KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
fabırga |
: |
Fabrika. |
fabriha |
: |
Fabrika. |
Fadıma |
: |
Fatma. “Derelerde olur çınar Yel eser yaprağı döner Derdinden de oldum fener Tütünüm çıkmaz Fadima’m” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İftira Yüzünden Asılan Fatma’nın Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Mehmet Hayta) |
fağat |
: |
Fakat. |
fahare |
: |
Fakir. “O bir sahen tene verirdi faharie, o ohi:cie.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
fahare gastesi |
: |
Fukara gazetesi. “Boş adamların laf götürüp getirmesine Maraş’lı fahare gastesi der. Haksız da değiller yani” |
fahı |
: |
Hoca, köy hocası. |
fahır |
: |
Fakir. “Fahırca rahmedlig. Galbi darca.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
fak |
: |
Fare ve kimi hayvanları, özellikle av hayvanlarını ele geçirmek için kullanılan, birkaç türü bulunan, hayvanın ayağının dokunmasıyla işleyen tuzak, kapan. “Öyle yanındaki adamı vurdurur mu? İşin ucunu, ortasını bilir O… Sen heç gaygılanma… Baban, faka basmaz öyle.dedi.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007)
“Karac’oğlan der ki olalım Hâk’la Felek avlar bizi bir gün o fakla Benim de bir davam var ol felekle Bir gün olur davamızı aralar” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 577 |
faka bastırmak |
: |
Tuzağa düşürmek. |
fakı |
: |
1. Tuzak kuran kimse. 2. Fıkıh bilgini, hoca, fahri köy hocası. “Çok söyletmen benim gibi melülü Şefaat eylesin Hakk’ın delili O senin bildiğin Aşık Halil’i Şimdi görsen okumadan fak(ı) olduk” (Kaynak şahıs: Celil Çınkır, Andırınlı Aşık Halil)
“Ali fakıya yazdırdık, daha beter azdırdık.” (Kadirli deyimi)
Sabahtan sabaha fakılar okur Goncalar açılmış bülbüller şakır İbrişim atmalı havlular dokur Eymirli'den bir kız geldi pınara Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.396 |
fakı ufağı |
: |
Peynir, soğan, biber, vs.nin yufka ekmek kırıntısıyla yoğrulup çiğ köfte gibi sıkılarak yapılan bir tür yiyecek. |
fakirhâne |
: |
Bizim ev. “Dilber kalk gidelim fakirhaneye İtiraz eyleme gel yavaş yavaş Didemden akıttım kan ile yaşı Zülüfün eylesin tel yavaş yavaş” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 631 |
fal atmak |
: |
Fala bakmak. Yine esti muhabbetin yelleri Attım hoş geliyor falı yavrunun Vardı sana uğradı mı yolları Parlayıp gidiyor eli yavrunun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.563 |
faldır, faldırdak |
: |
1. Kaba, beceriksiz. 2. Dolaşık. |
falik |
: |
terbiyesiz kız çocuğu. |
fallik |
: |
1. Kırıtarak yürüyen küçük kız çocukları için de sevgi ifadesiyle kullanılır. 2. Arsız, konuşkan, cilveli yetişkin kız çocuğu, kendini erkeklere veren kadın, orospu kadın, sürtük. “Senin gibi bir orospu bacısı olursa bir adamın, orospu da der fallik de der.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
fan |
: |
Asılsız haber. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fan fan ulumak |
: |
Issızlık. |
fanaz |
: |
1. Çıra alevi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Abartılmış yalan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fanılamak |
: |
1. Kulak çınlaması. 2. Bir tarafı kapalı borunun içine giren havanın çıkardığı ses. |
fani |
: |
Sonlu. Karac’oğlan dünya fâni Veren Allah alır canı Dilberim sevmezse beni Ben anı sevdiğim yeter Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.593 |
fanilie |
: |
Fanila. |
fanliye |
: |
Kazak. |
fanti |
: |
İskambilde Vale. |
far |
: |
Kekliğin boğazındaki kırmızı halka. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fara |
: |
Fare. “Gece yatarken, gız yünsüğü gâvurun ağzına verip yatıyor. Yünsük gayıpolur diye gorkuyorlar. Bunu, fara görüyor.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
faran faran |
: |
Aralıklı, ara sıra. |
farç etmek |
: |
Rezil etmek. |
farç olmak |
: |
Rezil olmak. |
farçık |
: |
Döküntülü ve darmadağınık bir şekilde duran eşyalar için kullanılır. |
farçıklı |
: |
Ev eşyalarını döküntülü ve darmadağınık bir şekilde koyan kimseler. |
farçını çıkarmak |
: |
Rezil etmek, malamatını çıkarmak. |
farda |
: |
Ufak kilim, küçük sergi, seccade. “Kilimimin adı farda Ellerim üşürdü karda” (Belgin Elgün, Adana-Ceyhan Avşar…, S. 85) |
fardan |
: |
Yün ipten yapılan dokuma. |
farfarı |
: |
1. Tutarsız, ciddiyetsiz, hafifmeşrep. 2. Telaşlı, canı tez, acele eden. |
farı |
: |
Vaz gel, uzak dur. “Derdiçoğum etme zârı Nedicin ikrarsız yâri Yok imiş namusu, arı Almam, benden farı gelin” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 171 |
farımak |
: |
1. Serinlemek, yangını gitmek. “Belin de garı erisin Seymen orıya yörüsün Düğün gurmuş Ahmet gardaş Benim de göğnüm farısın” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
“Farısın da Hüseyin’im farısın Seni meth etmeyen diller çürüsün Gökte melek cennetteki hürüsün Arasam bulamam kız senin eşin” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Aşık Hüseyin)
2. Yanmak, uzaklaşmak, ıramak, yok olmak. Gönül farımadı güzel sevmeden Ak göğsün bendi de gümüş düğmeden Sarılalım anan atan duymadan Tenhâda şeftali verdi bir gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.551 3. Vaz geçmek. Fariğ olmaktan bozulmuş olmalı. “İkimiz de okuyalım yazalım Yükümüzü tenhalara çezelim Bu yıllık ta melil mahzun gezelim Ara yerde engeller de farıya” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) 4. Yaşlanmak, kocamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) “Farımaz da deli gönlüm farımaz Akar gözlerimin yaşı kurumaz Şimden geri benim hükmüm yörümez Azil oldum güzellere beğ iken” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 5. Yıpranmak, eskimek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 6. Yorulmak, yorgunluktan halsiz düşmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 7. Bıkmak, usanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
