KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
ça: |
: |
1. Bebek, çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Çene. 3. Ev içinde genellikle yatak odalarında yerden 30-40 Cm. yükseğe yapılan ve etrafı tahta ile kapatılan yıkanma yeri. “Hele gençler ne yapsındı? Evdeki çâda çimmeye eymenir hamama da gidecek paraları yoksa, temizlenmek , yani gusül abdesti alma için netsindi? Kalıyor Cahan, ya da Sôtlü.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ça’ar |
: |
Çağır, seslen. |
ça:l |
: |
Çağıl, taş yığını, taştan yapılmış duvar. |
ça:la |
: |
Yaban bademi. |
ça:rmak |
: |
Çağırmak, seslenmek. |
ça:şak |
: |
Dağların yamaçlarındaki taşlık dereler. |
ça:şır |
: |
1. Yüksek yerlerde yetişen bir dağ otu. 2. Güvercinlerin ayağındaki yerlere sürünen süslü tüyler. |
çaba |
: |
Düğünde, düğün sahibine verilmek üzere, düğüne iştirak edenler tarafından abdalağasına verilen para, düğünparası. |
çaba/şaba başı |
: |
Düğünlerde, en çok para vereceği tahmine dilen bu amaçla ilk önce çaba/şabalanan hatırlı ve zengin kimse. |
çabab |
: |
Düğünlerde davul çalarak para toplayan kişi. |
çabak |
: |
Gözdeki çapak. “Yüzünü yıkamadığı çabaktan belli.” |
çabalama |
: |
Kesimli düğünlerde, davul ve zurnacının, düğüne gelenleri, özel bir davul zurna havası eşliğinde düğün sahibine yardım etmesini sağlamak amacıyla davette bulunması. “Düğüne gelenler çabasını hemen vermezler. Özellikle davul çalan abdala takla attırırlar, bir takım cezalar verirler, özel olarak türkü çaldırabilirler, vb. şekilde naza çekilirler. Davul çalan abdal özel sözlerle çabayı yapmaya çalışır sözlerinin sonunda hep yaşa! varol! gibi sözler sarfeder. Çok naza çekilen, abdala türlü cezalar veren misafirlerin hem abdalağasına verdiği çabası hem de abdala verdiği bahşişi fazla olur.” |
çabalanmak |
: |
Düğün evinde yapılan izzet ikramdan sonra, davul zurna eşliğinde düğünde oğlan evine yapılacak takının (bu da genellikle paradır) verilmesi. “On yıl oldu çabalanalı. Hasret kaldım memleketimdeki düğünlere.” |
çabıd |
: |
Çaput, bez parçası. |
çabıdı malamatlı / çabıdı malamatlınıŋ teki |
: |
Dokunsan bile çıngar çıkaracak kimse. |
çabıdına:dar |
: |
Çaputuna kadar. |
çabıdınan |
: |
Çaputla. |
çabıg |
: |
Çabuk, acele, hızlı. “Ali Abi bir hafta sonu köye getmiş. Bakmış orda Halil Abi’nin av köpe: var (Bobi), tüfek duvarda asılı. Avlanmak için hava da zemin de müsait. Avlanmıya heves etmiş tabi:kine. Neyise tüfe: eline almış, dakmış sırtına, it de hemen arkasına. “Neriye bürülan” diyenlere: “Ava gediyom bürülan, görmüyon mu?” demiye de ımal etmeden goyulmuşlar yola itinen. İtin burnu yerde gediyo tabi:… Neyise Halepli’ye aşşa inmişler. Ne var ne yok derken, etrafı golaçan etmişler, bişet yok. Derken oralarda dolaşırken; it, Ali abiye bakarak, itin gulakları e:ce dikilmiş, burnu yere inmiş. Ali Abi’den hareket bekliyo tabi:… Tabi: Ali abide bir hareket yok. Derken; oradan bir turaç havalanmasın mı? İt turacın arkasından, Ali Abi’nin tüfe: sıkmasını hesap ederek goşmuş. Ama Ali Abi; annattı:na göre:”Ben, ben de tüfek oldu:nu unutmussum” diyo. Turaç almış takılamış tabi:. So:ra; “İt bana baktı, ben ite” diyo. “İtin bakışından utandım” diyo. İt de; bana”Ne biçim avcı der gimi baktı” diyo. “Bunun üsdüne tüfek sırtımda gezemem.” deyip gurur meselesi yaparak ve do:ru evin yolunu dutmuş. Eve geldi:nde;” Hanı bire ulan ava gediyom” diyodun. “Ne çabıg geldin?” demelerine gıcık olmakdan gendini alamamış. Utandı:ndan olup bitenleri annadamamış bile zatı. (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
çabık |
: |
Acele çabuk. “Yol üsdünde duran gazlar Uzatmış boynunu guzlar Ben Omar’a düğün gurdum Çabık sıralanın gızlar” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
çabıt |
: |
Çaput, paçavra, eski bez parçası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Dağlarda toprak eledim Geldim beşiğe bekledim Bir tek çabıda doladım Zor günde büyütdüm sizi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Mustafa Kesme’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse Kesme) |
çabıtçul |
: |
Eskimiş giysileri ip haline getirilerek dokunan çul. |
çaçoş |
: |
Dedikoducu, yüze gülüp arkadan söz eden. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çadır |
: |
Beştaş oyununda bir bölüm, Başparmak ve işaret parmakları yere konarak kapalı v şeklinde tutulur ve buradan taşlar oyun kuralları içerisinde geçirilir. |
çadır-çatma |
: |
Küçüklü büyüklü çadırlar. |
çadırgaç |
: |
Hafif ateşte kavrulmuş, ütülmüş buğday başakları. |
çadırıŋ sıtıŋı |
: |
Çadırın sıtırı, yan örtüsü, girişi. |
çadırtma |
: |
Üç ağacın tepeden bağlanarak yapılan, peynir ve çökeleği asmaya yarayan alet. Peyniri çadırtmāğa çaḵallar. |
çağ |
: |
1.Yaşıt, akran. “Ağ gelinim, ağ gelinim Beniminen çağ gelinim İnekler gapıya geldi Kak ineğe sağ gelinim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Yükün düşmemesi için kağnının yan taraflarına konan ağaçlar. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Dönem, zaman. Aşağının has evleri Göçeceği çağlar bir gün Kara ardıç kamalağı Sızılaşır dağlar bir gün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.568 |
çağa |
: |
Bebek, çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
çağal |
: |
1. Kum, çakıl. 2. Öbek haldeki taş yığını. |
çağal uçurmak |
: |
Laf başlatmak olumlu, çam devirmek olumsuz. |
çağarrım |
: |
Çağırırım. “Erkenleri hep oynuyor Benim yüreğem gaynıyor Derin uykulara dalmış Çağarım Ali’m duymuyor” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
çağıl |
: |
1. Akarsuların getirdiği küçük taş parçaları, çakıl. 2. Tarlalardaki taş yığını. |
çağıllık |
: |
1. Bir akarsu veya selin getirip yığdığı çağıl yığını. 2. Çağıl birikimi. tarlalardan insanlar tarafından toplanıp öbek öbek yığılan çağıl yığını. |
çağıltı |
: |
Suyun sesi. |
çağırtı |
: |
Davetiye, düğün için yol, okuntu. |
çağlak |
: |
Çağlayan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
çağmel |
: |
Çengel. “Oşt! çal itiŋe, çağmeli g.tüne.”Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
çağşak |
: |
1. Aşınarak dökülmüş dağ ya da duvar yıkıntısı, moloz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) 2. Yün eğirmekte kullanılan iğ. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Çağlayan, şelale. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Kayalık dağlarda kayaların çeşitli nedenlerle parçalara ayrılması ve bu parçaların yukardan aşağıya doğru uzunca bir alanı kaplayacak şekilde konumlanması ve bu alanda hiç bir toprak ve ağacın olmaması. “Ulan otursana gül gibi, buz gibi sulu, ak çağşaklı pınarı olan köyünde.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
çağşamak |
: |
Eskimek, köhnemek. |
çağşır |
: |
1. Dereotuna benzer yemeği yapılan bir çeşit ot. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Post. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çahal |
: |
Yaramaz, huysuz, kötü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çaḫal |
: |
Çakal. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
çahıl |
: |
Çakıl. |
çaḫıp coŋmak |
: |
Dövmek, her tarafına vurmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çahırgöz |
: |
Siyahla ela arası göz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çahıştırmak |
: |
İki kişiyi karşılaştırmak, yüzleştirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çahşak |
: |
Dağlardaki taşlığın enginlere doğru inişi, çavşak. |
çakal |
: |
Titiz, huysuz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çakal soluğu |
: |
Kısa dinlenme. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çakal yağmuru |
: |
Güneş varken ince ince yağan yağmur. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çakalkaçtı |
: |
Çapa işçilerinin ikindi üzeri yarım saatlik dinlenmeleri. |
çakalöldüye vurmak |
: |
Uyumuş gibi yapmak, ölü taklidi yapmak. “Namussuz!... Çakal öldüye vurmuş meğer diye bağırdı.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
çakgimi |
: |
Düğme. |
çakıl |
: |
Eşek semeri. |
çakıldak, çakıldık |
: |
1. İncirin, domatesin olgunlaşmamış hali. 2. Değirmenin dönen, ses çıkartan parçası. 3. Koyun ya da keçilerin pislik yahut sidiklerinin kıl ya da tüylerine yapışarak kurumasından oluşan topaklıklar, yapağılık. |
çakıldaklı |
: |
Çakıldağı olan. |
çakır |
: |
Yeşil kahve karışımı bir renk. |
çakır dikeni, çakır tikeni |
: |
Yuvarlak meyvalı bir çeşit diken. Hadini de Karac’oğlan hadini Aramazlar gurbet ele gideni Ak göğsün üstünde çakır dikeni Bitmeyince gönül yârdan ayrılmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.645 |
çakır doğan |
: |
Bir çeşit doğan kuşu. Benden selâm söylen Aydın eline Top kara zülüflü mayalarına Bizim elde çakır, doğan olamaz Şahan gerek bu sarp kayalarına Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.395 |
çakır kuşu |
: |
Şahinden daha küçük bir çeşit doğan kuşu, çakır doğan. Şeşine de Karac’oğlan şeşine Kurban olam yârin ablak döşüne Gök kıratınan da çakır kuşuna Geri dur hey Benli Suna'm geri dur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.628 |
çakışmak |
: |
1. Yarışmak, uğraşmak. 2. Dövüşmek. 3. Söz yarışı yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çakıştırıcı |
: |
Dedikoducu, fitneci. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çakıt |
: |
Üzerinde kav veya fitilin bulunduğu çakmak taşma vurulan çelik aletin ismi. kipritin olmadığı dönemlerde kav, çakmak taşı ve çakıt kullanılırdı. |
çakki |
: |
Düğme. |
çakkimi |
: |
Ufak düğme. |
çakma |
: |
Deri hastalığı, yara, çıban. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çakmak |
: |
Dokumada bir motif çeşidi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çaknaşmak |
: |
Toplanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çakşak |
: |
Dağların enginlere doğru inişi. |
çakşamak |
: |
Gevşemek, birbirinden ayrılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çakşar |
: |
Gevşek, laşka, laçka olmuş, sökülmüş. |
çal |
: |
1. Taşlık yer, çıplak tepe. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Taş yığını. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Çil, ben, leke. “Kırk yıl sonra yüzündeki çaldan tanıdım Hülya”yı.” |
çal duvar |
: |
Kuru, taş duvar. |
ça:l |
: |
Çakıl, taştan yapılmış duvar. “Böyük evin âl gımı Ufak gabın çâl gımı Ne duruyon kele hatın Bebek senden dêl gimi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Çokaklı Ahmet Paşa’nın Oğlu Kemal’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse Gürbüz) |
çal kaşığı, kalmasın bulaşığı |
: |
Yemeğin hepsini bitir, artık etme. “Çal kaşığı kalmasın bulaşığı.” |
çala, cala |
: |
1. Yeşilyöre'de beyazlı, sarılı horoza verilen ad. 2. Kullanılamayacak kadar eski, kullanmaktan dolayı çok yıpranmış ve eskimiş, ikinci el, kullanılmış. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çala coplama |
: |
Bilmediği işi yapmaya kalkışana denir. |
çala çala bir havaya döner |
: |
Acele etmemek lazım işler nihayetinde rayına oturur. “Çala çala bir havaya döner elbette.” |
çalacak |
: |
Maya, çalgaç. |
çalağan |
: |
1. Maya. 2. Çaylak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Atmaca. |
çalak |
: |
1. Küçük karpuz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Deli. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çalak cülek |
: |
Ham meyve. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çalameçik |
: |
Gelişigüzel, rastgele, sallapati. “Çalameçik cızıkdırıvermiş yazılı kağıdını.” |
çalçırış |
: |
Üstünkörü. “Her işi çalçırış yapar.” |
çaldırdama |
: |
(Çalılıkları vs.) Tepeleyerek yürüme şekli. |
çaldırma |
: |
Kurumaması için sac üzerinden iyice pişmeden ve sıcak sıcak yenen yufka. “Bir köşesine eşilen tandır yakılıp burada ekmek edilirdi; bazlama, çaldırma, dârmi, gözleme, kömbe, katmer, kete burada yapılırdı, komşu hanımların yardımlarıyla.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
çaldıvar |
: |
Çit, çalıdan yapılmış avlu duvarı. |
çalduvar |
: |
Yemekten önce yenen meyve. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.)
|
çalgaç |
: |
1. Sıcak su ve unla yapılan hayvan yemi. 2. Maya. |
çalgam |
: |
Şalgam. |
çalgap, çalğap |
: |
1. Bir an, bir ara. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Belli belirsiz, belli belirsiz, hemen, hayal gibi gelip geçen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çalgavur |
: |
Hemen arayıp yakalama. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çalgeçir |
: |
1. Kapı mandalı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Kopça. |
çalgı |
: |
1. Keman. 2. Başörtüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çalgıç |
: |
Bahçe süpürgesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
çalgın |
: |
1. Çarpılmış. 2. Felçli, alil. 3. Cılız, gelişmemiş, zayıf, şaşkın kimse. 4. Donmuş veya hastalıklı meyve. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 5. Akıldan firik, deli, delimsi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çalgın salmak |
: |
Köy sandığına para yatırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çalğın |
: |
Sıcak veya soğuktan gelişemeyerek cılız kalan ekin. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çalhama |
: |
Ayran. |
çalhamaç |
: |
Hareketleri dengesiz ve de tutarsız kimse, ne yaptığını bilmeyen kimse. |
çalı çapak |
: |
Çalı çırpı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
çalı çırpı |
: |
Kuru ağaç dalları, kuru ot vb. şeyler. Ovalar ovalar engin ovalar Gözüm yaşı biri birin kovalar Gülistan içinde bülbül yuvalar Çalısı çırpısı güldür sılanın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.536 |
çalı çıtlığı |
: |
Çalıkuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çalı tapanı |
: |
Bir işi üstünkörü yapma, yalapşap. |
çalıgdırma |
: |
Hızlı hızlı bakmak. |
çalık |
: |
1. Deli, delimsi, cin çarpmış, çalınmış. “Ali gülümsüyordu. Elif hiç onu böyle görmemişti. Tam çalıklar böyle, gözlerinin anlamı silinmiş gülümserler.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Çarka vurulmuş. 3. Anası-babası belli olmayan. 4. Kötürüm inmeli, sakat. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
çalım |
: |
Kibir, gurur, fiyaka. “Yoncalı’nın cılga yolu Gide gide gavuşuyor Seni vuran cendermeler Çalımınan savışıyor” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Göğüs) |
çalımlı |
: |
Kibirli, gururlu, fiyakalı, bir kızın cilvesi. “Gül kız gözüme gözükme Ataş attın sen özüme Delikanlımı öldürttün İki çalımın yüzüne” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Murat’a Ağıt, Derleyen: Selçuk Osman Belli, Kaynak Kişi: Fadime Çoban) |
çalınmak |
: |
1.Cin çarpmak, delimsileşmek, vurulmak. “Şu Geben’in yazısına Goyun meler guzusuna Çalınmışsın babamoğlu Yaycıoğlu’nun azısına” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Karcı İs-mail (Kahveci)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) 2. Karasevdaya tutulmak. “Salih büyülüydü, dünyaya çalınmıştı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 3. Başörtüsü takınmak. “Alasın goca tekeyi Yağlamış gara kekili Benim oğlum at oynadır Çalınmış burculu kokulu” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gındıra Fakı’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Süleyman Bal (Çoban Kê)) 4. Bir ilçe veya bucak başka bir ile bağlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 5. Sürünmek, uğraşmak, sokulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 6. Anası babası belli olmayan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çalıntı |
: |
Eski süpürge. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çalıp çığırmak |
: |
1. Bir acının ardından ağlamak. 2. Eğlenmek. |
çalışgan |
: |
Çalışkan. |
Çalışmaya gıv eylemek |
: |
Çalışmaya niyetlenip harekete geçmek. |
çalıyı tepesinden sürümek |
: |
Bir işi tersinden yapmak. “Huyu kurusun, çalıyı hep tepesinden sürür.” |
çalinkâr etmek |
: |
Cin çarpmaya uğramak. |
çalişiürüm |
: |
Çalışıyorum. “İran’a çalişiürüm ben. Tırabzondan İran’a devamlı bûda götürürdüm.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
çalkağ sepeti |
: |
Pamuk kozalarınınçerçöpten ayıklanması için kullanılan sepet. |
çalkama |
: |
1. Sulandırılmış yoğurt, ayran. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Ayran, süzme yoğurtla yapılan ayran. |
çalkamaç, çalkambaç |
: |
Ayran, süzme yoğurtla yapılan ayran. |
çalkamak |
: |
(Bulaşık)Aceleyle, üstünkörü yıkamak. “Sifirli dêl nassolsa sehenler. Çalkıyaver yeter.” |
çalkanmak |
: |
Sere serpe uzanmak. |
çalkap, çalgap |
: |
Bir şeyi algılamayacak kadar kısa bir zamanda, bir anda, ansızın görme durumu. "Çalgap gördüm." |
çalkazan |
: |
Taklit yapan. |
çalkı |
: |
Çalgı. |
çallanmak |
: |
Örtünmek. |
çallıklamak |
: |
Bahane aramak. |
çalma |
: |
1. Boyuna takılan bir altın lira çeşidi. 2. Sıvama olmayıp ötesinde berisinde bir takım işleme çiçekleri olan sarıklık bir bezin, tülbendin adı. “Böyleyidi babam kızı Çalma çalar biçim biçim İnc’akıllı babam kızı Elden selef yurda göçer” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) 3. Kilim nakışı. |
çalmaç |
: |
Yeni doğum yapmış hayvan yiyeceği. |
çalmak |
: |
1. (Merhem vs. ) Sürmek. “Elif bunun nesi olur Çok ağlıyor acı acı Dokdurlara göstermeden Annesi çalar ilacı” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 2. Bir şeyin üzerine bir şeyi sürmek, bulaştırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) 3. Saplamak, batırmak. Bülbülün figanı şol gonca güle Sîneme vurdular bir azgın yara Çaldım tırnağımı getirdim ele Çekinme sevdiğim tor gibi gibi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.435 4. Mayalamak. 5. Temizlemek 6. Benzemek. 7. Hırsızlamak. 8. Sürümek, elbisenin eteğini yerde sürüyerek yürümek, süpürge ile kabaca süpürmek. “Bülbülün figânı şol gonca güle Sineme vurdular bir azgın yara Çaldım tırnağımı getirdim ele Çekinme sevdiğim tor gibi gibi” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 435) |
çalmalı |
: |
Düz ve kırık çizgilerin karışmasından meydana gelen çuval. |
çalpa |
: |
Beceriksiz, eli işe yakışmayan. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çalpalanmak |
: |
Suyun çalkalanması. |
çalpana |
: |
Yoğurt karıştırmaya yarayan araç. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çalpanmak |
: |
Sallanmak, sarsılmak, çalkanmak. “Sabahtan kalkar da Çinçin’i geçer Vurur deli gönül çağlayıp coşar Yükletmiş yükünü Göğsün’e çıkar Göğsün’de çalpanır gülü yavrunun” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 564) |
çalpara |
: |
1. Dansözlerin eline taktığı zil. 2. Beceriksiz, eli işe yakışmayan. 3. Dibi dar ağzı geniş kap. 4. Araba dingilinin ucuna geçirilen yassı halka. 5. Pis, kötü kadın. 6. Küçük tencere. Elinde çalparası varıdı, Türkü de söylerdi. |
çalsırt etmek |
: |
Bir kavgayı üstüne almak, bir sorunda, gelişmede taraf olduğu kesimin davasının gayretine düşmek |
çalta |
: |
Küçük balta. |
çaltak |
: |
1. Dikkatsiz, kıran-döken. 2. Budak, budağın irisi. “Yalnız, o da çok seyrek, akşam vakitleri, keskin bir kayanın sivrisinde boynuzlarını, büyük çangallı boynuzlarını sırtına yatırmışbir geyik, bacaklarını gerip, sonsuzluğa bakarcasına durur.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
çaltak |
: |
1. Ağaç çatalı, budaklı dal. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Budak, budağın irisi. “Yalnız, o da çok seyrek, akşam vakitleri, keskin bir kayanın sivrisinde boynuzlarını, büyük çangallı boynuzlarını sırtına yatırmışbir geyik, bacaklarını gerip, sonsuzluğa bakarcasına durur.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 3. Kir, pis. 4. Hoşa gitmeyen durunlar için de söylenir. |
çaltaklı |
: |
Düzgün olmayan, budaklı ağaç, sopa. |
çaltı |
: |
Diken çalı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çaltı dikeni |
: |
Diken, çalı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çam |
: |
Çıra. “Eliminen çama sardım Ay aşmadan ben de geldim Sanıyorum gannın dolum Hayıfımı allım gurtlar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kurtlar Tarafından Parçalanan Kızın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Höbek) |
çam bardak |
: |
Yörükler, suyun ısınmasını önlediği için çam ağacından oyma sürahi yaparlar. Buna çam bardak denir. |
çam çürü: |
: |
Sünnet edilen yere ilaç olarak eski apdalların attığı toz. |
çam dalından ağıl olmaz, el oğlundan oğul olmaz |
: |
Başkasının evladı insanın kendi evladının yerini tutmaz. “Çam dalından ağıl olmaz, el oğlundan oğul olmaz.” |
çam dikme oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir köy seyirlik oyunu. ÇAM DİKME OYUNU Gençler bir evde toplanırlar. Sayılarından bir fazla çam çırası bulurlar. Çam çıralarından birini ortaya dikerler. Ortaya dikilen çam köyden şu kızdır denilir. Etrafına da diğer çıraları dikerler. Orada bulunan gençlerin isimleri çıralara verilir ve ortadaki çıra yakılır. Yanan çıra hangi tarafa bükülürse kızın gönlü onaymış denir. Herkes güler. (Hilal Gülben Gerek, Adana İli Pozantı İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E. TDE. ABD, Adana, 2012, s. 172-173) |
çam isi gibi sinmek |
: |
Taşın gediğine konması ya da cuk diye oturmak gibi anlamlara gelir. Birbirine çok yakıştırmalarda kullanılır. “Çam isi gibi sinmişler.” |
çam yarmasîmı |
: |
İri yarı, çam yarması gibi. “Çam yarmasîmı.” |
çam yatırı |
: |
Devrilmiş çam ağacının gölgesi. |
çaman |
: |
1. Daha çok kaburgadan közde pişirilmek üzere hazırlanmış et. Közde pişirilen et. Kebap, pirzola. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Banadura ekip yazı bekleyen. (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) 2. İlik suyu, acı biber ve cevizle yapılan bir tür yiyecek, çemen. Pastırmanın üzerine sürülen çemen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Külbastı kebabı. 4. Doğranmış, kurutulmuş pastırmalık et. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çamaşır kazanı |
: |
Ağız çapı 65 cm., taban kısmı 70 cm. olan kazanlardır. |
çambış |
: |
1. Ayarsız, uğraşılması zor kişi. 2. İnatçı, yaman ve kavgacı kimse. 3. Gamsız, kedersiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çambış adam |
: |
Huysuz adam. |
çambış gatırı |
: |
Huysuz ve hırçın kadınlar için söylenir. |
çambuş |
: |
İnsana sokulmayan kötü huylu hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çamça |
: |
Ağaçtan oyularak yapılmış büyük kaşık, kepçe. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çamçak |
: |
Su tası, şapşak. Çamdan oyularak yapılmış su kabı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çamçakır |
: |
Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. Taş ateşte iyice kızdırılır. Kızmış olan taşı hızla fırlatarak atarlar ve taşı bulan birinci olur. |
çamır |
: |
Çamur. “Gurarlar çatal yuvayı Çamır sıvayı sıvayı Ehmed benim emmimoğlu Baban başımdan dolayı” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
çamırlı |
: |
Çamurlu. “Çamırlı pınara dökülen gazel Buraya toplanmış her türlü gözel Sümbüllü goyakta sallanır gezer Onun sallanışı yare benziyor” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Murtaza’nın Ağıtı, Derleyen: Hasan Batmaz, Kaynak Kişi: Ayşe Şahin) |
çamış |
: |
1. Eli maşalı, dik kafalı, küstah. 2. Huysuz hayvan, katır. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çampara |
: |
Değirmenciyi uyaran demir alet. |
çamrak |
: |
Çamrık, çamırık, batak yer, çamurlu yer. |
çamsımak |
: |
(Erkek) Kadına meyletmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çamtı |
: |
Denk, yük. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çamur döken |
: |
Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. |
çana |
: |
Çoban çırağı. |
çanak |
: |
1. Tabak. 2. Üç okkalık bir çeşit tahıl ölçeği. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
Çanakgala |
: |
