KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
pa: |
: |
1. Şaşma, şaşırma, korku ifadesi. 2. Bilhassa dağlık alanlardaki belli belirsiz ören yerleri. |
pa:r |
: |
Pınar, çeşme. |
pa:zen |
: |
Basma. |
pabış |
: |
Pabuç. “Misafirin pabışlarını çiftle guzum.” |
pac |
: |
Haraç, vergi. “Deli Hacı Deli Hacı Her gelenden alır pacı İsdanbul’dan gelmiş ferman Okunuyo senin uçu” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
pa:c |
: |
1. Yara kabuğu. 2. Değirmende yapılan bir çeşit kalın bazlama. |
paca |
: |
Baca. “Tütmez babayın pacası Ezen okuyor hocası Yekinsene nazlı kızım Uyunmazkına gecesi” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Polis Duran’ın Ağıtı, Derleyen: Yalçın Özcan, Kaynak Kişi: Sırrıye Yücel) |
pa:clanmak |
: |
Suyu gören toprağın yüzünün kaymaklanması, yaranın kabuk bağlaması. |
paç |
: |
Hediye. "Değirmenden gelenden paç umulur." Atasözü. |
paça |
: |
1. Düğünün ertesi günü yapılan eğlenti. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Koyun, keçi vb. hayvanların sizden aşağı kısımlarıyla hazıralanan yemek. Kaz turaç olmasa günde yüz serçe Ya kuzu doldurması nere kaça Seherden evvel de ekşili paça Limon bulunmazsa somak isterim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.502 3. Hayvanların ayak bileklerine takılan, kıldan ya da demirden yapılmış köstek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. İki bacak arası, patanç. “Kapısının önünde paçasını ayırıp oturmuş, çekirdek çintiyor.” |
paça günü |
: |
Düğünde kesilen davarların kelleleri zifaf gecesinin ertesi günü pişen çok yerlerde paça günü denilen bu güne aladağda "şarşaf" günü ismi verilir. Bu gün obanın bütün kadınları gelin çadırına toplanır, yatak çarşafınımuayene ederken çarşafın üstüne para atarlar. Daha sonra da yemeği yiyip dağılırlar. Şarşaf günü oba hemen hemen düğün kadar kalabalık sağlar. Eğer aksi olursa kurulan evin kısmeti güdük olurmuş. |
paçağlı |
: |
Üstü başı dağınık, pejmürde. |
paçat |
: |
Bacak arası. |
paçavara |
: |
Paçavra. |
paçavarıya |
: |
Eski bez parçası. |
paçavı |
: |
Paçavra. |
padişa: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; padişah. |
padişahlık sürmek |
: |
Ülkeyi yönetmek, hükümranlık sürmek. Karac’oğlan der dünyaya gelmeden Ben usandım el işine yelmeden Gurbet elde padişâhlık sürmeden Vatanında züğürt olmak yeğ imiş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.634 |
paf |
: |
Kof, çürük, çabuk içine çöken, dıştan göründüğü gibi güçlü olmayan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
pafciğer |
: |
Akciğer. |
pafgırmak |
: |
(Çakal vb. hayvanlar gibi) Ses çıkarmak. “Gurt gibi yiyen çakal gibi pafgırır.” (Andırın Atasözü) |
paflak |
: |
1. Ablak yüz. 2. Şişman ama güçsüz kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
pafpafçı |
: |
Abartarak konuşan. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
paglavı |
: |
Baklava. |
pağ, pa: |
: |
Ev, küçük derme çatma ev, temel. |
pağaç |
: |
Poğaça, külde pişen ekmek, çörek. |
pahal |
: |
Ters, aksi, yardım edebilecek durumdayken yardım etmekte gönülsüz davranan, nekes, pinti, cimri. İş bitirmeyen kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İş.) “Kuşlar indi çığlığına Pahal mısın ne var yekin Dizim beni götürmüyor Ağır geldi bu yıl yüküm” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yay., 1994, Cilt II) |
pahal olmak |
: |
İş bitirmemek. “Taşbaşım, Memedim dedim… gel yanıma köylü Çukurun düzünden dönünceye kadar. Pahal oldu, ne geldi, ne göründü” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pahallık |
: |
Cimrilik. |
pahıl |
: |
Ters, aksi, yardım edebilecek durumdayken yardım etmekte gönülsüz davranan, nekes, pinti, cimri, kısmık. İş bitirmeyen kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç., Mr., Osm. Ada.) “Ölü öldü, su sulandı deyimi (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Şair: Hayati Vasfi Taşyürek) |
pahır |
: |
Bakır. |
pahuls |
: |
Hızlı, çabuk. |
pakıl |
: |
1. İş bitirmeyen kimse. 2. Cimri davranan kimse. “Neden böyle pakılsın Niçin gönlün yıkılsın Cömertlere dâhilsin Keremkâni sevdiğim” (Çıtak Ahmet) |
pakır |
: |
Tencere. |
pakla |
: |
Bakla, fasulye. ‘Kimi pakla falına baktırır derdine deva bulmak için, kimi suya’ (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
paklavı |
: |
Baklava. “İtiŋ aklı eksiği paklavıdan pay umar.” |
pala |
: |
1. Çocuk bezi. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm.) 2. İşe yaramayan bez parçası. 3. Bez parçalarından dokunan adi kilim, yaygı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
palamıt |
: |
1. Karşılıklı iki kişinin kullanmasıyla ağaç kesmesine yarayan alet, el hızarı. 2. Özellikle kesme ya da meşe ağacının peliti. “Palamut çok biterse kış erken olur.” (Andırın Atasözü) |
palan |
: |
Semer, eyer. At, kısrak, katır ve merkebin eyerden büyük sırtlığı. “Merkebin üstüne vurulur palan Emmoğlu Osman mı karşıdan gelen İki sehen pekmezi yeyince yalan Hatıralar gözümde canlanır yaylam” (Mustafa Kıreker, (Kösepınarı) Ericek Yaylası İsimli Şiiri, Çukurova’dan Dünya’ya Kadirli Dergisi, Haziran 2008, Sayı: 24) |
palan çekmek |
: |
Eyerlemek. |
palanga |
: |
Baraka. |
palas |
: |
1. Küçük minder. 2. Keklik yavrusu. |
palas pandıras |
: |
Karga tulumba, apar topar, acele ile. “Palas pandıras götürdüler zavallıyı.” |
palavara |
: |
Palavra. |
palavaracı |
: |
Palavracı. |
palaz |
: |
1. Çul eskisi, küçük çul, minder. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Haymanın altına atmışlar Üstüne palaz örtmüşler Gâvurumuş gâvur düşman Paltayla kıyma etmişler” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) 2. Uçma evresindeki keklik, turaç vb. kuşların yavrusu. 3. Kaz veya ördek yavrusu. 4. Çocuk, evlat. 5. Kaba örgülü çuval. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
palazı çıkmak |
: |
1. Ağzı burnu kanarcasına yere düşmek. 2. Yorgunluktan yere serilmek. “Palazı çıktı.” |
palazımak |
: |
1. Tökezlemek, bir engele çarparak yavaşlamak. 2. Canlanmak, gelişmek, büyümek. |
palazlamak |
: |
Toparlanmak, iyi duruma gelmek. |
palazlanma |
: |
Yeni yeni uçmaya başlama, yeni zengin olma alametleri. |
palazlanmak |
: |
Yere sere serpe düşmek, yıkılmak. |
paldım, paldın |
: |
1. Semer, palan. 2. Semerin arkadan gelen kayışı. 3. Semer ve eyeri bağlayan kuşak. |
palıt |
: |
Palamut, meşe peliti. |
palıza |
: |
Nişasta ile pişen bir tatlı türü. |
pali |
: |
Yavru köpek. |
palize |
: |
Nişasta ve pekmezin karıştırılmasıyla oluşan bir tür tatlı. Palize ġoláy olur. |
pallaŋpas |
: |
Kaba saba. |
palta |
: |
Balta. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Halbır’da da devem durdu On iki top gumaşım’aldı Aldı durmaz Beyazıtlı Sandığıma palta vurdu” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
paltası kütükten çıkmak |
: |
Sıkıntıdan kurtulmak. “Paltası kütükten çıktı.” |
paltayınan |
: |
Balta ile. “Söhür vaatı galdırmışlar Paltayınan öldürmüşler Sabahınan seher vahtında Bir telise doldurmuşlar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kız İçin Öldürülen Ahmet Öğretmenin Ağıdı, Kaynak Kişi: Halil Gök) |
pambıg |
: |
Pamuk. |
pambıg gimi |
: |
Çok yumuşak. “Pambıg gimi.” |
pambık |
: |
Pamuk. “Açıldı pambık gozası Zor olur felek gazası Hazırlanmış cenazesi Namazın gılmaya geldim Verin ipek mendilini Ganını silmiye geldim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
pambık ya da pamuk çekmek |
: |
Kozanın içindeki pamuğu elle çekip çıkarmak. “Ne var ki sanki, pamuk çekmek de iş mi?” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pambucak yarası |
: |
|
pambuk |
: |
Pamuk. |
pambuklanmak |
: |
Yiyeceklerin üstü küflenerek beyazlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
pamık |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; pamuk. |
pammık |
: |
Pamuk. “Pammık ârirdi.” |
pampal |
: |
1. Pamuğun kabarık şekli. 2. Gelincik çiçeği, kır lalesi, doğada yetişen bir bitki ve onun çiçeği, top, yumak. 3. Tombul, şişman. 4. Kadın adı. |
pampal pampal |
: |
(Çiçek)Gelincikler gibi, iri iri ve canlı. “Ya bir yoğurt çiçeği, ya bir pampal, ya ağınağacı çiçeği, ya bir su püreni.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pampal pampal açmak |
: |
Gelincikler gibi iri iri açmak. “Allah seni inandırsın, öteki tarlalardan daha iyi. Pampal pambal açmış.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
Pampalpay etmek |
: |
1. Paylaşmak, üleşmek, kapmak. 2. Darmadağın, paramparça etmek.. |
pampık |
: |
Pamuk. “Su suladım.”, “Sürek sürdüm.”, “Pambık toplamadan geliyom.” türünden anlamını düşünmeden, düşünülmesini isdedi:miz gimi söylemelerimiz incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
pamukluk |
: |
Pamuk hasadından sonra ödemek üzere alınan borç. |
pan |
: |
Şişmalığından dolayı hareketsiz olan çocuklara denir. |
panadora |
: |
Domates. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
panadura |
: |
Domates. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pança |
: |
Avuç, avuç dolusu, pençe. “Ambardan alırlar açlık (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943)
“Her şey hesabınan, dut pança pança.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz.
