Senin için dolanırım bu dağı Alam beliğine altun saç bağı Tak saçını ince bele as gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.551 2. Haber, muştu, müjde. |
alama |
: |
El ile tutulup atılabilecek büyüklükteki taş parçası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Dünkü kavgada bir alama da bana geldi. |
alamaç |
: |
Yüksek alev, çalı, ot ateşi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) Haydi alamaçlı ateş yakalım. |
alamak |
: |
Alev. |
a:lamak |
: |
Ağlamak. “Âladım da gülemedim Sö:ledim de bilemedim Yitirdim de ben bacımı Arayıb da bulamadım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüsne Gürbüz’ün Ağıdı, Kaynak Kişi: Rukiye Sert) |
alamaŋ |
: |
1. Alamazsın. Güzel: Oğlan sen de m'oldun yüze gülücü Senin sözün ciğerimi delici Ben gök ördek olam sen bir alıcı Dokunsan alaman tellerimizi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.433 2. Alman. Görmedim dünyada sen gibi canan Yoktur hey sevdiğim ben gibi yanan İngiliz Fransız Moskof Alaman Çin ile Maçin'i değer gözlerin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.557 |
Alamancı |
: |
Avrupa ülkelerindeçalışan Türk isçileri. |
alamançık |
: |
Kanarya kuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
Alamanya |
: |
Almanya. |
alamartin |
: |
Yarı otomatik bir silah. |
alambaç |
: |
Fazla alevli ateş. |
alambaş |
: |
Yüksek alev, çalı, ot ateşi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Osm.) |
alamecek |
: |
Kanatlarının üstü ve boynu kırmızı renkli küçük bir kuş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alamençik, alameççik |
: |
1. İspinozgillerden serçe büyüklüğünde göçmen bir kuş türü. 2. Kanatlarının üstü ve boynu kırmızı renkli küçük bir kuş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ala:met |
: |
1. Belirti. 2. Çok. 3. Büyük. |
alamsız |
: |
Habersiz, hemen, ansızın. |
alan, alaŋ |
: |
1. Etrafı tepelerle çevrili çukur yer, koyak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) 2. Açıklık, düzlük yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) Atlar alanda yayılıyor |
alan almış, satan satmış |
:: |
“Artık kimse ilgilenmez” anlamında söylenmektedir. “Alan almış satan satmış, kaygısı sana mı düştü?” |
alañ belen |
: |
Düzlük tepelik. Alañlarda belėñlerde gėzelērdik. |
alan keç der, satan ho ha der |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
ala:ncık, alancık |
: |
Gittiği yeri kızartan bir karınca türü. |
alaöş |
: |
Sabah ezanından biraz önceki zaman. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
alapara |
: |
Baharda karların yer yer eriyip toprağın görünmesi hali. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ala:ranlık |
: |
Tam kararmamış yahut aydınlanmamış hava. |
ala:rga |
: |
Saksağan. |
ala:rmak |
: |
1. Gözleri açarak dik dik bakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Kırmızılaşmak, al renge dönmek. “Kalaycının körüğü bir yandan, közün sıcaklığı bir yandan vurdukça, balta alârmaya başladı. Öyle alârdı ki ben bir ara o ormanın canına okuyan balta kül olacak sandım.” “Atımın kuyruğu cura saz gibi Divana oturmuş ergen kız gibi Alârmış yanağı bahar yaz gibi Getirin kır atım göçem ellere” (Haşim Nezihi Okay, Köroğlu ve Dadaloğlu, May Yay., 1970) |
alart alart bakmak |
: |
1. Yan gözle bakmak. 2. Anlamadığını belirten bakış. “Alart alart bakışından belliydi manzarayı çakmadığı.” |
alasakça |
: |
Karnı beyaz, kanatları ve kuyruğu külrengi, diğer yerleri parlak kara, uzun kuyruklu, kargaya benzeyen bir kuş, saksağan. “Ne zaman sabah güneşi cama vursa alasakçayı da beraberinde getirirdi pencerenin önüne.” |
alasulu |
: |
Meyvenin yarı olgunlaşmış hali. |
alaşeker |
: |
Kırmızı çizgili beyaz konya şekeri. |
a:laşmak |
: |
Ağlamak. “Oturalım belik belik Âlaşalım soluk soluk Cenazeyi biçen ölük Arkasında desde belik” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kız Kaçırırken Vurulan Hoca’nın Ağıdı) |
alat alat |
: |
Çabuk çabuk. “Hûblar aelencesi ‘Mercin’in suyu Güzelin aeleği Cehan’ın kıyı Gitti de gelmedi bir deli deyi Alat alat daener m’ola yolları” (Dadaloğlu, Kaynak: Erhan Çapraz, Fahri Bilge defterlerindeki Kayseri ve Yöresi konulu Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üni., Kayseri 2005) |
alat alat bakmak |
: |
Anlamadığını belli eden bakış. |
alatana |
: |
Turuncu kuşaklı yabani arı. |
alatoraş |
: |
Çocukluk ile gençlik arası. |
alatorlak |
: |
Çocuklukla delikanlılık arası, fazla boyu olmayan. “Alatorlak oldu hala mahallenin picleriynen oyni:.” |
alav |
: |
Alev. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
alavanda |
: |
Bağırıp çağırarak ortalığı yıkmak, şirretlik etmek. “Alavandalığa ne gerek varıdı. Kendi de malamat oldu bizi de malamat etdi.” |
alavere |
: |
Alış-veriş. “Artin dayı alavere edecêm de, beni tandın mı?... Ben yokardan Kır Ali’nin oğlu Musa’yım….” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
alavere yapmak |
: |
Ticaret yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
alay |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; halay. |
alay çalgısı |
: |
Belediye bando takımı. “Alay çalgıcısıydı. Oradan da tekaut oldu.” |
alayçık |
: |
İşçi ya da yayla çadırı. Dallardan yapılır. Üzeri dal ya da eğrelti otu gibi bitkilerin dal ve yapraklarıyla kapatılır. Çadır biçiminde ve tek gözlüdür. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Tenekeleri, yatakları sel götürdüydü. Alaçıkları, çadırları… Köylüyü bu beladan kim kurtardıydı?” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
alayı, alaycığı |
: |
Hepisi, bütünü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) Evdeki ekmeğin alayı bu işte. |
alayciğiniz |
: |
Hepiniz anlamında bir söz. |
alaz |
: |
1. Orman içindeki ağaçsız açık kısım. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Yarısı var yarısı yok, dalgalı görüntülü. “Yörep bir yerden bir süre gettiler. Sonra birden alaz bir yere çıkıverdiler amma aynı anda da şaşırdılar. Hemen alt taraflara doğru, orta yerde koca bir gara çadır gurulmuştu.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) 3. Patavatsız. “Golan alazda bekler Gelir dakgada yoklar Gılıcı bahçiya saklar İşde bu golancı bacım” (Andırın’dan Ahmet Gök) 4. Ütülemek, demirle yakmak, demirle dağlamak. 5. Seyrek biten, alaz ülez ekin, ot. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Osm.) 6. Alevli, alaflı ateş. 7. Tohum ekilen tarlada ürün yetişmeyen boş alan. 8. Alev. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) Ocağı alazlayıver. |
alaz alaz |
: |
Benek benek, hareli. |
alaz alaz olmak |
: |
Seyrekleşmek. “Haydi oğlum haydi yoluna yörü Alaz alaz olmuş dağların karı Gayet güzel olsa yiğidin yâri O da sevdiğine nazına gelir” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.610) |
alaz olmak |
: |
Tarlaya ekilen tohumların çok seyrek bitmesini anlatmada kullanılır. “Alaz oldu.” |
alaz ülez |
: |
seyrek biten ekin veya ot. |
alazlama |
: |
El, ayak ve yüzün kızarıp şişmesiylemeydana gelen hastalık, yılancık, aleve tutmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
alazlamak |
: |
Bir şeyi ateşe tutup çekmek, alev yalamak, hafifçe yakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) Çocuk elbiseyi ateşe düşürmüş alazlamış. |
albasmak |
: |
Bayılmak. |
albastı |
: |
1. Loğusalarda görülen ateşli bir hastalık, loğusa humması. “Loğusa kadınlarda görülen bir hastalık, loğusa humması. 2. Loğusa olmayan kimselerde al denilen görüntünün uyku arasında verdiği boğucu sıkıntı, kabus. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
albeni |
: |
Göz alıcı olmak. |
Albısdan |
: |
Elbistan. “Hacı ağlar, Halil ağlar Gene dumanlandı dağlar Albısdan’da iri beğler İner m’ola odamıza” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Gallik Mustafa’nın Gelini Hatın’ın Ağıdı, Derleyen: Hatice Hurmanlı, Kaynak Kişi: Hüseyin Şahin) |
Albısdan tazısı: mı |
: |
Çok zayıf kimseleri tanımlamada kullanılan bir deyim. “Albısdan tazısı: mı. Gangıldağı çıkmış.” |
Albisdan |
: |
Elbistan. |
albusdan yanaklı |
: |
Elbistan elması gibi yanaklı, kırmızı yanaklı. |
albü:sem |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; halbuki. |
alc’olur |
: |
Alıç olur. Bizim elde üzüm olur alc'olur Sızılaşır bozkurdlar aç olur Bir yiğide emmi demek güç olur Bir kız bana emmi dedi n'eyleyim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.506 |
alçalı |
: |
Buralı değil, karşıki köyden. “Sarı pabuç nalçalı Yar gelir dabancalı Ben buralı değilim Benim yârim alçalı” (Veli Aba, Seyfi Metin, Ö. Tuğrul Kara, Osmaniye Manileri, Adana 2011) |
alçım |
: |
Türlü, çeşit. |
alçım alçım |
: |
Çeşit çeşit. “Yar kolunda burma olsam Yedikleri hurma olsam Alçım alçım sürme olsam Yar kaşına sürse beni” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
aldanca |
: |
Avutacak, kandıracak, gönül alacak, şey, söz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Üzüntülü günlerimde bir aldanca bulamadım. |
aldangaç, aldangıç |
: |
Avutacak, kandıracak, gönül alacak şey, söz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
aldatmaciyim |
: |
Dalavere, hokus-pokus. |
aldeytmek |
: |
Alıp gitmek. |
aldı ele getdi yola |
: |
İncir çekirdeğini doldurmayacak konuyu dört bir yana yayanlar için kullanılır. “Aldı ele getdi yola.” |
aldım verdim oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. ALDIM, VERDİM OYUNU Bu oyun genelde futbol maçlarından önce oyuncu seçmek için oynanır. 2 kişi karşılıklı durup, bir ayağın topuğunun, diğer ayağın ucuna değecek şekilde adımlar atar. Adımlarken “Aldım verdim ben seni yendim” tekerlemesi, her adıma bir hece gelecek şekilde söylenir. En son kimin ayağı üste gelirse o kişi takımını oluşturacak arkadaşını seçer. Bu şekilde tekrar tekrar adımlanarak takımlar oluşturulur. İlk adımlama çok önemlidir. Çünkü mahallede en iyi futbol oynayan kişiyi herkes takımına almak ister. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s.205) |
aldırmak |
: |
1.Çocuk oyununda bir mesafeyi bir, iki ya da üç adımda atlamak. 2. Başkasına kaptırmak. Bağrıma basarım taşlar Akıttım gözümden yaşlar Yavrusun aldıran kuşlar Yuvasına döner gelir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.610 |
aldil |
: |
Aldatma, hile. |
âle |
: |
Çok iyi, çok güzel, daha güzel. “Tuvaras’ın yolu daşlı Ben ağlarım gözüm yaşlı Siz Memmed’i bilmeniz mi? Âle de gözlü galem gaşlı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İnce (Safiye) Memmed’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Çığşar) |
ale’emiz |
: |
Hepimiz, tümümüz. |
ale:ciğinden |
: |
Hepsinden. “Üleş gelir düzüm düzüm Alêciğinden Osman uzun Sonu bizim sanmıyordum Şo da bizim şo da bizim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Vurularak Öldürülen Üç Kardesin Ağıdı, Kaynak Kişi: Hatice Öksüz) |
ale:ciyinden |
: |
Alayından, hepsinden. |
ale:ni |
: |
Hepsini, alayını. |
alefetsiz |
: |
Davranışları dengesiz ve tutarsız olan kimse, yaramaz, densiz, münasebetsiz, edepsiz, kötü söz söyleyen, ağzının tımarı olmayan. |
alektirik |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; elektrik. |
alelemek |
: |
Hürmet ikram etmek, hatır saymak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aleleyip asartmak |
: |
Besleyip büyütmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Çok aleleyip asarttık da şimdi bize bakmıyor. |
alelusul |
: |
Usul yerini bulsun diye yapılan iş. |
alem |
: |
Dünya, her yer. Bir yâr sevdim bu âlemde birinci Koynuna saklamış ayva turuncu Yâr eline almış aşkın kılıncı Çarha vurmuş benim için zağlıdır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.598 |
alem yaŋılır, kalem yaŋılmaz |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
alameççik |
: |
Yörede bir kuşun adı. |
alemençik |
: |
Serçeye benzer bir kuş. |
alemeşkere |
: |
Aşikare, milletin ortasında. “Ulan defol şurdan! Vallahacıma, alemeşkere senin ağzına s.çarım! Zavırını duyunca iş büyür de başım belaya girer diye de düşünmüş olacak ki, ayakcağının dev adımlarıyla uzaklaşmaktan başka çare bulamamıştı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
a:lence |
: |
Eğlence, meşgale. “Aha, âlence çıhdı.” |
ale:nden |
: |
Alayından, hepisinden. “Memiş başında sızılar Gelin ayakda bozular Alênden zor geliyor Ağlaşır ufak guzular” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kes Mehmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Bakacak) |
aleŋgirli |
: |
Güvenilmez, değeri kuşkulu olan. |
alentirik |
: |
Elektrik. |
alesi |
: |
Hepsi, alayı. |
alesiye |
: |
Rastgele, keyfe keder, dayanaksız, ispatsız, amaçsızca, öylesine. |
âleşmek |
: |
Kafa bulmak, eğleşmek. “Nêdici:z olum; benimle âleşiyorsunuz elleham, akmını da mı bilmiyorsûz?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
aletirik, aletirig |
: |
Elektrik. “Ne sandalya var, ne masa var, ne de aletirik var var. Allah yardımcısı olsun.” |
alevçik |
: |
Davarlar için yapılan sığınak, yatma yeri. |
aleverti |
: |
Boşu boşuna. |
aleyçalgısı |
: |
Askerî bando, belediye bandosu. |
aleyciği |
: |
Hepsi. |
aleyçik |
: |
İşçi ya da yayla çadırı. Dallardan yapılır. Üzeri dal ya da eğrelti otu gibi bitkilerin dal ve yapraklarıyla kapatılır. Çadır biçiminde ve tek gözlüdür |
algaç |
: |
Almak üzere kaçırılan kız. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
algan |
: |
Fatih, fetheden, açan. |
algarısı |
: |
Uykuda insanın üzerine çullanarak rahatsız ettiğine inanılan hayali bir yaratık. |
algetmek |
: |
Alıp götürmek, alıp gitmek. |
algın |
: |
1. Ağır basan, meyilli. (Yük) 2. Hastalıklı, cılız, zayıf, hastalıklı, yılgın. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
algın çıkmak |
: |
Gücünü yitirmek, güçsüzlenmek. “Algın çıktı.” |
algın olmak |
: |
Çok çalışmaktan, ağır işten halsiz düşmek, kötürüm hale gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
algış |
: |
Dua. |
alha verha |
: |
Sürekli, devamlı. |
alhış |
: |
El çırparak beğendiğini ifade etme. |
alıbusun |
: |
Kurnaz, hileci. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
alıcı |
: |
1. Azrail. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Avcı, avlayan. 3. Öldürücü devasız hastalık. 4. Yırtıcı kuş, atmaca. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Hepi de bana bakıyor Çocuk da beni yakıyor İçerimden alıcısı Yağlı gurşunna çekiyor” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kanserli Adamın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Höbek) |
alıcı guş |
: |
Atmaca. |
alıcu:ş, alıcı kuş |
: |
Yırtıcı kuş.(TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) Kolda götürürler alıcı kuşu Koğun gitsin aralıktan baykuşu Kadir kıymat bilmez olmuş her kişi Kadir kıymat bilen yere gidelim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.496 |
alıç |
: |
Sonbahar’da olgunlaşan bir meyve, yabani erik, alıç. “Alıcı, çiğdemi, yemliği, çirişi, kengeri belki bulabilirsiniz; ancak bu seferde eski tadını, çiğnedikçe duyu organlarımızın hücrelerine kadar sindiğini hissettiğimiz o muhteşem kır kokusunu duyamazsınız.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
alık |
: |
1. Genellikle hayvanla taşınmaya uygun yük, hayvanlara semersiz vurulan yük. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Alınmış. 3. Palanın üstüne çekilen çuval ve savan türü bez. 4. Eğer, semer, palan, hayvanların üşümemesi için üzerine örtülen çul. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) 5. Kadınların iş yaparken giydikleri eski elbise. 6. Çamaşır, elbise. 7. At eşek gibi binek hayvanının üşümemesi için beline konan çul parçası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) “Alık, atların palanlarının üzerinden çekilir ve kuyruğuna kadar uzatılır.” |
alıklar |
: |
Almışlar. “Evlerinin önü kiraz Kirazdan alıklar biraz Ne sen aldın ne de ben Ellerin aldığı Iraz” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
alıksıŋ |
: |
(Aşka) Tutuldun, vuruldun (aşka) “Güzelim kimin aşkına alıksın Şurda bir kötüyü dost mu sanıksın Hind ile Yemen’den kumaş geliksin Söyle kumaşına baha ne dilber” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 585) |
alıllar |
: |
Alırlar anlamında. “Suyumu gullar ocâ Asbabın atallar bucâ Gafayı alıllar gucâ Bir gün ağlar anan atan” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Süleyman Çiftçinin Ağıdı, Kaynak Kişi: Hurşide Karpuz) |
alımcı satımcı |
: |
Çerçi. |
alımcıl |
: |
Talip, müşteri, satın almaya istekli olan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alımını almak |
: |
Layık olduğu cezayı bulmak, paylanmak, hakarete uğramak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Alımını aldı ama hala aklı başına gelmedi.” |
alın çatı |
: |
Alnın ortası, iki kaşın arası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alın kabağı |
: |
Alnın ortası, iki kaşın arası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alıŋ mı |
: |
Alır mısın, ister misin? Ala gözlerini sevdiğim dilber Eğlenir de bizim elde kalın mı Senin ile canı cana değişsek Kömür gözlüm benden üste alın mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.423 |
alınan |
: |
Al ile, kırmızı ile. Yanaklar dopdolu imiş gülinen Aklım aldı serbest serbest salınan Elin yâri yeşil geymiş alınan Benim yârim sade geymiş bellidir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.598 |
alıncak |
: |
Anlayışlı, hassas, alıngan, onurlu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alındı |
: |
Al, al artık. |
alınlık |
: |
1. Alın süsü, alna takılan altın vb gibi süs eşyaları. 2. Binalarda kenar köşeliği. 3. Levha, tabela. |
alınmag |
: |
İncinmek, gücenmek. |
alınnıg |
: |
Kadınların alın süsü olarakkullandığı altın gümüş gibi süs eşyası. |
alıp atacağı yok |
: |
Zararı dokunulmayacağına inanılan kimseler için kullanılır. “Alıp atacağı yok.” |
alıp satmag |
: |
Huyunu iyice öğrenmek. |
alıp yatırmak |
: |
Kaçıp gitmek, hızla kaçmak, birdenbire hızla koşup kaybolup gitmek, ansızın kaçmak. “Bir tilki, şaşkınlıkla onlara baktı, uzun kırmızı kuyruğunu savurdu, aldı yatırdı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
alıp yörümek |
: |
Zengin olmak. “Alıp yörüdü maşallah.” |
alışgın |
: |
Dadanmış, alışmış, pişkin, dayanıklı, alışkın. “Şahanım var bazlarım var Tel alışgın, sazlarım var Yare gizli sözlerim var Ben diyemem de ele garşı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hacı Bey’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Çığşar) |
alışıg,alışık |
: |
Alacak, veresiye, veresiye verilen mal karşılığı ödünç verilen para, süt, vb. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alışın |
: |
Alınca. |
alışkan tüfek |
: |
İyi vuran tüfek, vurucu. |
alışkın saz |
: |
Düzeni verilmiş saz. “Odanda çalınır alışkın sazlar Kız seni görünce yüreğim sızlar Başıma toplanmış gelinler kızlar Şu bizim davamız görülsün deyi” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 467) |
alışmak |
: |
1. Ateş sözkonusu ise tutuşmak, alev almak, yanmaya başlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Gene uyku girmez oldu gözüme Doğrulup da dost bakmıyor yüzüme Bir mangal ataşı attın özüme İnsaf et alışıp kül olucuyum” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 122 2. Kabullenmek, garipsememek. “Artık her şeyinden o çocuk sorumlu idi. O bakar, o yiyeceğini verir, o dalaştırırdı. Dolayısıyla kısa sürede karşılıklı alışma gerçekleşir ve o köpek artık o çocuğun mesela Mısdafa’nın iti olurdu.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) 3. Bir maddeyi bir yere uydurmak için törpülemek. 4. Müptelası olmak, tiryakisi olmak. “Havada bulut erişir Yürekte bağrım alışır Böyle değil mi komşular Kendi söyler el gülüşür” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yay., 1994, Cilt ) 5. (Mecazi) Yanmak, tutuşmak. “Ana motur çalışıyor Ciyerlerim alışıyor Emmim oğlu goza ekmiş Ameleler belişiyor” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
alıştırmak |
: |
Tutuşturmak, yakmak, alevlemek, ateşe vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Atlı, hıltanlığı, dört yanından alıştırdı, ben yanmadım.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
alışveriş başka dostluk başka |
: |
Pazarlıkta hatır gönül olmaz. “Gusura galma Hallâ. Alış veriş başka, dostluk başka.” |
alıt |
: |
Güce dayalı olarak sağdan soldan alınan mallar, servet. “Der Hös’ğün Ağa’m da bilmedin plan Bin gır atına da dağları dolan Ettiğin alıt da hep oldu yalan Bunu da böğlece bil Hös’ğün Ağa” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
alıta |
: |
Sürüye katılmayan zayıf, hasta hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
alıyana |
: |
Alayına. |
alıyası |
: |
Hepsi. |
alız |
: |
1. Kurnaz, sinsi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Zayıf, cılız. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Osm.) |
Ali fakı’nın tay diktiği yer |
: |
Issız, kimseden yardım alınamayacak yer. |
ali okulu |
: |
TSK’nde açılan okuma yazma kursları. |
ali: |
: |
Alıyor musun? hepsi, tamamı. |
ali:m |
: |
Alayım. |
aligopder |
: |
Helikopter. |
ali:ŋartı: |
: |
Elin artığı. Kendi yediğini abartmadan adeta karşıdakini onore edercesine kullanılan bir kalıp. Benim yediklerim senin elinin artığıdır anlamındadır. Maraş’a has bir hitap. “Pekiy demiş arhadaşlar. Doğru gonâ varmışlar. Derhal gırg tene câriye gelerekden atlarının başını dutmuşlar, buyurun efendim demişler. İçinden bi-tenesi gelerek: hoş geldiz, safa geldiz, demiş. Fa:t dünyoğzeli ali:nartı: guzu gızartmaları getirmiş, fağat bu avradın gözelliyne hayret etmişler. Sabânan yemeklerini yedikden soğna, terkilerine birer halı-hâbe atmış, Maraşa hareket etmişler. Fağat Elboğlu bu avradın gözelliyne hayran olmuş, öyründe düşünü gelirmiş. Arhadaşlar ger-ârhadan daha böyle gözel avrat gördü:z mü deyi gonuşurhan Elboğlu duymuş: Arhadaşlar bu gadının adını bilen yoķ mu deyi sormuş.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
alilenmek |
: |
Sinirlenmek. Hüsün biraz, alilendirmeyin şunu. |
alim |
: |
1. Alim. 2. Bilim insanı. Âlim olan kulak verir va'zlara Cahil olan sohbet katar sazlara Benden selâm söylen kuğu kazlara Kuru güller sulanacak zamandır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.599 |
aliŋartı |
: |
Tevazu karşılığı olarak kullanılan bir tabir. Fāt dünyōzeli aliŋartıguzu gızartmaları getirmiş, yemişler... |
alingirli |
: |
Çapraşık, karmaşık. |
Alirze |
: |
Alirıza. |
aliye |
: |
Alayı. |
aliyeciğini |
: |
Hepsini, alayını. |
aliyene |
: |
Tamamına. |
Aliye:tdin |
: |
Alaadin. |
alkaç |
: |
Alıp kaçırılan kız, sahibinden izinsiz kaçırılmış olan. |
alkış |
: |
1. Tezahürat 2. Tantana 3. Yüksek sesle birini yüceltme. 4. İyilik içeren dua, alkışlama. Bölgemiz alkışlarından bazıları: Allah acını göstermesin Allah acil şifalar vermesin Allah analı babalı büyütsün Allah başarılar versin Allah başlı gelinler ola (İyiliği görülen kızlara yapılan dualardır) Allah belanı vermesin Allah çoluğunu, çocuğunu bağışlasın Allah dert verip derman aratmasın Allah doğru yola götürsün Allah ekmeğinin bütün etsin Allah eline koluna dert vermesin Allah evlat acısı göstermesin Allah göğsü merhametli kullarla görüştürsün Allah göğsü merhametli, karınnı imanlı evlatlar versin Allah göynü muradını versin Allah hayırlı evlat versin Allah istediğine kavuştursun Allah iyiliğini versin Allah kavuştursun Allah kazalardan belalardan korusun Allah kem damarlarını kırsın (Öfkeli olan için söylenir) Allah ne muradın varsa vesin Allah özendiğini versin Allah senden razı olsun Allah seni başımızdan eksik etmesin Allah seni çoluk çocuğuna kavuştursun Allah sevdiğin kıza nasip etsin Allah sevdiğine kavuştursun Allah tuttuğunu altın etsin Allah uzun ömürler versin Allah yol akkınlığı versin Allah yolunu açık etsin Allah zevalini versin Allah zihin açıklığı versin Atana rahmet Bahtın açık olsun Başın pınar olsun, ayağın göl olsun Başına ak günler doğsun Ben sana yolladım. Allah’a emanet Cennetten tahtın, sultan gibi bahtın olsun Çocuğunu Allah bağışlasın Elin ayağın dert görmesin Eline koluna sağlık Gözün kör olmasın hadi! İşin rasgele Ocağın sönmeyesice Oralar mekanın, buralar dikenin olsun. (Gelin kızı uğurlarken söylenen alkıştır.) Ömrün uzun olsun Rızkın bol olsun Salcalan gidin. Salcalan gelinl. (Sağlıcakla gidin, sağlıcakla gelin anlamındadır) Sen bana yolla sağ selamet, ya rabbim Su gibi aziz ol Su gibi git, su gibi gel Yolun açık olsun |
alkış etmek |
: |
Dua etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
alkış vermek |
: |
Dua etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Alkış veririm.” |
alkışını almak |
: |
Birinin hayır duasını almak. “Ananın babanın alkışını almak istiyorsan onları üzmeyeceksin. Bir dediğini iki etmiyeceksin.” |
Allah abatlar veresi |
: |
Allah temiz, açık bahtlar versin anlamında bir alkış. “Dünya durdukça Allah abatlar veresi.” |
Allah acelden aman verirse |
: |
Ölmez de sağ çıkarsam. “Kenan Dayı, Allah acelden aman verirse bu yaz Geben’de Esef Osman’ın haymasının altında ya da Çatal Oluğun başında bir kuzu çevirelim.” |
Allah adamıŋ burnunu çırpar |
: |
Allah, yanlış iş yapanların cezasını hemen verir anlamında. “Allah adamın burnunu çırpar. Adımını ona göre at.” |
Allah akıl baylığı versiŋ |
: |
Allah akıl, fikir versin. |
Allah cıllıcıya mal vermez |
: |
“Haksızlıkla bir şey kazanılmaz” anlamında kullanılır. “Allah cıllıcıya asla mal vermez.” |
Allah devesi |
: |
Uzun bacaklı ve gövdeli, yeşilimsi kül renkli kanatları olan ve çekirgeye benzeyen bir böcek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
Allah diş versiŋ de tırnak vermesiŋ |
: |
Eline fırsat geçince her şeyi yapabilecek kişiler için, “Tanrı ona fırsat vermesin” anlamında kullanılır. “Ben şu ömrümde canavar gördüm ama şu bizim Vayvay köyü gibi canavar görmedim. Allah onlara diş versin de tırnak vermesin.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
Allah ma:za |
: |
Allah muhafaza, Allah korusun. |
Allah satı bazarı versiŋ |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir alkış. |
Allah seni davul eylesiŋ beni de tokmak |
: |
Birisine ceza vermek isteyip de veremeyenler dese gerek bu deyimi. “Allah seni davul eylesin beni de tokmak.” |
Allah yalan söyleyen kulu beygir gibi osutturur |
: |
Bir gün yalan söyleyenin zararını görür. |
Allah yetiş |
: |
Ansızın olan olaylarda nida olarak kullanılır,şaşkınlık ifade eden söz. |
allahcalık |
: |
Haraç. “Bir de allahcalık koymuşlar haracın adını.” |
allahöküzü |
: |
Erkeklerinde çatal kıskaçlı boynuzları olan, orta boy siyah bir böcek. |
allamiyesir |
: |
Yaramaz. |
allef |
: |
Hububatçı. Zahire alıp-satan kimse, özellikle buğday tüccarı. “Arasacı Hüseyin Çavuş; Hacı Yusuflardandır. Özcanlar olarak bildiğimiz ailelerden birinin babasıdır. Elbistanlıların arasa dedikleri arastada alleflik yapmaktadır. Yani, buğday, arpa, nohut, fasulye gibi tahılların satıldığı özel pazardaki dükkanında alım satım işleri yapmaktadır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
allek, alleg |
: |
1. Sakız satan. 2. Fingirdek kız. 3. İki yüzlü. 4. Düzenci, yalancı, dönek, geveze. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
allem galem |
: |
1. Eğri büğrü, seyrek, karışık. 2. Hesaplı ve düzenliolmayan, hoşa gitmeyen işler. |
alleηgirli |
: |
Herkesin aklı ermeyen,incelikli, ayrıntılı; anlamak içinuzun zaman incelenmesi gereken şey. |
alleyem |
: |
Herhalde, sanırım. Allahualemden. |
allıg |
: |
Yüze sürülen boya. |
allım |
: |
Alırım. |
allımyaşıl, allımyeşil |
: |
Alâimisema, gök kuşağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Eskiden allımyeşilin altından geçen kişi kız ise erkek, erkek ise kız olurmuş diye bizi kandırırlardı.” |
allo çello,allo: cello: |
: |
Fırıldak. Sözüne güvenilmez. Yalancı, düzenbaz. “Allo cello O. Ona güvenip de yola çıkmayasın ha:!” |
alma |
: |
1. Pamuk kozasının açılmamış hali. 2. Elma. Nasıl medhedeyim şöyle güzeli Elinde bergüzar gülinen oynar Alma yanak kiraz dudak diş sedef İspir ala gözler milinen oynar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.580 |
almaç vermeç |
: |
Alış veriş, alıp verme. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
almak |
: |
1. İki parçaya uygun gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) 2. Parlamak, tutuşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
almaŋ mı |
: |
Almaz mısın? Selâm versem selâmımı alman mı Ben seninim sen de benim olman mı Al yanaktan bir bergüzar vermen mi Seni deyi özleyip de gelene Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.394 |
almazıya, almazie |
: |
Geri almamak üzere, bir demlik, hibe olarak, almamak niyeti ile. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.). “Almazıya sana verdim o çenteyi.” |
almes |
: |
Pembe. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
alnaç |
: |
Karşı taraf. |
alnı dar |
: |
Sabırsız kimseler için kullanılan bir deyimdir. “Bu alnının darlığıyınan anasının garnında dokuz ay iyi sabretmiş vallaha.” |
alnından altın almak |
: |
Eskiden alına iki altın takılırdı. Gelinler takardı. Bu altınların alınması eylemi. “Gama mı kesdi golunu Gurşun mu gırdı belini Alnından altın alırken Garşı mı duttun elini” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
alnını karışlamak |
: |
Haddini bildirmek. |
alnınıŋ çatı |
: |
Alnının ortası. “Alnının çatına, gözlerinin orta yerine tûû, der, tükürürüm.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
alt yanı |
: |
Başlangıç yeri. |
alta gelece:ne beş gelsiŋ, sile gelece:ne boş gelsiŋ |
: |
Belayı üzerine çekme, sıkınjtı yaratma, varsın biraz eksik olsun anlamında bir deyim. “Alta gelecêne beş gelsin, sile gelecêne boş gelsin.” |
altalamak, altalamag |
: |
1. Hastalığın birilerini zayıf düşürmesi, hatta ölümüneneden olması. 2. Yenmek, sindirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Hastalık tekrarlamak, fazlalaşmak, halsiz bırakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç. Mr.) Hasanın hastalığı altaladı. |
altatar |
: |
Altı atar, altıpatlar, altı mermi alan toplu tabanca. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
altbaş |
: |
Velhasıl, sonunda. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
altdam |
: |
Evlerin altındaki ahır. |
altev |
: |
Evin birinci katı, ineklik, ahır. “Köylerde alt kısmı geniş tahtalarla döşenmiş bulunan birinci kat odalarının zemini durumundaki odaların bir kısmı kiler olarak kullanılırken bir kısmı da mutfak gibi işler için kullanılır. Altevlerin, çok eski yoksulluk günlerinde ahır olarak kullanıldıkları da bilinmektedir.” |
altı aya bir kış getirmek |
: |
Kötü ihtimalleri hesap etmek. |
altı patlar |
: |
Altı adet mermi alan tabanca, toplu tabanca. |
altıatar |
: |
Altı mermi alan toplu tabanca, altıpatlar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
altıda alacağım, yedide vereceğim yok |
: |
Hiç kimseye borcum yok, kimseden de alacağım yok. “Altı’da alacağım, Yedi’de vereceğim yok.” |
altılı |
: |
Altı mermi alan toplu tabanca, altıpatlar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
altın sırma |
: |
Altın renginde sırma saç. Kırmızı gül nisbet eder yanağa Altun sırma düşmüş sandım topuğa Gümüş yüzükleri takmış parmağa Altun burma beyaz kola uydurmuş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.637 |
altın terlik, altın tellik |
: |
Köşeli çiçek motifleriyle süslü dokuma çuval. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
altına tapmak |
: |
İşleri altın karşılığında yapmak, dini imanı para olmak. Ustalar yapıyı tersine yapar Esnaflar işine hiyleler katar Zamâne kadısı altuna tapar Doğru hak şeriat sürülmez oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.639 |
altınbaş |
: |
Bir çeşit rakı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
altında: |
: |
Altındaki. |
altını çalmak |
: |
Toplamak, hesabı kapatmak, ilişiği kesmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
altını çintiklemek |
: |
Taşa diş açmak. |
altıpatlar |
: |
Altı mermi alan tabanca. |
alvala |
: |
Karışık, rengarenk, türlü renkte. |
alvan alvan |
: |
Elvan elvan, renk renk, alacalı. “Fanisin de Karac’oğlan fanisin Ne hörü, ne melek belki perisin Alvan alvan güllü, yeşil korusun Dilerim Allah’tan bahçen kuruya” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
alvardı |
: |
Baştan savma, gelişigüzel, boş. “Seherin göçü de şafakdan çekil Gayarcık’dan çık da Geben’e dökül Alnının üsdünde menekşe kekil Alvardı Hösüyün, hasmın varıyor” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
alverdi |
: |
1. Haydi, kazara. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Alverdi de o çocuk yansaydı. 2. Boş, hava, esassız. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) Köpek alverdiye ürüyor. |
a:m |
: |
Ağam. “Gurban ollum Vezir Âm Ardından yıkıldı dâm Salkım sö:t sallanışlı Varıdı Efendi Bêm” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
ama |
: |
Geyik. |
ama: |
: |
Saşkınlık ünlemi. |
amaç |
: |
1. Karşı, ön taraf, göz önü, her taraftan görülebilen yer, meydan, açıklık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Gaye, erek, hedef. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
amak |
: |
1. Karşı, ön taraf, göz önü, her taraftan görülebilen yer, meydan, açıklık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Tepenin en sivri yeri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aman |
: |
1. Af dilemek, yalvarmak. “Maraş dağlarını bürüdü duman Gız garısına da etmedim aman Onda da bulunmaz töbe, din, iman Amanın Allah’ım bir gız garısı Ben her gün ağlarım huzur evinde” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hacer Garı’nın Ağıdı, Ağıdı Yakan: Hacer Temiz)
Ne sarp yerde avladılar yolumu Aman ver hey güzel Allah aman ver Kasdettiler hûbca canım almaya Îman ver hey güzel Allah îman ver Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.594 2. Emniyet, inanma. “Karac’oğlan der ki gümanım yoktur Gayri rakiplere amanım yoktur Sılaya varmaya amanım yoktur Nazlım beklemesin yollarımızı” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
âman |
: |
Kususr, kabahat, uzuv eksikliği. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
aman etmek |
: |
Af dilemek, bağışlanma istemek. Karac’oğlan der ki edelim aman Şol yüce dağlan bürüdü duman Dünyada Kur'an da Ahret'te îman Sualsiz Cennet'e girse varımız Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.650 |
aman vermek |
: |
Yardım etmek. Ne sarp yerde avladılar yolumu Aman ver hey güzel Allah aman ver Kasdettiler hûbca canım almaya Îman ver hey güzel Allah îman ver Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.594 |
ama::n |
: |
Bıkkınlık ünlemi. |
aman ha: |
: |
Çok dikkatli olmalısın. “Aman ha:. Coroğlan heç ihmale gelmez.” |
amanat |
: |
Emanet. “Gız sen gelmedin yurtlara Ben de uğradım dertlere Gardaşı amanat etdim Ağcadağ’daki Kürtlere” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
amânet |
: |
Emanet. |
amanı biliŋ mi? |
: |
“Çok rica ederim, çok yalvarırım” anlamında söylenir. “Amanı bilin mi Coroğlan, bu meseleyi ona söyleme” |
amanı cırı biliŋ mi |
: |
Etme, eyleme anlamında. |
amanıŋ |
: |
1. Korku, dehşet, hayret, üzüntü ve sevinç bildirir ünlem. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Şaşkınlık ve yakınma belirten bir ünlem olarak kullanılır “Ey Senem’in geydiği de sarıdır sarı, amanın sarı Ölmeden bir dahi göreydim bari oy oy oyy Yanık değermenin de bozuk çarkeri Yeni yeni düzülmeye başladı oy oy oy oy” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Senem’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Halil Camızemen (Arpacı Halil)) |
amanıη uşaglar |
: |
Bir yakınmaünlemi.Korku, şaşırma, çaresizlik ünlemi. |
amanıŋız ben aşığım |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Ben, halk şairi, aşık oldum da işte böyle ağıt yakıyorum, diyor. |
amanizıŋ |
: |
Şaşma ve hayret ünlemi, yardım, imdat istemede kullanılan bir ünlem. “Allah Allah!!! Bu herif nirede ola deyi eyice maraklanmaya başladım. Dışarıdan çıhınca demem o ki ayak yolundan çıhınca goparak süllümleri çıhıp geri içeri baktım. Orada yok, hemen döllerin yatdığı odaya goştum, orada göremeyince amanızın bu herif nic’oldu beyle deyi döonürken yôsam camiye mi getdi dedim gendi gendime.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
amansız |
: |
Hain, zalim, gaddar, acımasız, halden bilmez. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ambalas |
: |
Ambulans. “Ambalasın içi sıcak, Hemşireler açdı gucak, Gadanı alırım Omar, Benim halım ne olacak?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Halime Doğan’ın Ağıdı, Ağıdı Yakan: Halime Doğan) |
ambar |
: |
Tahtadan yapılan tahıl deposu. “Ambarın üsdünde yundu, Anası başında döndü, Böyle ölmüş var mıyıdı? Dünya âlem hep sevindi.” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Eşkıyaların Ağıdı, Ağıdı Yakan: Eşe Baraklı) |
amber |
: |
Güzel koku. Telli turnam indi döküldü göle Yüzünü bürümüş al yeşil vala Yaprağı karışmış kırmızı güle Misk ü amber tüter bahar kelli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.448 |
ame |
: |
Hala. |
a:meç |
: |
Ağaç eğilerek yapılan alet. |
amel |
: |
1. İshal, ötürük. 2. İş, niyet. Karac’oğlan der ki konup geçersin Ecel şerbetini bir gün içersin Sen Sırat köprüsün bir gün geçersin Amelin eline verilir bir gün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.569 |
amel defteri |
: |
İslam inanışına göre insanlara dünyada yaptıklarının kaydedildiği defter. Karac’oğlan ben bu düşü yoramam Amel defterimi tutup düremem Gelin iyi kıza kötü diyemem İkiniz de benimsiniz sevdiğim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.429 |
amel olmak |
: |
İshal olmak, mideyi bozmak. |
amele |
: |
İşçi. |
amelet |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ameliyat. |
ameleyet |
: |
Ameliyat. |
ameliye |
: |
İşçi. “Tarlada çalışan işçilere ameliye derlerdi. Bunları organize ederek tarlaya çalışmaya götürenlere de çavuş derlerdi. Elci diyen de olurdu.” |
amelsiz |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; gözü doymaz, pisboğaz. |
Amelye |
: |
İşçi. |
A:met |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Ahmet. |
amır |
: |
Hamur. |
amma |
: |
Pekiştirme edatı olarak kullanılır. “Amma ağır oldu.” |
amma etmek |
: |
“İyi etmek, oh olsun” manasında kullanılır. “Ammettin.” |
amman |
: |
Çok içten ve güçlü bir yalvarma kelimesi. “Amman gomşu ocağına düştüm bana yardım et n’olursun.” |
amm’anlar |
: |
Ama onlar. Üç kumrudur su başında ötüşür Yol üstünde bana seyrân yetişir Yatışır mı deli gönül yatışır Avcıyım amm'anlar benden şahandır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.600 |
amm’oldu |
: |
Çok iyi oldu. |
ammon |
: |
Sevgi için kullanılır. |
amsalak |
: |
Karısının sözünden dışarı çıkmayan. |
amuca |
: |
Amca. “Müteşekkir sana, amucan Kudret Sen de ereceksin maksuda sabret İnan hepimizi üzdü bu hasret Çabuk göndersinler seni bizlere” (Aşık Ferahi) |
aŋ |
: |
1. Yaprak, sap veya dalın gövdeye bağlandığı yer, budak. 2. Eklem. |
an |
: |
1. Saçın ayrılma çizgisi, yiv. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Tarla sınırı, set şeklindeki ayrıntı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Burada tarlanın anına sıra sıra günebakan dikmişler. Oysa bizim orada kavak ağacı dikerler.” 3. İşte, işte burada. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.)
|
ana |
: |
1. Esas, asıl, sermaye, temel. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Ana kalıpla dökülmüş büyük kerpiç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Ona. Karac’oğlan görür ise Yâr salınıp gelir ise Eller elli verir ise Gönlüm ana yüz veriyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.618 4. Korku, şaşma, hayranlık bildirir ünlem. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
ana halından kalmak |
: |
Kadınların doğuramaz duruma gelmesi, menopoz. |
ana: |
: |
Korku, endişe veya hayret sözü. |
ana keteni |
: |
Düğün öncesinde gelin adayı kızın annesine verilen altın cinsinden hediye |
ana postu |
: |
Tahtacılarda, sadece musahiplilerin katılabildiği büyük cemlerde dede eşinin meydana getirdiği döşek. |
ana-yaŋa olmak |
: |
Şaşırmak, şoke olmak. |
anaç |
: |
1. Karşı, karşıda. “Anacımız Dede Dağı Verin de içeyim ağı Sanırım ki Bozdoğan’ın Babamoğlu büyük beği” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) 2. Analaşmış, çok yavru doğurmuş, yaşlanmış kümes hayvanı,kuş ve evcil memeli hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) 3. Karşı, gözönü, her taraftan görülebilen yer, meydan 4. Yamaç, bir şeyin ön tarafı. “Badı saba selam söylen o yare Çıkıp annacımda gülüp durmasın Ben doydum usandım güzel sevmeden Uğrun uğrun selâm salıp durmasın” (Anonim bir türküden) |
anadan |
: |
(Olumsuz anlamda) Tamamen, temelli, hiç. “Aşşağıdan göç geliyor Gürültüsü geç geliyor Gız anadan ayrılması Ölümden de güç geliyor” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kına Türküsü, Kaynak Kişi: Safiye Temiz) |
anadoz olmak |
: |
Donup kalmak, şaşırmak. “Anadoz oldum.” |
anadut |
: |
Patosa sap atmaya yarayan üç parmaklı çatal. “Kazma, kürek, bel, tırmık, nacak saplarından başka yabalar, anadutlar, kar kürekleri de sıra sıra dizilirdi marangoz dükkanlarının yanlarına.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
anahü:ren, anahören |
: |
Çırılçıplak. |
anak |
: |
Hafıza, bellek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
anakdar |
: |
Anahtar. |
analar beze sarmamış |
: |
Bu tabir bir de “analar gundağa sarmamış” şeklinde de kullanılır. Çok zeki, çok kabiliyetli biraz da fırlama olan kimseler için bu tabir kullanılır. “Anası beze sarmamış…” |
analık, analıg |
: |
1. Düğünde kızın annesine verilen elbiselik kumaş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Üvey ana. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) “Hacıları hocaları Hemen yağar gıcıları Ağlarsa da yalan ağlar Analıkdan bacıları” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
analık lokması |
: |
Pinti davranış, zorsunarak verilen şey. |
anam gız diyor amma umudum ız |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
anam kızı |
: |
Kız kardeşim. Kır at gelir hecin gibi Yağmur yağar sicim gibi Anam kızı bacım gibi Gelir de karşımda durur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.629 |
a:namak |
: |
Herhangi bir konuyu ya da söylenenlerianlamak, öğrenmek. |
anaŋ güzel mi |
: |
Yağma yok anlamında kullanılır. |
ananıŋ yandığını baba yanmaz, babanıŋ yandığını oba yanmaz |
: |
Allah kimseye evlat acısı vermesin. Evlatlarını kaybedenlerin söylediği bir söz. “Ananın yandığını baba yanmaz, babanın yandığını oba yanmaz.” (Toros deyişatı) |
ananiye gaybetmemek |
: |
Gelenekten kopmamak, büyüğe, küçüğe saygıyı bilmek. |
a:nanmak |
: |
Toza, toprağa, çamura pisliğe vb. şeylere belenme bunların üzerinde yuvarlanma suretiyle bulunmak. “Dama saklananlar, ebenin geldiği işaretini alırlarsa, yerini ezbere bildiği mayıs yığınının üzerine bırakırdı kendini birinci veya ikinci kattan… Bir de mayıs yeni dökülmüşse, yani cıvıksa, varçanadak, hem de hırtlanâdar gömülürdü içine “yôrum!” Görenler kahkahadan yerlere yatarlar da gubarlara ânana ânana eşek gimi yuvarlanmaktan kendilerini alamazlardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
aŋara: |
: |
Eğer, şayet. “Ulan çamlar gibi devrilesice, sen eve gelin dur. Anarâ senin gibi gişi bozuntusunun bam teline s.çmazsam bâ da falanın gızı demesinler.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ana:rı |
: |
Koca karı, anakarı. |
anarı |
: |
İtibaren. |
anarıya |
: |
Geri, arka arka, geriye doğru. “Yolu kapatmışlar. Anarıya gel.” |
anarie getmeg |
: |
Geri geri gitmek. |
anariye |
: |
Geri, arka arka, geriye doğru. |
anarşit |
: |
Anarşist. |
anasıgil |
: |
Ana tarafı. |
anasın |
: |
1. Anasını, annesini. Yanıma serdiler bir ipek halı Uğruma koydular kaymağı balı Anasın öldürüp kızın almalı Tecnis'te bir Arab güzeli gördüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.512 2. Hatırlayasın. |
anasını:nı |
: |
Anasınınkini. “Beniyni çıhaddım, geliniyni çıhaddım, gelinin anasınıyni çıhaddım bu yıl.” |
anasının yuduğu g.tünen durmak |
: |
Tecrübesiz, deneyimsiz, bilgisiz kimse. “Anasının yuduğu g.tünen duruyor.” |
anatdar |
: |
Anahtar. |
anayıŋ karnında nasıl durduŋ |
: |
Aceleci olanlara söylenir. “Anayın karnında nasıl durdun.” |
anaz |
: |
Düşmanlık, garez, kin. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) Kimseye anazım yok. |
anca |
: |
Yalnız, ancak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ancam |
: |
Anca. “Sabahın seher vaktinde Yürü bire İnce’m yürü Seni dile düşürmüşler Böyle derim ancam yürü” (Öksüzoğlan’dan, Kaynak: Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler, İş Kültür Yayınları, Haz.: Alpay Kabacalı, Mas Matbaacılık, İstanbul 2002) |
ance |
: |
Ancak, istediği kadar. |
ancemi |
: |
En sonunda. |
and |
: |
Yemin. Karac’oğlan eydür andın yalan Olur olmaz ayağı ile gelen Akşam kavil verip yatsıda dönen Yalancıdan îman gider din gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.588 |
and içmek, and etmek |
: |
Yemin etmek, ant içmek, söz vermek. Taşra çıkma yavrum yakar gün seni Sayamadım gerdanında ben seni Bugün bir yad ile gördüm ben seni Yoktum deyi yemin eder and eder Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.588 |
anda |
: |
Onda. On'ki imam gülbangına erişem Anda keramet var Hakk'a yetişem Bahard'açılıp bülbülle ötüşem Güller beni sevdiğime ulaştır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.603 |
andaç |
: |
1. Ölen kimsenin arkada kalan tek evladı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Hatıra. 3. Düğün hediyesi. “Tesbehe olsun ver de senden bir andaç olarak saklayayım.” |
andan |
: |
Ondan. Evvel Allah âhır Allah Andan ulu gelmemiştir Hak Muhammed'den sevgili Hakk'ın kulu gelmemiştir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.613 |
andaş |
: |
1. Hediye, hatıra, armağan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) 2. Heykel, abide. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
andavak |
: |
Ahmak, aptal, beceriksiz, bön, şaşkın,kaba. |
andavallı |
: |
Aptal, ahmak. |
andelip |
: |
Hile, aldatma. |
andık |
: |
Hödük, görgüsüz, anlayışsız. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
andılmak |
: |
1. Boş vakit geçirmek, hiçbir iş yapmamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Abanmak, yaslanmak, bir şeyin üzerine yüklenmek, eğilmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
Andırın dokturu |
: |
Tirşik. |
andız |
: |
“Indız” da denen yaprakları dikenli, meyvesinden pekmez yapılabilen bir tür ardıç ağacı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
andız pekmezi |
: |
Andız ağacının meyvesinden yapılan pekmez. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
anem |
: |
Ağnam, Osmanlı devletinde hayvan sayısı üzerinden alınan bir vergi, rüsumu ağnam. |
anga |
: |
Bülbül büyüklüğünde, sarı renkli bir ilkbahar kuşu, çalıkuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
Aŋgara |
: |
1. İmece. 2. Ankara. “Abdal İmirze”nin babası ölmüş. Cenazeye komşulardan kimse gelmemiş. Defin işlemini neredeyse yalnızca kendisi yapmış. Buna sinirlenen İmirze haftalarca evden çıkmamış. Komşularının ne birine selam vermiş, ne de konuşmuş. Haftalardan sonra kahvehaneye gitmiş. Arkadaşları mahcup bir şekilde baş sağlığı dileyip haftalardır nerede olduğunu sormuşlar. İmirze babasının vefatından sonra Ankara’ya İsmet Paşa’nın yanına gittiğini söylemiş ve başlamış anlatmaya: “Angara’ya gitmişim. İsmet Paşa’nın karşısına çıkmışım. İsmet Paşam elinde galem, kağıdın üstüne bir şeyler garalıyor.” “Ôo İmirzem, hoş gelmişsin.” dedi. “Hoşbeşten sonra babamı sordu. Babam sizlere ömür dediydim. Galem elinden tı:k diye düşüverdi.” (Kaynak kişi: Bater Kazaoğlu, Erman Artun, Seyirlik Köy Oyunları ve Anonim Halk Edebiyatı Araştırmaları, Kitabevi, İstanbul 200) |
angarya |
: |
Beleş. |
aŋgaz |
: |
Orman içindeki kuru ağaçların odunu. “Ormancı angazlar için dahraları aldığı yetmiyomuş gibi bir de zabıt dutmuş.” |
angıç |
: |
Kağnı ve at arabalarının daha fazla yük almasıiçin iki tarafına konan parmaklık. |
angi |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; hangi. |
anglamak |
: |
Toza belenme, hayvanların toprakta ayaklarını havaya getirip arkalarının üzerinde sağa-sola dönmeleri, yuvarlanmaları. |
aŋgud, aŋgıt |
: |
1. Bir yaban kazı. 2. Ahmak, sersem, akılsız, dangalak, angıt. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
aŋha |
: |
Aha, işte. “Anam benim ağlasana, Al terkine bağlasana, Anha geldim gediyorum, Arkamsıra ağlasana.” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kına Türküsü, Kaynak Kişi: Ummahanı Ali Temiz) |
anı |
: |
Onu. Karac’oğlan dünya fâni En son alır bu derd beni Yârsız sevmez adam anı Sarılmıyor nic'edeyim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.504 |
anılgan |
: |
Övülen, sevilen. Atatürk ölmüş dėdiler yėdi yaşındaydıñ çok anılḡan liderdi. |
anın |
: |
Onun. O güzel meyvalar bittiği zaman Toplayan getiren cümleden heman Dediler lezzeti şol adıyaman Anın da kabuğun soymak isterim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.502 |
anıniçi |
: |
Besbelli. |
anırlaşmak |
: |
Bozuşmak, anlaşmazlığa düşmek. |
aŋırgan |
: |
Çok anıran eşek, azgın erkek eşek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
aŋırmak |
: |
Eşeğin uzun uzun ses çıkarması. “Anırtıların, tepişmelerin, olmadık koku ve homurtuların içine karışan her makamdan her perdeden bin türlü homurtuyla uyuyabilene aşk olsun demeyin. Hâbelerine dayadıkları başlarındaki şapkalarını, gözlerinin üzerine kadar çekip ellerini koyunlarına sokarak büzüldükleri gibi uyuduklarının bir olduğuna inanın.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
aŋıştırmak |
: |
Üstü kapalı anlatmak, sezdirmek, ihsas etmek. |
anıtlamak |
: |
Karşıdakini hedef alarak vuracakmış gibi yapma, yumruğunu sıkıp, gösterme. |
aŋıtmak |
: |
Aptal aptal, şaşkın şaşkın bakarak durmak, baka kalmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
anıyaŋ |
: |
Anneyin. “Ehmed de geçirdi yazı Gelir m’ola bunun yazı Nasıl dayansın da dursun Anıyan yalınız gızı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
aŋız |
: |
1. Biçildikten sonra tarlada kalan dip kısmı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Ekini biçildikten sonra boş kalan tarla. “Orman yangınlarını önlemenin yollarından bir tanesi de anızı kontrollu yakmaktan ya da hiç yakmamaktan geçer.” |
ani |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; hani,işte. |
aniçi |
: |
Onun için. |
Aniş |
: |
Bir kadın ismi. “Nere gedik bizim Aniş? Çıkmadı atın başına, Bacı bir yadigârın ver, Ölürken gorum döşüme.” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Aniş’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
a:niyoŋ |
: |
Anlıyor musun? |
ankislobedi |
: |
Ansiklopedi. |
anlak |
: |
1. İki tarla arasında içinden su akan büyükçe ark. 2. Balkon. |
aŋlamak |
: |
Toza belenme, hayvanların toprakta ayaklarını havaya getirip arkalarının üzerinde sağa-sola dönmeleri, yuvarlanmaları. |
anlanmak |
: |
1. Binek hayvanlarının zevkle yuvarlanması, ağnanmak. 2. Anlaşılmak. |
anlar |
: |
Onlar. Karac’oğlan eydür gelenler gider Vâdesi yetenler borcunu öder Kuşlar yılda bir kez sılaya gider Anlar da terkini komaz sılanın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.536 |
anlaştırmak |
: |
İşret etmek, ima etmek, barıştırmak. |
anlık |
: |
Tarla sınırı. |
anlındaki |
: |
Alnındaki. |
annaç |
: |
1. Alın, meyilli cephe. 2. Karşı, ön taraf, göz önü, her taraftan görülebilen yer, meydan, açıklık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. İç.) Annacımdan gelen şu mavi donlu Kaldırmış kolların toz gele deyi Kendi kendin yad ellere saklayu Bir ağzın bilmezden söz gele deyi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.465 3. Bedel, karşılık, keşik. İniş yokuşuŋ annacı. 4. alına gelen yön, tam karşı. |
annad |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; anlat. “Yahu arkadaş çavış gursunda ben diyeyim yüzeli sen de iki yüz çavış namzatı var. Yüzbaşı annadır, annadır, annadır. Annatmayı bitirince de kak sö:le bakim der.” |
annadaca:m |
: |
Anlatacağım. |
annadmak |
: |
Anlatmak. “Dur annadi:m de diyne.” |
annak |
: |
Tepenin en sivri yeri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Şu dağın annakına kadar çıktım. |
annamak |
: |
Anlamak. |
annaşmak |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; anlaşmak. |
annat (anadut) |
: |
Ekin demetlerini arabaya koymaya ve harman aktarmaya yarayan, üç, dört, beş, yedi çatallı olabilen uzun saplı aygıt, yaba, dirgen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
annatmak |
: |
Anlatmak. “Birini annadırkan, bilmeyen birine; “Filancanıŋ enişdesiniŋ gayınınıŋ olu….” şeklinde adamıŋ gafasını da:e: garışdırarak annatmamız incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
annı |
: |
Alnı, başı. “Döne Hatın : Annında desde kekili Bende goymadı akılı Ne ağlıyom anam gızı Yusuf eviyin vekili” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hasan Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
annında |
: |
Alnında. |
annınıŋ çatı |
: |
Alnının ortası, alnının tam orta yeri. “Annının çatından yemiş kurşunu.” |
anofel |
: |
Sivrisinek türü. |
anos |
: |
Sesli duyuru. |
anraşmak |
: |
Kişnemek. “Kapısında arap atlar anraşır Kulağında altın küpe parlaşır Nerde güzel görsem derdim depreşir Gidi yokluk belası birikiyor” (Öksüzoğlan’dan, Kaynak: Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler, İş Kültür Yayınları, Haz.: Alpay Kabacalı, Mas Matba:cılık, İstanbul 2002) |
anrışmak |
: |
Bağrışmak. |
ansamak |
: |
Göreceği gelmek, özlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ansımak |
: |
Hatırlamak. “Çıkla adı sahabını ansıdıyor.” |
aŋsıtmak, ansıtmak |
: |
Hatırlatmak, üstü kapalı anlatmak, sezdirmek, ihsas etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aŋsız |
: |
1. Piç, gayrimeşru çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Yaramaz, söz dinlemez, haşarı kimse, aksi, ters insan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Osm.) “Ansızlık mayasında var veledin anam bacım.” |
aŋsızdan |
: |
1 Zamansız. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Habersiz, birdenbire, ansızın. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aŋsızlık etmek |
: |
Büyük sözü dinlememek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
Anşa, Anşe |
: |
Ayşe. “İki gece orda yatdık Uyumadan sabah etdik Anşe ben Hayriye bacım Erkenden yanına getdik” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
Anşegül |
: |
Ayşegül. “Biri İrfan, biri Tufan İçeriye gurduk Fuvan Anşegül gelin gediyor Duvağını vursun İrfan” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları,Ayşegül’ün Ağıdı, Kaynak Kişi: Elif Dalkıran (Foter Elif)) |
aŋşırtmak |
: |
İstemek. |
aŋşıtmak |
: |
İma ile belirtmek, ima yollu hatırlatmak, çıtlatmak. “Zaten onlar da doğrudan istemeseler bile bir yolunu bulup a dâlden anşıtırlardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
Aŋteke,Antekie |
: |
Antakya. “Pekmez gibi malın olsun, Anteke’den sinek gelir.” (Elbistan Atasözü) |
Antella |
: |
Antalya. |
anteri |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; entari. |
antika |
: |
Yaptığı iş başkalarınınyaptığına benzemeyen; aykırı. |
antike |
: |
Antika. Sıra dışı davranışlarıolan kimse. |
antirikli, antirigli |
: |
Değişik, tuhaf, biraz farklı, elden ayrıksı. |
antiriş |
: |
Uyduruk. |
anturun |
: |
Tömbeki. |
apak |
: |
1. Tombul, gürbüz, sevimli. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Bembeyaz, tertemiz. |
apak topak |
: |
Tombul, gürbüz, sevimli. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
apakaş, apagaş |
: |
Pirinç pilavı yahut döğme pilavının bir çeşidi. |
apal |
: |
Tombul, gürbüz, sevimli. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
apal apal gelmek |
: |
(Turnalar için) Topallayarak paytak paytak yürümek. |
apalak, apalag |
: |
1. Tombul, gürbüz, sevimli. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) 2. Baykuş. 3. Ayı yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Osm.) “Ak kuğuna bir apalak dadanmış Tozduru tozduru yer nic’edeyim Varsın Yavuz Bey’e şikayet etsin Koçyiğide namus ar nic’edeyim” (Öksüzoğlan’dan, Kaynak: Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler, İş Kültür Yayınları, Haz.: Alpay Kabacalı, Mas Matbaacılık, İstanbul 2002) |
apalak topalak |
: |
Tombul, gürbüz, sevimli. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
apalaklanmak, apalaglanmag |
: |
1. Palazlanmak, kendi gücüyle devinecek hale gelmek. 2. Gelişmek, serpilmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
apalaglaşmag |
: |
Gelişmekte olançocuk. |
apalamak |
: |
Elleri de yere basarak dört ayaklı hayvanlar gibi yürümek. |
apalalapal olmak |
: |
Apalaklanmak. |
apallama |
: |
Yeni yetme kızın hali. |
apannamak |
: |
Kaplamak, doldurmak, örtmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aparmak, apartmak |
: |
1. Çalmak, aşırmak, alıp kaçmak, habersiz götürmek, gizlice almak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Alıp götürmek, kapmak, kotarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 3. Götürmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
apbağ, apba: |
: |
Beyaz. |
apba:cık |
: |
Tertemiz. |
Apdılla |
: |
Abdullah. |
Apdıraman |
: |
Abdurrahman. |
apdiliŋ gışı |
: |
Aprilin kışı, Nisan soğuğu. |
apık |
: |
Budala, serseri, miskin. |
apık sapık |
: |
Saçma sapan, gelişigüzel, ileri geri, boş söz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
apık sapık konuşma |
: |
Mantıksız konuşma. “Apık sapık konuşma lütfen.” |
a:pıldak |
: |
Fazla şişman, etli. |
apır sapır konuşmak |
: |
Yerli yersiz, gereksiz konuşmak. |
apırcın |
: |
1. Çok memnun. 2. Şaşkın, telaşlı, perişan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
apırcın etmek |
: |
Telaşlandırıp harekete geçirmek. |
apırcın olmak |
: |
Telaşlanmak,iki ayağı bir pabuca sığdırmaya çalışmak. “Bu hengamede, Sınıkçı İsmâl’e mayam içiren Mayamcı, sohâ doğru bas bas bağırmiye devam ediydi: - Ballı mayâam! Mayam içiyêen! Ballı mayâam! Bağırırkene biçare, baldırcan gimi gızarırdı. Güneşing böğründe gene öyle gızardı. Köyneğine mayam dökülen Sınıkçı İsmâl’in apırcın olmasına pek aldırış etmeden işine bahiydi. Velev ki, bu işi de eyi beşir ediydi ha! Sırf mayamcılığnang beş baş horanta besli:di.” (Atilla Diş, Hacı Aslanıng Delisi, Edik Dergisi, Sayı: 50) |
apır-zapır etmek |
: |
Ne dediğini bilmemek. |
apır zapır konuşmak |
: |
Ne dediğini bilmez bir biçimde, saçma sapan konuşmak. |
apış |
: |
1. İki bacak arası. “Patancını açmış oturuyor. Apış arası gözüküyor amma oralı bile değil.” 2. Abdurrahman veya Abdi’nin kısaltması. |
apış arası |
: |
Bacak arası. |
apışıp kalmak |
: |
Şapşallaşmak, şaşırmak, ne yapacağını kestiremez olmak. “Ne yalan söyleyeyim, manzara karşısında apışıp kaldım.” |
apışmak |
: |
(Bir durum karşısında) Durup kalmak, şapşallaşmak. |
apkın |
: |
1. Gübre, fışkı (ahpun). 2. Gübre taşınacağı zaman arabaların yanına konulan geniş tahta. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
aplak |
: |
1. Körpe, küçük. 2. Yüzü geniş olan. 3. Güzel, hoş görünümlü. Bizim yayla toplak toplak Gaşı gara, yüzü aplak Ömer Beyimi alışın Doydu m’ola gara toprak? Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.169. |
aplak çocuk |
: |
Yeni büyüyen çocuk. |
aporlo |
: |
Hoparlör. “Belediyenin aporlosundan söylediler. Duydum. Cuma namazından sonra başlıyacâmış.” |
appa:ca |
: |
Bembeyaz. “Appâca bileciğim Duymamış gulacığım Ümmü’me ölmüş diyorlar Dumamış gulaklarım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Ümmülü’nün Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse Temiz) |
appak |
: |
Bembeyaz. |
appak aş |
: |
Pirinç pilavı. |
aprak |
: |
Fazla. “İmirza Oğlu’m sen söyleme bu aprak sözü Eski Reyhanlı mı sanıyon bizi Yarın ayırt eder Albustan düzü Gog atlıyı o meydana dökmem var” (Dadaloğlu, Kaynak: Erhan Çapraz, Fahri Bilge defterlerindeki Kayseri ve Yöresi konulu Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üni., Kayseri 2005) |
apraş |
: |
Çarpık, eğri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aprıl |
: |
Nisan ayı. |
april |
: |
Nisan ayı. “Sakın aprılın kışından, camızı ayırır eşinden.” |
a:puŋar |
: |
Akpınar. “Şu dağların âpunarı Akar dolanı dolanı Bir gardasın beş bacısı Ağlar beleni beleni” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kavgada Öldürülen Kara Ahmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Rabia Duman (Güngör)) |
aptal |
: |
1. Sepetçi. 2. Davul zurna çalarak varlıklarını sürdüren bir topluluk. |
apuk sapuk, abık sapık |
: |
Saçma sapan, gelişi güzel, ileri geri, boş söz. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ar |
: |
Utanma. Oturmuş sevdiğim zülfünü tarar Gönül Mecnun olmuş Leylâ'yı arar Korkarım sevdiğim bir kötü sarar İşitirsem helâk eder ar beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.458 |
ar etmemek |
: |
Utanmamak, utanç duymamak, namus meselesi saymamak. Kız aşkına düşen elden ar etmez Kötüyle güzeli beğler türetmez Seni sevenlere Cennet gerekmez Bir kere boyunu görene dilber Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.585 |
ar haya tertemiz |
: |
Utanmayı unutmuş. “Ar haya tertemiz.” |
ar namıs tertemiz |
: |
Utanmayı bırakmış. “Sakalı boklunun çocuğunda ar namıs tertemiz.” |
ar’ya |
: |
Araya. Karac’oğlan her cefâyı biliyor Sualciler yedi yerde soruyor Yetmiş ik(i millet bir ar'ya geliyor Dur bakalım canım dağlar kalır mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.425 |
ara |
: |
İlişki “Bu gidişle aramız bozulacak ondan gorkuyom.” |
ara bulmak |
: |
Vakit bulmak, eli değmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ara daşı |
: |
1. Birbiriyle anlaşmazlık halinde bulunan iki tarafça da suçlu gösterilen üçüncü şahıs. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Döğüşte aracıya değen taş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ara ile darın ağında |
: |
Bir işi yaparken acele başka bir işin çıkması, yapanın şaşkınlığa uğrayıp, hangi işi yapacağına karar verememesi, işin çok yoğun olduğu an. |
ara kestirig |
: |
Bir çeşit çocuk oyunu. (İki grup yapılır. Biri kovan diğeri kaçan kısım olur. Tek kişi kalıncaya kadar devam eden bir oyun.) |
ara odası |
: |
Ar odası da denir. Köy misafir odası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
ara yatı |
: |
Han, konak yeri, göçebe çadırı. |
arab |
: |
Negatif fotoğraf. |
arabacık |
: |
Yeni yürüyen çocuğa tutunarak yürümesi için verilen iki tekerlekli tahta araba. |
araban solağı |
: |
Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. |
arabaşı |
: |
Çokça tavuk veya koyun eti ile yapılarak, tepside dondurulmuş hamur ile kışın sıcak içilen, ekşili, biberli bir çeşit çorba. |
Arabi oyunu |
: |
Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. Rabi çiftetellisi de denilir. Sağ ayakla başlayarak üç adım alındıktan sonra sol ayak sağın yanına çekilir, biraz öne çıkarılıp topuk vurulur ve yerine basılınca sağ ayak yerden kalkar ve adım cümlesi başa döner. II. Adım Cümlesi: Sağ ayakla başlayarak 2 adım alındıktan sonra 3 ve 4 sayısı içerisinde sağ-sol-sağ ayakla taban basılır, sonrası ilk adım cümlesindeki gibidir. III. Adım Cümlesi: (Gezinme) Halay başı yalnız veya birkaç kişiyle çiftetelli oynarken, halaydakiler sağ ve sol ayak basıp alkış tutarlar. IV. Adım Cümlesi: 2. Adım cümlesindeki gibidir. 3 de iki kez diz bükülür, 4 de harekete es verilir, sonrası aynıdır. V. Adım Cümlesi: 4. Adım cümlesiyle aynıdır, sadece 5. Sayıda topuk vurulur, sonra sola doğru bir kez daha vurulur. (Hatice Fatoş Derebent, Çağlayancerit Halk Kültürü, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi, Kahramanmaraş, Mayıs 2015. s. 91) |
arab atı |
: |
Hızı sebebiyle ilgi gören bir at cinsi. Yüce dağlar benim bir sualim var Hani size konup göçen elimiz Arab ata binip cirit atanlar Görünmüyor gözü kanlı delimiz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.651 |
Arabistan taylar |
: |
Arap atları. |
arabulan |
: |
Hakem, uzlaştırıcı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aracelli |
: |
Kışkırtıcı, fitneci, fesatçı. |
aracı |
: |
Mahalli güreşte hakem, arabulan ya da arabozan (kimse). |
aragapı |
: |
Odaların tahtadan, ağaçtan bölünülen kısımları. |
arahı |
: |
Rakı. “Tokat kervanından aldım bakırı İncitmeyin fukarayı fakiri Tuna seli gibi boz arahıyı İçirin beylere ta: ben gelene” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
arakçı |
: |
Hırsız, çapulcu. |
araklamak |
: |
Hırsızlamak, çalmak. |
arakta |
: |
Sırtımda. “Ağsayam var arakta. (beyaz elbise var sırtımda.)” |
arala: düşmeg |
: |
Rasgele erkeklerlepara karşılığı ilişki kurmak, fuhuş ortamına düşmek. |
aralama |
: |
1. Evlerin ara duvarı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Ahırda ayrılan bölüm. |
aralamak |
: |
1. Sonuçlandırmak, yoluna koymak. 2. (İplik vb.) Ayırmak, çözmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Kavga eden iki kişiyi araya girerek ayırmak. |
aralanmak |
: |
Uzaklaşmak, iki şeyin birbirinden arası açılmak. “Bağlandı yollarım kaldım çaresiz Gayrı dünya bana aralandı gel Derildi dertlerim artsız arasız Üst üste dizildi sıralandı gel” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 474) |
aralaşmak |
: |
1. Uzaklaşmak, defolmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Kavga eden iki gurubunya da iki kişinin birbirinden uzaklaşması. |
aralı |
: |
Uzak. |
aralığın mor bocusu |
: |
Ortalığa dedikodu yayarak kötülük yapan, ikilik çıkaran kişi. |
aralık |
: |
1. Bir ara. 2. Hol, yatak konulan yer. 3. Ev dışı, herkesin gezip tozduğu yer, ortalık, sokaklar, meydanlar. “Vay kızım, aklıyın hepsi bu mu? O keramete ermiş bir adam olsa, aralıkta aşıklık etmez aptal gibi. Tatlı söz yerden yılanı çıkarır. Bu bir tatlı söz söyleyelim de bunun samsasını sucuğunu yiyelim.” (Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler Folklor Derlemeleri, İş Bankası Kültür Yay. Nisan 2002, İstanbul, Hazırlayan Alpay Kabacalı) |
aralık kesti |
: |
Çocukların oynadığı bir oyun. |
aralık seknisiŋ |
: |
Ortalık sakinleşsin. |
aram |
: |
Ara, fasıla, mesafe. |
aram aram |
: |
Zaman zaman, ara ara. |
araöz |
: |
Koridor. |
aranmak |
: |
1. Kavga etmek için sataşmak, fırsat kollamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Hoşgörü sınırlarını zorlamak, kaşınmak. “Aranıp durma. Defol get başımdan.” |
arap atı gocar da göŋül gocamaz |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
arap atı kıl çul içinde de bellolur |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
Arap diŋgili |
: |
Bir Andırın yarış oyunu. “İki sekme ve bir sıçrama ile yapılan uzun atlama yarışına arapdingili denilir.” |
Arap oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir orta oyunu. ARAP OYUNU Arap oyunu Silifke’nin Yörük soyundan olan Kabasakallı köyüne ait bir oyundur. Obalar atalarından yadigâr olan bu oyunu kuşaktan kuşağa aktarmışlardır. Arap oyunu, iki efe, iki kız, bir kadı, bir kel kız, bir de Arap olmak üzere toplam 7 kişi ile oynanır. Bu kişilerin kendilerine has kıyafetleri vardır. Efelerin başlarında fes, üstüne bağlanmış Darabulus, siyah şalvar, beyaz gömlek, ayaklarında körüklü çizme, ellerinde kılıç bulunur. Kızlarda; uzun elbise, başlarında fes, üzerine takılmış cilir, pullu yağlık, ayaklarında al çizme, önlerinde gök önlük, üzerinde önlük bağı bacaklarında dokuma don vardır. Kel kızın kıyafeti; kel yani yırtık pırtık bir elbise, paçası fırfırlı bir don, ayağında çizme, basında al fes üstünde dokuma yağlık, etek ucu farbalı dizde göynek, üstte gök haba, elinde kirmen vardır. Arap da isminden anlaşılacağı üzere yüzü, kolları ve bacakları kömür tozuyla boyanmış, üstünde yarım kollu beyaz göynek, bacağında dizine kadar dikme don, elinde şişirilmiş kıllı deri vardır. Kadı ise kambur, beyaz sakallı, yaslıdır ve bacağında eski bir şalvar, basında ak sarık, üstünde eski bir kaput, elinde asa, ayağında çarık vardır. Bu oyuncular bir yerden bir yere göçerken bir aşiret düğününe rastlarlar. Obalarda o zaman ağalık varmış. Efeler o ahalinin ağasından izin isterler “Bize derler Kabasakallı efesi, ciğerimizden alırız nefesi, bizde kaba kuvvet, bizde güç, bir çuval soğan altından yekinmeden kalkarız. Kızlarımıza bir şey olur veya kaçırılırsa hepinizin kanını kılıcımla alnınıza yazarım” diyerek nara atar meydan okur. Kel kıza göz koyan kadı ve Arap kendi aralarında tartışır. Kel kız bunlara “Durun, mademki beni istiyorsunuz, şartlarımı yerine getirin, hanginiz kazanırsanız onu alacağım. Önce bir güreşin, kim galip gelirse ona varacağım” der. Güreşi, Arap kazanır. İkinci isteğinde ise bir türkü söyletir. Kadı alır bir kayabaşı türkü, Arap kadıyı kızdırır “Bizim köpek de aynı havadan gitti” diye. Sonra Arap söyler türküsünü, kız can kulağıyla dinler ve Arap’ı beğenir. Kadıya memleketten bir mektup gelir. Kadı okuma yazma bilmez ama gözüm görmez diyerek, mektubu Arap’ın okumasını ister. Arap okur: “Bir keçin varmış gırca Bir oğlak kuzlamış morca Yemişsin içmişsin borca Yar dibine yatmışsın Kurbağadan korkmuşsun Kurbağa senin amelin Bu cemaat sana gülmeli Evinizden at gitmiş Kapınızdan it gitmiş Yerinizden ot bitmiş Anan, babandan üç gün evvelden gitmiş.” Efeler kendi aralarında sohbete dalmışken, ahalinin ağası kızları kaçırtır. Durumu fark eden efeler yerinden fırlayarak “Nerede kızlar? Kızları kim kaçırdı?” deyip Arap’tan yardım isterler. Arap tellal çağırır. Tellal “Ey ahali, obanıza gelen efelerin kızları kaybolmuş. Duyan duymayana söylesin, eski hali ikisi de Yörük kılıklı, arkası kıl tuluklu, bası ak yağlıklı, isi bittiyse gönderiversin.” der. Kızlar bulunamayınca efeler yakaladıkları ağayı yatırıp kılıçlarıyla kesecekleri anda kızlar bulunur toplu halde birkaç oyun oynayıp obadan ayrılırlar. (Aslı Ağcalar, Silifke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üni., S.B.E.,TDE., ABD, Mersin, 2009, s. 242-243-244)
ARAP OYUNU Gene düğünlerde oynanan bir oyundur. Birini gizli bir yerde, tek iç donu kalana kadar soyarlar. Bir tek gözleri ve dişleri kalır. Bir süpürgeye sap takılar, bolca gaz yağı döküp ateşle tutuştururlar. Sonra Arap çocukların ata bindiği gibi süpürgeye biner; halkın arasına karışır. Çocuklar ve kadınlar çığlık atıp korkarlar. Arap türlü şaklabanlıklar yaparak insanları güldürür. Millet gülmekten kırılır. (Hilal Gülben Gerek, Adana İli Pozantı İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E. TDE. ABD, Adana, 2012, s.171) |
Arap sekmez |
: |
Uzun atlama oyunu. |
arasa |
: |
1. Tahıl, meyve ve bazı ürünlerin satıldığı çarşı, pazar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Zahire pazarı, arasta, belli meslek icra edenlerin bir arada bulunduğu yer. |
arası kestik oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. ARASI KESTİK Erkek çocuk oyunudur. Genellikle 12-18 yaş arasındakiler oynar. Eşit sayıda iki grup oluşturulur. Birinci grup ebe, ikinci grup kaçan olur. Birinci grup kovalar, yakaladığına vurmaya çalışır, vurabildiği ölür. Kaçan gruptakiler de horu (ebe taşı) ile kovalayan gruptan birinin arasından geçebilirse (kesebilirse) o ölür. Kaçan gruptan biri vurulmadan horuya yetişebilirse kovalayan grup tümden ölür. Kovalayan grubun galip gelmesi için kaçan grubun tüm adamlarını vurması gerekir. Bunu arayı kestirmeden yapması gerekir. Gruplar yer değiştirir. Yenenler yenilenenlerin sırtına biner, önceden belirlenen mesafeye kadar giderler. (Hilal Gülben Gerek, Adana İli Pozantı İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E. TDE. ABD, Adana, 2012, s.166) |
arasıkesme |
: |
Ara kesme, bir çeşit oyun. |
arasın |
: |
Arasını. Karac’oğlan der ki konanlar göçmez Bu ayrılık bizlen arasın açmaz Bir kötü gönlüm var güzelden geçmez Ne güzele doymaz gözüm var benim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.500 |
arasili |
: |
Tertemiz. |
arastak |
: |
Duvarda veya dam direkleri arasındaki küçük boşluklar, mertek aralıkları, tavan, fazla eşyanın bulunduğu yer. |
araya beygir söğürttürmek |
: |
Araya laf karıştırmak, laf atmak. |
araya gitmek |
: |
İşe yaramayacak hale gelmek, gereksiz yere harcanmak, ziyan olmak. “Cip araya gitmiş vallahi.” |
arayer |
: |
Bina arsındaki boşluk, giriş, hol, antre. |
arayı tutmak |
: |
Kız ve oğlan arasındaki ilişki. |
araz araz |
: |
Aralıklı. |
arba |
: |
1. Kefeli terazilerde, dengeye getirmek için hafif olan kefeye konulan ağırlık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) 2. Teraziyi dengeye getirmek için hafif olan kefeye konulan-taş, demir, çivi gibi- ağırlık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Dara. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 4. Ağır. 5. Üstün gelme hali, kalabalık, kuvvetli. “Yekin babam kızı yekin İkindi akşama yakın Düşman bize arba geldi Kar’İbiş beşlini takın” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
arbalamak |
: |
At, eşek vb. hayvanların üzerinde götürülen yaymanın bir yanının sarkması, ağır basması. |
arbalanmak |
: |
At, eşek vb. yük hayvanlarıyla taşınan yüklerin herhangi bir nedenle bir tarafa doğru kayması ve ağırlığı o tarafa çekmesi, birinin üstüne çökmek, yüklenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Bir tarafa seklem çuval buğday konulunca semerin ötea tarafı birden arbalandı.” |
arbalı |
: |
1. Dengeli, muvazeneli (terazi). (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Ayarsız, dengesiz (terazi). Bu terazi abralıdır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
arbaz |
: |
Zayıf, hastalıklı, cılız. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
arbe |
: |
1. Teraziyi dengeye getirmek içinhafif olan kefeye konulan taş vb. şeyler. 2. Dengesizlik, ayarsızlık. |
arbı |
: |
Arkalı, kuvvetli adam. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
arbıl |
: |
Nisan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
arbışmak |
: |
Yoktan kavga çıkarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) Şu işi arbıştım. |
arca |
: |
Temiz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
ard eteğe ıslık çalmak |
: |
Aşırı şekilde telaşlı olmak. “Ard eteği ıslık çalıyor.” |
arda kalmak |
: |
Zor durumda, utanılacak durumda kalmak. “Karac’oğlan der ki darda kalmayım Azdırıp yolumu karda kalmayım Yetirip namusu arda kalmayım Sazınan sözünen hoş eyle beni” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 455) |
ardal olmak |
: |
Pintişmek, musallat olmak, tebelleş olmak. |
ardala |
: |
Etin kıymetsiz yeri, çöz. |
ardalamak |
: |
Geriye kalmak, beklemek, arkada kalmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ardıç |
: |
Kozalaklılardan, güzel kokulu, yapraklarını kışın dökmeyen yuvarlak kara yemişleri ilaç olarak kullanılan ağaççık. Hey der Karac’oğlan sığına sayalı Hiç aklımdan çıkmaz yârin hayalı Başları ardıçlı yalçın kayalı Dağları gördüm de bulandım bugün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.571 |
ardın |
: |
Ardında. Karşıdan karşıya bana karırsın Kasavet gönlümün gamın alırsın Beni görüp perde ardın durursun Kaçma dilber kaçma varan kör değil Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.478 |
ardısıra |
: |
Hemen ardından, ardınca. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ardı sıra gonuşmak |
: |
Gıybetini yapmak. |
arducu |
: |
Arka tarafı, sonu. |
a:re |
: |
1. Dingil, mazı bağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Eğer. 3. Ara. Karac’oğlan çaresi ne Melhem vurun yaresine İki kaşın aresine Sana bir ben gerek bir ben Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.529 4. Kağnılarda, okta açılan iki deliğe bağlanarak aşağı doğru uzatılan ve kağnının mazısına (teker mili) yuvalık yapan, okları mazıya iki taraftan tutturan sert ağaçtan yapılmış, dört parçadan oluşan düzenek. “Demircik ağacı kestim âre yapmak uçun.” |
arefe çöre: |
: |
Ramazan ve Kurban Bayramı’nın arefesinde yapılan, iki sacın arasında pişirilen yassı ekmek. “Arefe çöre:’ne hayır diyen çıkar mı acaba.” |
areti |
: |
Geçici. |
arf |
: |
Zor. |
arg |
: |
Küçük suyolu. |
argaç |
: |
1. Koyunların istirahat etmeleri için yatırıldıkları yer. 2. Culfalıktaki dokuma ipi. |
arha |
: |
Arka, güçlü destek. “Arif Ağa, Arif Ağa Arhamızı verdik dağa İçerimde iki efe Kime gedem ben cerraha” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
arhada:ki |
: |
Arkadaki. “Gene, gahbe dölleri, portmanın ipini gırıp dama çıhıklar anam. Bacanın hefâni gapadıklar. Gederken de portmayı dışardan ben çıkmayım deyi bâlamış elleri gırılasıcalar… Sona da arhadâki örene atlayıp gaçmışlar. Kele anam olanca tütün içeri doldu. Vallahacı:ma evde göz gözü görmez oldu. O dâl, daha Ulubazar günü yudûm örtüler isin, gurumun içinde galdı:na yanıyom. Dilerim Allah’dan elleri:z çon olur işallah, gara gara çıbanlar çıharırsı:z da sırtız gara daşlara gelir i:şallah.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
arhadaş |
: |
Arkadaş. “Eyle olurdu ki ôlum, adamın gözü bir şey görmez olurdu. Açlığa dayanamayan arhadaşlarımız, atlar yesin dê onların arpalarına gıyamazlardı, helbette, tenesine dohunmazlardı, emme at yedikten bir zeman sôna fışkısından çıhan arpaları seçip seçip yurlar, sôna da bir daşın üstünde öteaki daşınan döoyup yirlerdi. Ben de yidim.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
arhalamag |
: |
Destek olmak. |
arhalı |
: |
Arkasında güçlü destekleyeniolan. |
arhalıg, arkalık |
: |
1. Yemeninin ense (topuğa gelen) kısmının dik durması, kırılıp bükülmemesi için konulan parça. Dışarıdan dikilerek konur. 2. Ceket, giyecek. 3. Arkaya yaslanıldığındasırtı dayayacak nesne. |
arhasına |
: |
Arkasına. “Kimi, anasını, bacısını beklerdi, kimi de arhasına düşdü: gızı. Siz de bir köşeye sinip gireni çıhanı dâtlersâz oynayan filimde esas oğlana bir şey olmuş veya filmin başrol kızı ölmüşse (hep de biri ölürdü), bir çok kadının - kızın ağlamaktan gözlerinin şiştiğini görürdünüz.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
arhasını cılbadmış |
: |
Elbisesini çıkarmış. “Arhasını cılbadmış derede çimiyordu.” |
arhaz |
: |
Sağır ve dilsiz, ahraz. |
arḫıt |
: |
Kaldıraç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Ali arhıdı getir de şu kayayı devireyim. |
arı |
: |
1. Saf, temiz, saf, iyi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Osm.) “Sen bûdanı biçmedin mi? Arısını seçmedin mi? Azrail gelirkene Ananı alıp gaçmadın mı?” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Ayşeye Ağıt, Derleyen: Hasan Batmaz, Kaynak Kişi: Elif Bayer) 2. Öte, o taraf. Bir çift güzel geçen bağlardan ârı Taramış zülfünü vermiş tımarı Ak göğsün arası zemzem pınarı İçsem öldürürler içmesem öldüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.512 3. Den/dan. Tek başına kullanılmaz. A harfi vurgulu ve uzatılarak söylenmelidir. Genellikle önceki sözcük den/dan biçimli olur. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Köyden arı gelenler var. Buradan arı bakınca görülür, cümlelerinde olduğu gibi.” |
arı dalağı |
: |
Bal peteği. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
arı g.tü |
: |
Ağaçların yaprak açmaya hazır olduğu dönem. |
arı kuşu |
: |
Bal arılarını yiyerek geçinen, serçeden az büyük, türlü renkli ve bağbozumu zamanı gelen bir göçmen kuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
arı oyunu |
: |
Düğünlerde oynanan seyirlik bir oyun. Arı Oyunu: 3 kişi oynar. Ortada ebe olur. 2 kişi ebenin sağında solunda olur.Ebe diğer iki kişinin ayaklarına basar. Eller göğüs hizasında yumruk yapılır.Kollar çapraz olur. Diğer iki oyuncu da aynısını yapar. Ebe parmaklarıylaburnunu kapatır ve arı gibi ses çıkarmaya çalışır. Onlarda ebeye vurmaya çalışır.Arada biraz mesafe olduğu için vurmak zor olur. (Suat Savur, Adana İli Tufanbeyli İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üni., SBE., TDE. ABD, Adana, 2010, s.189). |
arı sili |
: |
Temiz, tertemiz, saf, iyi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
arı sili etmek |
: |
Ortadan kaldırmak, tüketmek, temizlemek. |
arıca |
: |
Temiz, tertemiz, saf, iyi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
arıcıl |
: |
Bal arılarını yiyerek geçinen, serçeden az büyük, türlü renkli ve bağbozumu zamanı gelen bir göçmen kuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
arıdmak |
: |
Bir şeyi temizlemek, arıtmak. “Hemi dedim, yarım satır daha su goyarım dedim, kiskibar ederim dedim, yüyem, arıdam dedim.” |
arıglamak |
: |
Zayıflamak. “Nasıl da arıglamış guzum. Yürêm acıdı görünce.” |
a:rıglı |
: |
Kronik bir rahatsızlığa yakalanan, sürekli ağrı çeken. “Ne ârıglı bir başım varmış.” |
arık |
: |
1. Domates vb. sebze bahçelerine su vermek için açılan uzun çukurlar. 2. Zayıf, hastalıklı. “Kazanında kısır kaynar Odasında köçek oynar Arık Hasan, Boz Ömer’im Bütün eller methin eyler” (Derleyen İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
arıklamak |
: |
Çalmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
arılanmak |
: |
Temizlenmek. Ağlar Karac'Oğlan ağlar Durmaz gözün yaşı çağlar Kar buz tutmuş karşı dağlar Poyraz eser arılanır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.602 |
arılık |
: |
1. Ayna. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Doğum, sünnet gibi olaylarda bahşiş olarak verilen para. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) 3. Bahşiş olarak verilen para. 4. Temizlenmiş ve yıkanmış buğday, tohum. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Değirmende arılık öğüttüm. 5. Tedavi için ocağa giden kimsenin ocağa verdiği az miktardaki para.” “Arılığı azsındı Duduma garı.” 6. Muska yazan kişiye verilen bahşiş. 7. Temizlik, safiyet. 8. Bir iş karşılığı ödenen gönül alıcı ücret. 9. Beden kötülüklerinden arınmak için verilen sadaka. |
arılıp durulma |
: |
Temizlenme, çayın kışın bulanık akması, yazın da beyaz veya mavi olarak akması. |
arın |
: |
Alın. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Sen bu işi halled var ya senin arni:n çatını öpecâm dedim, pek beğenmedi herifçôlu.” |
arına bunalmak |
: |
Utanmak, mecbur olmak. |
arınak |
: |
Arınma, yıkanma yeri, banyo, hamam, gusülhane. |
arınık durunuk |
: |
Ak pak olma hâli. |
arınmak |
: |
Tertemiz olmak, yıkanmak, temizlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. Osm.) |
arınnamak |
: |
Bir kimseyi rakip görmek, istememek, fazlalık olarak görmek. |
arısili |
: |
Tertemiz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Hasretin düştü de herşeyden ayrı (Kaynak şahıs: Celil Çınkır, Şair: Mustafa Coşkunpınar) |
arıstak, arıstag |
: |
1. Tavan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Duvarda ya da dam direkleri arasında, küçük şeyler saklamaya uygun, küçük oyuklar. |
arıtmak |
: |
Tertemiz etmek, temizlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
arıtsak, arıstak |
: |
Tavan. |
arıttırmak |
: |
Temizlettirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Osm.) |
arıya |
: |
Araya. “Bacısı dönmüş karıya Uşağın’atmış arıya Gitmen Osman, Mahmut gitmen Karakol koymaz orıya” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yay., 1994, Cilt II) |
arıya gitmek |
: |
Tüketim malzemelerinin kullanılmaz hale gelmesi veya getirilmesi demektir. “Köyde elektirik yok, su yok. Çamaşır makinesı kullanılmaya kullanılmaya arıya gidecek.” “Pilava dökülen yağ arıya gitmez.” |
arıya vermek |
: |
İsraf etmek, boşa harcamak. “O kadar buğdayı arıya vereceksin. Nişe öyle çıkarılmaz ki.” |
ari |
: |
Eğri. |
ari silice |
: |
Tertemiz. |
arie getmeg |
: |
İnsan için, ziyanolmak, yiyecek için, bozulmak. |
arif |
: |
Bilgili, anlayışlı,irfan sahibi, akıllı kimse. Som gümüşten daha aktır bileğin Hak yoluna kabul olsun dileğim Yavaş yörü mavi donlu meleğim El âriftir yörümekten hiyl'alır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.601 |
arifelik |
: |
Tahtacılarda, Kurban bayramından bir gün önce, arife günü, baba ocağını bekleyen evlâdınbabasının ruhuna adadığı kurban. Arifelik olarak genellikle koyun tercih edilir. |
ariye gitmek |
: |
İşe yaramaz hâle gelmek. |
ariyinen, ari:nen |
: |
Arıyla. “Ariyinen namısiyinen evinde oturmalı gız gısmısı derdi ırahmatlık ebem.” |
ark |
: |
Su gitmesi için yapılan çukur, su yolu. Ark altında su doldurur Eteğini yel kaldırır Karşıki evin kızları Bakışı adam öldürür Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.629 |
ark etmek |
: |
Su yolu yapmak. Arḳ ederiñ, arḳ ettikten běri ekeriz, ğomeriz. |
arka |
: |
Sıkıntılı anda yardım eden kişi, dayı. “Arif Ağa, Arif Ağa Arkamızı verdik dağa İçerimde iki efe Kime gedem ben cerraha” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
arka almak |
: |
Taraftar, destek bulmak. |
arka çıkmak |
: |
Himaye etmek, korumak, destek vermek. "sen kime arka çıkıyorsun?” |
arka gaş |
: |
Semerin bir parçası. |
arkacı |
: |
Yük taşıyan, hamal, hammal. |
arkaç |
: |
1. Hafif meyilli yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Istar dokumasında enine geçirilen ipler. “Sabır ister arkaçı geçirmek. Tırnakla kuyu kazmaktan zordur.” |
arkada:lar |
: |
Arkadakiler. |
arkadağa |
: |
Arkadaki. “Şu Güroluk’un oluğu Akar doluyu doluyu Sökdüm de kefine goydum Arkadağa mor beliği” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
arkadana:rı |
: |
Arkasından. |
arkadana:rı vurmak |
: |
Arkasından tokat vurmak, arkasından gizli gizli plan kurmak. |
arkalaç |
: |
Yükün sırta dokunmaması için, yük ile sırt arasına alınan keçe. |
arkalamak |
: |
Destek vermek, yardım etmek, korumak, himaye etmek. |
arkalı |
: |
Sürekli, devamlı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
arkalık |
: |
Kerpiç ve taş taşımak için arkaya iple bağlanan tahta araç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
arkamda yüz on beliğim |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.Belik, eskiden güzelliğin en büyük nişanesiymiş. Beliğin uzun olması ve sayısının çok olması da güzel beliğin özelliklerindenmiş. Kırk elli yaşındaki kadınlara, karıların “Kele gızım, gızıkan ne gözel beliğin varıdı!” sözlerini çok işittim. |
arkamı dev |
: |
Sırtımı kaşı. |
arkamsıra |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; arkamdan, peşimden. |
arkasını çalmak |
: |
Bir kişiyi gıyaben kollamak. |
arkasını yumak |
: |
Bir kişiyi gıyaben kollamak. |
arkıt |
: |
1. Dövenle boyunduruğu birbirine bağlayan aygıt. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Çadırın yatay direği. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
arki:çeri |
: |
Evin arka odası. |
arkiye |
: |
Arkaya. |
a:rlamak |
: |
İkramda bulunmak, ağırlamak. “Hergün hergün müsafir ârlamaktan canı çıhdı gadıncâzın.” |
arlanmak |
: |
Utanmak. “Keşirlik’in goca daşı Işılar gardaşın gaşı Ağlamıya arlanıyom Ölmesin kimsenin eşi” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Hanımından Kocasına Ağıt, Derleyen: Nimet Gezer) |
arlı |
: |
Namuslu. |
a:rmek |
: |
(Yün) eğirmek. “Hallaç, hallaç geldi; ârilecek yünûz yok mu; atılacak yünûz yok mû?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
arma |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Dursis, örs gibi aletlerin üzerinde bunu yapan şahsın armasıdır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 39) |
arman |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; harman. |
armıd |
: |
Armut. |
arnaç |
: |
1. Meydanlık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Karşı, karşıda. 3. Karşı, ön taraf, göz önü, her taraftan görülebilen yer, meydan, açıklık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
arnaşmak |
: |
Çekişmek, tartışmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
arnı |
: |
Alını. “Ağcadağ’ın lamlı garı Yatar parlayı parlayı Benim eşim can veriyor Arnı soğuk terliyi terliyi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüseyin Ke Memmet’in Hanımının Ağıdı, Kaynak Kişi: Meryem Tekatlı) |
arnı sakar |
: |
Alnının ortasında beyaz. “Arnı sakar gölük, dayımgilin gölüğü.” |
arnı katıklı |
: |
Patavatsız kimse. |
arnı left ağacına değmek |
: |
Aklı başına gelmek. |
arnı yoğurtlu |
: |
Patavatsız kimse. |
arnık durnuk |
: |
Ak pak olma. |
arnıma |
:: |
Alnıma. “Yediğim getmez karnıma Kara bağlarım arnıma Ufak kuzular burnuma Koktu varayım gedeyim” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 162 |
Arno:d |
: |
Arnavut. |
arpa ağarı g.t yırtar |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
arpalama |
: |
Çok arpa yemekten kaynaklanan bir hayvan hastalığı. |
arpanıŋ gılçık atması |
: |
Birinin orta yere fitne fesat çıkaracak laflar atması. “Arpanın gılçık atmasına benziyor muzunun halleri.” |
arpınmak |
: |
Sırtına binmek, tırmanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
arsınmak |
: |
1. Onuruna dokunmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Utanmak, gurur meselesi yapmak. “Atın tımarın kendin yap da arsınma Çifte ver yemini de eksiğin sayma Kendi elinle atın hoyrata salma Ağır devlete eşkince bir at gerek” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
arsız |
: |
Utanmaz, utanma ya da sıkılma duygusundan uzak kimse. Yoldaş olma yolun bilmez yolsuza Komşu olma sözün bilmez densize Meyil verme edepsize arsıza Akıbet ırzına hiyle getirir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.612 |
arslık, asnık |
: |
Erkekliği ve dişiliği tam belli olmayan. |
arsolmak |
: |
Başına bela kesilmek, musallat olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
arş |
: |
İslam inanışına göre göğün en üst katı. Dinleyin ağalar size söyleyim Arş u kürsü gider yolun var dağlar Kar'ardıçlı kamalaklı yüceler S Selvili söğütlü yerin var dağlar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.578 |
arşı çarşı |
: |
Kıvrım kıvrım, eğri büğrü. |
arşı kürsi |
: |
Arş ve onun bir alt katı. |
arşın |
: |
1. Bölgemiz göçmen ağzında; iki ucu çatallı, ip dolamaya yarayan çubuk. 2. 0.68 metre uzunluğundaki eski ölçü birimi, kol boyu. “Şu aradan gele gele Üç arşın indirdim yolu Çok yalvardım şu Mevli’ye Birini vermiyor geri” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeş’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Ekici)
Kumaş olsam arşın arşın yırtılsam Köle olsam çarşılarda satılsam Vâdem yetmedi ki ölsem kurtulsam Felek beni nazlı yârdan ayırdı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.418 |
arşınlamak |
: |
Arşınla ölçmek, ölçmek, sokakları adımlamak. “Tarlanın içinde yatar Ağ kolları arşın arşın Anam bile dedirtmemiş Doğramış savuşmuş kurşun” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yay., 1994, Cilt II) |
arşınmak |
: |
Aşınmak, eskimek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Ne sağlam malmış, ne kadar kullansan arşınmıyor. |
art göp |
: |
8 karış uzunluğunda yassı bir tahta olupkağnının gerisindedir ve okların sağa sola kımıldamamasını sağlar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
arta |
: |
Fazla, uzun. “Kalk sevdiğim geyin kuşan Topuğundan arta saçın Gaflet basmış uyumuşsun Uyan deyi dürte saçın” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 533) |
artağan, arta:n |
: |
(Pirinç, fasulye, mercimek, nohut vb. hakkında) Çoğalan, fazlalaşan, bereketli. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
artı |
: |
Başka, artık. “Tobuz tobuz, narlı başım Saraltını ağ guruşum Gıyma Gadir Mevlam gıyma Bundan artı yok gardaşım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Topuz’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Fatma Bakacak) |
artıgla: |
: |
Fazladan, fazlalık, üstelik. |
artık, artıg |
: |
1. Atlarda çıkan ve yem yemelerine engel olan diş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Bundan sonra, arta kalan yiyecek. 3. Yemekten arta kalan. |
artık diş |
: |
Atlarda çıkan ve yem yemelerine engel olan fazla diş. |
artık sırtık, artık zırtık |
: |
Yenilen yemeklerden arta kalan. “Artık sırtıkları da kumaşa verdik.” |
artıklağa, artıklâ, artıklağı |
: |
1. Fazla. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Bununla beraber. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
artıklağı mal göz çıkarmaz |
: |
Fazla mal göz çıkarmaz. “Artıklağı mal göz çıkarmaz.” (Maraş Atasözü.) |
artım |
: |
Artan, bol olan, bereket. |
artırma |
: |
1. Biriktirme, çoğaltma. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Balkon. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Mutfakta kabların konduğu tahta. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
artıtdırmak |
: |
Ekleme yaptırmak. |
artmak |
: |
1. Büyük heybe. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Fazla gelen şeyleri atmadan bir yerde biriktirmek. ”Artmassa, yetmezimiş.” |
aru |
: |
Arı, temiz. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
arvat |
: |
Avrat, kadın, hanım. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Arvatların hamur yuğururkan ekmek yaparkan unnan hamurnan oynuyan erkek çocuklara: “bi yeriniz düşer lan, hamırnan oynaman” demeleri… incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
arz |
: |
1. Sunuş. Der Karac’oğlan da bu size arzdır Güzeli medhetmek boynuma farzdır Kara kaş altunda sürmeli gözdür Âşığın bahşişin vermeli gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.547 2. Dilek. “Sevdiğim arzımı demekçin sana Bülbül söylediği dil gerek bana Şu bağrım kül oldu hep yana yana Onu söndürmeğe sel gerek bana” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
arz etmek |
: |
Söylemek, dile getirmek. Karaca Oğlan: Salını salını giden bir güzel Sana arz edeyim hallarımızı Eğer güzel benim sözüm tutarsan Geri döndürelim yollarımızı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.433 |
arzıhal |
: |
Dilekçe. “Geden dedim, bir arzıhal verin dedim.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
arzılamak |
: |
İstemek, özlemek. |
arzuhal |
: |
Dilekçe. Hey ağalar ben hocama danıştım Arzuhalim yâre sunsam kan olmaz Gece gündüz bu aşk ile yanarım Halin nedir deyi bir soran olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.647 |
arzuhalci |
: |
Dilekçe yazan. |
arzuman |
: |
1. Aman dileme, merhamet dileme. Hörü melek var mı senin soyunda Arzumamm kaldı usul boyunda Şu Kadir Gecesi bayram ayında Üstüne gölg'olan dallar öğünsün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.573 2. Vaz geçilmez arzu, şiddetli istek. “Mayıl oldum Nedirli’nin bağına Arzumanım kaldı Ahır Dağı’na Dolunarak inin koca Ceyhan’a Orda kılavuzu düzün turnalar” (Celil Çınkır, Andırın Sözlü Kültür Varlıkları Envanter Çalışmaları - I, “Beşbucaklı Aşık Halil”.) |
arzumanım kaldı |
: |
Çok özledim, aklım kaldı. |
asa: |
: |
Dervişlerin taşıdığı değnek. “Masalı da deli gönül masalı Ay oldu yâr bize kadem basalı Omuzu hırkalı eli asâlı Derviş ağlar bana şalımdan oldu” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.638) |
a:sak |
: |
Topal, aksak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
a:samak |
: |
Topallamak, aksamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
Asan |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Hasan. |
asardmak, asartmak |
: |
1. Saygı göstermek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Birini tehlikelerden korumak, sahip çıkmak, himaye etmek. |
asbap |
: |
Giysi, çamaşır. “Aman çatladım çatladım Gayrı odayı kitledim Sen de görsen Leman gızım Dört bohca asbab gatladım” (Mehmet Temiz Yüksek Lisans Tezi Andırın Ağıtları, Zilfaroğlu İsmail Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Sariye Gök) |
asbap çuvalı |
: |
Bir tür Yörük çuvalı. “Asbap çuvalı, Yörük çadırındaki diğer çuvallardan farklı, yani daha süslü ve daha temizdir. İçerisine genellikle kıymetli giysiler ile kullanılmamış dokumalar konulmaktadır.” |
asbap kesme |
: |
Düğün için gerekli eşyaların alınması için karar verilmesi, ihtiyaçların kız ve oğlan eviyle birlikte gidilip alınması. “Perşembe günü asbap kesmeye gideceğiz.” |
asçok |
: |
Az çok, kısmen, biraz. |
ases |
: |
1. Asıl, gerçek, 2. Tanzimat'tan önceki polis, gece bekçisi. |
asfinik, asifinik |
: |
Naftalin. |
asgellik |
: |
Askerlik. “Benim babam da iki sefer asgellik edmiş. Ta: her asgelli: altı yedi sene edmiş. Otuz yaşında evlenmiş.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
asger |
: |
Asker. “Bebeğinin adı Umut, Havaları sardı bulut, Gadan alam ağ gelinim, Sabah gelir asger oğlum.” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kanserli Adamın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Höbek) |
ashabı şeytan |
: |
Kadın. “Anadolu’da kadının 108 tane adı varmış. Bunlardan birisi de ashabı şeytanmış.” |
ası |
: |
Asi. “Başucunda dut ağacı Kimi aşı kimi pici Gelip başına otursana Gız böyle istemem bacı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İmirze’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
ası gelmek |
: |
itiraz etmek, başkaldırmak. |
asıda |
: |
Un nişastasından şekerle yapılan yemek, aside. |
asıdası duzlunuŋ gızı |
: |
Bir kimseyi kötülerken kullanılır. “Asıdası duzlunun gızı işte n’olacak. Onu bişirdiği yemek ancak bu gadar olur.” |
asık |
: |
Yüzü gülmeyen, somurtkan, kederli. |
asıl soy |
: |
Temiz soylu, asil. Coşkun sular gibi akarsu isen Ararlar bulurlar asıl soy isen Gayetle severler malı çoğ isen İsterim akl ile hergiz olmasın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.558 |
asılam |
: |
Dar ağacına çekileyim, asılayım, berdar olayım. Zülfün teline asılam dar deyi Gonca güle el uzadam har deyi Koynunda bir çift domurcuk var deyi Kondurdun bülbülü güle sevdiğim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.495 |
asılzade |
: |
Köklü bir aileden gelen kimse, eşreften kimse. Dokunur hatıra kendisin bilmez Asılzâdelerden hiç kemlik gelmez Sen eyilik et de o zâyi olmaz Darılıp da başa kakıcı olma Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.389 |
asifinik |
: |
Naftalin. |
a:sik |
: |
1. Bayan. “Hamama yakın bir duvarın dibine çömelip güneçeye doğru duran döllerden edepsiz ve muzip olanı, heç bir şeyden habarı olmadan geden âsikler tam hizalarına gelince, ayağa galhıp utanmadan za:rtt diye yellenmiş. Sôna da; alın bunu hamam parası yaparsı:z. Deyip basmış kahkahayı. Arhadaşları durur mu? Onlar da gülmüşler tabi:.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) 2. Eksik. “Garlar, buzlar ta: Mayıs ayına gadar çarşıdan sohakdan âsik olmazdı ki heç.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
asileşmek |
: |
Dişlerini göstermek, karşı çıkmak. |
a:silmek |
: |
Eksilmek, azalmak. “Pınara ıslanan yoğurtlar her gece âsilirdi.” |
askerin |
: |
Askerini. Ali din uğruna bayrağın açtı Din İslâm askerin ayırdı geçti Seksen bin peygamber dünyadan göçtü Muhammet Medine'de Mehdi yoldadır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.597 |
askı |
: |
Küpeleri düşmemek için birbirine bağlayan iplik. Büyük işlerin sarkmaması için, tahtadan yapılmış, ucuna çengel takılan, Maraş dival işi yapımında kullanılan bir araç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
asl |
: |
Soy. Kızlar güzel güzel aslı hörüden Yeryüzünü lâle yeşil bürüden Kasvetli gönlümün gamın eriden Karanlık kalbimin çırası kızlar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.580 |
aslaha |
: |
Asla. |
aslı ayran |
: |
Cahil kimseler için kullanılır. Aslı cahil olan demektir. |
aslık, asnık |
: |
Memeleri gelişmemiş kız. |
aslın |
: |
Aslını. Aslın sordum pek yıradın Sandım Cennet'teki kadın Şu yalan dünyanın tadın Ala gözlü kız veriyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.617 |
aslın faslın |
: |
Memleketin, ilin anlamında tekrarlı söz. “Sabahtan uğradım ben bir geline Dedim aslın faslın nereli gelin Dedim şu Leylâ’nın ismin bileyim Dediler bu köylü, buralı gelin” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 546 |
asma |
: |
Üzüm bağı, tiyek, tevek. “Evlerinin önü kesme Kesmeye uzatdık asma Topak kızın gelini Esme Orta:n getmis varmadı mı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Keşkahlı Hüsne Çınar’ın Ağıdı-2, Ağıdı Yakan: Hüsne Çınar) |
asma kesme |
: |
Düğünde en yakın akrabanın şabada (çabada) para vermeyince şaka amaçlı ağaca asılması. |
asnık |
: |
1. Doğurmayan. 2. Kısır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Osm.) |
asrık |
: |
Göç sırasında taşınan eşyanın tamamı, göç yükü. “Karac’oğlan der ki n’eylesek gerek Bağları bağlara katsak mı gerek Herkes göçtü biz de göçsek migerek Der iken asrığım Şam’a çözüldü” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004s. 639) |
assınmak |
: |
Miktarı az bulmak. |
asufat |
: |
Asfalt. “Yaşlılarım yaşlılarım Yaşıl ördek başlılarım Asufat aslan yatağı Yatın aslan döşlülerim” (Derleyen İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
asvap |
: |
Çeyiz. |
asvat |
: |
Asfalt. |
asvata |
: |
Alış-veriş. |
aş |
: |
1. Çorba, yemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) Karac'Oğlan eydür Hakk'a dilekten Mevlâ'm övmüş yaratmış gökle melekten Bir ulu korkum var kahpe felekten Bir gün ağı katar aşıma benim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.498 2. Bulgur pilavı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aş kotarmak |
: |
Yemeği hazır hale getirmek. “Gurbet elde bir silen yok yaşımı Kendim gider kotarırım aşımı Yuvası içinde gönül kuşumu Göz yaşım akıtıp baz eylemesin” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 557) |
aş yerime |
: |
Aşerme, hamile kadınların belli yiyeceklere aşırı istek duyması. |
aşa |
: |
Ayşe. |
aşa soğuk su katmak |
: |
Hal yoluna giren işi bozmak. |
aşağı |
: |
Dağ eteği. |
aşağı yeli |
: |
Güneyden esen yel, lodos, kıble yeli. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) Yüce dağ başında çalınır kaval Kadir Mevlâ'm sana vermesin zevâl Aşağı yelinden sorulur sual Söker garbî ilen buzu dağların Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.539 |
a:şam |
: |
Akşam. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Âşamdan geldi posda Ben görmedim böyle hasda Yekin Haçça gızım yekin Cehez galdı desde desde” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kına Gecesi Ölen Hacca Kız’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürside Karpuz - Döndü Parmaksız) |
aşam |
: |
1. Akşam. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Aşayım. Ala gözlerini sevdiğim dilber Dikerler ağacı dal benim için Aşam dedim aşamadım başından Yağıyor yollara kar benim için Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.543 |
a:şama:dar |
: |
Akşama kadar. “Bu dar sokaklarda, bugün bir öğle sonrası, şöyle yürümek isteyen birisi, yirmi yıl, elli yıl, yüz elli yıl önceki gibi, yine Gızılcoba’nın avratlarının karşılıklı oturduklarını ve âşamâdar, coru verip veriştirdiklerini görür. Kulak verirse eğer; çekiştirmedikleri kimsenin, anlatmadıkları bir olayın kalmadığına tanık olur.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
aşana |
: |
Geleneksel düğünlerde yemek yapan kadınlar. “Aşanam ırahmatlık Eşe garıydı.” |
aşanaça: |
: |
Aşıncaya kadar. “Adlık derler goca punar Gelin başım ağlar döner Şu gedikten aşanaçâ Ağşam olur, ışık söner” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
aşbincik |
: |
Çocukların yemek oyunu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aşdamı |
: |
Yemekhane, mutfak, aş evi. |
a:şer ma:şer |
: |
Karman çorman, karmakarışık. |
aşerme |
: |
Kadınların hamilelik döneminde, bazı yiyeceklere karşı duyduğu aşırı istek veya tiksinti. |
aşey düzü oyunu |
: |
Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. Sağ ayaksağa basılıp sol ayak yanına getirilir. Dizlerde küçük yaylanmalar vardır. İkinci adım cümlesinde sağ ayak öne basarken, sol ayak çok az yerden kalkar ve sol ayak basılıp, sağ ayak geriye basar. Adım bu şekilde tekrar eder. İlk adım cümlesine tekrar bakılarak oyun sonraki oyuna bağlanır. Uzun hava okunurken halay durabilir veya yavaş yavaş ilerleyerek devam edebilir. (Hatice Fatoş Derebent, Çağlayancerit Halk Kültürü, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi, Kahramanmaraş, Mayıs 2015. s. 79) |
aşgana |
: |
Yemek pişirilen yer, aşhane, mutfak. “Raflar olurdu, kenarları süslü, aşganalarda uygun bir duvara çakılıp gapları dizmeye.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
aşganacı |
: |
Aşçı, ahçı. |
aşgar |
: |
Eşkal, dış görünüşü, şekil. |
aşgarı bozuk |
: |
Sarışın insan, kötü görüntü. “Aşgarı bozuk.” |
aşgarla |
: |
İki rengi karıştırma. |
aşgarlamak |
: |
1. Dış yüzeyini düzlemek. 2. Değiştirmek. |
aşgarsız |
: |
Yüzsüz, biçimsizsevimsi, çirkin. |
aşgatmacı |
: |
Bulgur pilavına yoğurt, tuz, su ve nane (isteğe bağlı) koyarak yapılan soğuk yazlık yemek. “Aşgatmacı var, yersen Hasan Ke.” |
aşḫana |
: |
Mutfak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aşhane |
: |
Mutfak, yemek yapılanyer. |
aşı |
: |
İri meyveli ağaçlara özellikle Andırın yöresinde Aşılak derler. Bu ağaçların meyvelerinin iri olması aşılanmasından kaynaklanmaktadır. Aşılanmayan ağaçlara da pic derler. Piç sözcüğü ile karıştırılmamalıdır. |
aşı, ekma: yenir |
: |
Helal kazanıp helal yiyen dürüst kişi, gözü gönlü bol insan. |
aşıcı |
: |
Sağlık memuru. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
aşıg atmak |
: |
Teşebbüste bulunmak. |
aşıglıg |
: |
Ayak bileği. |
a:şık |
: |
1. Eksik, noksan. 2. Nazar değmesin diye takılan kemik. 3. Çift tırnaklı hayvanların ön dizlerinde bulunan eklem kemiği. 4. Ayak bileği. |
aşık atma |
: |
Atışmak. |
aşık oyunu |
: |
1. Keçinin aşık kemiğini kınalayarak, kemik dik mi yan mı duracak diye atılarakoynanan oyun. 2. Aşık kemiğinin atılarak düz mü yan mı geldiğine bakılarak oynanan oyun. |
aşıkan |
: |
Aşıklar, aşıkını, aşıklarını. Bir ben başının tacıdır tacı Bir beni Mekke'de hacıdır hacı Bir beni Urumuan alır haracı Bir beni de âşıkanı bendetmiş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.635 |
aşıklı |
: |
Çuval çeşidi. Aşık kemiği gibi çiçekleri olan dokuma çuval. |
aşılak |
: |
1. Meyvesi iri olan ağaçlar için kullanılan bir sıfat. 2. İki tahta ya da ağaç parçasını birbirine ekleme. 3. Aşılanmış bitki. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aşılaklı |
: |
Eklenmiş, ulaklı. |
aşıllamak |
: |
(Ağaç ya da tohumu) çok seyrek dikmek. “Komşu bu elma ağaçlarını aşıllamışsın.” |
aşınan |
: |
Aş ile, yemek ile. Mayil oldum gözlerine doyamam Ak gerdanda sıra benler sayamam Tatlı olur ben canıma kıyamam Ağı yedir kömür gözlüm aşınan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.524 |
aşını tatlandırmak |
: |
1. Yemeğini, yiyeceğini daha güzel hale getirmek 2. İşini yoluna koyup geçimini daha iyi bir duruma vardırmak. 3. Nazlanmak, gönülsüz görünmek. 4. Kendini önemsetmeye çalışmak, nazlanmak, çekimser davranmak. “Aşını tatlandıra tatlandıra bir hal oldu. Sanki biz onun ne menem bir şey olduğunu bilmiyok.” |
aşır çorbası |
: |
Bir çeşit aşure. “Tahtacı kültüründe Aşır Koca’nın kim olduğu hakkında ayrıntılı bir bilgi yoktur, sadece bu ermişin temiz ve iyi kalpli insanlara bazen aşır çorbası için gerekli suyu almaya giderken bir deve üstünde göründüğüne dair bir inanış vardır. Muharrem ayında tutulan orucun son gününde (hicri takvimin ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu gününde) hububat ve baklagillerle Aşır Koca aşkına pişirilen ve bu nedenle “aşır çorbası” adı verilen tatlı bir yiyecektir aşır çorbası.” (Nilgün Çıblak “Mersin Tahtacı Kültüründeki Terimler Üzerine Bir Deneme”, Folklor / Edebiyat, 2003, C.IX, S. XXXIII) |
aşırat |
: |
Aşiret. |
aşırlamak |
: |
İri iri, aralıklı aralıklı dikmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aşırma |
: |
1. Kuyulardan su çekmeye yarayan kova. 2. Hayvanın kıçı üzerine örtülen örtü, g.tselik. 3. Kova, bakraç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
aşırmaç |
: |
At ve eşeklerde semer, plan veya eğer ile kuyruğu arasında bulunan guskunu birbirine bağlayan halı veya örtü. |
aşırt |
: |
Sırt ve bayırların görünmeyen yüzeyi, geri tarafı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
aşırtma |
: |
Semer paldımının aşağıya düşmemesi için sağrı üzerinden ve iki yandan paldıma bağlanan yün veya kayış kemer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aşıt |
: |
Geçit, gözden uzak görünmeyen yer. “Tepeleri aşıt aşıt Asbap geyer çeşit çeşit Burada yattığıma bakma Sağım mezer, solum düşüt” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yay., 1994, Cilt II) |
aşıtlamak |
: |
Utanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
aşikare |
: |
Açıkça, aleni olarak. Getirin atımı binem Aşkar'a Alem bilir sevdiğim aşikâre Dellâllar çağırtsam günde beş kere Satılmaz kumaşım gözden düşkündür Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.619 |
aşinalık etmek |
: |
Selam vermek, tanıdıklık göstermek, yakınlık göstermek. Dolandım geldim ben Rum ile Şâm'ı Sevdiğim yüzünün nûru kalmamış Uğrun uğrun aşinalık ederken Şimdi söyleyecek dilin kalmamış Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.631 |
aşiret |
: |
1. Maraş’ta Alevilere verilen isim, sıcakkanlı. 2. Oymak. Geçen olur şu yaylanın düzünü İlin aşiretin çeker nazını Nazlı yârim sürmelemiş gözünü Suları ısıtıp yaz eylemesin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.558 |
aşiret davarı |
: |
Aydınlı aşiretinin beslediği keçi türü. |
aşiret dili |
: |
Türkmen ve Yörük aşiretlerinin kendi aralarında kullandığı ağız. |
aşiret ebesi |
: |
Türkmen ve yörük aşiretinde hekimlik yapan yaşlı kadın. |
aşiret gocagarısı |
: |
Türkmen ve Yörük aşiretinde hekimlik yapan yaşlı kadın. |
aşiretin gübrek zamanı |
: |
Aşiretin gürbah, kabarık, kalabalık olduğu zaman. |
aşk deryası |
: |
Aşık, sevgi denizi, büyük aşk. Karac’oğlan haylamadan Aşk deryasın boylamadan Kavl ü karar eylemeden Ben payımı aldım bugün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.571 |
aşk eli |
: |
Aşk sebebinden, aşk yüzünden. Karac’oğlan der de yandım yaralı Aşk elinden yüreciğim bereli Ak gerdanda çifte benler sıralı Kız ne diyon şu derdinden ölene” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953, s. 395) |
aşk odu |
: |
Sevda ateşi. Gargıcak'ta bir güzele uğradım Ala gözler kıya kıya bakıyor O güzeli görmemesi yeğ imiş Ciğerciğim aşk oduna yakıyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.614 |
aşkana |
: |
1. Düğün yemeği yapan kadın. 2. Kazan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aşkanacı |
: |
Düğün gibi çokuntularda yemek işiyle ilgili görevli. |
aşkar |
: |
1. Yüz, çehre. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Sarı saçlı adam. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Küllü su. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 4. İşaret, iz, nişan, bellik. 5. Şikir, vücudun görünüşü. 6. Battal Gazi’nin atı. “Aşkar atım meydan bizim Yardan habar geldi bugün Yüklenmişken gam yükünü Saza ceylan geldi bugün” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953)
Getirin atımı binem Aşkar'a Alem bilir sevdiğim aşikâre Dellâllar çağırtsam günde beş kere Satılmaz kumaşım gözden düşkündür Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.619 |
aşkar vermek |
: |
Boyayı tutturmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aşkare |
: |
Apaçık, alenen, uluorta. |
aşkarı bozuk |
: |
Sarımsı hayvan, insan, kötü görüntü. |
aşkarlamak |
: |
1. Derileri tanenli bitkilerle terbiye etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Yemeği baharatla terbiye etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aşkarsız |
: |
1. Sarışın. 2. Çirkin, yüzsüz, biçimsiz, sevimsiz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aşkın deryası |
: |
Büyük aşk, aşk denizi. Ben değilim bunu kitap söyleyen İnip aşkın deryasını boylayan Dilini dinleyip gıybet eyleyen Oruç tutup beş vaktini kılmasın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.558 |
aşkın dolusundan içmek |
: |
Aşık olmak, aşk ateşiyle yanmak. “Oturmuş kâtipler ismini yazar Yüzüne saçılan benlere nazar Mecnun mu sevdiğim pek melil gezer Yoksa aşkın dolusundan içtin mi” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 643) |
aşkıya |
: |
Eşkıya. “Tüygün Nazmi Bey’im tüygün Hanımı kendine uygun Nice aşkıyalar tuttu Kimi kelle, kimi soygun” (Derleyen İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
aşlama |
: |
Soğuk soğuk içilen meyan kökü şurubu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Aşlama! Aşlama! Aşlamacı geldi! Buz gibi aşlama!” |
aşlamacı |
: |
Meyan kökü şurubu satan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
aşlamık |
: |
Şaka. |
aşlanık |
: |
Şaka, latife. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm., Mr.) “Nêdecâmı bilmeden süllümü geri çıharken, aklıma arada sırada beyle aşlanıklar yapdı: düştü.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
aşlanık etmek |
: |
Şaka yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Osm.) |
aşlık |
: |
Buğday, mısır gibi tahıl, bunlardan yapılan çorbalık, bulgur gibi yemeklikler. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
aşma |
: |
Bir ağılı geçmek için koyulan ters V şeklindeki merdiven, bahçe ağılı merdiveni. |
aşmah |
: |
Aşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aşmak |
: |
1. (Erkek hayvanlar için)Dişisiyle çiftleşmek. 2. Sıçrayarak herhangi bir engeli geçmek. 3. Gitmek.Açmak. |
aşman |
: |
İleri giden, öne çıkan (kimse). “Ne ardda kal, ne ol aşman Dilersen olmamak pişman Nefistir en büyük düşman Bu bir hükmü kitaptır ha:” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Hayati Vasfi Taşyürek), Kaynak: Av. M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufçuk Bas. Yay. Ve Tanıtım Hiz. Ankara 2001) |
aşna |
: |
Tanıdık, dost, bildik, âşık. Yaylanın hası da şu nazlı pınar Aşnası olanlar yolları dener Duramaz dillerim nazlımı arar Dilimi tutup da duramıyorum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.510 |
aşna vişne |
: |
1. Gizli bir şeyi ima etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Gizlice sevişen. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
aşnak |
: |
Doğurgan, verimli (dişi). |
aşnalık |
: |
Şakalaşma. Yarenlik.Hoş sohbet. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aşpinçik |
: |
Çocukların yemek oyunu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
aşşa: |
: |
Aşağı, düşük, kötü. “Yar gelir aşşa geder Varır sülükçüyü yoklar Sülükçüyü bulamazsa Varır fabrikayı bekler” (Kaynak: Teslime Altınoluk, Derleyen: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72)
“Aşşa yeli gara gor gibi, adama gar gibi değermiş” (Andırın Atasözü) |
aşşa: yeli |
: |
Güneyden esen rüzgar, kıble yeli, garbi yeli de denir. |
aşşa: yüz |
: |
Aşağı. |
aşşa:da |
: |
Aşağıda. “Dizlerim dutmuyor anam Öldü’yere gidiciyim Aşşada yonca biçer Yan’da kuzu güdücüğüm” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
aşşa:dan |
: |
Aşağıdan. “Aşşâdan gelen heçe Banzettim gınalı goça Emek çektim çehiz ettim Emeklerim getti heçe” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Polis Duran’ın Ağıtı, Derleyen: Yalçın Özcan, Kaynak Kişi: Sırrıye Yücel) |
aşşağa |
: |
Aşağıya. “Bozdoğannar aşşağa göçer, Gurşunnar yaralar açar, Yekinsene benim anam, Önsüzüm günü mü geçer.” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kaza ile Vurulan Kadının Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayşe Bekar) |
aşşağıdan |
: |
Aşağıdan. “Aşşağıdan gelen gazlar Ardı gelir önü gözler Biz Omar’a düyün gurduk Davılsız oynuyor gızlar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Göğüs) |
aşşa:rakda |
: |
Daha aşağıda bir yerde. |
aşşüyüz |
: |
Aşağı. |
aştan çıkan nane çöpü |
: |
Her işe karışan, her lafa maydanoz olan kimse. |
aşula |
: |
Şarkı, çokçası çobanların söylediği türkü, mani. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
aşya: |
: |
Tereyağı. |
aşyerimek |
: |
Aşermek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
at ırkımak |
: |
At coşmak. |
at kaçar, it koşar, ikisi birlikte varır yurda |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
at namazı |
: |
Bir ayağının üzerineağırlık vererek kılınan namaz. |
at ölümü |
: |
Bin dokuz yüz altmış yılındaki at hastalığından toplu at ölümü. |
at ver dost ol, gız ver düşman ol |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
ata kenni |
: |
Ata sözü, sözünde durma, kesin söz, dönme boşanma yok. |
ata vursaŋ eyer, eşeğe vursaŋ semer |
: |
Joker gibi, eli her işe yatkın. “Ata vursan eyer, eşeğe vursan semer.” |
atabos |
: |
Otobüs. “Atabosa on guruş para verirdi, bin de gel der idi. Oyudu, yâni atabosun gezdi: yer buralar idi. Esgi beledienin ordan kagdı ya atabos.“ (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
atağa |
: |
Baştan savma. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
atak |
: |
Yalancı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
atak vermek |
: |
Saldırmak. |
atamak |
: |
Sözünde durmamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
atar |
: |
Cesaret, gözü peklik, gözünü budaktan esirgememe, korkusuzluk. |
ataş |
: |
Ateş. “Söylesene Hasib’abla Gelinlik yakışmaz mı gızıma Alevlendim yanıyorum Bir ataş düşdü özüme” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ataş kesga: |
: |
Ucu yanan odun. |
ataşı gaymak |
: |
Yanan ateşe odun atmak, yanmakta olan odunları karıştırarak yanmasını sağlamak. “Ataşı gaydık ocaklığa. Vurduk şorun gözüne.” |
ataşlık |
: |
Çakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
atçılık oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. ATÇILIK OYUNU Erdemli yöresinde atçılık oyunu üç şekilde oynanmaktadır. Bunlar: Birincisi: Evde, sokakta, tarlada oynanan bir oyundur. Genelde anneler ve babalar tarlada çalışırken çocuğun tek başına vakit geçirmek için oynadığı bir oyundur. 60-70 cm. uzunlukta bir dal bulunur. Çocuk, bulunan dal parçasını iki bacağının arasına alarak “deh, dıgıdık” diyerek koşar. Diğer elindeki kısa çubuğu da kamçı yerine kullanıp dal parçasına vurur. Koşarken tahta parçasıyla toprağa şekiller çizmeye çalışır ve arkasını dönerek çizdiği şekillere bakar. “Çüşş” dediği zaman durur. Arkadaşlarıyla oynuyorsa koşarak birbirlerini geçemeye çalışırlar veya bir yer belirleyerek oraya varmak için yarışırlar ikincisi: En az iki kişi ile oynanır. Uzun bir ip veya don lastiği bulunur ve ipin uçları birbirine bağlanır. Bağlanan ip at olacak kişinin başına geçirilerek ağzına tutturulur. Birden fazla kişiyle oynanıyorsa ipler at olan kişilerin bellerine geçirilir. Sürücü olan kişi “deh” dedikçe at olan kişi koşar. Sürücü ipi sağ tarafa çekerse at olan kişi sağa, sol tarafa çekerse sola döner. Sürücü “çüşş” dediği zaman durur. Üçüncüsü: Çocuklarla büyüklerin, evde birlikte oynadığı bir oyundur. Büyükler, eğlendirmek için çocuğu sırtına bindirir. Çocuk “deh” dedikçe at olan kişi emekleyerek gider, çocuk “çüşş” deyince durur. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s.205 - 206) |
atder |
: |
Aktar, attar. |
atdığıyınan |
: |
Atar atmaz. |
ateh |
: |
Bıkkınlık, usanç. |
atej |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ateş. |
ateş ipiletmek |
: |
Ateş yakmak. |
ateş torbası |
: |
Fener. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ateş vurmak |
: |
Ateş yakmak. |
ateşi kaymak |
: |
Ateşlemek, tutuşturmak. |
ateşim yeni |
: |
Oyunculardan birinin ebe olması şartıyla ortaya iki taşın konulması ve karşılıklı o taşları devirme, bunun sonucunda yakalama, esir alma oyunu, savaş gibi. |
ateşin şavkı |
: |
Ateşin ışığı. |
ateşlik |
: |
Kibrit, çakmak, kav çakmak. |
atgı, atkı |
: |
1. Vergi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) 2. Eşkıyaların kişilere zorla kabul ettirdikleri borç. “Dağlardaki nam salmış eşkıya başları arasında en mert ve en merhametlisi olarak bilinirdi. Etraftaki köylere yiyecek için atgı attığında yani adam salıp yiyecek istediğinde, vermeyen olursa evine baskın yapmaz, dağa kaldırıp işkence etmezdi.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
atgıcı |
: |
Tahsildar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
atgın |
: |
Palavracı, abartılı kimse. |
atı geldi donu geldi |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Elbiseleri geldi. Don elbisedir. Hayvanlarda daha çok atlarda, renktir. “Atı geldi donu geldi (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
atı Haleb’i dolanmak |
: |
Sevinçten uçmak anlamına. “Oğlum askerden gelince (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
atı ho:dürmek |
: |
Çok hızlı sürmek. |
atı sattık gatır aldık, belayı satın aldık |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
atı yavuz ceren tutar |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. At o kadar hızlı koşar ki, öylesine yavuz bir at ki, ceylanı (cereni) bile yakalar. “Benim ağam ne hoş yatar (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
atıcı |
: |
Hallaç, pamuk-yün atıcı. |
atıkmak |
: |
Ün kazanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
atım at olanaça: istifim fet olur |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
atımına düşürmek |
: |
Atımına getirmek. |
atın hamını almak |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Yorgun, koşudan çıkmış ya da uzak yoldan gelmiş atı dolaştırarak yorgunluğunu almak, ısındırma. “Gıvranın gemiye binin (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
atıŋ harla gelmesi |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Atın hızlıca gelmesi. “Atı da gelir harınan (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
atıŋ garpızlı: |
: |
Atın semerinin iki yanlarındaki torbalar. |
atıŋ gözüynen yolu gelmek |
: |
Karanlıkta sürücüsünün kontrolü dışında atın yolu bularakgelmek. |
atıŋ kişneyerek gelmesi |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. At, binicisi kötü durumdaysa- vurulunca hastalanıp düşünce...- eve gelip binicisinin yakınlarına, kişneyerek kötü durumu haber verir inancı yörede hakimdir. Böyle durumları, bizzat yaşadım diyerek anlatanlardan çok dinledim. |
atıŋ saka:sından tutmak |
: |
Atın çenesinin altından tutmak. |
atıŋ terki |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.Atın arkaya doğru olan kısmı, eyerle kuyruk sokumu arası. |
atıŋ yelkesi |
: |
Atın çenesinin altı. |
atıŋa bin gel getmek |
: |
Geçip gitmek. |
atına da dök |
: |
Bir şeyin çok bol olması, yeterinden fazla olma. |
atınan gelmek |
: |
Gelini düğünün sonunda babasının evinden atla getirmek. |
atınan sekdirmek |
: |
Atı sektirerek sürmek. |
atışmak |
: |
Tartışmak. “İncir çekirdeğini doldurmıyacak mesele uçun atışıp durdular.” |
atıyor lafı, depiyor keçeyi |
: |
Çok lafçı. “Atıyor lafı, depiyor keçeyi.” |
atiynen, ati:nen |
: |
Atıyla. “Atiynen burıya gelmiş. Burada Maraş’da galmış. Teggeşinninin gızını humardan udmuş almış.” |
atkı |
: |
1. Kaşkol, boyunbağı. “Köylü kadınları ise aşıklarına kadar uzun ve paçası lastikli rengarenk basmalardan dikilmiş şalvarları, yine allı güllü fistanları, yün ya da kumaş ceketleri, bazılarında düz ya da sırma işlemeli kaftanları; ayaklarına çorapsız geçirdikleri Derby veya Gıslavet marka kara lastik ayakkabı; başları bürgü, şeş, yemeni, atkı, mahrama veya beyaz üzerine sarı çizgi desenli bir kumaşla yapılmış sarıkla örtülü olduğu halde birlikte geldikleri heriflerin alış veriş yaptığı esnafın dükkanının gölge bir tarafında, bir ağacın veya kendilerini getiren traktör ya da kağnının altında otururlardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) 2. Düğünlerde gelin ve damada verilen hediyeler. “Atkımızı atıp dönelim.” |
atlaç |
: |
Dağın yüzü, sırtı, yamaç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
atlama |
: |
Bir akarsuyun taştan taşa atlanarak geçilen yeri. “Atlamadan tin tin zıplayarak, carpadak karşıya geçti.” |
atlamacık |
: |
Çaydan geçebilmek için aralıklarla konulan iri taşlar. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
atlamak |
: |
1. Ayıklamak; pisliklerinden, çerçöpten arındırmak. 2. Ayıklamak, toplamak, devşirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
atlambaç |
: |
Akarsulardan geçebilmek için suyun içine aralıklarla konulmuş iri taşlar. |
atlanıp ardına düşmek |
: |
Bir işi sıkıca takip etmek, gayret gütmek. |
atları birbirine tirkmek |
: |
Atları birbiri arkasına bağlamak. |
atlas |
: |
Yüzü parlak, sık dokunmuş bir tür iplikli kumaş. Ayağına geymiş telli yemeni Kaldıralım aralıktan gümanı Ak topuk üstüne atlas tumanı Döker gider yaylasına bir gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.549 |
atlı sığmış, itli sığmış da çocuklu hiçbir yere sığmamış |
: |
Çocuklarla hiçbir yerde rahat edilmez anlamında. “Atlı sığmış, itli sığmış da çocuklu hiçbir yere sığmamış.” |
atlısı atlı, yayası yayan |
: |
Düğün alayının kimi atlı kimi yaya olarak gitme. |
atma |
: |
1. Kilim ve ahavlu dokunurken konulan renkli çizgi. 2. Atma, bir tür giysi. “Sırtına da geymiş atma Çıkar da sallanır dama Ben eşimi yolcu etdim Bilmem Halep, bilmem Şam’a (Anan baban yanına)” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Koca Durmuş’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Nadire Erkek) |
atmış dörtlük |
: |
İri postakal cinsi. |
atsamak |
: |
1. Ata binmeyi özlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. (Kısrak) Aygır istemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
attan indirmelik |
: |
Gelin inmeden toplanan para, mal vb. |
atter |
: |
Köylerde hayvanla gezici satıcılık yapan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
attırgaç |
: |
Pamuk atan aygıt. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
av etmek |
: |
Av yapmak, avlanmak. Karac’oğlan der ki bilmedim n'oldum Aşka düşeli de sarardım soldum Yaylayı gölleri gezdim yoruldum Issız kalmış av ettiğim salaklar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.591 |
ava |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; hava. |
avadan |
: |
Ziynet eşyası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
avadanlık |
: |
1. Kış için kurutulmuş sebzeler. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Tarım aletlerinin genel adı. |
avadannık |
: |
Çerez gibi şeyleri yeme. |
aval |
: |
Budala, şaşkın. |
aval aval |
: |
Şaşkın şaşkın, sersem sersem, uykulu. |
ava:lık |
: |
Küçük sebze bahçeciği. |
avangoç |
: |
Bir çeşit makara dizgesi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
avani |
: |
Tabak, çanak, çömlek gibi mutfak eşyaları. |
avanmak |
: |
İple yukarı çıkmak, tırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
avanta |
: |
Haraç. “Bizim avantamız ne olacak bu işte. Onun da adını goysak diyom da.” |
avar |
: |
Tarladaki sebze. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
avar zavar |
: |
Bahçede, tarlada ekili durumda bulunan sebze ve tahıl. |
avara |
: |
İşsiz, güçsüz, şaşkın, kararsız, boş duran kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Ada. İç.) “Çocuklar gezer avara (Kaynak: Andırın Büveme Köyü’nden Cinnilerden Ahmat Kıvrak Cinne-met) |
avara durmak |
: |
İş yapmadan oturmak. “Avara durmak, çalışmaktan daha zorumuş.” |
avara etmek |
: |
İşinden alıkoymak, iş yaptırmamak. Karadır kaşların kara Kirpiklerin açtı yara Beni işimden avara Eden benden beter olsun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.566 |
avara kalmak |
: |
İşi varken bir durum yüzünden boş oturmak. “Bir kış boyu avara kaldım guzum bu dizimin sızısından.” |
avara olmak |
: |
Başıboş olmak, elin hiçbir işe varmaması. Sabahtan uğradım yara İşimden oldum avara Ayağın bastığı yere Tozuna kurban olduğum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.509 |
avaralık |
: |
Bir iş yapmamak |
avaramın yaan |
: |
İşin gücün yok mu senin? |
avarantı |
: |
Boş gezen, boş oturan. |
avarcılık |
: |
Sebzecilik. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
avare |
: |
Kabuklu beyaz leblebi. “Dondurmacıların, darı satanların, avare, gazoz, datlımaya, darı patlangıcı, duzluca satanların çığırmalarını duya/duymaya hızlı adımlarla evlerimizin yolunu tutardık.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
avarık |
: |
1. Sebze ekilen yer. 2. Eve yakın sebze bahçesi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
avarlık |
: |
1. Eve yakın sebze bahçesi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Ticari olmayan sebze bahçesi. Patlıcan, biber, domates vb. yetiştirilen yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
avay |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; on altı kiloluk ağırlık. |
avaz |
: |
Yüksek ses, fazla ses. Elifi dersen de nazlıdır nazlı Eşme'yi dersen de sırf ala gözlü Söyletme Şerfe'yi bülbül avazlı Söylüyor Zilha'nın dilleri güzel Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.476 |
avaze |
: |
Ötme, ses. |
ava:ze etmek |
: |
Ötmek, çığrışmak, çağırmak (Bülbül) “Sabahtan uğradım turnaya kaza Güle bülbül konmuş eder âvâze Aman Mevlâ’m aman kasdetme bize Ayırma bülbülü gülünden felek” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 471) |
avazlı |
: |
Güzel sesli, avaz. |
avcar |
: |
1. Dolma tüfekleri atışa hazırlamak için kullanılan, kapsül, saçma, barut, kurşun vs. nin tamamına denir. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. İç. Osm.) 2. Yemeğin yağı, salçası, biber vb. karısımı, baharatı, kısacası yemeklerin üzerine dökülen sos. “Çiğ köfteyi yoğurmaya başlamadan önce avcarını yanıbaşında hazır edeceksin.” 3. Ezilmiş, parçalanmış. 4. Pastırma ve sucuğa konulan baharat. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Osm.) |
avcarı bol olsun |
: |
Baharatını fazla fazla koy. “Bişme güzel olsun diyorsan avcarını bol goyacaksın.” |
avcarlamak |
: |
Yemeğe avcarını koymak, baharatını katmak, eti baharatla terbiye etmek. |
avcarsız |
: |
Avcarı konmamış ya da yeterince konmamış (yemek). Bu kısıra da hiç avcar koymamışsın. Avcarsız kısır ancak bu kadar olur.” |
avdıl |
: |
Saf, kendinden habersiz halde. “Hacı’m çarşılarda sallanıyor Gır atı da nalbantlarda nallanıyor Avdıl gezme İnce Hacı’m Dile düşer dillenirsin” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
aver |
: |
Bir gözü kör olma. |
averen yeşili |
: |
Açık yeşil. |
avgan |
: |
Su kemeri. |
avgın |
: |
1. Lağım. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Üstü kapalı veya açık su yolu, ark. Bahçe duvarlarında açılan su deliği. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
avgu |
: |
Çam kabuğu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
avgun |
: |
1. Üstü kapalı veya açık su yolu, ark, bahçe duvarlarında açılan su deliği. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Avcılıkta kuşlara kurulan tuzak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
avıç |
: |
Avuç. |
avıdiğim |
: |
Avutayım. “Niyese eve geldim. Güçücük gızımı avıdiğim de dedim, geri yetişiğim. Bu ganınan öldü, sağ galmadı bu avrad dedim.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
avıktırma |
: |
1. Alıştırmak, cesaretlendirmek. Özellikle av köpeklerini ava alıştırmak.Köpeğe nasıl av yapılacağını öğretme. 2. Atmaca, şahin, doğan ve ya köpeğin av için alıştırılması, eğitilmesi,davranışların öğretilmesi. 3. Oyalama. |
avın |
: |
1. Avını. Gel sevdiğim sığınalım Subhan'a Yavru şahan derler avın kapana Meze olsun al yanaktan öpene Ah u zarım tatlı dilinde kaldı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.415 2. Hayvanların çiftleşme yerlerine denir. "Ev olmuş, avın olmamış." |
avınmak |
: |
1. Avunmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Dişi hayvanın gebe kalması, dölün tutması. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
avır |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ağır. |
avırdına batarak yemek |
: |
Sert bir yiyeceği ağzının dolusu alıp ağzına batarak yemek. |
avırt |
: |
Yüz, yanak, çenek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
avırtlak |
: |
1. Akdeniz bölgesinde üzüm mevsiminde sarı çiçek açan, geniş yapraklı bir ot. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Başak tutmak üzere olan ekin. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
avil |
: |
Enayi. |
avil avil bakmak |
: |
Aptal aptal bakmak. “Avil avil bakma öyle.” |
aviz aviz gezmek |
: |
Aylak aylak gezmek. |
avkalamak |
: |
1. Örselemek, hırpalamak, ansızın altına almak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Avuç dolusu almak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
avkalanmak |
: |
Zedelenmek, hırpalanmak, örselenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
avkalaşmak |
: |
Boğuşmak, didişmekaltalta, üstüste gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
avkat |
: |
Hak ve yasa işlerinde isteyenlere yol göstermeyi, mahkemelerde, devlet dairelerinde başkalarının hakkını aramayı, korumayı meslek edinen ve bunun için yasanın gerektirdiği şartları taşıyan kimse. |
avlağa |
: |
Saman dökme yeri, beton veya tahta kanal, sandık. |
avlağı |
: |
1. Bahçenin etrafına ağaç ve ince dallarla yapılan çit, engel. 2. Evin bitişiğindeki tarla. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
avlak,avlag |
: |
Avı bol olan yer, av yeri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Şu yalan dünyaya geldim geleli Deli gönlümün düzeni bozuldu Felek tabancasın belden çekince Avlağım, sulağım, evim bozuldu” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 639) |
avlanam |
: |
Avlanayım. Arab atım mı var benim eğlenem Ya şahanım mı var salam avlanam Ala gözlüm mü var bakam eğlenem Sılam seni terk edeyim bir zaman Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.522 |
avlu |
: |
1. Dam merteklerinin küçüğü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Evin etrafında çit veya duvarla çevrili bölüm, havlu. Avluda bağlıdır yiğidin atı Her nere varırsan söylenir medhi Altuna batırsan iy'olmaz kötü Aslı ham demirden cevherdar olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.647 |
avlamaz |
: |
Elinden iş gelmeyen adam. |
avlık |
: |
Av beklenen yer, evsin de derler. “Ayrıyon mu yoksul ile bayları Astın omuzuma, astın yayları Geldi derler, duydum bahar ayları Beklerim avlığı kaz gelsin diye?” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 95 |
avludaki iti sofaya s.çırma |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
avluk |
: |
Kuzeye bakan dağ yamacı. |
avrad |
: |
Kadın, eş, karı, hanım. “Evi ev eden avrad; yurdu şen eden devlettir.” (Andırın Atasözü) |
avrad elli |
: |
Hanım tarafına daha çok gidip gelen. |
avradı kahya yapmışlar, zehmeride geçi gılı gırkdırmış |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
avradları:mı |
: |
Avratları gibi. “Bunnar var ya bunnar. Bunnara asla bir sırrını vermiycên. Bunnar avradları:mı aynen. “ |
avrana |
: |
1. Büyük tencere, leğen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Dişi deve, doğurmayan yoz deve. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç. Osm.) |
avrat |
: |
1. Kadın, iyi ve becerikli kadın. 2. Kadın, eş. “Her avradıŋ adı bir, garannıkda dadı bir.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
avrat ağızlı |
: |
Sürekli dedikodu yapan. |
avrat akıllı olmak |
: |
Hanımın sözüne uyup her dediğini tutmak. |
avrat duz dedimi g.tüŋ cız demesin |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
avrat hasan |
: |
Eli ev işlerine yatkın erkek. “Avrat Hasan.” |
avrat kısmı |
: |
Hanım kısmı. |
avrat lafı |
: |
Aslı olmayan söz. |
avrat üstüne varmak |
: |
Kuma, yenge olmak. |
avratsıramak |
: |
Kadın arzulamak “Çulpazlı gene avratlı gonuşmiye başladı….Eyice avratsırıyek belli ki” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
avratsız aş yemez |
: |
Eşine düşkün kimse. “Avradsız aş yemez.” |
avsal |
: |
1. Avı çok olan yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Gerek, gerekli. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Kolay, çabuk. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
avsın |
: |
Büyü, dua ile iyileştirme. “Yaylaya çıkıldığında akrep ve yılan sokmasına karşı avsınlanmak gerekir.” |
avsınlama |
: |
Yılan ,akrep sokmalarına karşı koruyucu olabilecek işler yapma. |
avsınlı |
: |
Büyülü. “Avsınlıyım ben. Bana hiç dokanmaz o akrep.” |
avsınnatmak |
: |
Yılan sokmasın diye dua okutmak. |
avsıt |
: |
Tahta kağnı tekerinin ortasındaki yahta. |
avsun |
: |
Zehirli hayvan sokmalarına karşı okuyup üfleyerek bağışıklık kazandırmak. |
avşam |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; akşam. |
avşamnayın |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; akşamleyin. |
Avşar |
: |
1. Hamarat, becerikli. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Afşar, bir Oğuz-Türk boyu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 3. İran’ın kuzeyinde ve Anadolu’nun daha çok güneyinde bulunan ve Avşar boyunu meydana getiren Türkmenlerin ismi. Bölgemizden bir fıkra: ADRESİNİ VER Çerkez, Laz ve Avşar Allah’tan dilek dilemeye gidiyorlar. Önce Çerkez Allah’ın huzuruna varıyor ve “Allah’ım bana iki yüz elli koyun ver.” diyor. Daha sonra Laz Allah’ın huzuruna varıyor, “Çerkez’e iki yüz elli koyun verdin bana da üç yüz koyun ver” diyor. Avşar kurnaz olduğu için Çerkez ve Laz’ı önden gönderiyor. Sonra Allah’ın huzuruna Avşar çıkıyor. “Ey Allah’ın onlara istediğini verdin diyor, bana da onların adresini ver.” diyor.. (Suat Savur, Adana İli Tufanbeyli İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üni., SBE., TDE. ABD, Adana, 2010, s.416) |
Avşın |
: |
Afşin. “Göksün Avşın’ın arası Ağır m’ola yarası? Gurban olam a bebêm Angara’da var çâresi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Nevin’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Elif DALKIRAN (Foter Elif)) |
avşırı çavşırı |
: |
Karmakarışık, düzensiz ve sırasız. |
Avşun |
: |
Afşin. “Şu Avşun’un yazıları Bitmez evlat sızıları Kuzu gibi meleşiyor Bu İmam’ın kuzuları” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, İmam’ın Ağıtı, Derleyen: Hüseyin Şahin, Kaynak Kişi: Babası Cerrahoğlu Hasan Tıraş) |
avşut |
: |
Köşe. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
avucuna osurup burnuna tutmak |
: |
Gençliğin en hızlı zamanı, delişmence davranmak, pervasızlık |
avucunu yala |
: |
Eline geçen fırsatı tepenlere söylenir. “Avucunu yala.” |
avuk |
: |
Avare. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
avukmak |
: |
Yetinmek, oyanlanmak, avunmak. |
avul |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; evin önündeki geniş alan. |
avul içi |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; avlu. |
avuncak |
: |
Oyalanma, avunma aracı, teselli. |
avunmak |
: |
Döllenmek, dölün tutması, doyumsamak. |
avurlamak |
: |
Tehdit etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
avurna |
: |
Doğurmayan yoz deve. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
avurt |
: |
1. Yüz, yanak. “Traş olurken avurdunu şişirmesi var ya.” 2. Çene. |
avut |
: |
Hayvanın art kısmı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
avutgan |
: |
Aldatıcı, avutucu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
avuturlak |
: |
Buğdayların başak olması. |
Ay |
: |
Tahtacılarda Hazreti Ali. |
ay aydın |
: |
Ay ışığı, mehtap. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
ay ıslığı (ayı ıslığı) |
: |
İki elin işaret parmakları ya da bir elin işaret parmağıyla serçe parmağını birleştirip ağıza götürerek çıkarılan ince ve keskin ıslık. “Cabbar iki parmağını ağzına sokup, uzun bir ayıslığı çekti.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
aya |
: |
Gergef. |
aya: |
: |
Ayağa. “Bir buçuk yaşarsa ayâ kalkar Evin eşyasını hem kırar döker Başın boş bıraksan kendini yakar Ona çok dikgatlı bakar anneler” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Annelerin Ağıdı, Ağıdı Yakan: Mahire Yaycıoğlu) |
aya: |
: |
Ayağa, ayağı. |
aya:nın |
: |
Ayağının. “Aya:nıŋ biri bükük ayakta duran birine yaklaşıp; dik duran aya:nıŋ bükülme yerine (dizinin arkasına) vurarak, adamın dengesini bozup düşürmeye çalışma şakamız ve arkasından kahkaha atmamız incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
ayagcı |
: |
Getir götür isleri yapan. |
ayağacak |
: |
Ayağa kadar. “Karac’oğlan der ki gurbet gezerim Nerde güzel varsa anı sezerim Baştan ayağacak fitil dizerim Yakarım billâhi nic’olur olsun” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 566) |
ayağı cıvık olmak |
: |
Çok gezen namus anlayışı kıt olan. |
ayağı gitmemek |
: |
Düğünde istemediği bir müzikte oynamak zorunda kalmak. |
ayağı yanık it gibi koşmak |
: |
Her şeye koşturup durmak. “Ayağı yanık it gibi koştum durdum. Elimde avucumda ne var.” |
ayağı zıypmak |
: |
Başaramamak, ayağı kaymak. |
ayağıŋ göl başın sel |
: |
Madem sözümü dinlemedin istediğini yap neticesine katlanırsın. “Ayağın göl başın sel olsun.” |
ayağını denk atmak |
: |
Davranışlarına dikkat etmek. “Ayağını denk at, başıma iş açma.” |
ayağını mercimek kütüğüne dayamak |
: |
“Ayak diremek, herhangi bir tutumda saplanıp kalmak, çok inat etmek” anlamında alay yollu söylenir. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) “Ayağını mercimek kütüğüne dayamış, Nuh diyor Peygamber demiyor.” |
ayağını orta direğe dayamak |
: |
Uyumsuzluk göstermek, inatlaşmak. |
ayak |
: |
Merdiven basamağı. |
ayak bastı parası |
: |
Geline, kaynana ve kayınbabanın verdiği ayakbastı hediyesi, üzengilik. |
ayak donu |
: |
Uzun don. |
ayak eskisi |
: |
Rezil, kepaze. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
ayak kösmek |
: |
Ayakları bir araya getirmek. |
ayak miyenesi |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Dikdörtgen ağızlı, uzun uçlu çekiçtir. Kapların ağız kısmının çıkarılması ve zemin kenarın yapımında kullanılır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 39) |
ayak vermek |
: |
-Birinin söze ya da şiire başlamasına yönelik önden söylemek. |
ayak yapmak |
: |
Kandırmak içinkurulan düzen, yapılan konuşma. |
ayak yolu |
: |
Tuvalet, hela. |
ayak yoluna gitmek |
: |
Tuvalete gitmek. “Elinde ırbığı ayak yoluna gidiyordu.” |
ayakcak |
: |
1. Taban ve koncu tek parça ağaçtan yapılmış, burnuna meşin çakılı ayakkabı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Dokuma tezgahı pedalı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Bir çeşit merdiven, ayak konulan yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “O zaman iş cambazın başına düşerdi ve neredeyse bir kat ev yüksekliğinde ayakçağına çıkar, belinden yere kadar da upuzun bir pijama gibi bir giysi giydirilir, yüzünü de tıpkı bir palyaço gibi boya ve takıntılarla şekillendirip bir davul eşliğinde gezmeye başlardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ayakça |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ayakta. |
ayakçı |
: |
Hizmetçi, garson, ayak işçisi, yumuş uşağı. |
ayakçıl |
: |
Merdiven, merdiven basamağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ayakkapla: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ayakkabılar. |
ayaklamak |
: |
Gezinti yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ayaklaşmak |
: |
İnatlaşmak, ayak diremek. |
ayaklı |
: |
1. Bir altın çeşidi. 2. Beşik. “Kardeşimgile vardım da Kardeşim beni yolluyor Bizim yalınız ölmüş de Daha ayaklı sallıyor” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ayaklı - köşe |
: |
Başa takılan ziynet eşyası. |
ayakma |
: |
Meyvası bodur bir ağaç türü. |
ayakmak |
: |
1. (Baygın kimse) Kendine gelmek, ayıkmak, 2. El ayası ile süpürmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) 3. (Güneş için) Batmak, gurub etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Dün düşümde ayan oldu İnce Kemal ettim destan Sanki bana kader oldu Başım ayakmıyor yastan” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yay., 1994, Cilt II) |
ayal |
: |
Kadın, eş. |
ayala |
: |
Ele sığacak büyüklükteki taş. |
ayalamak, ayamak |
: |
1. Sahip çıkmak, benimseyip kendine mal etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) 2. Çok yüz vermek, şımartmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ayam |
: |
Yağmursuz, güneşli hava. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
aya:m aya:ma dolaşıyor |
: |
Başım dönüyor, halsizim. “Ayâm ayâma dolaşıyor.” |
ayamılık |
: |
Yağmursuz güneşli hava. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
ayampu:r |
: |
Aşırı nemli hava (inciri olgunlaştıran hava olarak bilinir.) “Ayampûr çıktı ama hava hep aynı.” |
ayan |
: |
İlham olma, haberdar olma. “Ben de Adanı’ya getmem İclâl yanımda olmassa Ayan olsun Fatma abla Yirmiye ………………” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İclâl’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Emine Gök (Hodul Emine)) |
ayan olmak |
: |
Aşikar olmak, malum olmak. Karac’oğlan der hey gidi ustalar Dua eylen geri dönsün hastalar Dünyada ettiğim gizli nesteler Hak katında ayan olsa gerektir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.613 |
ayan olsun |
: |
Müjde olsun, haberin olsun. |
ayaŋa |
: |
Ayağına. “Gundurasın’beri verin Aya’ana dar geliyor Gardaşın aşşâda galması Bir gardeşine zor geliyor” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüseyin Ke Memmet’in Hanımının Ağıdı, Kaynak Kişi: Meryem Tekatlı) |
aya:ndan |
: |
Ayağından. |
ayanpuhur |
: |
(Eyyamül bahar) Yaz mevsiminin en sıcak günleri. “Yahu ne sıcak böyle… Ayan puhur da çıktı amma… Şeyi diyecektim… Musa’nin işi ne imiş öyle?... Hani Kars’taki olanlar?...” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
ayanta |
: |
İhmalkâr, ihmalci. |
ayar payar |
: |
Denk olacak biçimde. |
ayarcı |
: |
Öşürlerin ölçüsü, ayar tası kullanan. |
ayartası |
: |
Öşürcülerin ölçü kabı. |
ayartmak |
: |
Kandırmak, yoldan çıkarmak. |
ayas |
: |
Çardak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
ayat |
: |
Kuran’ın cümleleri. |
ayatan |
: |
Çukur yerlerde birikmiş yağmur suları. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
ayayinen |
: |
Ayağıyla. |
ayaz |
: |
1. Seyrek saçlı baş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Gökyüzünün berrak olması. 3. Taraça, üstü açık balkon, tahtaboş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 4. Evin önünde teras. 5. Kuru soğuk. |
ayaz kesmek |
: |
Havanın çok soğuk olması. Ay karanlık azdırmışım yolumu Ayaz kesti ayağımı kolumu Ben kendime mehil görmem ölümü Bundan sonra sağlığıma güman hey Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.644 |
ayda azzı:na künde büzzǖ:ne |
: |
iyilikten anlamayan kişilere yapılması gereken muameleyi anlatan bir söz. Kârını zararını düşünmeden ortalıkta, el işinde çalışmaya razı olanlara söylenen kinayeli bir söz. |
aydaş |
: |
1.(Çocuk için) Cılız, zayıf kimse, çelimsiz, bir deri bir kemik kalmış bebek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Osm.) 2. Bacakları çarpık. 3. Anormal doğan çocuk. 4. Şaşı. 5. Zayıf, çocuklarda görülen hastalık |
aydaş aşı |
: |
Bebeği aydaşlıktan kurtarmak için pişirilen yemek. |
aydaş olmak |
: |
(Bebek) Çok zayıflamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
aydeş |
: |
1. Anormal doğan çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Bacakları çarpık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aydeş aydeş yürümek |
: |
Ayaklarını iki yana açarak yürümek. |
aydığmak |
: |
(Hava) Aydınlanmak, ışımak. |
aydınımak |
: |
Aydınlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aydınlı |
: |
Konar-göçer aileler, yörük, aşiretler. Hayvan otlatmaya gelen Türkmenlere Avşarlar Aydınlı derler. “Aydınlı bizim elimiz Ahrete döndü yolumuz Baban sehele göçücü Nasıl durucun yalınız” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Tüfek İçin Vurulan Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Bayram Tüten) |
aydınnatmak |
: |
Aydınlatmak, bilgi sahibi yapmak. “Bir olay gonuşuluyodur. Amma pek annaşılamamışdır veya annamıyannar ço:nnukdadır. İşde O zaman; “Yok bire, şey yok mu, hanı bir kere seninen inek satdidik veya saman aldi:dik ya …” şeklinde devam eden garışık bir durumu dolambaçlı yollardan aydınnatmıya yönelik annatımlarımız incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
aydınnı |
: |
Yörük, konar-göçer aileler, yörükler. “Goyunu guzuya gatdım Gaflet uykusuna yatdım Duydunuz mu Aydınnılar Canını çiftiye satmış” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Tüfek İçin Vurulan Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Bayram Tüten) |
Aydınnı geçişi |
: |
Aşiret davarı. |
Aydınnı gıcı: |
: |
Kuyruğu çatal Yörük koyunu. |
aydırmak |
: |
İyilik bilmemek, nankörlük etmek. |
aydöşşeğe |
: |
Bir bitki türü. |
ayeller |
: |
Amanın. |
ayen |
: |
Amanın. Şaşkınlık için kullanılır. |
aye:n |
: |
Canım benim. |
ayeri bozuk |
: |
Düzgün olmayan, aşufte kadın. “Ayeri bozuk.” |
aygın |
: |
uyanık, gözü açık. |
aygıt |
: |
Meyva kurusu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
ayı baldıranı |
: |
Yumru kökü zehirli bir ot, baldıran otu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ayı döşşeği |
: |
Bir çeşit ot, ayı tapı da derler. |
ayı homacı |
: |
Biçimsiz yığın. |
ayı özemeci |
: |
Yiyecek türü şeylerin ezilmesine, şeklinin bozulmasına atfen yapılan benzetme. |
ayı tapı |
: |
Bir çeşit ot. |
ayıboğan |
: |
Güçlü kuvvetli kişiler için kullanılan bir lakaptır. |
ayık |
: |
Ayılmış, uyanık, aklı başında. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Deryalarda oynar kayık Kimi sarhoş kimi ayık Dünya fâni insan konuk Demlerin süren öğünsün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.573 |
ayıkın |
: |
Ayıkırsın. |
ayıklamak |
: |
Temizlemek, ayıklamak, seçmek. |
ayıkmak |
: |
Ayılmak, uyanmak, aklını başına almak, intikal etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) Kara günde doğurmuş beni anam Kan ile yoğrulmuş temelim binam Safasız ataşa ben nice yanam Ayıkmıyor sefil başım belâdan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.517 |
ayıktırma |
: |
Uyarma, dikkat çekme, uyandırma. |
ayın oyun |
: |
Şu, bu. |
ayıŋ aydığı |
: |
Ay ışığı, dolunay. “Ayın aydığı olmuş. Feneri yakmana hiç gerek yok.” |
ayın aydınlığı |
: |
Dolunay. |
ayın beyin olmak |
: |
Şaşırmak, şaşkına dönmek, tuhaflaşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
ayıŋ eskisi |
: |
Eski ay. Dolunaydan kavuşuma kadar olan devre. Hicri aylarda ayın ortasından sonuna kadar olan evre. “Ayın eskisinde kesilen ağaçtan elde edilen kereste sağlam olurmuş, daha çok dayanır ve kurtlanmazmış. Öyle derdi rahmetli dedem.” |
ayın oyun |
: |
1. Hile, entrika, desise, oyun. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. İşe yaramaz bir biçimde, baştan savma, gelişigüzel, karmakarışık. |
ayın oyun etmek |
: |
(Yemek, dikiş gibi bir işi) İşe yaramaz, içe sinmez bir biçimde yapmak. “Ayın oyun etmiş golanı.” |
ayın oyun olmak |
: |
(Yemek, dikiş gibi bir işi) gereği gibi olmamak. “Ayın oyun olmuş.” |
ayınga |
: |
Kaçak tütün, tütün. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
Ayıntap |
: |
Gaziantep ilinin eski adı. |
ayıpsımak |
: |
Eleştirmek, ayıp olarak görmek. |
ayıpsınmak |
: |
Ayıp olduğunu düşünerek bir işi yapmamak. |
ayıptır söylemesi |
: |
Yediğinden, içtiğinden söz etmeye başlamadan önce söylenir. |
ayır |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; hayır. |
ayırlamak |
: |
Ayırmak. |
ayırt |
: |
Ağız içi. |
ayırtmaç |
: |
1. Başka yere dikilmek üzere ağaçtan kesilen dal. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Aşı için koparılan dal. 3. Dalın, ağaç gövdesiyle birleştiği yer. |
ayıtlamak |
: |
1. Herhangi bir tahılın yabancı maddelerden ayrılması, diğer tohumlardan, yabancı maddelerden, taşlarından ayrılması. 2. Ayıklamak, seçmek, temizlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
ayıyı kazana s.çırmak |
: |
Bir söz söyleyerek her şeyi berbat etmek. |
ayitlemek |
: |
Ayıklamak. |
ayiynen |
: |
Ayıile. |
aykıramasına |
: |
Yörebine doğru yani paralelinde yürüme. “Biziynen yiyeştiğinden aykıramasına gidiyor aklısıra.” |
aykırı |
: |
1. Yana doğru. 2. Yamaç anlamında kullanılan zarf. 3. Tam tersi, aksi, ters. |
aykırıliye |
: |
Aykırı, ters yol. |
aykırlamak |
: |
Kestirmeden gitmek, düz yoldan ayrılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aykırt |
: |
1. Dik olmayan, yatay hareket etme. 2. At, eşek gibi hayvanlarda boyunduruğun ince olan alt parçası. |
ayla |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; hâla. |
aylaksız |
: |
Ahlaksız. |
ayle |
: |
Aile. “Ayleleri geldi mezar başına Dayanılır mı bu göz yaşına? Öcalan sen de gaçma boşuna Can çeke çeke de sen de ölürsün” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Sehit Askerlerin Ağıdı (Abdullah Öcalan’a İntizar), Kaynak Kişi: Fatma Temiz) |
aylı günlü |
: |
Gebe, doğumu yakın kadın. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aylıcak |
: |
(Zaman) Aylık. “Dursun Ağa, Dursun Ağa Daha atlamadım eşik Üç aylıcak gelin galdım Sallamadım altın beşik” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Veremden Ölen Hüseyin’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hodul Emine (Gök-Aslan)) |
aymag, aymak |
: |
Ayılmak. Farkına varmak, kendine gelmek. |
aymalamak |
: |
Dağıtmak, saçmak, savurmak. |
ayn |
: |
1. Yanıt. “Şayet mektubun aynı gelmezse sen düşün olacakları.” 2. Göz, yüz, çehre. Telli marhamasın atmış boynuna Kendi güzelliğin çekmiş aynına Bir gecelik misâfirim koynuna Ne olursun sermayenden nen gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.586 |
ayna tutmak |
: |
Nazardan korumak. “Kardeş Kars’a dıkılırken Ayna tuttum karşısına Kardeşim zabıta olmuş Kadirli’nin çarşısına” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
aynalamak, aynası açılmak |
: |
Tek tırnaklı hayvan, çoğuncası at, tökezleyip dizini yaralamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aynalı |
: |
1. Alnında beyaz bulunan at ya da sığır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Küçük küçük eşkenar dörtgenlerden meydana gelmiş çuval. 3. Bir çeşit kilim. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
aynaşmak |
: |
1. Karışmak, karmakarışık olmak, birbirine girmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Şu sıralar işim çok aynaştı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Sırnaşmak, musallat olmak, sataşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
aynat, aynat beynat |
: |
1. Bakılmayacak derecede acayip bir görüntü oluşturan kişiler için kullanılan bir sıfat. 2. Çirkin, utanılacak durum. |
aynavrad |
: |
Aynı avrat. |
aynaz |
: |
Suluyer, bataklık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
aynelaçık |
: |
Apaçık, besbelli. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ayramak |
: |
Ayırmak. Ala gözlerini sevdiğim dilber Sevgini sevdâmdan ayramıyorum Gündüz hayalimde gece düşümde Bana bir hal oldu bilemiyorum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.510 |
ayran gönüllü |
: |
Çok çabuk küsen kimse, her gördüğüne aşık olan. “Ayran gönüllü.” |
ayranı taşmak |
: |
Sabrı tükenmek. “Vaktiyle bucağımıza fellah Araplarından bir bucak müdürü gelmişti. O adam bize “siz hayvan gibi adamlarsınız” dedi. Ben de dayanamadım cevap, verdim.Allah kurtarsın dedim. Herif daha çok öfkelendi. Sizde bu Türk kafası varken hiç de kurtulamazsınız deyince bu söz ayranımı taşırdı, dayanamadım, çadırın önünde oynayan çocukları gösterdim ve dedim ki; Bizi sizin elinizden bu çocuklar kurtaracak.” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
ayranına:dar |
: |
Ayranına kadar. |
ayrı baş çekmek |
: |
Herkesten ayrı davranmak ve başkalarını da yanına almaya çalışmak, bir toplulukta herkesten ayrı bir yol izlemek. “Bu İsmetin çıkardığı iş olmasaydı, Taşbaşoğlu böyle ayrı baş çekebilir miydi?” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ayrıç ayrıç |
: |
Ayrı ayrı. “Yuvasında kırlangıç Kanadı ayrıç ayrıç Döne kızı sevenler Kan kussun avuç avuç” (Veli Aba, Seyfi Metin, Ö. Tuğrul Kara, Osmaniye Manileri, Adana 2011) |
ayrık |
: |
1. Bir çeşit ot. 2. Açık. “Ağzım ayrık kaldı.” |
ayrıksağa, ayrıksağı |
: |
Başka, bambaşka, ayrı, apayrı, kimseye benzemeyen, hiçbir şeye benzemeyen, acayip. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ayrıksı,ayrıgsı |
: |
1. Tersine çekme. 2. Acayip, bir hoş. 3. Topluma karışmayan, anti sosyal, tuhaf, garip hareketler sergileyen başka, bambaşka, ayrı, apayrı, kimseye benzemeyen, hiçbir şeye benzemeyen, acayip. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) “Han’ayaklı, hani köşe Altın karışmış saçına Ayrıksı asbap giydirdim Mendühler giyer kıçına” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
ayrılamak |
: |
Ayırmak. Mısırı toplarız alañdan gėtiririz ḳabuğundan ayrılarız. |
ayrılığıŋ heman ermesi |
: |
Ayrılık vaktinin hemen gelmesi. “Karac’oğlan der ki cânan Güzelim sözüme inan Bu ayrılık bize heman Ermeden bir dem sürelim” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 497) |
ayrılık eli |
: |
Ayrılığın çilesi, sıkıntısı. “Kahbe felek kıyma bana yazıktır Ayrılık elinden bağrım eziktir Çekilmiş siyeçler bağlar bozuktur Ayrılık gazelin döktü gülümüz” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 651) |
ayrılık gazeli |
: |
Ayrılma zamanının işareti. Kahbe felek kıyma bana yazıktır Ayrılık elinden bağrım eziktir Çekilmiş siyeçler bağlar bozuktur Ayrılık gazelin döktü gülümüz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.651 |
ayrılık şerbeti |
: |
Ayrılık duygusu, ayrı kalma hissi. “Karac’oğlan der de dünyanın ucu Her kardaş diyene diyemem bacı Ayrılık şerbeti ağıdan acı Şu dünya malına içemiyorum” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 510) |
ayrıt etmek |
: |
Ayırmak. |
ayrıyatana |
: |
Bundan başka. |
ayruk |
: |
Başka, başkası. Şâh-ı Merdân idi adı Cömert sofrasın kim kodu Ali'ye aslan'ım dedi Ayruk Ali gelmemiştir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.613 |
Ayşa |
: |
Ayşe. “Ayakkabısı elinde Elbisesi yok kolunda Gurban olam güzel Ayşam Görmüşler Büveme elinde” (Kaynak: Hürü Köse, Andırın Büveme Köyünden) |
ayu:cu |
: |
Ayak ucu. “Ablam bir izin versin de Ben odama dıkılıyım Utanmanın yeri geçti Ayûcuna sokuluyum” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yay., 1994, Cilt II) |
ayuşlu başuşlu, ayüşlü-başüşlü |
: |
Bir yatağın her ikitarafına birer yastık konarak ikikişinin, özellikle de iki çocuğun başları ters tarafa gelecek şekilde yatması. |
ayvah |
: |
Eyvah. |
ayvan |
: |
Yüksek bina. |
az buçug |
: |
Birazcık. |
az buz |
: |
Birazcık. Söyle böyle. |
az eylemek |
: |
Azaltmak. Karac’oğlan eder bire ağalar Firkat yolumuzu uç uca bağlar Yâre söylen ana öğünsün sağlar Benim çok ömrümü az eylemesin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.558 |
az yiyen çok yemiş, çok yiyen bok yemiş |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
a:z datlısı |
: |
Ağız tatlısı. Kız verildiği anda yenen lokum, bisküvi, daha eski zamanda helva. |
a:za |
: |
1. Ağıza. “Bu sırada aşağıdaki, depeden aşşa zifirli su ile deliye dönmüş komşu ise bağırıp çağırmakta, âza alınmayacak küfürleri arka arkaya savurmaktadır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) 2. İnsan vücudundaki organların her biri. Sekseninde beratçığım yazıldı Doksanında kan damarım üzüldü Yüz yaşında âzalarım çözüldü Bir sabî mâsuma döndürdün beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.458 |
azadlamak |
: |
Azat etmek, serbest bırakmak. |
azap |
: |
1. Bir yıllık olarak tutulan erkek hizmetçi, uşak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) 2. Köy dışında, hayvanlarla birlikte kalınacak yer. Genelde toprak dam şeklinde yapılmıştır. |
azap beygiri |
: |
Düşük ücrete karşılık çok çalışan kişlere yapılan benzetme. |
azar |
: |
Zılgıt. |
azarlamak |
: |
Kızmak. |
azatlamak |
: |
Yolunu kaybettirmek, sürgün etmek. |
azaylak dêl |
: |
Çok fazla. “Azaylak dêl bu faturalar. N’olacak sonumuz bilmiyom vallahi. Allah yardımcımız olsun. Amin.” |
azaysız |
: |
Huysuz, terbiyesiz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
azbuç |
: |
Biraz, az çok. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
azbuçuk |
: |
Biraz, azıcık. |
azdırmak |
: |
1. Başıboş bırakmak, baştan savmak, şaşırtıp ortada bırakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Senin köpek çok fenalaştı, şunu azdır da kurtul. 2. Bir kediyi ya da birçocuğu, yoldaşı başka bir yere götürerek orada bırakıp dönmek. 3. Kaybetmek. 4. Yoldan çıkarmak, şımartmak, yoldan çıkmak, sapıtmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) 5. Çirkinleştirmek. “Kadanı alırım Hüsne Kızım Azdırmışsın kılığını On liralık kına vurdum Kestirmişsin beliğini” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72)
Derdim ağır dere tepe gezdirir Kazmayın kabrimi eller kazdırır Gider gelir kız yüzünü azdırır Bir derdin var bilemedim kız senin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.555 |
azevet |
: |
Kavgacı, kinli. |
azezi |
: |
Geç yeten, daha çok bastıkyapmaya yarayan bir üzüm türü. |
azgan |
: |
Dalları dikenli, sarı renkli, bol ve küçük çiçekleri olan bir çalı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Azgan çiçek açtı, yapraklandı har Feymani, Yedi Mart, işte ilkbahar Okunsun bu destan benden yadigar Bayram yapıldıkça her Kadirli’de” (Aşık Feymani, (Osman Taşkaya)) |
azgan dikeni |
: |
Battığı zaman çok acıtan, dağlarda yetişen bir diken. |
azgın |
: |
1. Azmış olan, taşkınlıkta ileri giden kimse. Güney yüzünün de karları gitmez Verana bahçada bülbüller ötmez Bir gece yatsam da misâfır etmez Kışın azgın olur yüzü dağların Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.539 2. Asık. 3. Yaranın ilerlemiş şekli. Bir gün değil beş gün değil yüz gündür Deste zülüf al yanağa düzgündür Melhem almaz yaralarım azgındır Derdimin Lokman'ı gel yavaş yavaş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.631 |
azgın çalı |
: |
Karaçalı. |
azıcacık |
: |
Çok az. “Ben edeme böyl’ağlarım Gınıyannar bana dönsün Azıcacık şor etmişler Evleri atasa yansın” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
azıcag, azıcak |
: |
Azıcık. Oğlan âşık mısın ağzım ararsın Söylemeğe micuzuma yorarsın Benim haram gülüm niçin derersin Deyip gelem anam eğlen azıcak Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.470 |
azığı yalıŋız yiyen, deŋgi dişiyinen galdırır |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
azı:rak |
: |
Az, daha az, beklenenden daha az. |
azık |
: |
Yolculuk esnasın yenecek şeyler, yol yiyeceği. Ak memeden emdiceğim azıktır Tarama zülfünü gönlüm bozuktur Öksüzüm garibim bana yazıktır Destursuz koynuna giremiyorum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.511 |
azık çıkısı |
: |
İçerisine yiyecek konulan bez, bohça. |
azık torbası |
: |
İçerisine yiyecek konan yünden dokunmuş torba. |
azıkçı |
: |
Azık taşıyan. |
azınganmak |
: |
Bir şeyi az bulmak, payına razı olmamak. |
a:zını şiplemek |
: |
Lafı ağzına tıkamak. “Adamın âzını böyle şipleller.” |
azınsımak |
: |
Az görmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
azıntı |
: |
1. İşe yaramıyan ve nereden geldiği belli olmayan, serseri. Az görmek, az bulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Azıtılmış hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
azırak |
: |
Az, azıcık. |
azırganmak |
: |
1. Nazlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Az görmek, az bulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
azıtmak |
: |
1.Götürüp atmak, evden kovmak. 2. İz azdırmak. |
azil olmak |
: |
Bir işten uzaklaştırılmak, azledilmek. “Farımaz da deli gönlüm farımaz Akar gözlerimin yaşı kurumaz Şimden geri benim hükmüm yörümez Azil oldum güzellere beğ iken” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 531) |
Azireyil, Aziriyal |
: |
Azrail, ölüm meleği. Azrâil gelmiş de yârim almağa Ya ben kimler ile kalayım kalan Artırdılar firkatimi zarımı Bağrımı yerlere süreyim kalan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.520 |
aziyet |
: |
Eziyet. “Pambık: Aziyetine ra:men gene de vazgeçemedi:miz bir bitgi. Eskiden bir nümeraydı. Amma şinci gerilerde galdı. Yata:, yorganı, döşşeğe bundan yaparık. Otunu döyecen, suyunu suliyece:n, püsürüne gurduna ze:r sıkaca:n. Sabahan köründe galkıp çili toplamiye gidece:n, ısıcak gızana ça: topliyep dayandınmi: eve getirece:n, so:ra da yatana ça: bunu şifliyece:n. Zor de:lmi? En kötüsü de para etmiyo.” (Kadirli Bekereci Köyü’nden Kubilay, kaynak: www.bekereci. com) |
aziyetli |
: |
Eziyetli. |
Aziziye |
: |
Pınarbaşı ilçesinin eski adı. |
a:zlamak |
: |
Tarlayı sulamak için ölçüsüz derecede su vermek. “Dün âşam bir hıncınan çıkdım evden ve kanaldan akan suyun alayını bizim bahçeye âzladım.” |
azmah |
: |
Gitmek. |
azmak |
: |
(Edep) Yolunu şaşırmak, azgınlık yapmak, şaşırmak, kaybolmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
azman |
: |
Doğuştan tek hüsyeli hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
azmantı |
: |
Enenmiş koç veya teke. |
Azrail olmak |
: |
Zorba kesilmek. |
azrak |
: |
Az olan, azca, |
azsınmak |
: |
Az görmek, az bulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
azuz |
: |
Orta derecede, az, azırak, azca. |
azveli |
: |
Hazneli. |
azzık |
: |
Yolculuk yiyeceği, azık, yiyecek, kumanya, nevale. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
azzık çabıdı |
: |
İçine azık konulan bez. “Eskiden orakla ve tırpanla ekin biçmeye giderkene azzık çabıdına koyardık nevaleyi.” |
azzık gabı |
: |
Sefer tası. |
azzık satırı
|
: |
Evden uzakta tarlada çalışanlara sulu yemek götürmek için kullanılan küçük bakraç ya da sitil. |