Çanakkale. “Çanakgala esger yurdu İçerimi aldı derdi Eşimin öldüğünü duyuşun Sekin etdi Kışkirdu” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Çanakkale’de Şehit Olan Askerin Ağıdı, Kaynak Kişi: Güllü Gülmez) |
çandır |
: |
1. Yarım, bitmemiş. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Kırmız, melez, karışık. 3. (Koyun, keçi vb.)Cins olarak birbirine karışmış olan, karışık cinsli, melez. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) “Evlerinin önü çalı (Kaynak: Andırın Büveme Köyü’nden Cinnilerden Ahmat Kıvrak Cinne-met) |
çandır olmak |
: |
Köküç oyununda köküçlerin birbirine değip devrilmesi. “Çandır oldu.” |
çangal |
: |
1. Dal, budak, eğri ve dallı budaklı ağaç. “Yalnız, o da çok seyrek, akşam vakitleri, keskin bir kayanın sivrisinde boynuzlarını, büyük çangallı boynuzlarını sırtına yatırmış bir geyik, bacaklarını gerip, sonsuzluğa bakarcasına durur.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Güreşte rakibe ayak takma, çengel, çelme. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Maraş çangalı şalvar güreşine Maraş’ın bir hediyesidir.” 3. Kovalarla su taşımada kullanılan iki başı çengelli ağaç. “Saka Hallâ’nın omzuna taktığı çangalın iki yanına asılı kovalardaki suları döke saça evlere taşıyışı, unutulacak şeyler miydi?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) 4. Demir askı. 5. Çengel. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çangal almak/atmak |
: |
Çelme takmak, |
çangallı |
: |
Dallı budaklı. ‘Büyük çangallı boynuzlarını sırtına yatırmış bir geyik…” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
çanıltı |
: |
1. Çan sesi, boru sesi. 2. Çınlama. |
çaŋkmak |
: |
Çakmak. |
çannamak |
: |
Dedikodu yaymak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çanrı |
: |
Kağnının tekerinden çıkan hoş ses. “Aşağıdan gelen gağnı Gağnının tekeri çanrı Biz de bir yiğit yitirdik Yüzü bedir bedir benli” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
çantay |
: |
Bavul. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çantı |
: |
1. Baca. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Su kuyularında dipten bir metre kadar yukarıda sağlam ağaçlardan yapılan platform. Kuyuların iç kısmı bu platformdan sonra taşla örülür. |
çantılı |
: |
Üzeri kapalı yapı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çapak |
: |
1. Basma, elbiselik kumaş. 2. Göze inen beyaz leke. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çapalamak |
: |
Ağacın dibini kazmak. |
çapalmak |
: |
Çaplaşmak, aykırı duruma gelmek. |
çapar |
: |
1. (Kişi) Yüzdeki çiçek bozukluğu izi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Osm.) 2. Hayvanların benekli olması. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Karışık renkli tüyleri olan tavuk. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Beyazı çok kır renkli hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 5. Kirli beyaz. Bu isim Türkiye Türkçesinde, ulak, posta, tatar; atlı muhafız, postacı; (hayvan ve bitki için) benekli, alacalı; derisi, kılları ve gözleri boya maddesi olan, renksiz olan (insan veya hayvan); çiçek bozuğu yüz gibianlamlarına gelmektedir. 6. Ulak, haber taşıyan. “Gider oldum Avşar ili yoluna Bakmam gayri bu diyarın gülüne Karaları taksın çapar kuluna Yağız atlı nice kullar iniler” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
çapçak |
: |
Su tası, şapşak. |
çapgı |
: |
1. Toprak damlarda merteklerin üstüne konulan ince ağaç dalları. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Ortadan yarılarak elde edilen direk. |
çapı |
: |
Yaylalarda ‘derim evi’ denilen keçeden yapılmıs seyyar meskenlerin kapısının üzerine boncuklarla süslenerek dikilen al keçeye ‘çapı’ derler. “Dadal’ım da der ki doğruyu sever Her vakit koyağa mazı mı yağar Adamın arslanı Avşar’dan doğar Gene dutar al çapılı evleri” (Dadaloğlu, Kaynak: Erhan Çapraz, Fahri Bilge defterlerindeki Kayseri ve Yöresi konulu Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üni., Kayseri 2005) |
çapıl |
: |
Sulu batak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çapıla |
: |
Kaba deriden yapılmış, ucu sivri ve kıvrık ayakkabı, yemeni. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çapıt |
: |
Eski bez parçası. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm. İç.) “Bir yanda kendi yatıyor, bir çapıt içinde, bir kalbırın üstünde, bir yanda çocuk.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
çapıt çulu |
: |
Eski elbiselerden kesilen parça bezlerle tezgahta elle dokunan bir çeşit kilim. |
çapıtlı şeytan |
: |
Kadın. |
çapkı |
: |
1. Bir şeyi yağmalamak için yapılan akın. 2. Direk başlığı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çapmak |
: |
Çavmak, özellikle kurşun, ok vb. cisimlerin doğruca giderken hedefe ulaşacağı sırada biraz sapması. “Hedefi on ikiden vururdum ama rüzgarın şiddetini hesap edemedim. Merminin çapması ondan.” |
çapraz |
: |
1. Huysuz, anlaşılması zor, ters kişi. 2. Güreşte bir oyun. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çapraz sırık |
: |
Yörükler, büyük baş hayvan girmesin diye kapı yerine, çapraz sırık kullanılır. |
çapraz vurulmak |
: |
Düğme vb.nin çapraz dikilmesi veya ipinin çapraz bağlanması. Testisini almış pınara gelmiş Terlemiş memeler taze domurmuş Has yaldız düğmeler çapraz vurulmuş Seherde göğsünü çöz kara gözlüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.515 |
çapud, çaput |
: |
Çabut, eski bez parçası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Yalnız ve yalnız Allah’a tapınan, hiçbir zaman ne adak adayacak türbeye, ne çaput bağlayacak çalıya ve ne de göo boncuk (nazar boncuğu) gibi kökü ta: antik Yunan’a dayanan saçmalıklara ihtiyaç duymayanları gönlümce kucaklıyorum.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007)
Ben de bildim şu dünyaya geldiğim Tuzlandım da çaputlara belendim Bir zaman da beşiklerde eğlendim Anamın sütüne kandırdın beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.457 |
çaputçul, çapıtçul |
: |
çaputların kesilip, eğrilipculfada dokunan kilim; çaput kilim. |
çaput çürüğü |
: |
Hanımın sözüne uyan erkekler için bu tabir kullanılır. “Adam adam dêl çaput çürüğü.” |
çar |
: |
1. Sermaye 2. Hanımların dışarıda manto yerinekullandıkları geniş örtü. 3. Dört. “Nice merdler durur merd ülkesinde Adam heveslenir eğlenmesinde Diyar-ı gurbetin çar köşesinde Eğleşilmez kisb ü kâr olmayınca” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 382) |
çar çabut |
: |
Paçavra. |
çar ebru |
: |
Dört kaşlı, gençlerde bıyıkların yeni terleyip kaş gibi ince olduğu zaman. |
çar köşe |
: |
Dört köşe. |
çara |
: |
1. Doğum yapmak üzere olan hayvanlardan gelen sıvı. 2. Çare. 3. Yağsız ince et. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 4. Yeni doğan yavrunun ilk pisliği. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 5. Testi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çaran |
: |
Sürekli su altında kalan verimsiz toprak. |
çarbağı |
: |
Çar boylarını ayarlamak için kullanılan bel bağı, kuşak. |
çarçapıt |
: |
Herhangi bir bez. |
çardak |
: |
1. Evlerde tahta döşeme, balkon. 2. Yaylalıklarda kullanılan dört ayak üzerine tahtadan yapılan gölgelik, kamelya. Tahtadan, çok özenilmeden yapılan barınak. “Yüksek babamın çardağı Doldurun goyun bardağı Darısı gerisine olsun Belki gelemem bir daha” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993)
Evlerinin önü çardak Elif’in elinde bardak Sanki yeşil başlı ördek Yüzer Elif Elif deyi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.465 |
çare |
: |
1. İlaç. Sazımızı ele alıp çalalım Çaresiz derd lere çare bulalım Sabahta seherde yoldaş olalım Bugün de burada kal benim için Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.543 2. Çözüm yolu. Kısmet olup ben bu elden gidersem Sen de bu ellerde kal kara gözlüm Gurbet elde kem habarım duyarsan Başının çaresin bul kara gözlüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.514 |
çaresiz |
: |
Çaresi olmayan. Sazımızı ele alıp çalalım Çaresiz derd lere çare bulalım Sabahta seherde yoldaş olalım Bugün de burada kal benim için Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.543 |
çarh |
: |
Bileği taşı, bileği çarkı. Bir yâr sevdim bu âlemde birinci Koynuna saklamış ayva turuncu Yâr eline almış aşkın kılıncı Çarha vurmuş benim için zağlıdır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.598 |
çarha |
: |
Çıkrık gibi dönen yuvarlak dolap. Düşman saflarını çevirmek için yapılan askeri harekat. “Vur emrin inşallah bir gün yazarlar Etrafına çarha topun düzerler Ortadan Zeytun’un ismin kazırlar Ehli iman orda konar inşallah” (Kaynak şahıs: Celil Çınkır, Zeytun Ermeni’lerinin 1894 yılında devlete karşı yaptıkları isyanları üzerine söylenen türküden) |
çarha vurmak |
: |
Çarkta bilemek, keskinletmek. |
çarhaç |
: |
Askerlikte öncü kolu. |
çarhacı |
: |
1. Çok gezen, çok dolaşan. 2. Kapı kapıdolaşıp laf getiren. 3. Ortalığı karıştıran, fitneci. “Firuz Beyim, böyle çalmış kalemi Ünü tutmuş Beydili’nin alemi Hani ya Şit-oğlu, Hasan Çelebi Çarhacımız Cafer oldu Beydili” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I, S. 83) |
çarhı felek |
: |
Talih, kader. Karac’oğlan der cânanım Kurban olsun sana canım Çarh-ı felek benim kanım Bir gün içer demedim mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.451 |
çarhıd, çarhıt |
: |
Kullanılamaz hale gelmiş, çok eskimiş, arızalanmış. “Bu leymuni huylu çarhıd gapılı Otuz üç senedir bana dapılı Kestepor duruşlu, giynik yapılı Uzanıp arlanıp üzülmüyor ki” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Şair: Karaozan Eshabil Karademir) |
çarhıdı çıkmak |
: |
Kullanılamaz hale gelmek, çok eskimek, arızalanmak. “Çarhıdı çıkmış.” |
çarık |
: |
1. Topuğu bükülmüş ayakkabı. 2. Ham deriden yapılan ayakkabı. “Yörükdendir yaşlar doldu gözüme Koyunu saydığım aklıma düştü Ala yun çorabı çekip dizime Çarığı geydiğim aklıma düştü” (Aşık Karamehmet, Kaynak: Erdoğan Aslıyüce, Çukurovanın Yıldızı Ceyhan, Adana 2008) |
çark |
: |
İpi yumak haline getirmeye yarayan alet. “Çarkınan ipi kelep yapardı nenem daha sonra da kolan ya da örme örerdi.” |
çark etmek |
: |
Dönmek, park etmek. |
çarkacı |
: |
Ortalığı karıştıran kimse, fitneci, fesat. |
çarkı felek |
: |
Talih, gök. |
çarkıt |
: |
1. Eski, bozuk. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. İç. Osm.) 2. Yamuk, her tarafı dökülmüş, kaymış, artık çürüğe çıkarılması gereken eski, hurda araç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çarklı |
: |
1. Felekle arası iyi olan. Yiğidin bir başı firaklı gerek Sağ yanı da sol yana çarklı gerek Beriden benzerden yürekli gerek Kötü kervan bozup kumaş alamaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.645 2. Dönüşlü. |
ça:rmak |
: |
Çağırmak. “Gapısı da dört ganatlı Savışamaz gelen atlı Ben gardaşa türkü yakdım Kime ça’aram dertli dertli” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Göğüs) |
çarmık |
: |
Yetenek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çarnaçar |
: |
Çaresiz. |
çarpana |
: |
1. Kuş avlamak için kullanılan lastiklerde, içine taş konulan deri bölüm, işlenmiş ince ve kara deri, ince kösele. 2. Çok zayıf kimse. “Beyler bu kadar çalışmazlar… Böyle senin gibi çingene çarpanasına dönmezler.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 3. Eski ayakkabı. “Çarpanayı takınarak, çırılçıplak olarak çarpanayı vuruyor, dönmeye başlıyor. Bir iki saat oynuyor ve yorulup düşüp yatıyor.” (Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler Folklor Derlemeleri, İş Bankası Kültür Yay. Nisan 2002, İstanbul, Hazırlayan Alpay Kabacalı) 4. Eski deri parçası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 5. Zilli maşa. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çarpanası çalınmak |
