KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
la’l |
: |
Süs eşyası ve takı yapımında kullanılan kırmızı renkli taş. Düğmeler diktireyim lâ’l ü mercan Yârsız kalan dünya başıma zından Ben seni severim sıdk ile candan Sen beni sevmezsen söyle ar değil” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 477 |
la:b |
: |
Lakap. |
la:lek |
: |
Leylek. |
labada |
: |
Cübbe. |
la:ban |
: |
Lakap olarak. |
labar |
: |
1. Şişman. 2. Geniş. |
labıt, lapıt, labut |
: |
1. Öküzleri dürtmekte kullanılan üvendirenin ucundaki yassı demir. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Meseste toprak temizlemeye yarayan demir, üvendirenin ucundaki demir. “Koca Afan’ın deresi Ne çok çekiyor arası Labıtını uçça kaldır Emmioğlu kör olası” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
laçin |
: |
Şahin. |
lades oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. LADES OYUNU Kız ve erkekler arasındaki çocukların oynadığı iki kişilik bir oyundur. Lades için tavuk kemiği yerine bir çöp de kullanılabilir. İki taraftan biri eline kemiği veya çöpü alır, karşıyı oyuna davet eder. “Ladesim lades olsun mu?” diye sorar. Karşı taraf “Evet olsun” der ise kemiği veya çöpü kırar. Böylece oyun başlar. Oyunda amaç karşısındaki kişiye aklımda dedirtmeden her hangi bir şey vermektir. Bu yüzden, oyuncular birbirlerinin dalgın ve meşgul olduğu zamanları takip ederler. Lades yapanlardan biri, diğerine herhangi bir şey verdiğinde, alan kişi aklımda demezse, oyunu kaybetmiş olur ve önceden belirledikleri hediyeyi alır. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 219) |
lades gemi: |
: |
Tavukların göğsünde bulunan ve lades çekişilen Y şeklinde ince bir kemik. |
ladıf |
: |
Redif, seferberlikte kurulan askeri birlik ve bunun askeri. “Gam çekmem yarenler haydin gidelim Açılmış ladıfın alayı gayrı Sultan Murat emreylemiş gel deyi Bulunmaz bunun da kolayı gayri” (Celil Çınkır, Andırın Sözlü Kültür Varlıkları Envanter Çalışmaları - I, “Beşbucaklı Aşık Halil”.) |
ladır |
: |
İkinci askerlik, seferberlik askerliği. |
laf |
: |
Söz. “Lafı ağzında, kuyruğu omuzunda.” |
laf annatmak |
: |
Söz geçirmek. ”Saŋa laf annatmak, deviye hendek atlatmaktan zorumuş.” |
laf çakılıyı batırır |
: |
Üretmeyen insan ne kadar zengin olursa olsun sonunda batar, iflas eder. |
laf ebesi |
: |
Hazırcevap. |
lafa gitmek |
: |
Söyleşmeye, sohbet etmeye gitmek. |
lafçı |
: |
Kendini övmeyi seven, çok konuşan, laf getirip götüren. |
lafdan laf çıharmag |
: |
Konuşulandan daha başka anlamlar çıkarmak. |
lafı ağzında |
: |
Kalbi temiz. |
lafıŋ belini kırmak |
: |
Çok keyifli bir sohbette bulunmak. |
lafıŋ dişisi |
: |
Sözün hoşa gideni. “Lafın dişisini verecên.” |
lafıŋ eyasına eyasına vurmak |
: |
Sargın bir sohbete dalmak, sohbeti koyulaştırmak. |
lafıŋ eyâsına basmak |
: |
Sohbeti koyulaştırmak. “Dün gece lafın eyâsına bastık.” |
laflamak |
: |
Karşılıklı konuşmak, sohbet etmek. |
laflaşmak |
: |
Sohbet etmek, konuşmak. |
la:m |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; lağım. |
lağam |
: |
Delik, yarık, dişlerle yüz veya çene arasındaki boşluk. Yok mu dişinin çürüğü Lağama almış eriği Gatdaşlı Halil İbrahim Baştan çıkarmış sarığı Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.123. |
lağara kurmak |
: |
Bağırmak, çağırmak. |
laglahı |
: |
Boş söz. |
lâhat |
: |
Pamuk atmaya yarayan yaydaki kirişin hareketini sağlayan, iki yandaki yuvarlak parçalar. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
lahırtı |
: |
Sohbet. |
Lahur şal |
: |
Pakistan’ın Lahor şehrinde dokunan bir şal türü. “Bellerde gördüm Lahur şalını Yanakları gülden almış alını Al sıktırma kavuşturmuş belini Güzelleri bildim bunlar sultandır” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 600 |
Lahurî |
: |
Pakistan’ın Lahor şehrinde dokunan bir şal türü. “Beş yüz atım olsa Lahurî şallı Gümüşten reşmeli kadife çullu Mevlâ’m bana verse bir dudu dilli Sarmaya bir ince bel ver sen bana” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 393 |
lak |
: |
Erkek deve. |
laklakı çalmak |
: |
Boş yere laf etmek, vakit geçirmek. |
lâl |
: |
Dilsiz. “Bir kız ile bir gelinin ahdı var Gelin der ki geydiğimiz al olur Ala göze siyah sürme çekince Gören âşık dîvân’olur lâl olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
lale |
: |
Gelincik çiçeği. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
lalibali |
: |
Laubali. |
la:ma:cın |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; lahmacun. |
lan |
: |
Hafif yollu kızma içeren ve genellikle erkekler tarafından birbirine yapılan bir hitap şekli, ulan. |
laŋ döğmek |
: |
Sağda solda boş boş ve amaçsızca ağzını ayırarak gezmek. |
la:na |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; lahana. |
laŋlaŋ etmek |
: |
İleri geri konuşmak. |
laŋgır luŋgur |
: |
Tantanalı, gürültülü. |
laŋgir liŋgir |
: |
Hareketleri tutarlı olmayan, dengesiz. |
lapak lapak |
: |
1. Pıhtı pıhtı. (Kan için. )(TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) 2. Lapa lapa. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Ben kapıya çıktıyıdım Kar yağıyor lapak lapak Dönem ölsün dediyidim Gabil oldu benim dilek” (Nakleden: Ayşe (Eşe) Yılmazcan, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
lapıçlı |
: |
Paldır küldür yürüyen, kaba. |
lapır |
: |
Rapor. |
lapırdlı |
: |
Raporlu. |
lapinciri |
: |
Dikenli incir, hint inciri. |
larkadak |
: |
Bir şeyin yuvaya girme sesi. |
larpada |
: |
Aniden, birdenbire. |
lasdik |
: |
Sapan taşı atmaya yarayan alet. |
lata |
: |
Bir çeşit pardesü. |
latife |
: |
Şaka. |
lavgar |
: |
Çok konuşan, konuşa konuşa usandıran. |
lavgat |
: |
Alay. |
lavgat etmek |
: |
Alaya almak. |
lavgıya almak |
: |
Alaya almak, küçümseyerek takılmak. |
lavğar |
: |
Geveze, boşboğaz, palavracı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
lavlavı |
: |
Boşboğaz, ağız kalabalığı yapan. |
lavmlı lavmlı |
: |
Nemli nemli. “Al’it gelir nenni nenni , Ürerken de lavmlı lavmlı, Al’it gelir gannı gannı, Pek yanarım al’it sana” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Ala İt’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Güllü Gülmez) |
laylon |
: |
1. Römork. 2. Naylon, plastik. “O zamanlar kim laylon bebek görse şaşırır, hele taşradaki akrabalardan, evdeki kızlardan birine gözleri hareket eden bir hediye bebek gelse, bırakın o çocuğu, evdeki büyükler bile ertesi günü, hayretten açılmış gözlerle konuğuna komşusuna anlatmakla bitiremezdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
lazımlık, la:zımlıg |
: |
Çocuklar için oturak. Küçük çocukların kakalarını yapmaları için eskiden kullanılan, tenekeden ya da bakırdan yapılan malzeme. Günümüzde bunların plastikleri yapılmaktadır. |
leb |
: |
Dudak. “Ak imiş gerdanın beyazdır kardan Alnın gevherdenmiş cemalın nûrdan Dişin sedefdenmiş dudağın dürden Lebin kaymak çalar balın üstüne” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 412 |
lebedir |
: |
Saklama. |
leçe |
: |
Taşlı tarla, taşlık alan, süngerimsi taş ve bu taşların çok bulunduğu yer. “Leçenin bucağında Od olur ocağında Allah canımı alsın O yarin kucağında” (Veli Aba, Seyfi Metin, Ö. Tuğrul Kara, Osmaniye Manileri, Adana 2011) |
leçeh |
: |
Üç köşeli kadın başörtüsü. |
leçek |
: |
Kadın başörtüsü, şeş, eşarp. |
leçelik |
: |
Volkanik taşlı arazi. |
lefir |
: |
Lahurî’den bozma bir şal türü. Acep şu dünyada ne kadar mal var Düşünme Mevlâ’ya, Allah’a yalvar Bir altun saatle bir çuha şalvar Bir dahi Lefir’den şal ister gönül” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 482 |
left ağacı |
: |
Ölünün gömülmesi sırasında başı üstüne konulan tahta.Mezarda kullanılan ahşap destek. Sapıtma ağacı da denir. |
leğençe |
: |
Tenekeden yapılan, içinde çamaşır yıkanan kap. “Yayla malzemelerinin başında gelir leğençe.” |
leh |
: |
Olmaz. |
lehen |
: |
Leğen. “İki lehen pilaf bir yannık ayran İster yağlı olsun isterse yavan Yanına kesiyon beş kilo sovan Yeyon yeyon doyamayon toktur be” (Aşık Karamehmet, Kaynak: Erdoğan Aslıyüce, Çukurovanın Yıldızı Ceyhan, Adana 2008) |
lek |
: |
Çeltik ekmek için bel küreği ile iş yapma tava açma işi. |
lekelik |
: |
1. Namussuzluk, alçaklık, edepsizlik. 2. Yanlış iş, doğru olmayan. “Be çağlayıp akan ırmak Vaktlı vaktsız akmak olmaz Lekeliktir be gaziler El üstüne düşmek olmaz” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 646 |
le:lek |
: |
Leylek. |
lem |
: |
Nem. |
lemerme |
: |
Nemlenme. |
lemermek |
: |
Nemlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
leŋger |
: |
1. Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Yayvan, derinliği az, içine susuz yemeklerin konduğu kaptır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) 2. Büyük leğen. “Lenger attım Ceyhan’a Akar fırlanı fırlanı Batkın ocak su istemez Batar körleni körleni” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
lep |
: |
Aniden. |
lepbasan |
: |
Dengesiz, sarsak yürüyüşlü kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
lepe |
: |
1. Meyhane pilavı. 2. Lapa, bulgur veya pirinçten yapılan az sulu yemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Gatıklı lepeye tahta gaşığı daldırmaya başladığı zaman kafasının garışıklığı bitmemişti ama biraz hafifler gibi olmuştu” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
lepeci |
: |
Bir işi yapamayan, kuvvetsiz. |
lepeç |
: |
Eziklik. |
lepiç gibi |
: |
Sırılsıklam. |
lepir lepir |
: |
Parça parça. “Cigerin ağzından lepir lepir gele.” |
lepirt |
: |
Hemen, derhal, göz açıp kapayıncaya kadar. |
lepiska |
: |
Sarı ve yumuşak saç. |
lerdivan |
: |
Merdiven. |
leş |
: |
Su veren toprak. |
leşker |
: |
Askerler. “Acem şahı bize nâme gönderdi Gam leşkerin üstümüze dönderdi Zalım felek bizi yaktı yandırdı Savurdu havaya küllerimizi” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 434 |
leşter |
: |
Neşter. |
levin |
: |
Renk, boya. “İndim seyran ettim Frengistanı İlleri var bizim ile benzemez Levin tutmuş gonceleri açılmış Gülleri var bizim güle benzemez” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
leylâ |
: |
Saçı siyah renkli olan güzel. “Sabahtan uğradım ben bir geline Dedim aslın faslın nereli gelin Dedim şu leylânın ismin bileyim Dediler bu köylü buralı gelin” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 546 |
leylabı, leyla:bı |
: |
Eflatun rengi, leylak rengi. “Su vurullar yudurullar Durur mu şehidin ganı Gül yaprâ leylab dalı Yarimine bana benzer” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüseyin Ağa’nın Ağıdı (Halbur Ağıdı), Kaynak Kişi: Adil Gök) |
leylap |
: |
Leylak. “Kalburun akaba yanı Akıp gider şehit kanı Yarim ile bana benzer Gül yaprağı leylap dalı” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
leyli |
: |
Lale. |
leylim |
: |
Limon, tatlı limon. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
leylim duzu |
: |
Limon tuzu. |
leylimata |
: |
Limonata. |
leylime verip sıkmak |
: |
Bir kimseye aşırı derecede baskı yapmak, canını yakmak. |
leymun |
: |
Limon. |
lezzet |
: |
Ağızda duyulan his, tat. Söyledikçe lezzet verir sözünde Rûz u şeb hayali iki gözümde Hûda emri ile o mâh yüzünde Ak güller açılır güldüğü zaman Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.523 |
lığlak |
: |
Aşağı doğru meyilli, eğimli akış. |
lığlamak, lılamak |
: |
Yerden yavaşça yuvarlamak demektir. Lığlık da aşağı doğru meyilli demektir. Lığlaklamak yerine lığlıklamak şeklinde de söylenir. |
lığlık, lı:lıg |
: |
Aşağı doğru meyilli. |
lığlıklamak, lı:lıklamag |
: |
Yerden yavaşça yuvarlamak. |
lık lık gülmek |
: |
Süratle gülmek ve alay etmek. |
lık lık köfte |
: |
Tarhana içinde haşlanan içli köfte. Tarhanayla birlikte yenilir. İçli köfte malzemeleriyle yapılır. Normal içli köfteye nazaran daha küçüktür. |
liba |
: |
Bir giysi türü. |
libade |
: |
Kısa hırka. |
libainan |
: |
Elbiseyle. “Ne yatıyon abainan Üsdünü ördüm libainan Şimdi emmin dayın gelir Bir belicik abainan” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Göğüs) |
libas |
: |
Elbise, kıyafet, giyecek. “Açıldı dehanım söyler zebanlar Sana muhtaç bunca şâhlar gedâlar Al yeşil hırkalar türlü libaslar Böylece münâsib geymek isterim” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 501 |
libayınan |
: |
Liba ile, elbiseyle. “Ne yatıyon abayınan? Üsdün örtdüm libayınan Ben de sana düyün gurdum Bir belicek obayınan” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hasan Benli’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Rabia Duman) |
libiyanan |
: |
Elbise ile. |
lifir |
: |
Zurna. |
lik liki |
: |
1. Hızlı giden, hızlı. 2. Atın yavaş koşması. |
lika |
: |
Çehre, yüz, güzel yüz. |
liklemek, liglemeg |
: |
Eşek ya da atın normal yürümesiyle rahvan arası gidişi. Biniciyi çok rahatsız eder. |
lilliş |
: |
Topaç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
lilloş |
: |
Aşırı derecede sarhoş, körkütük sarhaş. |
lingir lingir |
: |
Fıkır fıkır, oynak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
lingirdemek |
: |
1. Arabanın üstünde sallanarak gitmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Şımarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
lip lip etmek |
: |
Yanıp yanıp sönmek. |
lipelip |
: |
Lebaleb, ağzına kadar dolu. “Öndüç mü veriyon. Lipelip doldurmuşsun bardağı.” |
lire |
: |
Lira. “Sêmen geldi gol gol gezer Üç ketip cehezini yazar Beş lirelik telden izar Soykalar galdı Hacca’dan” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kına Gecesi Ölen Hacca Kız’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürside Karpuz - Döndü Parmaksız) |
lirpede |
: |
Birdenbire, aniden. “Zabaha garşı uyandım. Zaten hep namaza galkdı:mızdan, vahtı geldi:nde, gözümüz lirpeden açılır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
lirpeden |
: |
Birden aydınlanmak. |
lisan |
: |
Dil. Bir çift bülbül geldi kondu çimene Başı yeşil ayakları kırmızı Bal akıyor lisanından lebinden Al yanaklar alma gibi kırmızı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.434 |
litire |
: |
Asker matarası. |
livan |
: |
Salon. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
liver |
: |
Tabanca. “Eş miyidi eş miyidi Gelen atlı beş miyidi Niye çekip de vurmadın Çifte liver boş muyudu” (Emir Kalkan, Kayseri ve Yöresi Ağıtları, S. 179) |
livrik |
: |
Dağın tepesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
lo: |
: |
1. Tarlalarda harman yerlerini berkitmek için gezdirilen taş silindir. 2. Toprak damların toprağını pekiştirmek için kullanılan silindir şeklindeki taş. |
lobat |
: |
Nöbet |
lobatçı |
: |
Özellikte değirmende un, bulgur ya da yarma çektirmek için sıra bekleyen kimseler. “Arada bir, askerden yeni gelmiş olanlardan nöbetçi diye söyleyenler olsa da çoklukla löbetçi ya da lobatçı demek daha kolaylarına geliyordu. Değirmende lobatçılar arasında zaman zaman kavgaya varan sürtüşmelerin olduğu da bilinen olaylardandı.” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
lobut |
: |
Meseste toprak temizlemeye yarayan demir, üvendirenin ucundaki demir. |
lobutu şişirmek |
: |
Küsüp bir köşeye çekilerek hiç konuşmamak, somurtmak. |
lodul |
: |
Kışın toprak evlerde odalara su sızmasın diyedam başındaki kar boşaltıldıktan sonra toprağı sıkıştırmak için kullanılan yuvarlak ağaç gövdesi. |
loğ |
: |
Toprak damların toprağını pekiştirmek için kullanılan silindir şeklindeki taş. |
loğ daşî’mı |
: |
Şişman kimseler için kullanılır. “Loğ daşî’mı.” |
lo:dun |
: |
Loğu çekmeye yarayan demirden veya ağaçtan yapılan çekecek. |
loğlamak |
: |
1. Loğ ile damı ya da harman yerinidüzeltmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Loğ ile toprağı pekiştirmek. |
lôğlamak |
: |
Loğlamak. |
loğlaz |
: |
Taze ya da kuru fasulye, börülce. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm.) |
lohanta |
: |
Lokanta. “Bizzad babam varıg lohantie.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
Lokman |
: |
Lokman Hekim, yaşadığına inanılan efsanevi hekim. Bir gün değil beş gün değil yüz gündür Deste zülüf al yanağa düzgündür Melhem almaz yaralarım azgındır Derdimin Lokman'ı gel yavaş yavaş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.631 |
lolamak |
: |
Loğ çekmek. |
lolaz |
: |
Barbunya, börülce, acebek. |
lomburlos |
: |
Kaba saba. |
lomcu |
: |
Palavracı. |
longur |
: |
Biçimsiz iri yapılı şey ya da kimse. |
loŋgurdak |
: |
Hayvanlara takılan büyük çan. |
lop güvercini |
: |
Av hayvanlarındandır. |
lop lop |
: |
Yiyip içmeyi bildiren, kısmen de hakaret içeren durum zarfı. |
lor |
: |
1. Kaymağı alınmış sütten yapılan yağsız peynir. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) 2. Yağlı çökelek. |
lorke |
: |
1. Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. 2. Bir çocuk oyunu. “Ebenin koruduğu dana isimli yuvarlak taşı yerinden oynatmak için oyuncular bir çizginin gerisinde durarak yassı taşlarını sırasıyla danaya atarlar. Dana yerindeyken ebe taşlarını almak için çizgiyi geçen oyuncuları yakalamaya çalışır.” |
Lorşun |
: |
Bir belde, Afşin’de bir belde. “Bire Memicioğlu’m unutma bunu Lorşun benim derdin hanı ya Hunu Unuttun mu guzum geçen günleri Yalman kalpak geyer idi beyleri” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
loru |
: |
1. Bir kuş çeşidi. 2. Şişkin, yumuşak, omurgasız. |
loş |
: |
1. Tarhananın henüz serilmeden önceki koyu hȃli. 2. Yahni veya kuru fasulye ile pilav karışımı olan düğün yemeği. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
lov |
: |
Toprak damların akmasını önlemek için sıkıştırmak amacıyladamda gezdirilen silindirik bir taş. |
lovlaz |
: |
Börülce. |
lö:n |
: |
Sönmüş kirece pamuk ve zeytinyağı konarak hazırlanan harç. Bu karışım sızdırmazlık gereken yerlerde kullanılmaktadır. |
löbet |
: |
Nöbet, sıra. “Adana’dan getirmişler Yüzüngoyun yatırmışlar Emmileri dayıları Löbet löbet götürmüşler” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
löbetçi |
: |
Nöbetçi. “Arada bir, askerden yeni gelmiş olanlardan nöbetçi diye söyleyenler olsa da çoklukla löbetçi ya da lobatçı demek daha kolaylarına geliyordu. Değirmende lobatçılar arasında zaman zaman kavgaya varan sürtüşmelerin olduğu da bilinen olaylardandı.” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
löbetleşe |
: |
Nöbetleşe, sırayla. “Eşli yağmur geliyor!... Şo yüzde, bir mağara varıdı!... Yağmura dutulmadan yetişek!... Çuvalı Hasan’ınan Sülemen löbetleşe daşısın.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
löddük |
: |
Adı sanı unutulmaya yüz tutmuş çocuk oyunlarımızdan bir tanesi. |
lödük dikmek |
: |
İşaret koymaktan çok başarmak anlamında kullanılır. “Herif taşı dikti.” |
lögge |
: |
Sardunya. |
löğün |
: |
Sönmüş kirece pamuk ve zeytinyağı ilave ederek hazırlanan karışım. “Löğün yapımında yukarıda belirtilen üç madde karıştırılarak tokmaklarla dövülerek macun şekline getirilir. Löğün esnek kıvamlı bir madde olduğu için sızıntı yapan yerlerde sızıntıyı önlemek için kullanılırdı.” |
lök |
: |
1. Erkek deve. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Yekin gara löküm yekin Dal geldi beşiği sakın Gozanlı’dan bura yakın Ora gonak ağ bebeğim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Büyük salyangoz. 3. Altı yaşındaki deveye verilen ad. 4. Deve. “Deve Yükü (Prof. Dr. Erman Artun, Adana Karatepeli Fıkraları) |
lök gimi |
: |
Yerinden kımıldamadan. “Sabahtan âşamadar lök gimi oturmaktan osanmıyor.” |
lök lök |
: |
1.kabalık bildiren, kızma ve hakaret içeren durum zarfı. 2. Büyük büyük, iri iri. |
lök ötüşü |
: |
Altı yaşındaki devenin ses çıkarıp, bağırması. |
löküdü löküdü gelmek |
: |
Yaşlı bir kimsenin istemeyerek gelmesi. “Löküdü löküdü geldi.” |
löküm |
: |
Tek hörgüçlü deve. |
löküs |
: |
1. Aydınlatma cihazı, lüks. 2. Çağdaş, fiyakalı, lüks. |
löküşlü |
: |
Rüküşi acayip tavırlı. |
löküz |
: |
Lüks, aydınlatma için kullanılan bir tür lamba. “Evine de vali iner Odada löküzü yanar Şimden sonra yaksan dezzem Seni de âlemler gınar” (Mehmet Temiz Yüksek Lisans Tezi Andırın Ağıtları, Zilfaroğlu İsmail Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Sariye Gök) |
löle |
: |
Lüle, suyun aktığı oluk. |
löllüş |
: |
Acayip adam. |
lölük |
: |
Sade hamurdan yapılan ve sobada pişirilen kete türü börek. |
lömbürdek |
: |
Büyük çan. |