KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
i: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; iyi. |
i:ce |
: |
İyice. |
i:ddeni |
: |
İyiden iyiye, iyice. |
İ:deni |
: |
İden iyiye, iyice. |
i:diş |
: |
Burulmuş erkek hayvan. |
iane çiğidi |
: |
Mısır koza tohumu. Adana'ya Abidin Paşa'nın bu tohumu Mısır'dan getirerek iane alıp dağıttığı rivayet olunur. |
ibdil |
: |
İlkin, ilkönce. |
ibdima |
: |
Önce, evvel. |
ibdin |
: |
Öncelikle. “İbdin abdest alacaksın namazdan evvel.” |
i:betli |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; heybetli. |
ibibullah sivri külah |
: |
Donanımsız, hiçbir şeyi olmayan insan. |
ibicek |
: |
Kura. |
ibidek |
: |
İpotek. |
ibidi zibidi |
: |
Serseri. |
ibiğini eğmek |
: |
Somurtmak, küsmek. |
İbiğini kırmak |
: |
Fiyakasını bozmak. |
ibik, ibig |
: |
1. İki duvar arasındaki girinti ya da dışarıdan bakılınca çıkıntı, cibik, köşe, kenar, çıkıntı. 2. Çadırın kapısı. 3. Kenar; bir eşyanın sapı, ucu gibi tutulabilecek yerler. 4. Gaga. |
ibiği |
: |
Köşesi, kenarı. |
ibiği gızarmak, ibiği kızarmak |
: |
1. Tavuğun ibiği kızararakyumurtlayacak durumda olduğu belli olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Benzine kangelmek, kanı hareketlenmek, iyileşmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ibik |
: |
1. Köşe, uç. 2. Kepez. |
ibik ibiğe |
: |
Kıran kırana. |
ibiklemek |
: |
Gagalamak. |
ibilcik |
: |
Çavuşkuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ibileyik |
|
Çavuşkuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ibili |
: |
1. Hotozlu serçe. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Serçeden biraz büyük, başı sorguçlu bir kuş, çavuşkuşu, ibibik, tarlakuşu. |
iblig |
: |
İblik. |
ibrik |
: |
Eskiden musluk kültürü olmadığı için el, yüz ve baş yıkamak için veyahut abdest almak için kullanılan bir kaptır. |
ibrikçi |
: |
Tahtacılarda, cemin başında ve yemekten sonra cemde bulunanlara el suyu dökmekle görevli kişi. |
ibrim ibrim |
: |
Tel tel, dalga dalga, lüle lüle. Yücesine çıktım seyrân eyledim Güzeller içinde gördüm bir gelin Nesin methedeyim böyle dilberin Başı ibrim ibrim telli bir gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.551 |
ibrişim |
: |
Kalınca bükülmüş ipek iplik. Baş(ına bürünmüş ibrişim börümcek Duramıyom yâr ben seni görücek Dolanıp da hasta halım sorucak Dillerimden düşer m'oldun güçücek Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.470 |
ibrişim börümcek |
: |
İbrişimden dokunmuş başörtüsü. Karac’oğlan gider kendi yoluna Çiğ ibrişim pek yakışır beline Divitin kalemin almış eline O dost bizi defterine yazar mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.449 |
ibrişim kuşak |
: |
İbrişimden dokunmuş kuşak. İbrişim kuşak belinde Cevâhir kalem elinde Süzülmüş bâde dilinde İç efendim deyip durur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.625 |
ibrişim saç |
: |
Tel gibi ince saç. “On sekizde göçer göçü Kız oğlana bulur suçu Gelinin ibrişim saçı Kızın altun tele benzer” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 596 |
ica:bında |
: |
Gerektiğinde. |
icad, icat |
: |
Tuhaf, garip. |
icatlı |
: |
Kimsenin aklederek yapamadığı şeyleri yapan özellikle küçük çocuklar için bir övme sıfatı olarak kullanılır. |
icazet |
: |
Müsaade, izin, izin belgesi, yetki belgesi, diploma. Karac’oğlan eydür yârim gelirse Deli gönül istediğin bulursa Danışlarım icâzetin olursa İki leblerinden bir yanağından Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.519 |
i:ce |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; iyice. |
icırab |
: |
Utanma, çekinme. Kaçardıḳ, utandığımızdan yanı icirābımızdan. |
ici:mcek |
: |
Azıcık. “Anam ici:mcek gatık istedi Eşe bibi. Gatıklı şora yapıcıyımış.” |
icira |
: |
İcra. |
İç el |
: |
Mersin. Hacı Bektaş Velî şeyhlerin pîri Konya'da yoklayın Molla Hünkâr'ı İç el'den Antep'ten Gürün'den beri Aceb gezsem mavi donlum var m'ola Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.386 |
iç güveyisi, iç güva:si |
: |
Kız evine yerleşen damat. |
iç güveyisinden hallıca olmak |
: |
Yaşantısı çok iyi bir düzeyde olmayan kimselerin halini anlatır. “İç güveyisinden hallıcayım, sen nasılsın?” |
içağrısı |
: |
Dizanteri ya da kolera hastalığı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
içeği |
: |
Hastaların iyileşmesi için sarılan yaş, taze hayvan derisi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
içek |
: |
İçelim. Dostumun elinde bir tutam çiçek Ne kadar medhetsem o kadar göğçek Getir hamaylını yeminler içek Yâr sevmedim senden başka güçücek Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.469 |
içeŋ |
: |
İçersin, içeceksin. |
içeri |
: |
1. İç kısım, oda. 2. Hapishane. 3. Yürek. “Anşa’mın da boynu bükük Acı içerimi yakık Yusuf’um kokusun dökük Burcu burcu kokar gızım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Alper Kesme’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse Kesme) |
içeride bir topak etimiz var |
: |
O tarafın ailesine gelin gitmiş bir kızımız var. “İçeride bir topak etimizvar.” |
içerim |
: |
Miğdem. “İçerim ağrıyor guzum.” |
içerlek |
: |
İçeriye doğru. |
içerlemek |
: |
İçin için kin tutmak. “Çok içerledim.” |
içe:si |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; içerisi. |
içesine |
: |
Rahat ve huzurlu bir biçimde, keyfini süre süre, keyifle. |
içgil |
: |
İşkil, kuruntu, kuşku, sanı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
içgillenmek |
: |
Kuşkulanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
içgilli |
: |
Alıngan, işkilli, içli. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
içi |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; için.
|
içi alıp alıp vermek |
: |
Kafasında bir yığın düşünce olmak; kafasından, bir türlü içinden çıkamadığı, bir türlü karara varamadığı düşünceler geçirmek.“Sabaha kadar böyle içi aldı aldı verdi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
içi çiğsimek |
: |
Yüreği sızlamak. |
içi kıyılmak |
: |
Midesi ağrımak. |
içinda: |
: |
İçindeki. |
içinde erik kurusu olmak |
: |
Kuyruk acısı olmak. “Bize niye böyle ters ters bakıyor. Yoksa bunun içinde erik kurusumu var.” |
içini okumak |
: |
Birinin içinden ne geçirdiğini, ne düşündüğünü, ne tasarladığını kesine yakın bir biçimde anlamak. “Onun kim olduğunu bir bakışta anlamış, ciğerlerine kadar bütün içini okumuştu.“ (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
içkirlendirmek |
: |
Şüpheye düşürmek. “Baskın yememizde beni içkirlendiren şeyin başında telefon hatlarının ve elektrik kablolarının aynı anda kesilmesi oldu.” |
içlek |
: |
İç çamaşırı. |
içlerindenârı |
: |
Kendi kendilerine. “İçlerindenârı ne düşündüler kimbilir?” |
içli dışlı |
: |
Birbiriyle teklifsiz konuşma, samimi. |
içli köfte |
: |
İçine terbiyelenmiş kıyma konularakyapılan bir tür köfte yemeği. |
içlik |
: |
1. Yelek. 2. Yakasız gömlek, fanila, atlet. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) “Sırtında da yeşil içlik Bedeni de dar geliyor Yekinsene babam oğlu İşde oldu gaba guşluk” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
içlük |
: |
Bir çeşit hanım ceketi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
içme |
: |
Kaplıca, şifalı su olan yer. |
içmemek |
: |
Hoşlanmamak. “O benden hiç içmez.” |
içte olacak |
: |
Gönlü olacak. “İçte olacak?” |
ida:l |
: |
İdeal. |
idal |
: |
İdeal. |
idare, ida:re |
: |
Gaz lambası, tenekeden yapılmış aydınlatma araçı. Gaz ve fitil ile çalışır. Huni biçiminde, üstü açık olup cambulunmayan, tenekeden yapılmış fitilli gaz lâmbası. “Mezer de garannık olur Yakar da gorum idare Ben Selver’in hatiresi için Bu yanna etdim mudare” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ida:reten |
: |
Aslı bulununcaya kadar yetinme. |
iddirseği |
: |
Gözde çıkan arpacık. |
idiş |
: |
1. Kısırlaştırılmış keçi. 2. Enenmiş insan ya da hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
idiş etmek |
: |
Enemek, kısırlaştırmak. “Damızlık olmayacak tekeler hep idiş edilir ve keçilerle birlikte yayılmaya çıkarılır.” |
ifitlemek |
: |
1. Yer fıstığını bitkisinden ayırmak, mısırı koçanından ayıtlamak, vd. 2. Lime lime etmek. |
iflah olmak |
: |
Onmak, kötü durumdan kurtulmak. Ağlama sevdiğim yine gelirim Güzeller içinde seni bulurum İflâh olmaz bu derd ile ölürüm Güzeller serdarı geysin karalar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.575 |
iftihar eylemek |
: |
Övünmek. Kaş eğip de bakar beni yakmağa Ne çok heves eder hatır yıkmağa İftihar m'eyledin beni yakmağa Yanıp ataşına kül olacağım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.488 |
iftinmek |
: |
1. Bir işle uğraşıyormuş gibi görünmek, oyalanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Şaşırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
igbahar |
: |
İlkbahar. |
igman |
: |
İdman. |
iğ |
: |
1. El dokumaları ve örgüler için ip hazırlamaya yarayan araç. 2. Değirmen taşının ortasında bulunan ve yukarıdaki üst taşa geçen demir eksen. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
iğdin |
: |
Bozulmuş, cılk (yumurta.)(TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
iğdir |
: |
Hastalıklı, cılız, çok zayıf. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
iğdir kirkele |
: |
Zayıf, kuru. |
iğdiş |
: |
Erkekliği alınmış teke. |
iğdiş keyfi |
: |
Sıkıcı bir işin uzun sürmesi halinde kullanılır. “Bunun adına iğdiş keyfi derler.” |
iğecen |
: |
Yaprakları yulaf yaprağına benzeyen bir çeşit ot. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
iğen ederim mandalak |
: |
İşini yapacağını; ama hemen bitirmeyip sana işkenceyapacağım. |
iğeşik |
: |
Geçimsizlik, zıtlaşma, karşıcılık. |
iğeşmek |
: |
Didişmek, tartışmak, zıtlaşmak, geçimsizlik etmek. |
iğez |
: |
1. Zayıf, cılız. 2. Rahatı yerinde olmayan,hastalıklı. 3. Ağır. |
iğindirikleme |
: |
Koyun ve keçi için, anası ölen bir yavruyu diğer bir anaya alıştırma. |
iğinik |
: |
Bağırsak bozukluğu hastalığı, ishal. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
iğinmek |
: |
1. Vücudu kasarak ses çıkarmak. 2. Ikınmak. |
iğlemek |
: |
1. Eziyet çekerek hastalanmak, verem olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Ezilmek, üzülmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Zayıflamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
iğletmek |
: |
Canını sıkmak, sinirlendirmek. |
iğli |
: |
1. (İnsan, hayvan ve bitki için) Zayıf, hastalıklı, cılız. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Kavun, karpuz gibi meyvelerde görülen bir çeşit hastalık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
iğli, veremli öldürmek |
: |
Süründürmek, eziyet etmek. |
iğlik |
: |
İçerisine oklava, ekmek şişi ve benzeri eşyaların konulduğu el dokuması ince uzun torba. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
iğne gibi oyulganmak |
: |
Bir şeyin içinde yitip yok olmak. |
iğnik |
: |