“Hösük ağzı aşağı hendeğin kıyısına uzanıp sudan pança pança içmeye başladı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pança pança |
: |
Pençe pençe, avuç avuç. |
pançalamak |
: |
Avuçlamak. |
pandıl |
: |
1. Semerin atın arkasından geçen kayışı. 2. Atların semer veya eyerini vücûduna bağlayan kuşak, semer bağı. “Amanet hayvanın pandılı yokuşta kırılır.” (Andırın Atasözü) |
pandılı düşük |
: |
Bozuk kıyafetli. “Pandılı düşük.” |
pandır palas |
: |
Apar topar deyiminin Maraşçası. “Telefon gelir gelmez pandır palas yola koyuldular.” |
paŋga, panġa |
: |
Banka. |
paŋgunut |
: |
Kağıt para. “Bılızları çekmiş dara Babasından isder para Pangunutu verdim almaz İlle isder sarı lira” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
panıs |
: |
1. Acıma duygusu olmayan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm.) 2. Müslüman olmayan kimse. 3. Bir gün lazım olur düşüncesiyle araç gereçleri elinde bulunduran ya da saklayan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
paniklemek |
: |
Yemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
pankös |
: |
Hareketsiz, zorla hareket eden, galp. |
pantaş |
: |
Şişman. |
pantezie |
: |
Fantezi, eğlenceli. |
pantiş |
: |
Şişman, tombul. |
pantol |
: |
Pantolon. “İlk pantolu ortokula gedince geydim. Daha önce hep şalvar geyerdim.” |
pantufla |
: |
1. Dolandırma. 2. Tabanı kösele, yüzü tüylü kumaştan yapılan ayak terliği. |
panus |
: |
İleriyi düşünerek ölçülü davranan. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
papara |
: |
1. Pulluğa benzer, ağaçtan yapılmış bir tarım aracı, top, belirtilen çukura düşürülerek oynanan bir çeşit oyun 2. Mısır ekmeğinin ufak ufak doğranıp üstüne salça ve bol soğandan yapılan sosundökülerek yapıldığı yemek. 3. Azar, dayak. “Ama öteki de avradından papara yemeği göze almasa bu işi de yapmazdı zaten.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
papel |
: |
Kağıt para. |
papıç |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; pabuç. |
papıçlık |
: |
Ayakkabılık. |
papucu çüdlemek |
: |
Ayakkabıyı eşlemek, sıkışık zamanda ayakkabıyı giyip çabucak gitmek. “Pabucunu çüdledi.” |
par |
: |
Gül bahçesi, bahçe. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
par par |
: |
Çok parlamak ya da yanmak için. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
par par etmek |
: |
Işıldamak, parlamak. “Fişeklikler de işlemeliydi. Ta uzaktan par par ediyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
para para |
: |
Pare pare, parça parça. |
paradak |
: |
Par diye, birdenbire parlayarak, alev alev, çok alevli bir şekilde. “Uçtu gönül kuşu havada döner İçerime bir ört düştü paradak yanar Daha kömür gözlüm eskiyi sanar Gidiyor ha gözü kanlı deliniz” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
paralanmak |
: |
Parça parça olmak. “Evvel bahar yaz ayları çatıldı Paralandı bulut göğe atıldı Akan sular kar buz oldu tutuldu Dalgalanıp göller ağlamasın mı” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 424 |
param param |
: |
Parça parça, paramparça. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
param partal |
: |
Darmadağınık, düzensiz. |
parç, parçı |
: |
Bakır su tası. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
parça peliğini çıkarmak |
: |
Param parça etmek. |
parça pinçik |
: |
Kırpılmış, küçük parçalar. |
parça pinik etmek, parça pinçik etmek |
: |
Kırıp dökmek, parçalamak. |
pardı |
: |
1. Ağaç, odun, kereste vb. şeyler için parça. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Bağ, bahçe çevresine çalılardan yapılan çit. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 3. Toprak damlı evlerde tavana konulan ağaç, kiriş. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 4. Kesilmiş ağaç kütükleri, çift yapmak için ikiye ayrılmış ağaç dalı. “Kurumuş ve yaş iri ağaçların, kesildikten sonra,nacaklarla inceltilmeleri esnasında; gövdeden, bir metre kadar uzunlukta, on-onbeş santim kadar eninde ayrılan parçalarının tümüne pardı ifadesi kullanılır. Bunlar ekseri toprak damlı evleri yaparken, sıra sıra dizilen ağaç direklerin üzerlerine döşenir. Yakma amacıyla da kullanılabilir. |
pare pare |
: |
Parça parça. Tunus Ovası'na her gelen çöker Yarın Çamurlu'ya yüz ordu konar Höyüklü yüksektir bir duman döner Başı pâre pâre karlar görünür Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.629 |
parıldamag |
: |
Parlamak. |
pariye |
: |
Parayı. |
parlag |
: |
Yakışıklı. |
parlak çekmek |
: |
Dişi güvercini elde uçar gibi tutarak uçan güvercini yere indirmeye çalışmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
parlak dona dıkılmışsın |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Parlak şekle girmişsin, bürünmüşsün. |
parlak gundura gıçında |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Parlak kundura ayağında. |
parlamak |
: |
(Kuş) Hiç beklenmedik bir zamanda ansızın, “pırrr” diye uçmak. “Bir ara önünden bir keklik zurbası parladı.Bir kuş parlasa ödleri kopacak gibiydiler, tetikte.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
parmak |
: |
Bağ çubuğunun dal olarak büyümesi için budarken bırakılan bölümü. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
parmakçak |
: |
1. Parmalık, korkuluk. 2. Ekin biçilirken ellik takılmayan işret parmağına geçirilen deriden yapılan parça. |
parpazlanmak |
: |
1. Sendeleyerek Yürümek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Acıdan kıvranmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
parpı |
: |
1. Çare. 2. Dayak, papara, zılgıt. 3. Hak edilen kötü son, ceza. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
parpıl |
: |
Kereste kabuğu. |
parpılamak |
: |
1. Soğanı biraz fazla kavurmak. 2. Birisini kaba saba hareketlere dövmek, hırpalamak. 3. Masaj yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 4. Ocak denilen halk hekimlerince hastayı ev ilaçlarıyla ve okuyup üfleyerek, kurşun dökerek, yarayı dağlayarak iyileştirmeye çalışmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 5. Çare bulmak. 6. Paylamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 7. Çok üşümüş kimseyi, sıcak ve kuru bez havluyla ısıtmaya çalışmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 8. Dövmek, döverek korkutmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
parsa |
: |
Ortada oynanan oyun veya çalınan çalgıdan sonra seyircilerden toplanan bahşiş. |
parsaklı |
: |
Pis, pasaklı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
part |
: |
Karın. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
partal |
: |
1. Abartarak konuşan, yalancı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Abartılmış söz, yalan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Öykü. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Giyinişi düzensiz ve pis. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 5. Eski, çok eski, eski bezler, paçavra. |
partallamak |
: |
Söylenmesi sakıncalı bir sözü söyleyerek birini güç durumda bırakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
partıldamak |
: |
Çırpınmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
partlamak |
: |
Bir yerden birdenbire çıkıp kaçmak, fırlayıvermek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
partmak |
: |
Büyük çıra parçası. “Partmakları ortasından ikiye böl de öyle tutuştur sobayı.” |
partutuş |
: |
(Kişi)Aniden parlamak. “Partutuş oldu.” |
partutuş olmak |
: |
Eli ayağını birbirine dolaşmak, telaş etmek, çevresinde dört dönmek, önem vermek, saygı göstermek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
pasaf |
: |
Saçma, yalan. |
pasaglı |
: |
Pis, kirli. |
pasġır |
: |
1. Soba birden bire pof diye sesçıkararak içinde birikmiş olan gazı dışarı atmak. 2. Etrafa toz vb. küçük parçacıklı şeyler dağılmak |
pasġırık, paskırık |
: |
Dağınık. |
paskallamak |
: |
Yapmak, onarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
pasnavır |
: |
Kaba saba, şişman kimse. |
pastık |
: |
Pestil. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
paşa |
: |
General. |
paşa seli |
: |
Coşkun sel, birden gelen sel. |
pat |
: |
1. Peltek konuşan, kekeme, dilsiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Yerli sedir, kerevet. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pat-çat |
: |
Çok seyrek. |
pata |
: |
Patates. |
pataç |
: |
İkibacak arası. |
patada |
: |
Birdenbire. |
patadan |
: |
Ansızın. |
pataklama |
: |
Dövme, kötek atma. |
patan |
: |
Bacak, bacak arası. |
patan - küten |
: |
Biraz, daha çok ama fazla değil. |
patan-seyrek |
: |
Oldukça seyrek. |
patanaj |
: |
Patinaj. |
patanç |
: |
İki bacakarası, apış. “Bir tek de köpek gördü. Kuyruğunu patancının arasına kıstırmış, korka korka bir duvarın dibinden yürüyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
patancını ayırmak |
: |
Ayak arasını açmak, ayırmak. |
patapat |
: |
Denk, eşit. |
patat |
: |
Kekeme, dilsiz, peltek konuşan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
patata |
: |
Patates. “Ataşın külüne patata, şeker patatası veya pancar gömülür de piştikten sonra üfüre üfüre soyulup yeniliyorsa, aşka gelen bir yaşlımız, masal veya askerlik hatırasını anlatıyorsa…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
patata sulusu |
: |
Papatesin sulu yemeği. |
patatis |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; patates. |
patatlamak |
: |
Kekelemek, öfkelenince kesik kesik, duraklayarak konuşmak. |
patavatsız |
: |
Şımarık. |
patavı |
: |
İşe yaramaz, paçavra. |
pataz |
: |
1. Avuç dolusu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Bacaklarını iki yana ayırma. 3. Avuç dolusundan fazla. 4. Avuç. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
pataz oturmak |
: |
Bacaklarını iki yana ayırarak oturmak. |
patazlamak |
: |
Avuçlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
patçat, patsat |
: |
Arasıra, bazen, şöyle böyle. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
patda |
: |
Patates. |
patetis |
: |
Patates. “Çerçilerden köyde yetişebilen patatis, suvan türünden öteberiler almamız incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
patetis elemek |
: |
Lüzumsuz konuşmak. “İşi yok a:kşama kadar car car patetis eliyor.” |
patılak |
: |
Defne yaprağı. |
patıldak |
: |
Pat sesi çıkaran çocuk oyuncağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
patır |
: |
Peltek konuşan, kekeme, dilsiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