: |
Çalışıp didinerek çok yorulmak, bir deri bir kemik kalmak. “Çarpanam çalındı ama mecburum çalışmaya. Yedi baş horanta benden ekmek bekliyor akşam oluşun.” |
çarpı |
: |
1. Beyaz badana toprağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Mezarda ölülerin üstüne konan tahta parçaları. 3. Eskiden ev yapılırken sundurma üzerine döşenen odun parçaları. “Aşık Dadaloğlu doğruyu sever Her zaman koyağa mazı mı yağar Adamın aslanı Avşar’dan doğar Yine yapar al çarpılı evleri” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
çarplaşmak |
: |
Yaş ağaçtan kesilen tahta kuruyunca, ekseni etrafında bükülmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çarpma etmek |
: |
Eritmek. Çarpma ėderleri (Sığır tezeğini) teniḵeye basalardı. |
çarpul çurpul |
: |
Kap içinde sallanan suyun sesi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ça:şamba |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Çarşamba. |
çarşambo:nü |
: |
Çarşamba günü. “Çarşambônü de ö:len gına deller, geder idi millet gafli:nen.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ça:şı |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; çarşı. |
çarşı ağası |
: |
Belediye zabıtası. “Nasırından çekmedi çarşı ağalarından çektiğini.” |
çarşı ekma: |
: |
Pide, lavaş, somun. “Çarşı ekmânın arasına bulduğumuz zaman havla koyardık bulamayınca yeşil soğan koyardık.” |
çarşı iti |
: |
Sokak köpeği, işe yaramayan insan. |
çarya |
: |
Çare. |
ça:si |
: |
Çenesi. “Golları minbar dolması Ham ham yiyesim geldi Çâsi gadı lokması Ağzıma atasım geldi” (Av. M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufçuk Bas. Yay. Ve Tanıtım Hiz. Ankara 2001) |
çaşak, ça:şak |
: |
Mıcırların dağın yamaçlarında oluşturduğu yığın. |
ça:şaklamak / çağşaklamak |
: |
İs tutmuş kap kacak türü şeyleri ince kumla ovalamak ve isini çıkarmak. |
çaşarat |
: |
1. Kavgacı, her lafa cevap veren. 2. Beceriksiz, şaşkın kadın. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çaşır |
: |
1. Hayvanlara kışlık yem olarak kurutulan ve bazılarının kurumuş kökünden mantar da çıkan bitki. 2. Verev. |
çaşıt |
: |
Casus, ara bozan. |
çaşıtlamak |
: |
Casusluk yapmak, ara bozmak. |
çaşkır |
: |
Geniş pantolon, şalvar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çat |
: |
1. Orta yeri, iki şeyin birleştiği yer. “Arap, taşı tam alnının çatından yedi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Köşebaşı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. İki dere veya yolun birleştiği yer. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Vadi. 5. Orta, bir şeyin tam ortası. 6. Ayrım yeri. 7. Dik yamaç. |
çatak |
: |
1. Yolların çakışması. 2. Küçük su akıntısı. “Çatağın orada bekliyorum seni.” |
çatal |
: |
1. Çifte, iki tane, ikiz. “Şu bacısı şu gelini (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) 2. İki dalın birleştiği yer. “Çatal kazık yere çakılmaz.” (Andırın Atasözü) 3. Evin uzun ağaçları. 4. Kuş lastiğinin bağlandığı Y şeklinde kabuğu soyulmuş ağaç dalı. “Bir yere gettiklerinde; gördükleri ağaç için, “şundan ne tapan olur ha” veya “şundan ne sündürüm olur ha.” Ya da “şundan zorlu lasdik çatalı olur” gibi sözler söylememiz incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
çatal ciynak |
: |
Dokuma motifi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çatal gapı |
: |
Cümle kapısı, çift kanatlı ana giriş kapısı. |
çatal ġazma |
: |
Ortası boş, kenarlarda iki kolu olan kazma (soğan, sarımsak vb. köklü bitkilerintopraktan çıkarılmasında kullanılır.) |
çatal iğne |
: |
Çengelli iğne. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çatal kurban |
: |
Çifte kurban, iki kurban. |
çatalavrat |
: |
Kuyruğunda çatal iğne bulunan bir böcek türü, kırkayak. |
çatanak |
: |
1. Daldaki meyve kümesi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. İki çatal, bademlerin birleşik olma hali, ikiz. |
çatayaz |
: |
Çok soğuk. |
çatçatı |
: |
Şiddetli, kuvvetli. “Gençler kışların o çatçatılı soğuğunda bile genel şartlar pek değişmediği için, karın, buzun arasında soyunup, tüm vücudunun zangır zangır edeceğini bildiği halde suya girmekten çekinmezlerdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
çatdaş olmak |
: |
Sataşmak, musallat olmak. Milletle iyi geçin kimseyle çatdaş olma! |
çatgı |
: |
At ve eşek üzerine konularak su taşımada kullanılan alet. |
çatı |
: |
1. Birbirine tutturulan kereste. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Bacak arası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çatı ayrılmak |
: |
Bacakları ayrılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çatılı |
: |
Kurulu, bağlı. |
çatılmak |
: |
1. Meydana çıkmak. 2. Bağlanmak. Küleylânı tavlasında çatılı Pohuru da köşeği de katili Çadırımız Şâm elinde tutulu Ortalık çadırlık beğler görünür Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.629 3. Gelmek, dayanmak. “Evvel bahar yaz ayları çatıldı Paralandı bulut göğe atıldı Akar sular kar buz oldu tutuldu Dalgalanıp göller ağlamasın mı” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 424) |
çatırı |
: |
İkisine birden. “Çatırı tamam.” |
çatırık |
: |
Tuluk, ağaçtan üçayak. |
çatıriye |
: |
Bilye oyununda, tek atışta iki bilyeye dokunmayı hedefleyen “ikilembeç çatıriye” sözünde geçer. “İkilembeç çatıriye.” |
çatırkaç |
: |
Firik buğday başaklarının saplarıyla beraber yakılmasından yapılan kavurga, ütme. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çatırya |
: |
Hangisine rast gelirse. “Çatırya.” |
çatışma |
: |
Dişi ve erkek köpeğin çiftleşmesi. |
çatkafa |
: |
Çarpık, çatlak kafa. |
çatkı çatmak |
: |
Yayığın bağlanmasına yarayan üç ayaklı sırığı birbirine bağlayarak kurmak. “Komşular toplanıp ıstar ıyardı İplerini çifter çifter sayardı Anam çatkı çatar yayık yayardı Ayrana doyduğum aklıma düştü” (Aşık Karamehmet, Kaynak: Erdoğan Aslıyüce, Çukurovanın Yıldızı Ceyhan, Ekrem Matbaası, Adana 2008, S. 461) |
çatlak süpürge |
: |
Cilbirti çalısından yapılan evlerin önünü ve ahırı süpürmeye yarayan süpürge. “Her ahırın önünde çatlak süpürge olmazsa olmazlardandı.” |
çatlan |
: |
Çatlarsın, çatlayıp. Aşk elinden bu derdlere komasan El elinden şeker şerbet yemesen Bana dok'nur sözü bulup demesen Aceb kömür gözlüm çatlan ölün mü Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.423 |
çatlatma |
: |
Küçük çocuğu çişe tutma. |
çatma |
: |
1. Sataşma. 2. Tahtaların üzerine naylon veya keçe örtülerek yapılan Yörük evi. 3. Yayığın bağlanmasına yarayan 3 ayaklı sırık. İnsan boyu kadar ince 4-5 ağacı bir araya getirip bunları yayık çatması gibi kurarak üstüne dal ya da çul vs atarak gölgelik oluşturma. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Bugün ulu bayram günü Çatmada gısır yüzülür Davul öter, köçek oynar Kızlar halaya düzülür” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I), S. 391) |
çatma daşı |
: |
1. Mezarda ölünün çeşitli hayvanlar tarafından, sırtlan, ayı gibi hayvanlar tarafındançıkarılmasını engellemek için döşenen taş. 2. Yayık yayılırken yannığın altına konan yassı ve düz taş. |
çatmak |
: |
1. Boyamak, sürme sürmek. 2. Sataşmak. 3. Karşı karşıya getirmek. 4. Eşyaları sırt sırta vermek. 5. Birbirine bağlamak, birbirine yaslamak. “Deveyi deveye çatdım Yuları üsdüne atdım Gaynanamdan hicâb ettim Bebek düşdü diyemedim” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 6. (Tencere) Sacayağının üstüne koymak. “Gara gazanı çatdılar Bebekleri gaynatdılar Gün görmemiş gelinneri Süngüyünen oynatdılar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Saimbeylilerin Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayşe Temiz) |
çatmık |
: |
Çıra, ocak tutuşturucu. |
çatuk |
: |
1. Orta yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. İki dere veya iki yolun birleştiği yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 3. Köşebaşı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çav |
: |
1. Parlak, aydınlık güneş. 2. Büyükbaş hayvanların erkeklerinin cinsiyet organı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çavaş |
: |
Güneş giren yer, aydınlık. |
çavçak |
: |
Dağların enginlere doğru inişi. |
çavdar g.tlü |
: |
İnce kalçalı. |
çavdır |
: |
Karışık, melez. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
çavdırmak |
: |
1. Tarlayı baştan savma sulamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Hafifçe serpmek, sulamak. 3. Işık tutmak, ayna tutmak. |
çavgınlamak |
: |
Gözetim altında bulundurmak, gözetlemek, aceleyle göz atmak. |
çavıgdırmak |
: |
Üstünkörü aramak. |
çavır |
: |
Duyum, haber. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) “Ne biliyim… Kulağıma şöyle bir çavır geldi de. Döğöşmüş, möğöşmüş diye…” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
çavış |
: |
Çavuş. “Gargılık’tan beri aşdı Arkadan çavış ulaşdı Ne ediyon Sarı Mulla’m Kefene al gan bulaşdı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
çavkınlamak |
: |
Yön değiştirmek, dönmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çavkırık |
: |
Olur olmaz her şeye bağırıp sinirenen. |
çavlatmak |
: |
Bir şeyi soymak. Hastanede ağlattılar Gözlerini bağlattılar Guzum bayılmasın deyi İnneleri çavlattılar Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.172. |
çavmak |
: |
1. (Özellikle kurşun, ok) Doğruca giderken tam hedefe ulaşılacağı sırada biraz sapmak, teğet geçmek. “Derviş bey çavan atının başını epeyi uzaktan çevirebildi ve aynı hızla Kamilin üstüne geldi…” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. (Güneş) Bulutların arasından sıyrılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Amaçtan şaşmak, yol değiştirimek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Kokunun hafifçe buruna gelmesi. 5. Besin maddesinin veyahut gıdanın bozularak koku yayması. 6. Kokunun yayılması. “Balığın çavması burnumun direğini kırdı.” |
çavratmak |
: |
Duyurmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çavsımak |
: |
Kokmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çavşak |
: |
Aşınarak bilye gibi olmuş taş ve bunların engebeli bir arazide bulunması hali. |
çavşımak |
: |
Yalpalamak. |
çavşır |
: |
1. Kırlarda yetişen yenilebilir bir ot. “Çavşır, özellikle yaylalarda, tekelerin erkeklik gücünü artıran, misk-i amberini çoğaltan ve teke idrarını, cinsel çekiciliği artıran birkokuya bürüyen ottur. Genellikle çaşır şeklinde kullanılır.” 2. Ters, aksi. “Çavşırı iş yapmaktan na:kıt vazgeçecek marak ediyom.” |
çavşırı |
: |
1. Ters. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Çapraz bağlama. 3. Enlemesine. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
çavşırmak |
: |
Çapraz bağlamak. |
çavunç |
: |
Erkek devenin cinsiyet organı. |
çavur |
: |
Duyurma. |
çavurlamak |
: |
Haber vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çavuş |
: |
Elçi, işçi başı. “Çavuş Bekir düğün gurmuş Koç ayağıma okuntu salar Semen beriden çıkışır Gır at selemine durur” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerde Ölen Kâmil’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Emine Gök (Hodul Emine)) |
çavuş kuşu |
: |
İbibik. |
çay ibrişim |
: |
İpek iplikle değişik gereçlerle hazırlanan bir tür saç örgüsü. |
çay dıkmak |
: |
Çay katmak. |
çay sıra gidip kıysıra gelmek |
: |
Kendisine tevdi edilen görevi yapamadan gelmek. “Çaysıra gidip kıysıra geldi.” |
çaydoş |
: |
Çaydanlık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çaygara |
: |
Irmak, dere gibi akarsu kıyılarında bulunan ya da buralarda kazılarak ortaya çıkarılan kaynak, küçük pınar. “Suyu da buz gibi olur… Tıpkı çaygara suyu gibi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
çayır çuyur |
: |
Tabiat taklidi ses. |
çaylak |
: |
1. Irmağın geniş yeri, cağıldak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Acemi, yeni yetişmekte olan. 3. Yırtıcı bir kuş türü. “Çaylak sığın gibi göllerden kalkar Ala geyik gibi yüksekten bakar Ayvası turuncu burnumda kokar Soyunup koynuna girmek muradım” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
çaylamak |
: |
Sel suları tarlaya taş getirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çaylan |
: |
Akarsuların geçit verdiği yer. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çayrak |
: |
Otlu ve çakıllı engebesiz toprak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çayraz |
: |
Bataklık iken tarla haline getirilen toprak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
çaysamak |
: |
Çay içmek istemek. |
çayşak |
: |
Yaylalardaki kar alanlarında, önceleri kara yapışarak toplanan ve kar eridikçe yer değiştirip, zamanla belli bir eğimde biriken dik yamaçlarda biriktiği yüzeyleri kaygan bir zemine dönüştüren küçük taş, çakıl ve iri kumların karışımı vs. |
çebicemiye |
: |
Çabucak. |
çebiç |
: |
1. Kısır keçi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Oğlaklıktan yeni çıkmış bir yaşını doldurmuş erkek keçi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) “Çadırı çebiç gılından Bıyığı durna telinden Alem gorkardı şerrinden Gün ağamın günüyüdü” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
çebik |
: |
Çabuk. “Aslı temizolan bir vakit azmaz Geçitsiz dereyi düne de yüzmez Utanır benden de kuzusun yazmaz Çebik bir foturaf ver ala gözlüm” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Bedevi Böke’nin Ağıdı, Derleyen: Hikmet Böke, Kaynak Kişi: Gülseren-Nuri İlhan) |
çebiş |
: |
Bir yaşını geçmemiş kısır erkek keçi, genç teke. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çec etmek |
: |
Samanından ayrılmış taneleri kalburdan geçirerek yığmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çeç |
: |
Savrularak samanından ayrılmış tahıl yığını. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
çeç etmek |
: |
İri samandan buğdayı ayırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çeçbörek |
: |
Mantı. |
çeçik |
: |
Küçük demir halka. |
çedene |
: |
1. Kendir, kenevir tohumu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Minyon tipli, ufak tefek. 3. Kısa boylu, huysuz olan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 4. Çam kozalağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çedik |
: |
Bir tür kadın ayakkabısı, mest üzerine giyilen, daha çok sarı renkliolan ayakkabı, edik de denilir. “Sarı çedik giymiş koncu dizinde Arzumanım kaldı ala gözünde Böyle güzel m’olur köylü kızında Emirler’den bir kız indi pınara” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 397) |
çe:rek |
: |
Çeyrek. |
çeft |
: |
Meyvelerin ve sebzelerin kabuk kısmı, meşe ağacının kabuğu. |
çegsorut |
: |
Somurtmuş. |
çeğe |
: |
1. Hayvanlarda bulunan bir parazit. 2. Koyun kenesi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çeğmel |
: |
Yay veya çengel biçiminde. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) Çeğmel boynuzlu inek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çehiz |
: |
Çeyiz. “Aşşâdan gelen heçe Banzettim gınalı goça Emek çektim çehiz ettim Emeklerim getti heçe” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Polis Duran’ın Ağıtı, Derleyen: Yalçın Özcan, Kaynak Kişi: Sırrıye Yücel) |
çehre |
: |
Bir tür başörtüsü. “Ağ mı gatdım aşıma? Çehre yetirdim başıma Gınamayın gomşılarım Gudretten geldi başıma” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Vurulan Damadın Ağıdı (Halbur Ağıdı), Kaynak Kişi: Safiye Temiz) |
çeik |
: |
Kova, bakraç, helke gibi kabların birleştiği yerdeki çivisi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çek |
: |
Hallaçlarda kirişe vurmak için tahta tokmak. |
çeke |
: |
Temkinli. |
çeke gitmek |
: |
Temkinli davranmak. |
çekebilmemek |
: |
Tartamamak, ağırlığı kaldıramamak. Karac’oğlan söyle sözün tamını Yüz bin kantar çekebilmez gamını Nazlı yâr gözetir fırsat demini Yad ellerde artık durulmaz oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.639 |
çekek |
: |
Çekelim. “Der ki Derdiçoğum alana söyle Çekek hasretliği n’olacak böyle? Ecel yaklaşıyor yükünü tayla Er kişi kervanı yolda bulunur” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 138 |
çekeneadar |
: |
Çekene kadar. |
çeket |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ceket. |
çekge, çekke, çegge |
: |
Çekirge. |
çekgel |
: |
Öğendirenin alt ucundaki demir sıyırgı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çeki |
: |
1. Kadınların başlarına bağladıkları başörtüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) 2. Akarsulardan oltayla yakalanan balıkları, üzerine takarak taşımak için kullanılan, genellikle söğüt ya da çınar ağacının ince dalından yapılan taşıma aracı. 3. Bölgemiz göçmen ağzında; sıkıntı, ızdırap. 4. Yirmi beş okka. |
çeki ipi |
: |
Renkli yünden nakışlı bir şekilde dokunmuş yük bağlama ipi. |
çekiben |
: |
Çekerek. Sensin gönül şu dünyadan fandan Ah çekiben yüreğimi eriden Cansız duvarlara binip yörüden Hünkâr Hacı Bektaş Pîr'den gelirim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.503 |
çeki:m |
: |
Çekeyim. |
çekik |
: |
Serçe büyüklüğünde tarla kuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çekilemek |
: |
Sıkıştırmak, berkitmek, gevşekliğini gidermek. |
çekilen |
: |
Grip hastalığı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Çekilene tutuldum. Ortada çekilen var. |
çekim |
: |
Tesbah, tespih, tesbih. |
çekimsimek |
: |
Korkmak. |
çekince |
: |
Çekinilen, çekimser kalınan şey. |
çekinceme |
: |
1. Bir tehlike korkusuyla bir şeyler yapmak veya söylemekten çekinmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Sürünceme, sonuca ulaşılmama durumu. |
çekinmek |
: |
Uzak durmak, tereddütlü yaklaşmak, katlanmak, razı olmak.. Güzeller önünde kitap okunmaz Göz görmeyince de gönül çekinmez Var git oğlan burda konuk eğlenmez İstersen derdimden öl dedi bir kız Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.649 |
çekinti |
: |
Çekinme, sakınma. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çekirke taşı |
: |
Ocağın yanlarında olan uzun taşlar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çekiş, çekişik |
: |
1. Bölgemiz göçmen ağzında; kavga etmek. 2. Ağız kavgası. |
çekişmek |
: |
Ağız kavgası yapmak. |
çekiştirme |
: |
Gıybet etme, dedikodusunu yapma. |
çekiye çekmek |
: |
Haddinden fazla soru sormak. Git biraz da babaŋa sor, yeter beni çekiye çektiğin. |
çekke |
: |
Çekirge. |
çekme |
: |
1. Geven bitkisi otu. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Büyük tencere. |
çekmek |
: |
1. Masal, hikâye vb. anlatmak. 2. Hayvanları çiftleştirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çekmeli alaboncuk |
: |
Yün ve çul dokumalarında kullanılan bir motifin adı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çeknemek |
: |
Çekinir gibi olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çeküben |
: |
Çekerek. |
çel |
: |
Eski evlerin aralıklı kapılarından soğuk gelmesini engelleyecek örtü. |
çelbeşik |
: |
Karışık, bozuk. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Osm.) Çelbeşik havada şemsiye taşınır. |
çele |
: |
Tanesi alınmış buğday, arpa vb. tahıl ürünlerinin sapı. |
çelebi |
: |
Efendi, terbiyeli kişi. Bir beni bendetmiş Şâm'ı Haleb'i Bir beni bendetmiş Mısr'ı Anteb'i Karac’oğlan eder nazlı çelebi Bir beni de Âl'Osman'ı bendetmiş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.636 |
çelebiyi oŋarmak |
: |
Evlendirmek, ihtiyaçlarını gidermek. |
çeleği |
: |
Damın üst kenarı. |
çelem |
: |
Şalgam. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çeleŋ |
: |
Evin saçağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
çelen |
: |
1. Sivri uç, kuşun kanadının ucundaki uzun ve kuvvetli tüy, pelek. “Mürsel der de; Mirza etme inadı Bir kez de deden dedemi sınadı Benim koğduğumun kalmaz kanadı Çelen kanatlarını çekmem var, dedi” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) 2. Uzun boylu ve yakışıklı. “Değirmene diktim söğüt Oba verse almam öğüt Dört oğlanın bir içinde Memmet’im bir çelen yiğit” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) 3. Damın kenarı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 4. Dağ eteklerinin kar tutmayan yerleri. “Eğri Dağı’nın başı taşlı Çelenleri humâ kuşlu Yâr yitirdim hilâl kaşlı Sana geldim Eğri Dağı” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 418) |
çeleŋi |
: |
1. Damın duvar üstünü kapatan çıkıntı. Dam toprağının kaymaması için çeleniye, çepeçevre dikey enli tahta çakılır. 2. Evin saçağı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çelenk |
: |
Başa konan ve genellikle çiçeklerden ve bazen de altından yapılan süslü taç. Başı al valalı güçücek gelin Seherde açılan güle dönmüşsün Başına takmışsın altun çelengi Turnadan alınan tele dönmüşsün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.575 |
çelenk eğrisi |
: |
Yana eğilerek giyilen bir türkadın başlığı. “Karac’oğlan der ulular ulusu Başına vurunmuş çelenk eğrisi Sana derim nazlım sözün doğrusu Essah sözüm al koynuna sar beni” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 458) |
çeler meler |
: |
Sancılanmak, sancı mancı. “Yaşlılık dêl mi çeler meler geçiyor günner” |
çelere galmak |
: |
Sararıp solmak. |
çelermek |
: |
1. Boğazına ot birikip boğulmak. 2. Kel kel bakmak. 3. Keçi ve koyunlarda besin zehirlenmesi. Hayvanların fazla yağlanarak ölmesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çeleşmek |
: |
Yüzü kötü olmak. |
çelet |
: |
1. Şımarık, hırçın, atılgan, haylaz çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Çok geveze ve hareketli. |
çelik |
: |
1. Tahtadan yapılmış 11-12 kg. buğday alabilen tahıl ölçeği. 2. Sağlam. 3. Çocukların bir çoğunun günümüzde adından bile haberdar olmadığı bir tür çocuk oyunu, çellik. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çelik çomak oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. ÇELİK ÇOMAK: Geniş bir yerde genellikle erkekler tarafından oynanır. Biri 30 cm. diğeri ise 70 cm. uzunlukta iki sopa bulunur. Kısa olana çelik denir. Düzgün bir yere yumruk büyüklüğünde bir çukur açılır. Bu çukurun üzerine çelik yerleştirilir. 10- 15 m. ileriye bir çizgi çizilir. Çukurun yanından çizgiye çelikle atış yapılır. Çizgiye en yakın atan birinci oynama hakkını kazanır. Oyuna başlayan oyuncu değneğinin ucunu, çeliğin altındaki çukura sokarak, çeliği hızlı bir şekilde rakibinin yakalayamayacağı kadar uzağa fırlatır ve değneğini çukurun üzerine koyar. Bu sırada diğer oyuncu 10-15 m ileride gelen çeliği tutmaya çalışır. Çeliğe elindeki değnekle vurursa ya da eliyle yakalarsa oyun sırası kendisine geçer. Vurmaz ise çeliğin olduğu yerden çukurun üstüne konan değneğe atış yapar. Eğer değneğe vurursa atış sırası yine kendine geçer. Vuramaz ise atışı yapan oyuncu değneğini alarak yerdeki çeliği sadece değneğin yardımı ile havalandırarak hızlı bir şekilde vurarak oldukça uzağa göndermeye çalışır. Aynı şekilde toplam üç kez vurur. Eğer rakip oyuncu çeliğin son ulaştığı yer ile çukur arasındaki mesafeye üç kez atlayarak ulaşabilirse oyun sırası kendisine geçer. Üç kez atlama sonucunda ulaşamazsa, diğer oyuncu çeliği düştüğü yerden alarak adımlarını atış yapılan yere kadar sayar. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 209 – 210) |
çelik oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. ÇELİK İki grupla oynanır. Çelik erkek oyunudur. Bir, bir buçuk cm çapında, biri 15–20, diğeri 90–100 cm uzunluğunda iki değnek yapılır. Bu oyunu 5 yaşından 20 yaşına kadar herkes oynayabilir. Ancak her oyunda gruptaki çocukların aynı yaşlarda olması gerekir. Yani grupta hem 5, hem 10 hem de 17 yaşında biri olmaz. Bir damın başına çıkılır. 4-5 metre çapında bir çember çizilir. Alet hazırlanır. Yalnız, damın arkası bayır olmalıdır.Arkası dölek(düzgün) damda çelik oynanmaz. Kur’a çekilir, bir grup aşağıda, bir grup sengirde(bayır, yokuş) olur. Aşağıdakilerden biri çeliği değnekle çarparak yukarı doğru fırlatır. Yere düşen çeliği yukarıdaki gruptan biri aşağıya atar. Eğer çeliği çemberin içine düşürebilirse, aşağıdakilerde çeliği atan ölür. Ama eğer çeliği havada tutabilirse, yukarıdakilerin tümü ölür. Gruplar yer değiştirir. Bu oyun çok tehlikelidir. Yaşlılar, oynamayın diye gençleri azarlarlar. Çünkü birçok çocuğun gözleri bu oyunda kör olmuştur. (Hilal Gülben Gerek, Adana İli Pozantı İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E. TDE. ABD, Adana, 2012, s.168) |
çelim |
: |
Kuvvet, güç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
çellem çekiç |
: |
Çelimsiz, zayıf. “Çellem çekiç.” |
çellemek |
: |
1. (Davarlar) İlkbaharda taze olan otları çok yiyip hazmedemeyerek ölmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Çatlayıp ölmek. |
çellenmek |
: |
Ziftlenmek, zıkkımlanmak. |
çellig deyneg |
: |
Çelik değnek; tahta çubuklarla oynanan bir çocuk oyunu. |
çellik |
: |
Çocukların oynadığı çelik çomak oyununda ucuna çomakla vurarak havaya kaldırdıkları, iki ucu sivri kısa değnek parçası, ken. Çelik çomak oyunu. |
çellik oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. ÇELLİK OYUNUBir çubuk yirmi yirmi beş cm kesilir ve iki tarafı yardam (sivri) yapılır. Bir metre boyunda da bir değnek olur. Yirmi - yirmi beş cm kesilmiş olan çubuğa çellik denir. Çeliği toprağın yumru yerine veya taşın kenarına ucu hafiften çıkacak şekilde bırakılır. Çelliğin uç kısmına vurulduğu zaman çellik havaya fırlar ve havaya fırlayınca sopayla orta yerine vurulur ve çellik uzak bir mesafeye gider. Çelliğe vuramayanlarda, vuran kişileri çelliğin gittiği mesafeye kadar sırtında taşır. (Uğur Bilgici, Osmaniye / Bahçe Halk Kültürü Üzerine bir Araştırma Konulu Yüksek Lisans Tezi, Osmaniye Korkut Ata Üni., S.B.E., TDE., ABD, Osmaniye, 2018, s.169) |
çelme |
: |
1. Çelik çomak oyununda uzun sopa. 2. Bir kaç çekiden meydana gelen, kadınların alınlarına bağladıkları bağ. 3. Birini yere düşürmek için yapılan ayak oyunu. Bir işi engelleme. “İşini yap da gahir etme feleğe Felek neylesin de seninin gimi salağa Heç inanma Ayşa’yınan Meleğe Onların çelmesi zor Döne Hatın” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Tarhana’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Ramazan Kuşçu) |
çelmik |
: |
Yeşil otluktan oluşan alan, çimenli yer. “Mayıs ayı menekşeler dökünce (Hüseyin Kalaba, Adana’lı Âşık Veli) |
çelpek |
: |
Pürüz, atılarak düzeltilmesi gereken, kalıntı. |
çelpeşik |
: |
Bozuk, karışık, karmaşık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
çelpin |
: |
Piliç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çelsin |
: |
Sincap, galli. |
çeltek |
: |
1. Yardımcı, uşak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Çoban yardımcısı, çırak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Yedi sene çeltekliğini yaptı Bağdali’nin.” |
çeltik |
: |
Pirincin tarladaki hali. |
çem |
: |
1. Zararlı otlarla dolu olan yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Sulak ve çamur alan. 3. Çim, çayır, çimen, sulak yerlerdeki çimli toprak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
çem basmak |
: |
Olayı görmemezlikten gelmek. “Çem bastı.” |
çem yeli |
: |
Doğu yeli. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çeman |
: |
Göğüs etinden kemikle birlikte yapılan pirzola. “Kel Mahmudoğlu’na bir gulum gitmiş Durman aslanlarım dutun getirin Herkesin kellesin atın zindana Çeman çeman edin etin getirin” (Aşık Mehmet Demirci, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) |
çember |
: |
1. Demir halka. 2. Büyük mendil. Ferhad derler şu dağları delene İtibârım yoktur yüze gülene Kefen kısmet olmaz güzel sarana Meğer dostum çemberine saralar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.576 3. Bölgemiz göçmen ağzında; beyaz tülbent. 4. Kadın başörtüsü, yemeni. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) Suya gider çemberine bürünür Yel estikçe top zülüfler bölünür Geriden baktıkça sunam görünür Siyah zülüf mâh yüzünde kalaklar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.591 |
çember çevirme |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. ÇEMBER ÇEVİRME Erkek ve kız çocukların sokakta oynadıkları bir oyundur. Çeşme hortumunun iki ucu, ufak bir tahta yardımıyla birleştirilerek çember yapılır. Çemberi çevirmek için 25-20 cm uzunluğunda bir de değneğe veya kargıya ihtiyaç vardır. Değneğin ucuna telden kanca yapılarak bağlanır. Çember yuvarlanarak değnek yardımıyla sürülür. Çember çevrilirken yere düşürülmemesi gerekir. Çember yarışlarında çemberi düşen oyuncu oyundan elenir. Genelde çemberi düşürmeden en uzun süre çeviren oyunu kazanır. Oyun tek oynanıyorsa usanıncaya veya yarış yapılıyorsa yarış sonlanıncaya kadar devam eder. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 210) |
çemen |
: |
1. Çimen. “Bir çift bülbül geldi kondu çemene Başı yeşil ayakları kırmızı Bal akıyor lisanından lebinden Al yanaklar alma gibi kırmızı” (Karacaoğlan) 2. Yörük dilinde taze etin, bir iki parmak kalınlığında, otuz santim uzunlukta dilinerek, köz ateş üzerinde pişirilecek olanına veya o şekilde iplere asılarak kurutulanı. “Bekir Emmi hayatta iken, ne zaman Arpacı Aşireti’nin çadırına misafirliğe gitsem mutlaka sofraya çemen koydururdu.” 3. Pirzola. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çemen dara |
: |
Dar ağacına çekmeyin, idam etmeyin, asmayın. |
çemik |
: |
Sürekli her şeye cevap veren, hazır cevap, sivri dilli. |
çemiremek |
: |
(Kol, paça, etek için) yukarı doğru toplayıp üste katlamak. |
çemirlemek |
: |
Kollarını, ayaklarını sığamak. |
çemkirik |
: |
Diklenen, sert konuşan. |
çemkirmek |
: |
1. Bir büyüğe karşı gelmek, karşılık vermek. 2. Yüksek sesle aykırı, sert şeyler söylemek. “Sümüklü Hacı, sümüklü Hacı, adam mı oldun da bana çemkiriyorsun?” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
çemlemek |
: |
Arklardan taşan suyun önünü çalı çırpı ile tutmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çemlenmek |
: |
Çimlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çemlik |
: |
Çimenli yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) “Çimenli yerlere ÇEMLİK derlerdi, (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
çemrek |
: |
1. Üstteki giysinin kolları ya da paçaları eteği yukarı doğru çekilmiş durumda, sıvanmış, çemrenmiş durumda. “Usta çemrek kollarını avcuyla aldığı suyla yıkıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Becerikli, düzenli kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Bir işi yapmaya hemen hazır. 4. Çimlerle kaplı, sulu otlak. |
çemrelemek |
: |
Kol uçlarını veya paçalarını sığamak. |
çemremek |
: |
(Kol, paça, etek için) yukarı doğru toplayıp üste katlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. Osm. Ada. İç.) |
çemrenmek |
: |
Kendi kol, etek veya paçalarını sıvamak. |
çemsimek |
: |
Sulak ve çamurlu. |
çemsimek |
: |
Sulak bir alanda hafif çamur kokusu veya rahatsız edici bir koku oluşması. |
çemş |
: |
Hububat çeşitlerinden. |
çen |
: |
1. Ceviz içi, parça, yarım, diğer yarısı. 2. Gem tahtası. “Abdal karısı çadırın gölgesine oturmuş ağlıyormuş, diğer Abdal kadınları da başına toplanmışlar, diğer kadınların da geldiğini gören Abdal karısı; - Gardaşım gardaş mıydı ki golları çam kolu gimiydi, döşü gem çeni gimiydi öldü gardasım amma gül gimi sehit oldu. (Kaynak kişi: Âşık İmamî, Erman Artun, Seyirlik Köy Oyunları ve Anonim Halk Edebiyatı Araştırmaları, Kita-bevi, İstanbul 2008) |
çen parça |
: |
Yarım, diğer yarısı. |
çenber |
: |
Yazma, yemin, başörtüsü. |
çençere, çencere |
: |
Tencere. “Üç çençere bamya yerim bişince Yirmi tas su içip biraz koşunca Her yanı sökülür garnım şişince Sağlam köynek geyemeyon toktur be” (Aşık Karamehmet, Kaynak: Erdoğan Aslıyüce, Çukurovanın Yıldızı Ceyhan, Adana 2008) |
çendik |
: |
Kazıntı, oyuntu, boşluk. |
çendelemek |
: |
Bazı hastalıklara karşı kan almak için başın çeşitli yerlerine ustura vurarak yaralar açmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
çendiriğ |
: |
Derme çatma çadır. |
çeŋe |
: |
1. Köşe, çene. “Çeŋeŋ çekile.” “Çeŋeŋe hırsız daşı değe.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. 2. Duvar yanı. 3. Arazide burun halinde çıkıntı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Su arklarının kenarı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 5. Çadır direği, sağlam destek. “Aştı gitti göremedim boyunu Çene tutmuş kaşlarının yayını Yeni bildim güzellerin huyunu Gel denmeyen yere varılmaz imiş” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 635) |
çeŋe daşı |
: |
Mihenk taşı, evleri yaparken köşelere döşenen büyük taşlar. |
çeŋe etmek |
: |
Konuşmak, çok konuşmak. “Kadın kısmısı halakada oturup da çene etmez.” |
çeŋedini ayırmak |
: |
Bacaklarından ayırmak. “Görmemişin oğlu olmuş, dutmuş çenedini ayırmış.” |
çeŋeleşmek |
: |
Ağız dalaşı yapmak. “Yaşlı başlı kimselersiniz. Bırakın çeneleşmeyi.” |
çenesek |
: |
Çok konuşan, çenesi düşük, boş boğaz. "Ne kadar çenesek insansın." |
çeŋet |
: |
1. Birbirine yapışık ve eşit iki parçadan oluşan ceviz, badem gibi meyvelerde ki her bir parça. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Namtının ucuynan cevizi çenedinden ikiye ayırdı.” 2. (İnsanda) Her bir bacak. “Görmemişin bir oğlu olmuş, çekmiş çenedini ayırmış.” (Andırın Atasözü) 3. Kısa boylu insan bacağı “Çenedine bastığım gibi ayırırım” 4. Kapı, pencere gibi iki kanatlı şeylerin kanatlarından her biri. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çeŋetlemek |
: |
Parçalamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çeŋge |
: |
Çene. “Kara Ahmet, der gel etme inadı Bıldır deden dedemizi sınadı Benim koğduğumun kalkmaz kanadı Çekerim çengeni der Türkmen Oğlu” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
çeŋgedir, çengetir |
: |
Yere çakılı dört sırığın uçlarına geçirilen bir çul parçasıyla yapılan gölgelik. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çeŋgel |
: |
Çelme. |
çeŋgetir |
: |
1. Karşılıklı iki ağacın arasına kurulan çadır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Yazlık çardak, göçebe çadırı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çeŋgildemek |
: |
(Köpek) Can acısından havlamak, haykırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çeŋgilemek |
: |
(Köpek) Can acısından havlamak, haykırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çeŋgir |
: |
Kavgacı, huysuz kimse, yanına zor yaklaşılan hayvan. “Çengirlikte kimse eline su dökemez Müslim’in.” |
çeŋgir |
: |
Küçük göçebe çadırı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çeŋilemek |
: |
(Köpek) Acı acı ses çıkarmak, acı acı ürmek. |
çenilti |
: |
Canı yanan köpeğin acı acı ses çıkarması. |
çeŋitme |
: |
Çocuk ağlaması. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çeŋketir |
: |
Karşılıklı iki ağacın arasına yapılan çadır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çente |
: |
Çanta, bavul. “Kadan allım Nesli Dezze Dünyadan bir tat almadım Boynuna çente takıp da Okula bebek salmadım” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
çenteleşmek |
: |
Didinmek, uğraşmak. |
çepçemrek |
: |
(Saç vb.) Karışık, dolaşık. “Çepçemrek olmuşsun Hacı Bu ne çeşit böyle biçim Çatal çatal gardaş ölen Böyle densiz etmez saçın” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
