KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
o dialdan |
: |
Oralı olmadan, karşıdakini uyandırmadan ilgilenmek. |
oca |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; hoca. |
o:dar |
: |
O kadar. |
o:l |
: |
Oğul. |
o:lan |
: |
Oğlan çocuğu. |
o:liş |
: |
Oğlum. |
o:llug |
: |
Üvey evlat. |
o:n |
: |
O gün. |
o değelcikten |
: |
Çaktırmadan. “O değelcikten bir bakıver guzum.” |
o değelden |
: |
Hissettirmeden, belli etmeden. “O değelden şöyle bir golaçan etsen harman yerini.” |
o değelden ağız yoklamak |
: |
Çaktırmadan ağız aramak. “O değelden bir ağzını yoklasan.” |
o değelden bakmak |
: |
Hiçbir şeyden habersizmişcesine bakmak. “O değelden bak. Sakın heç bir şeyden habarları olmasın.” |
o değelden sormak |
: |
Bilmezden gelerek sorular sormak. “Hiçbir şeyden habarın yokmuş gimi o değelden sival eyle.” |
o değilcikten gelmek |
: |
Farkına varmamış gibi davranmak, aldırmamak. “Ali gene duymadı. “Duyar mı hiç?” “O değeilcikten geliyor” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
o falan kişiyle yıkılıp düşüyor |
: |
O falancayla çok samimi anlamında. “O Apdoğlu’nun oğlu Hacı’yınan yıkılıp düşüyor.” |
o misilli |
: |
Öylesine güzel, öylesine değerli anlamındaövgü sözcüğü. |
o nahal iş |
: |
O nasıl iş. |
o ne bre |
: |
Böyle şey olurmu. “O ne bre!” |
oba |
: |
1. El, yabancı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Yurt. 3. Üç beş çadır halkı, aşiretlerin küçük bölümleri. “Ali Paşa’m her ülkeyi bağladı Ah etti de torun deyi ağladı Her obadan üç beş yiğit hoğladı Siftah hoğlayan da bir Türkmen Oğlu” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) 3. Dağda kalınacak yer. “Obası olanlar çevrilir konar Güzeller suyundan içip de kanar Küpeler kulakta mum gibi yanar Gördükçe arıyor imanım dağlar” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
obalar ne der |
: |
Başkaları ne söyler. |
obanıŋ dölü |
: |
Elin çocuğu. |
obaştan |
: |
Şafak sökmeden, erkenden, sahur vakti. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
obaya gitmek |
: |
Misafirliğe gitmek. |
obayınan |
: |
Oba ile, el ile. “Ne yatıyon abayınan? Üsdün örtdüm libayınan Ben de sana düyün gurdum Bir belicek obayınan” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hasan Benli’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Rabia Duman) |
obaz obaz eller |
: |
Kül rengi memleket. |
obruk |
: |
1. Yazın serin, kışın ılık kuyu mağara. 2. Çöken, kayan toprak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
obur |
: |
Evcil hayvanların geceledikleri çevresi çitsiz ve duvarsız kuytu yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
obuyanan |
: |
Oba ile. |
oca: |
: |
Ocağa. “Suyumu gullar ocâ Asbabın atallar bucâ Gafayı alıllar gucâ Bir gün ağlar anan atan” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Süleyman Çiftçi’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Hurside Karpuz) |
ocağa su furmak |
: |
Su ısıtmak. “Hanım ocağa su fur. Kirimden kirt ettim vallaha.” |
ocağa vurmak |
: |
(Tencereyi)Yemek pişirmek üzere ocağın üstüne koymak. “Atın yanındaki tencereyi aldı. Su doldurdu, ocağa vurdu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ocağı batmak |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Varını yoğunu yitirmek, batmak, yok olmak. “Geldik geldik de burada kaldık. Ocağım battı. Vay karagaözlü yavrularım vay!” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ocağı yanasıca |
: |
Bir tür hayır duası, alkış. |
ocağın bata |
: |
Ocağın söne, yuvan dağıla. |
ocağından kül dağıtmak |
: |
Eskiden kiprit, çakmak gibi şeyler az bulunduğundan, evlerin ocakları yakıldıktan sonra lazım olunca ateşi kullanmak üzere kor söndürülmez, kül ile örtülerek uyutulurdu. Ateş lazım olanlarda gelip buradan alırlardı. Ocağın sürekli yanması bir zenginlik de göstergesiydi. “Altında atı sığınır Böğründe kılıç bölünür Babam oğlu bay cuma Ocağından kül dağılır” “Ömer Kaya, Hacı Abdullah Kozan, Mahalli Kelimeler Sözlüğü, UKDE Yayınları No: 30, Kahamanmaraş, Ağustos 2003.” |
ocak |
: |
1. Ev, hane. 2. Eski evlerde odun yakılan, yemek pişirilen yer. 3. Şifa dağıttığına inanılan kişi ya da aile. 4. Fide ya da ağaç dikmek için açılan çukur. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
ocak başlarından yırak |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Kötülükler uzak olsun, Allah göstermesin anlamında kullanılan bir dua. |
ocak dönderme |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. OCAK DÖNDERME Bu oyun şakalaşma, eğlence amacıyla yapılır. Her şeye çabuk inanan biraz saf çocuklara yapılan bir oyundur. Evlerde oynanır. Eve gelen saf çocuğa diğeri “bak şimdi ben bir oyun yapacağım. Bu ocağı döndüreceğim” der. “Şimdi sen dışarı çık. Ben çağırınca gel” der. Çocuk tamam deyip dışarı çıkınca öteki çocuk maşanın sapını ateşe sokar ve ısıtır. Dönderir, sapı dışarı gelecek şekilde maşayı yere koyar. Çocuğu çağırır. Çocuk gelir bakar ki ocak yerli yerinde. Hani ocak dönmemiş deyince “döndü bak inanmazsan maşayı al da ölç” der. Çocuk maşayı alıp eli yanınca maşayı bir tarafa fırlatır kendini bir tarafa. Herkes çocuğun haline güler. “Nasıl ocak dönmüş mü” derler. (Hilal Gülben Gerek, Adana İli Pozantı İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E. TDE. ABD, Adana, 2012, s.167) |
ocaklama |
: |
Ocaktan, ailece, atadan soydan. |
ocaklardan kiş kiş ola |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Ölümcül hastalık, ölüm kalım konusunda bir şeyden söz ederken, söze başlamadan önce “Tanrı başa vermesin, başa gelmesin” anlamında söylenir. “Böyle ölüm ocaklardan kiş kiş ola.” |
ocaklardan yırak |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Ölümcül hastalık, ölüm kalım konusunda bir şeyden söz ederken, söze başlamadan önce “Tanrı başa vermesin, başa gelmesin” anlamında söylenir. “Ocaklardan yırak olsun, guzum.” |
ocaklık |
: |
Ateş yakılan bacalı yer, Şömine, dışarıda ya da içeride yemek pişirmek, su ısıtmak için kullanılan yer, ocak. “Gözlerini iyice iki eliyle ovduktan sonra ocaklıktan tarafa bakındı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
oca:nda |
: |
Ocağında. “Gara şalvar bacânda Yağlı martin gucânda Öldürmüşler Hacıveli’mi Düşmanların ocânda” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kurşuna Dizilen Eşkıya Hacıveli’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Âşık Ali Ateş) |
ocukdurmak |
: |
Uzaklaştırmak, gelmez etmek. |
ocumak |
: |
1. Kurcalanan yaranın acıması. 2. Yılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Bir şeyden korkmak, ürkmek, çekinmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Bir şeyden soğumak. 5. Tiksinmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ocuşa |
: |
Arkadaş topluluğu. |
od |
: |
(Otamak fiilinden) Od, ilaç. “Ataşım yanar da tütünüm çıgmaz O yarın hayali garşımdan getmes Duşmanın sardığı yaralar bitmez Tohdurum dedin de ot verdin bâ” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
od alacak |
: |
Ateş küreği. “Od alacağı elet de babana ver yavrım.” |
od eylemek |
: |
Ayrılık ateşini yakmak. Kerem eyle kara gözlü Açma bizim sırrımızı Araya firkat düşürüp Od eyleme yurdumuzu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.640 |
oda |
: |
1. Beylerin, ağaların her zaman herkese açık odaları olurdu. Buralarda sohbet edilir, eğlenilir, saz çalınıp türküler söylenirdi. “Dadalım da der ki, samurdan kürküm Odadan odaya çağrılır türküm Ulu devlet ordusundan yok korkum Kalmadı muradım der Ali Oğlu” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) 2. Göz. |
oda hayması |
: |
Yaylalarda konuk ağırlanan, erkeklerin birbiriyle sohbet ettiği, dama, dokurcun gibi oyunlar oynayarakvakit geçirdikleri ortak mekan. |
oda sahibi |
: |
Evine konukların gelip gittiği saygın kişi.Ev sahibi, hane sahibi. |
odalacak |
: |
Ateş küreği. “Okuma odasının yanında câğ vardı. Uzun bir puharı, dik bir süllüm, duvarda kırmızı deriden yapılmış ita. Yerde odalacak. Evrâç. Haftada bir ekmek yapılır. Biz de bazlamamızı yerdik.” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) |
odlanmak |
: |
Yanmak, ateşlenmek. Niçin odlanmayım niçin yanmayım Deli gönül bir sevdâya bağlıdır Özü şirin sözü şirin bir güzel Gamzesi ok kaşı yaya bağlıdır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.597 |
odun etmek |
: |
Odun toplamak. Yayıḳ yaydım, ekin biçtim, fıstık sόḳtúm, odun ėttim, balta duttum hēr işi yaptım. |
odunnuk |
: |
Odunluk. |
oduya |
: |
Odaya. |
of de:l Allah şükür |
: |
Of demiyorum Allah’a şükür diyorum anlamında bir söz. “Of de:l Allah şükür” (of demiyom, Allah’a şükür diyom) şeklindeki hem isyan hem de duanın içinde bulunduğu dualarımız incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
ofa:t |
: |
O vakit. |
ofartmak |
: |
Abartmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
oflaz |
: |
1. Güzel, çok iyi, eksiği olmayan, tam, uygun, normal, idare eder. 2. Çok iyi usta, olgun. 3. Eflatun rengi. “Nazlı yâr elinden bir selâm geldi Ecel şerbeti de bağrımı deldi Kibar yâr alnına bir yağlık çaldı Yeşil midir oflaz mıdır al mıdır” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 606 |
ofultu |
: |
Oflama, sızlama. |
ogarmak |
: |
Onarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
oggalı |
: |
Ağır, şişman. |
ogla: |
: |
Oklava. “Güvâye oglâ sohallardı. Güvâ helva alacâdı. Ev sâbı da çi: köfde yapardın. Durumu olan, mercimeg köfdesi yapan,çi: köfde yapan.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş 2008, S. 98) |
o:gu |
: |
Tetiri, sumak otu. |
oğcalamak |
: |
Karıştırarak ezmek. |
oğlandan gızdan nen var |
: |
Kaç oğlun, kaç kızın var. “Oğlan, gızdan nen var?” |
oğlanlık |
: |
Genellikle erkek çocuklarda görülen ateşli bir hastalık, zehirli sıtma. |
oğlanlık |
: |
: Daha çok erkek çocuklarda görülen ateşli hastalık, havale. |
oğlanlık tutmak |
: |
1.Küçük oğlan çocuğuna havale gelmesi. 2. Zehirli sıtma nöbeti gelmek. “Halk inanışlarına göre genellikle erkek çocukları tutar, “oğlanlık” ve çocuğu buz gibi bir suda yıkarsan ya da bir semer içine yatırırsan geçer. “Bir yaşlı bir semer bulun da çocuğu semerin içine yatırın, belki geçer’ dedi. Oğlanlık tutmuş.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
oğlunu öldürdüm ocağına düştüm |
: |
“Sana kötülük ettiysem de bağışla beni, başvuracak kimse kalmadı, bu işimi ancak sen görürsün” anlamında söylenir. “Gonşu, oğlunu öldürdüm ocağına düştüm.” |
oğorlamak |
: |
Hırsızlamak, çalmak. |
oğrak |
: |
İstasyon, durak, çok uğranışlan yer, uzun yollardaki mola yerleri. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
oğru |
: |
Hırsız. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
oğrulamak |
: |
Başkasının malını kimse görmeden almak, çalmak, hırsızlamak. “Her kim ki at oğrula, eli kesile.” (Dulkadirli Beyi Alâüddevle Bey’in Kanunnamesi’nin 1. maddesi.) |
oğrun |
: |
Gizli, saklı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm.) “Aziziye’de emmin beğler Gapı kitli oğrun ağlar Ala aygır kişniyeşin Zenzeliye getdi dağlar” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
“Çerkezde de Kadir Ağa Oğrun acı karlı dağa Ağamı gönderir m’ola Selam salsam doktor beye” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
oğşal oğşal yürümek |
: |
Şişman insanın yürümesi, kalçasını oynata, oynata yürümek. |
oğşarlarsa |
: |
Okşarlar ise. |
oğul balı |
: |
1. Baharda çıkan arı yavrularının yaptığı beyaz ve iyi bal. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Erkek çocuktan olan torun. Güzelin yanağı ayın tekeri Ağzı oğul balı Firenk şekeri Omuzlar aşağı gerdan yukarı Her bir yeri mâmur olur güzelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.554 |
oğurlamak |
: |
Çalmak, gizlice almak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
oh buldum delisi olmak |
: |
Sahip olduğu şeylerden dolayıetrafındakilere nasıl davranacağını bilememek, kendini üstüngörmek, buna binaen de sık sık çevresindekilerle sorunyaşamak. |
oha |
: |
Kabaca uyarma. “Ormanlar kesilir hopur olurdu. (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Ekrem Matbâsı, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
ohd |
: |
Vakit. |
ohi:ci |
: |
Okuyucu, düğüne davet için dolaşan kişi. “Perşembe günü ohi:ci çıhardı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ohlaz |
: |
Güzel, çok iyi, eksiği olmayan, tam, uygun, normal, idare eder. |
oho::oh! |
: |
Bu senin dediğin olacak iş değil. Konuştuğun lafa. |
oh̬şamak |
: |
Benzemek, andırımak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
ohuma |
: |
Kur’an öğrenilen yer. |
ohuma uşa: |
: |
Okuma (Kur’an öğrenilen mahalle mektebi) arkadaşı. |
ohumie |
: |
Okumaya. “Ohumie gederkene şö:le de cüzlü; yog mi:di? Gederkene şö:le ayanın üsdünde cızgı oynie oynie geder idi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ohumuş |
: |
Tahsilli. “Ohumuş, gün görmüş adamsın sen. Nasıl bölesi bir hataya düşen?” |
ohuni: |
: |
Okunuyor. “Şimdi mevlid ohuni:.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ohuntu |
: |
Düğünde oğlan evi, kız evi çağrı çıkarırlar. Bu çağrı, çağrıların önemine göre armağanlardır. Mendil, çorap, kilim, kuşak, bardak, kibrit, boğa. Son yıllarda kart göndermekte okuntular arasına girdi. “Akan suyun akıntısı Gırağının yıkıntısı Emmim de bir düğün gurmuş Bana gelir ohuntusu” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Ayşeye Ağıt, Derleyen: Hasan Batmaz, Kaynak Kişi: Elif Bayer) |
ohunug |
: |
Hocalarca okunup üflenilmiş kişi, giyecek, yiyecek ve içecekler. |
ohutmag |
: |
1. Tahsil yaptırmak. 2. Güçlük çıkarmak. 3. Bir nesneyi ya da malı ederinden daha fazla fiyata satmak. |
ok |
: |
1. Karasabanın sivri kısmı. 2. Miras kalan mallar pay edilirkenyapılan ad çekme. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 3. Uzun ve ince bölümlenmiş tarlalar. 4. Verimli, düz ve sulu tarla. “Öte geçe bük müyüdü? Beri geçe ok muyudu? Azrail de gelirkene Yusuf oğlun yok muyudu?” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Ayşeye Ağıt, Derleyen: Hasan Batmaz, Kaynak Kişi: Elif Bayer) |
ok çalmak |
: |
oh çalmak, bir kimsenin kötü durumuna düşmesine sevinmek. |
okarı |
: |
Yukarı. |
okartmak |
: |
Abartmak. |
okga |
: |
Ağırlık ölçüsü birimi. |
okkası çamdan |
: |
Düzeysiz, ağırbaşlı olmayan kimse. |
okla:, okla: |
: |
Yufka ekmek açmakta kullanılan yuvarlak değnek,oklava. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Darı unundan baklava, incir ağacından oklâ olmaz.” (Andırın Atasözü) |
okla:ç |
: |
Oklava, merdane. |
oklavadan elimiz saca varmıyor |
: |
İşimiz çok yoğun, fırsat bulamıyoruz. “Oklavadan elimiz saca varmıyor.” |
oklağı, oklavı |
: |
Oklava. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
okluk |
: |
Saban direği. “Evlerinin önü büklük Büklükden keserler okluk, Benim sevdi’im gara keklik, Gel oturak kele biti” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Emine’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Safiye Temiz) |
okmak |
: |
Kurtulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
okra |
: |
Özellikle keçilerin derisinin içine girerek yaşayan asalak bir böcek, kurtçuk. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.Osm.) |
okramak |
: |
Bir şeye karşı çok istek duymak, gönülden sevmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
okrası gızmak |
: |
1. Hayvan derilerinin altında bulunan okra paraziti sıcakta canlanarak rahatsızlık verir. Çobanlar okralı yeri sıkınca okra çıkar ve hayvan rahatlar. Uzun zamandır iş yapmayan insanlar için de okrası gızmadı diye söylerler. Okrası gızmak deyim olarak canlanmak anlamındadır. “Okrası gızdı birez.” 2. Konsantre olmak. 3. Bir işe ısınmak. |
okşalamak |
: |
Okşamak, sevmek. Dağıtmışsın kuşlarını Bağışladım suçlarını El değmedik döşlerini Okşaladım sevdim bugün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.571 |
oku |
: |
Düğüne davet için gönderilen şeker, havlu gibişeylere verilen ad. |
okubet |
: |
Devasa, çok büyük. |
okucu |
: |
Umacı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
oku:cu |
: |
Düğün davetiyesi dağıtan kimse. “Yayla yollarının çoktur yokuşu Düğünler oluyor gelmez okûcu Köylü matem tuttu derin bu acı Yetiş anam yetiş aldırdın beni Dolaşık taşlarda koydun ölümü” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
okudu obaya geldi, sonradan töbeye geldi |
: |
Eskiden yolu cahiliye devri insanlarının yolu gibiydi ama şimdi düzgün bir insan oldu. “Okudu obaya geldi, sonradan töbeye geldi.” |
okumak |
: |
Özellikle düğüne çağırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Hatça Hatın’ı okumadık diye gahirleniyor amma gendi de oğlu Kenan’ın düğününde bizi okumadıyıdı.” |
okumuş |
: |
Bilimli. |
okumuşluk |
: |
Okur yazarlık. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
okuntu |
: |
Düğünde oğlan evi, kız evi çağrı çıkarırlar. Bu çağrı, çağrıların önemine göre armağanlardır. Mendil, çorap, kilim, kuşak, bardak, kibrit, boğa. Son yıllarda kart göndermekte okuntular arasına girdi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. Osm. İç.) “Tan davulu çalınıyor (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
okuntu oğlağı |
: |
1. Normalinden küçük anlamına. 2. Malın kötüsü. “Ne bu böyle okuntu oğlağı gimi. Bula bula gosgoca mal bazarında gurbanlık diye bunu mu buldun.” |
okuntu oğlağı gibi |
: |
Küçük, zayıf, çelimsiz. |
okuntucu |
: |
Düğünden önce okuntu dağıtan kimse. “Sizler de bu düğünün alayına katılmaz mıydınız, kiminiz bölükbaşı, kiminiz seğmen, kiminiz velinime aşçısı ve kiminiz de okuntucu olmaz mıydınız?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
okuntuluk |
: |
Düğün hediyesi. |
okuntusunu ayrı istemek |
: |
Düğünü çalınana çok değer verilmesi anlamı taşır. |
okuntusuz düğün |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. |
okurkannak |
: |
Okur iken. |
okuyucu |
: |
Düğün çağırıcısı. (Genellikle kadın)(TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
okünmek |
: |
Alay etmek, taklit etmek, öykünmek. |
ol |
: |
O. Ölmesin yavrum ölmesin Düşman ağlasın gülmesin Ol gece sabah olmasın Yâr ile yattığım zaman Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.521 |
o:l |
: |
Oğul. “Gapımızda çatal hayma Yel esdikçe boynun eyme Ôlun beni beker guydu Aman babam bana değme” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Koca Durmuş’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Nadire Erkek) |
ola |
: |
Acaba. |
olak |
: |
Olalım. |
o:lak |
: |
Oğlak. ”Ağaca çıkan geçinin dala bakan ôlaa olurmuş.” |
olam |
: |
Olayım. Sakla beni bucağında Can vereyim kucağında Odun olam ocağında Yak od'una kül et beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.459 |
olanca aklını derdine salmak |
: |
Yalnız üzüntüsünü ve acısını düşünmek. |
olancası |
: |
Hepsi, tamamı. Karac’oğlan donatsalar donumu Dosta doğru döndürseler yönümü Bin yaşasam hesap etsem ölümü Defter tutsam olancası bir gündür” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 619 |
olca olca |
: |
Öbek öbek. Feke’nin dağları yüce Ben ağlarım gündüz gece Öldürmüşler Gizziğimi Toplanmışlar olca olca” (Derleyen: Osman Taştan, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
olcu:şa: |
: |
Yapılan yanlışı anında fark eden ve yanlış yapanı komik duruma düşüren kimseler. “Onların hepsi de birer olcûşa.” |
olçum |
: |
1. Tabiblik taslamak, bilgiçlik taslamak. 2. Eli işe yatan, usta, becerikli kimse. |
oldacı |
: |
1. Şişman, büyümeye, gelişmeye elverişli olan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Gelişmeye elverişli, umut vaad eden şey. |
oldaç |
: |
Umut vaad eden. “Oldaç oğlak b.kundan bell’olur.” |
oldum olası |
: |
Gelişigüzel. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
olduneyin |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; olunca, olduğunda. |
olgalanmak |
: |
Açılmak, yayılmak. |
olgamak |
: |
1. Seyrek seyrek dikmek, oyulgamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Bir şeyi iri ve seyrek dikişle tutturmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
olim |
: |
Olayım. “Sene geldi yıl savuştu Hasret olanlar kavuştu Kurban olim Kara Ömer Şalvarına güve düştü” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Pehlivana Ağıt, Derleyen: Gülbahar Demir) |
ollum |
: |
Olayım, olam, olduğum. “Gurban ollum Anşa gızım Galem dutan ellerine Mustafa da seslenmiyor Gurban ollum dillerine” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
olmadık iş yok, duymadık kulak çok |
: |
Eskidendi şimdi anında duyuluyor artık. “Olmadık iş yok, duymadık çok.” |
olmienece |
: |
Olmayıncaya kadar. “Benim halım olmienece eliminen yaparım, ırahad da olmassam gelinner yabsın.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
olsa da vermem, yok gadan’alsın |
: |
Karşı tarafın istediği şeyin kendisinde olmadığını olsa bile vermeyeceğini belirten birdeyim. “Olsa da vermem, yok gadan’alsın.” |
oltan |
: |
Eskiyen yemeni, ayakkabı altına vurulan pençe. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
olu |
: |
Denge, yüke bağlanan ipi bükerek sıkıştırmak için kullanılan sopa. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
olucu |
: |
Olacak. “Dediler kine maşallah â günü olucu dediler.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
olucun mu |
: |
Olacak mısın? “Yâr olan yârine eder mi böyle? Yörü nazlım yörü dost olmaz öyle Yağlık başım çin doğrusun söyle Yoksa olucun mu sermaye yağlık?” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 107 |
oluk, olug |
: |
1. (Su) Oluk. 2. Olmuş. “Sabahanan bir polis gördüm Sandımkine gardaş gelik Ciğerlerim delik delik Getme diyom oğlum sana İzmir sana vatan m’oluk?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Şehit Polisin Ağıdı, Kaynak Kişi: Güllü Gülmez) |
oluncu |
: |
Olunca. “Dinime imanıma hocam, âşam oluncu, şeherden köye istemiye istemiye geliyom, gece yatarken bile zabahı zor ediyom; amanın diyom bir zabah olaydı, bir zabah olaydı da yimâ bile yemeden gene şehere gedeydim….” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
olurke |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; olurken. |
oluşkun |
: |
Olunca. |
oluşat |
: |
Yaratılış, doğası gereği, ilk durum. “Oluşattan bö:le.” |
oluşun |
: |
Olunca. “Senin hastalığın çok kötü. İnsan hasta oluşun ölmekliği mi icap eder?” (Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler Folklor Derlemeleri, İş Bankası Kültür Yay. Nisan 2002, İstanbul, Hazırlayan Alpay Kabacalı) |
oluyum |
: |
Olayım. “Abdasını alamamış Namazını gılamamış Gul oluyum anamoğlu Evineta varamamış” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Halil Avcı’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Bakacak) |
oma |
: |
1. Kalça kemiği. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Kalça, basen, hayvanlarda but. 3. Dik. |
omacını çıhartmak |
: |
Ezmek, avuçlamak, deforme etmek. “Ômacını çıharttı.” |
omaç |
: |
Pekmez veya tereyağı ekmek karışımı bir yiyecek. Yığınlarla yapılan yufka ekmeğinin gevrekliğinden dolayı, özel selelerine üst üste yerleştirirken veya sulamak için alırken kırılan ve küçük parçalara bölünen ve sofrada yine kırıntı olarak kalan küçük ekmek parçalarının değerlendirildiği bir yemek çeşidi. Isıtılan tereyağının içine ekmek kırıntıları atılır ve üzerine pekmez dökülerek hazırlanırdı. |
omakertiş |
: |
Büyük kertenkele. |
omanı pırttırmak |
: |
Belini ağrıtmak. |
omar |
: |
Ömer. “Ne toprânı elemişsin Ne beşiğa belemişsin Omar eşgiya çıksın diye Hag’dan dilek dilemişsin” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
oması batık |
: |
Kalça kemiği içine battığı için topallayan inek. |
oması pırtık |
: |
Topal. Alay etmek için kullanılır. |
ombaç |
: |
Gevrek yufka, küflü peynir, soğan karışımıyla yapılan yiyecek. |
omça |
: |
Kalın asma kütüğü. |
o:mda: |
: |
Önümdeki. |
omisilli |
: |
Çok güzel. “O misilli fırsatı kaçırmayacaktın.” |
ommaç |
: |
Yufka ekmeği ıslatıp peynir ve yeşil soğan karıştırılarak yapılan yiyecek, bir nevi sıkma. |
omurga |
: |
Dağ sırtı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
omusilli, omisilli |
: |
Güzelim, ne güzel. |
omuza dakmak |
: |
Omuza asmak. |
omuzlağa |
: |
Bir omuzluk yük. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
omuzlağ |
: |
Omuzda taşınan büyük tek parça odun. |
omuzlağı |
: |
Bir omuzluk yük. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
omuzu galabalıg |
: |
Subay. “Omuzu galabalıktan zarar gelmez.” |
omuzu kopmak |
: |
Omuzu çok ağrımak. “Elifin omuzu kopuyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
omuzu odunnu |
: |
Anlayışı kıt, anlayışsız, kaba-saba adam. |
on dört etmek |
: |
Hile yapmak. |
onaltılılar |
: |
1900 doğumlular. |
oŋarlamak |
: |
Ayarlamak, düzenlemek, hazırlamak. “Yerini onarladım yeğenim. Ne zaman istersen yatabilin.” |
oŋarmak |
: |
1. Hazırlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Dişiyi döllemek. 3. Bozulmuş bir şeyi düzeltmek, işe yarar duruma getirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
oŋartmak |
: |
Bozulan, kıruılan nesneyi yaptırak, düzelttirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
oŋat |
: |
İyi, doğru, uygun, düzgün. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
onbeşliler |
: |
1899 doğumlular. |
onca:cık |
: |
O kadarcık. |
onca:z |
: |
1. Bölgemiz göçmen ağzında; oncağız. 2. O zavallı, o kadar. |
ondaç |
: |
Çok gelişmiş, gürbüz kimse. |
ondar |
: |
Onlar. |
ondele |
: |
Ondüle, bir saç şekli. |
ondurmak |
: |
Bereket ve refaha kavuşturmak. |
oŋgun |
: |
Varlıklı, mutlu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ongun |
: |
Tapılan kişi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
oni:nen |
: |
Onunla. “Halbuki, iki süpürgeyi iki guruşa satdı bu fukara, çörek aliciyidi oninen. Dutdu bir guruşuna bir it eniği aldı çocukların elinden, getirdi eve.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
oniyinen |
: |
Onunla. |
oniynen |
: |
Onunla. “Bir varımış, bir yokmuş. Fakir bir garıyınan, bu garının bir oğlu varımış. Bu garı süpürgeciliğinen geçinirimiş. Gederlerimiş süpürge toplarlarımış oniynen geçinirlerimiş.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
onlari: |
: |
Onlarınki. |
onmak |
: |
1. İyileşmek. 2. Refaha ermek, abat olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Gurupunar’ın deresi Onmaz Eşe’nin yarası Görpe guzum sele getmiş Yok muyudu bir çaresi?” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
“Gardaş, gardaşın ne onduğunu ne de öldüğünü ister.” (Andırın Atasözü) |
onmamak |
: |
İflah olmamak, işlerin hep ters gitmesi hali. |
onna: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; onlar. |
onnan |
: |
Onunla. |
onnar |
: |
Onlar. “Bunu bana niye yaptın Kocanı evini tergetdin Sen sözünde duruyon da Ben onnara teslim etdim” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
onnara |
: |
Onlara. “Yeter galan dilki gardaş diyor; Ona diyor ki, dilki; Suya dıkıldım böyle oldum diyor. Canavarlar da suya atlıyor, hepiciği ölüyor. Onnara kömür bizlere ömür” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması, C.II) |
onnarınan |
: |
Onlarla. |
onnira |
: |
On lira. |
oŋşamak, oŋşatmak |
: |
Kaldırmak, yükseltmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
onu: |
: |
Onun ki. Onun ki mi? |
onu ancak teneşir paklar |
: |
O artık huyunu değiştirmez. “Seni ancak teneşir paklar.” |
onu:çun |
: |
Onun için. |
onuinen |
: |
Onunla. |
onulmak |
: |
Yara ve çıban gibileri iyi etmek. |
onuŋ ayağınıŋ vardığı yere seniŋ başıŋ varamaz |
: |
O kim, sen kim? Sen onun yanında kim oluyorsun anlamında bir söz. |
onuŋ bunuŋ çocu: |
: |
Bir küfür. |
onuŋ işi dağların gışı |
: |
Sorumsuz ve savruk kimseler için kullanılan bir deyimdir. “Onun işi dağların gışı.” |
onuŋ sözü itin osuruğu |
: |
Sözünün değeri olmayan kimse. “Onun sözü itin osuruğu.” |
onu:na |
: |
Onunkine. |
onuŋunan |
: |
Onunla. |
oŋur |
: |
Peynir basılan kap. |
onurcak |
: |
Göğse takılan süslü parça. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
onuynan |
: |
Onunla. |
onuyunan |
: |
Onunla. “Elinde tavsısı varmış Onuyunan eğlenici Benim gimi onmamışlar Ataşlara dağlanıcı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
onük |
: |
Önlük. |
onü:nen |
: |
Onunla. |
o:lu |
: |
Oğlu. |
oparlo |
: |
Hoparlör. |
oplamak |
: |
Hoplamak. “Ataşın üsdünden öte oplallar, beri oplallardı. Oynallar güleşirlerdi.” (Mehmet Dursun Erdem, Esra Kirik, Sibel Üst, Güner Dağdelen, Türkoğlu Ağzı, Kahramanmaraş Ağızları-1) |
opruk |
: |
Yokuş. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
opunat, opunatça |
: |
1. Hastalığın iyiliğe yüz tutma hali. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. İyice. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ora |
: |
Oraya. On dördünde bedir bedir Dostun ikrârını güder Nere çeksen ora gider Boynu toklu kula benzer Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.595 |
ora:çı |
: |
Oraya kadar. |
orak |
: |
Elle ekin biçmede kullanılan kavisli alet. |
oralı olmamak |
: |
Hiç ilgilenmemek. “Heç oralı bile olmadı.” |
orallakda |
: |
O tarafta, o tarafa yakın. |
oran |
: |
1. Yıkıntı, kalıntı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Abartma, abartı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
orannama |
: |
Gerçek olmayan, yalan. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
orbuk |
: |
1. Yazın bile karı erimeyen yüksek dağlardaki mağaralar. İçine peynir, yağ tulukları konulur. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Su biriken oyuk yer, doğal kuyu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 3. Taştan oyulmuş ağzı dar, dibi geniş su oluğu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Huni biçiminde çukur yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 5. Tarlalardaki derelerde oluşan çukurlar, yeraltına doğru oyulmuş mağaralar. |
orçan |
: |
Laf taşıyıcı. |
orçannık |
: |
Laf taşıyıcılık. |
orçum |
: |
1. Sağlam adam. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Elinden iş gelmediği halde kendini usta gibi gösteren. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
orçumlamak |
: |
Hekimlenmek, hekim gibi davranmak. |
orda: |
: |
Oradaki. Deli gönül gezer gezer gelirsin Arı gibi her çiçekten alırsın Nerde güzel görsen orda kalırsın Ben senin derdini çekemem gönül Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.481 |
ordağıki |
: |
Ordaki. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
ordan |
: |
Oradan. |
oreşmiş |
: |
Alışmış, öğrenmiş. |
orey |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; oraya. |
oreye |
: |
Orayı. “Paşa da ona dedi ki: Gapıçamın oreye sâ verdim, her ne yaparsan yap. Ordan ötesi senin aldığın aldık, vurdun vurduk, heç kimse garışmaz.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
orıya |
: |
Oraya. “Belin de garı erisin Seymen orıya yörüsün Düğün gurmuş Ahmet gardaş Benim de göğnüm farısın” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
orie |
: |
Oraya, orayı. “Ağbaşında benim dezzemgil var, orie dar düşdüm.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ori:y |
: |
Orayı. |
oriye |
: |
Oraya. “Ayı picamasını getirmeye gedişin, gız inip gene gaçıyor. Anasıgıl da yayladan göçmüş gelmişler, oriye bir yere gonmuşlarımış.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
oriyeçe: |
: |
Oraya kadar. |
oroz |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; horoz. |
ortalı |
: |
Ortanca. Ortalı ōğlum suvacı. |
ortalık |
: |
Etraf, piyasa, toplumsal düzen. “Ortalık toz duman” |
ortalık çinkayaz |
: |
Gökyüzü bulutsuz, hava çok açık. “Ortalık çinkayaz.” |
ortalık kel Ali’niŋ bağına dönmüş |
: |
Bütün düzen bozulmuş, yok olmuş, her şey darmadağınık duruma gelmiş. |
ortalık nohut sapı |
: |
Bir yerin dağınık olması, bir olayın nereden gelip nereye gideceğinin bilinmemesi ya da bir kavganın çıkmasının an meselesi olması hali. “Ortalık nohut sapı.” |
orta:n |
: |
Ortağın, partnerin, eşin. “Evlerinin önü kesme Kesmeye uzatdık asma Topak kızın gelini Esme Ortân getmis varmadı mı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Keskahlı Hüsne Çınar’ın Ağıdı-2, Ağıdı Yakan: Hüsne Çınar) |
ortancıl |
: |
İkinci, ortancı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Bu da benim ortancıl oğlan. Adı sehebine çekmiş emmisi.” |
oruç tuttuğuyla bayram etmez |
: |
Geçimsiz kimseler için kullanılır. |
oruçluk |
: |
Ramazan ayı. “Fatiğ’im bosdan barnaklı Başı erbişim örnekli Oruçluk da adam m’ölür Bu gızın işi örnekli” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
oruk |
: |
Dövülmüş et, bulgur, soğanla yapılan ızgara köfte. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
o:run |
: |
Gizli. “Bir almayı yedi sene sakladım Ular diye orun orun yokladım Neçe senin gibi yiğit hakladım Ver benim almamı ben gider oldum” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Murtaza’nın Ağıtı, Derleyen: Hasan Batmaz, Kaynak Kişi: Ayşe Şahin) |
o:run o:run |
: |
Gizli gizli. |
oruş |
: |
Oruç. |
oruya |
: |
Oraya. |
osanmak |
: |
Usanmak. “Artık osandım ben gedim de bir av alim de gelim. Bir geçi dutim de yiyek” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması, C.II)
“Kızlar evlenmeyi bir şey sanmış Vardığı günden usanmış” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) |
osmannı |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Osmanlı. |
ossa:t, ossaat |
: |
Anında, derhal, hemen. “Allah ırazı olsun senden. Habarın olur olmaz ossaat dıpılı düştün guzum.” |
o:sun |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; olsun. |
osurganböcüsü |
: |
Piskoku çıkaran bir böcük. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
osurmak |
: |
Yellenmek. “Kızımızı isteyen çok, kimi osuruk, kimi b.k.” |
osuruğu cinni |
: |
Sinirli, çabuk parlayan. |
osuruğu düğümlenmek |
: |
Çok korkmak. |
osuruğunu tutamamak |
: |
İleri derecede yaşlanmak. |
osurunca oması pırti: |
: |
Çok cılız ve hastalıklı. “Osurunca oması pırti:.” |
o:sürük |
: |
Öksürük. |
osüz |
: |
Öksüz. “Vardım mezerin başına Çekmiş toprağı döşüne Sunam selam salmıyon mu? Evdeki osüz eşine” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Sevgi Gelin’in Ağıtı, Derleyen: Yalçın Özcan, Kaynak Kişi: Sırrıye Yücel) |
oş |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; hoş. |
oşaf |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; hoşaf. |
oşartmak |
: |
Abartmak, büyültmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Anamın merakla beklediğini, oradan buradan duyduğu habarları oşardıp geceleri ağladığını çok bilirim….” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
oşayıcı |
: |
Abartılı hareket eden. |
oşoş |
: |
Köpek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
oşt |
: |
Köpek kovalama ünlemi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
oşt güdük akıllı |
: |
Aklı her şeye yetmeyen, başkasınınaklıyla, sözüyle olur olmaz davranışlarda bulunan. |
oşuna |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; hoşuna. |
ot |
: |
1. Enfiye. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. En küçük bitki türü. “Otu çekerler, köküne bakarlar.” 3. Meşe külü ve yabani tütünden elde edilen Genellikle kağıt ya da pamuk arasına konarak diş ile ile dudak arasına koyarak kullanılan keyif verici madde. Kağıt ya da pamuksuz kullananlar da vardır. “Burada ot atmak yasaktır.” |
ot atmak |
: |
Tütün ve meşe külü karışımını emmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ot burç |
: |
Otu pisliği Yelde savırırız ǥaburcāğı ġeçsin otu burcu geçsin deyi. |
ot çanağı |
: |
Ezilmiş tütün ve meşe külü karışımını cepte taşımakta kullanılan küçük kap. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ot döğdürmek |
: |
Tarladaki zararlı otları yapa ya da kazma ile temizletmek,çapa yaptırmak. “Odasına iner atlı Yemek bişitdirir daldı Vezir dayım ot döğdürür Tarlası elli ırgatlı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ot döğmek |
: |
Pamuk tarlasındaki zararlı otları çapa ya da kazma ile temizlemek, çapa yapmak. “Arkasında sürün dur bir ömür, yazılarında Çukurovanın. Şelek çek…Pamuk topla... Ot vur…Biter mi?” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ot vurmak |
: |
Pamuk tarlasındaki zararlı otları çapa ya da kazma ile temizlemek, çapa yapmak. “Daha okullar tatil olmadan koza otu vurmaya giderdik.” |
ota: |
: |
O kadar. |
ota:cı |
: |
Ev ilacıyla göz hastalığını iyileştiren doktor. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
otağ |
: |
1. Yaylada kurulan çadır. Otağ durdu beyim otağ Gara gâvur yönün öte Durdu beyim öldürmüşler Sol böğründen dürte dürte Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.169. 2. Hota, kabadayı. |
otak |
: |
Oturtulacak yer, çadır, oba, ev, hane. |
otallamak |
: |
Bir işi yapıp ortaya çıkarmak. |
otamak |
: |
Yapmak, etmek. |
otantik |
: |
Hiç bozulmadan. |
otçam |
: |
Çörek otu. |
otlak |
: |
Hayvanların otlayacağı yer, mera. |
otlakçı |
: |
1. Başkalarının sırtından geçinen asalak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Sigara gibi şeylere para vermeden, arkadaşlarından yararlanarak ihtiyacını gören kimse. |
otlamak |
: |
İlaçlamak. |
otlu |
: |
1. Utangaç. Evimizin yanı dutlu Gızlarımın dili datlı Çifte gelinler yolladım Kimselere olmadım otlu Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.178. 2.(Bahçe, tarla vs. ) Bakımsızlıktan otla kaplanması. “Babıyan bahçası otlu Ben ağlarım dertli dertli Daha bir yanım umutlu Bacım gızı gelir deyi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Doğumda Ölen Sultan Temiz’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayşe Temiz (Patlakkızı)) |
otluk |
: |
1. Otlak, yeşil alan. 2. Kış için kurutulmuş ot yığını. 3. Karalâhanadan et ve pirinçle yapılan yemek. Otluğā varırdıḳ, otururduḳ. |
otobos |
: |
Otobüs. |
otobuz |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; otobüs. |
otopos |
: |
Otobüs. |
otu çek köküne bak |
: |
Soyun sopun önemini anlatmada kullanılan bir deyim. “Otu çek köküne bak. Ne menem bir şey olduğunu anlarsın.” |
otu |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; otur. |
otukma |
: |
Yeni doğan hayvan yavrularının ot yemeye başlaması zamanı. |
oturak |
: |
1. Düğün günü yalnız erkeklere yapılan yemekli eğlenti. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Popo. 3. Lazımlık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
oturaklı |
: |
Ağırbaşlı. |
oturakçı |
: |
1. Sandalye, merdiven parmaklığı vb. tahta işlerini yapan usta. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Eski eşya satan, bitpazarı tüccarı. |
oturanaça: |
: |
Oturunca, oturur oturmaz. |
oturdû |
: |
Oturduğu. “Dapıcı Münir’in oturdu ev olarak bilinen Nakiboğulları’nın evinden başka kaç tane sayabiliriz? İki mi, üç mü?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
oturim |
: |
Oturayım. |
oturuşan |
: |
Beraber, birlikte oturanlar. |
oval |
: |
Halka. |
ovcalamak |
: |
Bir şeyi avuçta sıkarak ezmek, ufalamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ovvah ovvah |
: |
At, eşek vb. hayvanları çağırma ünlemi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
oya |
: |
Elinden iş çıkmayan adam. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
oygu |
: |
Patlıcak, kabak vb. sebzelerin içini oymaya yarayan alet. |
oygunurak eşmek |
: |
Mezarın sağ tarafını sağa doğru toprağı oyarak içe doğru eşmek. |
oyluk |
: |
Uyluk, kalçadan dize kadar olan bacak kısmı. |
oylum |
: |
Küme, yığın, top. |
oylum oylum |
: |
Parça parça. “Şaştım hey Allah’ım ben de pek şaştım Devrettim Akdağ’ı Bozok’a düştüm Yozgat’ın üstünde bir ateş seçtim Yanar oylum oylum duman görünür” (Erdoğan Aslıyüce, Çukurovanın Yıldızı Ceyhan, Ekrem Matbaası, Adana 2008) |
oylum oylum yanmak |
: |
İçin için yanmak, çok yanmak. |
oymaç |
: |
Taze ceviz içi. Taze ceviz sivri bir bıçakla ikiye ayrılır ve ceviz içi oyularak çıkarılır. Çıkarılan cevize oymaç denir. |
oymag |
: |
Geniş aile. |
oymak |
|
:Hısım, akraba. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
oynadmak, oynatmak |
: |
1. Yerinden kımıldatmak. 2. (Bir kimseyi) Alaya almak, onunla dalga geçmek, kandırmak. “Ağım ağım oynadığın yeter. Beni salag yerine goyma lütfen.” |
oynamak |
: |
Sözünde durmamak. |
oynaş |
: |
1. Kadının nikahsız dostu. “Düşünü habar verirken oynaşını söyler.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. 2. Oyun arkadaşı. “Ehmed! Oğlum kime diyim! Ehmêed! Ahmed oynaşlariyeng oynaşmiye bitiy ara vermek zorunda galdı. Herslenerek: - Ne var, ne ding? - Lan sen eyice cıziy galemi yırttıng sen! Nediy seslenmi:gn? Gene oynaşlarığ gördüng diyal mı? Yörü, çabık, Nazif emmiying düvenine get de iki urub baldırcan al da gel… Ağşama baldırcan börtliycim… Hacı Aslan’ıng Delisi’ni sırıttıran şey, ortamdaki cangama diyaldı; ağşama Hatice Nenening, evde baldırcan börtliyecêni tüm mahallelining duymuş olmasıydı.” (Atilla Diş, Hacı Aslanıng Delisi, Edik Dergisi, Sayı: 50) |
oynum hoş |
: |
Oynamıyorum, oyundan çıktım, mola. |
oyuk |
: |
Kovuk, delik. |
oyuklamak |
: |
Elle dikiş dikmek. |
oyulganmak |
: |
1. Pire, bit vb. böcekler bir yere üşüşmek, bir yere girip saklanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Sinmek, yayılmak. |
oyulkamak |
: |
İnce düz dikiş dikmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
oyum |
: |
Küme, öbek. |
oyum oyum |
: |
Küme küme, öbek öbek. “Gül gibi oyum oyum Kısacık kaldı boyum Alacaksan al kalan Yeter ettiğin oyun” (Veli Aba, Seyfi Metin, Ö. Tuğrul Kara, Osmaniye Manileri, Adana 2011) |
oyum oyum oynatmak |
: |
BiriniBin bir düzen ve oyunla istediği gibi oyalamak. “İnce Memed dedikleri de diyorlardı “el kadar çocuk.” Parmağına takmış koca Asım Çavuşu, oyum oyum oynatıyor.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
oyunum port, oyunum hort |
: |
Çocuk oyunlarında “Artık oynamıyorum” anlamında söylenir. “Oyunum port.” |