KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
n’eder |
: |
Ne yapar, istemez anlamında. “Hatır gönül güder idi Dünya malı neder idi Çok misafirperver idi Nuri Çıngıl’ın annesi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hatice Annenin Ağıdı- 1, Kaynak Kişi: Nuri Çıngıl) |
n’oldu |
: |
Ne oldu. |
n’o:tarsan dut |
: |
Ne yaparsan yap. “n’ôotarsan dut ama bu işi mutlaka hallet.” |
na |
: |
Anne. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
na:bem |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ne yapayım. |
na:dar (nâdar, na:dar, nâder) |
: |
Ne kadar? |
na:l, naal |
: |
Nasıl. “Ehliyel na:l hısım.” |
na:let |
: |
Lanet. |
na:met |
: |
Nimet. |
nacak, nacag |
: |
Bir tür balta. |
nacar |
: |
Marangoz. “Marangozlar Çarşısı vardı, Çarşı Cami’sinin hemen önünde. Marangoza daha eski Elbistanlılar nacar derdi. Nacar neccar kelimesinin değişmiş halidir. Neccar da dülger, doğramacı ve marangoz demektir, zaten.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
nacebetmeli |
: |
Ne yapmalı? |
naçar |
: |
Çaresiz. “Adana Angara arası Azgın yavrımın yarası Altına dartarım demiş Naçar galmış beğ babası” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
“Naçar kaldım şu yavruyu öğmeden Çözemedim ak göğsünü düğmeden Emsem dudağını kimse duymadan Eninde gecinde bana eş m’ola” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, S. 387 |
na:dar |
: |
Ne kadar? “Goç garı yağdı kakmaz Yavruları küsük bakmaz Nâdar evlatlar olsa da Heç biri de yerin dutmaz” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Feridun’a ve Hatice’ye Ağıt, Derleyen: Caner Özarslan, Kaynak Kişi: Musa Şahan, Sonay Saygı) |
na:dara |
: |
Ne kadar?(TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Aman biz çocûkene oulum nâdara keyif geli:. Ben işde iki gardaşım evlendi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
nadarsız |
: |
Doyumsuz, iştahı tatmin olmayan. |
nadas |
: |
Yabani otları çürütmek için tarlayı sürüp toprağını altüst etme. |
nafa: |
: |
Nafia, bayındırlık işleri. |
nagadar |
: |
Ne kadar? “Koca garı can istiyor Kaldırmaya kol istiyor Nagadar da iyi baksam Çocuklarım baba istiyor” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Feridun’a ve Hatice’ye Ağıt, Derleyen: Musa Şahan, Sonay Saygı, Mulla Kılınç, Kaynak Kişi: Gülhanım Başçoban) |
nagehan |
: |
Ansızın. Nâgehan geçerken uğradı yolum Tecnis'te bir Arab güzeli gördüm Ben bir su istedim o sofra kurdu Tecnis'te bir Arab güzeli gördüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.512 |
nagtan |
: |
Ne yapıyorsun? |
nağar |
: |
Sığır sürüsü. |
nâğma |
: |
Nağme, mektup. “Miğır oğlu dostuna habar sal gelsin burada görüşek. Derhal bir nâğma yazarak, Elboğlu’na gönderdi. Ey Elboğlu dosdum sen, sen olasın, ala-bacaķ atı, gücük guşu, kör zârı, gırh atlıynan barabar acele gelesin. Derhal nâğmasını alır almaz dümbelekler dö:lmiye başladı. Atlılar başına birikip, Elboğlu dedi ki: elbisi:zin, eyisini geyin atızın iydine binin, silahlarızın en gıymatlısını alın, yârin Maraşa hareket edin dedi.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
nahak |
: |
Haksız. |
nahal |
: |
Nasıl, ne durumda? |
nahana |
: |
Lahana. |
nahar |
: |
1. Yemek, aş. 2. Ahır, büyükbaş hayvan sürüsü. “Oğlunun da adı Gara Atını galdırır nahara Senin için sürmel’eşim Ağ golarım gara gara” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
naharcı |
: |
1. Yabanıl at çobanı, hergeleci. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Büyükbaş hayvanları otlatan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Yunlu şişek düğürcüsü Böyle m’olur sonuncusu Gızı dulu bilmez imiş Topallar’ın naharcısı” (Kaynak: Hürü Köse, Andırın Büveme Köyünden) |
naharcı oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. NAHARCI OYUNUDaha çok güldürmece bir oyundur. Beş altı kişi bir yere toplanır ve aralarından biri naharcı olur. Naharcı olan kişi bacağının arasına çomça, karnına da tava bağlar. Aralarından biri naharcıya, “Oğlum, naharcı bizim inek nereye gitti? der. Naharcı da “İnek gitti.” der ve bacağındaki çomçayı karnındaki tavayavurdurarak ineğini soran kişiye, “Al sana bir umuk.” der ve oradakiler gülerek eğlenirler. (Uğur Bilgici, Osmaniye / Bahçe Halk Kültürü Üzerine bir Araştırma Konulu Yüksek Lisans Tezi, Osmaniye Korkut Ata Üni., S.B.E., TDE., ABD, Osmaniye, 2018, s.169) |
nahas |
: |
Nasıl oldu, nereden aklına geldi, ne has? |
nahfiri |
: |
Lahuri. “Belinde nahfiri şalı Bunu gören olur deli Ata binip yörüyüşün Parlar meşlahının teli” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
nahfiri şalı |
: |
Lahuri şalı. |
nahır |
: |
1. Büyükbaş hayvan sürüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. Ada.) “Köyün nahırı, camiinin önündeki alana baştan başa serilmiş yatmışlar, geviş getiriyorlardı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Hayvanların yemlenmek için toplandığı mahal. “Nahırcı başı her ay hayvanları sayar buna göre hayvan sahiplerinden para alır. Bu paranın adı haktır. Büyüklerden para alır. Yavrulardan hak almaz. Bunun da her ay sonunda hesabını verirken senin şu kadar haklın var der. Para alırmış. Maraşlı bu olaydan dolayı bazen haklı haksız lafı geçince sen haklısın der ve gülerler.” (Teşekkürler Metin ŞİRİKÇİ ağabey. Ruhun şad olsun.) |
nahır ereği |
: |
Hayvanların köy yerinde sığırtmaça teslim edilmek üzere toplandığı yer. |
naḫırcı |
: |
Çoban. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
nahış |
: |
Nakış. |
nahıt |
: |
Ne vakit? |
nahız |
: |
Hergele, kötü adam. |
nakdi enduh |
: |
Kazanılan para, kazanç. |
nakış |
: |
Süs. Kızlar güzel amma nakış iş ile Boynun donatırlar tel kumaş ile Püsküllü boncuklu yüce baş ile Al yeşil gerdeğe giresi kızlar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.580 |
nakış nakış |
: |
Pek süslü, çok süslü. Her yiğidin devlet konmaz başına Yâr ağlatan doyar m'ola yaşına Göğsü nakış nakış tavus kuşuna Benzettim yavruyu seçemiyorum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.510 |
na:kıt |
: |
Ne vakit, ne zaman? |
nakkal |
: |
Buğday sapından yuvarlak olarak örülmüş ve araplardan alınmış ekmek koymaya yarayan bir sepet türü. “Buğday sapından yuvarlak olarak örülmüş ve Araplardan alınmış ekmek koymaya yarayan bir sepet.” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
nalbat |
: |
Nalbant. “Bulanır göğnüm bulanır Al at nalbat da dolanır Selam söylen Salcoğlu’na Yatsıya garşı sulanır” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
nalbir mükisâdiki |
: |
Düz ve yassı taşlarla oynanan bir çeşit oyunda yapılan sayı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
nalça |
: |
Ayakkabının burun ve topuğuna çakılan demir parçası. “Süyüklerde uçan serçe Postala çekerler nalça Kurban olurum babam oğlu Kara kekil parça parça” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Yiğit’in Ağıdı, Derleyen: Sadettin Kaya, Kaynak Kişi: Serhat Sarı) |