çepel |
: |
1. Çamur, pislik, bulaşık, kir. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Kapta, tabakta kalmış yemek izleri, bulaşık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Bir çeşit üzüm. “Üzümün çepeli olur, dıbığı olur. Aynı zamanda bu tabirler mecazi olarak da kullanılır. Hetifleme gibi, çepel adam gibi.” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) 3. Tarlanın otlu olması. 4. Toz, saman, yoz tohumlarla karışık hububat. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çepeli mürt |
: |
Kadınları tanımlarken kullanılan, sevilmeyen, istenilmeyen kadın tipi, namusluca. |
çepellik |
: |
Karların erimesiyle oluşan sulu kar ve çamur. |
çepik |
: |
Meyve konulan sepet. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çepken |
: |
Kolları sarkık, bildiğimiz elbise. |
Çepni |
: |
Oğuzların üçok koluna mensup Alevi Türk. |
çepre |
: |
Karışık, dolaşıklı. “Tüfengin allım direkden Çepre çıkmıyor bilekden Askerliğe salma oğlum Gelin alırım yırakdan” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
çepreşik |
: |
Karışık, bozuk. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
çer |
: |
1. Gribe benzer bir tür hastalık, dert. “Davut bilmezdi düzeni Batdal gezerdi Gozan’ı Ya niderdin çer alası Virane dağda gezeni” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) 2. Zehirli, küçük bir böcek. “Ana gı, acıkdım ben! Çer yiyesin! Neredeydin şimdiyeaçir? Acıkdım diyom sâ gı! Gara Remziye, pencereden bakmaya devam ederek öfkeli bir sesle; Diya guşgananın içindeaki sufrada sulanmış ekmek var; al, onuynan ö:lenki pisomacını yi! Tasda boranı da var.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) 3. Ivır zıvır şeyler. “Karı var çerden çöpten aş eder Karı var pişmiş aşı taş eder” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) |
çer alası, çer alasıca |
: |
“Hastalanası, ölesi” anlamında bir kargış. “Ev tutardık sıra sıra Yorgan telli, yastık hıra Ana oğlun binmez miydi Çer alası benli kıra” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72)
“Çer alasıca.”Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
çer dutmak |
: |
Sevilmeyen birinin hastalanmasını bildiren deyim. |
çerçi |
: |
Daha ziyade köylerde satış yapan atlı seyyar satıcı. “Çerçi başındakini satar” (Ceyhan Atasözü)
“Benim bildi:m ilk zamannarda çerçi olarak, tuluk bekmezi, guru üzüm satannar varıdı, bir de dü:nnerde halka datlı satannar. Guru üzüm ve bekmez satannar Maraş’dan geliridi heralda. Bekmez at üsdünde tulukların içinde olurdu, evden bir gap verillerdi, birez bekmez alınırdı. Alınamadı: zamannar da olurdu. O zaman bekmez, ya gerçekden datli:di ya da çocuklu:n getirmiş oldu: bir görgüsüzlükden gaynaklanıyodu datlı oluşu. Bir de, guru üzüm satılırdı; amma tuluk bekmezinin yanında, guru üzümün lafı olmazdı.Pilavın içindeki şeriyeli esgiden sofralara golay gelmezdi. Bir adamca:z geliridi eşşe:nin sırtında şe:riyel makinesinen. Her zaman gelmezdi, genelde yazın gelirdi. Şeriyelci gelece:miş, geliyo:muş derken günner süren beklemenin ardından gelirdi şeriyelci sonunda. İle:n ile:n hamurlar yuğrulur, bu arada şeriyelci birez laf eder, ayranını suvanını yer, şeriyel makinesi gurulurdu. Uzun bir zopiyenen o makine dönderilirdi. Bizim uçu önemliydi, biz de zopanın ucundan dutar, çevirirdik, oyun olsun diye. Şeriyel çekiliyomuş umrumuzda olmazdı o zaman. Bize makiniye çevitdirsinler de.Abanız, Deli Ali, İrecep ve irili ufaklı daha niceleri. Bizim guşa:n bildi: bunnar.Abanız yaşlı bir adamdı. Nedi:n abanız demişler, abanız da isim olur mu:muş, velhasıl çocu:kan garışdırırdı gafamı bu düşünceler. Neyise adamca:z, selamını verir, tedeşlerini bulunca e: laf ederdi. O arada, bişetler alan olursa olurdu, olmazsa, “Allaha ısmarladık” der yola goyulurdu o sıcak yaz günnerinde. Şimdilerde düşünüyom da; adamca:z bişet saddı:ndan de:l de, hemi laf edi:m hemi de ırızgımı ariyem diye düşüyomuş yollara heralda. Nur içinde yatsın, az sakızını çi:niyep, şekerini yemedik Abanız emminin.Deli Ali: Adamca:za “Deli Ali” dellerdi amma, adamda heç delilik belirtisi yo:du. Her neyise; o da satışını eşşe:nen yapardı. Güccücük eşşe: ne var ne yo:sa doldururumuş. “Ali emmigiz geldi:” diyerek çıkardı öteden beri. Gendi çapında ufak defek bişetler satardı.İrecep: O bir çerçi, o bir prezantıbıl, o bir glasizmin öncüsü, o bir yılın çerçisi abo:nesi, o bir esgimeyen esgi çerçi, o çağa ayak uyduran bir çerçi, o marketlerin, topdancı arabalarının yıkamadı: bir çerçi… Evet onun için çerçicilik adına ne desek yakışan bir efsane. Hökümetler yıkılıyo, o ayakda. İrili ufaklı çerçiler çıkıyo gayboluyo o ayakda. Nerden geliyo bu başarı tam bir tez gonusu açıkcası.Ben beni bildim bileli İrecep çerçicilik yapar. İlk zamannarda sepedinen başladı. O sepedin içinde neler yo:dukine. Şimdi bir markette ne varısa hemen hepsi varıdı diyebilirim, çeşit bakımından. O gadar öteberi o sepede nasıl sıyıyo hala aklım almıyo.Derken ilerliyen zamannarda bo:çıyanan yapardı satışını, bo:ça da: teknoloji:di sepete göre. O bo:çıyanan dutardı o civarların alış-veriş piyasasının nabızını. Reytingcilerde memmunudu bu durumdan, haftanın şıggını rüküşünü seçenner de, hadda Yahudi firmaları da. Neyise; “Selam verip bo:çasını açardı” diyemiyece:m. Çünkü selam vermezdi. “Sela. ” diye bir ses çıkardı, o gadar. Amma adamca:z belki de bo:çıya daşırkan çok yorulup, selam verecek halı galmıyodu za:r. Bo:çasını açardı, ne ararsan var. Herkes aradı:nı bulurdu. İrecebin esgimiyeşinin sebebi; arz-talep dengesini e: dutturuşundan gaynaklanıyo zatı.İlerliyen zamannarda İrecebi, münübüsünen satışını yaparkan görmiye başladık. Düşük fitesde gaza fazla basdı: uçun, çok ses çıkarırdı münübüsü. Tabi: çeşit olarak fazlalaşdı öteberiler. Satıldığında para eden herşey alınıp, karşılı:nda öteberi verilirdi.Şimdilerde ise; daha moderin, daha gapsamlı son model münübüsle ticari hayatına devam etmekdedir. Allah gö:nüne göre versin, e: satışlar İrecep A:bey.Bunnarın dışında, başga çerçilerde var: Yaralı Selim, Gömet Sayım ve Kemal gibi. Ayrıca dondurmacılar ve mevsimine göre meyve-sebze satannar da var. (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
çerçibe |
: |
Çerçeve. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çerçici |
: |
Köylerde kapı kapı dolaşıp satış yapan kimse, çerçi. |
çerek |
: |
Yarım taşlık buğday ölçeği. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çerge |
: |
1. Derme çatma çadır. 2. Kilim, bir çeşit dokuma. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çerhemek |
: |
Ölmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çeri |
: |
Asker. |
Çerkez kaçamığı |
: |
Mısır unundan yapılan bir yemek. |
çerlemek |
: |
1. Keçi ve koyunlarda besin zehirlenmesi. 2. Hayvanların fazla yağlanarak ölmesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
çerleye |
: |
Öle, ölsün. |
çerpeşik |
: |
Karışık, dolaşık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
çeşgeğe |
: |
Bir başka odunu tutuşturmak için bir ucu ateşli odun, eskeğe. “Çeşgeğeyi getir de semaveri tutuşturayım.” |
çeşint |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; çeşit. |
çeşm |
: |
Gözyaşı. Taşkın sular gibi akıp çağlarım Dîdârın görüben gönül eğlerim Dünyaya geleli her dem ağlarım Çeşmim karışmadık seller mi kaldı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.416 |
çeşmek |
: |
Çözmek, düğüm çözmek, göç yükünün bir dengi, kuşların mola vermesi. “Evi sekizine göşdük Gapıya beygiri çeşdik Arif’in inkarı mı olur Yalan dünya senden geşdik” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Arif Bilici’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Bakacak) |
çete |
: |
Kuvay-i Milliye ordusu. |
çeteleyi şaşırmak |
: |
Ne yapacağını bilememek, pusulayı şaşırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çeten |
: |
1. Üstü tahta ve bezlerle yükseltilen saman taşıyan kağnı. 2. Traktörde römorkun üzerine tahtalarla ilave yapılmış şekli. Saman taşınacak biçimde düzenlenmiş at arabası. Römorkun kapasitesini artırmak, özellikle saman taşımak için römorkun kenarlarına takılan tahta çit. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
çetene |
: |
Çedene. |
çeti |
: |
1. Çalısından süpürge yapılan, taneleri hayvanlara yedirilen dikenli bir çalı. Genelde pamuk tarlalarında olur. “Bir kuş büyüklüğünde turuncu nakışlı kelebek… bir çeti dalına konmuş, öylece dimdik durur.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Çit. “Evlerinin önü çeti Türlü türlü kokar otu Molla kerim esir gitmiş Cephede kişniyor atı” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
çetik |
: |
1. Çekirge. 2. Fidan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çetil |
: |
Fide, fidan. Bir bitkinin ,tohumdan çıkıp filizlenmiş vaziyeti, dikim durumuna gelmesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Yanık yerde söğüt bitmez Bitse de çetilin atmaz Mevlâ’m gene verir amma Ağ bebeğen yerin dutmaz” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
çetim çemberi |
: |
Sulu olmayan, yağınca biriken kar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çetirez |
: |
Bir tür çalı. |
çetirik |
: |
Yayığın parçası. |
çetlevik |
: |
Fındık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çetrefil |
: |
Zor, içinden çıkılmaz durum. |
çevirge |
: |
Yerli kozayı temizlemeye yarayan bir aygıt. |
çevirgele |
: |
Tesbih, tespih. |
çevirme |
: |
1. Kalın ve küçük yufka, bazlama. 2. Akarsuların bazı yerlerde girdap oluşturması. 3. Evlerde açık ekmek yapılırken ekmek sonunda belirli sayıda yapılan, yağlanarak veya pekmezlenerek yenen biraz kalınca ekmek, bazlama. 4. Kozayı tozundan ayırmak için kullanılan dolap. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 5. Pamuk çırpma işi. 6. Etrafı duvar ya da çitlerle çevrilmiş bahçe veya genişçe örtme, avlu. |
çevit |
: |
Meşenin bir türü olan mazının meyvesinin kabuğu. |
çevlek |
: |
Akarsularda su çevrisi. eşyayı ve içine giren herhangi bir nesneyi dönerek içine çeker. eğer böyle bir yere insan düşerse çevreğin derinliği ve dönüş hızı oranında kurtulma şansı azalır. |
çevlik |
: |
1. Etrafı çevrilmiş bahçe ya da tarla. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) 2. Dik kayalık dağların dibindeki düz fundalık mera. 3. Avlu. 4. Akarsu yatağında bazı büyük virajlar nedeniyle suyun bir süre ters akıp tekrar yatağa doğru döndüğü yer, anafor, girdap. |
çevre |
: |
1. Kenarı oyalı mendil. “Çıka çıka çıktım yoluna vardım Verdiğin çevreyi koluma sardım Uğrunda ölümü gözüme aldım Divanına durdum yolun üstüne” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 411) 2. Başörtüsü. “Karşıdan gelir misin Sen benim olur musun Elindeki çevreyi İstesem verir misin” (Ata Çatıkkaş, Seçme Maniler, Çağlayan Matbaası İzmir 2006) 3. Havlu. |
çevreçelen |
: |
Çepçevre. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çevrek |
: |
Akarsularda su çevrisi. eşyayı ve içine giren herhangi bir nesneyi dönerek içine çeker. eğer böyle bir yere insan düşerse çevreğin derinliği ve dönüş hızı oranında kurtulma şansı azalır. |
çevreklemek |
: |
Bir kimseden medet umarak etrafında dolaşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
çevrengeç |
: |
Anafor, suyun döndüğü yer, kıvrımlı akıntı. |
çevrik |
: |
Etrafı çevrilmiş bahçe ya da tarla. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
çevrilip konmak |
: |
Kışlaktan yaylaya gitmek için yol alıp asıl ile gelerek yerleşmek. “Obası olanlar çevrilir konar Güzeller suyundan içip de kanar Küpeler kulakta mum gibi yanar Gördükçe artıyor imanım dağlar” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 578) |
çevrilmek |
: |
Dönmek, yönelmek, yön değiştirmek. “Coşkun sular gibi akıp durulma Kuru gazel gibi esip savrulma Nerde güzel görsen ana çevrilme Bizim elde cana kıyar beğler var” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004,s. 582) |
çevrimçiçek dönmek |
: |
İnsanın kendi etrafında dönmesi. |
çevrinçiçek |
: |
Çocukların kendi etrafında dönerek oynadıkları bir oyun. “Sen hiç çevrinçiçek oynadın mı?” |
çevrinmek |
: |
Dönmek, etrafında sevgiyle dolanıp durmak, dolaşmak. |
çevşiri |
: |
Düzensiz. |
çevt |
: |
Palamut kabuğu. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çevt |
: |
Elma, armut gibi meyvelerin etli kısımları yenildiklten sonra geriye kalan çekirdekli sert kısım. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çeynem |
: |
Lokma, çiğnem. |
çeynemek |
: |
Çiynemek. “Bir gün neddi biliyo, dabanı köseleden yapılmış çarı:nı suda eyice ıslatdı ıslatdı, sôna da onu çiğ çiğ çeynedi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
çeyrez |
: |
Çerez. |
çezdirmek |
: |
Çözdürmek. Yaz gelince sular çağlar Aramızda var karlı dağlar Yaralı oğlan her an kara bağlar Garaları çezdir yâr eden Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.169. |
çezek |
: |
Çözelim. |
çezilmek |
: |
1. Çözülmek, bağı açılmak. “Getirin bohçasını çezek Anamızdan umut üzek Eller de analı gezsin Biz de anasız gezek” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Şerif Temiz’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse Temiz (Patlakkı-zı))
Karac’oğlan diyor yandım kül oldum Bir dalga gelip de boşandı bendim Ay doğup da şafak atmakta sandım Meğer yârin düğmeleri çezilmiş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.632 2. Kervanın mola verdiği yerlerde yükleri hayvandan indirmek. Yola baka baka gözüm süzüldü Altun tas içinde kınam ezildi Kervan vardı San Şeyh'e çezildi Allı sunam kalk gidelim yaylaya Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.399 |
çezmek |
: |
1. Çözmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Sür… gede get, gede get diyelim ağşama, Gadirli’ye varmışlar. Varmışlar ki orda bir ev var. Evin dibine, yüklerini çezmişler, o esgi mitilin üsdüne oturmuşlar.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) 2. Yükün indirilmesi anlamında olup mecazen de dertlerden kurtulmak anlamı vardır. Karac’oğlan bu yerlerde gezmeyin Hançer olup derdli sînem ezmeyin Senden gayrısına kuşak çezmeyin Şimdi neden bağlıyayım dilimi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.642 |
çıbı |
: |
Çubuk, sigara. |
çıbıcak |
: |
Çubuk gibi. |
çıbıg |
: |
Çizgi desenli. “Bö:le ne var ıdı yavrım. Binde bir tene basma bulunmazdı. En birinci adam keten dellerdi, çıbıg çıbıg keten geyellerdi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
çıbık |
: |
1. Bir yün ve çul motifi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Çocukların topuğunun arkasında çıkan yara. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Çubuk. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Abdal mal pazarında kulağının biri yarıdan kesik, kuyruğu kökünden kesik bir eşeği satılığa çıkarmış. Abdalın başına toplanmışlar. Abdal gırgücüğün medhiyesini yapıyor. “-Dün Hemite Köprüsü’nden dört çuval buğdayı eşeğe yükledim, üstüne de bindim. Biraz beri geldim ki arka yanımdan bir gürültü gelmeye başladı. Şöyle döndüm bakım ki kırmızı renkli son model bir Mercedes geliyor. Gırgücük gözlerini bana dikti, adeta beni bununla yarıştır dercesine yalvarıyor. Mercedes beni solladı mı sollamadı mı Gırgücüğün dizginini bir çekip ayaklarımı sallayıp bir çıbık çaldığımı hatırlıyom. Bir de baktım ki Mercedes toz duman içinde kalmış 10-12 metrelik şose Gırgücüğün yaptığı hızdan kaftanımdaki kıl gibi incelmiş.” (Kaynak kişi: Abdullah Gizlice, Erman Artun, Seyirlik Köy Oyunları ve Anonim Halk Edebiyatı Araştırmaları, Kitabevi, İstanbul 2008) |
çıbık çıbık koŋur |
: |
Çok huylu, kibirli, akıl almaz ölçüde onuruna düşkün. |
çıbık içmek |
: |
Sigara içmek. “Şam eline köpr’attırdım Ali’m ordan geçer diye Yedi tever kese diktim Ali’m çıbık içer diye” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
çıbık kızdırma |
: |
Kesilen bağ çubuklarının köklendirilmesi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çıbık sallamak |
: |
Ağaçtaki meyveleri dökmek için bir çubukla çırpmak. |
çıggaç |
: |
1. Çıkarılacak şey. 2. İntikam. 3. Alacak. |
çıgmış |
: |
Evlilikte kız tarafına yapılan takılar. |
çıgsinir |
: |
Çok sinirli, sinirden ibaret. |
çığ, çı: |
: |
1. Tarhana sermede kullanılan ince uzun çubuklar şeklindeki kuru bitki ve bu çubukların iple birleştirilmesinden oluşturulan hasır benzeri sergi. “Malanın serdi, çıgmi:r, çı:lara yapışi:.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) 2. Katar halinde uçan turnaların topluca çıkardıkları ses. “Yel eser de ışılaşır sırmalar Siyah zülfü mah yüzünü tırmalar Zamanede tülek olmuş turnalar Dizilmiş katara çığ inen gider” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 587) 3. Oklu kirpinin dikenlerinden bir tanesi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Süt kazanlarının üzerlerini kapatmak için kamıştan yapılan örtü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çığ örgülü |
: |
Özel bir saç örgü türü. “Arılar da konmaz oldu pürene Şükür olsun bu sevdayı verene Sabahtan kalkıp da dostu görene Dostun saçı çığ örgülü tel olur” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 622) |
çığalanmak |
: |
Cilalanmak, parlamak. Öte döner hayallanır Beri döner çığalanır Yel estikçe tel tel olur Siyah zülfün burmaları Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.462 |
çığallanmak |
: |
Horoz kuyruğu gibi dikelmek, süslemek. “Öte döner hayallanır Beri döner çığallanır Yel estikçe tel tel olur Siyah zülfün burmaları” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
çığalar |
: |
Yüze dökülen saç telleri. “Bak ağzına tavus kuşu sevenir Yağma yağmur pörselenir çığalar” |
çığarlar düzmek |
: |
(Tavus kuşu) Tüylerini yelpaze gibi açmak. |
çığılamak |
: |
Çıkın yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çığıltı |
: |
Çağıldama sesi, çağıltı. “Sesi hemen hemen, hiç duyulmayan ırmaktan geniş bir çığıltı geliyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
çığım |
: |
Akraba. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çığır |
: |
1. Taşlı yol, patika. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) Çıktım yücesine ben de gezerken Yitirdim çığırı yoldan ayrıldım Oturdum da derdli derdli ağladım Alnı mor perçemli yârden ayrıldım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.487 2. Karlı yollar üzerinde insanların ve hayvanların gelip gitmeleri ile açılan dar yol. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Yürü bire Pınarbaşı’m Acep karın kalktı m’ola? Gözübüyük ablak sunam Çığırından saptı m’ola?” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
çığırdeşmek |
: |
İnatlaşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çığırgan |
: |
Pamuğu çekirdeğinden çıkaran el çıkrığı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çığırı yitirmek |
: |
Yolunu kaybetmek. |
çığırmak |
: |
Çağırmak, türkü çağırmak, seslenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden.Mr. Ada. Osm. İç.) “Çıkdım değirmen daşına Çığırdım Dudu guşuna Leyli çoban, garib oğlan” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
çığırtı |
: |
Çığlık. |
çığırtmak |
: |
Çağırtmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çığış |
: |
Harman savururken yabanın çıkardığı ses. |
çığıt |
: |
Çekirdek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
çığlık |
: |
İşlenmiş deriden yapılan bal torbası. |
çığlım |
: |
Çığlık, feryat. |
çığrak |
: |
Patika yol, küçük geçit. |
çığrık |
: |
1. Çıkrık. 2. Nida, ses. |
çığrıltı |
: |
Acı acı, ince ve keskin bağırma, çığlık. “Gün ışır ışımaz, köyden bu yana, Anavarza’ya, büklüğe doğru bir çığrıltı gelmeye başlamıştı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
çığrışmak |
: |
Çağrışmak, yüksek sesle bağrışmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Kadasın’ aldığım Murat Kepti eviyin direği Kapıya çıkak çığrışak Acır Allah’ın yüreği” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I)
Eğri Dağı'nın düzleri Çığrışıp öter kazları Köşe başında kızları Sana geldim Eğri Dağı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.419 |
çığsamak |
: |
Madeni eşyaların birbirine değmesinden çıkan ses. |
çığşamak |
: |
Gevşemek, birbirinden ayrılmak, eskimek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çığşar taşmaz, kaynar pişmez |
: |
İş üretmeyen, savsaklayan kimse. |
çığşırılmak |
: |
Yapılacak iş varken tembel tembel oturmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
çıhadmak |
: |
Çıkartmak. “Eşgi: de çog gözel çıhaddım. Beş kilou sumâ iki don satırı su goymam, bir buçug don satırı goyarım.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
çıhana:dar |
: |
Çıkıncaya kadar. |
çıhar |
: |
Dört rakamı. |
çıḫartmak |
: |
Çıkartmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
çıhık |
: |
Çıkmış. |
çıhın |
: |
Çıkın, küçük bohça. |
çıḫınlamak |
: |
Çıkın yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
çıhışın |
: |
Çıkınca. |
çıhmak |
: |
Çıkmak. “Yahu Hacı Bâ, şôramdan şu telis çıhtı; olur mu bêyle yav!? Deyince ondan daha beter hiddetlenen Hacı Bey, N’olucuydu ya? Ulan içtiğin yirmi beş guruşluk çorbadan kutnu kumaşı mı çıhıcıydı,ilâa? Diyerek bir de baskın çıkmış.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
çı:rmak |
: |
Çağırmak, seslenmek. “Çı’ırsam dilim dutmuyor Uzatsam golum yetmiyor Bebem güçcükden getdi Yanıma yalnız yatmıyor” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Sultan Ve Zeynep Kardeşlerin Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse Temiz (Patlakkızı)) |
çıkak |
: |
1. Suyun vb. çıktığı yer, kaynak. 2. Çıkalım. |
çıkardma |
: |
Balkon, sundurma. |
çıka:mak |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; çıkarmak. |
çıkarmak |
: |
Hasat yapmak anlamında kullanılır. “Çığşardan ağaç biçtiririr (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
çıkartma |
: |
Balkon. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
çıkdıyıdık |
: |
Çıkmış idik. |
çıke: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; çıkıyor. |
çıkı |
: |
Çıkın, bohça, beze sarılmış paket. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Yanındakilerin kendine baktığını görünce, suçlanır gibi oldu ama yan taraftaki çıkının içinden hemen biraz yufka çıkarıp hızmanlardan birine uzanıverdi.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007)
“Dünden bohçasını bozdum Çıkıda galık innesi Kavrulu kavrulu yanık Kalık kolunun kırması” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
çıkıcıyım |
: |
Çıkacağım. Yörede “-cağım,-ceğim”; “-cığım, -ciğim...” Şeklinde söylenmektedir. |
çıkıgcı |
: |
Sınıkçı. |
çıkılamak |
: |
Sarıp sarmalayıp düğümlemek, bohça yapmak, çıkın yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Oturup öteberileri mendile çıkıladı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
çıkılı |
: |
Bir çıkının içine konulmuş. “Emliğimin mor kakülü Altın küpede çıkılı Hüseyini demem amma Ahmet canımın vekili” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
çıkım |
: |
Tarlada çapalama ya da hasat işlerinde çalışan insanlara verilen sorumluluk alanları. |
çıkın |
: |
İçine öteberi konmak için uçları çaprazlama bağlanmış bez ya da mendil, küçük bohça, azık kabı. |
çıkıncı |
: |
Çıkınca. |
çıkınlamak |
: |
Çıkına koyup bağlamak. |
çıkınnamak |
: |
Çıkın yapmak. |
çıkınnılı |
: |
Çıkına sarılmış. |
çıkıntı |
: |
1. Sürü içinde işe yaramayan koyun, koç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Giyinik, kirli, temiz olmayan çamaşır. 3. Balkon, sundurma. |
çıkır çıkır< |