farıtmak |
: |
Vazgeçirmek, soğutmak. Sensin gönül şu dünyadan farıdan Ah çekiben yüreğimi eriden Cansız duvarlara binip yörüden Hünkâr Hacı Bektaş Pîr'den gelirim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.503 |
farız |
: |
Becerikli, gözü açık, mahir, kurnaz, dalgacı. “Bereket var toprağında taşında Kırık kırık eser yelin Binboğa Seyfilerin döner yanı başında Farız avcı ister yerin Binboğa” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, II. Baskı, 1984) |
farızlık |
: |
Bir çok sözde nedenlerle herhangi bir şeyden kaçınmak, yedi dereden su getirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
farızatlı |
: |
Usta, kurnaz, talimli. “Mürsel der; erlerim hep farızatlı Elbistan çakmaklı, firenk barutlu Üst geldi Tecirli ile Ceritli Kara çadırları yıkmam var, dedi” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ., İstanbul, 1984) |
farimek |
: |
1.Aşınmak, işe yaramaz hale gelmek, gönlügeçmek, farımak. 2. (Yürek)Yangını gitmek. “Dağın garı erimeden Göçün önü yörümeden Guzum senin anan m’ölük? Cehal gönün farimedi” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Güllü Bibi’nin Kızına Ağıtı, Derleyen: Bünyamin Gönen) 3. Dinlenmek, dinçleşmek. 4. uzaklaşmak. “Gönül aşka düştü senden farimez Allah’ın seversen kız babam deme Güzel olan böyle gamlı yürümez Gül açıl karşımda, gez babam deme” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 30 |
farlamak |
: |
(Ateş) Birdenbire alevlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
farramak |
: |
Uçmak, kalkmak. |
farraş |
: |
Tahtacılarda, meydanı süpürmekle görevli hizmet sahibi. |
farsak |
: |
Kirli, pis, bulaşık. |
farsız |
: |
Ahlaksız, dengesiz. |
fartıldamak |
: |
Şiddetli rüzgârla ses çıkarmak. |
fartıltı |
: |
Rüzgârın çarptığı naylon örtü vb. çıkardığı ses. |
farz |
: |
Yapılması şart olan iş. Karac’oğlan der ki derdlerim azdır Güzeli öğmesi boynuma farzdır Kara kaş altunda sürmeli gözdür Âşığın bahşişin vermeli gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.546 |
fasadana inmek |
: |
Öfkesi geçmek. |
fasalak |
: |
Çocukluk ile delikanlılık arası durum. |
fasarı |
: |
Boş iş, fasarya. |
fasari |
: |
Boş iş. |
fasıl |
: |
1. Hayvan yemi, çavdar. 2. Hasat sırasında buğdaya sıkça karışan bir cins ot tohumu. 3. Ara, fasıla. “Ömürler içinde sevmemek nasıl Olmaz böyle fikir yayma dediler Sevgilin rabbinse hiç verme fasıl Sakın bu fikirden cayma dediler” (Kahramanmaraş’ın Medarı İftiharlarından rahmetli Mehmet Ciğer. Ruhu şad olsun) |
fasılie |
: |
fasulye. |
fasile, fasille |
: |
Fasulye. “Günde iki çuval unum gediyo Avradım her sabah ekmek ediyo Bir ğazan fasile gönül ye diyo Artırmaya ğıyamayon toktur be” (Aşık Karamehmet, Kaynak: Erdoğan Aslıyüce, Çukurovanın Yıldızı Ceyhan, Ekrem Matbaası, Adana 2008, S. 459) |
fasilye |
: |
Fasulye. “Fasilye, ed de gedi: ya, fasilye sulusu, ondan sôna burgur pilovu, fasilye sulusi:nen.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
faslak |
: |
Çok şişman ve kızıl renkli kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
faş olmak |
: |
Meydana çıkmak, yayılmak, ifşa olmak. “Sırrım aleme faş olsun Bağrımda biten taş olsun Gözlerim kanlı yaş olsun Ölünce sevmezsem seni” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 460 |
faşalakçı |
: |
Önemsiz bir nedenle bağırıp çağıran, yaygaracı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
faşık |
: |
Zehirli, sokan, boz yılan. |
faşkırık, faşgırık, faşık |
: |
Engerek yılanı. |
Fatme |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Fatma. |
favlak |
: |
Yeşil kabuklu ceviz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
fazalı |
: |
Rezil, utanmaz. |
fedik |
: |
Haşlanmış mısır ya da buğday, buğday ve nohutun haşlanmasıyla yapılan üzerine ceviz içi konulduktan sonra yenen bir tür çerez. Bebeklerin ilk dişini çıkardığı zaman özellikle yapılır ve adına diş hediği denir. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
fehimsiz |
: |
Beşiriksiz, elinden iş gelmeyen, usturupsuz. “Nerde fehimsiz var beni buluyor.” |
fel |
: |
Tuzak, hile. |
fel fel |
: |
Tir tir. |
fel fel etmek |
: |
Titreyerek ya da sallanarakyürümek. |
felan |
: |
Ürünü kaldırılmış tarla, tarlanın tohum ekilmeden önce sürülmesi. |
felan fısdık |
: |
Buna benzer. |
feldirdeme |
: |
(El, ayak, vücut vb.) Titreme, ayakta durmakta zorlanma. “Adamın…bacaklarının feldirdemesi durmuştu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
feldirdemek |
: |
(El, ayak, vücut vb.) Titremek, ayakta durmakta zorlanmak. “Salih onu görünce toparlandı ya, ne kadar toparlanabilecek, bacakları feldirdeyerek, duvara tutunarak ayağa kalktı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
feldiremek |
: |
(Organ için) Titremek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fele:n |
: |
Feleğin. |
felek demiri |
: |
Kalın, beton demiri. |
felefesden |
: |
Kıymetsiz, işe yaramaz. |
feleğin yayı |
: |
Dünyanın işleri, insanın sıkıntıları. “Ağırdır kalkmıyor yükümün tayı Demirdir çekilmez feleğin yayı Aradım cihânı nazlı yar deyi El içinde olan sözden usandım” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 487 |
felek |
: |
1. Talih, baht, şans. “Şu yalan dünyaya geldim geleli Şakıyıp gülmedim hey zalım felek Her ne tuttum ise aldın elimden Nice bir divâne dolanam felek” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 471 2. Gökyüzü. “Bedirlendin doğdun yüce felekten Cemalin seçilmez hörü melekten Meles gömleğini attın bilekten Güneş gibi parlar kolun sevdiğim” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 494 |
felek |
: |
Kader, talih. “Yoruldum yola oturdum Felek vurdu ben götürdüm Eller de köye gidiyor Kınalı goçu yitirdim” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Doğan’ın Ağıdı, Derleyen: Mehmet Kılınç, Kaynak Kişi: Doğan Özberk) |
felek demiri |
: |
Kaldıraç. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
felek eşşe:ne çüş dedi |
: |
Eski gücünü, kuvvetini, güzelliğini kaybetmek, yaşlanmak. “Felek eşşe:ne çüş demiş.” |
felek Mustafa’ya yar olmamak |
: |
“Şansı kötü gitmek” anlamında şaka yollu söylemek. “Felek Mustafa’ya yar olmadı, sana mı yar olacak.” |
feleksiz |
: |
Hafif bir küfür sözü. “Feleksiz.” |
fele:n |
: |
Feleğin. “Felek bana vurdu daşı Zeher etdi ekmek aşı Gulu buna gayıl olmaz N’ideyim felên işi?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Fatma Temiz’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Koca Tahir Mustafa Temiz) |
felenk |
: |
Kaldıraç. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
felenk demiri |
: |
Sera çukuru açmakta kullanılan keskin bir alet. |
felesbit |
: |
Bisiklet, velesbit. |
felfel |
: |
Tir tir. |
felfellemek |
: |
1. Titremek (organ)(TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Topaç vb. şeylerin hızla dönerken durmasına yakın yalpalayarak dönmesi, sendelemek. “Topaç yaklaşık bir dakika uğunduktan kelli felfellemeye başladı.” |
felfit |
: |
Narin, çok nazik, dokununca kırılacakmış gibi. |
felhan |
: |
1. Ürünü kaldırılmış tarla. 2. Tarlanın tohum ekilmeden önce sürülmesi. 3. Pamuk, küncü, karpuz yeri bozması. |
felkan |
: |
Tarlanın ekime hazır durumu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
felkimek |
: |
Salanmak, düşe yazmak. |
fellah |
: |
Arap. |
fellah yemez |
: |
Bir nar cinsi. |
fellik fellik |
: |
Didik didik. “Her tarafı fellik fellik aradılar ama dişe dokunur hiçbir şey bulamadılar.” |
fellik fellik aramak |
: |
Köşe bucak aramak. “Fellik fellik seni aradı gözlerim, kıvrım kıvrım yayla yollarında.” |
fen |
: |
Teknoloji. |
fend(t) |
: |
Hile, düzen. “Ta ezelden ezel böyle Bozuk Osmanlı’nın fendi Eğer buna kim derlerse Azizli Mehmet Efendi” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I))
“Her takanak bir fend, ne takanak tükenir ne fend.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz.
Karac’oğlan gel kendine Aldanma dilber fendine Astı zülfünün bendine Ne kaçıp kurtulabildim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.494 |
fene:ydi |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; fenaydı. |
fengedek |
: |
Çok çabuk. |
feni fetter etmek |
: |
Alt üst etmek. |
fenigmek, fenikmek |
: |
1. Bunalmak, yarı baygınlık geçirmek, sıkıntı basmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Çaptan düşmek, açlıktan takatı kesilmek. 3. Kafanın karışması, zihin yorgunluğu nedeniye düşünemez olmak. |
fennus |
: |
Fanüs, gemici feneri. |
fer |
: |
Etki, tesir, ışık, belirti, renk. “Ağam beğenmez yerini Mevlam goymadı ferini Keşke beni öldürseler Gönül istedi yarini” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
ferbale |
: |
Perde. |
ferden |
: |
Top kumaş, denk. |
ferdiman |
: |
Merdiven. |
fereceyle |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; feraceyle. |
ferfecir okumak |
: |
Gözleriyle etrafa şeytanca bakınmak. “Gözleri ferfecir okuyordu zillinin. Boşuna almamış o lakabı.” |
ferfellemek |
: |
Halsiz düşmek, yaşlanmak. |
ferfendelik |
: |
Fırıldak. |
ferfene |
: |
Gürültülü patırtılı eğlenme. |
ferfere |
: |
Kır yemeği. |
ferferlemek |
: |
Bir şeyin sona yaklaşması, insanın yaşlanması. |
ferfut |
: |
Kırık, dökük. |
feri |
: |
Akrep. |
feri sarı |
: |
Akrep. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ferig |
: |
Keklik yavrusu, piliç. “Baharda yörükler göçer, develer Eloğlu’ndan geçer idi Yerde ferikler kaçar, gökte yaban kazşarı uçar idi Şalvarlı avratlar herifi ile ot yolar, ekin biçer idi Dağlarında kekik kokar, keklik öterdi; şimdi onlar da ötemez oldu” (Sadık Paksoy, Em. J. Ulş. Bnb.) |
ferik |
: |
1. Keklik yavrusu. Yemeniye (kelik), yoğurda (katık) Bulgur pilavına (aş) derler bizde Genç horoza (celfin), pilice (ferik) Kümese yollarken (kişş) derler bizde. (Hayati Vasfi Taşyürek) 2. Taze, genç, toy. 3. Cülleden büyük tavuktan küçük. 4. Piliç, tavuk. 5. İkinci hanım, kuma. “Ağam Toybuk’tan geliyor Altıcığı doru atlı Ana yanına gelmiyor Ağamın feriği tatlı” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
ferimek |
: |
Yürek yangını gitmek. Farimek ya da farımak şeklinde de kullanılır. Bu sözcüğü türkülerinde en çok kullanan da Karac’oğlan’dır. |
feriştah |
: |
En güçlü olduğu hayal ve kabul edilen kimseler için kullanılan bir tabir. “Feriştahı gelse elimden alamaz” |
feriz |
: |
Ekini alınmış tarla. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ferman baçı |
: |
Alınması kesin olan zoraki zorunlu vergi. Çekiverdim gücün gücün içine Al karanfil takmış sümbül saçına Ömrümü koymuşum ferman baçına Yârim sultan olmuş elin üstüne Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.411 |
fermana |
: |
Kadınların giydiği üzeri işlemeli yelek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
fermanlı |
: |
Padişah tarafından hakkında izin veya emir çıkarılan kimse. |
fermen |
: |
Ferman. “Ahmet Temiz der ki okuyur fermen Unumuz tükendi ahdeci dêrmen Garılar gidiyor elinde kirmen İstanbul’a poz veriyor Andırın” (Hacı Ahmet Temiz - Kaymakam) |
fermene |
: |
Çuhadan ya da abadan, kolsuz, vücuda sımsıkı yapışır ve önden çapraz kavuşan bir yelek. “O sırada gözüme bazı elbise şekilleri çarptı. Bunların isimlerini öğrendim. Geçiriyorum: *.Çepken: Kolları sarkık, bildiğimiz elbise. *.Fermene: Kolsuz bir yelek. *.Cemedan: Fermenenin altına giyilen kısa kollu, önü kapalı bir çeşit yelek.” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
fers, fes |
: |
1. Fes, Kınnızı çuhadan yapılmış, tepesinin ortasından püskül sarkan kenarsız başlık. 2. Başlık, takke. “Hota emmimoğlum hota Sıçırar da biner ata Göl yerinde cirit oynar Ağri fersin duta duta” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
Ferzi |
: |
Fevzi. “Gızının da adı Eşe Yazılannar gelir başa Köylü değil babam oğlu Angara’da Ferzi Paşa” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Karcı İs-mail (Kahveci)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) |
fesat |
: |
Dövüş, kavga. |
fesla:n |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; fesleğen. |
festiken |
: |
Fesleğen. |
feşelti |
: |
Bazan sevgi bazan da azarlama ifadesi olarak kız çocuklarına söylenen bir söz. “Seni gidi feşelti seni.” |
fetbaz |
: |
İçten pazarlıklı, düzenbaz, hileci. |
fetholmak |
: |
Yıkılmak, bozulmak. |
fetik |
: |
1. Bir çeşit kilim. 2. Ayı yavrusu. Fetik kilim var onu doḳudum. |
fettik |
: |
Bir çeşit kilim. |
fetilmek |
: |
Gönülden yanmak. |
feyl |
: |
Huysuzluk, kıskançlık, hırs. |
fıcıtmak |
: |
Atıvermek, kaldırıp atmak, fırlatmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç. Ada.) “Fıcıt gitsin” |
fıdakı |
: |
İnce uzun çubuk. |
fıkırdatmak |
: |
Çok az kaynatmak. |
fıkka |
: |
Çok küçük, ufak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fıncıtmak |
: |
Atıvermek, kaldırıp atmak, fırlatmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm.) “Fıcıt gitsin” |
fığan |
: |
Feryat, yüksek sesle ağlamak. |
fığıştamak |
: |
Ağır ağır kaynamaya başlamak. |
fıhara |
: |
Fukara. “Ula Haceli, bu dünya zenginlere eyiymiş, ötea dünya da fıharalara… Ne gözelmiş deal mi; saba ölünce sen cennettaki bir köşke, biz cehanneme. Haceli Dayı’nın kafası bozulur bu kendini bilmez zengine, oturduğu yerden elini hışımla uzatarak; Ver la bâ beş kâat ver, cennettaki köşk senin olsun der!” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
fıkara |
: |
Fukara, fakir. “Yakup geldi ovaları kapladı Çok fıkara sıçıradı hopladı Emreyledi kırk kısırak topladı Sürdü memleketi saman eyledi” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
fıkramak |
: |
1. (Süt,ayran vb.) Ekşimek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Aşırı sıcaktan çok etkilenmek. “Çukurova’nın sarı sıcağında insanın beyni fıkrar.” |
fılcırık |
: |
Ezilmiş, deforme olmuş. |
fılcıtmak, fılcırtmak |
: |
Kaldırıp atmak, fırlatmak, düzensiz, gelişigüzel atmak. |
fıldır fıldır |
: |
Daha çok açık gözler için kullanılır. “Gözleri fıldır fıldır oynuyordu.” |
fıldırma |
: |
Fırlatma, kaldırıp atma, kaldırıp savurarak bir yana atma. |
fıldırmak |
: |
Fırlatmak, kaldırıp atmak, kaldırıp savurarak bir yana atmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) “Öteberileri çuvaldan alıp oraya buraya fıldırıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
fıllanmak |
: |
Dolaşmak, gezmek, bir şeyin etrafında dönmek. |
fıncıtmak |
: |
Kaldırıp atmak, fırlatmak. |
fıncıttırmak |
: |
Fırlatıp atmak. |
fır (atmak) |
: |
yazı-tura (atmak). |
fıradan uyumak |
: |
Hemen uyumak. |
fırağan |
: |
Bulunmamak üzere kaçıp gitmek,kaybolmak. |
fırak |
: |
Üzüntü, keder, ayrılık, firak. “Fırak deli goğnüm fırak Sıvas’ın yolları ırak Ulu bayramlar geliyor Yollar Hasan’ımı bırak” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
fıralamak |
: |
Fırlatmak. |
fırdmak |
: |
Kaçmak, kurtulmak. |
fırdolayı |
: |
Çepeçevre. |
fırdöndü |
: |
1. Bacanın dumanı iyi çekmesi için bacaya takılan, döner araç gereç. 2. Eldeki bir aracın, aletin birçok kişi tarafından sırayla kullanılması. |
fırfırı |
: |
Telaşlı, heyecanlı an, zaman, küçük yağmurlama. “O fırfırı da ne geldi aglıma benim. Şunnara dedim, şindi bir asgeri: birlig gelmeli. Pırnı tutuş olmalı, şu torbi: admalı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008)
“Oya boncu:ndan, dikiş ipli:ne; fırfırıdan, fışgırık hortumuna; körtapadan, inek yularına; mazottan tirşik pancarına; pambık satdırıp “Filancadan (mutlaka o gişiden olacak) şunu şunu al, şurıya borcumu da ver, sen de hakgıŋı al, gerisine de cuvara al.” diyecek gadar ısmarıç kültürümüzüŋ gelişmiş olması ve ısmarıcı getiren adamca:za; “Bire ulan heç para etmemiş” diyerek ve garanarak töm töm eviŋ yolunu dutmamız incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
fırga |
: |
Küçük, önemsiz. “Erzurum dağında ötüyor keklik Biz de gönderelim bir fırga mektup Bir yanı selam da bir yanı kelam Demesin ki emmim gızı gelecek” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
fırga fırga |
: |
1. Ara ara. 2. Fırka fırka. |
fırgat |
: |
Feryat. |
fırıç |
: |
Fırında kurutulmuş armut. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fırıl fırıl |
: |
Az az. |
fırıl fırıl fırlamak |
: |
Çabuk çabuk dolaşmak. |
fırıldak |
: |
1. Genellikle ağaçtan yapılan, armut biçiminde, çevresine ip sarılıp, birden yere atılarak döndürülen, sivri uçlu oyuncak, topaç. 2. Genellikle güven sağlamayan kişiler için kullanılır, dalavereci, dolandırıcı. “O ne fırıldak Ömer O. Tanımazsınız siz onu.” |
fırındak |
: |
Fırıldak. |
fırınlık |
: |
Mutfak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fırışdak |
: |
Fırıldak, dönen, rüzgar gülü. |
fırıştak |
: |
Fırıldak, dönen, rüzgar gülü, topaç. |
fırka |
: |
1. Bölüm, tür, çeşit. Arab atlarında olur fırkalar Kimi sarhoş yörür kimi ırgalar Zibilliğe inip konan kargalar Has bahçada gül kadrini ne bilir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.611 2. Tümen. Benim sözüm yiğit olan yiğide Yiğit olan muntazırdır öğüde Ben yiğit isterim fırka dağıda Yiğidin başında duman olmalı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.419 |
fırkatlı |
: |
Ayrılık acısı ile dolu. |
fırkıtmak |
: |
Oynamak. |
fırlandırmak |
: |
Döndürmek, dolaştırmak. |
fırlanma |
: |
Dolaşma, gezme. “Gara gundak dolanıyor Gene gonüm bulanıyor Giyinmiş atlas gaçağı Odaları fırlanıyor” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Medine’nin Ağıdı, Derleyen: Canan Ceran) |
fırlanmak |
: |
Dönüp dolaşmak, dolap beygiri gibi dönmek, dolanmak, dolaşmak, gezmek, dönmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Kuş olsan da, hergün dünyayı yedi kere ffırlansan da, ölümün önünden kaçamazsın dedim.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
fırlatma |
: |
Çok yaramaz çocuk, fırlama. |
fırma |
: |
Hurma. “Bazı az geliyo beş ğasa fırma Yedi ilahnadan yapıyoz sarma Onuda mı yedin diye heç sorma Utanıyom deyemeyon toktur be” (Aşık Karamehmet, Kaynak: Erdoğan Aslıyüce, Çukurovanın Yıldızı Ceyhan, Ekrem Matbaası, Adana 2008, S. 460) |
fırrık |
: |
Eşek yavrusu, sıpa. |
fırsat demi |
: |
Fırsat zamanı. Karac’oğlan söyle sözün tamını Yüz bin kantar çekebilmez gamını Nazlı yâr gözetir fırsat demini Yad ellerde artık durulmaz oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.639 |
fırsant |
: |
Fırsat. |
fırt |
: |
Dönek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
fırt bacaklı |
: |
Oynak bacaklı. |
fırtık |
: |
Oynak, hoppa. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
fırtılık |
: |
Gizli iş. |
fırtma |
: |
birinin elinden kurtulup kaçma. |
fırtmık |
: |
Yerinden çıkmış, hırtık. |
fırtmış |
: |
İpinden boşanmış, yerinden çıkmış, hırtmış. |
fısdan |
: |
Bir bayan elbisesi, entari. “Bu gız anasını dağlar Fısdanınan gönün eğler Olmaz olasıca guşak Daha seni kimler bağlar?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Emine Gök’ün Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Ekici (Gök)) |
fısdık |
: |
Fıstık. “Aslında yer fıstı: diye bililler. Bu da meke gimi buydadan so:ra da ekilir, evel de. Susuz yetişmez. Onun uçun sulu tarliye ekmek gerek. Fısdık sapı heder edilmez. Bazı yellerde sapı uçun sökeller. Eyi bir mal yemidir de ondan. Amma gurutmak gerek samanna: basmadan evel. Uldimii mal yemez de onun uçun.” (Kadirli Bekereci Köyü’nden Kubilay, kaynak: www.bekereci. com) |
fısdırmak |
: |
Eğdirmek, havasını söndürmek. |
fısfıs |
: |
Sprey, püskürtme aracı. |
fısgı |
: |
Dolma tüfekler doldurulurken, barut ya da saçma konduktan sonra harbi ile tepilen 3x3 cm kadar bez parçasına verilen ad. “Fıskısını da goydun mu tamamdır usda. Ondan sonra teltiğe şö:le bir tokanacân. Takıladacaksın. Çınılayacak dört bir köşe.” |
fısırdamak |
: |
Çok hafif sesle söylemek. |
fısırtı |
: |
Fısıltı. “Gayınlarım, gayınlarım Sağdıcağım goyunlarım Arada bir fısırtı var Bana mıydı oyunların?” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
fısmak |
: |
1. Eğilmek. 2. Havası inmek, balonu sönmek, karizmanın yerle bir olması. |
fıstan |
: |
Fisdan, entari. “Al fıstanı soldurmamış Heç yüzünü güldürmemiş Benim eşim hasda olmuş Kimselere bildirmemiş” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Doğumda Ölen Kadının Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Bakacak) |
fıstık góllemesi/góllesi |
: |
Sadece yöreye özgü kabuklu taze yer fıstığının tıpkı mısır gibi haşlanarak yapılan bir türatıştırmalık yiyecek. Fıstığın góllemesi buralarda çok olur. |
fıstırma |
: |
Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. Sağ ayakla başlayarak üç adım alınır ve önce sol ayak öne uzatılıp yerine getirilir. Dizler sola doğru bükülerek vurgu yapılır. İlk 3 sayıda kollar öne arkaya sallanır.ve omuz hizasına kaldırılır. II. Adım Cümlesi: (Gezinme) Sağ ayak sağa basılarak sol ayak yanına çekilir ve alkış tutulur. Ya da 3 adım ilerlenip sol ve sağ ayak öne atılır. Halay başı soloya çıkar. III. Adım Cümlesi: İlk adım cümlesi yerinde dizlerden yaylanarak yapılır. Eller kenetlidir. (Hatice Fatoş Derebent, Çağlayancerit Halk Kültürü, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi, Kahramanmaraş, Mayıs 2015. s. 103) |
fışdırmak, fıştırmak |
: |
Bir şeyi ucundan tutup savurarak atmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fışgı |
: |
1. Kurumuş hayvan (at, eşek) pisliği. 2. Kötü kadın. |
fışgın |
: |
Ağaç dalı, ışkı. |
fışgırık |
: |
Tarlaları ilaçlamada kullanılan motorsuz, elle çalışan ziraimücadele aracı. |
fışılamak |
: |
Fışkırmak. |
fışıltı |
: |
Fış fış diye çıkan ses. |
fışkarmak |
: |
Yeşermek. |
fışkı |
: |
1. Sürgün, filiz. 2. Büyükbaş hayvanların dışkısı. Henüz yanmamış sığır zibili. “… İçine mal pazarında istemedikleri kadar bol olan at, eşek fışkısından biraz kurumuşça olanını bulup yeteri kadar doldurmuşlar ve tekrar fabrikadan çıkmış gibi düpdüzgün sararak paketi tamamlamışlardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
fışkırık |
: |
Bitkilere veya evlerde çeşitli haşerelere karşı ilaç sıkmakta kullanılan bir araç ki bu araç ilacıfışkırtmaktadır. |
fışlak |
: |
Çok açık sarı tenli. |
fıştan |
: |
Bir kabzaya oturtulmuş boş kovana barut doldurulup ateşlenerek oynanan bir tür ilkel oyuncak. |
fıştıklamak |
: |
(Birini)Dolduruşa getirmek, doldurmak, kışkırtmak. “Pekiyi İsmail Ağayı Salmana kim öldürttü, fıştıkladı fıştıkladı Allahın bir kımık çocuğunu zıvanadan çıkardı?” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
fıştırmak |
: |
Atmak. |
fışvı |
: |
Buğdayın sapı veya döküntüsü. |
fıtalamak |
: |
Bir nesneyi en uzağa fırlatmak. |
fıttırmak |
: |
Kontrolden çıkmak, çok kızmak. |
fıtıglamak |
: |
Filizlenmek, ışgınlamak. |
fıtık |
: |
Filiz. |
fıtkı fücur |
: |
İçi dışı belirsiz kimse, kışkırtan. |
fıyyık |
: |
Islık. “Ay fıyyığı çal da pamekydos etsin orakçılar.” |
fıyyık oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. FIYYIKBu oyun gece oynanır. Önce eşleşilir, sayışılır. Kaybeden grup diğer grubu kovalar. Kovaladığı gruba “fıyyık ver” der. Onlar fiyyık yani ıslık çalar. Gece oynandığı için ıslığın geldiği yeri bulmak kolay olmaz. Fıyyık ne taraftan gelirse kovalamaya o tarafa giderler. Grubun tüm oyuncuları yakalanınca bu sefer diğer grup kaçar. Oyun bu şekilde sırayla gruplar değişilerek oynanır (Hilal Gülben Gerek, Adana İli Pozantı İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E. TDE. ABD, Adana, 2012, s.168-169) |
fızdırmak |
: |
Atıvermek, kaldırıp atmak, fırlatmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fi: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; fiy. |
ficileme |
: |
Yerinde duramama, kıpır kıpır olma. |
ficilik |
: |
Yaramaz |
ficir |
: |
Ufak, küçük. |
ficiriklenmek |
: |
Evhamlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ficirikli |
: |
Hileli, düzenli. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fida |
: |
Fide, fidan. |
fifiriklemek |
: |
1. Tahrik etmek. 2. Fitlemek. |
fih saymak |
: |
Şifacılık yapmak. |
figan |
: |
İnleme, feryat. Dinliyelim dağ başında figanı Görelim ne demiş o Leylâ Leylâ Uğra yâr yanına eyle selâmı Dâyim ezberimiz bu Leylâ Leylâ Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.387
Ben ölürsem söylenirim dillerde Bülbül figan eder gonca güllerde Haramiye saldırdığım yerlerde Ah n'eyleyin gönülcüğüm aldırdım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.488 |
fikirlenmek |
: |
Düşünmek. |
fikirli |
: |
Üzgün, düşünceli. |
fikirli fikirli |
: |
Düşünerek, hatırlayarak. “Fikirli fikirli anar yâr beni Gayet sever ama dilden kor beni Hüsnü güzel ama aslı Ermeni Ak ellere elvan kına yakınmış” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
fila:r |
: |
Pabuç, yemeni, ayakkabı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Jant olmazsa, demir çember; o da olmazsa araba tekerlerini kullanırdık. Dışından, filar tabanı için köşkerlerin aldıklarından arta kalan camız ayağı kalınlığındaki telli kısmını biraz düzeltip, satın alır, yine çember gibi, uzunca ve kalın bir sopa ile vura vura sürerdik.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
filcan |
: |
Fincan, kahve içecek bardak. “Yaldızlı filcan içinde Eşe nere gedik tabak Mevlâ’m bir evlat vermedi Sekoluca başı gabak” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
filcik |
: |
Fincan, elektrik-telefon direklerinde telin bağlandığı porselen araç. “Erzurum’a geldi m’ola Erzincan’da kaldı m’ola Bir filcik süt beş kuruşa Yalınızım aldı m’ola” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
fildir fişşik |
: |
Gayri ciddi, şımarık, güvenilmez. |
fildirgeç |
: |
Kuş kapanı kilidi. |
filfil |
: |
Kuş ya da tavuk kanadının uç kısmı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
filfilli |
: |
İpek ketenden fitilli çarşaf. “Bunun evi bir sultanlık Yanaştırır ev tutardık Gümüş yükünü yıkar da Filfilli çarşaf örterdik” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
fili |
: |
Yakışıklı. “Adana’da tren yolu Emiş bacın olmuş deli Her düğünde bayrak vurur Fili ince eşim fili” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Bıyıklı Durdu Mehmet’in Ağıdı, Derleyen: Cuma Özdemir, Mensur Arslan Kaynak Kişi: Fatma Kılın (Hamiş)) |
filiç |
: |
Küçük kız çocuğu. |
filig |
: |
Tiftik keçisi. “İtim itlerin tazesi Yanıyor Gars’ın gazası Halakanın huvardası Filiğe benzerdi itim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
filik |
: |
1. Tiftik keçisi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) “Çuvala doldurdum kepek Yağ yedirdim topak topak Filiğe de tenezül etti Abdullah denen köpek” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 2. Etin kemiksiz ve güzel kısmı. 3. Tiftik. “Sırma şalvar filik yamçı Daha sandığı bekliyor Kızın çeyizini gördüm Hemi baston hemi yamçı” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
filinta
|
: |
Kısa mavzer, ince yapılı kimse. “Az ötede çadırın önünde, habe ve çuvalları denk edip ata yüklemeye çalışan Hamza’nın yanında, karısı Hürü elinde filinta bekliyor ve gocasını yolcu etmeye hazırlanıyordu.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
filinta gibi delikanlı |
: |
(Alman mavzerinden esinlenerek) İncecik ve yakışıklı delikanlı. “Filinta gibi delikanlı.” |
filize |
: |
Ağaçları sürüyerek çekmek için çakılan demir halka. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
filkete |
: |
Çengelli iğne. |
fillik ta: |
: |
Herhangi bir şey için küçücük anlamında. |
fillik kuşak |
: |
Bele sarılan ipekli-püsküllü beyaz renkli bir kuşak, kefiye. |
filloz, filoz |
: |
Kerevizgillerden bir kök bitki olan gölevezin küçük ve körpe olanından yapılan yemek ve bitkinin adı. Góleveze göre filloz daha çabuk pişiverir. |
filteke |
: |
Çengelli iğne. |
filtik filtik |
: |
Parça parça. |
fiŋatmak |
: |
Başıboş gezip dolaşmak. |
findirik, findirek |
: |
Taş fırlatmak için yapılan küçük sapan. |
fiŋgirdek |
: |
Hafif meşrep, cilveli, şuh, oynak. |
fiŋgirdemek |
: |
Yerinde duramamak, kıpır kıpır etmek, oynaşmak, flört etmek. |
fini |
: |
Köpek yavrusu, küçük süslü köpek. |
finik |
: |
Sümük, burun deliğindeki kirler. |
firak |
: |
1. Fırak, üzüntü, keder. 2. Ayrılık. “Karac’oğlan der ki arttı firakım Kadir Mevlâ’m yakın eyle ırağım Ağlama gözlerim Mevlâ’mız kerim Melilliğim vardır yârdan gelirim” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 503 |
firak eylemek |
: |
Ayrılmak, uzaklaşmak. “Karac’oğlan eyler firak Ataş aldı yandı yürek Sağ yanında hazır gerek Salı yardan ayrılanın” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 535 |
firaklı |
: |
Her zaman aynı olan, olabilen. “Yiğidin bir başı firaklı gerek Sağ yanı da sol yana çarklı gerek Beriden benzerden yürekli gerek Kötü, “kervan bozup” kumaş alamaz” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 645 |
firaz |
: |
Firez, biçilen buğdayın yerine verilen ad. “Yeğin ekinin firazı Takım koydular kirazı Yedi ülger üs terazi Beniminen bana benzer” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüseyin Ağa’nın Ağıdı (Halbur Ağıdı), Kaynak Kişi: Adil Gök) |
firde |
: |
Hayvan vergisi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
firec |
: |
Viraj. “Sabahanan er uyanır Motur fireci dolanır Biri Hasan biri Zeki Buna nasıl can dayanır” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
fireg köyna: |
: |
Yakalı gömlek. Yakasızına yelek denir. |
firek |
: |
Kilit sistemi, asma kilit, kilit. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Emekliye ayrılmış ama belki gerek olur diye atılmaya kıyılamamış lüks memesi, gazocağı başı, kapı zerzesi kırığı, dili (yani anahtarı) kaybolmuş kilit, firek gibi bazı aletlerin kendileri veya parçacıkları konulurdu.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
fireng |
: |
Domates. |
freŋgi |
: |
Kilit. |
freŋgipi |
: |
(Eskiden) Dışarıdan gelen şalvarlık kumaş. |
Firenk |
: |
1. Anglosakson, Cermen veya Latin ırkına mensup olan kimse. 2. Avrupa. “Mürsel der; erlerim hep farızatlı Elbistan çakmaklı, firenk barutlu Üst geldi Tecirli ile Ceritli Kara çadırları yıkmam var, dedi” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, II. Baskı, 1984) |
firez |
: |
Tarlada kalan ekin sapı, ekinin biçildikten sonra kökü toprakta kalan sapı, anız. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Firezden yastık etmişler Üstüne beylik örtmüşler Garip misin kele yavrum Kuru yerlere atmışlar” (Anonim - Ölü Oyunu) |
fireze |
: |
Büyük ağaçları çekmek için kullanılan çengelli çivi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
firik, firig |
: |
1. Olgunlaşmaya başlamış olan tahıl. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Şu dağlar delik m’ola? Ekinler firik m’ola? Sevdiğimi el aldı Ağlasam ayıp m’ola?” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 2. Altı yaş üstü kuru tarhana. “Güvercin etinden yahni sulusu. (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, S. 187-190, Andırın Destanı İsimli Şiiri) 3. Henüz olgunlaşmamış ham meyve. 4. Tiftik. 5. Yeni, taze. “Şimdi sözün birin deyip, birin gomıyalım. Herifin bir gızı daha oldu. Onun da adı Emine. Emine de firik. Firik eyi olur azizim şimdi!” (Aşık Mehmet Demirci, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) 5. Evlenmemiş genç kız. 6. Kıvırcık, taze yeşil nohut. |
firik kuşak |
: |
Erkeklerin beline doladıkları bir kuşak cinsi. “Belindeki firik kuşak sarar dolayı dolayı Mulla Kerim'i yüzmüşler kana bulayı bulayı” “Ömer Kaya, Hacı Abdullah Kozan, Mahalli Kelimeler Sözlüğü, UKDE Yayınları No: 30, Kahamanmaraş, Ağustos 2003. |
firiklenmek |
: |
Açlığını bastıracak kadar bir şeyler yemek. |
firkat |
: |
1. Hasret. “Firkat odu yaktı canım Feryatla geçer zamanım Yaralandım akar kanım Karac’oğlan ağlar şimdi” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) 2. Ayrılık, ayrılış. “Azrail gelmiş de yârim almaya Ya ben kimler ile kalayım kalan Artırdılar firkatımı zarımı Bağrımı yerlere süreyim kalan” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 520 |
firt |
: |
Taze yerfıstığı kökündeki tam olmamış taneler. |
firkete |
: |
Çatal iğne. |
firtik |
: |
1. Kirtik, küçük sabun parçası. 2. Kurnaz, hazır cevap, 9-10 yaşındaki kız çocuğu. |
fisdan |
: |
Entari, bir tür elbise. “Geymedim gadife fisdan Dillere de oldun destan Gurban olam oğlum sana Gurbeti eylemiş mesgen” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
fisdon |
: |
Elbise. |
fisgermek |
: |
Çıban ya da sivilce çıkmaya başlamak.(TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fisgil |
: |
Ufak çıban başı.(TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fisil |
: |
Filiz, sürgün.(TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fisildemek |
: |
(Yel) Fısıldar gibi esmek, hafifçe esmek. “Dalların üstündeki donmuş karlar, neredeyse, bir yel fisildese dökülüverecekmiş gibi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
fisilemek |
: |
(Yel) fısıldar gibi esmek, hafifçe esmek. “Fisiledi geçdi.” |
fisilge, fisilgi |
: |
Filiz. |
fisilti |
: |
Hafif hafif esen yel, esinti. “En küçük bir yel fisiltisi de yoktu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
fisirti |
: |
Sessiz konuşma, fısıltı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fiske |
: |
İçindeki maddenin yanıp ışık vermesini sağlayan basit teneke lamba. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Höllüoğlu’nun arada bir yaktığı yağlı koyun sarkanağından yapılma fiskeden çıkan zayıf ışık, Rüstem’in yüzünde acayip garip gölgeler oynaştırıyordu.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
fiskermek |
: |
Tohum, tomurcuk patlayıp açmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fiskil |
: |
Filiz, sürgün. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
fistan |
: |
Kadın giysisi, entari. “Allı fistan döşü oyma Aman narlım bana kıyma Ak gerdanda sedef düğme Söküşün beni öldürür” (Celil Çınkır, Andırın Sözlü Kültür Varlıkları Envanter Çalışmaları - I, “Beşbucaklı Aşık Halil”.) |
fiston |
: |
Elbise, kadın giysisi,entari. |
fişek |
: |
Ayran yaymada kullanılan bir tür alet, yayık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
fişfiklemek |
: |
Kışkırtmak. |
fişfiş |
: |
Dedikodu. |
fişfişçi |
: |
Dedikoducu. |
fişfişlemek |
: |
Dedikodu etmek, birisinin söylediği veya yaptığı bir şeyi götürüp başkasına söylemek, laf getirip götürmek. |
fişgermek |
: |
(Ağaçlar) Tomurcuklanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fişgirtmeg |
: |
Kışkırtmak. |
fişşek |
: |
1. gümbür sopası, yayık sopası. 2. Fişek. |
fit olmak |
: |
Anlaşmak, ödeşmek. “Testisini dikti havaya Kana kana içmek varken Fit oldu birkaç damlaya Gözleri yağmursuz bulutlara Çıplak tarlalara takılı kaldı Küfretmek geçti içinden Ana avrat küfretmek Kocamış’lığından utandı” (İlkan San, Irgat İsimli Şiirinden, Kaynak: Kahramanmaraş Kültür Sanat Evi Yayın Organı Alkış Dergisi, Özdil Yayınları, Kahramanmaraş, Sayı: 15) |
fit vermek ya da fitlemek |
: |
Kışkırtmak, insanları birbirine düşürmek. “Fit verme.” |
fitik |
: |
Küçücük makbuz. |
fitil |
: |
Pamuk yumağı. |
fitil çöpü |
: |
Eğrilecek pamuğu çıkrıkta bükmeye yarayan araç. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
fitil dizmek |
: |
Gaz lambalarında aydınlatmayı sağlayan, gaz yağına doymuş kaba şeritleri ateşlemek. “Karac’oğlan der ki gurbet gezerim Nerde güzel varsa anı sezerim Başta ayağacak fitil dizerim Yakarım billahi nic’olur olsun” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 566 |
fitil tahtası |
: |
Üzerinde fitil yapılan düzgün tahta. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
fitire, fitirek |
: |
1. Yeni yeşermiş bitkiler. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Fitre. |
fitirelenmek |
: |
Nem yüzünden filizlenmek. |
fitlenmek |
: |
Fit olmak, ödeşmek, eşit şekilde paylaşmaya razı olmak. |
fitozlu |
: |
Oynak, fettan, zilli. |
fiyit, fiyd |
: |
Sinek ve böceklerle beslenen küçük bir kuş, söğüt bülbülü. |
fizzah |
: |
Çığlık atma. |
foddurmak |
: |
Somurtmak, surat asmak. |
fodlacı |
: |
imaretlerde dağıtılan yiyeceklerden geçinmeyi (faydalanmayı) âdet haline getiren kimse. |
fodul |
: |
Üstünlük taslayan, kibirli, haddini bilmeyen, kaba, yobaz. “Neci bu takımın aslı Yaslıyım ben tamam yaslı Dezzemin oğlum yitirdim Eğr’efeli, fodul fesli” (Kaynak: İbrahim Davutoğlu, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
fodula |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında;İçine peynir konularak yapılan küçük ekmekler. |
fol |
: |
Tavuğun altına konan yumurta. |
folluk |
: |
Tavukların yumurtlaması için hazırlanmış, içinde fol bulunan yer. |
folofoş |
: |
Dejenere, yalama. “Kalıbına bakarsın adam sanırsın ama folofoşluğu da kimseye bırakmaz.” |
fongraf |
: |
Gramafon. |
foni |
: |
Honi. |
fontir |
: |
Pantolon. |
foranta |
: |
Aile halkı. Foranta neyi ḵaldırabilecėğini bilirse onu yapar. |
forazlak |
: |
Kozalak. |
forg |
: |
Çok kullanmaktan dolayı dejenere olmuş, çok yumuşak. “Forgu çıkmış.” |
fortatmak |
: |
Hava atmak, övünerek anlatmak. “Fortatmakta üstüne yok. Pireyi deve yapar alimallah.” |
fortturmak |
: |
Yan çizmek, döneklik etmek. “Ne zaman başı sıkışsa fortturuver. Allah bir dese inanırım ona.” |
fortum |
: |
Hortum. |
fos |
: |
İçi boş. |
fos bıyık |
: |
Pos bıyık. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
fos çam |
: |
Kamalak ağacı. |
fos yılan |
: |
Bir yılan çeşidi. |
fosalmak |
: |
Bir şeyin içini boşalması, boşalmak. |
fosduruk |
: |
Küseğen, çok çabuk ve sık küsen. |
fosfoslu |
: |
Sessizce duran fakat bildiğinden şaşmayan. |
foslamak |
: |
Iskalamak. |
fosmak |
: |
Karavana, ıska. |
fosuldamak (fosurdamak) |
: |
Yellenmek, osurmak. |
fosurama |
: |
Fısıldama. |
foşaf |
: |
Hoşaf, komposto. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
foşet |
: |
Poşet, torba. |
foşurdamak |
: |
Burnundan hızlı hızlı solumak. “Başlarını çıkarırken de soluklanmak için burunlarından şiddetle foşurdamaları… Üstelik bu işi, bıkıp usanmadan, küçük küçük yer değiştirerek, sürüdeki yirmi otuz manda ile birlikte tekrarlamaları gerçekten seyre değerdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
fot |
: |
Kavga sırasında araya girenlerin yeter artık bırakın anlamında kullandıkları sözcük. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
foter |
: |
Fötr. “Foter şapgası başında Sedef düğmesi döşünde Sên Gedigi’ni aşmış Mukdarın gızı peşinde” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Karcı İs-mail (Kahveci)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) |
foturaf |
: |
Fotoğraf. “Foturafın elime aldım O da yüzüme gülüyor Gapılara çıkmam gardaş Emsellerin heb geliyor” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Asker Halil’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Balıkçı) |
foya |
: |
Pislik. |
fuan |
: |
Figan, ayrılık acısı. “Evimizin önü ekin Ekin değil soğan imiş Kız anadan ayrılması Düğün değil fuan imiş” (Andırın Kına Türküsü, Derleyen: Duran Doğan, Barış Kabalcı) |
fuhan |
: |
Haykırış, gürleme, figan. El aman diyerek dilim yoruldu Fuhanımdan turab zemin yarıldı Mevlam ruhsat verdi, kendi kırıldı Nizam kabul etmez, koyver efendim Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.173. |
fuhare |
: |
Fakir. |
fuhare gazetesi |
: |
Her şeyden haberdar olan kimse. “Fuhare gazetesi gimi.” |
fuhare yazı |
: |
Sonbahar’da sayılı sıcak günler. |
fullangaç |
: |
Salıncak. |
fullanmak |
: |
Hıllanmak, salıncakta sallanmak. |
furma |
: |
Hurma. |
furmak |
: |
Vurmak. “Aptal davılı furuyor Alem bizi de görüyor Garınca başın incitmezdin Aleme akıl veriyor” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
furtuna |
: |
Fırtına. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
furun |
: |
Fırın. “Nerde kaldı şekerli kurabiye Ne demeli furun eti kebaba Bazılar da su mu katar şaraba Neme lâzım adın demek isterim” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 502 |
furunmak, furrunmak |
: |
Başa takke, börk, şapka, vb. giymek. “Başına takkeni furun namaza başlarken.” |
futa |
: |
Her kadının üç etekli entarisi ve önünde kırmızı bir fuları bulunur, ipek peştamal. |
fülfül |
: |
Karabiber. |
füyyük |
: |
Dudakları büzüştürerek çalınan ıslık. Füyyük çala çala gėder. |