1. Bağırsak bozukluğu hastalığı, ishal. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Cıvık dışkı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
iğralanmak |
: |
Sallanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ihacıka |
: |
Ahacıka. |
ihana |
: |
1. Pamuğun toplanacak hale gelmesi. 2. İşte, burada anlamında bir sözcük. “Goca Emmi, heybe ihana. İçindeki azık bile olduğu gibi duruyor. |
ihdidar |
: |
İktidar. |
ihi |
: |
İşte. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ihice |
: |
Orada. |
ihicik |
: |
Ahai dahacık. |
ihin |
: |
Aha, işte. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ihina:cıḳ |
: |
İşte, işte burada. |
ihinaka |
: |
İşte. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ihmalin garazdan kötü olması |
: |
İhmal davranışın kasıtlı kötülükten daha ağır sonuçlar doğurması. |
ihsan |
: |
İyilik etme, bağışlama. Nazlı yârdan bana geldi bir nâme Eğer doğru ise kırdı belimi Dediler yârini yad eller almış Kadir Mevlâ'm ihsan eyle ölümü Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.642 |
ihtiraz |
: |
İtiraz. |
i:den |
: |
İyice. |
i:deniy |
: |
İyice. “İideniy zengin olmuş.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
i:mak |
: |
Bulgur, bulgur vs. yi bir kaptan az az dökerek savurmak. |
ik’ü:n |
: |
İki gün. |
ika: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; hikâye. |
ika:çeli |
: |
İki taraflı, karşılıklı. |
ikan |
: |
İken. |
iki araya bir dereye kalmak |
: |
Kararsız kalmak. |
iki başlı |
: |
Karşılıklı, iki kişi arasında. “Zay edip de akılcığım alınca Muhabbet de ikibaşlı olunca Hasret bitip vakıt saat dolunca Sarılıp yatmaya kol incinir mi” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 454 |
iki dinli |
: |
İki yüzlü. “Dilli Sar’Ehmedim dilli (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
iki evlenende gόñül harbinde |
: |
Âşık olmak, gönlü düşmek. Sonra Tutmuş bubam iki evlenende gόñül harbinde kaçırmış anamı. |
iki gönün arasından gendine bir sırım çeker |
: |
Ne yaparsa yapsın, yaptığı her işten kendisine küçük de olsa bir menfaat sağlar. “İki gönün arasından gendine bir sırım çeker.” |
iki gül |
: |
Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin. “Gittiğimiz yollar din İslam yolu Evveli Muhammed âhiri Ali Üç yüz altmış birdir servinin dalı Dallarında biten iki gül nedir” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 604 |
iki söz bir büyüye geçer |
: |
Bir söz ne kadar çok konuşulursa etkisi artar. “İki söz büyüye geçer.” |
iki şah |
: |
İki parça. |
iki şitil, bir mitil |
: |
Yoksul evi, yoksul eşyası. |
iki yakası bir araya gelmemek |
: |
Hiçbir zaman yeterli bir geliri olmamak. “O kargışlı. Asla iki yakası bir araya gelmeyecek.” |
iki yarcılık |
: |
İkiye bölücülük, ikiye ayırıcılık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ikici: |
: |
Sadece ikisi. |
ikicik |
: |
İşte, şurada. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ikicikli |
: |
İki ayrı kızı seven, kararsız. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Hey ağalar kış m’olacak Dağlar dumanlı dumanlı İkicikli yâr sevenin Başı gümanlı gümanlı” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 421 |
ikicilik |
: |
Kararsızlık. |
ikiciligli |
: |
Çifte standartlı. |
ikilemek |
: |
Tarlayı ikinci kez sürmek. |
ikin |
: |
İken. “Koçyiğidin eğlencesi saz imiş Gafilin geçirdim ömrüm az imiş Sıfat kocar gönül kocamaz imiş Dosta gider ikin yolda tanıdım” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 486 |
ikin ikin |
: |
Tekrar tekrar. |
ikindicek |
: |
İkindi vakti. |
ikindin |
: |
İkindi. “İkindin günneri üzüldü Davarı yola düzüldü Yiğit benim Musduk emmim Ağşamdan gözü süzüldü” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Gır Mustuk’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Bakacak) |
ikindinniye |
: |
İkindi vaktinde. |
ikircik |
: |
Şüphe, tereddüt, kararsızlık. |
ikirciklenmek |
: |
Şüphe etmek, tereddüde düşmek. “Şimdi iş ciddiye binip çocuğunun canı yanacağı ihtimali belirince, öylece kararsızlaşıp kalır. Bir yandan da herifinin çabık gız diye artık gıcığına giden sesiyle bağırmasına dayananmamaktadır. Bu ikirciklenme onu ne yapacağını bilmez ederse de asla çocuğunun canının yanmasına razı olmaz.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ikircikli |
: |
Şüpheli, açık olmayan, kararsız, karışık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ikircil |
: |
İki iş arasında bocalama hâli. |
ikircim |
: |
İki seçenek arasında bocalama hali. “İkircimli:n beni deli ediyor. Dumlupınar’da karar vermiyorsun ya mübarek” |
ikiüz |
: |
İki yüz. “İkiüzlü insanları oldum olası sevmem.” |
ikrah gelmek |
: |
Tiksinir derecede usanmak. |
ikrar |
: |
Saklamayıp söyleme. “İkrâr verdim de ikrârımı güderim İkrârsız güzeli ya ben niderim Başım alıp diyar diyar giderim Sevdiğim düşersen peşime benim” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993, Not: bu dörtlük bir Karacoğlan türküsünden alıntıdır.)
Çünkü güzel meylin yoğ idi bende Ezelden de ikrâr vermeye idin Muhabbettir güzelliğin nişanı Uğrun uğrun bakıp gülmeye idin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.543
İkrar verdi ikrârını güderim İkrârsız dilberi ya ben n'iderim Başım alıp diyar diyar giderim Düşerse sevdiğim peşime benim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.499
Kolda götürürler şahanı, bazı Her dâyim severler gelini kızı Yiğidin ikrârı, güzelin sözü Taze yağı bala katmış gib'olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.620 |
ikrar alma |
: |
Tahtacılarda, belirli bir yaşa gelen delikanlılardan ve evlenen kızlardan Tahtacı yol ve erkânına uyacaklarına dair söz alma. |
ikrardan dönmek |
: |
Sözünden caymak. Arab at üstünde kaldı postumuz İkrârdan döndü mü ola dostumuz Yarın bir gün kara toprak üstümüz Çürüdür hey Benli Suna'm çürüdür Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.627 |
ikrarsız |
: |
Söz vermeyen. İkrar verdi ikrârını güderim İkrârsız dilberi ya ben n'iderim Başım alıp diyar diyar giderim Düşerse sevdiğim peşime benim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.499 |
ikü:n |
: |
İki gün. “Emmim˛oğlu bizim babamızın zenaati alıp furmi:ymiş. Derhal başlarına gırh˛elli atlı topliyerek alıp furmeye başlamışlar. Zenginlerden alıp fuharelere vermi: başlamışlar. Yedi sekiz sene devam etmiş bir gün uzak bir yere getmişler. Orda bir eşli bir kervan gurmuşlar. Bir˛ikü:ün geldikten soğna Elboğlu demiş ki emmisinin oğluna:” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
il |
: |
1. Kurak, ıssız yer. 2. Yabancı. 3. Yıl. 4. Vilayet. 5. Büyük dikiş, teğel. İl vardın mı yükünü yığ otur ḳupḵuru dağlar. 6. Memleket, yurt, halk, yabancı. |
ila |
: |
İle anlamında bağlaç. |
ila:nce |
: |
Küçük leğen. |
ilaham |
: |
Keşke. “Babamın irice Fakı’sı Nedi gözüme bakıyon İlaham bacın öleydi Değnekten dutup kakıyon” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Hanımından Kocasına Ağıt, Derleyen: Nimet Gezer) |
ilahane |
: |
Lahana. |
ilaat, ilâhat |
: |
Hallaçların kirişe vurdukları tokmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ilam |
: |
İdam. “Kalmadı sana Türkiye’nin yararı Herkese de çok eyledin zararı Sana verilecek ilam kararı Can çeke çeke de sen de ölürsün” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Sehit Askerlerin Ağıdı (Abdullah Öcalan’a İntizar), Kaynak Kişi: Fatma Temiz) |
ila:n, ila:n |
: |
1. Çamaşır yıkamaya ya da köfteyoğurmaya yarayan kap. 2. Leğen. “Bazı komşular, bereketli olsun diye gelip bakar ve ne zaman biteceğini kestirirlerdi. Bitime doğru; ardına ıcık edim, dedim… diyerek, tandırın henüz yanmakta olan sıcaklığından ve ekmek edicilerden yararlanmak düşüncesiyle, yoğurdukları bir ilân ya da bir tepsi hamurla veya tuttukları yumaklarla gelirlerdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ilan |
: |
1. Yılan. 2. 30 cm.den, 60 cm. e kadar genişliğe sahip olanköfte yoğurma vesairede kullanılan kaplardır. |
ilancık |
: |
Romatizma, siyatik. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ilat |
: |
Hallaçların kirişe vurdukları tokmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ilavşa |
: |
Gökkuşağı. |
ilayık |
: |
Layık. “Gapıya gazan vuruldu Sâmen gapıya dayandı Sana ölüm ilayık mıydı? Beyaz kefine sarıldın” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Sevgi Gelin’in Ağıtı, Derleyen: Yalçın Özcan, Kaynak Kişi: Sırrıye Yücel) |
ilazım |
: |
Lazım. “Her sabah her sabah salınan güzel Sallanma karşımda ilazım değil Ben bilirim senin gönlün bendedir Benim gönlüm geçti ilazım değil” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 477 |
ilbiz toprak |
: |
Verimsiz toprak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ildirini çildirini (bilmek, öğrenmek) |
: |
Konuyla ilgili enufak detayına kadar bilmek, öğrenmek. |
ildirmek |
: |
Hafif ışık vermesi için ateş yakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ile:m |
: |
Lehim. |
ile:mlemek |
: |
Lehimlemek. |
ile:mletmek |
: |
Lehimletmek. |
ileayık |
: |
Layık. “Sen de geşdin Türkiye’min eline Emniyet kemerin vurdular beline Sen de ileayık oldun ölüme Can çeke çeke de sen de ölürsün” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Sehit Askerlerin Ağıdı (Abdullah Öcalan’a İntizar), Kaynak Kişi: Fatma Temiz) |
ileçer |
: |
Reçel. |
ile:den |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; önceden. |
iledin |
: |
Ladin ağacı. |
ileğçe |
: |
Yer adı olsa gerek. “Böğük ileğçe gücük ileğçe Gül deşirdim seçe seçe İnce Hacı’m daha görpe Enginlerde ne geziyon Aldın avın çekil sarpa” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ile:n/ileğen çöreği |
: |
Un, karbonat, yer fıstığı ve yumurtayla yapılan bir tür çörek. İle:n çóre:ni bayramlarda yaparız. |
ileha |
: |
İlahi. |
ilehana |
: |
Lahana. |
ilehe |
: |
İlâhi, bir çeşit seslenme ve samimiyet ifadesi. |
ilelebet |
: |
Sonsuza kadar. Dilerim Subhan'dan olma bermurat Cisminde kalmasın bir akçalık zat Cennet yüzünü görme ilelebet Cehennem meskenin yerin nâr olsun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.565 |
ilen |
: |
İle. Yüce dağ başında çalınır kaval Kadir Mevlâ'm sana vermesin zevâl Aşağı yelinden sorulur sual Söker garbî ilen buzu dağların Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.539 |
İlence |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; eğlence. |
ilende |
: |
Karpuz kabuğu ya da incir kurusu ile pekmez karışımı reçel. |
ilengeç, illengeç |
: |
Yengeç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ilenger |
: |
Lenger, yayvan ve kenarları geniş büyük bakır kap. “Irazıya Irazıya Duman çöktü şu yazıya Kurtarırım seni oğul İlenger dolu gaziye” (M. Sabri Köz, Elbistan ve Adana Yöresi Ağıtları, Boğaziçi Üni. HalkbilimiYıllığı, 1975, İstanbul) |
İlenger şapka |
: |
Fötr şapka. |
İlenmek |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; şikayet etmek, yakınmak. |
ileri |
: |
Geçenlerde. |
ileri gelen, çömelip üren |
: |
Bir toplulukta öne çıkanlar. |
ileri gelen, çömelip üren |
: |
Bir toplulukta öne çıkanlar.
|
ileş |
: |
Leş, hayvan ölüsü. “Ulaş Hacı Ağa ulaş Müminni’ye düştü telaş Bugün ulu bayram günü Taşınıyor kanlı ileş” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
ileşder |
: |
Neşter. |
iletmek |
: |
Yetiştirmek, götürmek. İletip kodular beni sinime Gökteki melekler gelmez yanıma Ruhum çevrilip de girmez tenime Öldüğüm günleri bilse gerektir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.613 |
ileyik |
: |
Layık. “Bu yurt da beni öldürür İleyik görmüyom yurdu Hepisinden kibar ıdı Oğlum nerden aldın derdi” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
ilgilemek |
: |
İki parçayı birbirine iğreti olarak dikmek, iliştirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ilh |
: |
"İlâ âhir" sözünün kısaltılmış hali. |
ili |
: |
1. Ilık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Gelişi güzel dikiş. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ili: mundar |
: |
Doğuştan pis. |
ilibadabi |
: |
Marula benzer, yenilebilir bir çeşit bitki. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ilice |
: |
Kaplıca, ılıca. |
iliçkin |
: |
Böbrek biçiminde et sucuğu, et sucuğu. |
ilidmek |
: |
1. Ilıtmak. 2. Ortalığı kokutmak. “İlidi gönlüm ilidi Otuz Sekizli yürüdü Ağrı ferdi mor perçemli Benli Omarımız varıdı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerde Ölen Ömer Taş’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Halil Gök) |
iliği hıntılamak |
: |
Canı yiyecek bir şeyler istemek. |
ilik |
: |
1. Düğme. 2. Dar alanda oynanan bir tür çocuk oyunu. “Bizim mahallenin çocuklarının oyun yerinin biri özellikle futbol sahamız, işte bina ile Ulu Camii arasındaki boşluktu. Eğer, gulle, ilik,para dikmeç, deldele çeliği, kâat, mık, yalak gibi küçük alanlarda oynanabilecek oyunlardan birine karar vermişsek, o zaman tam şadırvanın yeri ile minare arasında kalan boşluğu seçerdik.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ilikçeken |
: |
Çuvaldızın üç dört misli büyüklükte, havut dikmeye yarayan çuvaldız türü. |
iliklerina:çır |
: |
İliklerine kadar. “Bazen kısa zamanda odunlar yanmaya başlar ve odanın içine dolan tatlı bir sıcaklık ile herkes iliklerinâçır ısınmaya başlardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ilikli |
: |
İçten giyilen pamuklu hırka. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ilikliyon |
: |
İlikliyorsun. Aydan örnek almış kaşın eğmişsin Kudretten mi ala gözün sürmesi Neden ilikliyon göğsün düğmesin Âşıka bu cefâ bu pek zulumdur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.618 |
ilikmen |
: |
İdare kandili. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
iliksiz |
: |
Yaramaz, geveze. |
ilim yitiği olmak |
: |
Kimsenin bulamayacağı şekilde yitmek |
ilimek |
: |
Isınmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ilimon |
: |
Limon. |
ilinmek |
: |
ilintisi olmak. taallûk etmek, varmak. |
ilinti |
: |
Gördüğü şeyi arsızca isteyen, asalak yaşayan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ilişdirmeg |
: |
Sıcak suya soğuk su katarak ılıklaştırmak. |
ilişe |
: |
Yeni çıkmış sebze fidesi, özellikle domates fidesi. |
ilişe olmak |
: |
Çiçek açmak. |
ilişelik |
: |
Sebze fideliği. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ilişi olmak |
: |
Çiçek açmak. Soñra ilişi olur yanı çiçek açar. |
ilişig |
: |
Bağlantı, alâka. |
ilişkin |
: |
Et sucuğu. |
ilişkir |
: |
Böbrek biçiminde et sucuğu, et sucuğu. |
ilişmek |
: |
1. Şaka etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Dokunmak, ellemek. 3. İğreti, emanet oturmak. 4. Kötülük etmek. 5. Irza geçmek. 6. Alışmak, tutuşmak, alevli bir şekilde yanmaya başlamak. Mangalda köz ilişir Kız anneye tanışır Benim için bir yiğit Sarraflarda çalışır Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.148. |
iliştirik |
: |
Et sucuğu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ilk ağşam |
: |
İlk akşam. |
ilk bahdım, altın tahtım |
: |
İlk evliliğin güzelliğini anlatan bir Kozan deyimi. “İlk bahdım, altın tahtım.” |
ilk yaz |
: |
İlkbahar. Türkmen takvimine göre bahar mevsimininilk bölümü, nevruz. “Turnalar katar yörürler Yayla ummanı bürürler Her dalımı soldururlar İlk yazımı güz ederler” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 593 |
ilkidin |
: |
İlk çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ilkilmek |
: |
Su birikmek, toplanmak. |
ilkinti |
: |
Biriktirilmiş şey. |
ilkmek |
: |
1. Biriktirmek, toplamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Biriktirmek, birkaç günün yoğurdunu biriktirerek yayıkta yaymak. “Tarhana yapmak için bez torbada günlerce yoğurt ilkellerdi.” |
ilküdün |
: |
İlk çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ilküdünü |
: |
İlk çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ilkyaz |
: |
İlkbahar. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
illallah gelmek |
: |
Usanmak. |
ille |
: |
İlla. “Bılızları çekmiş dara Babasından isder para Pangunutu verdim almaz İlle isder sarı lira” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ille:m |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ille. |
illengeç |
: |
1. Yengeç. “Çocukken illengeçden korktuğumu hiçbir şeyden korkmazdım.” 2. Çok zayıf kimselere denir. |
illenme |
: |
Beddua. |
iller |
: |
Aşiret, halk. |
illîni çillîni (bilmek, öğrenmek) |
: |
Konuyla ilgili en ufakdetayına kadar bilmek, öğrenmek. |
illop |
: |
Büyük başlı kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ilme |
: |
Yorgan veya döşek ilmek için kullanılan ip, yorgan ipliği. |
ilmeçer |
: |
Çengelli iğne, firkete. |
ilmek, ilmeg |
: |
Düğüm. “Çabalıyon babamoğlu Yoksa ilmek dar mıyıdı İbiş malını bölüyor Ortaklığı var mıyıdı” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
i:lmek |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; eğilmek. |
ilmi olmak |
: |
Pis bir işte eli olmak. |
ilmik ilmik |
: |
İlmek ilmek, düğüm düğüm. |
ilta:p |
: |
İltihap, yaranın mikrop kapması. |
iltâp |
: |
İltihap, enfeksiyon. “Aksam oldu uykum gelmez İltâp yara fırsat vermez Gader bana hiç mi gülmez? Çekmedigim dert mi galdı?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Belfıtığı Olan Durdu’nun Ağıdı, Kaynak Kişi: Durdu Temiz) |
İltiba, ittiba, ıttıba |
: |
ilk başta, evvelce. İltiba ona sor. ITtıbā darıyla bǖydeyi verirler ardından fasileyi. |
ilvan |
: |
1. Naz, işve, kibir, gurur. 2. Süslü, cakalı, gösterişli. “Bir incecik yol gidiyor Gide gide kavuşuyor Yiğidimi vuran düşman İlvan ilvan savuşuyor” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Çolalilerin Hacı’nın Ağıtı, Derleyen: Hüseyin Şahin, Kaynak Kişi: Eşi Döndü Gök) |
ilvanlanmak |
: |
Süslenmek, cilvelenmek. |
ilvanlı |
: |
Süslü, cilveli, edalı. |
ima |
: |
1. Dolaylı olarak anlatma, üstü kapalı olarakbelirtme. 2. Dağ keçisi, bir geyik cinsi. “Heceden de deli gönül heceden İma geyik seyrediyor yüceden Çinçin boğazından Türkmen Koca’dan Çık sevdiğim vakti geldi yaylanın” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
ima:ma |
: |
İmâme, tesbihlere takılan büyük boncuk. |
imam |
: |
Cemaate namaz kıldırıan din görevlisi. Heman ol da Karac’oğlan heman ol Gel sen dahi güzellere tamam ol Ben ölürsem cenazeme imam ol Kıl kara zülfüne kullar olayım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.492 |
ima:ma |
: |
İmame, tesbihlere takılan büyük boncuk. “Hösüyün’üm Bê birisi Minderi kaplan derisi Kehribardan imâması Gördüm dayfalar içinde” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüseyin Ağa’nın Ağıdı (Halbur Ağıdı), Kaynak Kişi: Adil Gök) |
imamı |
: |
Tespihlerin en baştaki boncuğu, püskülün altındaki yuvarlak değil uzun boncuk, tane. “Hösüyün Beğ de birisi (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
iman |
: |
Bağır, döş, göğüs. |
iman kalmamak |
: |
Dinden çıkmak. Kaldırdın mı sen perdeyi yüzünden Çıkarttın mı gayrıları gözünden İkrâr verdin neye döndün sözünden Yalancıda îman kalmaz din gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.587 |
iman tahtası |
: |
Göğüs, göğüs kemiği, bağır. |
iman tahtasını yere değdirmek |
: |
Göğüsünü yere değdirecek kadar uğunarak, ağlayarak, ağıt söylemek. |
imana gelmek |
: |
Sona doğru yola gelmek, hakkını teslim etmek. “İmâna gel kanlı gurbet imâna Biz de başımızı saldık gümana Yağıp yağmur gün boyunca çimene Kokar burcu burcu gülü sılanın” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.535 |
imandan ayırmamak |
: |
Dinden, Allah yolundan ayırmamak. Medet medet âlemleri Yaradan Yâri benden ben'îmandan ayırma On sekiz bin âlemleri var eden Yâri benden ben'îmandan ayırma Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.390 |
imanı gevremek |
: |
Bağrına tak etmek. “İmanım gevredi.” |
imanın gitmesi |
: |
Dinden çıkmak. Karac’oğlan eydür andın yalan Olur olmaz ayağı ile gelen Akşam kavil verip yatsıda dönen Yalancıdan îman gider din gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.588 |
imanına tak etmek |
: |
Dayanılmaz. “İmanına tak etti.” |
imanlı |
: |
İman ehli, imanı olan kimse. Karac’oğlan der erenler Sohbetin görsün yârenler Gencecikten yâr sevenler Ölür îmanlı îmanlı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.421 |
imansız |
: |
1. İnatçı, bir teklifi kabul etmeyen, aksi. Karac’oğlan der ki bu böyle olmaz O yârin ettiği yanına kalmaz On'ki aydır bize selâmı gelmez Yoksa imansızın bağrı taş m'ola Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.387 2. Yağı alınmış süt. |
imarattan yi:, gastaldan sulani: |
: |
Hiçbir şeye masraf etmeden bedavadan geçinen kimseler için enfes bir Maraş deyimi. “İmarattan yi:, gastaldan sulani:.” |
imbal |
: |
Ucunda küçük piz bulunan sopa. “Yörük çobanlarının en önemli malzemesi elinden düşürmediği imbalıdır. Çok maksatlı bir edevatıdır.” |
imbik |
: |
Damıtmaya yarayan, damıtma işinde kullanılan araç, damıtıcı. |
imcik |
: |
İmdi, şimdi. |
imdat |
: |
Yardım isteme. Sabahtan uğradım ben bir güzele Yörü ey günahkâr kul dedi bir kız Bugün cellât olur kıyarım cana Hemen yoktur imdat bil dedi bir kız Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.649
Genç Ali Paşa da bir ünlü vezir Yetmiş bin mızraklı yanında hazır Hak'tan imdad oldu yetişti Hızır Sultan Murad kalkmış kendi geliyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.617
Bıktım usandım da acı dillerden Gamlar ile dolu uzun yıllardan İmdat umar iken akan sellerden Kendim gibi akan sel bulamadım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.484 |
