KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
ö:d |
: |
Öğüt, nasihat. |
ö:kelenmeg |
: |
Kızmak. |
ö:künmeg |
: |
Taklit etmek, öykünmek. |
ö:le |
: |
1. Öyle. 2. Öğle. |
ö:meg |
: |
Övmek. |
ö:n |
: |
Öğün. |
ö:nden |
: |
Önünden. |
ö:nüg |
: |
Önlük. |
ö:redlemeg |
: |
Akıl vererek yol göstermek. |
ö:retmen |
: |
Öğretmen. |
ö:rün |
: |
Gizli. |
ö:sa |
: |
Yarı yanmış odun. |
ö:süz |
: |
Öksüz. |
ö:ŋden |
: |
Önünden. |
öbirine |
: |
Ötekisine. “Öbirine gelir sıra.” |
öbür dünyaya göndermek |
: |
Öldürmek. “Vasili az daha kalkıp elleriyle başını korumasaydı, arılar onu çoktan şişirecek ya da öbür dünyaya göndereceklerdi” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
öbürkü |
: |
Öteki. |
öcek |
: |
Kavun, karpuz, kabak vb. bitki tohumlarını ekmek için açılan küçük çukur, ocak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
öcelek |
: |
Kimsenin iyiliğini istemeyen, kinci. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
öcutmak |
: |
Sindirmek, korkutmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
öç |
: |
İntikam. |
öd |
: |
Asmanın budanan, işe yaramayan çubukları. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ödeği kopmak |
: |
Çok korkmak, ödü kopmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ödek |
: |
1. Başkasına karşı verilen zarar için yapılan ödeme. “İki atım var biri yedek Gelin emmilerim gedek İki oğlanı verdim ödek Gıyma Gadir Mevle’m gıyma” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hastalıktan Ölen İbrahim’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ummahanı-Ali Temiz) 2. Bedel, karşılık. “Sultan döğer dizlerini Zala yolar yüzlerini Öldürmeyin Veli efendim Ödek verek gızlarını” (Derleyen: Fadime Üzümcü, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
ödelek |
: |
Azatlı. |
ödkeşli |
: |
Bir tarafı yanmakta olan odun parçası. |
ödlek |
: |
Korkak. “Ben de kalıbına bakınca baya bir adam sanırdım meğerse ödleğin tekiymiş.” |
ödleksi |
: |
Ateş tutuşturmak için ateşten alınan bir odun parçası. |
ödleski |
: |
Çıra, mum yerine kullanılan ucu ateşli odun parçası. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ödü bokuna karışmak |
: |
Çok korkmak. “Serseriler iyi bir ders almışlar, korkularından ödleri boklarına karışmıştı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ödü kopmak |
: |
Çok korkmak. “Bir kuş parlasa ödleri kopacak gibiydiler, tetikte” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ödü sıdmak |
: |
Çok korkmak, ödü patlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ödü sıtmak |
: |
Çok korkmak, ödü patlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Ödü sıttı.” |
ödü yarılmak |
: |
Çok korkmak, ödü patlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
ödüllü |
: |
Korkudan şaşırmış. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
ödüm sıttı |
: |
Çok korktum. |
ödünç |
: |
Emanet. Hey ağalar ben bir hayrette kaldım Tanrı'nın ödüncü verilmez oldu Olanca malımı döksem mezada Erenler yanında bilinmez oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.639 |
ödünş |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ödünç. |
ödünü almak |
: |
Çok korkutmak. |
ödürge |
: |
Süpürge. |
ödürgü |
: |
1. Delgi aracı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Kuruntu, kurgu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
ödürlü |
: |
Uykuda korkan, korkmayı huy edinmiş olan, kabus gören kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
öfelemeç |
: |
Yufka ekmek, peynir, domates ve soğanın yoğurulmasıyla yapılan ve çay yanındaikram edilen bir çeşit etsiz köfte. |
öfelemek |
: |
1. Hamuru yoğurup yuvarlamak, topaç yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Ufalamak, ovalamak. “Bir taraftan da ağrıyan yerlerini öfelerken diğer taraftan da yarı baygınlıktan kurtulmaya çalışıyormuş.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
öflü |
: |
Hatırı sayılı, tanınmış, kuvvetli kişi. |
ögsüz |
: |
Öksüz. “Bahçede güllerim soldu Gurban ollum dezzem oğlu Sakallı da ögsüz galdı Kele gızlar bize n’oldu” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
öğ vermek |
: |
Fit vermek, kışkırtmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
öğçe |
: |
Ökçe, taban. “Karac’oğlan der ki bizim beğimiz Gıcılı boranlı soğuk dağımız Öğçeni yokladım öğçen yoğ imiş Almam şimden geri hörü isen de” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 404 |
öğdürmek |
: |
Övdürmek, methettirmek. “Cenned’i oğlan eder de, Abdalınan övdürürüm, Sen gardaşa ağlamıyon, Eşe seni döğdürürüm.” (Mehmet Temiz, Andırın Ağıtları, Yüksek Lisans Tezi, Hastalıktan Ölen Abdil Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
öğeç |
: |
1.Bir yaşından dört yaşına kadar erkek koyun, koç. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) 2. Enenmiş erkek koyun ya da keçi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 3. İki yaşına kadar erkek keçi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
öğendire |
: |
Karasabanda öküzleri dürtmek için kullanılan uzun, ucu sivri değnek. |
öğezeye durmak |
: |
Av bekleme yerinde gizlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
öğke |
: |
Öfke. “Bulud buludun öğkesi Burada duşman söğkesi Gınaman gomşular gınaman Çekilmiyor gardaş yası” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
öğkünmek |
: |
Birinin sözünü, sözün ağzından çıkışını da benzeterek, alaylı bir biçimde yeniden söylemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
öğlemeç |
: |
Küçük hamur taneleri, pezik ve ayrandan yapılan yemek. |
öğleneçek |
: |
Öğleye kadar. Öğlenecek kalkmaz başının pusu Silindi kalmadı kalbimin pası Kulağım duymuyor bir ezan sesi Minareden salâ verenler hani Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ ŋy., Ankara 2004, s.454 |
öğlenniye |
: |
Öğle vakti, öğleyin. |
öğleyişin |
: |
Öyleyse. |
öğmek |
: |
1. Kusmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Birisini izlemek, gözlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
öğnük |
: |
İş önlüğü. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
öğreç |
: |
Soy, sülale. |
öğrek |
: |
1. At sürüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Kısrak, beygir sürüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Hayvanların yayılmaya alışkın olduğu yer. |
öğrenbeç |
: |
Beşiğin üzerindeki uzun sap. |
öğrenbeçlik |
: |
İlk yapılan iş, deneme, temrin. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
öğrencelik |
: |
İlk yapılan iş, deneme, temrin. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
öğrende |
: |
Hayvanları dürtmekte kullanılan ucu bizli değnek, üvendire. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
öğrengin |
: |
Alışkın. |
öğrün |
: |
Gizli. “Nedi bana öğrün öğrün Baktı gözlerin gözlerin Harap etti gönlüm evin Yıktı gözlerin gözlerin” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 169 |
öğrün öğrün |
: |
Uğrun uğrun, gizli gizli. |
öğsa: |
: |
Sönmüş odun. |
öğsürük |
: |
Öksürük. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
öğsüz |
: |
Öksüz. |
öğüç |
: |
Önce, ilkönce, başta. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
öğüle sonu |
: |
Öğleden sonra. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
öğümek |
: |
Midesi bulanmak, kusmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
öğün |
: |
Yemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
öğün etmek |
: |
Yemeği öğünlerde yemek. Seyredüben gelir Karadeniz'i Kanları yok sarı sarı benizi Öğün etmiş kara domuz etini Dinleri var bizim dine benzemez Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.648 |
öğün salmak |
: |
Yemek göndermek, öğün geçirmek. |
öğüngeç |
: |
Kendi kendini öven, övüngen. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
öğür |
: |
1. Arkadaş, eş, dost. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Birbirinden ayrılmayan, birbirine alışık yakın insan ya da hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 3. Aynı yaşta olanlar, yaşıt. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç. Osm.) 4. Hayvanların gece yattığı yer. |
öğür olmak |
: |
Hayvanların birbirine hissi bağlarla bağlanması.
|
öğürtleşmek |
: |
Söz birliği etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
öğürtmek |
: |
Bitkilerin özellikle soğanın ortasından çıkan tohumluk filiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
öh |
: |
Öcü. |
ök |
: |
1. Yeni yürümeye başlayan çocukları sakıncalı, korkulu şeylerden uzaklaştırmak için cız anlamında kullanılır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Anne. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Deve çağırma ünlemi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Yeni yürümeye başlayan çocukları sakıncalı korkulu şeylerden uzaklaştırmak için “cız” anlamında kullanılır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) 5. Acı ünlemi, of. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
ökbe |
: |
Bilgiçlik taslayan, her şeye karışan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ökceli |
: |
Yaşlı asma dalından dikey olarak çıkan bir yıllık asma dalı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ökçe |
: |
1. Saban. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Saban demirinin geçtiği eğri ağaç parçası. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Sapanın sap ve demirinin olduğu kısım. |
ökçelemek |
: |
İzlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ökçenin büzzüğe değmesi |
: |
Çok keyifli olmak. “Ökçesi büzzüğüne değiyor. Keyfi gıcır herifin.” |
ökçesiz |
: |
Bir şeye dayanamayan, katlanamayan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ökelek |
: |
Gösteriş. |
ökelekli |
: |
Gösterişli. |
öklemek |
: |
Çayırda, hayvanın bir bölgeden ayrılmadan yayılması için uzun bir halatın bir kazıkla hayvan arasına sıkı sıkıya bağlanmasıdır. “Elboğlu’nun babasının yaylası olan Sultan Ebeş yaylasına vardılar. Atlarını çayır ve çimennik yerlere ökliyerek Elboğlu Barak gızlarını top top suların içinde tere topladıkları ve türkü söylediklerini görüşün verin şu sazımı bâ, son zamanda hatire olarakdan bir gaç biyi:t söyleci:m.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
ökmek |
: |
Beklemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
ökök |
: |
Acı ünlemi of of. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
ökse |
: |
Çamsakızını balla karıştırarak kuşları yakalamak için yapılan tuzak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
öksemek |
: |
Özlemek, görmek istemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm. İç.) “Ökseseydi iki satır garalardı.” |
öksüzdil |
: |
Küçükdil. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
öksüzün kucağına kavurka dökmüşler, nemnem yandı diye serpivermiş |
: |
Yoksulbirine yapılan iyiliğin kadrinin bilinmemesi durumunda söylenir. |
ökşoha |
: |
Öküz durdurma ünlemi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ökümet |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; hükümet. |
ökünmek |
: |
Taklit etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Ada. Osm. İç.) |
öküz öldü, ortaklık bitti |
: |
Ortak noktaları, çıkarlarıkalmayan insanların hȃlini anlatmak için kullanılan bir söz. |
ölçermek |
: |
1. Bir şeyi kendi gidişine bırakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Bir şeye öz biçimini vermek, düzenlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 3. Aktarmak. 4. Lambayı, ateşi canlandırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) 5. Bir konu ya da iş için düşüncelerini söyleyerek yol göstermek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 6. Kışkırtmak, ayaklandırmak, ara bozmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 7. Bir şeyi kendi gidişine bırakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 8. Ocağın altına odun ileri sürmek, sönmekte olan ateşi külünü alarak yeni odunlar atarak canlandırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Sofrayı ortadan kaldırdılar. Ateşi ölçerdiler, yaktılar.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
öldüreca:m |
: |
Öldüreceğim. “Seni sokacâm, öldürecâm, beni bu gutuya goyan sensin, yenice düşmanımı buldum diyor bana. Ben yılana yalvarıyorum.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
öldürmen |
: |
Öldürmeyin. |
öle |
: |
Öyle. “Mecnun oldum sevdan ile gezerek Bakma öle gözlerini süzerek Altınları sıra sıra dizerek Ak gerdanı takışına kurbanım.” (Tanır’lı Aşık Yener) |
ölece:ni |
: |
Öleceğini. “Dö:me dö:düren sokular Ezen okuyor fakılar Bö:n ölecêni bilmiş El yanında beni kokular” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Koca Durmuş’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Nadire Erkek) |
öleci:k |
: |
Öleceğiz. “Türkiye hıtam verişin arhadaşlar: benim uçun kimse ataşa yanmasın, siz geri dönün, pâdışah beni isdemiş: Ali uçun Veli ataşa yanmas. Her ne ğadar söyledise de söz kar etmedi, arhadaşlarına. Senin öldü:n yerde biz de öleci:k dediler, Isdambıl’a hareket etdiler. Gemilere binip Isdambıl’a dahil oldular.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
öled |
: |
Ölümcül salgın hastalık. |
ölembeç |
: |
Ufalambaç veya oğmaç olarak da anılan bir yemek türü. |
ölemet |
: |
Büyük yılan. |
ölenece: |
: |
Ölene kadar, ölünceye dek. “Sen gibi gözele nice bir baktım Aldım zülüflerin boynuma taktım Bir kuru sevdaya ben beni yaktım Ölenece: bağrın yak dedi bana” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. |
öleneça |
: |
Ölene kadar. “Oturum kakmam yerimden Köy üsdüme döneneça Yanarım gardaş yanarım Vadem yetib öleneça” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Asker Halil’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Balıkçı)
“Öğleneça: da geçim gerek, öleneça: da.” |
öleş |
: |
Leş. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
ölet |
: |
1. Veba. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Öldürücü hastalık salgını, kıran. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Osm.) “Kıran geldi Erdem Eli’nin içine Ölet oldu sehillerden geçene Devlet oldu birbirini seçene Aşirete kıran girdi bu sene” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
ölez |
: |
Güçsüz, bitkin kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ölge:z |
: |
Ölmek üzere olan. |
ölgülü |
: |
Ölüsü olan, yaslı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ölgülük |
: |
Cenaze evi. |
ölgün |
: |
(Yemek) Çok pişmiş. |
ölgünürek lepe |
: |
Az pişmiş lepe. |
öllük |
: |
Bebelerin altına konulan, ısıtılmış, kırmızı renkli toprak, bebe toprağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
öllünün körü |
: |
Geberesin anlamında bir kargış. “Öllünün körü.” |
öllü:n körü |
: |
Geberesin anlamında bir kargış. “Öllüyün körü.” |
ölmesek |
: |
Sağlıksız, zayıf, cılız kimse. |
ölmeye eli değmemek |
: |
İşlerin çok yoğun ve sıkışık olduğunu anlatır. “O kadar yoğunum ki bu aralar. Ölmeye elim değmiyor.” |
ölmeyik |
: |
Ölmemiş. |
ölmiyeşik |
: |
Ölmeyince. |
ölmüj |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; ölmüş. |
ölmüş eşşek arıyon nalını çekmeye |
: |
Karşısındakinin içinde bulunduğu sıkışıklığı bilen kimsenin bir mal alış verişinde yok pahasına bir fiyat teklif etmesi halinde söylenen bir deyim. “Sen de ölmüş eşşek arıyon nalını çekmeye.” |
ölü |
: |
Bulgur değirmende çekildikten sonra geriye kalan iri taneler. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
ölü bea |
: |
Çevresine yararı olmayan, parasız bea. “Bu da mahallemizin ölü beası.” |
ölü fiyatına |
: |
Yok pahasına. “Ölü: fiyatına da verilmez ki.” |
ölü ölmek |
: |
Bir kimsenin ölmesi, ölmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Bugün Cüme dêl bişey değil. Sela verildiğine göre muhakkak bir ölü öldü.” |
ölü selâsı |
: |
Birinin öldüğünü duyurmak için minareden okunan selâ. |
ölü uyhusu |
: |
Derin uyku. |
ölü yemez |
: |
Bir yemeğin çok lezzetli olduğu bu deyimle anlatılır. “Ölü yemez bu yemeği.” |
ölüde ses var onda ses yok |
: |
Birinin cansız bir şekilde kendinden geçtiğini anlatır. “Ölüde ses var Memidik’te ses yok.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ölüga:ri |
: |
İçli dışlı. |
ölük |
: |
Ölmüş. “Gadanı alıyım yüzbaşı Daha yirmisinde yaşı Vallaha yalan dağalım Babas’ölük yok gardaşı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ölüm uykusuna yatmak |
: |
Çok derin uku uyumak. “Ölüm uykusuna mı yattın bre ulan! Kalksana! Sahat on oldu.” |
ölüm var galım var |
: |
Bir kimse çok sevdiğinden ayrılıp uzak yerlere giderken geri dönüş olmama ihtimalini de göz önünde tutarak karşılıklı helallik isterler ve helallik isterlerken de bu deyimi kullanırlar. “Ölüm var galım var. Çok duz ekmek yedik barabar. Hakkını helal et gonşu. Seneye ya görüşürük ya görüşemek. Buraların amanatı sensin.” |
ölümcül |
: |
Can çekişen, ağır hasta. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ölümlük-dirimlik |
: |
Ölüm halinde ya da kötü günlerde kullanılmak üzere bir kenara konulan para. “Ne mutlu babama. Ölümlük-dirimliğini de hazırlamış bir kenara koymuş.” |
ölünca:z |
: |
Ölünceye dek. |
ölüne ağlatmaz, dirine söyletmez |
: |
Hayvanlar için söylenmiş güzel bir söz. “Ölüne ağlatmaz, dirine söyletmez.” |
ölüp gitmek kuyruğu dik gitmek |
: |
En kötü duruma düşse de kimsenin yardımını istememek. “Öldü gitti kuyruğu dik gitti.” |
ölür olmak |
: |
Ölüme yaklaşmak. Karac’oğlan eydür yakıp yandırma Şol goncadan gayrıy’elin sundurma Ölür oldum Ezrail’i gönderme Sevdiğime canım aldır ya Kerim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.500 |
ölürsen örterler, gara yere dürterler |
: |
Ölmemeye bak, yoksa gömülmen kolay olur. “Ölürsen örterler, gara yere dürterler.” |
ölütaş |
: |
Hafif taş. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
ömece |
: |
Başakları örgü biçiminde bir çeşit buğday. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
ömek |
: |
Boğaz. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ömrünü tüketmek |
: |
Birine akla hayale gelmedik rahatsızlık vermek. “Bu bılızlar benim ömrümü tükettiler.” |
ömük |
: |
İmik, boğaz, geniz, gırtlak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Su ömüğüne gaçtı. Az kalsın boğsukuyordu.” |
ömüklemek |
: |
Boğazını sıkmak, boğmaya teşebbüs etmek. |
ömürlük |
: |
Sağlam. |
öŋ |
: |
İleri, ilk, baş. Gökte yıldızların önü Terâzi Ülker ile aşar gider birazı Yarın mahşerde de sorarlar bizi Hak mizân terâzi kurulur bir gün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.569 |
öŋ etmek |
: |
Öne, yakınına çağırma hareketleri yapmak. N'ettim hey ağalar ağı m'içirdim Yapılmış yuvadan yavrum uçurdum Avlanırken ben bazımı kaçırdım Ön ettim önüme getiremedim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.492 |
öŋa |
: |
Dayak, destek. |
önağı |
: |
Zamansız yapılan iş. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
öncek |
: |
1. Önce, ilk önce. 2. Belden topuğa kadar uzanan, bele iple bağlanan, kadınların etekleri kirlenmesin diye takılan örtü. 3. Önlük. “Pembe önceğini çalmış beline Altun bileziği takmış koluna Katarlamış mayasını yoluna Alabahar yaylasını çekiyor” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, |
öncek |
: |
1. Peştamal. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Çiğ iplikle ipekten dokunmuş kumaştan etek, eteklik. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 3. Önlük. “Pembe önceğini çalmış beline Altun bileziği takmış koluna Katarlamış mayasını yoluna Alabahar yaylasını çekiyor” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 614 |
öŋcek bağı |
: |
Kadınların arkasına çocuk bağladığı ip. |
önceleyin |
: |
İlkönce, daha önce. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
öncü |
: |
Kılavuz, önder. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
öŋcül |
: |
Önce gelen, birinci, başta giden. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
öŋcüt |
: |
1. Borç. 2. Ödünç. “Zebaha deyzê! Anam şey istedi… Tavımız gurk oluk da varsa, ıcık öncüt yımırta isdediydi… Beş dene…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
öŋde sonda |
: |
Önünde sonunda. Artırayım âhım ile zârımı Harcedeyim elde olan varımı Önde sonra vereceksin yârimi Hemen ver hey güzel Allah hemen ver Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.594 |
öŋdeğiki |
: |
Öndeki. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
öŋden |
: |
Önden. |
öndüç |
: |