patırdaşmak |
: |
Kekeme, güçlük çekerek konuşma. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
patıron |
: |
Patron. |
patısga |
: |
Patiska. |
patik, patig |
: |
Çocuk ayakkabısı. “Topuz Topuz dedikleri (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
patişa: |
: |
Padişaha. |
patişa:n |
: |
Padişahın. |
patişah |
: |
Padişah. “Kirmeni de gılıncımız belimizde kirmeni Daşı deler mızrâmın ucundaki temreni Hakkımızda patişah vermiş fermanı Ferman patişahın, dağlar bizimdir” (Duran Doğan-Barış Kabalcı, Andırın Halk Hikayeleri ve Masalları, Poza Ofset K.Maraş, S. 2) |
patlak |
: |
1. Beş kilogram. 2. Ateşte kavrularak patlatılmış mısır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
patlacan |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; patlıcan. |
patlangaç |
: |
1. Mısır patlağı. 2. Balıkların karnındaki balona benzer hava keseciği. “Patlangacını patlatma balığın. Sonra zehirlenirik.” |
patlangıç |
: |
Mısır patlağı. “Okulun hemen önüne satıcılar gelirdi. Parmak gibi, bir iki santim eninde ve on sekiz, yirmi santim kadar uzunluğunda düz tulumba tatlısı satılırdı. Avare leblebisi, darı patlangıcı, elma şekeri, pamuklu şeker, horozlu şeker, hatta pişmiş yumurta ile mevsimi geldiğinde tane ile portakal satılırdı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
patos |
: |
Başaktan taneyi ayıran makine, harman makinesi, batöz. |
patos don |
: |
Pamuk ve ipek ipinden eskiden yörede dokunan bezden yapılan çamaşır, kıyafet, elbise. |
patoz |
: |
Başaktan taneyi ayıran makine, harman makinesi, batöz. “Gapısında patoz bağlı Çifte moturları yağlı Mebusluğu az görüyor Siması başvekil tuğlu” (Mehmet Temiz Yüksek Lisans Tezi Andırın Ağıtları, Zilfaroğlu İsmail Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Sariye Gök) |
patrik |
: |
Rum ve Ermeni kiliselerinin büyük dini reisi. Hazır ol vaktına Nemse kralı Yer götürmez asker ile geliyor Patriklerin inmiş tahttan diyorlar Bir halife kalmış o da geliyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.616 |
pattadak |
: |
Aniden, pat diye. |
pattıkçı |
: |
Pamuk atan kimse, hallaç. |
patuk |
: |
1. Kelimenin aslı potuktur. Manda veya deve yavrusu demektir. Alpay Kabacalı yayına hazırladığı Sarı Defterdekiler isimli kitapta patik, terlik dese de o anlama gelmez bu sözcük. 2. Çocuk ayakkabısı. |
pavilemek |
: |
Tilki uluması. |
pavkırma |
: |
Yırtıcı hayvan sesi, çakalların uluması. |
pavkırmak, pavhırmag |
: |
(Çakal, tilki vb.) Uzun ve sinirlendirici bir sesle, ağlar gibi bağırmak, ulumak, kükremek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) “…çakallar gibi pavkırıyor, kurt gibi uluyor.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pavlamak |
: |
(Çakal, tilki vb.)Uzun ve sinirlendirici bir sesle, ağlar gibi bağırmak, ulumak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Tan yerinin çakalları pavlıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pavlıka |
: |
Fabrika. |
pavlike |
: |
Fabrika. |
pay |
: |
Ayak, pa. “Pâyine yüz sürer kullar Senin mehdin eder diller Yanağın üstüne güller Sokan dilber kiminsin sen” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 532 |
pay biçmek |
: |
Örnek olarak almak, karşılaştırmak. |
paya |
: |
Gurur, kurulma. “Etme Derdiçoğa bu kadar paya Benzettim gerdanın ben doğan aya Utanıp yârinden etmen mi hayâ? Açıp da benini gördükten keri” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 104 |
payalamak |
: |
Önem vermek, değerlendirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
payam |
: |
Badem. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Öldü anamın Ali’si Gözleri payam irisi Mull’emmimin Gö Ali’si Çan döver kara sürüsü” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I), S. 329) |
payın |
: |
Arktan tarlalara kaçan su. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
paykam |
: |
Havadis, bilgi, malumat, haber. |
paylı paysız |
: |
Kim üstüne alınırsa alınsın anlamına. |
paylonça |
: |
Giydiğini yakıştıramamış, boyanmış kadın. |
paysımak |
: |
Önem vermek, değer vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
paysınmak |
: |
Bir kimseyi güçsüz görüp üstüne varmak, çatmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
paytar |
: |
1. Kesilmiş ağaçların yeniden fışkıran sürgünleri. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Paytar yatar başı yok, oynaş yatar gişi yok.” 2. Bayır. 3. Baytar, veteriner. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Çok eğik ve dik yerler, yokuş. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
paytaran |
: |
1. İnce yapraklı, güzel kokulu bir bitki. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Reyhan çiçeği. 3. Gönül okşayıcı davranış ya da söz. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm.) |
Pazar |
: |
Kadirli. Osmanlı devrinde Kadirli’ye Kars Zül,Kadriye yahut ta Kars Pazar’ı denilirmiş. |
pazar edememek |
: |
Anlaşamamak. “Ben de pazar edemedim kız ile Aldı beni cilve ile naz ile Mehlem eylesin de ballı söz ile Ak elile yaram sarsın da gitsin” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 561 |
pazar eylememek |
: |
Görüşmemek, sohbet etmemek. “Sen asla kötüynen eyleme pazar Hamaylılar takın değmesin nazar Ağca ceran gibi çölde ne gezer Tülü maya gibi sallan gez gelin” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
pazarertesi |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; pazartesi. |
pazen |
: |
Bir çeşit kumaş. |
pazı |
: |
1. Pancar. 2. Meşe ağacının meyvesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pazık |
: |
Meşe ağacının meyvesi, palamut. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pazılamak |
: |
Hamuru küçük açmak, bezi yapmak. |
pazvat |
: |
Pasban, polis. |
peağ |
: |
Dam yeri, arsa. |
pece |
: |
1. Toprak damlarda küçük pencere. 2. Baca. “Gara pece beliniyor Ciğerlerim deliniyor Gadanı alıyım gardaş Gafarl’eli görünüyor” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
pecmurde |
: |
Pejmurde, dağınık. |
peçci peçcik |
: |
Parça parça. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
peçe |
: |
1. Eskiden toprak damlarda içeriye güneş ışığının girmesini sağlamak için yapılan çerçevesiz pencere. “Ağ odada çatal peçe Sabah olmaz uzun gece Salar mıyım emmioğlu Bir tek emmin gelmeyince” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I))
Başına urunmuş kadife fesi Uğrun uğrun çektiğim yârin yası Peçeye koymuştur demir kafesi Baksam öldürürler bakmasam öldüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.512 2. Piliç. 3. Bir tür başörtüsü. “Paçacılar pişiriyor paçayı Güzelleri yüze vurur peçeyi Aldım kaçtım heybeyinen keçeyi topraktan ateşlik. Yükledim arkama göçtüm de geldim” (Celil Çınkır, Andırın Sözlü Kültür Varlıkları Envanter Çalışmaları - I, “Beşbucaklı Aşık Halil”.) |
peçin |
: |
Çadır kurmaya yarayan araç. “Söğüt köprüye çadır tutar Peçini üstüne atar Ben ölüyüm anam oğlu Elin odasında yatar” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Kızkardeşi Sahriye Hanım’ın Ağıtı, Derleyen: Cabir Tercan, Kaynak Kişi: Enver Şahinkaya) |
peçka |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; evin bir köşesine yapılan |
peder |
: |
Baba. “Gelin oturak ağlıyak Biz de garalar bağlıyak Yekin uykudan pederim Sennen ilâhi söyliyek” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İmam Tahir’in Ağıdı (Babaya Ağıt), Kaynak Kişi: Hacer Temiz) |
pediç |
: |
Sayma esaslı bir çeşit oyun, peçiç. |
peh |
: |
1. Yapı yıkıntısı ve arsası. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Çok güzel, beğenme sözü. “Bir dakika biti döven ise gem (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Şair: Hayati Vasfi Taşyürek) |
pehlil |
: |
Aptal, deli, sersem, zavallı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
pehlu: |
: |
Güçlü, kuvvetli, pehlivan yapılı. “Padişâhsın halıma bak Cümlemizi yaradan Hak Pehlû olmağa mâni yok Sardıkça güzel olursun” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 567 |
pehlül |
: |
Ahmak, saf kimse. |
pek |
: |
1. Pak, temiz. 2. Çok, sert. |
pekat |
: |
Paket. “Endirrim galdırrım pekatları, bir Allah’ın gulu oracıglı olmaz.” |
peketme |
: |
Deve, at ve eşeğin üzerine yüklerinin yükletilerek sarılması, sıkıştırma. |
pekil |
: |
1. Sağlam, dayanıklı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Sert, katı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
pekiş |
: |
Çamursuz, kuru, sert yer. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
pekiştirmek |
: |
Sıkıştırarak sağlamlaştırmak, düzeltmek, onarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
pekit |
: |
Paket. |
peklenmek |
: |
Paklanmak, temizlenmek. “Ben gülünen dokunmazdım Birer birer pekleniyor Durmuş’a bir habar edin Ev motura yükleniyor” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
peklik |
: |
Kabız. “Senin yüzünün aklığı, benim ağzımın pekliğindendir.” (Halil Atılgan, Murtçu Folkloru, Karaisalı Kaymakamlığı Yayınları, 2002) |
pekmez kefi |
: |
Kula ile doru arasında bir at donu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pel bakan olmak |
: |
Boş boş bakmak, anlamaz anlamaz dinlemek, şok vaziyeti. |
pel pel bakmak |
: |
Hiçbir şey anlamadan, anlamsız bir yüzle bön bön bakmak. “Çocuk onlara bir hoş, pel pel baktı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pelesek |
: |
1. Mücevher. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. İş bilmeyen, beceriksiz. “Peleseklik ayıp de:l, öğrenmemek ayıp.” |
pelezimek |
: |
Kalbi hızlı hızlı vurmak, kalbi pırpırlamak. “Galbim o anda guş galbi: mi pelezidi.” |
peli |
: |
Parçası. “Benim saten gaderim yoķdur, ya kendir peli ya da çulpas peli. Elboğlu demiş ki, medem ki yükleri tagsim ettik her kiş yükünü açsın bahak. Her kiş yükünü açmış. Kimi gutnu gumaş, kimi halı kilim, kimi sabın, kimisi gozzâ . Elboğlu demiş ki: Ali Gadoğlu sen de yükü aş da görek. Ali Gadoğlu demiş ki: Benim gaderim yoķ, ya kendir peli ya da çulpas peli. Çualın âzını sökmüşler, bir gaç kendir çulpas peli çıgmış.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
pelik |
: |
1. Patik. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Bölük, parça. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) “Bir kurşun patlarsa öldük demektir. Her bir peliğimiz bir yerde kalır, şu gelen köylü bizi didik didik eder.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pelik pelik |
: |
Parça parça, bölük bölük. |
pelişecâk |
: |
Bölüşeceğiz. |
pelişmek |
: |
Bölüşmek, bölüşmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pelit |
: |
1. Meşe ağacı ve bu ağacın meyvesi. 2. Odun. |
pelivan |
: |
Pehlivan. “Elimi goynuma goydum Mayıl mayıl yola baktım Pehlivan burnuma koktun Anan ölsün biriciğim” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Pehlivan Cuma Bülbül’ün Ağıtı, Derleyen: Sami Sığınır, Hidayet Köse, Kaynak Kişi: Kör Nafiyece) |
pelken |
: |
Eski sergi parçası. |
pellempüs |
: |
Beyaz çiçekli, çiçeği dantel görünüşlü ağaç. |
pelpir |
: |
Perpil, yabani üzüm. |
peltek |
: |
Kekeme. |
pelvan |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; pehlivan. |
pempe |
: |
Pembe. |
penah |
: |
Sığınılan, sığınılacak yer. “Karac’oğlan Hakk’a yalvar Verdiğine penah ol dâr Şol âlemde eksiksiz yâr Kimse bulup gelmemiştir” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 614 |
penbe |
: |
Pembe. |
pençe vurmak |
: |
Yaralamak. Naçar Karac’oğlan naçar Pençe vurup göğsün açar Kara gündür gelir geçer Gamlanma gönül gamlanma Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.390 |
pençere |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; pencere. |
pençik |
: |
1. Dokuma, namazla (seccade)'ların ortasında bulunan nakış. 2. Yumuş (emir, istek) tutan kişi, kadın hizmetçi, ev işi gören. Hizmetçilik. “Yurdun iyisine gonar Çok ağlasam oba gınar Hort atmıyom kör oluyum Oniki pençiği döner” “Ömer Kaya, Hacı Abdullah Kozan, Mahalli Kelimeler Sözlüğü, UKDE Yayınları No: 30, Kahamanmaraş, Ağustos 2003.” |
pençiklik |
: |
Hizmetçilik. “Babam, diyordu, el kapılarında tutmalıkta, anam pençiklikte öldü. Ben de el kapılarında sürünüyorum.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pendir |
: |
Peynir. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Fukaranın kabir sualine hazırlığı: Pendir ekmek, aba köynek der geçerim” (Hacı Ali Özturan, Maraş Merkez Ağzı, Ukde Kitaplığı, Kahramanmaraş 2009) |
penek |
: |
1. Pencere. 2. Baca. Tırpanı peneğe astım Ana yorgunum yorgunum Eller bebeğin’ seviyor Yerniğim ana yerniğim” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
penes |
: |
Bakır ve kalay karışımı. |
penk |
: |
Uçurumla sonuçlanan düzlük yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
peno |
: |
Beş sayısı. |
penter |
: |
Testi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pepelemek |
: |
Üzerine titremek. |
per |
: |
1. Su değirmeninde abaradan gelen suyun üzerine düştüğü düzenek. Bu düzenek taşın hızla dönmesini sağlar, su değirmeninde çarkın kepçesi, kepçe, kanat. “…tam orta yerde bir tahta yıldız vardır, o yıldızın bir peri azıcık kapıdan ayrılmıştır.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Kanat. 3. Dal, ağacın kolu. “Karac’oğlan der ki hele n’ideyim Başım alıp diyar diyar gideyim Varıp bir şitile hizmet edeyim Dökülmüş yaprağın perin kalmamış” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 632 |
perçem |
: |
Alna düşen kakül, küçük kakül, saç tutamı. “Altın bilezik dakınır Yakışmaz mı bileğene Benzemez mi perçemliği Elbistan’ın döleğene” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
Dostumun yaylası kayalı taşlı Bakamam gerdana gözlerim yaşlı Bir topak perçemli bir hilal kaşlı Uyandırman kömür gözlüm yorgundur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.619 |
Perçem Beli |
: |
Anamur ile Ermenek arasında Zeyve pazarı civarındaki geçidin adı. |
perdah |
: |
1. Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Bakırın dövülerek şekillenmesine denir. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) 2. Parlatma. “Ne güzel üzengi çekmiş Emmim atını çektirir Düğünlerde güreş kurar Perdah döktürü döktürü” (Derleyen: Osman Taştan, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
perdah çekmek |
: |
Güreşçilerin güreşe tutuşmadan önce yaptıkları yiğitlik gösterisi. |
perde |
: |
1. Müzikte ses derecelerini sağlamak için çalgılarda bulunup parmaklarla basılan yer. Karac’oğlan der ki olaydı sözüm Ayağın altuna turabdır yüzüm Kırılmış perdesi çalmıyor sazım Sazlar düzen tutmaz teller perişan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.525 2. Utanma, çekinme. Utanma perdeyi kaldır aradan Kusursuz yaratmış seni Yaradan Kaşın gözün görünmüyor karadan Kaşları gözleri sürmeli gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.546 3. El tezgahları, ıstarlarda, yüklük, ranza, gibi yerleri kapatmak amacıyla dokunan kilim. 4.Ev yapımında kullanılan kütüklerden biçilen geniş ağaç. 5. Bir beton çeşidi. 6. Örten, gizleyen. İkimiz de bir göğnekte dururuz Göğnek perde başka başka yörürüz Biz de inamız oda od ururuz Ataş nedir tütün nedir kül nedir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.605 |
perdiso |
: |
Palto, pardesü. “Perdisonu gey guzum. Üşürsün bu incecik cekedinen.” |
perede |
: |
Aniden, hemen. |
pereden |
: |
Aniden. |
perekente |
: |
Perakende. |
perem perem |
: |
Parça parça, pare pare. |
pereŋ düşmek |
: |
Ayrı düşmek, uzak kalmak. |
pereŋ pereŋ |
: |
Darmadağaın, karmakarışık. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
perenli |
: |
Perili. |
perevende |
: |
1. Sıradan kimse, yoksul kimse. 2. Yeri yurdu olmayan. |
peri |
: |
Küçük çivi, ayakkabı çivisi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
perikmek |
: |
(Kapanmaya yüz tutan yara) Yeniden açılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
perilik |
: |
Mantar gibi toprağa yapışmışçasına duran, dikenli, boz renkli bir bitki. “Buralarda, bu dağların başında, perilik diye top top dikenli otlar vardır.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
perişan |
: |
Kederli, üzgün. Çıktım yücesine seyrân eyledim Dost ile gezdiğim çöller perişan Bir başıma olsam gam çekmez idim Bir ben değil cümle âlem perişan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.524 |
perk |
: |
Sıkıca. |
perkişmek |
: |
Sağlamlaşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
perpi tanesi |
: |
İçinde çekirdek olmayan çok küçük üzüm tanesi. |
perpil, perpir |
: |
Yabani küçük kara üzüm, dağ üzümü, dağlarda kendiliğinden yetişen bir tür asmanın verdiği üzüm, kuş üzümü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
perpilim |
: |
Bir üzüm çeşidi. |
perpir tenesi gibi dökülüyordu |
: |
Aşırı derecede ağlıyordu. “Yanağından yaşlar perpir tenesi gibi dökülüyordu.” |
pers |
: |
Çok kötü bir şekilde yere düşme. “Koşuyordum. Ayâm daşa dakıldı. Ö:le bir düşdüm kine persim çıktı.” |
pers olmak, perse olmak |
: |
1. Yıkama gerekli olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Yüzükoyun düşerek yüzü gözü berelenmek, ezilmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
persek |
: |
1. Havada buğu durumundayken gecenin serinliğiyle yere inen ya da bitki yaprakları üzerinde toplanan su damlacıkları, çiy. 2. Kısa. “Bir keten geymiş de önleri sarı Kokar güller gibi dökülen teri Hörü mü, melek mi yoksa bir peri Hiç görmedim böyle persek boy, dedi” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, II. Baskı, 1984) 3. Bir çeşit çalı. “Giyinmiş kuşanmış asılı zarı Misküanber olmuş dökülen teri Huri mi,gılman mı, melek mi peri Yavru persek vurmuş bu ne soy dedim” (Öksüzoğlan’dan, Kaynak: Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler, İş Kültür Yayınları, Haz.: Alpay Kabacalı, Mas Matbaacılık, İstanbul 2002) |
persi çıkmak |
: |
Çok kötü bir biçimde yere serilmek. |
perşannık çıkarmak |
: |
Kavga, rezalet çıkarmak. |
perşem |
: |
Perçem, kakül. “Yörüyelim yörüyelim Mor perşemi darıyalım Ahmet suya düşdü deyi Su Cihan’ı arıyalım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hacı Be Ahmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hacı Kayranlı) |
pertek |
: |
Asma yaprağı. |
pertelmek |
: |
Çirkinleşmek. |
pertikmek |
: |
Burkulmak, ezilmek, incinmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
pertlek |
: |
Gözü dışarı çıkmış gibi olan çirkin kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
perva:ne |
: |
Işık etrafında dolaşan kelebek türü. “Yüküm gamdır gam alırım satarım Pervâneler gibi yanar tüterim Kıyamette yakasını tutarım Vermesin hoyrata güllerimizi” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 434 |
pervası olmamak |
: |
Korkusu olmamak. |
pervaz |
: |
1. Kanat, kuş kanadı, kapı pencere çerçevesi. “Eşk ataşı içerimde yanıyor Pervaz gurmuş ücesinde dönüyor Bu gurbetlik kanadımı gırıyor Çırpınıp uçamam gol ala gözlüm” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Bedevi Böke’nin Ağıdı, Derleyen: Hikmet Böke, Kaynak Kişi: Gülseren-Nuri İlhan) 2. Elbisenin sağa sola yayılan genişçe parçaları “Salına salına gelir nazınan Seni avladayım şahbaz bazınan Al tokaylan kırmızı pervazınan Silkinir vadiye çıkar sabahtan” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 526 |
pervaz açmak, pervaz vurmak |
: |
Kanat çırparak uçmak. Hümâ kuşu gibi yüksek uçarsın Pervaz vurup Tercüman'ı geçersin Bin bir türlü dala konup göçersin Gönül sana mekân bulduramadım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.493 |
peryavşan |
: |
Mavi, ak çiçekler açan, güzel kokulu bir ot, yavşanotu. “Canıyın kıymetini de bilirsin deli,” dedi, “Bu peryavşanları da nereden buldun?” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
perzeng |
: |
Bakış açısı. |
pesenmek |
: |
Kapanmak, kabuk bağlamak. “Yakamdan innemi çekmen Pesenmis yaramı sökmen El gızıyım bana bakman Varın ağlan ölünüze” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Nişanlı Gencin Ağıdı, Kaynak Kişi: Bedriye Parmaksız) |
pest |
: |
Hafif sesle söylenen. “Karac’oğlan diyor pestten Armağan geliyor dosttan Bir kol alttan bir kol üstten Sar Muhammed’i seversen” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 533 |
pestil |
: |
Üzüm suyundan yapılan bir çeşit tatlı. |
pesvente |
: |
Satılmayan mal, bir sebze veya meyvenin satılmayan artakalan değersiz döküntüleri. |
peş |
: |
1. Ağ, şalvarın eteği. 2. Elbisenin eteği, etek bölümü. “Katarında telli maya Camalın benzettim aya Ak göğsünü sıkmış saya Çalar gider peşlerini” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 428 3. Dağın eteği. “Lale sümbül biter dağın başında Tutu kumru öter dağın peşinde Ulu sular köpük atıp coşanda Geçemem artıyor figanım dağlar” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 577 4. Arka, ard. “Gün doğanda Gündüzlü’nün başına Akdağ derler duman çöker başına Göğdeli’de Sümbüllü’nün peşine Kabaktepe derler şarın var dağlar” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 579 |
peşdambal |
: |
Peştamal. |
peşgir |
: |
Havlu, el yüz silmeye yarayan küçük havlu.. “İşgir Muharrem, Çavuş’a hal hatır sorduktan sonra ortalığa doğru seslendi: Bir helke su getirin!!... Peşgir getirin!!... Ayran getirin!!...” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
peşi sıra |
: |
Ardı sıra. |
peşkeş |
: |
Rüşvet olarak verilen hediye. “Peşkeş atın dişine bakılmaz.” (Güzel olmasa da Andırın Atasözü) |
peşkil |
: |
1. Havlu. 2. Büyük yer sofrası. |
peşkir |
: |
Havlu. |
petek |
: |
Arı kovanı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
petlek |
: |
1. İri, büyük, cam gibi. 2. Patlak gözlü. |
petrol |
: |
Akaryakıt istasyonu. |
pevraz |
: |
Pervaz. |
pey vurmak |
: |
Alış veriş sırasında malın fiyatını tespit edip sahibine kaparo vermek. |
peydelpey |
: |
Taksit, taksit. |
peyekmek |
: |
Ürkmek. |
peygamber arpası |
: |
Kılçıksız ve kabuksuz, buğdaya benzer bir çeşit arpa. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
peygamber buğdayı |
: |
Yabanıl buğdayı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
peygamber otu |
: |
Süpürge yapmaya yarayan uzun boylu ve çiçekli bir dağ otu. |
peygamber tavı: |
: |
Kadın, kız. |
peyik |
: |
1. Çavuş. 2. Emin gelinen. 3. Şalvarın iki bacak arasındaki dökümlü yeri, şalvarın ağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pezek |
: |
1. Sırta giyilen bir çeşit hırka. 2. Şalvarın bağ takılan yeri. “Çuha şalvarın pezeği Kekil Kayseri tozağı Müşelgede at oynatır Söğütlü bunun gezeği” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
pezemeg |
: |
Pezevenk. “Atatürk’ün de gafası var. Şurası addan galın çıhiü, üsde dôru inceliü. Beline de bayrag çekigler şö:le. Gôşun içinde gafası var şö:le. Ben de onu heç temizlemem. Pezemeg, nerden aglâ düşdü. Atatürk’ün suratına şö:le barnânı çaldı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
pezevar |
: |
Bir argo söz, pezevenk. |
pezik |
: |
1. Pancar, şalgam. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Pancar yaprağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
pıçak |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; bıçak. |
pıçaklana pıçaklana |
: |
Bıçaklana bıçaklana. |
pıddırmak |
: |
Elinden kaçırmak. “Çok intizar edim dudduramadım Yakamı elinden pıddıramadım Cemakana koydum saddıramadım İpe sapa gelip düzülmüyor ki” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Şair: Karaozan Eshabil Karademir) |
pıhadan gülmek |
: |
Sessizce ve küçümseyerek gülmek. “İhaleyi alamadığını duyunca pıhadan güldüm ne yalan söli:m.” |
pıhıdımsınmak |
: |
Usanmak. |
pıkh etmek |
: |
Çocuk dilinde kesmek. |
pılaha |
: |
Plaka. “Maladya pılahalı bir araba.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
pılı pırtı |
: |
Yemek kapları dışındaki ev eşyası. |
pılıçga |
: |
Vurgun. |
pılışka |
: |
Bedava veya ucuz bir malın kapışılması, yağma. |
pılıyı pırtıyı toplamak |
: |
Her şeyini alıp orayı terk etmek. |
pıllık pıllık ağlamak |
: |
Gözlerinden yaşlar dökerek ağlamak. “Pıllık pıllık ağladım da derdin nedir diye soran olmadı. Oysa istediğim Bağcı Memmed’in tuluğundan bir sehen bekmez idi.” |
pındırık |
: |
1. Bazlama veya bezme pişirme sacı. 2. Tencerelerin yan tarafları ateşte is olmasın diye sacdan daire biçiminde kesilerek ortası açılan bir araç. “Pındırığı koy ki çaydanlık kararmasın.” |
pıŋgıl |
: |
Neden. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pınnat |
: |
Ekin demeti. |
pıntmak |
: |
(Herhangi bir şey) Elden kurtulmak, kaymak, sıçramak. Bu tabir bazen de pırtmak diye de söylenir. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
pıranak |
: |
Üstünde yufka ekmeği pişirilen küçük sac. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pırasıt |
: |
Kaysı ve buna benzer meyvelerin filizlenen çekirdeklerinden toprak yüzüne çıkan fidesi veya filizi. |
pırava |
: |
Prova. |
pırava etmek |
: |
Denemek. |
pırlamak |
: |
Uçmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
pırlangıç |
: |
Yeni uçmaya başlayan keklik, kuş yavrusu, palaz. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
pırnal |
: |
1. Kesme de denilen bir tür meşe, pırnar. 2. Ekin destesi. |
pırnap |
: |
Ekin destesi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
pırnar |
: |
Kesme de denilen bir tür meşe, pırnal. “…kayaların arasında bulduğu pırnarlara, sivri kayanın tepesindeki bir kenger köküne birer ikişer sığırcık koydu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pırnat |
: |
Ekin demeti, demet, biçilmiş buğday demetinin birkaçı bir deste olur. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
pırnat oynamak/ oynatmak |
: |
Orakla ekin biçerken belli bir ritimle oynamak, oynayarak ekin biçmek. |
pırnı tutuş olmak |
: |
Heyecana kapılmak, telaşlanmak. |
pırtı |
: |
1. Elbise, her türlü giyecek. “Kumaş pırtım çekilirdi Ak konağa dökülürdü Onu da bilir misin Dudu Alem benden sakınırdı” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) 2. Basma, keten, yatak-yorgan yüzü, giysilik kumaş. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Uyuşuk, korkak kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 4. Giyim kuşam, yatak yorgan vb. için metreyle satın alınan dokumaların ortak adı. “Açın pırtısın bakayım Gözüm yaşını dökeyim Miyase’yi çok severdim Bir ken gömlegin öpeyim (Bir ken yüzünden öpeyim)” Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Miyase’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Süleyman Duman (Çoban Sülo)) |
pırtıcı |
: |
Konfeksiyoncu, manifaturacı. “Bir gün inanılmaz bir cesaretle babasından izin almadan bir pırtıcıda kumaş beğenip kestirir ve bir terziye de ölçü verip dikmesini ister. Üstelik taksitle.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
pırtık |
: |
Serseri, başıboş. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pırtıl |
: |
Eskimiş giysi, paçavra, işe yaramaz giysi ve eşya. |
pırtımpırt |
: |
Kuru bağ yapraklarının içine, parça et ve bulgur konularak pişirilip yapılan mahalli bir yemek çeşidi. |
pırtlak |
: |
1. Kilimlerde kullanılan bir tür motifin adı. 2. Şımarık. 3. Leblebi gibikavrulmuş mısır, çok yumuşak olup sıkınca kabuğundan çıkan meyve. Kilimde üstü üstüne dört tane şöyle yuvallaḵ şekilde içine de pırtlaḵ doḫuyoruz.Fıstık yok ama şindi pırtlaḵ ḳavırırlar. |
pırtlamak |
: |
Bulunduğu yerden kayıp dışarıya çıkmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pırtmak |
: |
Sıyrılıp kaçmak, kurtulmak, sıyrılmak, bağından boşanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Elden Pırtan Katır Yumurtası: (Prof. Dr. Erman Artun, Adana Karatepeli Fıkraları) |
pırttırmak |
: |
Çözmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pıs |
: |
Eğil, saklan. |
pısa pısa |
: |
Saklana saklana, saklanarak. “Pısa pısa pınarın alt başından gelmişler ve bahçaya dıkılmışlar.” |
pısacak |
: |
Saklanacak. |
pısgırık |
: |
Hapşırık, aksırık. |
pısgırmak, pıskırmak |
: |
Hapşırmak, aksırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
pısıkmak |
: |
Pısıp kalmak. |
pısır pısır |
: |
Derinin ufak ufak kabarması için. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pıskıllanmak |
: |
Süslenmek. “Pıskıllanmasa olmaz sanki.” |
pıslak |
: |
Bir çeşit peynir. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pıslanmak |
: |
Saklanmak, sinmek, pusmak, büzülmek, gizlenmek. “Beni de götürücülerimiş. Habarlanıp sabaha gadar pıslandım. Sabah da bibimgile getmek için köyden ayrıldım. Bazen candarmalardan köyde pıslanıp galanlar oluyor da.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
pıslanpatır |
: |
Saklambaç, çocukların saklanarak oynadıkları bir oyun. “Çocuklar gene pıslanpatır oynamaya çıkmışlardı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pısmak |
: |
Korkudan ya da gizlenmek için sinmek, pusmak, saklanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Osm.) “Sofanın altına pısardık” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pışıklamak |
: |
Şımartmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pışkı |
: |
Bıçkı, testere. |
pıt pıt |
: |
1. Kırık lepesi. 2. Döğmenin (gendime) kırıntılarına verilen isim. |
pıtdırmak |
: |
Boşandırmak çözmek. |
pıtık |
: |
1. Kadınların, kız çocuklarının dişilik organı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Fıtık. 3. Ardıç türü, ardıç tohumu. |
pıtırak |
: |
Dikenli tohumu insanların giysilerine, hayvanların tüylerine yapışan bir ot. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pıtıran |
: |
Geveze. |
pıtırtı |
: |
Çok hafif duyulan ses. |
pıtlak darı |
: |
Patlayan mısır. |
pıtpıt |
: |
Döğme kırıntısı. |
pıtpıtı |
: |
Küçük bulgur tanesi ile pişen yemek. |
pıttırmak |
: |
1. Bırakmak, salıvermek, elden kaçırmak. 2. Örgüyü yanlış örerek sırayı bozmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
pıynar |
: |
Pırnal. “Yaprakları dikenli, davar sürüsünün çok sevdiği, gövdesi işlenerek kazma sapı, nacak sapı yapmaya tercih edilen bir maki çalısıdır. Bu ağaç türü yeryüzünde nadir olarak bulunur ve yurdumuzda da Toros Dağlarında yetişmektedir.” |
pızıŋgır |
: |
1.Hovarda, çapkın. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Haylaz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 3. Ele avuca sığmayan, arabozucu. |
pızıŋgırlık |
: |
Hovardalık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pi pi |
: |
İnek çağırma ünleme. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
pic olmak |
: |
Ahlakı bozulmak, kötü olmak. “İrili ufaklı insan piç oldu Onlar doğdu geçinmesi güç oldu Altı arap atlı şahbaz nic’oldu Mâmur sandım, yalan dünya çürümüş” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ. İstanbul, 1984) |
picama |
: |
Pijama. |
pic |
: |
Üzüm ağacının kökünden çıkan filiz. |
piç |
: |
1. Aşılanmayan meyve ağacı ya da aşının alt kısmındaki anaç, piç sürgünler. 2. Babası belli olmayan çocuk. |
pikap |
: |
Kamyonet. |
piladan, pladan |
: |
Çınar. |
pilasdig |
: |
Plastik. |
pile |
: |
Kıvrım. |
piliş |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; piliç. |
pillik |
: |
Yeni doğmuş buzağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pilov |
: |
Pilav. |
pilo:v |
: |
Pilav. |
pin |
: |
Kümes. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pinçik |
: |
Bir şeyden koparılmış en küçük parça. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