imdatçı |
: |
Kurtarıcı, yardım edici. Bağıran çağıran âciz bülbülüm Ne kadar bağırsam duymuyor gülüm Karac’oğlan der ki imdatçım ölüm Mezardan gayrı bir yol bulamadım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.484 |
imdi |
: |
Şimdi, hemen. “Hasretinden ciğerciğim Delindi dilber delindi Meded Allah’ı seversen Gel imdi dilber gel imdi” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 441 |
imece |
: |
Birçok kimselerin toplanıp elbirliğiyle bir kişinin işini görmesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Osm. Mr.) |
imeci |
: |
Birçok kimselerin toplanıp elbirliğiyle bir kişinin işini görmesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Osm. Mr.) |
imeklemek |
: |
Emeklemek. “Garşıdan duşman çıkınca Yörümedim imekledim Senin için sürmel’eşim Altı gün ahar bekledim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
imelik |
: |
Çıkrıkta eğilen yün ve ip yumağı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
imetmek |
: |
İşaret etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
imez imez |
: |
1. (Yağmur yaması için) Azar azar. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. (Yürümek ve hareket etmek için) Yavaş yavaş. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
imezik |
: |
Çam ve katran ağaçlarından çıkan sakız. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
imhal |
: |
Zaman vermek, müddet. |
imi bir olmak, ilmi bile olmak |
: |
Aynı düşüncede, aynı kanıda olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) |
imi dime |
: |
Ondan sonra |
imi timi bellisiz olmak |
: |
Ne olduğu, nereye gittiği bilinmemek, yitip gitmek. “İnce Memedden bir daha haber alınmadı. İmi timi bellisiz oldu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
imi timi kalmamak |
: |
Kayıplara karışmak. “İmi timi kalmadı.” |
imi timi yitmek |
: |
Ne olduğu, nereye gittiği bilinmemek, yitip gitmek. “İmi timi yitti.” |
imi timi yok olmak |
: |
Ne olduğu, nereye gittiği bilinmemek, yitip gitmek. “Köy başını aldı da gitti. İmi timi yok. Neredeyse ulaşacaklar yamuğa.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
imiç |
: |
Büyük baş hayvanların sırt kısımlarında çıkan ve içinde kurtçuklar da olan küçük yara gözenekleri. |
imik |
: |
Beyin. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
imil imil |
: |
İçin için, yavaş yavaş, pamuk yanmasıgibi. |
imiliniŋ/imiriniŋ iti gimi |
: |
Çok gezip dolaşanlara söylenir. |
imir uyanık o:lmak |
: |
İçi geçmek, yarı uyur yarı uyanık olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
imirballı |
: |
Bir sözü fazla abartılı olarak anlatan kimse. “Tavatır laf veriyor. Sanırsın İmirballızadelerden.” |
imiriballı |
: |
1. Ala deli. 2. Gerekmez yere nazlanan |
imirin iti gimi |
: |
1. Çok gezip dolaşanlara söylenir. 2. “Aç, susuz ve perişan bir halde” anlamında aşağılayıcı bir söz olarak kullanılır. “İmirin iti gimi.” |
imirin iti gibi gezmek |
: |
Amaçsız yere çok gezmek, dolaşmak. |
imirmek |
: |
İçi geçmek, yarı uyur, yarı uyanık olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
İmran adası |
: |
İmralı Adası. “Nerdeyimiş bu İmran Adası? Garannık m’ola Öcalan’ın odası? Neçe yavruların şehit babası Can çeke çeke de sen de ölürsün” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Sehit Askerlerin Ağıdı (Abdullah Öcalan’a İntizar), Kaynak Kişi: Fatma Temiz) |
imrek, imreg |
: |
Her şeye çabuk imrenen kimse, hevesli. |
imreni imreni |
: |
İmrenerek, içi geçerek. “İmreni imreni yaratmış ezel İnce boylu usul boylu bir güzel Salını salını yürekler ezer Eymirli’den bir kız geldi pınara” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 396 |
imresimek, imresmek |
: |
İstek duymak, imrenmek, özenmek. |
imreşmek |
: |
Heveslenmek. |
imriglemek |
: |
Bir şeyin işe yararlı olanlarını özellikle irilerini elle seçerek almak. |
imta:n |
: |
İmtihan, sınav. “İmta:nı kötü geçen birine; herkeşin imta:nı sorması ve imta:nı e: geçen birine heç kimseniŋ imta:nı sormaması veya imta:na girennere ö:le gelmesi incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
imtiyan |
: |
İmtihan, sınav, kulluk sınavı. |
imük |
: |
Beyin. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
imzik |
: |
Emzik. |
in hopumdan |
: |
Beni bırak artık, sırtımdan düş. “İn hopumdan artık.” |
ina:msağma, ina:msa:ma |
: |
Eleğimsağma, yağmurca, allameisema, gökkuşağı. |
inam |
: |
İnanılmış, güvenilmiş, emin. İkimiz de bir göğnekte dururuz Göğnek perde başka başka yörürüz Biz de inamız oda od ururuz Ataş nedir tütün nedir kül nedir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.605 |
inandık |
: |
Sözüne inanılan kimse. “Varın söylen inandığa Biz de sözüne kandığa Gavur beğler balta çaldı On iki yeşil sandığa” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
inat |
: |
Bostan dolaplarında suyun düşüş yönüne karşı çakılan kazıklara destek olarak konulan ağaç. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
inayet |
: |
Yardım, iyilik etme. Şunda bir dilbere halım arz ettim Nice bir ağlarsın gül dedi bana Bugün cellâd oldum girerim kana İnayetim yoktur bil dedi bana Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.391 |
inayet ola |
: |
Dilenciye para verilmediğinde söylenir. “İnayet ola.” |
inca:ğermek |
: |
Uzun ağlamak. |
incaz |
: |
Olgunlaşmamış erik, can eriği. “Baharda incaz toplarken yağan yağmurda ıslanıp, kırık dökük haymanın altında babamızın yaktığı ateşte ısınmayı özledim.” (Ahmet Taşgetiren, Özlüyorum, Edik Dergisi S. 52) |
ince dalaŋ |
: |
(İnsan için) zayıf ve uzun boylu, ince yapılı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
inceağrı, inca:rı |
: |
Verem. Vereme (inceağrı) öksürüğe (çor) Merdivene (süllüm) konuşmaya (şor) Meyilliye (yörep), acemiye (tor) Bir kısım peynire (keş) derler bizde (Hayati Vasfi Taşyürek) |
incirli |
: |
İncir reçeli. |
incir cücü: |
: |
Yaylalarda, bağlarda olan, serçeden daha küçük bir kuş. |
incoz, inco:z |
: |
Yeşil erik, olgunlaşmamış erik, can eriği. |
i:ne |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; iğne. |
ine: meledi, gö:nü diledi |
: |
Sonun istediği oldu. “İnê meledi, gö:nü diledi.” |
inecek, inecik |
: |
Merdiven, seyyar merdiven. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ineğemen, ine:men |
: |
Yeşil iri bir kertenkele. |
ineğimsağma |
: |
Eleğimsağma, gökkuşağı, ebemkuşağı. “Alaimi sema bilindiği gibi gökkuşağı anlamına gelir. Ama bunu herkes rahat söyleyemez. Benim Maraşlım Alaimi semayı nefis bir benzetmeyle ineğim sağma olarak kullanır. Gökten sağılan renk cümbüşüyle ineğin sağılması arasındaki ahenk ve benzerlik. Bunu bilen bilir bilmeyen de bir dal madanız (maydanoz) sanır.” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) |
inek sıkmak |
: |
İnekten süt sağmak. |
inek tası |
: |
1. Hoşal tası. 2. Ölçü birimi olarak kullanılan büyükçe bir tas. |
ineltmek |
: |
Erkek hayvanı burmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
inen |
: |
İle. Kadir Mevlâ'm budur senden dileğim Oynat beni gelin inen kız inen Çıksam Binboğa'ya yayla yaylasam İçsem sularını namlı buz inen Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.531 |
iŋgaba |
: |
İniş. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
İnge |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yenge. |
ingebe |
: |
Yokuş aşağı, iniş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
iŋgin |
: |
1. İnleme, alçak yer, engin. 2. Aşağılık, adi. |
ini |
: |
Kayınbirader. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
inil inil |
: |
İnleyerek, inleye inleye, sürekli inleme. “Karac’oğlan düz ovalar Şahanın keklik kovalar İnil inil taş yuvarlar Koca seller sende m’olur” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 624 |
inim inim |
: |
İnleyerek, inleye inleye, sürekli inleme. Aktı pınarları suyu çağlıyor İnim inim güzelleri ağlıyor Çıkmış anası da seyrân eyliyor Efesi sürgüne gitti yaylanın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.537 |
inip gitmek |
: |
Bir yere gitmek için yola çıkmak. İneyim gideyim Osmaneli'ne Sevdâya düşenler yorulmaz imiş Herkes sevdiğini almış yanına Garibin hatırı sorulmaz imiş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.635 |
inkar olmak |
: |
İnkar etmek. İnkâr m’oldu al yanaktan emdiğim Gece gündüz sevdasına yeldiğim Usul boyun, ince belin sardığım Öğrenmiş ellerim duramaz oldum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.508 |
iŋkevela |
: |
İlk önce. |
inli |
: |
İniltili, dertli. “Çöze idim düğmeleri döşünden Öpe idim gözlerinden kaşından Güzelliğin soyha kalmış başından Ben inli boranlı olduktan sonra” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 461 |
inli boranlı |
: |
İlletli, evhamlı. “Çöze idim düğmelerin döşünden Öpe idim gözlerinden kaşından Güzelliğin soyha kalmış başından Ben inli boranlı olduktan kelli” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
innaha |
: |
İşte. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
inne |
: |
İğne. “Geydiğin atlas gelinim İnneler batmaz gelinim Yalınız yatmaz gelinim Sen safa geldin” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
inne cevizi |
: |
Çıtırık ceviz, içi kolay çıkmayan bir ceviz türü. |
inne gıyık birbirine uyuk |
: |
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş misali birbirine çok iyi uyum sağlayan kişiler. “İnne gıyık, birbirine uyuk” |
inne yutmuş it gimi dolaşmak |
: |
Hiç durmadan amaçsızca dolaşmak. “İnne yutmuş it gimi dolaşıyor.” |
inneden iplȃ |
: |
Konuyla, durumla ilgili her şey. |
innedenlik |
: |
İğnelik. |
inneli beşik |
: |
Istılah olarak Yahudi’den geçme ve fakat korkutmak için Türklerin kullandığı bir çeşit tabir, deyim. |
innelik |
: |
1. Dere kenarlarında yaşayan uzun baçaklı ve uzun kanatlı küçük bir böcek. 2. Kuruduğunda saat gibi dönen ot. |
innenin deliğinden hindistanı görmek |
: |
Feraseti çok kuvvetli kimse. “İnnenin deliğinden Hindistanı görür.” |
inneniŋ deli:nden Hindistan’ı göstermek |
: |
Yaptıkların için mutlaka hesaba çekerler. “İnnenin deli:nden Hindistan’ı gösterirler.” |
inneştirme |
: |
Ateşi tutuşturma. |
innik |
: |
Kar çukuru. |
inno:tu işlemek |
: |
İğne otu işlemek. Bir dikiş türü yapmak.Zor bir iş veya karanlıkta iş yapanlar için kullanılan deyim. |
insaf |
: |
Acıma. Karac’oğlan der ki perişan halım Nice bir çekeyim bu aşkın yayın Gayrı insafa gel lebleri balım Şu benim derdime dermana tez gel Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.475 |
insan olman |
: |
İnsan olmazsın. Ben seni severim sen de seversen İnsan olman el sözüne uyarsan Çizme olam ayağına geyersen Ökçesin de çamurlara bas gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.552 |
insanlıklı |
: |
İnsanca, vicdanlı. |
insannık |
: |
İnsanlık. |
inşallah |
: |
Allah dilerse. Karac’oğlan der inşallah Görenler desin maşallah Kara donludur Beytullah Örtüsü kara değil mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.450 |
inta:sı |
: |
Nihayeti, en fazla. |
İntil mintil |
: |
İnim inim inleyerek, perişan bir şekilde. |
intil mintil olmak |
: |
Rezil olmak, parça parça olmak. |
intil olmak |
: |
Birilerinin yaptığı oyalayıcı, usandırıcıdavranışlardan dolayı sinirleri bozulmak. |
intizam |
: |
1. Düzenleme. 2. Düzeltme. |
intizar |
: |
1. Bekleme, gözleme. Dostumun bağında alma var m'ola O da benim gibi intizâr m'ola Yârimin köyünden gelen yâr m'ola Sorup derdl'olmadan sormam n'eyleyim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.507 2. Beddua, kargış. Yükseğinde nemli nemli dağlar var Eteğinde ala gözlü yârim var Yârdan ayırana intizârım var Yol ver dağlar ben sılaya gideyim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.505
İntizâr eyledin büktün belimi Ya nic'edeyim şu halkın dilini Başıma sokunmam yârin gülünü Elime aldım ben kokar yörürüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.516 |
intizar olup durmak |
: |
Gitmeye, ayrılmaya hazır olmak. Karac’oğlan der n'olalım Emmi dayı bir olalım Dedim dilber sarılalım Can intizâr olup durur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.625 |
ip |
: |
Darağacı. “Birkaç kişiyi sallandıracaksın ipte bak o zaman nasıl biter bu anarşi.” |
ip atlama oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. İP ATLAMA OYUNU Üç çeşit ip atlama oyunu vardır: Birincisi: Genelde kız çocukları oynar. En az üç kişiyle oynanır. Açık alanda oynanan bir oyundur. Sayışmaca ile ilk atlayacak olan belirlenir. İki oyuncu karşılıklı ipi çevirir. Diğer oyuncu ise ipe değmeden atlar. İpe değerse sıra diğer oyuncuya geçer. İkincisi: Oyunun aşamaları şu şekildedir: Birler: ipin ayak bileklerine takılması ikiler: ipin baldırlara takılması Üçler: ipin diz kapağının olduğu bölgeye geçirilmesi Dörtler: ipin kalçaya takılması Beşler: ipin bele takılması Altılar: ipin koltuk altına takılması Yediler: ipin omuz hizasında tutulması Sekizler: Eller havaya kaldırılır ve ip, parmak uçlarıyla tutulur. Birler, ikiler ve üçlerde atlarken ipe dokunmak yasaktır. İki oyuncu karşılıklı ayakta durur. 4-5 m uzunluğundaki lastiğin uçlarını bağlayarak ayaklarından geçirirler. Oyuncu bir ayağını ipin içinde, diğer ayağını ipin dışında tutar. Bu şekilde karşı ipe atlar. Sonra başladığı yere geri döner. Bir sonraki atlayışta ayaklarını ipin dışına atar. Sonra iki ayağını ipin içine alır. Bu şekilde oyunun bütün bölümleri tamamlanır. Her aşamada ip yükseltilir. Beşlerden sonra oyuncular atlamakta zorlanır. En zor bölüm sekizlerdir. Boyu uzun olan daha rahat oynar. Takılan veya ipe basan olursa sıra diğer oyuncuya geçer. Oyun oynanırken söylenen tekerlemeler şu şekildedir: Laleli belkız içeriye gir kız ipten çık kız Dışarıya çık kız
Laleli bir, yerin dibine gir Laleli iki, ormandaki tilki Laleli üç, atlaması güç Laleli dört, eteğini ört
Denizde dalga, hoş geldin abla Eteğini topla, rahat otur abla Etek, bluz, ingiliz, turist Nerden çıktı, bu iki pis (Derya UMAR ile yapılan kişisel iletişim, 16 Kasım 2014). Üçüncüsü: Kız çocuklarının oynadığı oyundur. İki kişiyle oynanan bir oyundur. Açık alanda oynanır. İpe takılmadan en çok atlayan oyunu kazanır. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s.214 - 215) |
ip ıyıp bez kesmek |
: |
Bir yere sık gidip gelme anlamında kullanılır. |
ip ıymak |
: |
Bir yere sık gidip gelmek, dokuma için iplerin tezgaha yerleştirilmesi. |
ip oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. İP OYUNU Genelde kız çocukları arasında oynanan bir oyundur. İki kişi ile oynanmaktadır. Oyun evde ve okulda oynanan oyunlardandır. Oyun aracı küçük bir iptir. İpin uçları birbirine bağlanarak resimdeki gibi ele alınır. Daha sonra ip çapraz olarak orta parmaklardan geçirilir. Daha sonra diğer oyuncu tarafından ipteki çaprazlıklar diğer yerlerden geçirilerek çeşitli şekiller ortaya çıkar. İpi kim çözerse o kazanır. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 216) |
ipa:cı |
: |
Kilim ve çuval dokunan ahşap tezgah, ıstar. |
ipdil, iptil |
: |
Önce, evvel. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ipdili |
: |
İlkönce. |
ipdililk |
: |
En birincisi. |
ipe çeksen |
: |
İdam etsen. “İpe çeksen de son kararım budur.” |
ipığrık, ipı:rık |
: |
Şurada burada dolaşan, bir işe yaramaz, başıboş kimse. |
ipi goparmag |
: |
Görüşmeyi kesmek. |
ipil ipil etmek |
: |
Işınlar saçmak, parıldamak, pırıl pırıl ışık saçmak. “Ovadaki otlar yarı parıltılı, yarı gölgeli. Otlar ipil ipil ediyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ipildemek |
: |
Hafiften parıldamak, çok az tutuşarakyanmak. |
ipilemek |
: |
Az ışıkla yanmak, karanlıkta uzaktaki ışık için zor görünmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Güneş ipiledi, ışık buğuya dönüştü.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ipilti |
: |
Parıldayan şeyin uzaktan çıkardığı az bir ışık, parıltı. “Beyazlığa güneş vurunca milyonlarca ipilti göğe doğru sıçrayıp insanın gözünü alıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ipin omuzumu kertiyor |
: |
Beni çok sinir ediyorsun. “İpin omzumu kertiyor.” |
ipini kücülemek |
: |
İşini yürütmek. |
ipiri |
: |
Çok iri. |
ipissiz, ipisiz |
: |
Hiç kimsenin ya da bir şeyin olmadığı yer. |
iplis |
: |
İblis, şeytan. |
ipret |
: |
İbret. |
ipsiz |
: |
Hiçbir işle uğraşmayan, başıboş, “İpsiz sapsız Gara İrbehem’e mi verece:m gızı. Gurudurum da vermem.” |
iptil |
: |
Önce, evvel. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
iptili |
: |
İlk önce. |
irado |
: |
Radyo. “İradomun telin kesdim Sırtını bahçiye asdım Bayramda gelir diyordum Şimdi umudumu kesdim” |
iradyo |
: |
Radyo. |
irahan |
: |
Reyhan. “İrahan gatmadım güle Bilbil gonar daldan dala Gurban olam bacım seniİ Agzındaki datlı dile” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüsne Gürbüz’ün Ağıdı, Kaynak Kişi: Rukiye Sert) |
İrbaham, İrbâm |
: |
İbrahim. “Goçağadı benim yavrım Herkesden aldı methini İrbaham avrattan kötü Sultan’a verin martini” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
İrbehem |
: |
İbrahim. “Şu da Mustafa’nın fesi İrbehem oğluyun hası Üç çocuğ’nan bile galdı Ağ gelin çekiyor yası” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
irbişim |
: |
İbrişim. “Gadan alayım Eşe ana Bak başıma gelen işe İbrişim çarşaf örter de Yatağını serer daşa” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
İrebiye |
: |
Rabia. |
İrecep |
: |
Recep. |
ireçber |
: |
Rençber, çiftçi. “İreçberliği yok ama Ağar sofrası kurulur Yarın ulu bayram günü Alem başına derilir” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt II)
On beşimiz avlağını avlasa On beşimiz ireçberlik eylese Otuzumuz ağa misli söylese İçimizde serdar olsa birimiz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.650 |
irefe |
: |
Kokusu hoş bir çiçekli ot. |
irehen |
: |
Rehin. “Emânedsiz, irehensiz.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ireli |
: |
İleri, önde gelen, önemli. “Hösüyün Ağa, Göğsün’ün en ireligelen ağalarından bir ağayımış. Tabi bunun duşmanları varımış, esgiden beğlik zamanı. Tabi: her ağa birbirini ezmek isderimiş.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
irelle:nde |
: |
Az ilerisinde. |
irellek, irelleg |
: |
Daha sonra, ileri tarafta, ileride. |
irellemek |
: |
İlerlemek, devam etmek, zengin olmak. |
irelletmek |
: |
İlerletmek, zengin olmak. “Görüşmeyeli işini epeyce irelletmiş.” |
irembil |
: |
Remil, bir çeşit kağıt oyunu. |
irembilci |
: |
Kağıt falına bakan kişi. |
iremzi |
: |
Remzi. “Kamyon gelir düzü düzü Kör olsun doktorun gözü Halasına kırgın getmiş İremzi vermemiş kızı” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
irenk |
: |
Renk. “Hakk’ın kandilinde gizli sır idim Anamın beline indirdin beni Ak mürekkep idim kızıl kan ettin Türlü irenglere yandırdın beni” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 457 |
irenk almak |
: |
Aynı renge sahip olmak. “Benim yavrum ahvalından bilirken Açılan güllerden irenk alırken Sabahın vaktında sudan gelirken Siyah zülüf ak gerdanla ceng eder” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 588 |
iresim |
: |
Resim. |
ireşme |
: |
1. Atın eyerinde bir parça. “Çadırın direği gamış Atın ireşmesi gümüş Hançer bağrına batınca Yetiş Hüseyin’im demiş” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Yular. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) 3. Atlara vurulan gem. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 4. Atın çenesi altına gelen gem, yular zinciri. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Sektirir Kır At sektirir Gümüş ireşme döktürür Hükümetin kapısında Uşaklara kur’çektirir” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
ireyhan |
: |
Reyhan, fesleğen. Karşımızda karlı dağlar dağ olur Çevre yanı ireyhanlı bağ olur İyi günde yâren ahbap çoğ olur Dar günümde dost bulunmaz nedendir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.608 |
ireys |
: |
Reis, belediye başkanı. |
irezil |
: |
Rezil. “Boyun desem mum çıbığı Kekili horuz ibiği Ne mürvetsiz gül nişannım İrezil ettin bibini” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
irezil mendevir olmak |
: |
Çok güç durumda kalmak, perişan olmak. |
irezil olma |
: |
Zahmet etme, kendini yorma. “İrezil olma!!!” |
irezillik |
: |
Rezillik, rezalet. |
irgalamak |
: |
Sarsmak, sallamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
i:ri |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; eğri. |
irice |
: |
Büyükçe. |
iriçkin |
: |
Böbrek biçiminde et sucuğu, et sucuğu. |
irihat durmamak |
: |
Rahat durmamak. Bir körün gözüne girsem de olmaz Bir yiğide sırrım versem de almaz Bir kötü dilim var irahat durmaz Kötü dil başıma belâ getirir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.612 |
irilenmek |
: |
İri parçalar halinde olmak. Ovalarda olur harman Yanakların derde derman Gönül dediğin değirmen Ufalanır irilenir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.611 |
irim |
: |
Böğürtlen vb. dikenli çalılar. |
irin |
: |
İltihap. |
irişgin, irişkin |
: |
Et sucuğu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
irişgit |
: |
Sucuk. |
irkileşmek |
: |
Toplanmak, birikmek. |
irkinti |
: |
Bir yere toplanmış sıvı birikimi. “İrkintinin üstüne çınar yaprakları dökülmüş.” |
irkme |
: |
1. Ayranın bir torbada süzme amacıylabekletilmesi sonucu elde edilen koyu kıvamlı yoğurt, dahasonra bundan yapılan ayran. 2. Biriktirme, özellikle tarhana yapmak için torbaya konularak biriktirilen yoğurt, süzme yoğurt. “İrkmenin yağı çok çıkarımış.” (Toros Atasözü) |
irkme yoğurt |
: |
Süzme yoğurt, tarhana yapmak için biriktirilen yoğurt. |
irkmek |
: |
(Yoğurt, süt vb.) Birkaç gün biriktirmek, toplamak. |
İ:rmek |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; eğirmek. |
irşin |
: |
Tütün külü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
is |
: |
Duman lekesi. |
i:san |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; insan. |
isbad |
: |
Tanık, şahit. |
isbatan |
: |
Bir çeşit ot. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
isbitren |
: |
Sarımsı, kırmızımsı renkte bir çeşit üzüm. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
isda: |
: |
İsteği. “Çağırın bakiyim, şu dilki biyâyi. İsdâ neyise, onu yerine getirin diyor.” (Doç.Dr. Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
İsdambıl |
: |
İstanbul. “İsdambıl’da padişahâ bir telgıraf çekdi ki: İİy pâdişahım sen olasın burada. Elboğlu namında bir gulun töredi, diri adamı heç sevmiyor, her göndermiye yanıma da gırg kelliye birden gönderiyor. Padışah bu telgırafı alır almas hapıshana gafaslarında iki tenesini çârın dedi.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
İsdanbul |
: |
İstanbul. |
isda:ni |
: |
İsteğini. |
isdemek |
: |
İstemek. “Uzun gabıtlı Sar’aslan Yekin de boyunu gösder Eşe’n de izine gelmiş O da bizden baba isder” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Ahmet Höbek’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ömer Höbek) |
isdemi: |
: |
İstemeye. “O zamanın hök’münde de Maraş’da kör paşa deller pir paşa varmış. Ali Gadoğlu arhadaşlarına diyor ki ben paşanın yânna gedicim bir guşunan bir at hediye ederek paşanın huzurüne geliyor. Bir zaman paşiyanan gonuşdukdan soğna diyor ki: şövketlüm ben yanına bir yer isdemi: geldim, bize bir yer görset dedi.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
isden |
: |
İstersin. “Bacı sen netdin Aniş’i? Gardaş getirir yemişi Bu bacım yenge binecek Ne isden gına gümüşü?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Aniş’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
isdenmeg |
: |
(Mec.) Kaşınmak, kendisine bir şeylerin yapılmasını istemek. |
isder |
: |
Görücü. |
isdida |
: |
Dilekçe. |
isdifil |
: |
Anlaşma. |
isdifil olmak |
: |
Anlaşmak. |
isdilah |
: |
Naz. |
isdilahcı |
: |
Nazlı. |
isdimlak |
: |
İstimlak, el koyma. |
isdira:d, isdirahat |
: |
İstirahat. “Gardaşım ben yorgunum, bœn biz burada isdirâd edek. Löbetçilerini filanı dik. Ali Gadoğlu löbetçileri yatırmış, siz yorgunsuz, sizin löbetlerizi ben beklerim. Aradan bir gaç sehat geşdikden soğna yükleri arıyerek yükün birinin içinden iki sandıg lire bularaķ çıharmış. Hırt-zort çuâlnın altına soharak, üsdüne de kendirleri goyarak ayrıca bir yere çekmiş. Sabânan Elboğlu emmisinin oğlu Ali Gadoğlunu çârarak demiş ki: Şu yükleri tagsim et. Ali Gadoğlu şu yükleri tagsim etmiş. Şü yük Elboğlu’nun, şü yük Daşbaşoğlunun, şü yük Sevi Sülemenin. Ayrı ayrı tagsim etmiş. Şü yük de benim demiş.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
isdirehet |
: |
İstirahat. |
isdiüsü:z |
: |
İstiyorsunuz. |
isdiyeci |
: |
Görücü. |
isdiyeşin |
: |
İsteyince. |
isgembe |
: |
İskemle. |
isger |
: |
Demircilerin yaptığı büyük çivi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
isgeti |
: |
Demircilerin yaptığı büyük çivi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ishak |
: |
Baykuş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
İ:sik |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; eksik. |
isilik |
: |
Vücudun değişik yerlerinde aşırı sıcaktan dolayı oluşan kızartı. “İşi gıcır yan gelerek söykünür Kim gonuşsa ağzına öykünür İsilikli soğuk suda yıykanır Diline hayranım Çukurova’nın” (Aşık Feymani (Osman Taşkaya)) |
isim şehir oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. İSİM ŞEHİR OYUNU Grupla oynanan bir oyundur. Oyuncular elindeki kâğıda altı sütun çizer. Oyuncular sütunlara başlık olarak isim, şehir, bitki, hayvan, eşya, ülke, artist yazarlar. Oyuncunun biri içinden alfabeyi saymaya başlar. Yanındaki oyuncu “dur” der. Hangi harfte durduysa o harfle “isim şehir, bitki, hayvan, eşya, ülke” bulup kâğıttaki sütunlara yazar. Oyuncular belirledikleri süre içinde tüm sütunlara uygun kelimeleri yazar. Süre dolunca oyuncular buldukları kelimeleri söylerler. Doğru söylenen her kelime için 10 puan, ortak söylenen kelimeler için beşer puan kazanılır. Oyunun sonunda en çok puan toplayan oyuncu oyunu kazanır. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 216) |
isiraf |
: |
İsraf. “Köyümüzde heç bişet isiraf edilmez. Herşiy gullanılır. Asli amacının dışında gullanılan bazı eşyalardan aklıma gelenler şunnar: Yemeklik yağ tenekesi= Saksı. Motur yağı tenekesi= Hububat ölçeğe, goza ve fıstık toplama gabı. Şamrel, iç lastik= Conta, ip, sırım. Yanık yağ= İneklerin yaralarına sürülür. Gıres yağı= Bu da ilaç olarak gullanılır. Esgi deri ayapgabı= Çarpana. Esgi lastik ayapgabı topuğu= Gamışlı ya da oyuncak araba tekeri. Varil, Fıçı= Ya:mır suyu toplama gabı. Esgi dülbent= Mazot ve ze:r süze: (süzgeç) Güpre torbası= Saman taşıma, goza toplama çuvalı, yanyana dikilip bö:kçe örtü yapılıp herbişet için de gullanılır. Muşamba güpre torbası= Börkenek, yağmurluk. Esgi teşt= Mal yemli:. Esgi tokya (kauçuk terlik)= Holta mantarı. (olta) Esgi kemer= Yular. Esgi corap= Gına vurulan ele geyilir, buza: örmesi yapılır. Esgi rulman= Bilyeli araba. Balya ipi= Örme. Gatran= Uyuz ilacı Esgi gaset yada CD= Avarlığı diden ya da bulgura, tarhanaya dadanan çinçikleri ürkütme amaçlı olarak avarlığın ya da serginin sağına soluna gasetin içinden çıkarılan manyetik malzeme gerilir ya da CD asılır. Avarlığı korumak uçun su, teneke ve daş gullanarak belirli aralıklarla ses çıkaran düzenek guran zeki köylülerimiz de vardır. Esgi teker= Mal yemli: (Ekrem hoca hatırlattı) vs… (Kadirli Bekereci Köyü’nden Herif lakaplı hemşehrimiz, www.bekerecikoyu.com) |
iskeç |
: |
Bir ucu yanmış odun. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
iskeli |
: |
Büyük demir çivi. |
iskelit, iskeliç |
: |
1. İki ağızlı kazma. 2. Tek elle kullanılabilecek kadar küçük çapa. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
iskembe |
: |
Tabure. |
iskempir |
: |
Bluz. “İskempiri al dalına, üşürsen geçirirsin sırtına.” |
İskendurun |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; İskenderun. |
iskenti çivisi |
: |
Demircilerin yaptığı büyük çivi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
iskiflemek |
: |
İstif etmek, dizmek, sıralamak. |
isla |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; iyi, çok iyi. |
islah |
: |
Islah, terbiye olmak. |
islibudak |
: |
Sakızlı çam odunu. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
islidoru |
: |
Koyu doru ya da kahverengi at donu. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
islimağaranın kör şeytanı |
: |
Kurnaz ve hilekar insan, bir tür cin. |
İsmahal |
: |
İsmail. “Nadire bacısı geldi Gözledim Ayşe gelmedi İsmahalı’ın boynu bükük Sandım bu işi bildirdi” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
İsmahel |
: |
İsmail. “İsmal’im gumaşın topu Ağşam oldu kölge döndü İçimde ciyerim yandı Gurban olam İsmahel’im” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İsmail Salan’ In Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürü Salan) |
İsma:l |
: |
İsmail. “Atın aharda beslenir Çiften içerde paslanır Yekinsene İsmâl’ım Kızların sana seslenir” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kalaboynulu İsmail’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Melek Karakaş) |
ismariç, ismariş, ısmarıç |
: |
Sipariş. “Bu arada, Artin ismarişleri hazırlamıştı. Elindekileri Musa’ya vermek üzereyken, dükkânın bitişikteki eve açılan yan kapısından içeriye bir genç kız girdi. Elinde ağzı kapalı bir sahan vardı. Hafif bir sesle; Baba yemeğini getirdim dedi.” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
İsmayil |
: |
İsmail. “Gayranlı’nın günden yüzü Mor sümbüller bitdi m’ola? İsmayil dutulsun diyen de Muradına yetdi m’ola?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Karcı İs-mail (Kahveci)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) |
İsme:l |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; İsmail. |
ismehel |
: |
İsmail. |
ismini çekmemek |
: |
Adını anmamak, darılmak, küsmek. |
isna:d etmek |
: |
Kara çalmak, dayandırmak. Karac’oğlan der ki ismim öğerler Ağı oldu bildiğimiz şekerler Güzel sever deyi isnâd ederler Benim Hak'tan özge sevdiğim mi var Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.581 |
isna:n |
: |
Pazartesi. Bazı yerlerde de Pazar olarak kabul edilir. “İşde bazar günü, isnân denir ya, köfde olurdu, yenirdi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
isna:n |
: |
Pazartesi. Bazı yerlerde de Pazar olarak kabul edilir. |
isna:nertesi, isna:nörtesi |
: |
Salı. |
isne:n |
: |
Salı. Pazar veya Pazartesi olarak ta kullanılıyor. |
ispir |
: |
Bir kuş adı. Özellikle Toroslarda bulunurmuş. Nesli tükenen bir kuş. Rivayet olunur ki, atmacanın değişik bir türü. Alıcı kuşların en vahşisi. Atası atmacadır. Görevini hakkıyla yerine getirmeyen bir çift atmacanın tüylerini yolan sahibi bu kuşlara kızarak çimenlerin arasına atar. Tüyleri yolunan atmacalar iyice vahşileşirler. Bunlardan türeyen yavrularının da tüyleri yok denecek kadar az imiş ve onlar da çok vahşi olurlar. Bu kuşun adını sahibi ispir olarak koyar ve Osmanlı ve Dulkadirli döneminde saraya özel olarak yetiştirilirmiş ve özellikle Osmanlı döneminde ispir kuşunun yetiştiricileri Doğancıbaşı Dairesi’nin verdiği belge ile vergiden muaf tutulurmuş. Çınkır kuşları posta güvercinlerini avlamada kullanılırken ispir kuşu etiiçin avlanan kuşları canlı olarak yakalamada kullanılırmış. Önemli not; Toroslar bölgesinde kullanılan ispir soyadı bu kuştan gelmektedir. Erzurum ilinin İspir ilçesi ile yakından uzaktan bir ilgisi yoktur. “Söylen Mahmut Bey’e avın eylesin O bir kepezedir torun öğretsin Toy ispirler yaşılları avlasın Ben geriden salağını gözlerim” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I, S. 36)