Ödünç, geri verilmek üzere alınan şey, borç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Mr. Osm.) “Babasının hazinesinden bir heybe altın da Osman Çavuş’a vermiş. Gecenin birini de öndüç alıp un gibi tozumuşlar, yaz gidip güz bittikten sonra kız demiş ki; Nereye gideceğiz?” (Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler Folklor Derlemeleri, İş Bankası Kültür Yay. Nisan 2002, İstanbul, Hazırlayan Alpay Kabacalı) |
öndüç ödeşmek |
: |
Birinin yaptığı kötülüğe karşılık vermek. |
öŋdügün |
: |
Evvelki gün, geçen gün, önceki gün. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
öŋdün |
: |
Peşin, ödül. |
öndü:n, öndüğün |
: |
1. Geçenlerde bir gün. 2. Önceki gün. |
önegörmek |
: |
Fazla beklemek, heyecanla beklemek, belirlenen yerde beklemek. “İlk akşamdan vardım kavil yerine Önegördüm kömür gözlüm gelmedi Bilmem gaflet bastı yattı uyudu Bilmem o yar bize küstü gelmedi” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
öneği |
: |
Bir şeyin karşıtı, tersi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
öneği olmak |
: |
Birinin güç duruma düşmesine engel olmak, sıkıntıdan kurtarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
öneği söylemek |
: |
Her zaman tersini söylemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
önese, öneze |
: |
1. Küme. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Sürek avında pusuda av bekleyen avcı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
önge |
: |
Yarım okka. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
öngü |
: |
O, şu, elindeki, ıradaki. 2. O nesne. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
öngürlük |
: |
Gençlikte erişilen zenginlik. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
öŋlemek |
: |
Bir şeyin önünü almak, engellemek, önlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
önlük bağı |
: |
Önlükleri bağlamak için özel dokunmuş nakışlı bel bağı, bele bağlanan ip. |
önmece |
: |
Bekleme yeri, beklenilen yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
önmek |
: |
1. Gözetlemek, pusuya düşürmeye çalışmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Birinin önüne çıkmak, yolunu kesmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Beklemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
önnük |
: |
Önlük. |
önnünün körü |
: |
Geberesin anlamında bir kargış. “Önnünün körü.” |
önrüni önrüni
|
: |
Iğranı ığranı, sallanı sallanı. “Çift memeden, bir çift buse verirsin Beni görsen erim erim erirsin Önrüni önrüni bir hoş yürürsün Gövel ördek misin gölde Emine?” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 44 |
öŋsüz |
: |
Öksüz. “Cahalların boyun büker Önsüzlerin yürek yakar Önsüz galdım hatın anam Anam bana sôk bakar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Şerif Temiz’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse Temiz (Patlakkı-zı))
“Öŋsüzün garnını doyur da s.çacağı yere garışma.” |
öŋsüzün eteğine gavırga guymuşlar da şeyiynen serpitmiş |
: |
Andırın elinden yurdum insanına dair tespitlerden. |
öŋuç |
: |
Önce. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
öŋü |
: |
Önü. |
önü öte gitmek |
: |
Yönü bu tarafa değil başka tarafa olmak. “Önü öte giden güzel Dön Muhammed’i seversen Seni bana küskün derler Gül Muhammed’i seversen” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 533 |
önü yok ardı yok |
: |
Boşa konuşmak, boşa yapmak. |
önüç |
: |
Önce, ilkönce, başta. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
önüne Abdal oturmamış olmak |
: |
Sünnet edilmemiş olmak, sünnetsiz, şaka yollu gayrimüslim. |
önüne halı yazmak, ardına guyu gazmak |
: |
Birinin yüzüne iyi davranıp, arkasından kötülük düşünmek. “Önüme halı yazıyor, ardıma guyu gazıyor. Onun gibi dost varken duşman aramama gerek yok.” |
öŋüsıra |
: |
Önü sıra. |
ö:le |
: |
Öyle, o şekilde. “Köyümüzün değerli imamlarından Mehmet hoca varıdı kulakları çınlasın inşallah. Boş duraca:mıza voleybol oynıyak dedik. Ormandan iki tene direk kestik, filiye ördük, bir de top aldık, malzeme tamam oldu, amma oynıyacak adam la:zım. Yalınız oynanmadığı gimi ö:le herkesinen oynanmaz biliyonuz. Amma yokluğun gözü kör olsun, hayatında voleybol oynamamış adamlara gul olduk annayaca:nız. Artık geleni geçeni çevirip takım gurmaya çalışıyok. Üç beş derken yavaş yavaş alışmaya başladı millet. Üçerli dörderli takım gurmaya başladık. Bir gün gene maç yapaca:z bir adam e:sik. Derken Eyüp geldi benim ye:nim gendisi biliyonuz. Eyüb’ü aldık takıma pat çat idare ediyok. Şindi Eyüp’e ikinci pasta top geliyo Eyüp öbür tarafa atıyo topu. “Eyüp atmasana topu o tarafa, kaldır havaya küt vuraca:k” diye bir fırça atıyok Eyüp’e, seslenmiyo. Bu sefer üçüncü pas Eyüp’e geliyo, Eyüp bu sefer topu öbür tarafa geçirmesi lazım, pas veriyo. Bu sefer de “Eyüp topu atsana o tarafa!” diye fırçalıyok. Derken Eyüp sinirlendi. “Yavv!” dedi, “Ben orasını annamıyom işte!” diye bağırdı, amma biz gülmekten topu falanda bıraktık. İşin daha komik tarafı Eyüp niye güldü:müzü de annamadı.” (Kadirli Bekereci Köyünden M. Yakar, www.bekerecikoyu.com) |
ö:leligce |
: |
O şekilde, öylecene. “Ö:öleligce yavrım ondan pari: aldım geldim.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
ö:len |
: |
Öğle vakti. “Ö:lenin ısıca:nda şekerleme yapmalarımız ve sıca:n şiddetini belirtmek için “ısıcak gızdı” yada “bö:n ne sıklat oldu bre” veya “yandı Çukura:” deyişimiz, incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Kubilay, www.bekerecikoyu.com) |
ö:lennig |
: |
Öğle yemeği. |
ö:müze |
: |
Önümüze. |
ö:nmek |
: |
Öğünmek. ”Endeze yapar, el ö:nürümüş.” |
ö:retmen |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; öğretmen. |
ö:rmek |
: |
Öğürmek, bağırmak, yansıma ses. “Bir fincancık gahve içmiş Ö:rmüş ö:rmüş gusamamış Mor gundura telli fisdan Birim birim basamamış” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Zehirlenen Fatma Hatın’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
ö:rtmek |
: |
Bitkinin tohum içinde uzayan kısmı. “O kadar çok kar yağdı ki tohumluklar hep ö:rtlendi.” |
ö:se |
: |
Oysa. |
öpüş |
: |
Buse. |
ör |
: |
Tohum. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
örceleşmek |
: |
Musallat olmak. |
örceşmek |
: |
Birbirine dolaşmak, karışmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
örd |
: |
1. Od, ateş, alev. “Maraş altı yanar yanar örd olur Her sineği bir alıcı gurd olur Ben gederim gardaş sana derd olur Kalk gardaşım elimize gedelim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Fazilet. 3. Mürekkep. “Güzel senin ak saraylı yurdun var Dividin var kalemin var ördün var Güzel senin türlü türlü derdin var Hoşça salın karşındaki tor değil” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 479 |
örde |
: |
Rüşvet. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
ördlemek |
: |
Yakmak, ateşlemek. “Akça ceren endi sandım Gel ağlayım düze nazlım İnsaf et ciğerden yandım Ördlen beni köze nazlım” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 165 |
örecen |
: |
Tatarcık. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm.) |
öregeç |
: |
1. Başıboş gezen at, eşek vb. hayvan sürüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Tava kapağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
örek |
: |
1. Sürüyü yöneten erkek hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Örgü tekniği ile yapılmış kadın bel kuşağı. “On altıda kurt bilekli Yüreği Hakk’a dilekli Sağrısı yeşil örekli Esen poyraz yele benzer” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 595 |
örekeç |
: |
Sac üstünde pişirilen ekmeği çevirmeye yarayan tahta araç. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
örelemek |
: |
Sözü uzatmak. |
örelenmek |
: |
Sallanmak, dalgalanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ören |
: |
1. Harap yer, bina yıkıntılarının olduğu yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) Rüzgâr eser dallarınız atışır Kuşlarınız birbiriyle ötüşür Ören yerler bu bayramdan pek üşür Sümbül niçin yaslı bakışır dağlar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.579 2. Şehir. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 3. Kurt sürüsüne de ören derler Maraş’ta. Bir kurt avına dair yazılan şiirin bir bölümünü paylaşıyoruz her ne kadar içinde ören geçmese de dörtlüğün tamamı öreni anlatır. “Duzzaklık bunların yatağı Arılar verir peteği Ellerine sağlık bizim avcılarının Güzel vurdular köteği” (Ayhan Duran, Kışlarımız Çetin, Kurtlar Aç, Avcılarımız Tetikte İsimli Makalesinden alınmıştır. Kaynak: Kahramanmaraş Okutma ve Yardım Derneği, Yıllık Kültür ve Sanat Yayını Edik Dergisi Sayı: 51, İstanbul 2007)
“Rüzgar ese dallarınız atışır Kuşlarınız birbiriyle ötüşür Ören yerler bu bayramda pek üşür Sümbül niçin yaslı bakışır dağlar” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
örenek |
: |
1. Fena, bela, fazla, seterekli. 2. Örnek gösterilecek nitelikte. |
örenner |
: |
Örenler. “Al gana boyandı minderi ……………………… Dokdor getir Şerif Fakı Baksın dönderi dönderi Guruçukur örenneri Oynaşıyor cerenneri Top top olmuş geliyor Ahmet oğlanın yarenneri” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Ahmet Çeribaşı’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döndü Parmaksız) |
örflü |
: |
Havalı. |
örk |
: |
1. Kavun, karpuz, kabak vb. sebzelerin toprağın üstüne yayılan kol gibi dalları. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Hayvanın otlarken, kaçmaması ya da uzaklara gitmemesi için kazığa bağlandığı uzun urgan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.İç. Osm.) “Deveyi deveye çatdım Örkünü üstüne atdım Alamadım bebek seni Gay’nbabamdan hicab etdim’ (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
örk atmak |
: |
(Kavun, karpuz vb. bitkiler) Büyümek, kol atmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
örken |
: |
Keçi kılından örülmüş urgan, kalın ip, halat. |
örklemek |
: |
Çayırda, hayvanın bir bölgeden ayrılmadan yayılması için uzun bir halatın bir kazıkla hayvan arasına sıkı sıkıya bağlanmasıdır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Sarıçiçek’in gözüne Mulla Musa at örklüyor Şu işimizi gör deyi Alem başını bekliyor” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I), S. 386) |
örklü |
: |
(Hayvanlar için) Bağlı. |
örklük |
: |
Hayvanın otlaması için ayağından bağlanarak bırakıldığı otlak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
örkünü uzatmak |
: |
Birisinin yetkisini artırmak. |
örkünü uzun etmek |
: |
Belli bir oranda hareket serbestisi vermek. “Kürünün örkünü uzun et yavrım. Dolaşıp da devrilmesin.” |
örlemek |
: |
Tırmanmak. Sarmaşığın duvara örlemesi gibi. |
örme |
: |
1. Keklik ve sülün avında kullanılan tuzak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Genelde büyük baş hayvanları bağlamak için kullanılan bir tür ip, keçi kılından yapılmış, 4-5 metre uzunluğunda urgan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç. Osm.) “Hiç kıpırdamayan çoban çocuğu ağaca dolaya dolaya, sertçe, sıkıca sardı. Örme çocuğun bedenine oturdu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
“Tavsırını gördünüz mü Kardeş alayından güzel Şöyle döndüm baktımıdı Dişiyinen örme çözer” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
örneğende |
: |
Denginde. “Altın yünsük barnağanda Boz elbise dırnağanda Gezer benim babam oğlu Şu bay beğler örneğende” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
örneğinde |
: |
Örneğende, denginde. |
örnekli |
: |
Tuhaf, ekzantirink, akla gelmeyecek işler yapan kimse. “Fatiğ’im bosdan barnaklı Başı erbişim örnekli Oruçluk da adam m’ölür Bu gızın işi örnekli” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
örsağaç |
: |
Uzun değnek. |
örselemek |
: |
Bozmak, sarsmak, yıpratmak. |
örselenmek |
: |
Yıpranmak, hırpalanmak, buruş buruş olmak. “Karac’oğlan der ki boş yere yorma Feleğe darılıp sen beni vurma Vefasız dilberin kahrını çekme Yazık gönül sana örselenirsin” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 561 |
örsüdü |
: |
Yürüdü. |
ört |
: |
1. Ateş, od. “Düşmana da beli beli dedirdin Bir sufrada türlü taam yedirdin İçerime ataş döğün vurdurdun Bir tütünü çıgmaz ört verdin bâ” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) 2. Kapatmak fiilinden kapat emir kipi. “Dıkılınca gapıyı da örtmeyi bir öğrenebilseler di.” |
örte |
: |
Erte. |
örtesü:n |
: |
Ertesi gün. |
örtlek |
: |