nalçabaş |
: |
Engerek yılanı. |
naldırnaç |
: |
Kaydırak oyunu. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
nalet |
: |
Lanet. |
nalın |
: |
Takunya. Al önlükle mavi yazma Gey karşımda salın dilber Yalın ayak yere basma Geyin altun nalın dilber Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.586 |
nalını sökmeye ölmüş eşşek aramak |
: |
Fakirlikle terbiye edilen kimselerin çaresizlikten çıkış yolu aramalarına bir örnek. “Nalını sökmeye ölmüş eşşek aramak.” |
na:lin |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; takunya, nalın. |
nallama |
: |
1. Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Çift taraflı kullanılan, bir ağzı nari, diğer ağzı miyane şeklindeki alettir. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) 2. Nal çakmaya yarayan küçük çekiç. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 3. Dik yokuşlarda atların kaymaması için merdiven biçiminde yapılmış yol. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
nam |
: |
Şöhret, şan, ün. Âşıklar nam ister lebin balından Aç bir kapı göster dehana dilber Sarsam usul boyun emsem lebinden Döner deli gönül şahana dilber Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.584 |
namahrem |
: |
Yabancı, dinen başka erkeklerle görüşmesi yasak olan kadın. Ak göğsünde düğmelerin çitinsin Güzeller içinde ahdi bütünsün Bilmem nâmahremsin bilmem hatunsun Poşuyu yüzünden kaldır da yörü Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.644 |
namas |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; namaz. |
namaz böldürmek |
: |
Namaz kılanı şaşırtmak, namazı sakat etmek. “Gül bülbülün sekiminden Perçem zülüf takımından Geçme mescit yakınından Çok namazlar böldürürsün” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 575 |
namazla: |
: |
Üzerinde bir tek kişinin namaz kıldığı küçük bir yaygı, seccade. |
namazla: |
: |
Üzerinde bir tek kişinin namaz kıldığı küçük bir yaygı, seccade. |
namazlağı |
: |
Üzerinde namaz kılınan kilim, post vb. şeylerden yapılmış seccade. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
namçı |
: |
Elde dokunan en iyi cins kepenek, yamçı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
name |
: |
Mektup, nağme. Nazlı yarim bana name göndermiş Ahiri yazılan bade selâmdır Cevabın gönderdim ben de o yare Kız benim koynumda gizli lâlemdir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.606 |
namert |
: |
Mert olmayan, dürüst olmayan. Binelim Arab atlara Yaraşır koç yiğitlere Ağzı açık nâmertlere Yiğit sırrın açmak olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.646 |
na:met |
: |
Nimet. “Nâmet çarpsın kine doruyu sölüyom.” |
na:met zarınç olur |
: |
Yemek sofrada bekletilirse üzülür anlamında bir deyim. “Nâmet zarınç olur.” |
namırs |
: |
Namus. |
namırsa siyeç |
: |
Enişte. |
namırsız |
: |
Sevgi ifade eden bir hitap. “Namırsız.” |
namırsiye |
: |
Cibindirik, cibinlik. “Bilhassa bağevlerinde haşarattan korunmak için çadır şeklinde olan cibindiriğin bir adı da namırsiyeliktir. Yatan insanları başkasının görmesi hoş karşılanmadığı için böyle denilir.” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) |
namırslı |
: |
Namuslu. |
namıs |
: |
Namus. “Punara inmiş su içmiye Atına yonca biçmiye Düşman karşıdan gelişin Namıs eylemiş gaçmiye” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı - 2, Kaynak Kişi: Âsık Mustafa Keleş) |
naminde |
: |
Adında, isminde, namında. |
namlı |
: |
1. Samanından ayrılmamış arpa, buğday yığınları. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Ünlü. Kadir Mevlâ'm budur senden dileğim Oynat beni gelin inen kız inen Çıksam Binboğa'ya yayla yaylasam İçsem sularını namlı buz inen Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.531 3. Samandan ayrılmakla birlikte henüz elenmemiş tahıl yığınları. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
namlı namlı, namlu namlu |
: |
Öbek öbek, parça parça, bölük bölük. “Kederlenme deli gönül Yiğide hürmetler olur Namlı namlı kar istersen O da çiçek dağınd’olur” (Haşim Nezihi Okay, Köroğlu ve Dadaloğlu, May Yay., 1970)
Yücesinde namlı namlı karın var Seni yaylayacak zamanım dağlar Başından aşmağa yoktur takatim Kalmadı dizimde dermanım dağlar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.577 |
namsiye |
: |
Cibinlik. |
namtı |
: |
Sapsız bıçak, çakı, bıçağın madeni kısmı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm.) |
namussuz |
: |
Ahlak kurallarına aykırı davranan. Yalınız git yoldaş olma yüzsüze Selâm verme erkânsıza yolsuza Komşu olma nâmussuza arsıza Âkıbet üstüne hiyle getirir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.612 |
namza |
: |
Mahmuz, horozun ayağındaki tırnak |
namza vurmak |
: |
Horozun mahmuzlaması, söz dokundurmak. |
naŋaz |
: |
Aksi. |
nanca:cık, nanca:cıg |
: |
Ne kadarcık, çok az. |
nancağız |
: |
Bu kadar mı? Çok az, yetmez. |
nanca:z |
: |
Bu kadar mı? Çok az. |
na:pıcın |
: |
Ne yapacaksın? “Namti: nâpıcın?” |
na:ptın |
: |
Ne yaptın? “Nâptın ö:le. Beğendin mi etdi:ni” |
nar |
: |
1. Aşırı sevgi. Bir adam hasmını utandıramaz Elde külliyetli var olmayınca Pervane şem'ini uyandıramaz Başta sevdâ kalbde nâr olmayınca Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.382 2. Ateş, cehennem ateşi. Karac’oğlan düşüp derde Gece gündüz yanar nârda Hak kadı olduğu yerde Kabrimden çıkar ağlarım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.490 |
nar çarda: |
: |
Evlerin kiler odalarındaki asma kat. |
nare |
: |
Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. |
narh |
: |
Biçilen fiyat. |
narına yanmak |
: |
Başkasının işlediği bir suçtan dolayı ceza görmek, sevdasıyla tutuşmak. Karac’oğlan söyle sözü utanma Varıp yad ellerin nârına yanma Gitti gurbet ele yâr gelir sanma Ahd u aman edip gel kömür gözlüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.516 |
narınca |
: |
Narenciye, turunçgiller. Meselā narınca olsun muzu olan arkadaşlarımız da var. |
nari |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Bakırda oluklaşmış kısımları toparlamak için kullanılır. İnce ağızlıdır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
nariyo:dun |
: |
Ne arıyordun? “Antepde nâriyodun dedi, goca arıyodüm dedim, gulüşdüler.” (Mehmet Dursun Erdem, Esra Kirik, Sibel Üst, Güner Dağdelen, Türkoğlu Ağzı, Kahramanmaraş Ağızları-1) |
narkı kesilmek |
: |
Narhı kesilme, fiyatı belirlenmek. |
narpız |
: |
Pınarların çıktığı yerlerde ve sulak yerlerde yetişen yabani yarpuz. |
naru cahim |
: |
Cehennem ateşi. |
nas |
: |
İnsan. Karac’oğlan der ki söyle sözünü Hakk'a teslim eyle kendi özünü Nâs işine karalama yüzünü Yolun doğrusunu buldun mu gönül Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.481 |
nası |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; nasıl. |
nasıssa |
: |
Nasılsa. |
nasib etmek, nasib eylemek |
: |
Fırsat vermek, eriştirmek. Kadir Mevlâ'm senden bir dileğim var Muhannat kuluna muhtaç eyleme Cennet-i Âlâ'yı nasib et bana Sırat Köprüsü'nden yolum bağlama Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.388 |
nasihat almak |
: |
Öğüt almak. Yedirdin içirdin hepsi de yalan Âhır ömrümüzü ederler talan Bu sözüm dinleyip nasihat alan İşidip tutanı duymak isterim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.502 |
nasihat etmek |
: |
Öğütlemek, öğüt vermek. Dinle imdi bir nasihat edeyim Kullar muhannata muhtaç olmasın Doğru yolu koyup sarpa gideyim Sevdiğim gönlüne gamlar gelmesin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.558 |
nasip |
: |
Kısmet. |
nassın |
: |
Nasılsın? “Nêdiyon Mustafa dayı? Nassın? Diye sordu.” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
naşal |
: |
Güleryüzlü, neşeli kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
na:şi |
: |
Kötü niyetli. “Yüğrük salarlar koşuya Deme râzını naşiye Yârden ayrılan kişiye Zulum deyi dey’ağlarım” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 490 |
natarsınız baaz |
: |
Ne yapıyorsunuz hanımlar? (bayanlara) |
natdaŋ |
: |
1. Ne var ne yok? (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Ne yapıyorsun? Nasılsın? (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
natdaŋız |
: |
Nasılsınız? Ne yapıyorsunuz? (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
natıflamak |
: |
Bunamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
natır |
: |
1. Yeni dikilen fidanların sallanmaması için yanlarına dikilen kazık. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm.) 2. Efeye yardım eden kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Kadınlar hamamında keseci. |
natıra |
: |
Kadın Hamam Kesecisi |
nattan gı? napan baz? neci eden baz? |
: |
Ne yapıyorsun, nasılsın? (bayana)
|
natuyonuz |
: |
Ne iş yapıyorsunuz, ne yapıyorsunuz. |
navakıt |
: |
Ne zaman. “Burma bıyık kekil desde Buna navakıt olduk hasda? Kimse olmaz buna gayıl Gerek düsmannara dosda” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerde Ölen Kâmil’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Emine Gök (Hodul Emine)) |
navar |
: |
Kapı kilidi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
navaat |
: |
Ne vakit, ne zaman. |
navıtıyonuz |
: |
Ne yapıyorsunuz. “Adamca:z üsdünü geyinmiş, ufak ufak şö:le bir geziniyim derken; vardı: yerde ya süven şimşediyollar ya a:l yapıyollar ya da herhangi bir iş dutuyollar. “Selamünaleyküm, golay gelsiŋ, navıtıyoŋuz birulan.” sözleriyle ortama girmiştir, başına gelecekleri düşünmeden. Derken; “Ne o birulan tiril tiril geyinmişsiŋ, yardım etmiyeci gimi”, “ Öle mi yardım ediciŋ, eve gedip üstüŋü de:şdirip mi yardım ediciŋ.” şakalarına maruz kalacaktır muhtemelen. O da yapılan işe; eleştirel gözle yaklaşıp; “Ö:le olmaz bire, şö:le yapsana.” derken dayanamayıp, işe başlamışdır bile, “Dur bire, üsdüŋü batırıŋ şimdi.” sözlerine aldırmadan. “ şeklindeki tevazulu durumlarımız incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
navrak |
: |
Neşe, keyif. |
navrız |
: |
Navruz. “Gelininin adı Durdu Elleheme düğün gurdu Gadanızı alıyım eller Navrız gızı gelin verdi” (Mehmet Temiz Yüksek Lisans Tezi Andırın Ağıtları, Osman’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Celil Dalkıran) |
nayla |
: |
Nasıl, ne ile? “Yüksek Halburlu da yayla Ben daha görmedim böyle Halini sormaya geldim Eşim yaraların nayla” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Murat’ın Ağıdı, Derleyen: Ferhat Kuzu, Kaynak Kişi: Zeynep Teke) |
nayle |
: |
Nasıl, ne şekilde? |
naylon |
: |
1. Lastikten yapılan ve kadınlar tarafından giyilen ayakkabıya verilen ad. Naylon ayakkabı. 2. Traktör römorku. |
naz |
: |
Cilve, kendini beğendirme amacıyla yapılan davranış. Soğuk sular akar dağda Mor menevşe biter bağda Sarılıp yatacak çağda Nazına kurban olduğum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.509
Yâre selâm söylen seher yelleri Çıkıp şu yollara naz eylemesin Bağlan ak güllü derin gölleri Uçan turnaları kaz eylemesin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.557
Kışlar arasında böyle yaz olmaz Her şahanın avladığı baz olmaz Eğer naz edersen böyle naz olmaz O zaman darılıp öfkelenirsin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.561 |
naz götürmez |
: |
Yapılan nazın kaldırılamaması. Boynunu uzatıp geri sakınma Naz götürmez kara bağrım ezgindir Al yanağa çatal teller sokunma Aşk elinden zarı gönül bezgindir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.608 |
naz güz |
: |
Naz niyaz. Nazlanmak anlamında. Bu benim yeğēnim ben bunu nazıla gúz ile aldım. |
naz postuna oturmak |
: |
Aşırı derecede nazlanmak. Yâr oturmuş kurulur naz postuna Hiç bakmıyor yâranına dostuna Yaz gelince çayır çimen üstüne Yâr bâde doldurur elleri bir hoş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.636 |
nazar |
: |
1. Bakış, bakma, göz atma. Karac’oğlan der ki okur-yazarım Domurcuk memede kaldı nazarım Hırka geyer derviş gibi gezerim Yâr için abdala uyarım kalan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.520
Kaşların neden eğmişsin Kız sana nazar değmesin Ak göğsün çapraz düğmesin İznin ile çöz ver bana Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.394 2. Kervan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
nazar kılmak |
: |
Bakmak. Karac’oğlan der ki kılayım nazar Bilezik takmağa kolların çözer Geyinmiş kuşanmış salınır gezer Gümüş kemer ince belinen oynar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.581 |
nazara gelmeg |
: |
Göze gelmek. |
nazardan saklamak |
: |
Kötü bakış sahiplerinden kurtulmak. Ala gözlerini sevdiğim dilber Korkarım ki sarpa düşer yolunuz Kadir Mevlâ'm tek saklasın nazardan Zalim anan suya salmış yalınız Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.650 |
nazarı kalmak |
: |
Hayranlıkla bakmak. Karac’oğlan der ki koçtum çağında Çok nazarım kaldı göğsü ağında Seyrândan gelirken Kemnun Dağı'nda Yolunu yitirir dağı yandırır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.602 |
nazı geçmek |
: |
Dileğini kabul ettirecek kadar hatırı sayılmak. Benim bu dünyaya geçmiyor nazım Felekten kalmadı gayrı niyâzım Halımı sen anla hey iki gözüm Derdimi diyecek dil bulamadım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.484 |
nazı ne haberca |
: |
Yersiz amansız naz. |
nazik |
: |
İnce, kibar. Keten gömlek giymiş yakası nazik Kollarını sıkmış altın bilezik Öpmeye kıyamaz sevmeye yazık Baba nerden aldın sen bu gelini (Hilal Gülben Gerek, Adana İli Pozantı İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E. TDE. ABD, Adana, 2012, s.193) |
nazilmek |
: |
İncelmek. |
Naziyfe |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Nazife. |
nazlanı |
: |
Nazlanarak. Sabahleyin tan yüzüne Sürmeler çekmiş gözüne İk'elin almış yüzüne Güler nazlanı nazlanı
Dostun bahçasına girdim Domurcuk güllerin derdim El bağlayıp selâm verdim Alır nazlanı nazlanı
Karac’oğlan der merdane Güzel içinde bir dane Zülfünü dökmüş gerdane Tarar nazlanı nazlanı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.426 |
nazlı |
: |
1. Naz eden, pek de gönüllü olmayan. Yaylanın hası da şu nazlı pınar Aşnası olanlar yolları dener Duramaz dillerim nazlımı arar Dilimi tutup da duramıyorum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.510 2. İnce zarif. İndim gittim yaylasına eline Hayrân oldum ben bir taze geline Kadir Mevlâ'm nice öğmüş yaratmış Gümüş tasma takmış nazlı beline Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.409 3. Naz eden, cilve yapan. Karaman'dan nazlı yârim Konya'dan Geldik de ne bulduk yalan dünyadan O ak kollarını dola boynumdan Leblerime yoldaş yap yanakların Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.539 |
ne: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; niye, neden. |
ne |
: |
1. Şaşkınlık ifadesi. Ne demek istiyorsun? 2. Buyur efendim. |
ne biliyim |
: |
Bilmem ki. |
ne den ülen sen |
: |
Ne diyorsun sen? |
ne eşgisi var ne datlısı |
: |
Ne kötü söyler ne de iyilik yapar, etliye sütlüye karışmaz, kendi halinde mazbut bir yaşantısı var. “Ne eşgisi var, ne datlısı.” |
ne hana minnet ne hancıya |
: |
Kendi başının çaresine bakmak. “Ne hana minnet ederim ne de hancıya.” |
ne kadar kurtlusun |
: |
Çok hasetsin, şüphecisin. “Ne kadar kurtlusun.” |
ne has |
: |
Nasıl oldu da |
ne oldum delisi olmak |
: |
Görmemiş birine imkan verildiğininde şımarması, aslını ve çevresini unutması “Ne oldum delisi olmuş.” |
ne taşırdın |
: |
Ne pişirdin? |
ne tevir |
: |
Ne türlü, nasıl. |
ne yapak, neyleyek |
: |
Ne yapalım. |
neal |
: |
Defa, kez. |
nebilim |
: |
Ne bileyim. “Nebilim ben, senin paran yoğudu da bu yemân bana geldiğine inanamadım da onun uçun yemedim” demiş. “Ye” demiş herifi. Avrat yemiş.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
neblem |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ne bileyim. |
necat |
: |
Kurtulma, kurtuluş, halâs. |
neccez |
: |
Ne kadar. |
nece |
: |
Nice, hangi dilden? |
neci |
: |
Ne, kim. “Var oğlum soyun meydana Vay bu er neci desinler At kişnesin kana kana Vay bu at neci desinler” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
neci den |
: |
Ne diyorsun? |
neciden gı:ı: |
: |
Ne diyorsun arkadaşım. |
necik |
: |
Nedir? Ne? (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “O necik kine.” |
necimiş |
: |
Neymiş? |
neçe |
: |
1. Ne kadar, kaç? (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Nice, defalarca. “Kimini toplar götürdü Kimini humma yatırdı Kör olasın seferberlik Neçe ocaklar batırdı” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) “Cilve ettin naz eyledin gandırdın N’oldu sana yönün öte döndürdün Ateşine neçe genci yandırdın Mevlâ’m da yandırır közünen seni” (Aşık Mehmet Demirci, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009, S. 221) |
neçelerini |
: |
Nicelerini. “Bu pınar senin gimi neçelerini gördü.” |
neçesi |
: |
Nicesi. |
neçesini |
: |
Nicesini. “Mulla Emmi güreşte senin gimi neçesini cebinden çıkarır alimallah.” |
nedeca:ni |
: |
Ne yapacağını. “Laf aramızda, kadınlar ıslanmamak için aldıkları tüm bu tedbirlere rağmen, işleri bitip eve dönecekleri zaman cımcılık ıslandıklarından nêdecâni bilemez bir halde yola koyulurdu.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ne:de |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; nerede. |
ne:den |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; nereden. |
neden |
: |
Nereden, neresinden, neyinden. “Yazı geldiğini neden bileyim Gül açılmış yaprakları solgundur Gece gündüz âh u feryâd eylerim Hiç demezler bir yosmaya vurgunum” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 618 |
nedi: |
: |
Niçin? “Yatmış ağalın kuzuna Örttüm peçemi yüzüne Nedi seslenmiyon beyim Küstün mü börklü kızına” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Türk Ali’si Mustafa’nın Ağıtı, Derleyen: Nadiriye Gündoğar, Kaynak Kişi: Sultan Gündoğar) |
nediciğim |
: |
Ne edeceğim, ne yapacağım. |
ne:dici:z |
: |
Ne edeceksiniz, ne yapacaksınız. “Nêdici:z olum; benimle âleşiyorsunuz elleham, akmını da mı bilmiyorsûz?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
nedi:i |
: |
1. Ne diyor? 2. Niçin, neden? |
nedi:n |
: |
Neden? ”Az da: okuyup nedi:n ormancı olmadıŋ.” |
ne:dik |
: |
Ne yapmış? “-Gızım Gılboncuk Mısdafa Hoca’ya getsene… Onun bildi:ni gaymahamlar bilemez vallahacı:ma… Ötean, Dadamıkların Hacce’nin yok mu, şo iri yarı avrat, hah isde onun dölü kel olukdu. Yaralarından, başının, nahana göbea gimi açılmadık yeri galmayıkdı. -Mısdafa Hoca nêdik biliyô? Bir beze gara sahızı mı gatranı mı neyse eyice bulaşdırık; sôna da bunu olanın başına vuruk, üç gün sôna bana getirin deyik. Getirince gatran gurudûndan, hem beze hem de olanın başına eyice yapışık. İki adam çağırık hoca içerden, biri dölün omuzlarına sıhı sıhı zorlaya çehip çıharıklar. Elleham olanın başı gan revan içinde galık. Derisi merisi yüzülük…Saten hoca da eyle isdiyesiymiş; hemen bir uşâ gasaba salıp iri davar (sığır) beyini aldırık; onu yazaladıktan, içindea damarı mamarı ayıkladıktan sôna, o ganlar içinde galan gafanın her yanına boyüz de bunu sürük. En sonunda da biyaz bir bezinen sarıp sarmalayık. Gaç gün sonaysa, aman anam, açmışlar ki kelleri eyi olmaya başlayık bile. Şimdi de gerisin geri saç çıhıyor diyollar… gız beyle adam ele mi geçer. Sen de götürsene gızı:…dediği gafasına yatar ve sabah olur olmaz gızını aldığı gibi Gılboncuk Mısdafa Hoca’nın huzuruna damlar. Hoca sorup sual ettikten sonra; -Bâ der bâ gapgara bir tavık getirici:z. Heç bir yerinde biyazlık olmayacak, bir tüunda bile. Bimbiyaz da bez alın.İki üç arşın gadar ossun… Hadin bâm, âşam olup garanlık çökmeden getirin… -Arayıp bulurlar simsiyah tavuğu. Hocanın ne edeceğini anlamazlar ama yine de siyahlardan siyah beğenerek şeytan şaplama gibi bir tavuk bulurlar; ikindi sonu da hocanın evine damlarlar. Hoca, orada duran genç irisi delikanlıya -Ôlum şu ellâninin içinde tavı kes buyurur. O da keser. - Çırpınışu ölüp bittikten sôna, et kütüunün üstünde, bir tüu bile ariye getmeden dahraynan döo. Gara tavın nesi varsa, başı, ayâ, ganadı, ibi:, tüuyu-telâ barabarca döolecek, ona göre hâ diye tembih eder. -Delikanlı dahraynan et kütüğünün üstünde iyice döver. Uzaktan yapılanları gözleyen hoca; tüyü, ayağı, kemiği, gagası ve bağırsakları ile nesi varsa dövülmekten çifköftelik olduğunu görünce; -Eh der. -Kalkıp oraya gider. Öylece, temizlenmeden ezilen tavuğu, eli:le biraz karıştırdıktan sonra avuç avuç alarak, yanına çağırdığı kızın başına saçlı kısımlara özeye özeye ve kalın bir tabaka halinde sürer. Hemen hemen hiç artırmaz. Aldırdığı bimbiyaz bezle de sıkı sıkıya sardıktan sonra; -Üç gün heç ellemen. Hokdu mokdu deyi çezmeyin hâ. Et bu; helbet gafanın ısıcânda hohacak, hoksun! Üç günden sôna çezip başıynan barabar gendini çimdirin. Ârıların her gün azaldı:nı birkaç gün içinde de inşallahu teâlâ, bitdi:nin görürsüuz…tembihinde bulunur.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
nedi: |
: |
Niye. “Bilemeyom nazlım, gözlerin tok mu? Nedi: böyle korkan, engelin çok mu? Hey Allah’tan korkmaz, insafın yok mu? Çektirme elemi, kederi gözel” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 113 |
nedirig |
: |
Ne veya nedir sorusuna alay olsun diye verilen muzipçe cevap. |
nediyin |
: |
Niçin? Niye? |
ne:dek |
: |
Ne edelim, ne yapalım. |
nefa:t |
: |
Ne vakit, ne zaman. “Nefa:t gelici.” |
nefes |
: |
1. Samahın içinde geçen sözler. 2. Nazar. “Dile dileğini Yaradan Hak’tan Kaşların yay olmuş, kipriğin oktan Nefes olur diye bakamam sıktan Muskalar tak, sağa sola sevdiğim” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 93 |
nefis |
: |
1. Çok güzel. 2. İçten gelen benlik, istek. Ömrüm uzun eyle Bârî Hudâ Hamd ü senâ şükür etmek isterim Çalışıp kazanıp nefîs taamlar Dişlerim var iken yemek isterim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.501 |
nefse |
: |
Yeni doğum yapmış kadın, loğusa, loğusa kadının kırk gün evden çıkmaması.. |
nefsi kabarmak |
: |
Canı istemek. |
nefsini körletmek |
: |
Yarı doyum, bir yiyeceğin sadece tadına bakmak. |
negera: |
: |
Ne gereği. |
neğ’derim |
: |
Ne ederim. |
neğliyeyim |
: |
Ne yapayım. |
nehak |
: |
Haksız yere. |
neker |
: |
Mereğe konan yapraklı dal. |
nekes |
: |
Cimri. “Nekes ile cömertin harcı birdir. “ (Andırın Atasözü) “Karac’oğlan çıkmış yârin bağından Çifte benleri var solu sağından Güzel bir buse ver al yanağından Nekeslikten kimse bezirgân olmaz” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
nekir |
: |
Yaramaz çocuk. |
nelet olmak |
: |
Lanet olmak. |
nelif |
: |
1. İnce, narin. 2. Etin en yumuşak kısmı. |
nelik |
: |
Nedir, nasıl? |
nelik netelik |
: |
Ne olur, ne olmaz? (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
nem |
: |
1. Ne bileyim, nereden bileyim? 2. Neyim. Dön beri dön beri yüzün göreyim Yanımda nem varsa sana vereyim Al yanaklarına kurban olayım Nazlı sunam Han Aslı'ya benzersin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.560 |
nema:rek, nema:reg |
: |
Neme gerek, nemelazım. “Nemârek.” |
nemben |
: |
Bilmem. |
neme |
: |
Neyime. |
nemerik |
: |
Nemlenmiş, göğermiş. “Ekmekler selede durduğu yerde nemerik guzum.” |
nemermek |
: |
Islanmak, kibarca söylenişi.nemlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
nemiz |
: |
Neyimiz. “Çukurâ yavuz olur Yalanlısı govuz olur Kalk gidelim sürmeli eşim Tatarl’eli nemiz olur” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kız Kaçırdığı İçin Öldürülen İnce Hacı’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Şemsi Kodal) |
nemne |
: |
Erkek ve dişi cinsiyet organının |
nemnem |
: |
Büyükk yapraklı, sarı çiçekli bir çeşit nane. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
nemneneşa:l |
: |
Nasıl, ne biçim, bu ne acayip şey! (Beğenilmeyen işler ve durumlar için kullanılır.) |
nemneşeğal |
: |
Bilinmez ki nasıl bir şey. |
neŋ |
: |
Neyin. |
nen |
: |
Annelerin küçük çocuklarını uyuturken hafif sesle söyledikleri bir türkü, ninni. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Avıdup bö:tmedim mi? Nen çalıp uyutmadım mı? Üsdünüze kölge oldum (Gurban olam koç yiyidim) Çoban olup gütmedim mi?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İsmail Salan’ In Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürü Salan) |
nen çalmak |
: |
Ninnisöylemek. “Niceleri deve çeker buncalar Her bakışı ciğerimi kancalar Kucağında çocuğuna nen çalar Türkmen kızı bir ormanın içinde” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Aşık Hüseyin) |
nen eylemek |
: |
Bebekleri uyutmak için söynenen ninni, ezgili parçalarda söylenen nidâ. Mestânedir Karac’oğlan mestâne Güzel olan gül gönderir dostuna Yatır beni kız dizinin üstüne Nen eyle de kaşın gözün süzerek Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.473 |
nenca:m (nenca:m) |
: |
Ne kadar? |
nenca:zki |
: |
Ne kadar ki? |
nenca:z, nenca:z |
: |
Çok az, Ne kadar? |
nenceccük |
: |
Ne kadarcık, ne kadar küçük. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
nencen |
: |
Nedicen, ne yapacaksın? |
nence:z |
: |
Çok az, Ne kadar? |
nenceğiz |
: |
Ne kadarcık, ne kadar küçük. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
nene |
: |
1. Anne. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Babanın ya da annenin annesi, nine, ebe, büyükanne. |
ne:ne |
: |
Nane. “Tuvaras’da biter nêne Kamil de vuruldu gene Safiye Mehmed harbediyor Kürtlerinen döne döne” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İnce (Safiye) Memmed’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Çığşar) |
nene gerek |
: |
Neyine lazım. |
neniz |
: |
Neyiniz? “Gene geldi bahar yazlar Gardaşın goyunu guzlar Bu yatan da neniz olur Gıran dıkılası gızlar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Beyin Kanamasından Ölen İsmail’in Ağıdı, Ağıdı Yakan: Elif Dalkıran (Foter Elif)) |
nenni |
: |
Ninni. “Ünnü Sarı Mullam ünnü Gamayın da ucu enni Geride yok bir bebeyin43 Oturam da çalam nenni” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Sarı Mulla (Mullacık)’nın Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Celil Dalkıran)
Nennilerimizden Hem salarlım hem uyuturum Bebek küçük büyütürüm Nenni nenni nenni nenni Baban gelir asker oğlu Nenni nenni nenni nenni Sen çalıpta uyuturum Ne halinen büyütürüm Dolanı dolanı uyuturum Tarlada çalışır büyüttüğüm Nenni nenni nenni nenni Baban gelir asker oğlu Nenni nenni nenni nenni
Uzat üşümüş ellerini Sakla o masum yüreğini Zaman gibi sessiz uyu Bu dünya dipsiz bir kuyu Pamuktan kalbin solmadan Hayat yüzüne vurmadan Uyu… Yavrum uyu Bu dünya dipsiz bir kuyu Uyu… Melek yüzlüm uyu Bu dünya dipsiz bir kuyu
Ninni çaldım beşiğine Devlet konsun eşiğine Düşman ölsün keşiğine Ninni yavrum ninni
Dandini dandini danalı bebek Elleri kolları kınalı bebek Benim de yavrum cicili bebek Uyusun da büyüsün ninni Dandini dandini dastana Danalar girmiş bostana Kov bostancı danayı Yemesin lahanayı Uyusunda büyüsün ninni Tıpış tıpış büyüsün ninni
Derin gölde biter kamış Uzar gider vermez yemiş Benim oğlum Safi gümüş Kuzum ninni yavrum ninni
Hay develer develer Peynirlidir pideler Yedi yedi dedeler Hani bize dediler Oğluma uyku verdiler
Ninniler benim olsun Uykularım senin olsun Akan sular ömrün olsun Ninni yavrum, kuzum ninni
Bebeğim kocaman onu tutamam Ninniler söylerim hiç uyutamam Oynayıp gülüyor bizi süzüyor Mamasını yemiyor beni üzüyor Evcilik oynarken bana eş olur Hem anne hem baba hem kardeş olur Oynayıp gülüyor bizi süzüyor Mamasını yemiyor beni üzüyor.
Uyusun da büyüsün ninni Mekteplerde büyüsün ninni Elleri Kur’an tutsun Gözleri yazılar gütsün ninni Uslu guzum ninni Ninni yavrum ninni … ninni
Uyusun da büyüsün, ninni Tıpış tıpış yürüsün, ninni Bebeğim beşikte yatar Feryadı canım yakar Annem diye yolum bakar Ninni yavrum ninni… Ninni deyip beklediğim Sen Hak’tan diledğim Uyusun da büyüsün ninni Kocaman adamlar olsun ninni
Gökte yıldız oynuyor Gözüm yavruma doymuyor Ellerde yavruma doymuyor Ellerde yavru çok amma Benim yavruma uymuyor Ninni, ninni bebeğim ninni |
nennilenmek |
: |
Bir ezgi gibi yayılmak, ninni gibi duyulmak. “Ova bir sevinç mestliğinde yumuşak, ılık nennilenir.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
neŋuzu billah |
: |
Allah korusun. “Nenuzu billah!” |
nerda:ldın |
: |
Neredesin, merak ettim. |
nerde pilav, orda kılav |
: |
Hayatını bedavaya getirmeye çalışana veyahut eğlenceye düşkün olanlara denir. |
nerdi:se |
: |
Neredeyse. |
nerdiyesen |
: |
Neredeysen. “Gelin gardasımım gızı İçerime düsdü sızı Neriye gediyorsun oğlum? Nerdiyesen gel evine” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İsmail Salan’ In Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürü Salan) |
nere |
: |
Nereye? “Nere getdi Memmed  Durmuş’suz gitmesin ava Dokuz yıl oldu ben geleli Daha yapamadım bir yuva” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Koca Durmuş’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Nadire Erkek)
On dördünde bedir bedir Dostun ikrârını güder Nere çeksen ora gider Boynu toklu kula benzer Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.595 |
nere’e |
: |
Nereye. |
nerey |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; nereye. |
nergele |
: |
Nargile. “Gül dikili konağının köşesi Gümüşdendir nergelenin maşası İndi geldi Angara’nın paşası Ağlaşır guzular vay babam deyi” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
nergiz |
: |
Çiçekleri sarı göbekli bir süs bitkisi. Kolda götürürüm yavru baz gibi Yüzerim göllerde boymul kaz gibi Bahçanda açılan top nergiz gibi Toplar toplar dost zülfüne dizer mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.449 |
neriye |
: |
Nereye? “Beşiğini getireyim Ben bebeğ’mi yatırayım Bebeğem ana der ağlarsa Ben neriye götüreyim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
nerrebaz |
: |
Ürkek doğan kuşu. |
neste |
: |
Nesne, şey. “Karac’oğlan der hey gidi ustalar Dua eylen geri dönsün hastalar Dünyada ettiğim gizli nesteler Hak katında ayan olsa gerektir” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
neşa:l |
: |
Ne şekil. |
neşeğal |
: |
Ne şekil, ne biçim, ne tür. |
neşel |
: |
Nasıl, ne biçim. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
neşter |
: |
Genç, güzel, yeni yetme. |
neta: |
: |
Ne kadar? |
netdin |
: |
Ne ettin, ne yaptın. |
netemeli |
: |
Netameli, uğursuz. “İşte böyle netameli davranışları engellemenin yolunu, yine erkekler bulmuş ve mostrayı icat etmişler. Aktarlar düğme ve iplik, manifaturacılar da kumaş mostraları hazırlamışlar.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
netişifa |
: |
Şifa niyetine yenilen yemek, o yıl olgunlaşan meyve ilk kez yendiğinde de söylenen bir söz. “Netişifa bismillah.” |
ne:tmişler |
: |
Ne yapmışlar. |
ne:tsindi? |
: |
Ne etseydi? |
nevcivan |
: |
Genç ve güzel kız. Sevdiğim sözlerin canıma beştir Eğer kem söylersem dilimi kestir Bu güzellik sana kimden mirastır Güzellerde böyle nevcivan olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.647 |
nevli |
: |
Rengi. “Zavallının nevli dönmüş. Bet beniz galmamış. Sâpsarı olmuş.” |
ney |
: |
Ne, e diyorsun. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
neyinen |
: |
Ne ile. “Ayağına kara lastiği, avradına şeşi, babasının tembahladığı tütünü sônamiye neyinen alacaklardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
neynem |
: |
Neyleyim, ne yapayım. |
neynesin |
: |
Ne yapsın, neylesin. “Ağ koyunu döker dölü Anası bilmiyor dili Hacı asker bakmam demiş Neynesin oğlansız evi” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
neyni:yicin, neyni:ciŋ |
: |
Ne yapacaksın? “Neyni:yicin dünya malını ucunda ölüm olduktan kelli.” |
neyni:mki |
: |
Ne yapayım ki? |
neytaŋ |
: |
Ne yapıyorsun. |
nezaket |
: |
İncelik, başkalarına karşı saygılşı ve kibar davranma. Sakının ağalar beğler küçükten Yanağı gamzeli eğri bıçaktan Arılar bal alır bin bir çiçekten Nezâket arıda balda neler var Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.583 |
nezelmek |
: |
Kumaşın çeşitli nedenlerle eskimeye yüz tutması, incelmesi. |
nezer |
: |
Nazar. “Hardallık’ta bacım evi Üstünde elin nezeri Varsam bacımı bilirim Uçt’olur garip mezarı” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
nezik |
: |
Nazik. “Tabıdın gelirken parlar Gınamasın bizi eller Nezik canların acırnişan. İncitmesin seni yerler” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
Neziya |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Neziha. |
nezzet |
: |
Lezzet. |
nımtı |
: |
Sapı olmayan bıçak, çakı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
nırgı kesilmek |
: |
Kökü kurumak, nesli tükenmek. |
nışan |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; |
nışannı |
: |
Nişanlı. “Hacı Duran der de söylemem yeter Viranı hanemde bayguşlar öter Daha bir derdim var ölümden beter Nışannın ellere galdı neyleyim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Mustuk’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Duran Avan) |
nışannı böceği |
: |
Uğur böceği. |
nışannılamak |
: |
Nişanlamak. “Gızla oğlanın anası, babası ölür. Oğlan gendini ava verir. Oğlanın bir de ev arkadaşı vardır. Gız çok gözelimiş. Bacısını da bunan nışannılar.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
nışannılı |
: |
Nişanlı. “Nışanli:dig. Död sene nışannılı durdug.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
nışannısı |
: |
Nişanlısı. “Birinizin bacısı, birinizin nışannısı. Varın bahın baham dahacıka şorda , bilmem kimiyinen bilmem ne yapıyor diyor.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ni:m |
: |
Neyim |
nic’oluk |
: |
Nerede kalmış. “Nicoluk Miniş’in kızı Kirlenmiş işliğin yüzü Haftada ütüsün eyler Geçtin mi köpeyin kızı” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
nice |
: |
Nasıl. Karac’oğlan derdim çoktur Kaşlar kara bakış oktur Bir misli menendi yoktur Nice senin halın dilber Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.586 |
niceleyin |
: |
Nasıl? “Beri gel de aslan yarim beri gel Niceleyin sarılırız görsün el Zülüflerin dökem yüzüne tel tel Bin bir puse az gelsin de yetmesin” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
nic’olmak |
: |
Gittiği yeri sormak, nasılsın anlamında bir soru sözü. |
ni:decekti |
: |
Ne yapacak idi. |
ni:deceŋ |
: |
Ne yapacaksın. |
ni:dek |
: |
Ne edelim. |
ni:der |
: |
Ne eder? Neyler? “Beder İbrahim’im beder Ağcadağ’da goyun güder İrbaham’ım yerin bulmuş Anayı babayı nider?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerde Şehit Olan İbrahim’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Meryem Tekatlı) |
ni:derim |
: |
Ne ederim, ne yaparım. |
ni:dicin |
: |
Ne edeceksin? “Kadan allım Gelin Şefre Dik Bilal’in gömleğini Ha nidicin Kadir Mevlam Beş bacının direğini” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
nidiciyim |
: |
Ne edeceğim. “Terkinde de bir top gutnu Ben gutnuyu nidiciyim Goyuverin beni Kürtler Ben anneme gediciyim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Öldürülen Kocanın Ağıdı, Kaynak Kişi: Eşe Baraklı) |
ni:di:m |
: |
Ne yapayım, ne edeyim? |
ni:dmek |
: |
Ne yapmak. |
nifir |
: |
1. Renk, şekil. 2. Zurna. |
nifirger |
: |
Asmanın ikinci kez verdiği küçük taneli üzüm. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
nifirsiz |
: |
Çirkin, suratsız, kötü yüzlü. |
ni:dim |
: |
Ne idim. “Birinde güccü:düm, sekiz yaşında, birinde de on död yaşında mı ni:dim.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ni:nen |
: |
Neyle. “Köşgellere zengin çocugları gayışdan digdirir, içini dolduddurullardı. Ni:nen doldurullarsa. Onar gayışnan oynar, biz de ibli:nen, çabıdınan oynardıg.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ni:niyon |
: |
Ne ediyon, ne yapıyon, ne yapıyorsun. “Mâmet… Mâmêt!... Hay gulâna gurşun aha e mi? Ula baban eve gelici neredeyse sen daha ni:niyon burada lan!.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ni:se |
: |
Neyse. |
nika: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; nikah. |
nikab |
: |
Yüz örtüsü, peçe. “Kaldır nikabını görem yüzünü Aç başını yaradanı seversen Siyah zülfü mah yüzünün üstüne Tel tel eyle yaradanı seversen” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 532 |
nikahsız |
: |
Bir tür aşağılayıcı küfür. |
nimet |
: |
Yiyecek, yemek. Ezel biz de binerdik Arab ata Türlü nimet çekilirdi somata Terk ettim sılayı çıktım gurbete Altı Arab atlı beğler perişan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.525 |
nincelim |
: |
Hızla, kuvvetle. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
nindeŋ |
: |
Ne yapacaksın, neden uğraşacaksın? Nindeŋ ende: ekme: evde var zaten. |
ninemek |
: |
Ne yapmak, ne etmek. “Ula herkeşin güccü: gelmeyici ya, böyü: gelenler ninerdi ya?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ninemeli |
: |
Neme lazım, ne yapmalı, ne gereği var? |
nineyim |
: |
Ne yapayım. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
nineyim nediyim dememek |
: |
Çaresiz kalmamak. “Nineyim nediyim demedim.” |
nini |
: |
Gözbebeği. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
niniem |
: |
Neyleyeyim. “Yel eser gelir buraya Oğlum iki gızım iki Niniem yığılı yükü Galanı da şöyle böyle” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İsmail Salan’In Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürü Salan) |
niniyecin |
: |
Ne yapacaksın, sana ne? |
niniyem |
: |
Neyleyeyim. “Yüce dağ başında bir top gülüdüm Gurudu dallarım yandım niniyem Yârin galbini galbim gibi sanırdım Uydu el şoruna döndüm niniyem” Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Güllü’den Ağıt, Derleyen: Bünyamin Gönen, Kaynak Kişi: Kızılay Bekir Dayının Eşi) |
ninnik |
: |
Bebek. |
Nira |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; lira. |
nirde |
: |
Nerede? “Anahtar nirede? Suya düştü: Su nirde? Öküz içti:i Öküz nirde? Dağa kaçtı Dağ nirde? Yandı bitti kül oldûu” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
nireaz |
: |
Nereniz. “Ulan it oğlu itler bu tenekeyi depeleyince nireaz böyüdü şimdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
niredeyse |
: |
Neredeyse. “Mâmet… Mâmêt!... Hay gulâna gurşun aha e mi? Ula baban eve gelici neredeyse sen daha ni:niyon burada lan!.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
nisbet |
: |
Bir kimseyi üzmek için inadına yapılan iş. Sabahtan seherden burdan geçersin Nisbet için ak göğsünü açarsın Bir gün olur kollanma düşersin Hayfımı alırım kız kara gözlüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.515 |
nisbet düşmek |
: |
Uygun olmak, kabul görmek. Felekte bir güzel çıkmaz dengine O da nisbet düştü âlem diline Hayrân oldum kaşlarına boyuna Usul boyu selvi dala uydurmuş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.637 |
nisbet etmek |
: |
Eşit tutmak. Kırmızı gül nisbet eder yanağa Altun sırma düşmüş sandım topuğa Gümüş yüzükleri takmış parmağa Altun burma beyaz kola uydurmuş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.637 |
nisbeten |
: |
Oranlandığında. |
nişan |
: |
İz, belirti, nışan, hatıra, anı. “Öte yüzden beri yüze Acı haber geldi bize Gırk altınnan nişan dakdım Ayağı gademsiz gızlar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Vururlan Damadın Ağıdı (Halbur Ağıdı), Kaynak Kişi: Safiye Temiz)
Seyitgazi'de var dikili nişan Anda deli gönlüm oldu perişan Mevlâm ile binbir kelâm söyleşen İdris Cennet'tedir Musa Tur'dadır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.597 |
nişe |
: |
Ev yapımı bir tür nişasta. “Sen peynir çuvalından peynir ceresinden Nice yufka ekmeği külekten Kış yemişini şireyi tahta sandıktan Aç misafir sofralarını nişe kokularıyla Çamaşırları bakır leğenlerde dengele Taş mutfaklarda Arınırken odun ateşiyle ısınan sağlam sularda” (Duran Boz, Yazarların Şehri Kahramanmaraş, Atıf Bedir - Cahit Zarifoğlu’nda Maraş, Kahramanmaraş Valiliği 2009) |
nişlemek |
: |
Ne yapmak. Bir kimsenin ya da birilerinin ne işle uğraşmakta olduğunu öğrenmek için genellikle, “nişliyorsun?”, “nişliyor?”, “nişliyorlar?” gibi soru biçiminde kullanılır. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Nişliyon” |
nişli:ciŋ |
: |
Ne yapacaksın. |
nittim |
: |
Ne ettim. |
niyaz |
: |
İstek, dilek, dua, yakarış. Benim bu dünyaya geçmiyor nazım Felekten kalmadı gayrı niyâzım Halımı sen anla hey iki gözüm Derdimi diyecek dil bulamadım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.484 |
niyaz etmek |
: |
Yalvarmak. Karac’oğlan der ki edelim niyâz Ak göğsün üstünde kılalım namaz Almadan kırmızı elmastan beyaz Bana bir güzel ver gönlüm eğleyim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.505 |
niye ki |
: |
Neden ki? |
niye:dicin |
: |
Ne edeceksin, ne yapacaksın. “Yok baba, bu sana heç mi heç lazım olmaz, sen niyedicin bunu bana ver.” |
niyeden |
: |
Nasılsın, ne yapıyorsun? |
niyese |
: |
Neyse. |
niyniyecin |
: |
Ne yapacaksın? |
niyoldu |
: |
Ne oldu. “Ahhh, benim başımdaki acıyı heç sorman! -Gardaş, niyoldu kine?” |
niza |
: |
Kavga. |
nizah |
: |
Anlaşmazlık, kavga, fesat. |
nizahçı |
: |
Hakkına razı olmayıp anlaşmaya yanaşmayan. |
nizbent |
: |
Malın ıskartası. |
noda |
: |
Üstü toprakla örtülmüş saman yığını. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
no:o:ddun |
: |
Ne yaptın. “Ne parası dedi. Geberdirim şimdi seni. Bir sürü varlar. Ben, nôddun yahu. Ensene aşşâ, dedi. Lan para vermi:ler dedim. Nasıl vermezler dedi. Bu aşşâ endi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
no:dmuş |
: |
Ne yapmış. “Anacâzımı vermişler işde. O da nôdmuş, on beş yaşında gelin olmuş. On beş günnüg gelinikene harbde vurulmuş.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
nodul |
: |
Üvendirenin ucundaki sivri demir. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
nodullama |
: |
Övendire ile dürtme. |
nodur |
: |
1. Mesesin ucundaki iki-üç santimuzunluğundaki sivri demir. Bazı yörelerde sahıt da denilir. 2. Üvendirenin ucundaki çivi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
noğoldu |
: |
Ne oldu. “Gederim gederim gecem düş oldu Muzıya gözellik Yusufdan galdı Hey bire Ali Gadoğlum ya sâ noğoldu Dalgalandı Elboğlu sel gimi” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
nohlaz |
: |
Benzer, orta şeker, idare eder, epeyce, eh, yeteri kadar, güzel, alasulu. |
nohud |
: |
Nohut. |
noksan |
: |
Eksik. Er isen erliğin meydana getir Kadir Mevlâ'm noksanımı sen yetir Bana derler gam yükünü sen götür Benim yük götürür dermanım mı var Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.581 |
noktalı söz |
: |
Dokundurmalı söz, imalı söz, nükteli söz. O kiraz dudaklar nar gibi yüzler Kız beni anlıyor sendeki gözler Çok olur güzelde noktalı sözler Bu zülüf gerdana az kara gözlüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.514 |
nola |
: |
Keşke. “Yanar ocak tütmez pece Ciğer düşük gızgın saca Nola ben de ölem idi Eşimin öldüğü gece” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İbrahim Kıvrak’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Meryem Tekatlı) |
no:lacak |
: |
Ne olacak? “İsmail emmi,sence nôlacak şimdi?” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
nolucu |
: |
Ne olacak? |
noluk |
: |
Ne olmuş. “Atlas Dağı bölük bölük N’oluk anama da n’oluk Malatya elinden geldik ……… ……. ………….” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Emine’nin Ağıdı, Derleyen: Serdar Sığınır, Kaynak Kişi: Fadime Genç) |
nor |
: |
1. Bir çeşit taze, yumuşak, tuzsuz, beyaz peynir, lor. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Lor, peynirden sonra elde edilen ikinci ürün. “Her hafta yirmi teneke nor çıkıyor yaylada. Tuzlayıp tuzlayıp tahta sandıklara koyuyorlar.” |
no:ssun |
: |
Ne olsun? “Sağol be yiğenim. Nôssun işte, dedi. Sonra birden aklına gelmiş gibi Musa’ya iyice yaklaşıp fısıldar gibi konuştu.” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
no:tak, no:tag |
: |
Ne yapalım? |
no:ti:ler |
: |
Ne yapıyorlar? “Geli:, ama nasıl edi:ler? Nôti:ler? Elimde serdirrim ben. Ben malanın serdi:ni sêmi:m.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
no:tim |
: |
Ne yapayım. “Hatıngişi ben nôtim dedi. Hökümete geddim,dedi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
no:tiyiŋ |
: |
Ne yapıyorsun? “Nôtiyin ağam” |
no:tiyok |
: |
Ne yapalım. |
notucuŋ, no:tucuŋ |
: |
Ne yapacaksın? “Nôtucun burada gendândine.” |
no:tuyon |
: |
Ne yapıyorsun? |
nozur |
: |
Üvendirenin ucundaki sivri demir. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
nöbet |
: |
Sıra, kesik. “Karartısı çok ordusu da fena Dövüşen yiğitler boyanır kana Kasavet miçeker doğuran ana Nöbet bıçağa bindi der Türkmen Oğlu” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
nöğurmek |
: |
Ne yapmak, ne görmek? (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
nöker |
: |
1. Kul, köle. 2. Bir erkekle evli iki kadın, ortak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
nörüyoŋ |
: |
Ne yapıyorsun. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
nu:riddin |
: |
Nurettin. |
nufus |
: |
Nüfus. |
numara |
: |
Blöf, aldatma. |
nur |
: |
Bir çeşit taze, yumuşak, tuzsuz, beyaz peynir, lor. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
nur doğması |
: |
Gökkuşağının oluşması. “Goca Hapıs’ın başına nur doğdu.” |
nurdoğdu |
: |
Gökkuşağı. |
nureniye |
: |
Nurlu gibi, nurani bir şekilde. “Üç odası birden yanar Nureniye düşer şavkı Bekir Çavuş’un koşar Beraber çağırır türkü” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
nusġa, nuska |
: |
Nüsha sözcüğünden bozma, muska. Kömür gözlüm hasta olmuş Bir nuskacık yaz ver bana Siyah zülfü ak gerdana Tel tel et de diz ver bana Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.394 |
nusubet |
: |
Musibet. |
nusübet |
: |
Musibet. Bu kullanım yöremizde pek yaygın değildir. Muhtemelen de matbaa hatası olabilir. |
nuş |
: |
: İçme, içiş. Nuşa: İçmeye. Farsça kökenli bir sözcüktür. Sonuna geldiği kelimelere içen anlamını katar. Meynuş: Şarap içen. |
Nu:t |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; nohut. |
nutug |
: |
Nutuk, söylev. |
nuz |
: |
Tatlı ile ekşi arasındaki tat, az ekşi, ekşimsi. Özellikle nar için kullanılır. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
nuzla |
: |
1. Nezle, dişeti nezlesi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. At vb hayvanların husyelerinin şişmelerine neden olan hastalık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Balıkların su içinde sığındıkları kaya deliği. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
nü |
: |
750 gr., 200 dirhemlik eski bir ağırlık ölçüsü, yarım okka. |
nüçün |
: |
Neden. “İsmail’i kucağına aldın Nüçün sararıb da soldun? Zehmeri’de gelin m’oldun? Çok üşürsün Zekiye gelin” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kuyuya Düşüp Ölen Zekiye’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Fatma Temiz) |
nüfuz |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; nüfus. |
nühürcü |
: |
Zurnacı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
nükte |
: |
Espiri, ince alay. |
nünük |
: |
1. Gırtlak, gırtlak çıkıntısı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Salyangoz, sümüklüböcek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 3. Denizden çıkarılan kabuklu hayvan ya da kabuğu. (İstiridye, midye, şeytan minaresi vb.)(TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Hacı Bekir Efendi Ceyhan havalisinde nünük ağası diye nam saldı.” |
nüsük |
: |
Yüzük. |