“İspir, doğan gibi yüksek uçarsın Garip bülbül gibi konar geçersin Sırat köprüsünü nasıl geçersin Cehennem narını bilmen mi gönül” (Hasan Reşit Tankut, Maraş Yollarında, Recep Ulusoğlu Bas. Ankara 1944)
Kargıcak'ta bir güzele uğradım Ala gözler ispir ispir bakıyor Görmeden de görmemesi yeğ imiş Aşkı düştü yüreğimi yakıyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.614 |
ispirte |
: |
Kibrit. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ispit |
: |
Tekerleğin merkezinden çemberine kadar uzanan tel çubukların her biri. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
isse |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; hisse. |
issiz |
: |
Issız, kuytu, sakin, sahipsiz. “Datlı olur yaylaların havası İssiz galmaz yiğitlerin yuvası Esas gonalgamız Söğüt Ovası Bunu da böğlece bil Hös’gün Ağa” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ist |
: |
Ata. |
istala |
: |
Sınır, hudut. İstalāda kaçaḳçılar gėlir geçerdi. |
istar |
: |
Dokuma tezgahı. |
istemem kalam |
: |
Kalmak istemem. Yâr bana göndermiş bir gizli selâm Bahri gibi gayrı ummana dalam Verseler cihanı istemem kalam Şimdi ben elimi felekten çektim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.504 |
isteŋger gazanı |
: |
Çok büyük kazan. |
ister |
: |
Görücü. Yazlıktaydıḵ oraya istėr geldi. |
isteyici |
: |
Kız istemeye gelenler. Düğürcü. |
isti |
: |
1. Yalnız kullanılmaz. Örneğin “soğukta, istide.” 2. Sahip. |
istida |
: |
Dilekçe. “Biz durumu arz eyledik. Gerisi size bağlı. Gerekirse istida da yazarız dedi ve çıkıp gittiler” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
istidacı |
: |
Arzuhalci. “Balkonları ve içerisine ferah bir aydınlığı taşıyan pencereleri hep dikkat çeken, alt katları dizi dizi dükkan ve avukatlarla istidacıların yazıhaneleri olarak kullanılan konaklar….” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
istifar |
: |
Kusma, istifra. |
istifar etmek |
: |
Kusmak. |
istifil olmak |
: |
Anlaşmak, barışmak. |
istifra etmek |
: |
Kusmak. |
istilik |
: |
İsilik. |
istintak |
: |
Sorgulama, sorgu. |
istob |
: |
1. Durma. 2. Vana. “Araba istob etdi. Neden istob etdiğini kimse anlayamadı.” |
istob etmek |
: |
Durmak. |
istop oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. İSTOP İstop oyunu genellikle sokak arasında veya okul bahçesinde oynanır. Oyuncusayısı 5-10 arasında değişir ve bu oyun gündüz oynanır. Bu oyun için gerekli tek malzemebir tane toptur. Oyuna başlamadan önce yaygın olan bir sayışmaca ile ebe belirlenir. Oyunbaşlamadan önce diğer oyuncular ebenin etrafında daire oluşturur. Ebe topu havaya fırlatıp“istop!” diyene kadar oyuncular sağa sola kaçışabilirler. Ebe istop dediği zaman herkes yerinde durmak zorundadır. Oyuncular ebenin bir renk söylemesini bekler. Ebe bir renksöyleyince oyuncular bu rengi bulmak için koşuşmaya başlar. Rengi bulan kişi ebeninhedefi olmaktan kurtulur. Bir kişi rengi bulamadan ebe tarafından topla vurulursa ebe olur.Oyunda bir zaman sınırlaması yoktur. (Ömer Kırmızı, Erdemli Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Çalışması, Mersin Üni., S.B.E., TDE. ABD, Mersin, 2015, s. 182) |
iş |
: |
1. Bölgemiz göçmen ağzında; hiç. 2. Oya, nakış. |
iş duta duta kör itin gözünü mü açtın |
: |
Tembellikten eliişe gitmeyenlere söylenen bir söz. “İş duta duta kör itin gözünü mü açtın.” |
iş işlemek |
: |
Oya işlemek, el işi yapmak. |
iş tutmak |
: |
İş yapmak. |
iş’ar |
: |
Araştırma. |
işallah |
: |
İnşallah. |
işan |
: |
1. Çam ağacı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Nişan, iz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
işcimen |
: |
Çalışmayı seven, eli işe yatkın. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
işde |
: |
İşte. “Sırtında da yeşil içlik Bedeni de dar geliyor Yekinsene babam oğlu İşde oldu gaba guşluk” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
işe döleşmek |
: |
İşin püf noktasını kavramak |
işemik |
: |
İdrar, sidik. “Buzağının bağlı bulunduğu köşeden taze sığır pisliği, işmik kokusu geliyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
işgence |
: |
Mengene. |
işgil |
: |
1. Kin, garaz. 2. Kuşku, şüphe. |
işgillenmek |
: |
Kuşkulanmak, şüphelenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
işgilli |
: |
Şüpheci, kuşkulu. “İşgilli büzzük diŋgilder.” |
i:şi |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ekşi. |
işi Allah’a kalmış |
: |
(Varlık ya da sağlık yönünden)Durumu çok kötü. “İşi Allah’a kalmış.” |
işi bitirmek |
: |
Azrail’in can alması. Karac’oğlan der ki yazsam bir satır Kadir Mevlâ'm işimizi sen bitir Kısmet nerde ise çeker iletir Kimse bilmez nerde kalır ölümüz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.651 |
işi çemrek |
: |
İşi rayında giden, işi hızlı olan, işi dağınıkolmayan. |
işi pişirmek |
: |
Aralarında gizlice anlaşmak. |
işi yok it daşlıyor |
: |
“Hiçbir şey yapmadan gezip tozuyor” anlamında söylenir. “İşi yok it daşlıyor.” |
işimik |
: |
Yağsız ayranı kaynatarak elde edilen bir çeşit peynir, lor, ekşimik, çökelek, ekşimik. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
işin |
: |
Işın. |
işin çeciğinden azması |
: |
Zapt edilemez olma, zıvanadan çıkma. |
işine hayanda buvaleane yiyen |
: |
Kendi işi dururken el işine koşan. |
işkesmek |
: |
Kötülük etmek, eziyet etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
işkiye |
: |
Eşkıya. “Terkemizde üç top gutnu Ya ben ne ediceğim Goyurun beni işkiyeler Ben anama gidiceğim” (Naime Yalçınkaya, Adana Yöresi Ağıtları) |
işlek, işleg |
: |
1. İş yeri. “Kaymakamla dövüşmüş (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) 2. Çalışkan ya da çalışır gibi görünen. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Ayakaltı, hareketli yer anlamında. |
işleme |
: |
Çalışma. |
işlemek |
: |
1. Çalışmak. 2. Nakış, elişi yapmak. |
işlen |
: |
İşleyin. |
işlenik yoldan gitmek |
: |
Daha önce denenmiş, kullanılmış yöntemi kullanmak. |
işli köfte |
: |
İçine terbiyeli kıyma konularak yapılan bir bulgur yemeği. |
işlik |
: |
1. Hanımların giydiği kısa ceket. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Dalgeçir yelek; önü kapalı, arkasından bağcıklabağlanan iş elbisesi, gömlek. 3. Mintan, gömlek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Bölgemiz göçmen ağzında; iş yapılan yer. 5. Gömlek, iş yaparken giyilen gömlek, elbise. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Kerim’e işlik dikmek için iplik almaya gediyordu amma birden her şeyden vazgeçivermişti.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007)
“Gaba guşluk gaba guşluk Memmedsiz gelmiyor dışlık Gurban olam goç yiyidim Gine geymiş gannı işlik” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kız Kaçırma Olayında Vurulan Sülü Memmed’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hatice Çerçi) |
işliksiz |
: |
Aylak, avara. |
işmar |
: |
İşaretleşme, elle, kaşla, gözle yapılan işaret. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç. Ada. Osm. Mr.) “Emmimoğlu Yusuf Çavış Geçişine vurur Kürdü İki beğe işmar etmiş Çoğumuş düşmanı gardaş” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Düşmanlarca Vurulan Üç Yoldaşın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Höbek) |
işmar etmek |
: |
İşaret etmek, işaretle çağırmak. |
işmek |
: |
İçmek. “Seherinen dağa çıkdın Ecel şerbetini iştin Köyümüzü yasa boğdun Yakdın bizi Ali gardaş” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gır Ali’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Hacı Mustafa Duman) |
işmim |
: |
Çam ağacı. |
işnifir |
: |
Çok iş bilen, işçimen. |
işsinmek |
: |
İş olarak kabul etmek, bu benim işimdir demek. |
it |
: |
Köpek. ”A:r daşınan batman dö:yeller, yeyni daşınan it daşlallar.” “İti öldürene sürdürürler.” “İtiŋ midesi sade yağı kaldırmaz.” “İtiŋ derneği olmaz.” “İtiŋ dayısı olmaz.” “İtiŋ olsun da kapıŋda teŋ teŋ ürsüŋ” “İtiŋ yavuzu üleş başında belli olur.” “İtiŋ aksaklığı davşanı göreneçe:.” “İt osurdu yel götürdü.” “İte bak yattığı yere bak.” “İt b.ku eme yaradı, o da s.çtı, gömdü.” “İt küser kısmetini keser.” “İt ne bilir bayramı, laklak içer ayranı.” “İt gapıda zabın gerek.” “İt yatağında ekmek ufağı bulunmaz.” “İt yaza çıkar ya, derisi ne çeker.” “İt ite buyurur, it de döner kuyruğuna buyurur.” “İtiŋ duası gabil olsa göğden kemik yağarıdı.” “İtiŋ olasıca.” “Kurduŋ kısmeti itiŋ g.tünden çıkar.” “Kar eriyince itiŋ b.ku meydana çıkar.” “Köyden köye it ürmez.” “Sade yağ yemiş it gimi yılış yılış etmek.” (Toros Atasözleri)
Karac’oğlan eydür Mevlâ'm yaratır Çocuğunu varır ele beletir Kabını yumaz da ite yalatır Alman köt'avradı hörü de olsa Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.399 |
: |
Hiçbir işe yaramaz hȃle gelmiş yer. |
|
it ayağı yemiş |
: |
Biri için “Çok gezip tozuyor” anlamında söylenir. “İt ayağı yemiş.” |
it b.ku eme yaradı |
: |
Değersiz bir şeyin işe yaraması durumunda şaka yollu söylenir. “İt boku eme yaradı.” |
İt b.kundan elli dirhem aşağı |
: |
Çok ucuz, değersiz. |
it burnu |
: |
Yabani gül ve meyvesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
it çenesi yemiş |
: |
Geveze, çenesi düşük. Lüzumsuz yere çok konuşan kimseler için kullanılır. “İt çenesi yemiş.” |
it dalaşı |
: |
Yalandan kavga etmek. |
İt dandırası çalmak |
: |
Çok üşümek. |
it dırıltısı |
: |
Gereksiz, faydasız laf. “İt dırıltısı dinlemekten usandım.” |
it dirseği |
: |
Göz hastalığı, arpacık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç. Mr. Osm. Ada.) “Gözünde it dirseği çıkmış.” |
it dişi |
: |
İnsan önden yana doğru geçerken itte de emsali bulunan iki sivri dişi vardır. Onlara denir. |
it edip guyruk gomamak |
: |
Rezil etmek. |
it gevelemiş abdal değneği |
: |
Çok yıpranmış. |
it gezdiricisi |
: |
İşsiz güçsüz kimse. “İt gezdiricisi.” |
it gıçı yiyék gimi |
: |
İfadede belirtildiği işi yapmış da ondandolayı çok ve gereksiz gezmek, hareket etmek. |
it gıçından çok |
: |
Gereğinden çok fazla sayıda olan. |
it gunnasa eniğini yitirir |
: |
Dağınık bir ev için söylenir. |
it hıyarı |
: |
Tüylü, dikenli, salatalığa benzer, küçük küçük meyveli bir bitki. |
it gılı postal bağı |
: |