pinçik pinçik eylemek |
: |
Küçük parçalara ayırmak. Daha çok öfke patlamalarında söylenir. |
pine |
: |
1. Ayakkabı altına konan yama. 2. Tavuk kümesi, kümes. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
pine pine |
: |
Kümes hayvanlarından bilhassa tavuk ve horozları kümese sokmak için kullanılan söz. |
pineci |
: |
Yemeni (ayakkabı) tamircisi. |
pinek |
: |
Tavukların uyuduğu yer. “Keklik öter pineğinden Gurban kesin ineğinden Anam diye bak çağırıyor Gurşun yemiş yüreğinden” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Tüfek İçin Vurulan Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Bayram Tüten) |
pinemek |
: |
Kümes hayvanları tünemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
pines |
: |
1. Avcıların kırda kuş avlamak için bekledikleri küçük kulübe. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Kümes. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 3. Küçük ev. (Mec.)(TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pinlik |
: |
Kümes. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
pinmek |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; binmek. |
pinnek |
: |
Kümes. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
pinnik |
: |
1. Tavukların altına konulan yumurta. 2. Tavuk, hindi gibi evcil hayvanlar için yapılmış kapalı barınak, kümes. “Çimenli yerlere çemlik derlerdi, (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
pinpirik |
: |
Huylu. |
pinti bağı |
: |
Çadırın yan bağları. |
pintişmek |
: |
Bir kimseyi çok rahatsız etmek, başına bele olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
pintişti |
: |
Askıntı oldu. “Pintişti.” |
pipi |
: |
Hindi yavrusu, palaz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pir |
: |
1. En kıdemli, en güzel, en yüce. Gök yüzünde meleklerin pirisin Yer yüzünde arıların balısın Yeni açmış has bahçanın gülüsün Kömür gözlüm kıymatını bilene Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.394 2. Bir tarikat veya sanatın ilk kurucusu. Sensin gönül şu dünyadan fandan Ah çekiben yüreğimi eriden Cansız duvarlara binip yörüden Hünkâr Hacı Bektaş Pîr'den gelirim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.503 3. Olgunlaşmış, yetişmiş, kendini kabul ettirmiş kişi. Pîr olmayan aşka gelmez Koç olmıyan kurban olmaz Ecel gelse derman olmaz Hak'tan rızâ gelmemiştir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.613 |
pirçek |
: |
Perçem, kakül. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pirek |
: |
Domates. |
pirelenmek |
: |
Şüphelenmek, kaygılanmak. |
pirenin g.tüne düğün kurmak |
: |
Boyundan büyük iş yapmak. |
piriç |
: |
Pirinç. “Hemi dedim, kiskibar dedim, yü:ye arıda dedim. Piriç gırı: goyi:lermiş, bilmem ney goyi:lermiş içine, yog yog ben eliminen yaparım.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
pirişiklenmek |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; huylanmak, sinirlenmek. |
pirpiri |
: |
Bir işi iyi yapan usta. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
pirpirim |
: |
Semiz otu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Çok sık olmuş. Pirpirim gibi bitmiş.” |
pirpirim aşı |
: |
Semiz otu. |
pis |
: |
Doğum, dünyaya geliş. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) Çocuk pisdi mi? |
pis pis pis pis |
: |
Kedi çağırma ünlemi. |
pisempisem |
: |
Yağmurun hafiften sis halinde, ama devamlı yağış şekli. Kar ve yağmurun az ama aralıklarla yağması. “Pisempisem yağmur yağıyordu ama arada bir de kar sepeliyordu.” |
pisenlemek |
: |
(Kar, yağmur) İnce ince, yavaş yavaş yağmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pisgirik |
: |
Hapşırık. |
pisik |
: |
Kedi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pisiklet |
: |
Bisiklet. |
pisilemek |
: |
Hafif sesle konuşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
piskevit, pisgevit |
: |
Bisküvi. |
piskevit çocu: |
: |
Nazik, narin, hanım evladı çocuk. |
piskuüt |
: |
Bisküvi. “Get olum get; piskuüt çocû gimi, ne çabık dilini gırdın la? (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
pislemeg |
: |
Kirletmek. |
piso:macı |
: |
Pisi omacı. Peynir, çökelek, soğan, maydanoz karışımı bir yiyecek. Yığınlarla yapılan yufka ekmeğinin gevrekliğinden dolayı, özel selelerine üst üste yerleştirirken veya sulamak için alırken kırılan ve küçük parçalara bölünen ve sofrada yine kırıntı olarak kalan küçük ekmek parçalarının değerlendirildiği bir yemek çeşidi. “Birden aklına herifinin sevdiği pisômacı gelir. Çocuklar da yok demez hani.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
pispisi |
: |
Cimri. |
pişdon |
: |
Şalvar. |
pişik |
: |
Kedi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
pişkil |
: |
Sucuk, et sucuğu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pişt |
: |
Kedi kovalama ünlemi. |
Piştineyin |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; pişince. |
piştov |
: |
Tabanca. |
piy |
: |
İç yağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
piyade |
: |
Yaya, küçük. |
piyaz |
: |
Beyaz. |
piynar |
: |
Yaprakları dikenli çalı meşesi; pırnal, köknar ağacı. |
piz |
: |
1. Hayvanı dürtmek için kullanılan ucunda çivi olan sırık. 2. Pamuğun kabuğu. 3. Tığ, biz. |
pizdir |
: |
Dövülen etten çıkarılan sinir parçaları. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pizlengiç |
: |
Hayvan dürtmeye yarayan ucu çivili sopa, üvendire. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pladan |
: |
Çınar. |
poça |
: |
1. İri delikli kalbur. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Hafif kadın, fahişe. |
poçalamak |
: |
Bocalamak. |
poçu |
: |
Erkeklerin bellerine, kadınların başlarına bağladıkları kenarı püsküllü örtü. “Kâmıl da bağlanır poçu Galleş de yüzüyor goçu Niyedi ya zalım Kürtler? Bu uşacıkların suçu” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
pofulamak |
: |
Canının sıkıldığını, usandıüını, yorulduğunu vb. belli eden bir ses çıkarmak. “Adam. Bir yanından öbür yanına gelene döndü pofulayarak.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pohpohlamak |
: |
Şişirmek, dolduruşa getirmek. |
pohur |
: |
Buhur deve, azgın erkek deve. “Küheylânı tavlasında çatılı Pohuru da köşeği de katılı Çadırımız Şâm elinde tutulu Ortalık çadırlık beğler görülür” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 629 |
pokis |
: |
Yumruk. “Amcaya yap bir pokis hadi olum.” |
pola |
: |
Tavuğun yumurtlayacağı yerdeki sürekli duran yumurta, fol. |
polad şeker |
: |
Nefes açan, öksürüğe iyi gelen, şeker kullanılarak elde edilen bir ürün. |
poladlı |
: |
Okumaya bağlı korunuyor kabul edilen insan. |
polasa |
: |
Kahpe. |
polasız yumurtlama |
: |
Asılsız şey söylemek, olur olmazşeylerden bahsederek konuşmak. |
polat, polad |
: |
Çelik, bolat. |
polis ringine çıkmak |
: |
Polis işkencesinde sorgulanmak. |
politiha |
: |
Politika. |
poloş |
: |
Çok şişmanlıktan yıkılacakmış gibi yürüyen kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
poŋgıraf |
: |
Gramofon. |
pontil |
: |
Pantolon. “Gısa pontil giyince dar demedin mi? Talime giderken zor demedin mi? Ezrail gelip de canın alırken Gurbette guzular var demedin mi?” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
pontol |
: |
Pantolon. |
pontul |
: |
Pantolon. |
popaz |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; papaz. |
popurmak |
: |
Püskürmek. |
porice |
: |
Proje. |
porik |
: |
Yanakların üstüne bırakılmış saç, zülüf. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
porsumak |
: |
Bozulmak, aslını kaybetmek. |
port |
: |
Bozuk. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Ben oynayamıyorum, elim port. |
portahal |
: |
Portakal. |
portak |
: |
1. Kaçma imkanı veren, yol, yolak. 2. Ağıllarda açılan yabani hayvanların girip çıktığı delik. Sansar portağına tuzak kurdum. |
portakal zeybeği oyunu |
: |
Bölgede oynanan seyirlik bir halk oyunu. Portakal Zeybeği: Silifke narenciye bölgesi olduğundan, portakal oyunlara ilham kaynağı olmuştur. Portakal toplanırken, karşılıklı türküler söylenir ve portakalın toplanması, yere düşüp yuvarlanmasın anlatılır. Aldığı isim maddesel anlamda değil mecazi anlamdadır. Türkülerimizin genel olarak sözlerinde geçen meyve adları, sevgililerin; yanaklarına, dudaklarına, gözlerine, göğüslerine benzetildiği için bu zeybekte de sevgililerin göğsü portakala benzetilmiştir. Dolayısıyla Ege'den Güney'e doğru yayılan zeybekler, Ege'deki kahramanlık öğesini Güney de ask öğesiyle yumuşatmıştır. (Aslı Ağcalar, Silifke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üni., S.B.E.,TDE., ABD, Mersin, 2009, s. 240) |
portanmak |
: |
Ayrılmak. “Redif binbaşısı biner Buyurur odama iner Portanırsam kör oluyum Beş yerde kandili yanar” (Derleyen: Osman Taştan, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
portlamak |
: |
Herhangi bir basınçla sıkıştırmak suretiyle üzerinden fırlaması. |
portlangaç |
: |
Bir olayın birden bire patlak vermesi. |
portlaşmak |
: |
Sivriliğini yitirmek. |
portma |
: |
1. Boşanma. 2. Evlerden ahırlara inmek veya dama çıkmak için konulan kapaklı delik. “Bir köşesinde üst kata veya dama çıkacak süllüm ille olurdu. Süllümün üstü ise tahta veya tenekelerden yapılmış portma ile kapatılırdı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) 3. Kaçıp kurtulma. |
portmak |
: |
Koşarak kaçmak. “Sonra, yakaladılar. Ben de ellerinden, şafağa karşı porttum, kaçtım.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pos |
: |
Hareket. |
posda |
: |
Posta, dura dura, grup grup. “Evimizin yanı dere Sular akar çağlayarak Biz Yasin’e düğün gurduk Posda posda ağlayarak” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yasin’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Bakacak) |
posdalı gıvratmak |
: |
Acele ve gayretli bir şekilde bir işe girişmek. |
post |
: |
Yabani hayvan derisnden yapılmış palto cinsi üst giyeceği. Getir oğlan ben geyeyim postumu Kimse bilmez garazımı kastımı Gurbet elde koydum geldim dostumu Geri dönsem kınar m'ola el bizi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.469 |
postal |
: |
1. Eskimiş ayakkabı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Potin, bot. Üç kulaklı (üç parçalı), diz altına kadar uzunca olup çizmeye benzer bir ayakkabı. Yetmiş bin var siyah postal geyecek Seksen bin var Allah Allah diyecek Doksan bin var tatlı cana kıyacak Yüz bini de Tatar Han'dan geliyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.616 |
postallı saka |
: |
Çeltik ekiminde sakalık yapmayan ama çeşitli nedenlerle pay alan kimseye denilir. |
postnişin |
: |
Tekke şeyhi. |
posunmak |
: |
Sinmek, gizlenmek. “Sabahtan uğradım yârin sesine Saçları dökülmüş ak sînesine Neden posunursun bağ gölgesine Yüzünün şulesi bağı yandırır” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 602 |
poşu |
: |
Yünden veya pamuktan yapılan, hanımların başlarına örttükleri örtü. “Ak göğsünde düğmelerin çitinsin Güzeller içinde ahdı bütünsün Bilmem nâmahremsin bilmem hatunsun Poşuyu yüzünden kaldır da yörü” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 644 |
pot etmek |
: |
Bozmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pota |
: |
Nişan alınacak yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
potdurmak |
: |
Arkasını yana vererek oturmak, "g.ünüpotdurmak" şeklinde de sevimsiz bir şekilde oturmayı ifadeetmek için kullanılır. |
potin |
: |
Kundura. |
potlamak |
: |
(Deve, manda) yavrulamak, doğurmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
potmak |
: |
Kaçmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
potpotu |
: |
Sumak ağacından yapılan çocuk silahı. 20-25 cm uzunluğunda 3-4 cm kalınlığında kesilen ağacın ortasındaki özsu damarı kızgın demirle çıkarılır. Bu deliğin iki yanına hava geçirmeyecek şekilde ardıç tohumu ya da ıslak kağıt konur. Öndeki hızla itildiğinde arkadaki fırlar. “Su, borudan helkeleri ve satırları bir saniyede dolduracak kadar çok ve güçlü olarak akardı. Akardı ne demek, fışkırırdı. İşte böyle güçlü ve çok akmasından dolayı Gızılcobalılar ona potpotu adını verdiler.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
pottuk |
: |
Zakkum dalının kabuğunu tümden çıkarıp yapılan oyuncaktüfek. |
potuk |
: |
1. Domuz yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Arkadan giden. 3. Ayı yavrusu. 4. Deve ya da manda yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm.) “Sabahleyin erden kalktı Kolçağı koluna taktı Kadanı alayım Eşe Potuk sürdü nergis soktu” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
potur |
: |
Arka taraftan kırmalarıçok, bacakları dar bir pantolon. “Hastaneye vardımdı Başından sıyrılmış potur Anam oğlu acık canlı Yokladım cevapsız dili” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
poyraz |
: |
Kuzeyden esen rüzgar. Has derdin de Karac’oğlan has derdin Aramızda acı poyraz estirdin Bir gül için ben garibi küstürdün Eni sonu canı cana sarmalı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.421 |
poyraz kargını |
: |
Poyrazımsı, poyrazla karışık yel. |
poyrazdan alıp yele vermek |
: |
Emek vermeden kazanılan malın veya paranın hesapsızca elden çıkarılması. “Poyrazdan alıp yele verdim.” |
poytun |
: |
Kundura. |
poz |
: |
Fiyaka. |
pöç |
: |
1. Hayvanlarda kalçanın arkasındaki et. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Kuyruk. 3. Kuyruk sokumu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
pöçük |
: |
1.Püskül. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Kuyruk sokumu. 3. Köşe, dirsek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pöhlek |
: |
Suyun kaynak kısmı, pınarın başı. |
pöhrek |
: |
1. Üzeri taşla kapatılmış su kanalı, künk boru. “Çınar sana arka verip oturan Pöhrek ile sularını getiren Yoksulların işlerini bitiren Samur kürklü koca beyler nic’oldu” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) 2. Lağım borusu. 3. Tandıra hava aldıran kanal. “Bir bodrum katı yapmak üzere üç metre eşildiğinde düzenli olarak yapılmış, kullanıldığı isinden pöhreğinden bile belli olan bir ekmek tandırı çıkmıştır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
pöhrenk |
: |
Üzeri taşla kapatılmış su kanalı, künk boru. “Çınar, sana arka verip oturan Pöhrenk ile sularını getiren Yoksulların işlerini bitiren Samur kürklü koca beyler nic’oldu?” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ., İstanbul, 1984) |
pölmek |
: |
Bölmek, parçalamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) “Kadanı alıyım karı Derdimizi pöldük yarı Sen bura lelesin bilmen Dibi yerde başı sarı” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
pölük |
: |
Parça, bölük. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
pölük pölük |
: |
Parça parça. |
pölüşek |
: |
Bölüşelim. |
pörez, pöhrez |
: |
Selin yolu bozmaması için, yolun altından geçen beton boru. |
pörsümek |
: |
Bozulmak, büzülmek, kırışmak. |
pörtlek |
: |
(Göz için) yuvasından dışarıya doğru çıkık. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç. Ada.) |
pörtlemek |
: |
(Göz) Dışarıya doğru fırlamak, kaza ile çıkmak, akmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pörtletmek |
: |
1. Ağızdan söz kaçırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Pörtlemesine yol açmak, bir şeyin içini dışına çıkartmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pöt pöt |
: |
Pat pat. |
pufurmak |
: |
Üfleyerek şişirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
puha: |
: |
Ayak bileği. |
puha:lıg |
: |
Bilek. |
puha:rı |
: |
Baca, buhurdan. |
pudu |
: |
Putu. |
pufrek |
: |
Taşla yapılmış su yolu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
puğar |
: |
Pınar. |
puğare |
: |
Baca. |
puğurcuk |
: |
Balon. “Göletin gölgede kalan kısmı sanki sabun atılmış gibi puğurcuklanmış.” |
puha |
: |
Hayvanın ayağına takılan kilit, buha, bukağı. |
puhar |
: |
1. Buharlaştırıcı sıcaklık. 2. Sis, duman. |
puhara |
: |
Baca çıkışı, baca. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
puhare, puharı, puhari |
: |
Baca. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
puhaylı |
: |
Baca. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
puhu |
: |
Baykuş. |
puhur |
: |
İki hörgüçlü, damızlık erkek deve. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
puhurmak |
: |
Şişirmek, üflemek. |
pukağı |
: |
Hayvanların ayaklarına vurulan köstek, pukağa. “Gez Beli’nden aşıncağız Görünür oğlansız mezer Ağamın atı varıdı Pukağası elde gezer” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
pul |
: |
1. En küçük para birimi, değersiz para. 2. Düğme. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
pul olmak |
: |
Değerini kaybetmek. Gece gündüz dalıyorum ben fikre Vallahi sevdiğim del'olacağım Korkarım ki nazlı yârin öcünden Adım altun iken pul olacağım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.488 |
pulis |
: |
Polis. |
pulluca |
: |
Gelinlerin başına örtülen kırmızı örtü. |
puluç oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. PULUÇ Bu oyun iki kişiyle genelde evde oynanır. Oyun için bir tane madeni para gerekir. Başlayacak ilk kişi: Çık çıkalım çayıra Yem verdim ördeğe Ördek yemini yemeden Cıyak miyak demeden Hoppala, hoppala Çıktım çıkardım. sayışmacası ile belirlenir. Oyunu oynayacak kişi bozuk parayı eline alır. Ellerini arkaya götürerek parayı diğer oyuncunun göremeyeceği bir şekilde bir avucunaalır. Her iki elini yumruk yaparak öne doğru çapraz biçimde uzatır ve diğer oyuncuya“Hangi elimde?” diye sorar. Eğer diğer oyuncu paranın olduğu eli doğru bilirse sıra onageçer. Bilemezse oynayan kişi diğer oyuncunun yanağını okşayarak “bir puluç” der. Bu birsayı demektir. Oyunu, yirmi sayıyı elde eden kişi kazanır. Yenilen kişi, kazanan kişinin istediği hayvanın sesini çıkarır. (Ömer Kırmızı, Erdemli Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Çalışması, Mersin Üni., S.B.E., TDE. ABD, Mersin, 2015, s. 181-182) |
pulus |
: |
Polis. “Mekdeplerde terler dökmüş Ne de çok zağmetler çekmiş Angara’dan habar geldi Benim oğlum pulus çıkmış” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
puŋar |
: |
Pınar, çeşme. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Adlık derler goca punar Gelin başım ağlar döner Şu gedikten aşanaça Ağşam olur, ışık söner” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
puŋara |
: |
Baca. |
puŋarbaşı |
: |
Pınarbaşı. |
pund, punt |
: |
Fırsat, yol, usul. “Bir punduna getirsem biliyom ben nêdecêmi.” |
punduna düşürmek |
|
: Fırsatını yakalamak. |
pungut |
: |
Nohut, harnıp ve buğdayın şeker karıştırılarak dibekte dövülmesiyle elde edilen yiyecek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
pur |
: |
1. Kil. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Kuru kil görünümünde verimsiz toprak 3. Çam yaprağı, yaprak. “Karşıdan gelen piyade Bizim eller yerinde mi Purları yere dökülmüş Çamlıbeller yerinde mi” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
purç |
: |
1. Burç, tepe, uç nokta. 2. Ağacın tepesindeki taze filiz. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç. Ada.) 3. Kütük. 4. Yeni açmaya hazır yaprak kökü. 5. Erkek sakızlık ağacının çiçeği. “O yıl köylü de bu sebepten aç kaldı. Ağaç purçları yedik.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
purç dutmak |
: |
Ağaçlar püskül tutmak. |
purçaçan |
: |
Ağaçlar tomurcuktayken esen ve tomurcukların açılmasını kolaylaştıran yel. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
purçalık |
: |
Havucun yapraklarına benzer bir kır bitkisi. |
purçarmak |
: |
Ağaçların yaprak açması. |
pus |
: |
Sis, görüşü çok azaltmayan hafif, nemli sis, ağrı. Öğlenecek kalkmaz başının pusu Silindi kalmadı kalbimin pası Kulağım duymuyor bir ezan sesi Minareden salâ verenler hani Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.454 |
pusanak |
: |
Gizlenecek, saklanacak yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
pusarık |
: |
Bulutlu, puslu, bulanık, berrak olmayan, yağışlı hava. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
pusarmak |
: |
1. Çiseleyerek yağmak, havanın sislenmesi. 2. (Hava)Bulutlanmak, kapanmak, puslanmak, pus çökmek. “…sıcaktan tüten ovanın ardı pusarıyor, pusun arkasındaki tepeler, höyükler, ağaçlar zar zor seçiliyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pusat |
: |
1. Takı, altın eşya. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Silah. “Gapıya çekin atın Pusatı üstüne atın Koca Erzini yok ederken Yoruldun mu Sultan Hatun” (Derleyen: Fadime Üzümcü, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) 3. Eğer takımı. “Kör olsun bu nefis eli küsedim Yoktur alam, kaçam atım, pusadım Dertli Kerem gibi yandım, susadım Çözülsün buzların sel verin dağlar (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 134 |
puse |
: |
Öpücük, buse. “Beri gel de aslan yarim beri gel Niceleyin sarılırız görsün el Zülüflerin dökem yüzüne tel tel Bin bir puse az gelsin de yetmesin” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, II. Baskı, 1984) |
pusgun |
|
Korkudan sinmiş, pusmuş. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
puskurma |
: |
Ağzında su varken öksürme. |
puslanpapıç |
: |
Saklambaç oyunu. |
puslanmak |
: |
1. Sislenmek. 2. Saklanmak, gizlenmek. |
puslanpapır, puslanpatır oyunu |
: |
Saklambaç.Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. PUSLAN (SİNEN) PAPUR /SAKLAMBAÇ: Bir ebe olur. Ebenin dışında en az iki oyuncu daha vardır. Ebe gözünü kapatır, tekerleme sayar ve biraz bekler gözünü kapatarak bu sırada diğer oyuncular saklanır. Ebe onları bulmaya çalışır. (Uğur Bilgici, Osmaniye / Bahçe Halk Kültürü Üzerine bir Araştırma Konulu Yüksek Lisans Tezi, Osmaniye Korkut Ata Üni., S.B.E., TDE., ABD, Osmaniye, 2018, s.168) |
pusmak |
: |
1. Saklanmak, korkudan sinmek, büzülmek, ses çıkarmamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Gadir’in de boyu gısa, Ben gelirim pusa pusa, Etme bunu bibimoğlu, Güçcük senin güzel Musa” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, apandisten Ölen Kadir Demir’in Ağıdı, Ağıdı Yakan: Duran Hacımehmetoğlu) 2. Dikkate almak. İslam dinini kim pusar Kakıyan yarine küser Eser seher yeli eser Dokunan dallar iniler” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 519 3. Puslu olmak, dumanlanmak. “Yüce dağlar ne kararır pusarsın Aştı derler nazlı yârim başından Oturmuş derdime derd mi katarsın Âlem sele gitti didem yaşından” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 590 |
pusturmak |
: |
Başını gizlemeye çalışmak, eğilmek. “Yok, gözü kesmezse, amâan nasıl olsa ganime örtme var, kimin attı:nı nireden bilici hêri diye düşünerek; başını pustura pustura içeri kaçardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
pusukmak |
: |
1. Suçlanmak, konuşmamak. 2. Sıkılmak, darakmak. 3.Sinmek, saklanmak. |
pusula |
: |
Teskere not. |
puşda |
: |
Ağacın meyve veren filizi. |
puşlug |
: |
Kötülük, pislik, hainlik, kalleşlik. |
puşu, poşu |
: |
Boyun atkısı, başörtüsü, peçe. |
puta |
: |
Nişan alınacak yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
putursatır |
: |
Pürtüklü, düz olmayan. |
puvar |
: |
Pınar. |
puylu |
: |
Saban demirinin iki yanında bulunan ve toprağı devirmeye yarayan, kanat gibi yassı tahta, saban kulağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
püfür püfür |
: |
Rüzgarın hoşa gidici esmesi. |
püntük |
: |
1. Parça, kesilmiş şey. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Az, azıcık. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Çok küçük parça. “Bir püntük bal.” |
pür |
: |
1. Yanıcı çam gibi iğne yapraklı ağaçların yapraklarına verilen genel ad. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Taze soğanın yeşil başı. 3. Asma, pancar yapraklarının pişirilen kısımları. 4. Dolu, ayrıntıları kaçırmayan. 5. Çam kozalağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) Şu dağların başı garlı Mezlanın ucu pürlü Baban ağlar guzucuğum Ak sakallı yüzü nurlu Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.173. 6. Sedir, göknar ağaçlarının ağaçtan yeni kesilen dalları. 7. Yaprak. 8. Şekerpancarının yaprağı. “Çamların altı pürden döşek gibi olmuştu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pür evcik |
: |
Yayladak evciklere verilen isim. |
pürçeg |
: |
1. Zülüf, kadınların saçları. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Bitkilerin kökünde ta da tepesindepüskül biçimindeki taze filizi. |
pürçek |
: |
1. Zülüf, kadınların saçları. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Hince babamoğlu hince Pürçüğün dökmüş gulunca Yıkılsın toylar milleti Nişannısın el alınca” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 2. Bitkilerin kökünde ya da tepesinde püskül biçimindeki taze filizi. |
pürçekli |
: |
Havuç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pürçü |
: |
Ağaçlardaki tomurcuk, çiçek. “Ağaçlar pürçünü açtı Kuşlar kılavuzun seçti Yolumuz gurbete düştü Garip düştüm şimden geri” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ., İstanbul, 1984) |
pürçük |
: |
1. Dokumaların tarazlanmış, saçaklanmış yerleri. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Mısır püskülü. 3. Püskül, çok küçük parça. “Kadan aldım Şerfe Hatun Ben de seni gözlüyordum Sen gelmeden efe geldi Pürçüğünü düzlüyordum” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
pürçüklenmek |
: |
Dokuma eşyalar eskiyerek, örselenerek kenarları tel tel olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
pürçüklü |
: |
Havuç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
püre |
: |
Pire. “Kedinin kokusu koltuklara iyice sinmişti. Evde başka da hayvan beslemezdi ama bu püreler nereden hasıl olmuştu.” |
püren |
: |
1. Çalılık ve sık otlu yerler. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Sarı-kırmızı çiçek açan, ufak yapraklı, arıların çok sevdiği bir çeşit ot. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) Arılar da konmaz oldu pürene Şükür olsun bu sevdayı verene Sabahtan kalkıp da dostu görene Dostun saçı çığ örgülü tel olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.622 3. Mazı ağacı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) 4. Küçük, çan biçiminde ve güzel kokulu çiçekleri olan, çalı görünüşünde bir bitki (ki kökünden ağızlık, dallarından süpürge yapılır; arıların püren çiçeklerinden özümseyerek yaptıkları bal çok değerlidir.), süpürge otu, funda. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm.) “Yumurta mıklası, pürenin balı (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
pürenbilbili |
: |
Boz renkli bir kuş. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
pürenlik |
: |
Pürenlerden oluşan çalılık. “Karşı pürenlikten ince bir yelle birlikte, görülür görülmez bir sis ağdı…” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
pürlek |
: |
Çok kurumuş ağaç dalı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pürlemek |
: |
Pancarın başından yapraklarını kesip ayırmak. |
pürlenmek |
: |
Yaprak, çiçek açmak. “Ağaç dalların pürlensin Yuman köyneği kirlensin Gelin Kötören’de gezer Arlanır oğlum arlanır” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
pürmek |
: |
1. Toprak atmak. 2. Kadın başörtüsü. Ondan soñra (Tabutun) üstünden toprağı pürürlerdi. |
pürtede |
: |
(Göz İçin) Patlak, dışarı doğru çıkık. |
pürtlek |
: |
Dışına fırlamış. |
pürtlemek |
: |
1. Vurulma, zorlama nedeniyle göz, fıtık birdenbire dışarıya doğru fırlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Birdenbire çıkmak, fırlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm.) 3. Dışına fırlamak. |
pürtletmek |
: |
Çıkarmak, dışına fırlatmak. “Bir vurursan gözünü pürtletirim.” |
pürtme |
: |
Fırtma, basınç nedeniyle ortaya çıkma. |
pürtük |
: |
Küçük parça. |
pürük |
: |
Pür ile gövde arasındaki sap kısmı veya bu saplardan yapılan boranı gibi yemek çeşidi. |
püs |
: |
1. Zamk, reçine. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Erik, badem vb. ağaçların gövdesinde bulunan sakız. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
püse |
: |
Kaynatılmış katran, Yörüklerin antibiyotik merhemi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) “Yağlı çam ağacı çıralarının hususi bir ocakta yakılması sonucunda elde edilir. Koyu siyah renkte, yapışkan ve özellikle asfalt ziftine benzerbir üründür.” |
püse güdülü |
: |
Su kabağından püse kabı. |
püsen |
: |
İnce ince yağan kar, yağmur, çisenti. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. Osm.) |
püsen püsen yağmak |
: |
(Yağmur) Yavaş yavaş ve ara vermeden yağmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm.) “Zarbını yememiş yavrı şahinin Sahibideğilsin sen bu mayanın Bak ağzına tavuskuşu sevenin Yağmur yağar püsen püsen cığala” (Öksüzoğlan’dan, Kaynak: Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler, İş Kültür Yayınları, Haz.: Alpay Kabacalı, Mas Matbaacılık, İstanbul 2002) |
püsenk |
: |
Çisenti, ince yağmur. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
püsenlemek |
: |
Kar, yağmur ince ince, yavaş yavaş yağmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
püsgül |
: |
Püskül, alna düşen saç telleri veya saç bağları, belâ.. “Gundura geyer gıçına Geder ellerin içine Şu muhdarın Şerif gızı Püsgül dolanır saçına” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Karcı İs-mail (Kahveci)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) |
püsgü:t |
: |
Bisküvi. |
püsgüllü, püsküllü |
: |
Püskül ile süslenmiş. “Püsgüllü fesi başında Sıkdırma yelek döşünde Gıyma Gadir Mevlâ’m gıyma Ergen on sekiz yaşında” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
Kızlar güzel amma nakış iş ile Boynun donatırlar tel kumaş ile Püsküllü boncuklu yüce baş ile Al yeşil gerdeğe giresi kızlar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.580 |
püskevit |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; bisküvit. |
püskül |
: |
Püskül alna düşen saç telleri veya saç bağları, belâ. |
püskül teli |
: |
Fesin püskülündeki tel. |
püskül tellemek |
: |
Saç uzatmak. |
püskürme ben |
: |
Sık ve tek tek benekler şeklindeki ben. “Güzeller içinde bellidir şanın Aslın melek midir yeşildir donun Bir karış gerdanın püskürme benin Rakam dökme ile sayamıyorum” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 511 |
püsnek |
: |
Kuytu yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
püsse: püs dedim, gö:nüme hüs dedim |
: |
Canı gönülden istediğim bir şeyden vaz geçtim. “Püssê püs dedim, gö:nüme hüs dedim.” |
püsuğ |
: |
Kedi. |
püssüg |
: |
Kedi. |
püsü |
: |
Kedi. |
püsü kuranı okumak |
: |
Yalan yanlış gerekçelerle bir şeyi açıklamak. |
püsüg |
: |
Kedi. “Kiskibar bişirdigden sôna, o yunan temiz çabıdları bir suya goyarıg, püsüg ne dâdi filan, sıçan mı işedi? Bör böcüg mü gezdi dimi?” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
püsük |
: |
Kedi. “Yük yığarım esik eradyo.sik (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
püsük gıyması |
: |
Çökelek ve köy ekmeğinin kırıntılarından yapılan yiyecek. |
püsürün |
: |
Pamuk asalağı, kevzi. |
püşürük |
: |
Toprak damlı evlerde dama döşenen cıvık çamur. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
pütlemek |
: |
1. Taşmak, dışarı fırlamak. 2. Sabrı tükenmek. |
pütür |
: |
Pürüz, kabarcık, çıkıntı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |