KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
ġa:nı |
: |
Kağnı. |
ġa:ile |
: |
Sıkıntı dert. |
ġa:nı |
: |
Kağnı. |
ġa:til |
: |
Katil. |
gaari |
: |
Gayri. |
gab |
: |
Mutfak eşyası, kap. “Kör olası kötü kuyu Alamamış bir gab suyu Bu ay da zemheri ayı Çok üşürsün Zekiye gelin” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kuyuya Düşüp Ölen Zekiye’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Fatma Temiz) |
ġaba |
: |
Halaya başlamak için ağır ağır ilerleyen bir tür oyun, bir işe razı olmamak. |
ġaba ġuşluk |
: |
Sabah saat dokuz-on sırası, öğleye yaklaşık iki saat kala. “Sırtında da yeşil içlik Bedeni de dar geliyor Yekinsene babam oğlu İşde oldu gaba guşluk” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġabaca görmek |
: |
Uygun görmemek. |
ġaba:ğaç |
: |
Büyük, ulu meşe ağacına veya buna benzer ağaçlara verilen isim. |
ġabag |
: |
Kabak, başı açık. “Yaldızlı filcan içinde Eşe nere gedik tabak Mevlâ’m bir evlat vermedi Sekoluca başı gabag” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġabag çiçe: gimi açılmak |
: |
Fazla muhafazakar bir kadının kızın ya da kızın birdenbire açılması durumunda söylenen bir deyim. “Gabag çiçê gimi açılmış, gözlerime inanamadım.” |
ġabagulak |
: |
Bir kulak hastalığı, yalangı, calba. |
ġabaguşluk |
: |
Saat 10 suları. |
ġabahara |
: |
Şaha kalkmak. “Eşk atını gabahara galdırır Tanrılığın gullarına bildirir Birçok ağlayanı bir gün güldürür Sallan yamacına var ala gözlüm” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Bedevi Böke’nin Ağıdı, Derleyen: Hikmet Böke, Kaynak Kişi: Gülseren-Nuri İlhan) |
ġabak |
: |
1. Kabak. “Gar kakınca yeşil ırmak çıkardı, (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) 2. Açık, örtüsüz. “Tarlalarda ot yolarım Ayak yalın başı gabak Allah sabırını versin Uzun gece olmaz sabah” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 3. Boynuzsuz keçi. 4. Kel. |
ġabak leblebi |
: |
Sarı leblebi. |
ġabaklamak |
: |
Tarla açmak için çalıların kökünden kesilmesi. |
|
|
|
ġabala |
: |
Götürü. “Yer Andırın Büveme Köyü. Tarih: 1980-90’lı yıllar. Büveme ile Andırın arasında yolcu taşımacılığı yapan iki minibüsten biri Büvemeli Daktır (Mustafa Kara) diğeri cambazlı (Adını bile kimse söylemez) Cambaz oğlu dur. Aralarında öyle büyük rekabet vardır ki birbirleriyle konuştuklarını bile gören yoktur. Büveme’den Doktor (Mustafa Güngör) bazen Cambazoğlu’na bazende Daktır’a biner. Doktor’un çocukları da son zamanlarda hep Cambazoğlu’nun minibüsüne binerler. Tabi bizim Daktır buna içerlemektedir. Bir gün Doktor hakkın rahmetine kavuşur. Cenazesini kaldırırken Daktır biraz gecikir. Cenaze evine giderken karşıdan halkın cenazeyi getirdiğini görür. Yanındakilere “ Geliyor erkek, ölüsü bana biner, dirisi Cambazoğlu’na” der. Yine aynı cenazeyi mezarlığa doğru omuzlarda götürürler. Ev ile mezarlık arası uzaktır. Herkes değişe değişe götürürken Kel Memmet (Mehmet Demirdelen)’in tuttuğu yeri unuturlar kimse değişmez. Yorulan Kel Memmet bırakıverir. “Bana gabala mı verdiniz? “ der. (Fıkra gibi yaşanmış bir olay) |
ġabalak |
: |
1. Mantar. 2. incir ağacının meyvesinin henüz olgunlaşmamış hâli. |
ġabalamak |
: |
Üstünkörü yapmak. |
gabalbazar |
: |
Göz kararı, ölçüp tartmadan tahmini değer biçme. |
ġabaltı |
: |
Dar sokak ya da geçitlerin kullanımını engellemememk için üstüne köprü gibi yapılmış evin bölümü. Bir sokağın iki yanındaki eki evi birbirine bağlayan veya zorunlu olarak sokağın iki yanına paylaştırarak yapılan bir tek evin bölümlerini birleştiren geçide verilen isim. “Genişine hiç rastlanmayan, eğri büğrü sokaklardı onlar… Bir çok yerde gabaltı denilen ve Elbistan’da sanki bir mimari özellik haline gelmiş üst geçitlerle şekillenmiş sokaklar… Üstü evin bir bölümü, altı, geçit olarak şekillenmiş sokaklar… Şen şakrak yaramaz mı yaramaz çocukların oyun oynayıp gavga ederken eş seçip ebe olurken attıkları çığlıkları arardı eğer Elbistan’la birlikte bizleri terk etmemiş olsalardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ġabanlamak |
: |
Kaplamak, sahip olmak, hakim olmak. |
ġabannamak |
: |
Bir şeyi tümden sahiplenmek, zapt etmek, mülkiyetine geçirmek. |
ġabara |
: |
Ayakkabıların altına çakılan çivi. |
ġabar ġabar |
: |
Kabarmış. |
ġabarcık |
: |
Yuvarlak taneli bir çeşit üzüm. “Maladya’dan gureyş üzümü yügledi:dim. Gabarcâ benzer, serd bir üzüm mar.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ġaba:t |
: |
Kabahat. “Toz şekeri gaymak tozu etdiler Kilosunu on liraya satdılar Gabâtı bütün bize atdılar Söylen suçumuzu bilek efendim” (Andırın’dan Aşık Hüseyin Topal) |
ġabartlama |
: |
1. Bazlama türünde bir yiyecek. 2. Ölçü olarak kullanılan tahıl kabı dolduktan sonra üzerine fazladan biraz daha konulması. 3. Saman ya da pamuğun çuvallara sıkıştırılmadan konulması. |
ġabcık |
: |
Kabuk. “Değil bir kese, davulumun kasnağını altınla doldursanız, din gardaşlarımın bağrına çomağımı vurmam. Müslüman gardaşlarımın soğanının gabcığına muhtacım, sizin altınlarınıza muhtaç değilim. Abdal Halil Ağa” (Birinci Dünya Savaşı sonrasında Maraş’ın işgal yıllarında Fransızları davul zurna ile karşılaması karşılığında Ermeni Agop Hırlakyan tarafından davulunun kasnağının altın ile doldurulması teklif edildiği halde bunu reddeden Abdal Halil Ağanın Kızı Yeter Davulcubaşı.) (Kaynak: Gökhan Şen, Beyaz Sessizlik Kızının Dilinden Abdal Halil Ağa, Öncü Basımevi Ankara 2010, S. 24) |
ġabgab |
: |
Boyun, gerden, çenealtı. |
ġabgacak |
: |
tabak çanak. |
ġabık |
: |
1. Hayvan derisi. 2. Kabuk. “Boğazında deri gat gat olup gararmış sanki pul pul gabık bağlayık gibi görünmektedir.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ġabıklı |
: |
1. Sünnetsiz. 2. Pahalı satan, pahalıkçı. |
ġabıl |
: |
Kabul. “Göğşen kendirini gersin Ben cehizin atıcıyım Ener bacım gabıl olsa Ben yerine yatıcıyım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Şerif Gök’ün Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürside Karpuz - Döne Ekici (Gök)) |
ġabır |
: |
Kabir. “Bahçasının sekileri Irahannar gurudu mu? Sürmeli gızım gelin olmuş Gabırlara yollandı mı?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Fatma’nın Ağıdı, Ağıdı Yakan: Döne Höbek) |
ġabırlıg humarcısı |
: |
Çok kumar oynayan kimse. “Gabırlıg humarcısı olduk çıkdık.” |
ġabırlık |
: |
Mezarlık. “Götivli’den aşdı mı ola Tozlu yola düşdü mü ola Sana derim ey gabırlık Telli burdan geçdi mi ola” (Kaynak: Andırın Büveme Köyü’nden Cinnilerden Ahmat Kıvrak Cinne-met) |
ġabış |
: |
Boynuzsuz keçi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ġabıt |
: |
Kaput. |
ġabil |
: |
Kabul. “Bize atalı:n yapdın nazınan Gırmadın galbini acı sözünen Bir canın bir oulun bir de gızınan Hak gabil ederse gurbanım babam” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġabil da:l (dal) |
: |
Kabul değil. |
ġabilos |
: |
Kabul ettim, kabulüm. |
ġabine |
: |
Kabile. |
ġabir |
: |
Kabir. “Gabırımı derin eylen (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ġabiş |
: |
1. Boynuzsuz mal. 2. Saçı olmayan kişi, dazlak, kel. |
ġablık |
: |
Kaplık, mutfaktaki kap kacakların dizildiği raf. “Gaplı:n yanında dutag dakılıyıdı. Kim aldı acaba?” |
ġabsalık |
: |
Çıtalardan yapılmış ahıl ya da bahçe kapısı. |
ġabul |
: |
Kabul. “Fakılar bizim obamız Gabul olursa töbemiz Hem anamız hem babamız Hakkı çokdur bacılarım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Emine Doğan (Öksüz Garı)’In Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürside Karpuz - Sıddık Doğan (Kara Müftü)) |
ġaburcak |
: |
Tahıl kabuğu. |
ġabza |
: |
Kılıcın elle tutulan kısmı, kabza. |
gacik |
: |
Erkek gavur. |
gaco |
: |
İşsiz avare dolaşan aylak işe yaramaz toplumda dışlanan gençlere denir. “Ahmet Amca’nın gacosu geliyor.” |
ġaçamak |
: |
Mısır unundan yapılan bir tür yemek, mısır ununun tereyağında kavrulmasıyla yapılan ve genellikle sıvı pekmeze banarak yenen bir yemek. “Güvercin etinden yahni sulusu. (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
ġaçamıg |
: |
Mısır unundan yapılan bir tür yemek, Mısır ununun tereyağında kavrulmasıyla yapılan ve genellikle sıvı |
ġaçarkene |
: |
Kaçarken. |
ġaçgaç devri |
: |
Yörede Ermenilerin Fransızlarla bir olup Türklere zulmettiği, katliamlar yaptığı dönem “Gaçgaç devri” olarak adlandırılmaktadır. |
ġaçgın |
: |
Firari, kaçak. “Cemaat gaçgını biri.” |
ġaçıl |
: |
Yol açılmasını istemek. |
ġaçılmak |
: |
Bir yana kaçmak, bir yana çekilmek, yoldan çekilmek, önünden çekilmek. “Gaçılın, Zaloğlu Rüsdem geliyor.” |
ġaçın ġaç ġuruş |
: |
Senin gibi sıradan insanlara pek değer vermezler. “Gaçın gaç guruş senin. Kim verecek sana o mayışı.” |
ġaçim |
: |
Kaçayım. |
ġaçkıntı |
: |
Zamansız doğum yapan keçinin doğum şekli. |
ġaçma tura |
: |
Kayış veya kemerle vurarak oynanan oyun. |
ġaçmak |
: |
Kaçmak. “Bu dilki gaçıvermiş, orda bir pencere varmış, o pencereden çıkıp gaçmış. Ayı arkasından goşmuş amma dilkiyi dutamamış.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması, C.II) |
ġaçman |
: |
Kaçmayın. |
ġada |
: |
1. Küçük kardeş. 2. Dert, bela, sıkıntı, keder, can, günah. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Gadanı alayım Emiş (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ġada savmak |
: |
Kazayı belayı üzerinden atmak. |
ġadahkâr |
: |
Kadeh yapan, içki içen. |
ġadak |
: |
1. Çivi. 2. Kadar. 3. Kazan kulpunun tutturulduğu yer. 4. Tırpanın ökçesinin sağlam olması için tırpana vurulan demir. 5. Küçük çocuklar için kullanılan ufaklık anlamındaki söz. 6. Çivi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ġadakmak |
: |
Ölmek. |
ġadamhane |
: |
Kenef. “Gadamhane diye bir şey var memlekette.” |
ġadan alam |
: |
Gadanı alayım. Günahın, vebalin boynuma olsun anlamında olup yörede sevgi ve muhabbat duyulan kişilere söylenir. |
ġadana |
: |
1. Koca at. 2. Çok şişman. |
ġadaŋalim |
: |
Sana gelecek dert bana gelsin. |
ġadasını alayım |
: |
Senin yerine ben öleyim, günahın bana geçsin anlamında kullanılır. |
ġadasını aldı:m |
: |
Genelde bir istekte bulunurken söylenir bir nevi ayak yapmak yani. “Gadasını aldığım su gabağıyınan Daşpınar’dan bir su alıver de gel atıyan dediyen hayrına.” |
ġadasını almak |
: |
“Canını sevdiğim” ya da “Sana gelecek kaza, bela bana gelsin” anlamında söylenir. “Gadasını aldığım İstanbul’a varır varmaz mektup yaz e mi?” |
ġaddimci |
: |
Her gün aynı işi yapan kimse. “Garaguş ganadın dartar Pençe vurur yeri yırtar Gurban oluyum gadim bibim Altınını ver de gurtar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hacı Be Ahmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hacı Kayranlı) |
ġade |
: |
Kardeş. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ġadef |
: |
Kulplu bardak, bardak. |
ġadem |
: |
Ayak, kadem, uğur. |
ġademli |
: |
Uğurlu. “Ayân gademli geldi gonşu.” |
ġademsiz |
: |
Ayağı uğursuz. “Gınalı bayrak galdırdım Kitaba gullar döğdürdüm Gınaman bizim gomşular Gademsiz gelin indirdim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġader |
: |
Kader. “Dolmacı’nın dağları oldu vatanın Silada yokdur da mektub atanım Kimselerim yok ki derdim dökeyim Tükenmez ömrümü tüketdin gader” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hastalanıp Ölen Abo Mehmet’in Kızının Ağıdı, Ağıdı Yakan: Bayram Tüten) |
ġadersiz |
: |
Kaderi kötü, kadersiz. |
ġadı beyni |
: |
Yoğurt ve pekmez karışımı bir yiyecek. |
ġadı evinden ġaygana mı gelici |
: |
Neden yemek yapmıyorsun yoksa zengin bir yerden yemek mi bekliyorsun? “Gadı evinden gaygana mı gelici.” |
ġadın |
: |
Kadın. |
ġadınnar |
: |
Kadınlar. “Özellikle yaşlı gadınnarımızıŋ, çocuklara zorla bir şeyler yedirme huyundan vazgeçmemeleri incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
ġadi:f |
: |
Kadayıf. |
gadife |
: |
Kadife. “Düşümde gördüm düşümde Gadife gömlek döşünde Vurmuşlar da Sarı Mullam Ateşler’in üsd başında” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Sarı Mulla (Mullacık)’nın Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Celil Dalkıran) |
ġadimi |
: |
Devamlı, sürekli, daimi. |
Ġadir |
: |
Kadir. “Yetdi Gadir Mevlam yetdi Verdiceyin ömür bitdi Şükür olsun Mevlam sana Salından çok adam dutdu” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Dursun Gök’ün Ağıdı, Ağıdı Yakan: Behzat Gök) |
Ġadirli |
: |
Kadirli. “Gene bindi seyyar alayın Gadirli buldu belayın Işgıyalar teslim olmuş Kürtler çekiyor halayın” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kurşuna Dizilen Eşkıya Hacı Veli’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Âşık Ali Ateş)
“Gadirli’den geldim Andırın yolu Yanımda arkadaş su Goca Veli Ne güzel öğrenmiş erkânı yolu Şeyda bülbül gibi dilli Fadıma” (Andırınlı Aşık Mehmet) |
ġadirlik olmak |
: |
Hak etmediği halde cezalanmak. |
ġadlı, ġadli, ġatli |
: |
Kez, defa. “Bu gadlı uğraşmana heç gereg yok ki. Adam olana hızmat edilir.” |
ġadusdura |
: |
Kadastro. |
ġafa |
: |
Kafa. “Evlerinin önü okul Gafamda galmamış akıl Feride’yi dutmuş vekil Dört yavrıya guzularım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Keşkahlı Hüsne Çınar’ın Ağıdı-2, Ağıdı Yakan: Hüsne Çınar) |
ġafadan atma |
: |
Uydurma. “Gafadan atmasan olmaz mı?” |
ġafadar |
: |
İyi anlaşan arkadaşlar. |
ġafamın içi don küllü:ne döndü |
: |
Konuşulanlardan dolayı başım ağrıdı. “Gafamın içi don küllü:ne döndü.” |
ġafas |
: |
Kavas. “Elboğlu sen olasın benim fermanımı alır almas, derhal burya gelesin, gelmedin tagdirde seni evinen, malınan yıharım, deyi yazıp gafaslara verdi. Gafaslar hareket etdi. Gelirkene mekdübü açıp okudular ki: mesele böyledir halallaşdılar, âladılar, ne yapaķ gaderimiz imiş, çâresi yoķ, vericiyik.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
ġafası firirek |
: |
Anormal davranışlarda bulunanlar için söylenir. “Gafası firirek.” |
ġafasını küllük dutmak |
: |
Kafasını biraz aşağı eğmek. "Abudamyâ (birdirbir) oynarken başını küllük tutmadığı için sırlından allayan oyuncuyu yere düşürdü." |
ġafayı küllük dutmak |
: |
Başı öne eğmek. “Gafayı küllük dut, ayağam çarpmasın.” |
ġafes |
: |
Kafes. “Yavrımın öldüğü gece Yağmır yağdı sular taşdı Bir tor şahanım varıdı Gafesi gırdı da gaşdı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
gafıl, gafil |
: |
Gafil, etrafında olup biteni sezemeyen. “Karaçayır burma burma Üstümüzden geçen durna Düşman topunan gelirken İrbehem’im gafıl durma” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Topuz Kaynanasının Döne’ye Ağıdı, Derleyen: Selçuk Osman Belli, Kaynak Kişi: Fadime Şahin)
Seher zamanında uğradım sana Görünce gül yüzlüm kaldım ben tana Gafilken bir dolu sundun sen bana İçirdin ağıyı bal deyi deyi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.466 |
gafilin |
: |
Gafilce, etrafında olup biteni farketmeden. Koç yiğidin eğlencesi saz imiş Gafilin geçirdim ömrüm az imiş Sıfat kocar gönül kocamaz imiş Dosta gider ikin yolda tanıdım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.486 |
ġafla |
: |
Kafile, sürü, topluluk. “Büyük küçük herkes oraya toplanır ve günlerce süren gösterisini gafla gafla giden büyüklerle birlikte izlerdik.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ġaflaynan |
: |
Kafileyle. “Gaflaynan çocug var başımda, beş altı tene.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
gaflet |
: |
Habersizlik, dalgınlık. Uyan Karac’oğlan gafletten uyan Atma binip de kargına dayan Ölümden korkup da sonunu sayan Ölür gider yâr koynuna giremez Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.645 |
gaflet basmak |
: |
Uykusu gelmek, üzerine ağırlık çökmek. Kalk sevdiğim geyin kuşan Topuğundan arta saçın Gaflet basmış uyumuşsun Uyan deyi dürte saçın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.533
|
ġafli:nen |
: |
Kafileyle. “Çarşambônü de ö:len gına deller, geder idi millet gafli:nen.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ġagıl |
: |
Çakıl.(TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
ġağıl |
: |
Çakıl.(TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ġağıldamak |
: |
(Hasta) Anlaşılmayacak sesler çıkarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ġagın |
: |
Havalı. |
ġağırmak |
: |
1. Bağırmak. 2. Kargaların ötmesi. |
ġaglık |
: |
Yagmur sularının biriktiği kaya oyuğu, ki sarnıç olarak kullanılabilir. |
ġağnı |
: |
Kağnı. “Aşağıdan gelen gağnı Gağnının tekeri çanrı Biz de bir yiğit yitirdik Yüzü bedir bedir benli” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġağnıcak |
: |
Dört tekerlekli ve tekerlekleri ağaçlardan kesilerek yapılan, ön ve arka tekerleklerin arası tahta ile birleştirilen, kolan yahut tahtadan kollarla ön tekerlerin iç kısmına da direksiyon işlevini yerine getiren parçaların takılmasıyla meydana gelen, genellikle meyilli arazilerde oyun amacıyla kullanılan oyuncak araba. |
ġağrık |
: |
Erkek kekliğin çıkardığı kalın ve acıklı sesi anlatır. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ġâh gelmek |
: |
1. Usanmak, bezmek, gırtlağına gelmek. 2. İtiraz etmek, reddetmek. |
ġahbanalı |
: |
Kahpe analı. “Kele yılarından fırtmış beygir gimi damda ne depişiyorsûz. İlâ âğzına it s…lar? Yimâ niye kesek atıyorsûz gahbanalılar sizi… İlahim, çar çar çatlayası:z da ılımadan çıharası:z e mi?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ġahbavradlı |
: |
Kahpe avratlı. “Öldürüci:di gavbavradlı beni.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ġahbe |
: |
Kahpe. |
ġaherlenmek |
: |
Küsmek, darılmak. “Evini yayladan çekin Davarını suya dökün Gurban ollum vezir gardaş (Memmed size gaherlenir) Bu yıllık geline bakın” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kız Kaçırma Olayında Vurulan Sülü Memmed’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hatice Çerçi) |
gâhi |
: |
Bazen, ara sıra. Karac’oğlan eydür ah u zarımdır Bu dünyada hasret benim yârimdir Gâhi bir bulanmak kisb ü kânmdır Tuna seli gibi akar yörürüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.516 |
ġahir |
: |
Sitem, kahır, derin üzüntü. “Aman İstanbul’un içi hardır Güzeli çok işi zordur Getme dedim gurbetele Elin gahrin çekmek zordur” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġahir etme |
: |
Sitem etme. |
ġahirli |
: |
Kahırlı, sitemli, sitemkar. |
ġahmak |
: |
Kalmak. |
ġahren |
: |
Kinaye. |
ġahretmek |
: |
Sitem etmek. |
ġahrimen |
: |
Kahraman. “Gahrimen dersen gahrimen Gahrimen dağlar menendi Çıkıcâm itin gızı Yenice galbim inandı” (Derleyen: Osman Taştan, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
ġahrine |
: |
Kahrına. |
ġahve |
: |
Kahve. “Ağlarım deli divane Deliğin damında gahve Bir sözümüz vardır amma Bunun hangisinde paye” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġahviye |
: |
Kahveyi. “Şurda da bir çiçek bitmiş Altı mavi üstü yeşil Hanımlar geldi oturdu Gak durmus gahviye bişir” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Koca Durmuş’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Nadire Erkek) |
ġail |
: |
Kail, razı. “Ben gardaşa gail değilim (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ġak |
: |
1. Gülünç söz veya hareket. 2. Kalk. “Şurda da bir çiçek bitmiş Altı mavi üstü yeşil Hanımlar geldi oturdu Gak durmus gahviye bişir” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Koca Durmuş’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Nadire Erkek) 3. Su biriken küçük kaya çukuru. |
ġak get ba |
: |
Yanlış düşünüyorsun. |
gaklamak |
: |
Traş arasına sıkışan elden kalkan deri parçası. |
ġaklık |
: |
İçine sukların biriktiği, dışarıya akıntısı olmayan kaya oyuğu, kayadaki çukur kısım. |
ġakmak |
: |
Kalkmak. “Eminem derkine aman Üstümüzden gaksa duman Bizim vatanımız Gaman Mor sümbüllü goruyunan” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ġal |
: |
Güherçile. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ġala |
: |
1. Kale. “Anavarza goca gala Başımdan gedmiyor bela Hastahane oda oda Gelin gızıma açdı oda” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 2. Sahip, arka. |
ġalaba |
: |
Topluluk, kalabalık, belli bir amaç için bir araya gelmiş insanlar. |
ġalabağ |
: |
Mantar. |
ġalabalığı kakmak |
: |
Ortalıkta görünmez olmak, ölmek vb. anlamında bir deyim. “Galabalığı kakdı.” |
ġalaca:nız |
: |
Kalacaksınız. |
ġalacı |
: |
Kaleci. “Galacımız da möhkem oynadı yani. Yi:di öldür haggını inkar etme.” |
ġalafat gibi |
: |
Fazla süslü; büyük, cafcaflı eşya, giyecek vb. |
ġalag |
: |
Kep, hemşire başlığı. |
ġalaglı |
: |
Katlı, birkaç kat. |
ġalak |
: |
1. Kanın pelte akması. 2. Hayvanlarda burun ucu, kalak. |
ġalaklama |
: |
1. Ağzı üzeri düşmek, yüzükoyun düşmek. 2. Ayağı takılıp sendelemek, düşecek gibi olma. “Garam garşıdan çıkışın Altında atı galaklar Cenazeni gılsın galan Cennetten hürü melekler” (Belgin Elgün, Adana-Ceyhan S. 76) |
ġalaklamak |
: |
Bir yerden ayağı kayıp düşeyazmak, tökezlemek. |
galan |
: |
Artık, sonra, bundan sonra, bundan böyle, şimdiden sonra. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Ağa da duyarsa duysun Nasibime gurşun goysun Han’evimiz haraboldu Galan orusbusun yensin” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) “Çok yorulan birine “yeter galan dayandı:n” deyip gel şuriye söyken de diinen deyişimiz, incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Kubilay, www.bekerecikoyu.com) |
ġalankı |
: |
Geriye kalan. |
ġalas |
: |
1. Kalın dilinmiş uzun tahta. 2. Helke. |
galat |
: |
Hata, yanlışlık, galet. |
ġalaz |
: |
1. Kalas. 2. Deriden yapılmış su kabı, plastik leğen. |
ġalb |
: |
Kalp. |
ġalbır |
: |
Kalbur, buğday vb. şeyleri elemek için yapılan âlet. “Daha gem sürülürken ebecêzim galbırı saratı alıp gelirdi.” |
ġaldı:na |
: |
Kaldığına. |
ġaldırdınmiyin |
: |
Kaldırınca. |
ġaldırmak |
: |
Kaldırmak, “Neyin garannısı gece Yıkılsın engini yüce Memmed’i galdıran hoca Namazın gılmaya geldim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kadirli (Kars)’de Vurulan Mehmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) |
ġale |
: |
1. Kale. Hingilli’nin ardı gale Sunam gelir döne döne Çolağın gelini Hantallı Sen de müzevirlik eyle Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.169. 2. Sincap. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ġa:le |
: |
Aile sorumluluğu, aile yükü. “Golay mı işi? Yedi baş horantanın galesi sırtında.” |
galebördü |
: |
Siyahla kırmızı arası bir renk (pekmez köpüğü rengi) |
ġaleci |
: |
Kaleci. |
ġalem |
: |
Kalem. “Tren gelir posda posda Galemleri desde desde Bir duydum ki Celal hasda Celalım oy aslanım oy” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġalemi düzgün |
: |
Fiziği düzgün. |
ġalender |
: |
Alçak gönüllü. |
galet |
: |
Galat. |
ġaley |
: |
Kalay. “Arabi: güvenemi:g. İçindâ yüg arabanın on bedeli. İçindâ galey, sa:de bahır, gazan, teş, sini, arabanın yükü.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ġaleyci |
: |
Kalaycı |
ġaleyi kitlemek |
: |
Konuşacak hali kalmamak, susmak. |
ġaleylemek |
: |
Kalaylamak. |
ġaleyli |
: |
Kalaylı. “Hasta eşcêzim hasta Su veririm galeyli tasda Ötüşürdük eşiminen İkimiz bir kafesde” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Koca Durmuş’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Nadire Erkek) |
ġalfe |
: |
Kalfa. “Galfe yemâ getdi. Gelsin de o bulsun hoturaflarınızı.” |
ĝalḫım |
: |
Küçük mağara, kaya kovuğu, saklanılabilecek alan. |
ġalıç |
: |
1. Küçük orak. 2. Ot biçmeye yarayan, tahta saplı, orağa benzer, hilal şeklindeki alet. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ġalık |
: |
Kalmış. “Maraş’ta da çifte oluk İşimiz Allah’a galık Babam oğlu gurşun değmiş Barmakların belik belik” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġalın |
: |
1. Kalın. 2. Başlık parası, yatak çeyizi parası, evlenecek kızın ailesine verilen para. Hakkında yüksek lisans tezi hazırlanacak kadar güçlü bir kelime. “Babam çok mu aldı senden galını Onun uçun vururlar mı gelini Söylen babama da versin malını Gıyma gannı zalım, gel bana gıyma Yalandır ellerin sözüne uyma” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġalın ekma: |
: |
Kız istemede ailelerin bir anlaşmaya varabilmeleri için oturup konuşmaları ve anlaşmalarının ardından verilecek yemekte yenecek ekmekler, danışık ekmâ. |
ġalın kesmek |
: |
Başlık parasını konuşup karara bağlamak. |
ġalıp |
: |
Kalıp, görünüş. “Galıbının adamı dealımış. Tek kelimiyenen yazzıklar olsun ona.” |
ġaliç |
: |
Ot biçmeye yarayan küçük orak. |
galila:na |
: |
Galeyana. “Gariban babanın evladı, galilâna gelmissig Selâddin Usda diü bâ. Gelmissim demiü de gelmissig diü.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ġalili |
: |
Eşkili köfte. “Dilleri köftelik oldu Galili yapasım geldi Burnu mummuş nohudu Aşlara atasım geldi” (Av. M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufçuk Bas. Yay. Ve Tanıtım Hiz. Ankara 2001) |
ġalin |
: |
Bir ucuna sigara takılıp öbür ucundan nefes çekilen çubuk biçiminde tütün içme aracı, ağızlık, bir çeşit pipo. |
galiptoz |
: |
Okaliptüs ağacı. Galiptoz dellėrdi ende: a:ca. |
ġaliye almamak |
: |
Dikkate almamak, önem vermemek. |
ġaliyen |
: |
Sigara ağızlığı. |
ġalkmak |
: |
Kalkmak. |
gallangup |
: |
Hep birlikte, tümüyle, tamamen. “Gallangup geldiler.” |
ġalle |
: |
1. Kalle, para çekmecesi. “Gallie iki el girmez. Düvencili:n birinci guralı bu” 2. Sincap. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ġalleci |
: |
Kasadar, kasiyer. “Galleci dudmuş bir de. Sanki düvende çok iş var da.” |
ġallem kilit |
: |
Bu tabir oyunda yorulan oyuncunun söyleyip oyuna ara verdiğinde kullandığı gibi mecazi anlamda da kullanılır. “Gallem kilit.” |
gallemis |
: |
Güzel koku veren bir nesne. “Adana çizmesini giymiş kıçına Yüz dirhem gallemis yetmez saçına Yeni değmiş onüç ondört yaşına Usuldur boyları, yaşa da uygun” (Karacaoğlan’dan, Kaynak: Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler, İş Kültür Yayınları, Haz.: Alpay Kabacalı, Mas Matbaacılık, İstanbul 2002) |
gallemis kutusu |
: |
Aşiretin kullandığı biryantin kutusu. |
gallep, galle |
: |
Yaklaşık seksen türü bulunan, kısa vücutlu, sık ve genellikle kül rengi tüylü, düz gagalı, hızlı ve uzun süreli uçabilen, evcil türleri olan, yemle beslenen, eti yenilebilen bir kuş, yabani güvercin. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ġalleş |
: |
Kalleş. “Çamurda bağlanır poçu Galleşçe yüzüyor goçu Neyidi de gıllı Kürtler? Bu uşacakların suçu?”3124 (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İnce (Safiye) Memmed’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Çığşar) |
gallep |
: |
Yabani güvercin. |
ġalli |
: |
Ağaçlar üzerinde, ağaç ve kaya kovuklarında yaşayan, genellikle yemişlerle beslenen, ince uzun gövdeli, çok tüylü, uzun kuyruklu, çok çevik bir hayvan, sincap. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Bu dağların ak çağşaklı, pınarları, geyikleri… gallileri, kurtları…. Hepsi Haşmet Beyimizindir.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
“Galli cevizinde sincap avlamak Alağbak kuşuna sapan sallamak Çukurova’ya gidene selam yollamak Pınarların özlemi bitmiyor yaylam” (Mustafa Kıreker, (Kösepınarı) Ericek Yaylası İsimli Şiiri, Çukurova’dan Dünya’ya Kadirli Dergisi, Haziran 2008, Sayı: 24) |
gallim |
: |
Sincap. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ġallin |
: |
Bir ucuna sigara takılıp öbür ucundan nefes çekilen çubuk biçiminde tütün içme aracı, ağızlık, bir çeşit pipo. |
ġalliz |
: |
İki grup hâlinde oynanan bir çocuk oyunudur. Gruplar, 3 ayaklı bir ağaç kökünesahiptir. Önce bir grup, adından diğer grup dikilen bu 3 ayaklı ağaç köklerini yıkmayaçalışırlar. |
gallül |
: |
Pipo. |
ġalmak |
: |
Kalmak. “Karac’oğlan gelir derler Gelir burda galır derler Söylemeden ölür derler Dili yârdan ayrılanın” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
ġalp |
: |
1. (İnsan) Hantal. 2. Tembel, yavaş. 3. Kalp “Durdu Memmed derler idi adama. Yıl 2002’de galpten öldü zavallı. Tokdura gettiyidi ölüsü geldi fıkaranın.” |
ġaltak |
: |
1. Semerin tahta yerleri. 2. Zayıf, kötü, yaramaz kadın. |
ġalyen |
: |
Bir ucuna sigara takılıp öbür ucundan nefes çekilen çubuk biçiminde tütün içme aracı, ağızlık, bir çeşit pipo. “Koca Osman hiç aldırmıyordu. Galyeni ağzında, boyuna duman püskürtüp, yangının karşısında geriniyor, gülüyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
gam |
: |
Sıkıntı, keder. Yiğit yiğide yâr olur Kötülerde ham süt olur Kara gün ömrü az olur Gamlanma gönül gamlanma Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.390 |
gam çekmek |
: |
Sıkıntılı olmak, kederli olmak. Gam çekme halına dîvâne gönül Sana da bulunur elde neler var Ayva mı eksik turunç mu yoksa nar Sun elini beri dalda neler var Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.583 |
gam kasavet basmak |
|
:Sıkıntı basmak. Benden selâm olsun yedi benlime Yine gam kasâvet bastı gönlüme Saçım başım yolup kendi eğnime Geyik postlarını bağlar gezerim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.503 |
gam kasavet çekmek |
: |
Sıkıntı çekmek. Gam kasâvet çekme dîvâne gönlüm Her zaman da dünya başa dar olmaz Yıkılıp düşene gülme sakın sen Yiğit düşüp kalkmayınca bell'olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.647 |
gam yememek |
: |
Sevinçli olmak, gamlanmamak. Kapısında kara kullar olduğum Ataşından sararıp da solduğum Gam yemezdim ben bu derdden öldüğüm Dolansa boynuma akça bilekler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.591 |
gam yükü |
: |
Çokça dert ve sıkıntılar. Akşam olur ben yerime yatamam Eski derdi yenisine katamam Silkinip de gam yükünü atamam Ara yerde ölüm olduktan geri Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.460 |
ġama |
: |
Kama, hançer. “İkindininen ağşam arası Hayli çekiyor deresi Bir gurşuncuk vurun ölsün Zor olur gama yarası” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġamalak |
: |
1. Çamın kabuğunun altındaki ince zar. 2. Sarı katran çıkarılan, çam türünden bir ağaç, katranağacı, dağ servisi, sedir, Toros sediri. |
ġamalaklaşmak |
: |
Palazlanmak, büyümek. |
gamalmak |
: |
Çizgi oyununda elde edilen dört köşeli yeri X işareti ile işaretlemek. |
ġamanmak |
: |
Dik durmak. |
ġamaşmag |
: |
1. (Göz için) Kamaşmak. 2. Ekşi yiyecek ya da içeceklerden dişlerin etkilenmesi. |
ġamayınan |
: |
Kama ile. “Galleş Halil fişşek düzer Mehmed gardaş okur yazar Berk sıkışmış çetelerim Gamayınan siper gazar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İnce (Safiye) Memmed’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Çığşar) |
ġamaz |
: |
Şiddetli rüzgar, kasırga, rüzgar hortumu. |
ġambak |
: |
Kavlak, kel. |
ġamber |
: |
Sadık. |
ġambır |
: |
Kambur. “Unu elemiş, elêni duvara asmamış. Gambırı çıkmış amma hala işinin başında.” |
ġamçalamak |
: |
Bir şeyi avuçlayarak almak. Bayram şekerlerini de çocuḳlar ġamçaladı. |
ġamçı |
: |
Kamçı. “Bacısının adı Eşe Gamçısın dayamış daşa Gardaş güleşe çıkışın Selam salmış Kemal Paşa” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Karcı İs-mail (Kahveci)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) |
ġamere |
: |
Kamera. “Diyarbakır’dan uçak kakdı Esgerlerin belin bükdü Gamereler nasıl çekdi Esgerlerim guzularım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Uçak Kazasında Ölenlerin Ağıdı, Kaynak Kişi: Hatice Salan) |
ġamet |
: |
Erkek veya dişi üreme hücresi, cinsiyet hücresi. |
ġamga |
: |
Ağaç kabuğu, soyulmuş olan ağaç parçası, yonga. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ġamga:mı, ġamga gimi |
: |
Daha çok da insan için çok zayıf. |
ġamgalanmak |
: |
Yaranın kabuk bağlaması. |
ġamgayla kaşınmak |
: |
Paraca çok darda olmak. “Heç sorma bu aralar gamgayla kaşınıyom.” |
ġamıdıp durmak |
: |
Hastalık veya üzüntüden dolayı durgun olmak. “Sabahdan beri gamıdıp duruyor guzum. Bir doktura götürsek yavrımı.” |
ġamış, ġamiş |
: |
1. Erkeklik uzvu. 2. Kamış. Tarlalarda biter gamış Uzar gider vermez yemiş Çöl Yemen’de can verenner Biri Mehmet biri Memiş” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
gamıtık |
: |
İçine kapanık. |
ġamıtmak |
: |
Yüzünü asarak küsmüş gibi durmak. “O kadar sinirliydi ki, istediğini koparıncaya kadar saatlerce gamıtıp dururdu.“ |
ġamıyanan |
: |
Kama ile. |
ġamıyon |
: |
Kamyon. |
ġamine |
: |
Bol, bir çok, bir sürü, alabildiğince. |
gamlanmak |
: |
Kederlenmek, üzülmek. Kemler eyilik göremez Gamlanma gönül gamlanma Bin kaygı bir borç ödemez Gamlanma gönül gamlanma Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.389 |
ġampık |
: |
Ağaç kabuğu, soyulmuş olan ağaç parçası, yonga. |
ġamrık |
: |
Kasık bölgesi. |
ġamyon |
: |
Kamyon. “Gamyon Hacı’nın karşı yamacında Dulkadiroğulları’ndan kalma çeşme, onun da bitişik arkasında Gücük Mâmed’in kasap dükkanı, yanında da leblebici Yusuf Ağa’nın dükkanları vardır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
gamze |
: |
Yanaktaki çukurluk. “Elif kaşlarını çatar Gamzesi sineme batar Ak elleri kalem tutar Yazar Elif Elif deyi” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
ġan |
: |
1. Kan. 2. Tadı yerinde, yemek için revaçta olan şeyler, nadasa bırakılmış tarla. 3. Derin. “Gan uykudaydı hırsız eve girdiğinde.” |
ġan dutmak |
: |
Kanlı bir olay anında donup kalmak. |
ġaŋ gatıran |
: |
Zehir, kötü. |
ġan gimi |
: |
(Su ve benzeri içecekler için)Çok ılık. “Gan gimi ıpılık.” |
ġan işleri |
: |
Kötü işler, düşmanlık. |
ganalga |
: |
Kanma ve inanma özelliği. |
ġanalgası tez |
: |
Çabuk inanır. “Ganalgası tez.” |
ġanat |
: |
Kanat. “Birine siŋirlendiklerinde: “Ulan çocuk seniŋ ganadıŋ elime geçer za:r.” deyip aslında bir zaman so:ra, ganadı eline geçse bile: “Ulan çocuk hersim indi.” diyecek hoşgörüye sa:bolmamız incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
ġanatma |
: |
Kengerden sakız yapma işlemi. |
ġanayaklı |
: |
Kadın. |
ġâncak |
: |
El arabası. |
gäŋce |
: |
Tadı yerinde, yemek için revaçta olan şeyler. |
ġancı |
: |
Boynuzdan yapılma bir düzenekle kan alan kişi. |
ġancıg |
: |
Cinsiyet yönünden dişi. |
ġancık |
: |
1. (İnsan, hayvan) Cinsiyet yönünden dişi. 2. (Aşağılama anlamında ) Dönek, kalleş, hain, kötü ahlaklı kadın. “Gancık yalanmazsa, köpek dolanmaz” (Bir Yörük Atasözü) |
ġancık eşşek şansı olmak |
: |
Hiç ummadığı bir anda isteğine kavuşan kimselere denir. Çok ama çok şanslı olmak. “Onda gancık eşşek şansı var.” |
ġancıkmak |
: |
Kurutulmak için toplanan tütün yapraklarının uzun süre asılmadan beklemesi durumundazarar görmesi, ezik, ele alınmaz olması. |
ġandak |
: |
1. Dar ve derin sel yarıntıları. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Yollarda tekerleklerin oydukları yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Su dolu çukur. 4. Çok su veya içki tüketen. 5. Hendek, derin yer, büyük çukur. |
ġande:r |
: |
Çok kıymetli. |
ġandırmak |
: |
İkna ederek aldatmak, kandırmak. “Alma Dağı’na gondurrum Cemalönü’ne indirrim Yalınız ağlama hatın Seni ağada gandırrım” (Mehmet Temiz Yüksek Lisans Tezi Andırın Ağıtları, Zilfaroğlu İsmail Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Sariye Gök) |
ġandil |
: |
Kandil. “Deniz kenarında akan umudum Gandiler içinde yanan mumudum Evel Allah yarda idi umudum Umudum elime verdin niniyem” Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Güllü’den Ağıt, Derleyen: Bünyamin Gönen, Kaynak Kişi: Kızılay Bekir Dayının Eşi) |
ġane |
: |
1. Kiremit. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Çeşme, musluk. “Çöpçüler, ganelerden doldurdukları tenekelerle önce her tarafı yarım daireler halinde adım adım serperek sular ve suyun çekilmesini bekledikten sonra da süpürmeye başlarlardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ġanel |
: |
Kanal, su arkı. “Ali’m ganellerde gezer Zalım felek yazı yazar Yiğid idi yiğit Ali’m Uğramış da değmiş nazar” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġäŋelmek |
: |
Nadası bırakıldığı için verimli hâle gelmek. |
ġanepe |
: |
Koltuk. |
ġanere |
: |
1. Köpek demek ama bizde başıboş gezene derler. 2. Karnı doyup da gözü doymayan kimse. “Altmış altın ganeresi Su çıkarır dolabından Böyle benim vezir babam Konuşurdu Haleb’inen” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
ġaneviz |
: |
Kavanoz. |
ġaŋgal |
: |
1. Kangal. 2. Uzun boylu, boz renkli, çiçekli bir bitki, kenger. |
ġangalaaşşık |
: |
Deniz kenarında bulunan beyaz oval konkav yapılı kabuk, deniz kabuğu. |
ġangan, ġanggang |
: |
Araba, kağnı. |
ġangıldağı çıkmak |
: |
Çok zayıflamak. |
ġaŋgıldak |
: |
1. Zayıflamış, kupkuru kalmış, içi boşalmış yaşalanmış sadece kabukları kalmış. 2. Dikenli kalın otlar. |
ġaŋgılığı çıkmak |
: |
Çok zayıflamak. |
gangış |
: |
Cılız, zayıf. |
ġanı ġarrah |
: |
Çok zengin. |
ġanı ġarrah olmak |
: |
Ganimete üşüşmek, çoğalıvermek. “Hösüyün Ağanın öldüğü günün Allah etmiye meresçileri ganı garrah oldular.” |
ġanıkmak |
: |
Alışmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ġaŋırtmak |
: |
Ters tarafa zorlamak, kanırtmak. |
ġani |
: |
1. Allah, Tanrı. 2. Cömert, bol, zengin, varlıklı, bir erkek ismi. “Ali’yi özne durdurdum Bağlat tırabulus kuşak Sabah bunun ganili var Evrenler devşirir uşak” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
gani garrah olmak |
: |
Ganimete üşüşmek, çoğalıvermek. |
Gani Süphan |
: |
Allah. |
gaŋil |
: |
Kanun, adet, görenek. “Ak ellerin şıfka parmak Ellerin dokurdu örnek Bu da bizden ganil kalsın Halakada beşik kalmak” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
gaŋil kalmak |
: |
Gelenek olmak, âdet kalmak. Eser, hüner, yıllarca söylenilecek işlek bırakmak. |
gaŋil olmak |
: |
Gelenek olmak, adet kalmak. “Gürün’ün Gürün elması (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ganim |
: |
Doyumluk. “Yüzüne bir ganim bakılmaz.” |
ganime |
: |
1. Doluca, dopdolu. 2. Sürekli, durmaksızın. 3. Bol, bir çok, bir sürü, alabildiğince. |
gani:nen |
: |
Kaneyle, kiremit, kırmızı topraktan pişirilerek yapılmış oluk. |
ga:ŋñirmek / ga:rmek |
: |
Geğirmek. |
ġanlı |
: |
Kanlı, kan davalısı, düşman. “Tuvalas’ın yayla suyu Akar doluyu doluyu Gurşun saçmış Saf’ye Memmed Ganlı soluyu soluyu” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġanmak |
: |
İnanmak, kandırılmak. |
ġannar |
: |
Kanlar. “Gışla yeri dölek dölek Gannar akar gölek gölek Sarı Mullam savışırkan Düşmannar vermemiş yolak” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Sarı Mulla (Mullacık )’nın Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Celil Dalkıran) |
ġannı |
: |
1. Kanlı, kan davalısı, düşman. “Beyaz miltan geymedin mi? Öylen yemen yemedin mi? Gannı ırmağa düşen Gadir Gurtar gardaş demedin mi?” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993)
“Gannının gapısına salmak.” (Düşmandan bile çare ummak anlamında bir Andırın deyimi) 2. Karnı. |
ġannı ġubur |
: |
1. İltihaplı yara. 2. Kanlı ve koyu ağız suyu. |
ġannın |
: |
Kanlın, katilin. |
ġannısı |
: |
Katili, kan düşmanı. “Ben nasıl başa çıkarım ki, gedip gannısı olduklarına habardar edeceğedim.” |
ġaŋsırmak |
: |
Boğazını temizlemek, balgam çıkarmak. |
ġantarma |
: |
Ocaklığın üst kısmındaki raf, taş kemer. “İdarenin yeri gantarmanın göbeği idi.” |
ġantarma gimi |
: |
Çok ağır. |
ġanturon |
: |
Kırmızı, sarı, mavi ve beyaz çiçekli, kurutulmuş yaprakları halk hekimliğinde kullanılan ot. |
ġap |
: |
Mutfak eşyası, kap. “Raflar olurdu, kenarları süslü, aşganalarda uygun bir duvara çakılıp gapları dizmeye.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ġapak |
: |
1. Yarım daire şeklinde yaklâşık 60cm yarıçapı olan üstü naylonla örtülü ince uzun küçük sera. 2. Kapak. “Gazana da goydum gabak Ağzına da goyduk gapak Gühacı’nın oğlu Höbek O’da almaz Kirlim seni” (Kaynak: Andırın Büveme Köyü’nden Cinnilerden Ahmat Kıvrak Cinne-met) |
ġapaklama |
: |
Kapaklama, tohumun toprakta çürümesi. |
ġapalı |
: |
Tesettürlü. |
ġapalı bazar |
: |
Pazar günü. “Bugün gapalı bazar.” |
ġapanmak |
: |
Örtünmek. |
gapcık |
: |
Kabuk. |
ġapcıklı |
: |
Sünnetsiz. |
ġapdaş |
: |
Taş çanak, küvet. “Her oluğun önünde bir gapdaş vardır Meyremçil Yaylası’nda.” |
ġapdıgaştı |
: |
Pikap, minibüs. |
ġapdırmış geli: |
: |
Hızlı geliyor. |
ġapgacak |
: |
Mutfak eşyası. |
ġapgara |
: |
Kapkara. “Benim annemin ayakları gınalıydı, senin ayakların gapkara. Sen annem olamazsın” demiş. (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
ġapı |
: |
Kapı. “Gapıda goçu bağlanır Toprakda meti söylenir Avcıl İrbehem deyincek Göğsün elleri sallanır” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Avcı İbrahim’in Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Mustafa Balıkçı) |
ġapı küsü (kösü) |
: |
Gelin çıkarken gelinin kardeşlerinden birisi kapıyı kilitler. Kapının açılması için Damat tarafının bir şeyler vermesi gerekmektedir. Verilen şeye gapı küsü denir. “Toroslar’da geleneksel düğünlerin olmazsa olmazlarından bir tanesi de gapı küsüdür.” |
ġapıd |
: |
Sırta giyilen manto, asker paltosu. “Gelin bacılar gelin Mezerliğe doğru varın Arif Maraş’dan geliyor Gapıdını elinden alın” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Arif Bilici’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Bakacak) |
Ġapıküf Da: |
: |
Kaf Dağı. |
ġapılmak |
: |
Tutulmak, sevdalanmak. |
ġapıp ġuvarttı |
: |
Çok hızlı uzaklaştı. “Tavşan tazıyı görünce gapıp guvarttı.” |
ġapıp koyuverdi |
: |
Aldı yatırdı. “Gapıp koyuverdi.” |
ġapısa |
: |
Küçük bahçe kapısı. |
ġapısalık |
: |
Tam tekmil olmayan bağ kapısı. |
ġapışmak |
: |
Boğuşmak, dövüşmek, kavgaya tutuşmak.. |
ġapıt |
: |
Pardüsü, palto. “Al at nenni, gır at nenni Emiş’in başı borannı Gızlar bir gardaş yitirmiş Al gapıtlı, çuha donnu” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ġapıtlı |
: |
Kaputlu, paltolu, pardesülü kimse. “Uzun gabıtlı Sar’aslan Yekin de boyunu gösder Eşe’n de izine gelmiş O da bizden baba isder” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ġapıyı dillemek |
: |
Kapıyı kilitlemek. “Aha gapının dili. Şimdi üstünden gapıyı dilleyeyim de get bakalım nasıl gedersen dedi, gülümseyerek. Sonra da yavaşça dışarı çıktığında, Rüstem de gapıyı arkadan sürgüledi.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
ġapız |
: |
Boğaz, dar geçit, dar vadi. |
ġaplık |
: |
1. Defter, kitap kaplamaya yarayan her şey. 2. Mutfak rafı. |
ġapmak |
: |
Kapmak, tutmak. |
ġaporo |
: |
Ön peşinat, kaparo. |
ġapsalık, ġaspalık |
: |
Bahçe kapısı, dış kapı, parmaklık. “Abdal Meded tek ağız barakanın etrafına bir çit çekmiş. Giriş kapısına da bir gapsalık yapmaya karar vermiş. Gitmiş dere kenarından zakkum dallarından kesmiş. Zakkum dallarını gün önünde çakmaya başlamış. Abdal bir taraftan çit çatarken mahallenin çocukları da çiti söküyormuş.” Abdal Meded: “Bre çocuk öte git,” diyormuş. Abdal bir uyarmış, iki uyarmış sonra dayanamamış bağırmaya başlamış. Abdal: “Ben çatam, sen bozan, gelirsem çiti yedirem diyerek çocukları kovalamış.” (Kaynak kişi: Mahmut İmeci, Erman Artun, Seyirlik Köy Oyunları ve Anonim Halk Edebiyatı Araştırmaları, Kitabevi, İstanbul 2008) |
ġapsin |
: |
Fişek kapsülü. |
ġapu |
: |
Kapı. “Goşuda atın gezdirir Üsdüne dakım düzdürür Gani gönül benim eşim Gapuda gısır yüzdürür” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġar’ı:ş |
: |
Karakış. |
ġar |
: |
Kar. “Yüksek yaylaların başı Garı erir dura dura Sene geçse gün dolansa Unutmam sürmeli gızı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Fatma’nın Ağıdı, Ağıdı Yakan: Döne Höbek) “Gar senesi, var senesi” (Andırın Atasözü) |
ġar anası, ġor anası |
: |
Çocuğuna soğuk ana, çocuğuna sıcak ana. “Gar anası, gor anası.” |
ġar ġarsamba |
: |
Evdeki kalabalık eşya. |
ġara |
: |
Kara, siyah. “Ablak Gar’ismet’im ablak Gıyıp da vurmadım şaplak Ben sana doymadım guzum Doysun gayrı gara toprak” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġara bere |
: |
Ciltte çarpma nedeniyle oluşan morluk. |
ġara çapar |
: |
Siyaha yakın, ala renk. |
ġara çomu |
: |
Siyah keçi. |
ġara mes |
: |
Lastik ayakkabı. |
ġara: |
: |
Ağacın dalını eğmeye yarayan çatal. |
ġara bağlanmak |
: |
Yas tutmadan dolayı karalar giyinmek. |
gara bilecen (olmak) |
: |
Gelecek kötülükleri önceden söyleyen veya tahmin eden ya da hep kötü taraftanbakıp ya şöyle olursa ya böyle olursa diyen. |
ġara cırtnavıl gimi |
: |
Kapkara. “Evleri de acar yapıda Gapıları da soldan takılı Gızları da gara cırtnavıl yapılı Gasım emmimde de var bir tane” (Mehmet Dağdeviren) |
ġara eriġ |
: |
Kara erik. |
gara garatma getirmek |
: |
Geleceğe dair olumsuz tahmin ve önyargıda bulunmak, işin neticecisini daha kötüsüne bağlamak. |
ġara ġurşun |
: |
Çok kötü, talihsiz kurşun. |
ġara lök |
: |
Siyah, yaşlı deve. |
ġara sergi |
: |
Kurutulan bir üzüm. |
ġarabatak |
: |
Su altında yüzme. |
ġaraç |
: |
Garaj, araçların park etmesi. “Arabalar oldu garaç Yana yana oldum kireç Memmed’im olmuş bir turaç Uçup getdin bu dünyadan” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġaraçalı |
: |
Bir çeşit dikenli çalı. |
Ġaradepe |
: |
Kadirli’nin fıkralarıyla ünlü bir yerleşim yeri. “Bugün bir davşan boku gördüm.” veya “Bugün bir keklik sesi duydum.” diyecek gadar, avsız galmamız, bazen de; “Bir sene Garadepiye getdidim, şu gadar garatavık vurdu:düm.” diye devam eden avcılık muhabbetlerimiz, incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
ġaragmaġ |
: |
Akşamın karanlığı başlamak. |
ġaragol |
: |
Karakol. |
ġaragucak |
: |
Bir güreş stili. |
ġaragucak olmak |
: |
Sarmaş dolaş olmak. “Şimdi uzatmayalım bu adamlar Maraş’a vardılar, dahil oldular. Mıroğlu’nu aradılar buldular. Mıroğlu bunlarlan garagucak oldu. Gendilerini misafir odasına aldı, atlarını ahıra çektirdi. Yediler, içtiler, yattılar,galktılar, sabah oldu.” (Aşık Hacı, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) |
ġaraġura |
: |
Korku. |
ġarağan |
: |
Bir çeşit bitki. |
ġarağı |
: |
Huğun tavanına yerleştirilen sazları, mertekler üzerine çivilenen kargılara tel ya da kınnapla bağlamak içinkullanılan basit aygıt. |
ġarahan olmak |
: |
Çok mesut olmak. |
ġarakmak |
: |
Kararmak. “Denizi gördüm de garakdı gözüm Yanıyor içerim galmadı özüm Göresim geldi de Zeynep’im gızım Yol ver de gedelim dumannı dağlar” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġarakol |
: |
Karakol. |
ġarakürelemeye |
: |
Kabaca, el yordamıyla, inceden inceye hesaplamadan. |
ġaralama vermek |
: |
Kötüleme, iftira. |
ġaralamak |
: |
Kötülemek. |
ġaralı |
: |
Karalı. “Üsdüne geymis garalı Benim yüreğim yaralı Memmed gaç gün olduyudu? Sen eşinden ayrılalı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Doğumda Ölen Sultan Temiz’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse Temiz (Patlakkızı)) |
ġaraltı |
: |
Karanlıkta iyi seçilemeyen görüntü, karartı. “Garaltısını görmesiynen gel ha etmesi bir oldu.” |
ġaramak |
: |
Kötülemek. |
ġaramet |
: |
İftira, kara çalma. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Atım var atlar içinde Nalı parlıyor gıçında Biz de bir gelin yitirdik Garametlerin içinde” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Ayşeye Ağıt, Derleyen: Hasan Batmaz, Kaynak Kişi: Elif Bayer) |
ġarametçalmak |
: |
iftira etmek. |
ġarametetmek |
: |
iftira etmek, abartılı davranmak. |
ġaramet ġandan çetin |
: |
İftiraya uğramak herşeyden daha kötü. “Garamet gandan çetin.” |
ġaramık |
: |
Sert ve uzun dikenli, ufak boylu çalı. |
ġara:mtırak |
: |
Alacakaranlık. |
ġarangaz |
: |
Yaşlı ağaç. |
ġaranġılık |
: |
Karanlık. |
ġaraŋımak |
: |
Hava kararmak. |
ġaranışmak |
: |
Havanın kararması. |
ġaranmak |
: |
Birinin ya da bir şeyin aleyhinde konuşmak, dert yanmak, şikayetçi olmak. “Garpızıŋ para etme olasılı:nıŋ az olmasına ra:men, her sene garanarak ve bir işda:nan garpız ekilmesi incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
ġarannık |
: |
Karanlık. “Mezer de garannık olur Yakar da gorum idare Ben Selver’in hatiresi için Bu yanna etdim mudare” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġarar |
: |
Karar. “Yoldan geden moturun sesinden kimiŋ moturu oldu:nu tahmine çalışma ve uzun tartışmalardan so:ra, garara ba:lanması ve gerçekden de bilinmesi incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
ġararbazara |
: |
Tahminen. |
ġararbazara hareket etmek |
: |
Plansız hareket etmek. “Gararbazara hareket etmesinden bıktım, usandım.” |
gararmak |
: |
Kararmak, morarmak. “Dudak barmaklar garardı Saçlarını kim daradı? Gelin giden bebeğim Samenini kim eğledi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Zatüreden Ölen Zeliha’nın Ağıdı, Ağıdı Yakan: İbrahim Gök) |
ġarartı |
: |
Karanlıkta iyi seçilemeyen görüntü, karartı. “Bir şapkasının silüetinden bekçi şapkası olduğunu anlayınca içimiz rahatlardı, bir de gölgenin sahabının yaşlı bir amca olduğunu anlayınca. Aksi halde garartının sahabı yanımızdan geçip uzaklaşıncaya kadar neredeyse hafakanlar geçirirdik.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ġarartılamak |
: |
Dikkatli bir şekilde bakmak. |
ġarartlama |
: |
Kötüleme, iftira. |
ġarartma vermek |
: |
Kötülemek. |
ġarasevda |
: |
Onmaz aşk. |
ġarâş |
: |
Gardaş, kardeş. |
ġara:ş |
: |
Kara kış. “Garâş geldi gapıya dayandı. Korganın oraya gar düşeli neredeyse bir hafta oldu.” |
ġaratavık |
: |
Bir tür av kuşu. |
ġaravana |
: |
Karavana, asker yemeği. “Şubeye vardım da soyun dediler Asger elbiseni geyin dediler Tayin garavana nedir bilmezdim Tayin garavanayı yê dediler” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerlik Ağıdı, Kaynak Kişi: Ahmet Aslantaş) |
ġaravayvaycı |
: |
Bir işin kötüye gideceğini söyleyen, şeamet tellalı. “Şom ağızlı. Garavayvaycılıktan başka bildiği bir şey yok.” |
ġaravık |
: |
Dağlarda yetişen yenilebilir bir ot. |
ġaraya:z |
: |
Karayağız. |
ġaraz |
: |
Kin. “Evimizin önü kiraz Dünyadan almıyom mıraz Ya n’edeyim Hatça Bacım Felek etdi bize garaz” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Küçük Kemal’in Ağıdı, Ağıtı Yakan: Safiye Temiz) |
garbi |
: |
1. Batıya ait. 2. Güney bölgelerinde harman savurmaya en çok yarayan batı rüzgarı. “Garbi derler rüzgarımız hoş varır Eser eser top zülüfe yalvarır Boz tarlada kızıl buğday haykırır Döven döner saman uçar kes gelir” (Aşık Mahzuni Şerif) |
garbiyeli |
: |
Akşam üzerleri sert esen bir rüzgar. |
ġarbunat |
: |
Karbonat. |
ġarcaşmak |
: |
1. Kaos, ağız kavgası, itişip kalkışma. 2. Kalabalığın dalgalanması, olağanüstü bir durum yaşaması, karışıklık. |
ġarçın |
: |
1. İçine hem elbise koyulan hem de yastık olarak kullanılan, yünden dokunmuştorba. 2. Çuval. |
ġardak |
: |
1. Kırışık, tam açılmamış olan. “Gutnu zubunun gardağı Elinde gümüş bardağı Zahmerinin ortasında Od’a vermişler çardağı” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) 2. Dokumada veya dikişte pürüz, potluk. 3. Çirkin, uygunsuz. “Yıkıldı mı goca çardak? Bizim iş de geldi gardak Yangın eşimin yürê Yanı sıra verin bardak” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Koca Durmuş’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Nadire Erkek) |
gardalı |
: |
Buruşuk, sıkışık, düzgün değil. |
ġardaş |
: |
Kardeş. “Gardaşım binmiş atına Başkente getmiş gezmiye Goska gezer babamoğlu Giyer körüklü çizmiye” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kalpten Ölen Kenan Kurtbeyoğlu’nun Ağıdı, Kaynak Ki-şi: Sariye Gök) |
ġardaşġuşa: |
: |
Gelinin beline kız evinden çıkarken kardeşi tarafından sarılan kırmızı kuşak. |
ġardaş yolu |
: |
Gelin çıkarken gelinin kardeşlerinden birisi kapıyı kilitler. Kapının açılması için Damat tarafının bir şeyler vermesi gerekmektedir. Verilen şeye gardaş yolu denir. “Yöremizdeki geleneksel düğünlerin olmazsa olmazlarındandır gardaş yolu. Gelinin gardaşı yoksa emmioğluna bu kapı küsü verilir.” |
ġardeş |
: |
Kardeş. “Güçcük yaşda yetim galmış Bizim gimi yok gardeşi Görmediğim gara düşü İşte gördüm bacılarım” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġare |
: |
Kara, siyah. “Yedi bacın gelmiş ağlar Başında gareler bağlar Hatırlıydı gardaşcağ’zım Başında toplanmış beğler” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġarel |
: |
Yaklaşık, aynı düzeyde. |
ġarelleştirmek |
: |
Kararlaştırmak, sonuçlandırmak. |
ġaremet |
: |
İftira, kara çalmak. |
ĝaremik |
: |
Kırmızı veya siyah renkli bir çeşit yabani, küçük erik. |
ġarer |
: |
Yeterince, kıvamında, ölçüsü tam. “Garer hey Allah’am garer Gene başdan aşdı zarar Necdet de esgerden gelir Gözler anasını arar” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġarer bazarı |
: |
Göz kararı. |
ġarerlemek |
: |
1. Herhangi bir şeyin göz kararı ile miktarını ayarlama. 2. Ölçüp biçerek uygun hale getirmek, göz kararı hesaplamak, ayarlamak. |
ġarerleşdirmeg |
: |
Kararlaştırmak. |
ġarermek |
: |
Kararmak. “Bu Muzu sözü özerine Ali Gadoğlu’nun yüzü garermeye başladı. Soğna ayvâh Elboğlu’na biz avradı verdirmissik deyi gendi gendine mırıldandı. Fât Elboğlu türküsüne devam etse de Muzunun Ali Gadoğlu’nun avradı oldûnu âğnadı.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
ġarez |
: |
Kin, husumet, düşmanlık besleme. |
ġarga |
: |
1. Karga. 2. Hayvan alıp satan. |
ġarga bunnu |
: |
Kapı arkasına takılan sürgü, kapı kilidi. |
ġarġarsamba |
: |
Kuru kalabalık. |
ġarġas |
: |
Karkas, içi ahşap dışı çamur sıvalı ev. “Temeli taştan, orta katı analı kuzulu kerpiçten ve üst katı da gargas denilen içi ahşap (onun da içi saman dolu) dışı çamur sıvalı evler…. Anadolu evlerinden , bozkırın ayazı ve sıcağı düşünülerek, insanı, hayvanı ve bunların tüm ihtiyaçları göz önüne alınarak yapılmış harikalar…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ġarġaşan |
: |
İri dallı bir çiçek. |
ġarġaşana |
: |
Kargaşa. |
ġarġatmaç |
: |
Taze karın pekmezle karıştırılmasıyla yapılan tatlı. |
ġargı |
: |
1. Avcıların barut, saçma ve kapsül koydukları üç gözlü teneke ya da ağaç kap. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Hu otunu bağlarken kullanılan alet. 3. Kamış, bataklık kamışı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ġarġı düzmek |
: |
Çubuk düzmek, hu ottan ev uapmak. |
ġargın |
: |
1. Çok fazla. (ateş). 2. Gebe. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 3. Yönü belli olmayan suyun rasgele akımı. 4. Suyu daha yukarılara aktarabilmek için yapılan bent ve buna bağlı olarak akıtılacak tarlanın seviyesine kadar yapılan su kanalı. |
ġarı |
: |
Eş, yaşlı kadın. “Ana ağlar, bacı ağlar Ağ gelinler gara başlar Hep gapandı böyük evler Goca galdı garıyınan” (Yaşar Kemal, Ağıtlar, YKY, İstanbul, 1993, S. 64) |
ġarı lafı |
: |
Aslı olmayan söz. |
ġarık |
: |
1. Bahçelerin parsellenmiş herbir bölümü, toprağın fide dikimine hazır hale getirilmesi. 2. Ark, su yolu. “Çetilleri dikmeden önce garıkları açmalı guzum.” |
ġarıkmak (karıkmak) |
: |
Kardan rahatsızlanmak. |
garıldak |
: |
Bir tür oyuncak. |
garım |
: |
Hısım, akraba. “Hepisi de birbirine hısım garım.” |
ġarımak |
: |
(Kadınlar için) ihtiyarlamak, yaşlanmak. “Oulan bildig çıgmamış. Çünkü bileceg hâlı galmamış, garımış. Aradan yıllar geçmiş.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ġarın |
: |
Canlıların midelerinin dış parçası, işkembe. |
ġarınça |
: |
Karınca. “Aptal davılı furuyor Alem bizi de görüyor Garınça başın incitmezdin Aleme akıl veriyor” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġarınsalık |
: |
Hayvanın bacağına sinek çökmesin diye arkasından bağlanan bez. |
ġarınsız |
: |
Kıskanç, başkasının kazancını kıskanan. “O ne garınsız o var ya. Elinden gelse ekmânı âzından alacak.” |
ġarısımak |
: |
(Kadın) yaşlanmak. |
ġarışgın |
: |
Karışık. “Bizi:ler onu bekliyor. Ermenilerin dışarı çokca çıktığı yok. Pek dükkân filân da açmaz olmuşlar. Ortalık garışgın halda….” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
ġarışġın çokmak |
: |
Asıl kabilenin içindeki kabileden olmayan yabancı insanlar çok olmak. |
ġarışık |
: |
Net olmayan. |
ġarışmak |
: |
Karışmak, müdahele etmek. “Aziziye vardımıdı Ballar çıkmış tabak tabak Garışmış Avşar’ın ili Mehmet gitmiş gabak gabak” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġarıyı ġazana ġuyan |
: |
Nisan soğuğu. |
ġarıyık |
: |
(Kadınlar için) ihtiyarlamış, yaşlanmış. “Çoktandır görmüyordum Eşe bibimi. Ona n’olmuş ö:le. Niye ö:le cip garıyık.” |
ġarıyınan |
: |
Karı ile. |
ġari |
: |
Gayri, artık. “Andırın’dan döndük beri Cenazeyi aldık geri Gelin hele guzularım Souk yüzün görün gari” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hatice Salan’ın Ölen Esinin Ağıdı, Ağıdı Yakan: Hatice Salan) |
ġarib |
: |
Kimsesiz, ruhunun eşi olmayan. İneyim gideyim Osmaneli'ne Sevdâya düşenler yorulmaz imiş Herkes sevdiğini almış yanına Garibin hatırı sorulmaz imiş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.635 |
ġarib bel |
: |
Zavallı be, sıkıntı veren vücut. Barçın Yaylası'nda üç güzel gördüm Birbirinden üstün şıvga fidandır Aklım şaştı garib belim büküldü Kaşlar hilâl gözler ahu cerandır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.600 |
ġariban |
: |
Fakir, zavallı. |
ġariblik |
: |
Kimsesizlik. Gariblik gurbetlik düşmüş özüne Kudret sürmesini çekmiş gözüne Dökünce zülfünü bedir yüzüne Ben sandım ki bulut aya bağlıdır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.597 |
ġarim |
: |
Hısım, akraba, eş dost, aile. |
ġarik |
: |
Gayri. “Sabah beni salıcılar (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ġarinçe |
: |
Karınca. “Garinçeler oydu m’ola? Bibimoğlu gözlerini Sal bağlayıp gederiken Bibi yoldum yüzlerini” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Hanımından Kocasına Ağıt, Derleyen: Nimet Gezer) |
ġarip el |
: |
Yabancı yerler, insanın doğup büyüdüğü veya oturduğu yerin dışındaki yerler. Şahanı koyverin avını alsın Yârenim yoldaşım yanıma gelsin Şu garib ellerde düşmanım ölsün Emmili dayılı ile gidelim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.496 |
ġarip ġarip |
: |
Garipçe, kimsesi yokçasına. Yavru bülbül garib garib öticek Gül yerine şimdi sümbül biticek Yârim ile seher yerde yatıcak Çemen ver hey güzel Allah çemen ver Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.594 |
ġarip yiğit |
: |
Kendi halinde, yoksul. “Bir garip yiğidim burada.” |
ġaripdos |
: |
Çok çabuk büyüyen, toprağın suyunu bol bol emdiği için bataklıkların kurutulmasında yararlanılan, boyu yüz metreyi aşabilen, kerestesi ve odunu işe yarayan, uçucu yağından, reçinesinden vb. hekimlikte yararlanılan bir ağaç, okaliptüs. |
ġark etmek |
: |
Zengin etmek, bolluğa kavuşturmak. |
ġark olmak |
: |
Boğulmak, batmak, doymak, Bir şeyi bir kimseye veye yere bol miktarda vermek. “Bakıda’dan indik kol kola düze Melekköy gark olmuş güle nergize Arkık’ta uğradım bir güzel kıza Terlemiş yanağı ballı görünür” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 628 |
ġarlangaç |
: |
Parlak siyah beyaz tüylü, ince uzun kanatlı, çatal kuyruklu, kısa ve geniş gagalı, sürekli olarak uçarak avladığı sinek vb. lerle beslenen, küçük, ötücü bir göçmen kuş, kırlangıç. “Baharın habarcısı sayılan garlangaçlar köyümüze geldi. Yöremizde halk arasında ayrı bir yere sehep olan garlangaçlar, binaların dam altlarına, saçaklara ve pencere oyuklarına, köprü altlarına çamur ve kilden çanak şeklinde sağlam yuvalar yapallar. Dişi garlangaç, erkeğinin tükürüğüyle harç ederek kekmeyinen getirdiği çamuru toplar, saman ve otlarınan sekiz gün içinde sağlam bir yuva yapallar.Elemterede bahsi geçen ebabil ile özdeşleştirildiğinden köyde evlerin nerdiyese içine gadar dıkılıp yuva yapan garlangaçlara kimse tokanmaz. Kimse avlamaz, yuvasını bozmaz. Hatta bu guşa zarar verenin başına bir iş, bir uğursuzluk gelece:ne dair inanışlar da vardır.Bu guşun cücüklerini yuvasına bağladığı, yere yakın uçdu:nda yağmur yaya:ca: söylenir. Bir de yılanla heyka:si annadılır. Bu heyka:yi de eyi bilen biri annatsın.” (Kadirli Bekereci Köyü’nden Herif lakaplı hemşehrimiz, www.bekerecikoyu.com) |
ġarlı |
: |
Karlı. “Garlı dağlar garsız dağlar Garı erir de suyu çağlar Gocam desem eller gınar Gocam dêl de emmimoğlu” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kız Kaçırdığı İçin Öldürülen İnce Hacı’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Şemsi Kodal) |
ġarlıca |
: |
Bol karlı. “Sultan Ebeş bir garlıca dâ olur Suyun içen hastaları sâ olur Ben gedersem kötü kürtler be olur Ben gediyom telli yaylam gal galan” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
ġarmak |
: |
1. Özellikle arkta akan suyun bir engelle karşılaşıp birikerek geri dönmesi. 2. Karıştırmak. |
ġa:rmak |
: |
(Kuşlar) Ötmek. |
ġarmalı |
: |
Yağ-pekmez katması. |
ġarmançorman |
: |
Dağınık. |
ġarmanhort |
: |
Karışık. |
ġarnı ġurtlanmak |
: |
Kıskanmak, çekememek, haset etmek. “Ne zaman bir başarı elde etsem Adem Efendi’nin garnı gurtlanır hemen.” |
ġarnı yırtılmak |
: |
Kıskançlıktan çatlamak. |
ġarnı zil çalıyor |
: |
Çok acıkmış. “Garnım zil çalıyor.” |
ġarnın içi karışmak |
: |
Kafası bulanmak, kafasız kalmak. |
ġarnından başka ġaraltı istemez |
: |
Bir şeyden kendisinden başkalarının yararlanmasını istemeyen kimseler için kullanılan bir deyim. “Garnından başka garaltı istemez.” |
ġarnının içi garışmak |
: |
Kafası bulanmak, kararsız kalmak. |
garnış |
: |
İçine çamaşır konulan bir dokuma çuval. |
ġarôl |
: |
Asma kütüğü. “Bağbatçı garôl çalar. Azzık bekler. O asmayı bazen üzümüne, bazen çubuğuna aşılar. Üzümüne aşılarsa dal kısa olur. Bağına aşılarsa dal uzun olur. Bazen ışkına, bazen da aşkına budar.” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) |
ġaro:l |
: |
1. Asma budandıktan sonra kalın çubuk parçalarına verilen ad, ince odun. 2. Asma kütüğü. 3. Karakol. |
ġarpıslık, ġarpızlık |
: |
1. Çerkez eğerlerinde olan öndeki parça. 2. Karpuzluk. |
ġarpız |
: |
Karpuz. “Gumar gimi ne gimi bişet bu garpız. Bi sene eyi para gazanın bi sene dibe vurun. Onun uçun gumar diyom. Amma gene de her sene bir umut ekeller eyi olur hayalinen. Bu sene bi umudum var. Avrupa gupasından dolayı yani. Yo:sa ekmesi zo:r, bakması zo:r, to:mu desen pa:lı, ilacı desen pa:lı, sulamasan zatı olmaz. Her gün gidip bakaca:n ne istiyo diye. Ö:le bişet yani.” (Kadirli Bekereci Köyü’nden Kubilay, kaynak: www.bekereci. com) |
ġarrâ |
: |
1. Üzerine kovaları takarak omuza alınan su taşıma çubuğu. 2. Ağaç dalını aşağı doğru eğmede kullanılan ucu çatallı değnek. |
ġarrağ |
: |
Ağaç dalını eğmeye yarayan çatal. |
ġarrahan olmak |
: |
Çok mutlu olmak. |
ġarrangaç |
: |
Kırlangıç. |
Ġars |
: |
Kars Zül-Kadriye, Kadirli ilçesine eskiden verilen ad. “İtim itlerin tazesi Yanıyor Gars’ın gazası Halakanın huvardası Filiğe benzerdi itim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġarsalamak |
: |
Buruşturmak, örselemek, sallamak, karıştırmak, un ve suyun karşılaştırılması. “Gitti geldi baharları yazları Avlattılar şahinleri, bazları İskan etti gelinleri, kızları Duydum garsalanmış gülü Avşar’ın” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, II. Baskı, 1984 S. 190) |
ġarsamak |
: |
Karıştırmak. |
ġarsamba |
: |
1. İnsan kalabalığı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) 2. Eşya kalabalığı, ıkış tıkış, birbirine karıştırılmış, karışık. |
ġarsambaç |
: |
Kar ile pekmez, bal gibi tatlandırıcının karışımından oluşan, dondurma yerine geçen bir serinletici. |
ġarsambalık |
: |
1. İnsan kalabalığı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Gereksiz eşya kalabalığı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ġarsantı |
: |
|
ġarsı |
: |
1. Kar gibi kokan, karsı çalan anlamında. Dışarda kalan elbiseler için kullanılan bir sözcük. “Damda sızmış galmışsım yıldızları seyrederkene. Garsı garsı kokmamın sebebi sensin. İnsan üstüme bir şey örtmez mi?” 2. Ermeni kadını. |
ġarşı |
: |
Karşı. “Garşıda yassı daşlar Kölgelenir kaba ağaçlar Vermen beni Develi’ye Ağ ellerim gergef işler” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġarşı geçe |
: |
Karşı yamaç, karşı taraf. |
ġarşıda:na:rı |
: |
Karşı taraftan. |
ġart |
: |
Yaşlı, taze olmayan. |
ġart adam |
: |
Yaşı büyük, olgun adam. |
ġart horuz |
: |
Zampara, söz ustası kimse. “Gart horuz.” |
ġartal |
: |
Kartal. |
ġartalmak |
: |
Vakti geçmek, yaşlanmak |
ġartaşkın |
: |
Kartlaşmış, yaşlı. |
ġartaşmak |
: |
1. Eskimek, kalınlaşmak, yaranın kabuğu kalınlaşmak. 2. Kartlaşmak, yaşlanmak, fazla büyümek. |
ġarti |
: |
Artık. “Ni:se, işde o gün evde gıneyce yapılırdı, bazar günü âşam. O gün gıneyce yapıldı. Devlisikiün garti tohumgavıd gedi: ya, o gederdi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
gartlangabak |
: |
Su kabağından yapılan bir oyuncak. |
gartlangazık |
: |
1. Yenmeyecek kadar sert. 2. Nezaketsiz insan. |
ġaru:ş |
: |
Kötü haber getirdiğine inanılan masalsı kuş. “Helgincig’in gayaları Çan çalıyor mayaları Zor muyumus ağ bebeğim? Garûşun soyaları” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, BoşBeşik Ağıdı (Bebegin Ağıdı), Kaynak Kişi: Safiye Temiz) |
ġaryola |
: |
Karyola. “Pencereye çekmem perde Yeni düşdüm zalım derde Garyolada yatan yiğit Nasıl yatsın guru yerde” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġasaba |
: |
Kasaba ama Andırın’lılara göre Andırın demektir. “Gice gasabadan haberini aldık Ölü var mı deyi gelene sorduk Bu ne acı haber şaşırdık galdık Ağlar ana ağlar vay guzum deyi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Bektaslı’da Devrilen Kamyonda Ölenlerin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Durdu Temiz) |
ġasad |
: |
Sefer, kez. |
ġasafana |
: |
Yanıltmaca, yanlış. |
ġasafet |
: |
Kasavet, gam, keder, şüphe. “Kadir kıymet kalmamış sefil fakirden Kılarım namazımı kalmam şükürden Bilmem gasafetten yoksa fikirden Aşkın dalgaları akışmaz oldu” (Celil Çınkır, Andırın Sözlü Kültür Varlıkları Envanter Çalışmaları - I, “Beşbucaklı Aşık Halil”.) |
ġasalak |
: |
Kibirli. “Geldiği yeri unutmuş. Gasalaklığından yanına yaklaşılmıyor.” |
ġasalmak |
: |
Öğünmek, kibirlenmek. |
ġasar |
: |
1. Kalburun üstünde kalan sap kalıntısı. 2. Buğdayın samandan ayrıldıktan sonra düvenle ikinci kez sürülmesi. |
ġasat |
: |
Kat, kez. |
ġasavan |
: |
Sohbet, laf. |
ġasavan atmak |
: |
Sohbet etmek. “Akşama kadar gasavan etmekten başkaca yaptığımız bir iş yok.” |
ġasavancı |
: |
Bol yalan söyleyen kimse. |
gasavet oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir seyirlik köy oyunu. GASAVET Gasavet sıkıntı anlamı taşır. Kızlı erkekli oynanan bir oyundur. Yine ellerde kaşıklar vardır. Halka şeklinde oynanır. Eskiden Bozyazı’da Yörükler göçebe hayatı yaşarlardı. Şimdi bile aynı hayat az da olsa sürüyor. Kışı sahilde yazı Taşeli yaylalarında geçiren bu Yörüklerin hayatları gibi düğünleri başkadır. Düğün hazırlıkları aylarca önce başlar ve düğün bir hafta sürer. Düğünün esas yemeği keşkektir.(Bekârlara halk arasında düğünün ne zaman yerine keşkeği yiyeceğiz diye sorulur.) Allım Yeşillim tüm Yörük kızları dibek taslarında keşkeklik mısır döverler. Aynı yerler yavuklular için söylenen türkülerin, manilerin segi yeridir. Buralarda ergen genç kızlar yarınlarını görürler ve kendi düğünlerini düşlerler. Haftanın Perşembe günü gelin indirme günüdür. Çünkü Cuma akşamı dine olan saygı ve bunun yanında evliliğin mutlu süreceği inancını da simgeler. Pazartesi çalgılı nisan gider, Çarşamba gelinin çeyizi yüklenir. Börü canlı develere ala kilimlerle örtülü develer çalgı eşliğinde gelin evine yollanır. Akşamları ise düğün evinin cümbüş zamanıdır. Kazan kazan pişen aşlar, salçalı, yoğurtlu, ayranlı ve sütlü keşkekler konuklara yedirilir. Çifte davullar öter evde ….Kızlar bir tarafta oynarlar oynarlar da oynarlar. Yörenin bu yiğit gençlerin yüreklerine bir kor gibi iner. Bu korlar yeni bir gönül oyunun kamçısıdır. Böyle bir düğünde, belikleri belini döven karagözlü alma yanaklı, kiraz dudaklı bir ganayaklıya gönül düşüren yiğit o güzelden yakınlık göremez. İçine öyle bir gasevet çöker ki alır başını ayrılır obasından. Iraklara düşer, bu delikanlının içinin ağrısını gasavet türküsünde bizde duyar ve aşkını biz de yaşarız.
Gönüllerde anonim bir türkü olan Gasavetin sözler ise söyledir:
Yatamadım gasavetten ay abam of Meraktan vay Ask atası çıkmaz oldu ay abam of Yürekten vay Bittim ola bizim elin ay abam of Söğüdü vay Ben giderken yapacağı ay abam of Göğüdü vay. (Sezgin Ataş, Mersin İli Bozyazı İlçesinin Tarihi, Sosyo-ekonomik ve Kültürel Yapısı Konulu Yüksek Lisans Tezi, Niğde niversitesi,S.B.E.,İlköğretim ABD, Niğde, 2007, s. 87-88) |
ġasbalık |
: |
Çitten ya da aralıklı çakılan tahta parçalarından yapılan derme çatma bahçe ya da ağıl kapısı. “Gasbalığı gapat da gabaklığa mal dıkılmasın” |
ġasdal |
: |
Su kanalı. |
ġasef etmek |
: |
Kaygılanmak. |
ġasefet |
: |
Kasavet, gam, keder, şüphe. “Çekmem gasefet, gavili Sürmedim dünya demini Hatice deyin çağırdım Vermedin hatın sesini” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġasefet basması |
: |
Kederlenmek. |
ġaset |
: |
Dam loğlarken bütün yüzeyin bir defa dolaşılması. “Bir gaset yapıncaya kadar cıbıdığı çıktı.” |
ġasġası |
: |
Heyecan, telaş. |
ġasġasılanmak |
: |
Çok su harcamadan yıkanmak. “Gasgasılanıverdi çıktı câdan.” |
ġasıl |
: |
Göceğin büyüğü, yeşilken hayvanlara yedirilmek için ekilen ekin, yulaf. “Arpa ekilirdi olurdu gasıl. (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
ġasıllık |
: |
Gasıl ekilen bahçe, küçük tarla. “Gasıllığa mal girmiş habarın yok mu gelin” |
Ġasım |
: |
Kasım. |
ġasırtıya ürmek |
: |
İlgisi olmadığı halde her söze karışana derler. |
ġaslegden |
: |
Bilerekten, kasten. |
ġaslek |
: |
Bilerek, bile bile, hususi. |
ġasnak |
: |
1. Elek, kalbur, sarat gibi eleme araçlarının kenarındaki tahta kısım. 2. Davulun kenarındaki tahta kısım. |
ġaspalık |
: |
Çitten ya da aralıklı çakılan tahta parçalarından yapılan derme çatma bahçe ya da ağıl kapısı. “Aynen gaspalık.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
ġastan |
: |
Yalan. |
ġaste |
: |
Gazete. |
ġasteg |
: |
Bilerek. |
ġasten |
: |
Hususi, bilerek. |
ġastetmek |
: |
bilerek, bile bile yapmak. |
ġaş |
: |
Kaş, semerin yük balarken halatın bağlanmasına yarayan ön ayna kısmı. “Yapmıya yapdın amma semerin de gaşını gırdın.” |
ġaşa:lamak |
: |
Kaşağılamak. |
ġaşa: |
: |
Kaşağı. |
ġaşgöz etme |
: |
İşaretleşme. |
ġaşı:nan |
: |
Kaşıkla. “Sabahları,öyle her evde ve her zaman çay pişirilmezmiş. Düğürcük çorbası, sütlü çorba, tarhana, erişte ve mercimek çorbası pişirilirmiş. Pendir sürülmüş tüm ekmeanen, gedip gedip gelen ağaç gaşı:nan höpürdete höpürdete içilirmiş.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ġaşık |
: |
Kaşık. “Mezerinde yanar ışık Yana yana oldum aşık Müslüm de ölmüşdeyince Elimden de düşdü gaşık” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġaşıklık |
: |
Sepet, söğüt eşgın' (ışgın veya taze filiz)larından örülmüş küçük üzüm veya incir sepeti. |
ġaşın barnakları |
: |
Semerin üstündeki iki demir. |
ġaşmak |
: |
Kaçmak. “Yavrımın öldüğü gece Yağmır yağdı sular taşdı Bir tor şahanım varıdı Gafesi gırdı da gaşdı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
ġaşşağını almak |
: |
Kökünü çıkarmak. |
ġaşşak |
: |
1. Çalı, ağaç kökü. 2. Davar ağılı. 3. Sık. |
ġaşşaklamak |
: |
Çalı ya da ağacı kökünden sökmek. |
ġaşşık |
: |
Kaşık. “Erzurum’ sorarsan altın eşikli Sufralar yazıldı gümüş gaşşıklı Nice gelin verdik yanı beşikli Gelinleri yetim geden Erzurum” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġat |
: |
Uçurum, kat, katman. “Binmiş Burak atlarına Getmiş göyün gatlarına Sen yanasın kör olası Cehennemin odlarına” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġatalamak |
: |
Katmak, karıştırmak. |
ġataö:l edmek |
: |
Apar topar göndermek. |
ġatar |
: |
Katar, taşıyıcı dizisi. “Arada da deli gönül arada Bir yavrı bırakdım şorda yuvada Gatar dutmuş uçarsınız havada Medet ey durnalar sunam ey medet” (Karac’oğlan) |
ġatarlamak |
: |
Dizmek, sıralamak. “Ak deveyi gatarlamış gidiyor Türkmen kızı bir ormanın içinde Sırtında bir çocuk deve güdüyor Türkmen kızı bir ormanın içinde” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Aşık Hüseyin) |
ġater |
: |
Katar, taşıyıcı dizisi. “Durnam göç eylemiş düzmüş bir gater Şahin girmiş arasına çığrışır öter Müşteri olana telini satar Yavru şahin heybetinden toz vurup gider” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 589 |
ġaterlenmek |
: |
Katar olmak, taşıt dizisi olmak, kafileler halinde olmak. “Gaterlenmiş gara tiren Yok mu Mahmıd’ımı gören Ziyaratın gediğinde Motor da dutmamış firen” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Mahmut Kütküt’ün Ağıdı, Kaynak Kişi: Aynur Doğan) |
ġatı |
: |
Kıvamlı. |
ġatı yiyecekler |
: |
Katı yiyecekler. “Bulgur Pilavı: Yaz-gış ölen-a:şam yenir. Yeme:n gıralıdır bizim oralarda. Amma ö:le guru guru de:l. Şe:riyesi bol, hafif ya:lıca. Hazır şe:riyeli:nen olmaz, ille de köy şe:riyesi olacak. Tepsiye de dökece:n, yuka ekme:nen verece:n lokmıya. Yanında tomatis mancası, hıta cacı:, (yo:sa ayran-mümkünse torba gatı: özemeci) Bunnar bulgur pilavı:nan e: geder. Ö:le her şey her yemenen yenmez. Amma bulgur pilavı her yeme:n yanına yakışır evel Allah!” Sıkmalı Kö:te (Mercimekli Kö:te) : Genelde bahar aylarının yeme:dir. Bulgurun içine mercimek karıştırılarak yapılır, harcının felan ayarını e: dutturursan tavatır olur. Gatıklı şo:rasız olmaz. Duruma göre gatıklı şo:ra yo:sa; gene cacık, ayran veyahut so:kluk gatmacı da olmaz de:l yanında. En güzeli de sıkmalı kö:te yo:rulurkan, fırsattan istifade zuladan götürebilin. “Ulan çocuk dur zatı az yapdım” laflarına aldırmadan.” (Kadirli Bekereci Köyü’nden Ekrem Kandırmaz, www.bekerecikoyu.com) |
ġatıg |
: |
Katı yemeklerin yanındaki sıvı yiyecek, içecek. |
ġatıglı |
: |
Dövme, yarma pilavına yoğurt konarak hazırlanan bir tür yemek. “Yarpızlı, yanıktan yeni çıkmış ayrannan yapılmış bir gatıglı şôra olsa hayır dermiyidiniz çok marak ediyom.” |
ġatık |
: |
1. Ekmeğin yanındaki yiyecek, azık çabuduna konulan yiyecekler. 2. Yoğurda su katılarak yapılan içecek, ayran. |
ġatıksamak |
: |
Peynir için katılaşarak yenecek kıvama gelmek. |
ġatır |
: |
Katır. |
ġatıran |
: |
Katran. |
ġatıran torusu |
: |
Sedir ağacının genç, kâlem gibi olanı. |
ġatışdırmak |
: |
Karıştırmak, birbirine eklemek. |
ġâtil |
: |
1. Ev yapımında direkler arasında yanlamasına konulan ağaç. 2. Katil. “Lambaların fitiliyim Ben bir derdin yetimiyim Gurbete gız mı verilir Ben gızımın gatiliyim” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Medine’nin Ağıdı, Derleyen: Canan Ceran) |
ġatkıntı |
: |
Karışık tohum, Sonradan katılmış, karışık. |
ġatlanmak |
: |
1. Hazırlık Yapmak. 2. Katlanmak, dayanmak. “Çifte davul çifte düdük Ahacık sêmen atlandı Arabasın beri çekin İçerde cehez gatlandı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Ömer Ağanın Kızı Hayriye Hanım’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
ġatlı / katlı |
: |
Kadar. |
ġatma |
: |
Cacık. |
ġatmak |
: |
Katmak, karıştırmak. “Değirmenin önü yazı Goyuna gatarlar guzu Ben doktura getmem diye Anasına ediyor nazı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġatmer |
: |
1. Tandır ve saç üzerinde pişirilen yağlı ekmek, katmer, yağlı sac ekmeği, katmer. 2. Hayvaniç yağının küçük küçük doğranıp yufka içine konulması ve bu işlemin dört kez yapılmasıyla oluşan böreğin sacdapişmiş haline verilen ad. |
ġav |
: |
1. Kav, yılan derisi. 2. Fitilli çakmaklar için ağaçlardan elde edilen mantar. “Dedemin tabakasının yanında çakmak daşı ve gavı hep hazır bulunurdu.” |
ġavag |
: |
Kavak. “Gapımızın önü gavag Işgın sürer uvak uvak Elin gına yüzün duvak Uyan Mehmed dezzem oğlu” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Düğün Günü Ölen Mehmed’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hatice Öksüz) |
ġavak |
: |
Kavak. “Evlerinin önü gavak Dalın gırdım ufak ufak Elim gına yüzüm duvak İşde goyup gediyorum” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġaval |
: |
1. Çocuk oyunlarında en son sıradaki oyuncu. 2. Kaval. |
ġavalo |
: |
Aklı havalarda, bir işe kafasını yormayan, verieln görevi tam anlayamayan, yerine getiremeyen, başarılı bir çizgisi olmayan. |
ġavar |
: |
Su kenarında oluşan küçük bataklıklar. |
ġavara |
: |
Osuruk, yellenme. |
ġavat |
: |
Kavat,pezevenk, yaramaz, haşeri, gevat. |
ġavcak |
: |
İçine çakmak ya da kav konan deri cüzdan. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ġavga |
: |
Kavga. |
ġavga bucağı |
: |
Batıda yükselen ve yağmur yağdıran bir bulut. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
ġavgaraş |
: |
ġavġaraş Şakacıktan yapılan kavga. Genelde tarlada çalışırken birbirie bir şeyler atarak yapılanşakacıktan kavga. |
ġavgaz |
: |
Hafif. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ġavın |
: |
Kavun. |
ġavıniçi |
: |
Turuncu. |
gavır |
: |
1. Kafir anlamında sevecenlikle söylenen söz, domuzcuk der gibi. 2. Gayri Müslim, Ecnebilere verilen ad, kötü kişi. “Şo gardaşım çöl veziri Yakardı balık veziri Gonya’ya tosun sürdürmüş Niyeti gavır İzmir’i” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
Gâvır belirsiz, Müslüman belirsiz |
: |
1. Alaca karanlık, 2. Kişilerin birbirinden seçilemediği karmaşa ortamı. |
gavır bılızı |
: |
Gavur çocuğu. “Göçücüyük gayrı, vardım da yanına Gavır bılızı nasıl vurmuş beline Hag’dan dönmüşler de gılbe yönüne Ciğer pare pare olmuş ne fayda” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
gâvır paklası |
: |
Bir çeşit bakla. “Heç sevmezdim gavır paklasını.” |
ġavırga, ġavırka |
: |
Kavrulmuş buğday. |
ġavırġaç |
: |
Kavrulmuş buğday. |
ġavırmak |
: |
“Kavurmak” kurşun yağdırmak, her tarafı kurşunlamak anlamındadır. Aynı kelime yörede normal anlamında -eti tereyağ ile gavırdı gibi- da kullanılır. “Gara dağyı çevirdiler Gurşununan gavırdılar Gurban olam İnce Hacı’m Seni benden ayırdılar” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ġavışmak |
: |
Kavuşmak. “Yoncalı’nın çılga yolu Gede gede gavışıyor Omar’ı vuran jandarmalar Elvan elvan savışıyor” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ġavıt |
: |
|