Başı dibi olmayan, saçma sapan işler için söylenen söz. |
it itiŋ imrahoru |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
it kalmadı seğmen yağdı |
: |
İşi olan olmayan herkes oraya geldi, toplandı. |
it kıçı yeyik gibi gezmek |
: |
Fazla gezen kişi için kullanılır. “İt kıçı yeyik gibi geziniyor.” |
it linlinine gitti, it linlinine geldi |
: |
Boşa gitti geldi emeğine yazık. |
it ma:deli |
: |
Yenmeyecek yemeği bile yiyen, tiksinti duymayan. |
it namazı |
: |
Secdede bilekler yere konarak kılınan namaz. |
it osurdu yel götürdü |
: |
Üzerinde düşünmeye bile gerek duyulmayan söz anlamında bir deyim. “İt osurdu, yel götürdü.” |
it oturuşu |
: |
Kalçayı yere koyup, dizleri dikerek oturma şekli. |
it ötürdü, yél götürdü |
: |
Gereksiz yere meşgul olunanşeyler için uğraşılmaması gerektiğini anlatmak için kullanılanbir deyim. |
it ötürten |
: |
Kalın ve kırılmaz sopa. |
it südüğü |
: |
(Çocuklara, gençlere hakaret olarak)İt dölü, it yavrusu. “İt südüğü.” |
it uyuz kendi gicimik |
: |
Elde avuçta hiçbir şey yok. El elde baş başta anlamında. |
it ürdüren |
: |
Nifak sokan, milleti birbirine düşüren. |
it yer şeytan duasını deşirir |
: |
Yapılan iyiliğin kötülere yaradığını söylemek. “İt yer şeytan duasını deşirir.” |
it yese gudurur |
: |
Çok ağır ve hazmedilemeyecek sözler. “Ona söylediklerimi it yese gudurur.” |
it yola düştü havası |
: |
Genelde nakaratlarla birbirini tekrarlayan monoton türkü. |
ita ya da itağı |
: |
Genellikle pamuktan dokunmuş, üzerinde hamur açılıp yufka yapılan küçük yaygı, un koyulan sofra, ekmek yaparken üzerine un konulan büyük ve kalın bez, unluk. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
ita:, ita: |
: |
Ekmek yapılırken içerisinde ufralık unbulunan sofra büyüklüğünde bez. |
itdirseği, itdirse: |
: |
Arpacık, göz kapağında çıkan sivilce. “Ne zaman gözümde itdirsê çıksa ateşle korkutarak tedavi ederdim.” |
ite: |
: |
Genellikle pamuktan dokunmuş, üzerinde hamur açılıp yufka yapılan küçük yaygı, Un koyulan sofra, ekmek yaparken üzerine un konulan büyük ve kalın bez. |
iteğe, iteği |
: |
Genellikle pamuktan dokunmuş, üzerinde hamur açılıp yufka yapılan küçük yaygı, Un koyulan sofra, ekmek yaparken üzerine un konulan büyük ve kalın bez. |
itelli |
: |
Ayak uçları dışarıya doğru olan at, eşek, katır vb. hayvanlar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
iti |
: |
Keskin. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
iti bunnu, iti burnu |
: |
Kuşburnu. |
iti uyuz kendi gicimik |
: |
İşi düzensiz, genel durumu perişan. |
iti zığartmak |
: |
Şımartmak. “İti zığartmışlar.” |
itibar |
: |
Önem verme. Ferhad derler şu dağları delene İtibârım yoktur yüze gülene Kefen kısmet olmaz güzel sarana Meğer dostum çenberine saralar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.576 |
itibat etmek |
: |
İtimat etmek, güvenmek. |
itigat |
: |
İnanç, itikat. |
itimat olmamak |
: |
Güvenmemek. İnsanın kötüsü eylikten bilmez Kursaksıza öğüt versen de almaz İnsan çiğ süt emmiş itimat olmaz Kapında hizmetkar kulundan sakın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.534 |
itiŋ aklı eŋsî paklavıdan pay umar |
: |
Aklı başındaolmayan olmadık yerlerden kendisine pay çıkarır, bir şeylergeleceğini bekler. |
İtiŋ ayağına düşmek |
: |
Çok ucuzlamak, değerini yitirmek. “İtin ayağına düşmüş.” |
itin ayağından dikeni çıkarmak |
: |
Merhametli, iyiliksever kimseler için söylenir. |
itin ayağını taştan mı esirgeyeceksin |
: |
Gitsin gelsin işi ne, çalışsın, öğrensin. |
İtiŋbelden gerisi |
: |
Aşağılık, kalitesiz. “İtin belden gerisi.” |
itiŋ b.hundan gıg dirhem aşşâ |
: |
Değersiz, itibarsız şey ya da kimse. “İtin bohundan gıg dirhem aşşâ.” |
İtiŋ dişidoŋuzuŋ derisi |
: |
Birbiri ile kavgalı iki kişi için söylenir. Ne halleri varsa görsünler anlamına gelir. |
itiŋ dölü |
: |
Gerekmez adam. “İtin dölü.” |
itiŋ gıçını daşdan esirgememek |
: |
Serbest bırakıp boş yeredolaşmasına engel olmamak, bu hususta göreceği zararakarışmamak. |
İtiŋg.tüne sokup çıkarmak |
: |
Çok aşağılamak, rezil etmek. “İtin g.tüne soktum çıkardım.” |
itiŋ olur |
: |
Senin canın sağ olsun, sana feda olsun anlamına bir söz. |
İtiŋ soğana baktığı gibi |
: |
İlgisiz kalmak. “İtin soğana baktığı gibi bakıyor.” |
itin tüyünü yatkınına sıvama |
: |
Kötülük gelebilecek birisinin huyunca davranmak. |
İtiŋ yağarlıkta b.k yemesi |
: |
Çok uygunsuz iş yapmak. |
itiŋe de dökmek |
: |
Bir şeyin çok ve bol olması, yeterinden fazla olma. |
itiraz eylememk |
: |
Karşı koymamak. Dilber kalk gidelim fakirhâneye İtiraz eyleme gel yavaş yavaş Didemden akıttım kan ile yaşı Zülüfün eylesin tel yavaş yavaş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.631 |
itirmek |
: |
1. Bölgemiz göçmen ağzında; teklemek. 2. Yitirmek. “Karac’oğlan der ki hazer eyledim Dostun bahçasına nazar eyledim Seksen şeftaliye pazar eyledim Sayısın itirdim yüz ırast geldi” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
i:tiyar |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ihtiyar. |
itizi |
: |
Kilim motifi. |
itle bir çuvala girmek |
: |
Saldırgan biriyle kavgaya tutuşmak. “Bilir ki çeltikçilerle iş görmek, itle bir çuvala girmek demektir.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
itli pisigli olmak |
: |
Kedi köpek gibi kavgacı olmak. “İtli pisigli olmak.” |
itten çok b.ktan ucuz |
: |
Değersiz. |
ittima |
: |
İlk önce. |
ivaz |
: |
Bedel, karşılıklı dizilmiş, koşulmuş. |
ivdik ivdik |
: |
En ince ayrıntısına kadar, inceden inceye. |
ivdik ivdik aramak |
: |
Umulmadık yerlerde arama yapmak. “İvdik ivdik aradılar ama ne imini buldular ne de timini.” |
ivdime |
: |
İyileri seçme, ayırma. |
ivecen |
: |
Söz getirip götüren, dedikoducu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
iveklemek |
: |
Acele etmek. Ayırmak, seçmek, ayıklamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
iven |
: |
Acele eden. |
ivet |
: |
İvedi, acele. “Yıldız gedikten aşmadan Yolcu yoluna düşmeden İved ettin Kadir Mevlâ’m Bellik çıkınını açmadan” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Mehmet Ali’nin Ağıdı, Derleyen: Nesrin Akpınar, Kaynak Kişi: Döne Terzi) |
ivez |
: |
1. İnce sesli. (kadın yada erkek için) 2. Üvez, sivrisinek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Suyu yok, ivez ile tozu çok, şose yolu ise bok idi. Dağlarda mazı, avcılarda tazı, gölde kazı çok idi. Her evin iti-atı, camızların beyaz sütü, tarlalarda geliç otu çok idi. Şimdi koyunlar-kuzular melemez oldu, komşudan ise ayran gelemez oldu.” (Sadık Paksoy, Em. J. Ulş. Bnb.) |
ivezlik |
: |
Bataklık, sivrisineğin bol olduğu yer. |
ivga |
: |
Kuşku. “Fadisine göstereyim (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
ivil ivil |
: |
1. Telaş içinde. 2. Becerikli, çalışkan. 3. Sıkı fıkı. |
ivir ivir |
: |
Yavaş yavaş ve sürekli çalışma. |
ivirt ivirt etmek |
: |
İnceden inceye araştırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ivirtlemek |
: |
Ayırmak, seçmek, ayıklamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ivitle |
: |
Ayıkla. “Narı ivitle.” |
ivitlemek |
: |
Ayırmak, seçmek, ayıklamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
ivmek |
: |
Acele etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
iy |
: |
Pamuk yün gibi şeylerden iplik eğirmekte kullanılan ortası şişkince, sivri olan uçlarından biri çengelli olan ağaç araç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
iya |
: |
Kaburga. |
iyal |
: |
Aile. |
iyaşmek |
: |
İddialaşmak. “Hiç kimsecik kalmamış mı Gelmeyeni getirecek Ölüm benimle iyaşmiş Ocağımı batıracak” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
iyeğe |
: |
Törpü. “Andırın ilçesine bağlı Büveme’de Leylek Mustafa'nın evi yanar. Kaymakamlığa yardım için başvururlar. Andırın'dan hasar tespiti için görevli memurlar gelir. Neyin yandı Mustafa? Diye sorarlar. Mustafa: - Dörpü, palta sapı, iyeğe, kürek... Görevlilerden biri: - Beyaz eşya olarak neler vardı? Mustafa: - Çarşaf, yorgan, ita... Başka bir memur. Onları demek istemedik: - Şampuan, krem, sabun, dantel...” (Andırın / Büveme’den fıkra gibi olay) |
iyesini |
: |
İyisini. |
iyeşik |
: |
1. Sırnaşmak. 2. İddia etmek. |
iyeşikçi |
: |
İşi başkasına yükleyerek sonucu uzatan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
iyeşmek |
: |
1. Yarışmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Bir işte, bir durumda başkasıyla gizliden yarışmak. 3. Didişmek, tartışmak, zıtlaşmak, geçimsizlik etmek. |
iyi kimseler |
: |
Cin, peri gibi gözle görülmeyen inanış yaratıkları ya da göçüp gitmiş ama ruhları insanla ilişkide olduğu sanılan kutlu kişiler. “Akılsızlar, iyi kimselerden korkulur mu? Kötülük yerine iyilik yaparlar adama.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
iyi sa:tte olsunlar |
: |
Kapalı bir anlatışla cinler, periler. |
iylemek |
: |
Enezleşmek, zayıflamak. |
İz azdırmak |
: |
Olayı saptırmak, yanlış yöne çevirmek. |
izar |
: |
Renkli çarşaf, giyilecek çarşaf. “Fadisine göstereyim (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
izarlamak |
: |
Renkli çarşaf ile bir şeyin üstünü örtmek. “Ben beriden varıyordum Goca dayım azarladı Hoca bana göstermedi Örttü yüzün izarladı” (Derleyen: Osman Taştan, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
izaz |
: |
Altın. “Gelin Döndü'm yannık yayar Alnı terleyi terleyi Bıldır gelin vermedim mi? İzaz parlayı parlayı” “Ömer Kaya, Hacı Abdullah Kozan, Mahalli Kelimeler Sözlüğü, UKDE Yayınları No: 30, Kahamanmaraş, Ağustos 2003. |
izdirap |
: |
Utanma, çekinme. Bubamıla yėmek yėyemezidik izdirābımızdan. |
izik |
: |
1. Ten, vücut, deri. 2. Güzellik,renk. “Yüceden mi geldin sen seher yeli Daha dostum kapılarda gezer mi Solmuş derler gül benzinin iziği Daha dostum eskisinden güzel mi” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 448 |
izlam |
: |
Anlaşma, sulh olma. |
izlama dıkılmak |
: |
Kendine çeki-düzen vermek. |
izlama dıkmak |
: |
Bir kimseyi doğru yola sokmak, bir kimseye çeki düzen vermek. |
izlama girmek |
: |
Kendi kendine düzen vermek. |
izoz |
: |
Enayi, aptal. |
İzve |
: |
Ambar, yüklük. Yatak ocak hep izvede. |
izvent |
: |
Küçük, büyümemiş, zayıf. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
izzet |
: |
Büyüklük, yücelik, ululuk. Görünce bilirim aslı yiğidi Söyler izzetini dilde tanıdım Gönül belâ imiş hadden aşınca Bulanık ayları selden tanıdım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.486 |