1. Işkın, taze sürgün. 2. Ormanı, fundalığı yakarak açılan tarla. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 3. Korkak. |
örtlemek |
: |
1. (Kesici ve delici aletler için) Bir cismin ön tarafına saplanarak karşı taraftan çıkmak. 2. Ateşe vermek. 3. Bitkilerin dallarının ışkın sürmesi. |
örtler |
: |
Alevler. “Düştü ciğerime yanıyor örtler Kaldı bir kuzusu o beni börtler Bütün melül olsun gezdiği yurtlar Balıkçıl köyüne varın turnalar” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 28. |
örtlü |
: |
Yaralı, sızılı. “Kapımızın önü dutlu Mahşerde gönlüm umutlu Ayrıldım ciğerim örtlü Yaralar deldi sinemi” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Zeynep Teyze’nin Ağıtı, Derleyen: Hasan Batmaz, Kaynak Kişi: Zeynep Safi) |
örtme |
: |
1. Damların ön tarafında, üç yanı açık, üstü kapalı sundurma gibi kullanılan bölümü. “Damın örtmesinin altında hasta koyunlara bakıyordu bir adamla beraber.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Balkon, sofa. 3. İki kemer arasının kapatılarak altında yol, üzerinde oda olan bölüm. |
örtmek |
: |
(Kapı vb. için) Kapamak, kapatmak. “Hani gelmedi yiğeni (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
örtük |
: |
(Kapı, tencere vb. için) Kapalı. “Herkesin kazanı örtük kaynar.” (Andırın Deyişi)
“Nere gidik Melek Hanım Örtük duruyor kapısı Gazeteye ilan olmuş Yanmış dünyanın hepisi” (Derleyen: İbrahim Davutoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
örtülü pazar dostluğu bozar |
: |
Başında konuşulmayan iş sonunda dostluğa zarar verir.Bu yüzden bir işe girişirken bütün detayları başında konuşmak lazımdır. “Örtülü bazar dostluğu bozar.” |
örtülük |
: |
Yatak dolabı. |
örü |
: |
1. Otlak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Başıboş at sürüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Ayakta durma. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) 4. Eskiden kalma taştan yapılmış duvar, taş yığını, hayvanların dağlarda otladıkları yer. “Davar güdüyor örüde Düşman çevirmiş beride Gaygeyleme babamoğlu Emmilerin var geride” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Halıd’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayşe Temiz (Patlakkızı)) |
örü kalkmak |
: |
Ayağa kalkmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
örüga:ri |
: |
İçli dışlı. |
örügölüğü |
: |
1. Başıboş at sürüsünden bir at. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Yaramaz, huysuz at. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
örülemek |
: |
Tepeleme doldurmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
örüm |
: |
Küçükbaş hayvanların gece otlaması. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) “Haziran Ayı’nın ikinci yarısında oğlaklar artık uzun süren bir yaylıma çıkabilecek kadar güçlenmiş, yerdeki bütün otlar kurumaya başlamış ve böylece keçilerin de meşeliklerdeki ağaçların alt dallarındaki yaprakları yiyerek beslenmeleri gereken dönem gelmiş olduğundan, çobanlar oğlaklarını değiş tokuş ederlerdi. Böylelikle oğlaklar yabancı bir sürüdeki anne hayvanlara yanılgıyla alışırlar ve artık örüme (gece yaylımına) çıkarılırlardı.” (Ulla Johansen, 50 Yıl Önce Türkiye’de Yörüklerin Yayla Hayatı,Kültür ve Turizm Bak. Yay. Ankara 2005 (Çeviren Mualla Poyraz) |
örümce |
: |
Örümcek. |
örüme çekmek, örüm etmek |
: |
Davar sürüsünü gece otlamaya götürmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
örümek |
: |
1. (Hayvanlar) Gece yayılmak, otlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Hayvanları gece otlattıktan sonra ağıla sokmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
örün |
: |
Çalı gibi bir bitki. |
örüp yığmak |
: |
Yalanlı yanlışlı konuşmak, Dayanaksız, temelsiz konuşmak. Saçma sapan konuşmak. |
örüstü |
: |
Ayaküstü. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
örütmek |
: |
1. Koyunların gece yayılıma çıkarılması. 2. Hayvanları, özellikle de koyunları otlatmak için ağıldan çıkarmak. “Kuşluk vakti geldi. Daha koyunları örütmedin mi?” |
örzülemek |
: |
Görmeyi çok arzu etmek. |
ösa: |
: |
Sönmüş odun. |
ösga |
: |
Sönmüş odun. |
ösketli ya da öskelti |
: |
Ocakta yanan odun parçası. |
ösmerlemek |
: |
Yinelemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) Konuşurken çok ösmerlememeli. |
össahat, össa:t |
: |
Hemen, derhal, o anda. |
össüz |
: |
Yapışkan olmayan, özsüz. |
öş |
: |
1. Güneş battıktan ya da güneş doğmadan önceki karanlık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Belirti. Filanca benim öşümü görünce kaçar. |
öş kararmadan |
: |
Gün batmadan. “Öş kararmadan Karapınar’a varmalıyık.” |
öşek |
: |
Postu değerli bir av hayvanı, vaşak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç. Ada.) “Bir küheylan at ver istemem eşek Üstü kaplan postu tek olsun öşek Kuş tüyünden yastık yumuşak döşek Keçeler içinde yatmak isterim” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 501 |
öşerti |
: |
Akşamla yatsı arası |
öşlü |
: |
Belirtili. Filan benim öşümü görünce görünce kaçar şeklinde kullanılır. “Gargılığ’ın ardı daşlı Bizlerin de gözü yaşlı Mulla’cığa gıyılır mı? Köroğlu’nun Ayvaz öşlü” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
öşşek |
: |
Vaşak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
öşün aydınlanması |
: |
Havanın aydınlanması. “Öş aydınlanmadan değermene varmalıyık ki löbete kalmayalım.” |
öşün çökmesi |
: |
Havanın kararmaya yüz tutması. “Öş çökmeden evin yolunu tutmalısın.” |
öşün kararması |
: |
Havanın kararması. “Havada bulut yok. Ortalık çintayaz. Ülger ve terazi asılı duruyor gökte. Ya samanyoluna ne demeli. İpil ipil parlıyor mübarekler.” |
öt’ucunda |
: |
Öbür uçta, öte ucunda. “Kûh-i Kaf Dağı’nın ardını aşar Oraya varınca yolunu şaşar Dünyanın öt’ucunda tuzağa düşer Ordan öte uçar gider leylekler” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 592 |
öt’üz |
: |
Öteki yüz, karşı taraf. |
öta: |
: |
Öteki. |
öta:baş |
: |
Öteki taraf, öteki uç. |
öta:çe |
: |
Bulunulan yerin karşı tarafı. |
öta:çedeki |
: |
Karşı taraftaki. |
öta:lerin |
: |
Ötekilerin. |
öta:n |
: |
Geçen gün,birkaç gün önce, geçenlerde, bir önceki gün. |
öte |
: |
Gelecek, ilerisi. Öteni yokladım öten yoğ imiş Yörü yalan dünya senden usandım Çok emekler verdim hep zâyi oldu Cesedim içinde candan usandım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.487 |
öte beri |
: |
Bir şeyler. |
öte ha beri ha |
: |
Çok yönlü uğraş. |
öte yandan beri gelmek |
: |
Bir şeyi tümüyle halletmek, iş tam olarak yapmak. |
ötea |
: |
Öteki. “Biriniz, Enik Cemaliçin Kepirli’ye getsin. Biriniz de Hürüce Ehmed için, Boyunduruklu’ya getsin. Lisanı münasiple, habar versin ölenleri. Ötea ikisi,aşşâ köylerden olsa gerek. Birini heç bilemedik zatı” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
öteaçe |
: |
Bir koyağın, bir dere, çay ya da ırmağın, birine göre öte yakası, karşı yaka, yamaç, öte geçe. |
öteaki |
: |
Öteki, diğer, bir başka. |
ötealar |
: |
Ötekiler. |
ötean |
: |
Evvelki gün. “Dün değil ötean geldiler…” |
ötebaşta |
: |
Öte tarafta, öte yanda. |
ötebete |
: |
Öteberi. |
öteçe |
: |
Öte taraf. “Öteçede var bir bacın Benim gimi ağlıyamaz Gelinin bir köylü gızı Tülü deveni teğliyemez” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
öte: |
: |
Öteki, diğer. |
öte:geçe |
: |
Bir koyağın, bir dere, çay ya da ırmağın, birine göre öte yakası, karşı yaka, yamaç, öte geçe. |
öteğaçe |
: |
Bir koyağın, bir dere, çay ya da ırmağın, birine göre öte yakası, karşı yaka, yamaç, öte geçe. “Sabahleyin gözünü açmış bakmış ki ne görsün, tepeyle birlikte ırmağın öte geçesindeki düzlükteler.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
öteğan |
: |
Dünden önceki gün. |
öteğçe |
: |
Öte geçe, karşı taraf. |
öteğeçe |
: |
Öte geçe, karşı taraf, karşıyaka. Bir dere ya da ırmağın bizden yanına beri geçi karşı tarafına öteğeçe denir. |
öteğen |
: |
Dün değil önceki günü belirtmek için kullanılır. “Zindağı’nın da oluğu Akar horlayı horlayı Dün öteğen dü’ünden geldi Deynek oynayı oynayı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Nişanlı Gencin Ağıdı, Kaynak Kişi: Bedriye Parmaksız) |
öteğiki |
: |
Öteki. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
öteğiyüz |
: |
Diğer oda, diğer taraf. |
öteğün |
: |
Geçen gün, önceki gün. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ötek |
: |
Keklik yuvası. “Bak ağamın yatağına Kekliğinin öteğine Cümle alem dökülür de Kozanoğlu eteğine” (Alpay Kabacalı, Gül Yaprağın Döktü Bugün, S. 125) |
ötekinner |
: |
Ötekiler. |
ötekiü:n |
: |
Önceki gün. “Ötekiü:n yoluna çıkan ışkıya gene değirmene geldi. Un istedi. Bir de Ermeniler için Osman Hoca’ya habarcı olmamı istedi dedi.” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
öte:n |
: |
Geçen gün, geçen, geçende, geçen günlerden birinde. |
öten gağnıya binmek |
: |
Varlıklıların tarafını tutan, onların yanında olan, onların adamı olan. “Onun huyudur öten gağnıya binmek.” |
öterlek |
: |
Biraz öte. |
ötesi |
: |
İşin anlatılması gereken yeri, özü, gerçeği. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Bu meselenin bir de ötesi var.” |
ötesi var mı? |
: |
Korkulacak bir şeyin göze alındığını belirtmek için kullanılır. “Ölümden ötesi var mı?” |
öteyece |
: |
Öteki taraf. |
ötgün |
: |
Su kaynağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
öticek |
: |
Öttüğü zaman. Yavru bülbül garib garib öticek Gül yerine şimdi sümbül biticek Yârim ile seher yerde yatıcak Çemen ver hey güzel Allah çemen ver Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.594 |
ötleğesi |
: |
Çıra mum yerine kullanılan ucu ateşli odun parçası. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ötlek |
: |
Korkak. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm. İç.) |
ötleski |
: |
Ucu ateşli odun, meşale. |
ötletmek |
: |
Birisini öldürürüm diye korkutmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ötmek |
: |
1. (ergenliğe giren çocuklar) Şarkı veya türkü söylemek. 2. Geçmek, vaktin geçmesi. |
ötön |
: |
Geçen gün. |
ötü:z |
: |
Öte yüzü, öte tarafı. |
ötüg |
: |
Buluğ çağına ermiş, artık cinselliğe aklı eriyor. |
ötürek |
: |
Ötürük, cıvık dışkı. |
ötürgen |
: |
Sürgüne tutulmuş olan. “Ötürgen oldu çocuğum.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ötürmek |
: |
İshal olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. Osm. İç.) |
ötürük |
: |
İshal, sulu dışkı, sürgün. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm. İç.) |
ötürük olmak |
: |
İshal, sürgün olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
ötürüklü |
: |
İshal olmuş. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ötüşem |
: |
Karşılıklı ötüşelim. On'ki imam gülbangına erişem Anda keramet var Hakk'a yetişem Bahard'açılıp bülbülle ötüşem Güller beni sevdiğime ulaştır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.603 |
ötüyor |
: |
Ağlıyor. |
ötüyün |
: |
Geçen gün. |
ötüyz |
: |
1. Öteki yüz. 2. Öteki oda. 3. Taraf. |
övdüğünün önü alınmaz, kınadığının ardı tutulmaz |
: |
Her şeyde aşırıya kaçan kimselere söylenir. |
övdül |
: |
Asmalara dayak olarak konulan sırık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
övecen |
: |
Evecen, aceleci. |
öveç |
: |
1. Damızlık. 2. Erkek koyun, toklu. “Atıma binem de gidem yabana Belki kar yağıp da yollar kapana Beş yüz öveç tembih ettim çobana Yedirin beylere ta ben gelene” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
öved |
: |
İvedi, acele. |
övedinen |
: |
İvedilikle, aceleyle. |
öveleme |
: |
Ekmek kırıntılarından yapılan çorba. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
övelenmek |
: |
1. Dövülmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Elle parçalanmak, ufalanmak, ezilmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
övendire |
: |
Hayvan dürtmeye yarayanucu bizli değnek, üvendire. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
öveyk |
: |
Atın sıfatı, bir at türü. “Beş yüz atım olsa beş yüzü doru Binse etbalarım eylese harı Beş yüzü de öveyk bini de kırı Beş yüz yedeğine al ister gönül” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 482 |
övez, üvez |
: |
At sineği. |
övgün |
: |
İvecen. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
övke |
: |
Öfke. “Heyke benim gönlüm heyke Gene aldı beni öyke Beyim odadan geliyor Omuzunu silke silke” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Feridun’a ve Hatice’ye Ağıt, Derleyen: Ferhat Kuzu, Kaynak Kişi: Emine Böke) |
övmek |
: |
Evmek, acele etmek. |
övün |
: |
Öğün. “Elden gelen övün olmaz, olsa da vaktinde gelmez.” (Andırın Atasözü) |
övüngeç |
: |
Çok övünen, farfara. “Övüngeç bir tavırla, “Biz”, dedi, “Cahil değiliz küçük bir tapu memuruysak da…” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
övünmesinden geçilmemek |
: |
Çok övünmek. “Başka bir çocuk olsaydı memedin yerinde, övünmesinden geçilmezdi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
övüştürmek |
: |
İşi yoluna koymak, başarmak. |
öydürmek |
: |
Yağlı boya vb nesneleri bir yere sürmek, yaymak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
öyek |
: |
Bataklık. |
öygün |
: |
Hayvan bağlanan zincir ya da ip. |
öyke |
: |
Öfke, kızgınlık. Evimizin yanı söyke Gene aldı beni öyke Gızlarım sudan geliyor Bir yanından döke döke Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.166. |
öykelenmek |
: |
Öfkelenmek. “Hatta bazı gruplar, yapıp ettiklerini herifleri duyar da veya kahkahaları sokağa taşar da öykelenirler diye kapılara nöbetçi koyarlardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
öykeleşmek |
: |
Karşılıklı kinlenmek. |
öykenmek |
: |
Öykü anlatmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
öykünmek |
: |
Bir kimsenin dediğini taklit etmek. “İşi gıcır yan gelerek söykünür Kim gonuşsa ağzına öykünür İsilikli soğuk suda yıykanır Diline hayranım Çukurova’nın” (Aşık Feymani (Osman Taşkaya)) |
öylen |
: |
Öğle vakti. “Öylen ile ikindinin arası Aldı beni kaşlarının karası Bilmem şahan yavrusu, bilmem ispir cöresi Av ederken ben yavrumu aldırdım” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
öylenniyen |
: |
Öğle vakti. “Cenazesi öylenniyen namazdan sonra galdırılacak.” |
öyleyicik |
: |
Öyleyse. |
öyli:se |
: |
Öyleyse. |
öyliyeşin |
: |
Öyleyse. “Aman gurban olayım, get öyliyeşin get, benineriye saklarsan sakla, diyor.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
öymek |
: |
1. Su sızıntısı. 2.(Yağ, vb maddeler) Düştüğü yerde yayılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
öyrek |
: |
Sürülerinden ayrılıp birlikte otlayan birkaç at ve davardan oluşan karışık sürü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
öyrüne |
: |
Önüne. |
öyüt |
: |
Öğüt. “Ben de düyüne gederken Bibim de çekiyor halay Kele bana vermen öyüt Ö:le demek dile golay” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Veremden Ölen Hüseyin’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hodul Emine (Gök-Aslan)) |
öz |
: |
1. Pınar, derelerin çıktığı yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Su arkı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 3. Dere, çay, ırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 4. Sulak, verimli yer, otlak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) 5. Lamba, fener vb. şeylerin fitili. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 6. Tepeler arasındaki çukur, düzlük yer, koyak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 7.Güç, dayanıklılık. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 8. Tarla, köye yakın tarla. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 9.Kendi, kendisi, ben. 10. Akarsu. 11. Nehirlerin etrafında bulunan meyilli arazi. “Keşke Bozluğun özünde toprak kepir olmasaydı. Orada yetişecek hububat yedi sülalemize yeterdi.” |
öz inan |
: |
Arzu, istek. |
özağrısı |
: |
İshal, sürgün. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
öze |
: |
Damat. |
özek |
: |
1. Soluk. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Güç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
özele |
: |
Çiğdem. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
özem özem |
: |
Özleşerek iyice pişme. |
özemek |
: |
Katı bir şeyi su veya başka bir sıvı ile belli bir kıvama gelinceye kadar karıştırarak cıvıklaştırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Yoğurdu su ile özeyerek ayran yaparlardı eskiden pınar başında.” |
özenmek |
: |
Zahmet etmek. |
özer |
: |
Kara ve beyaz iki çeşidi olan yerli incir. |
özge |
: |
Başka. Karac’oğlan der ki adım öğeler Ağu oldu yediğimiz şekerler Güzel sever deye isnat ederler Benim Hak’tan özge sevdiğim mi var” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
özge can |
: |
Kendi canı. “Ortadır kâmeti incedir beli Bahçada açılır şol taze gülü Özge canım için bir dudu dilli Pek lazım amma bulamıyorum” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 512 |
özkemek |
: |
Göreceği gelmek, özlemek, istemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
özkerti |
: |
Mat ışık. “Bu makinayla özkerti de bile resim çekebilirsin.” |
özne |
: |
1. Damat güvey. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Memedimin del’anası (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) 2. Tahtacı kültüründe kadınların ikrar alma töreni. “Kadınların ikrarı ancak evlendikten sonra alınabilir. Bunun için eğer dede varsa düğün gecesi yoksa dedenin geldiği bir zamanda birkaç musahiplinin de bulunduğu bir cem düzenlenir. Özne denilen bu ikrar alma töreninde dede, ikrarı alınacak olan kadına nasihatlerde bulunup ondan tahtacı örf ve âdetlerine, inanışlarına, ahlakî değer yargılarına uyacağına dair söz alır.” (Nilgün Çıblak ‘Mersin Tahtacı Kültüründeki Terimler Üzerine Bir Deneme’, Folklor / Edebiyat, 2003, C.IX, S. XXXIII, S. 217-238.) |
özü baymamak |
: |
Acıya dayanamamak, yapmaya ya da bakmaya cesaret edememk, kıyamamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
özü bayvermemek |
: |
Katlanamamak, iç kaldırmamak. “Zavallının özü bayvermedi.” |
özü dökmek |
: |
Yüreği tutmamak. “Kibir m’ettin gelip halım sormaya Ne acep gelmedin beni görmeye Özün mü döymedi kesip vermeye Karakaş üstünde tel senin olsun” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 126 |
özü geçmek |
: |
Güçsüz, dirençsiz kalmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
özülübü |
: |
Bir çeşit börülce. |
özür yazır etmek |
: |
Sözde neden aramak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |