KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
câ, ca: |
: |
1. Örgü şişi. 2. Ağaçtan yapılan ve kağnıya yüklenen yüklerin düşmesini engelleyen bir düzenek. 3. Dokuma tezgahında kullanılan yassı tahta veya saçdan makara. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 4. Eski evlerde bulunan ufak banyo, gusulhane. 5. Lavabo, banyo. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ca kemiği |
: |
Kolun döner kemiği. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ca:lak |
|
Mutfak, banyo gibi yerlerin atık su gideri. “Ca:lağa döküver.” |
ca:lak |
: |
Çağlayan. |
ca:rtlak kebabı |
: |
Ciğer kebabı. |
cababula |
: |
Çok yaramaz, saldırgan, şirretli. |
cadalos |
: |
1. Cömert, yiğit, becerikli. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Ağız kalabalığıyla bir şeyi elde eden, şirretli. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cadaloz |
: |
Bilgili, duygulu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cadda |
: |
Cadde. |
caddıroğ |
: |
Soytarı, hareketleri dengesiz ya da tutarsız kimse. |
caf sıyırttırmak |
: |
Hedefi tutturamamak. |
caggavı |
: |
Geveze, durmadan konuşma huyu olan, çok konuşmaktan hoşlanan, çenesi düşük, boşboğaz, geveze. |
ca:ğ |
: |
Evin bölmecinde hem bulaşık yıkamaya hem de banyo yapmaya yarayan küçük ıslak alan. |
cağ |
: |
1. Çorap şişi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Kağnının yan taraflarına yükün düşmemesi için konulan ağaçlar. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Makaralık. Maraş dival işi yapımında üst ipliklerin işleme esnasında birlikte kullanımını sağlayan araç. |
cağ cağ akmak |
: |
Suyun çağlayarak akmasını takliden yansıma bir kelime, işin yolunda gitmesi, kazancınbol olması durumunu ifade ederken de kullanılır. |
cağalak |
: |
Mutfakta bulaşık suyunun gittiği yer. |
cağıldak, cağlak |
: |
Çağlayan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
cağlak |
: |
1. Akarsuyun ani eğim nedeniyle hızlı aktığı yer. Şelale kadar dik değil. Çağlayan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Ev içinde bulaşık yıkanan, banyo yapılan yer. |
ca:lamak |
: |
Çağlamak. “Garlı dağlar garlı dağlar Garı erir suyu cağlar Garib imiş ağ Medine’m Basmac’oğlu durmaz ağlar” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
cağlık |
: |
Çukur taş. |
ca:ğlık |
: |
Evlerde bulaşık yıkanan, banyo yapılan yer. |
ca:ğtaşı |
: |
El yüz yıkamak için kullanılan yer, lavabo. |
cahal |
: |
Cahil, genç, toy, deneyimsiz. “Cahal emmim oğlu cahal Gomşularım zaten bihal Yaylıya göçürrüm seni Goymam buralarda sefil” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
cahal ölür çürük soydan |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Çürük soydan olanlar genç,cahal.ölürler anlamındadır. |
cahallık |
: |
Cahillik. “Cahallık işde.” |
Ca:n |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Ceyhan. |
Cahan |
: |
Ceyhan Nehri. “Gardaşımın gonağından Diğnesen Cahan görünür Tez gel babam oğlu tez gel Gelinin ele yerinir” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
cahannem |
: |
Cehennem. |
cahıl |
: |
1. Gençlere derler. Âlim olan kulak verir va'zlara Cahil olan sohbet katar sazlara Benden selâm söylen kuğu kazlara Kuru güller sulanacak zamandır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.599 2. Bilgisiz. “Âlim olan kulak verir vâ’zlara Cahılolan sohbet katar sazlara Benden selâm söylen kuğu kazlara Kuru güller sulanacak zamandır” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
cahıllıg |
: |
Gençlik. “Bizi:ler de oyudu, bizim cahıllıglarımızda. Benim işde on tene bir fısdanım var ıdı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
cahım |
: |
Uçurum, korkuluk. |
cahilcemeke |
: |
Anlayışsız bir şey bilmez. “Cahilcemekelerinen uğraşmaktan osandım.” |
cahilet |
: |
Cehalet, cahillik. |
cahre |
: |
Meyvesi menengiç gibi olan boya yapılan ağaç türü. |
cakcakı |
: |
Değirmende buğdayın bittiğini haber veren bir aygıt. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cakcaklı |
: |
Dedikoducu, geveze, yansımalı. |
cakılı |
: |
Kargaya benzeyen eti yenen bir kuş. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cakır cakır etmek |
: |
Para, zincir, çakıltaşı gibi cisimler birbirine çarparak ses çıkarmak, şakırdamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cakırdama |
: |
Neşe içinde karatavuk kuşlarının ötüşü. |
cakkav |
: |
Aceleci, sabırsız. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cakkavılaşmak |
: |
Gevezeleşmek, boşboğaz biri durumuna gelmeye başlamak. |
cakkavu, cakkavı |
: |
1. Geveze, dedikoducu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Geveze, durmadan konuşma huyu olan, çok konuşmaktan hoşlanan, çenesi düşük, boşboğaz, geveze, ciddiyetsiz adam. |
ca:lak |
: |
Yokuş aşağı taşlar arasından hızlı akan akarsu. |
ca:llak |
: |
Akarsuyun ani eğim nedeniyle hızlı aktığı yer. Şelale kadar dik değil. |
calak, calag |
: |
Olgunlaşmamış karpuz, kavun. |
calak culak |
: |
Ufak tefek. |
calap |
: |
Sulu kar. |
calaska |
: |
Ağır yük taşımak için kullanılır. |
calba |
: |
1. Öküz kuyruğu bitkisi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Ağacın alt dalları. |
caldırtı |
: |
Ses, gürüktü. “Bir caldırtı koptu kiheç sorma.” |
calgazanlık |
: |
1. Şakacılık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Gevezelik. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
calı |
: |
İşyaptıran kimseler. |
callak |
: |
Ham karpuz, kavun. |
callancort |
: |
Hareketleri tutarsız, konuşması dengesiz, aklı kıt kimse. |
calpaladmak |
: |
Calpalanmasına yol açmak. |
calpalamak |
: |
Suyu bulunduğu kabı istem dışı bir şekilde sağa ve sola sallayarak hareketlendirmek ve bir kısmının taşınan kaptan dökülmesini sağlamak. |
calpalanmak, calpanmak |
: |
Suyun istem dışı hareketlerle sağa sola sallanarak bulunduğu kabtan taşarak dökülmesi. |
cam |
: |
Kadeh, bardak. |
camal |
: |
Yüz güzelliği. |
cambaklamak |
: |
Şaşırmak. |
cambalaz |
: |
Ağustos böceği. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cambas |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; cambaz. |
cambaz |
: |
Canlı mal alıp satan kimse, celep. |
cambaz g.tü dönmek |
: |
Ağacın dalına iki elle asılarak ayakları kollarının arasından geçirip ters takla atmak. “Cambaz g.tü dönmekten heç gorkmuyor Cenderme’nin bılızları.” |
cambıl cambıl |
: |
Çarçabuk dökünerek. “Cünüp gezmekle, pis ve mındar gezmenin aynı olduğu eğitiminin de artırdığı inanılmaz bir teslimiyet ve bir vecibeyi yerine getirmenin hafifliği ile cambıl cambıl, alelacele bilinen şekilde gusül abdestini alırdı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
came |
: |
Gömlek. |
camış |
: |
Çok yeme hali, obur, doymak bimez, manda gibi silip süpüren. |
camız |
: |
1. Manda. “Bir yanı çeltik salağı Bir yanı tomus süreği Camızı gurban adamış Gabil olmamış dileği” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Kumluk yerlerde, özellikle dere kenarlarında kuma gömülerek hubiye benzer çukur açan be buraya düşen böcekleri avlayarak beslenen bir böcek. |
camız kırkımında |
: |
Gerçekleşmeyecek iş için biçilen zaman. |
camızalnı |
: |
İki yapraklı koza. |
camsıtmak |
: |
1. Sezdirmek, duyurmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. (Erkek) Kadına meyletmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
camuz |
: |
Manda. |
can |
: |
Sevgili. Karac’oğlan der ki rastgeldim cana Görünce yaralar döndü hicrana Gerdanda benleri benzer mercana İnciye misaldir dişi güzelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.554 |
can gözüyle incelemek |
: |
Dikkat ve ilgiyle bakmak. |
can havli |
: |
Can acısı, ölüm anı. |
can kafesi |
: |
Vücut, beden. Hocam sabakına başlamaz oldu Can kafesi anda kışlamaz oldu Çekilen yolcular işlemez oldu Yollar melil melil bilmem nedendir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.607 |
can otu |
: |
Sağlık için faydalı bitkiler. Yüce dağ başında can otu biter Bir zalim geldi de ölümden beter Seyfîsi top olmuş kuzusu öter Çekilmez elvanı nazı dağların Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.539 |
can ü gönülden |
: |
İçtenlikle, yürekten. Döşendim toprağa yaslandım taşı Gözümden akıttım kan ile yaşı Seni can u gönülden sevmeyen kişi Geçer de karşında boyun eğer mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.453 |
cana dokanmak |
: |
1. Bir işin en önemli yeri üzerinde durmak. 2. Bir kişinin hassas noktasını bulmak. |
cana kıya gelmek |
: |
Cana kıymak niyet ve maksadıyla gelmek. Çıkmış gelir evden beri Billâh güzeller serdarı Cellât olmuş gamzeleri Dost canıma kıya gelir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.609 |
cana kıymak |
: |
Öldürmek. Sabahtan uğradım ben bir güzele Yörü ey günahkâr kul dedi bir kız Bugün cellât olur kıyarım cana Hemen yoktur imdat bil dedi bir kız Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.649 |
canan |
: |
Sevgili. Karac’oğlan der cânanım Kurban olsun sana canım Çarh-ı felek benim kanım Bir gün içer demedim mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.451 |
canavar |
: |
Kurt. |
canayaklı |
: |
Tezceci, aceleci, ivecen. |
cancan |
: |
Öz, hakiki. |
candan geçmek |
: |
Ölümü göze almak. Aşka düşen bâde içer Yâr yoluna candan geçer Bu dünyada konan göçer Bu el bizim eller değil Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.478 |
candarma |
: |
Jandarma. “İzarım atdım başıma Canımı aldım dişime Ben kimseye görünmezdim Candarma geldi garşıma” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Göğüs) |
caneriği |
: |
Yeşil erik. |
caŋgalak basmak |
: |
Bir işi doğru düzgün yapmamak. “Cangalık bastı heç sorma.” |
cangama |
: |
Gürültü, yaygara, ağız kavgası. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm. Mr. İç.) |
caŋgama cillet |
: |
Kavga, ağız dalaşı. |
caŋgama etmek |
: |
Yüksek sesle ağız dalaşı yapmak, tartışmak. “Utanmadınız mı cangama etmeye?” |
caŋgama, caŋkama |
: |
Laf kalabalığı, yüksek sesle yapılan ağız kavgası, gürültü patırtı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Köylüler bir olunca biter. Düğün, dernek, döğüş cangama biter. Köylü birliğine can kurban.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
caŋgamacı |
: |
Gürültü, patırtı çıkaran kimse. “İnadına tam o sırada yoldan geçen en cangamacı bir mahallelinin başına denk gelecek şekilde boca eder.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
caŋgamalaşmak |
: |
Ağız dalaşı yaparak gürültü patırtı çıkarmak. |
cangaza |
: |
Geveze. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cangız |
: |
Çocuk oyununda kullanılan keçiboynuzu. |
caŋġoloz |
: |
İnsanın üzerine çöken karabasan. |
caŋgul cuŋgul |
: |
Gürültü, çocuk gürültüsünü hatırlatır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
canı burnundan gelesice |
: |
Bedduada belirtildiği gibi ölmek. |
canı cesedinden üzülmek |
: |
Yorgunluktan bitmek, pek çok yorulmak. “Ben öldüm işte. Canım cesedimden üzüldü. Bir adım, bir tek adım atamam.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
canı cığıldamak |
: |
Bir şeyi yapmak için çok özlem duymak, istekli olmak, canı çekmek. |
canı evek |
: |
Canı tez. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
canı hulkuna gelmek |
: |
Usanmak. |
canı yeğni |
: |
“Bir işi erinmeden yapar” anlamında kullanılır. “Celil’im bambaşkaydı, canı yeğniydi der durur yengem.” |
canım ever |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir deyimdir. Ecelin geldiğini hissetme, “canım çıkmak için acele ediyor” demek istenmektedir. |
canına sine |
: |
Keyfine göre. “Canına sine iş yapıyor. Hiç kimseye eyvallahı yok.” |
canını gapasıca |
: |
Kişi için can verecek dereceye gelsin. |
canınıŋ derdine düşesice |
: |
Yaşam mücadelesi versin, ölümle yüz yüze yaşasın anlamında bir beddua. |
canıynan uğraşasıca |
: |
Çok dert ve sıkıntıya düşmek, ağır hastalıklara yakalanmak. |
canıvar |
: |
Kurt. |
cansız at |
: |
Tabut, bisiklet. “Bindirirler cansız ata İndirirler tuta tuta Var dünyadan yol ahrete Coşkun gider salın bir gün” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
capa |
: |
Çapa. |
capa emzirmek |
: |
Çapalama işlemi sırasında çapanın sapına göğsünü verip dinlenmek, bu iş yapana,çalışmasını durdurmasından dolayı yapılan tariz sözü. |
capıl |
: |
Çamurlu su. |
capılamak |
: |
Suda calp calp diye ses çıkarmak. “Marzıman capılayarak geçti Goca Suyu.” |
capul |
: |
Sulu batak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
car |
: |
1. İlaç, em, çare, yardım. “Ben hastayım gar isterim, Has bahçadan nar isterim, Yavrularım uzaklasmıs, Yabancıdan car isterim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gurbetteki Çocukların Ağıdı, Kaynak Kişi: Eşe Gök) 2. Tehlike hali. “Avşar’ın uyluğu duruyor atta Cerid’in hopuru çıktı Yarsuvat’ta Kaçtı Tecirliler hep selâmette Kaçın Sırıntılı, Gâvur Dağı carınız” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) 3. Dilek, rica. “Eliminen el eyledim Diziminen yol eyledim Senin uçun İnce Hacım Tatarlı’ya car eyledim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kız Kaçırdığı İçin Öldürülen İnce Hacı’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Şemsi Kodal) 4. Aman dilemek, yalvarmak. “Mavu şavlar ışıl ışıl Gaçma ayağ’na dolaşır Car eyleme ağa babam Hösüyün oğlun ulaşır” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) 5. Çağrı, tellal ile duyurma. 6. Çarşaf, siyah üstlük. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
car etme |
: |
Yalvarma. Bir imdat çağırarak yalvarma. |
car eylemek |
: |
Aman dilemek, imdat eylemek. |
car istemek |
: |
Yardım istemek. |
car ummak |
: |
Yardım beklemek, destek beklemek, çare ummak. “Ben de sizden car umdum. Ve de bizim köylü akıllıdır sandım.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
carbık |
: |
1. Anası babası belli olmayan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) 2. Çok konuşan, ktartışan, kavgacı, şirretli kadın. |
carcar |
: |
Çok konuşan kimse. |
carcı |
: |
Tellal, halka duyuru yapan, okuntucu. |
carcur, carcür |
: |
1. Geveze, çok konuşan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Fermuar. 3. Şarjör. |
cardın |
: |
Büyük fare, geleŋ. |
cardlak |
: |
1. Minder yahut döşeğin iç kısmı. “Cardlağı çekti.” 2. Karın. |
cardon |
: |
Büyük tarla ya da lağım faresi. “Öyle cardonlar olurdu ki heybetinden püsükler bile korkardı.” |
carhadan |
: |
Aniden. “Bir de ne baksın, ay gibi karşısında gece gündüz yandığı gız. Hemen görene kadar oraya gümbete gidiyor. Han Mahmut’un carhadan aklı gidiyor. Diyar Han şaşırıyor ne yapacağını.” (Ömer Koca, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009, S. 415) |
carı |
: |
1. Çabuk, hemen, acele. 2. Becerikli, işbilir. |
carıf |
: |
Sabanla boyunduruğu birbirine bağlayan deriden yapılmış alet. |
carış etmek |
: |
Kirletmek. |
carkadak |
: |
Hemen, birdenbire, aniden. |
carkıt |
: |
İşe yaramaz, döküntü. |
carmar |
: |
Üstü açık, çalılarla ve taşlarla çevrilmiş ağıl. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
carpadag/k |
: |
Birden, süratle, göz açıp kapatana kadar. |
carpadan |
: |
Çok hızlı, şimşek gibi, aniden, kuvvetli bir şekilde. |
carramak |
: |
Hızlıca boşalmak, akıp gitmek. |
carsa |
: |
Bir kumaş türü. |
cart curt |
: |
Boş laf. |
cartayı çekmek |
: |
Ölmek, gebermek. |
cartlağı çekmek |
: |
Ölmek, gebermek. “Bu gece değilse yarın gece cartlağı çekeceksin aslanım.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
cas takımı |
: |
Batı tarzı müzikle uğraşanlar. |
cascavlak |
: |
Üzerinde hiç birşey olmayan, kel. |
cast diyeneçe: |
: |
Ateş aniden yağdığı anda. |
caş |
: |
Eşek. |
câşadmak |
: |
1. Gevşetmek. |
câşak |
: |
Gevşek, laçka, cağşak. |
câşamak |
: |
Laçkalaşmak, gevşemek. |
caşmak |
: |
Taşmak. |
cav |
: |
Hayvanların erkeklik organı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cavadak |
: |
Suyu, çayı hızlıca, ani dökmek. |
cavcav |
: |
Çok konuşan, lavgar. |
cavhınlamak, cavhunlamak |
: |
Nelerin olup bittiğine şöyle bir göz atmak.
|
cavır |
: |
Gavur. |
cavırtı |
: |
Kuru gürültü. |
cavışdamak |
: |
Cavış cavış diye ses çıkarmak. |
cavkınlamak |
: |
Etrafıdolaşmak, kolaçan etmek. |
cavlak |
: |
1. Ağaçsız tepe. 2. Soyulmuş, kel. |
cavsıtmak |
: |
1. Duyurmak. 2. Konuşurken saçmalamak. |
cavzıtmak |
: |
Vaz geçmek. |
cay |
: |
Bahis. |
caya girmek |
: |
Bahse girmek. Caya girelim mi? Ne dersin? |
caybaklamak |
: |
Zorlanmak, işin altından kalkamamak. |
caybaz |
: |
Sıska, zayıf, cılız. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
caygara |
: |
Pınar. |
cayırrada |
: |
Birdenbire, şiddetli, çarçabuk. (Kırılma, yanma, kaçma hali.) (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cayırtı |
: |
1. Ne olduğu belli olmayan ses, gürültü. 2. Silah sesini andıran çatırtı. |
cayil |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; cahil. |
caykıl gitmek |
: |
Aniden düşmek. “Caykıl gitti.” |
caymak |
: |
Vazgeçmek. “Gitmem diyordu caymış Anasın yavrısız goymuş Kahrolası ganı yoklar Musdafa’ya nasıl gıymış” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
caypıcıydım |
: |
Caymaktan vazgeçecektim. “Nerdeyse caypıcıydım.” |
cazgarısı |
: |
İçten pazarlıklı, sinsi planlar kuran ve daima karşıdakine kötülükler düşünen bir masal kahramanı, cadı. |
cazgır |
: |
Vazgeçen, işi ardına bırakan, dönek, cadı, fitneci. |
cazı |
: |
Cadı, fena kadın, kötü kadın. “Bir gün sen de aşk uğrunda goşarsın Arada cazı var yoldan şaşarsın Korkuyorum bir kötüye düşersin Ebrişim atkısın telli Fadıma” (Aşık Mehmet) |
cazlamak |
: |
Ateşte az pişirmek. |
cebabendek |
: |
1.Çırılçıplak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Başıboş , kimsesiz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cebe |
: |
Gerdanlık, takı. |
cebebula |
: |
Çok yaramaz, saldırgan, şirretli. |
Cebel |
: |
1. Dağ. 2. Issız yer. 3. Kırsal arazi. |
cebelleşmek |
: |
İnatlaşmak, yapışıp bırakmamak, birbiriyle takışıp uğraşmak. |
cebellezi |
: |
Aşırma, çalma. |
cebilenik |
: |
İşini bilen cin gibi adam, hem geveze hem de kurnaz çocuk. |
cebir |
: |
Zor, şiddet, zorlama. Cebir elem şu dağların başından Avlayalım kekliğinden kuşundan Zamantı Irmağı'ndan Pınarbaşı'ndan Geçemem artıyor figanım dağlar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.577 |
Cebrail |
: |
Tahtacılarda horoz. Horoz. Sabahın olduğu haberini gökyüzünde sesini duyduğu Cebrail adlımelekten öğrendiğine inanılan horoz, bu özelliğinden dolayı cebrail olarak adlandırılmıştır. |
cec |
: |
1. Acer, yeni. 2. Samanından ayrılmış fakat elenmemiş tahıl yığını, çok fazla, yığılı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cec atmak |
: |
Buğdayı samandan ayırmak. |
cecekli |
: |
İddiacı. |
cecik |
: |
1. İrade. “Bir teklife karşı derhal evet demesi durumunda cecikleri gevşedi denir. Çok sıkışırsa cana getirdi denir. Daha da zorlanırsa cıvıttı denir.” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) 2. Kova gibi kulplu kapların saplarını tutturan vida. 3. Su kaplarında kulpun alt kısmı. |
cecikleri gevşemek |
: |
1. Kuvvet ve dayanma gücü gevşemek, gönlü olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. İkna olmak, yumuşamak. “Cecikleri gevşedi beni görüşün.” |
cecim |
: |
İnce dokunmuş, renkli, nakışlı kilim. |
cecit |
: |
Yeni, yepyeni, pırıl pırıl. |
ceç |
: |
1. Üzümün suyu alındıktan sonrakalan posası. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Samanından ayrılmış fakat elenmemiş tahıl yığını. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Mr. Osm.) “Yaz günlerinin yarısı geride kalmıştı. Aşşa köylerde günlerce süren, gem sürmeler bitmek üzereydi. Harmanlara yığılan malağmaların savrulup cec çıkarılma zamanıydı. Savrulup temizlenen buyda ve arpaların bir an evvel eve taşınması gerekiyordu.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
ced |
: |
Jet. |
cedelleşmek |
: |
Uğraşmak. |
cefa |
: |
Sıkıntı, eziyet. Her sabah her sabah gelir geçerler Dünyalar durdukça durası kızlar Bir cefâ görmedim kaşı karadan Allah'ım muradın veresi kızlar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.579 |
cefa etmek |
: |
Eziyet etmek, sıkıntı vermek. Ben seni severim ezel ezeli Bana cefâ etme dünya güzeli Bağdad'ı Basra'yı Acem Şiraz'ı Bütün Hindistan'ı değer gözlerin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.556 |
cefaya katlanmak |
: |
Sıkıntılara göğüs germek. Yiğit olan yiğit biner atlanır Kötüler de her cefâya katlanır Yiğit gölgesinde yiğit saklanır Nâmertlerde gölge olmaz ar olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.647 |
cefayir daşı |
: |
Mücevher. |
cefel |
: |
Ustaca. |
ceffel |
: |
Cevval. |
ceflin |
: |
Açılmamış tavuk, piliç, yumurtlama çağına gelmemiş tavuk. |
ceft |
: |
Yannık derisinin kurumaması için üzerine sürülen çam kabuğu tozu. |
ceh |
: |
Devenin boyun altındaki uzun kıllar, tüyler. |
cehal |
: |
Cahil. “Dağın garı erimeden Göçün önü yörümeden Guzum senin anan m”ölük? Cehal gönün farimedi” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Güllü Bibi’nin Kızına Ağıtı, Derleyen: Bünyamin Gönen) |
Cehan |
: |
Ceyhan. “Kâbe’den açıldı yolak Ganadım gırıldı felek Daşdım dışıma gediyom Cehan gimi atdım gulak” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
cehd etmek |
: |
Gücünü toplayıp işi bitirmek için çabalamak. Bir cehd etse bugün bitirir işi ha. |
cehdicüber etmek |
: |
Zorlamak, çok çabalamak. |
cehennem |
: |
Ahirette günahkar kulların ceza göreceği yer. Kapımıza kara deve çökünce Fırtınası şol âlemi yıkınca Cehenneme kul seçilip çıkınca Kadir Mevlâ'm o kullardan eyleme
Kadir Mevlâ'm ataş atma özüme Dünya malı görünmüyor gözüme Kadir Mevlâ'm sen bak benim yüzüme Cehennemin ataşıyla dağlama Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.388 |
cehenneme ceviz taşlamaya gitmek |
: |
Çocuklar annelerine nereye gittiklerini sorduklarında annelerinin verdiği cevap. |
cehennemin zıbarası |
: |
“Cehennemin tam ortası, cehennemin dibi” anlamına bir kargış sözü. “Kadın: Git, dedi,cehennemin zıbarasına” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
cehez |
: |
Çeyiz. |
cehiz |
: |
Gelin olan kızın baba evinden götürdüğü eşya. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Evlerinin önü bahçe Biz de etdik altın akçe Kim ne dedi Suna’m sana Yükledin de cehiz bohçe” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
cehlin |
: |
Cehaletin. “İnsan olan cehlin bilir büzülür Arifimiz kafa yorar üzülür Az karanlık göz kamaşır süzülür Santralı yakmamıza ne kaldı” (Hacı Zülkadiroğlu, Kaynak: Av. M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufçuk Bas. Yay. Ve Tanıtım Hiz. Ankara 2001, S. 414) |
cehri |
: |
Nar kabuğuyla boyanan şalvar. “Çekti cehriyi gıçına, aldı yörüdü.” |
ceht |
: |
Azim etme, kararlı olma. |
ceketi bok yemez etmek |
: |
Kollarını cekete geçirmeksizin, ceketi öylece sırtına almak. “Rahmetli kış gününde bile ceketini bok yemez eder gezerdi.” |
cekik |
: |
Örümcekkuşu. |
cekit |
: |
Ceket. “Kara cekit gö dolama Bibim gezer densiz densiz Ya nidiyim hatın bibim Aha geldi sakall’ öksüz” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I), S. 313) |
cekken |
: |
Çekirgeye bölgede verilen adlardan birisi. |
Cela |
: |
Ekinözü. |
celâl |
: |
Öfke, kızgınlık. Erisin de dağlardaki karınız Kudretten de kınalanmış eliniz Eğer tenhalarda bulsam yalınız Tanrı celaliyle sarmak muradım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.485 |
celbe |
: |
Arkadaş, gurup, çete. |
celep |
: |
1. Bağlanmayan, başıboş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Boşanmış dul kadın. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Esmer undan yapılmış ekmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 4. Dam saçağı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 5. Çekirdekli yerli portakal. 6. Düğün alayı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
celepçi |
: |
Hayvan ticareti yapan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
celfin |
: |
1. Genç ve güzel kız. 2. Açılmamış tavuk, piliç, yumurtlama çağına gelmemiş tavuk, tavuğun yumurtlamayan yakını. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “.Daha size ne yapayım ki, yolunmuş celfin bile getirdim.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
cellad |
: |
Açıkgöz. |
cellat |
: |
1. Mık oyununda ele iyi gelen, yere iyi saplanan çivi, her yere kolaylıkla giren uzun demirci çivisi. 2. Can alan, öldüren. Sabahtan uğradım ben bir güzele Yörü ey günahkâr kul dedi bir kız Bugün cellât olur kıyarım cana Hemen yoktur imdat bil dedi bir kız Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.649 |
cellet |
: |
Cellat. |
celp |
: |
Bazı yemeklere konan biberli, naneli, sarımsaklı, ekşili yağ. “Yemeğiŋ celbini komak, yemeğiŋ celbini dökmek.” |
cem |
: |
1. Tahtacılarda dinî törenlere verilen ad. Genellikle perşembeyi cumaya bağlayan gece yapılır. 2. Cam, camekan. |
cem tası |
: |
Çok küçük tas, kilden. |
cemakan |
: |
Vitrin, camekan. “Çok intizar edim dudduramadım Yakamı elinden pıddıramadım Cemakana koydum saddıramadım İpe sapa gelip düzülmüyor ki” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Şair: Karaozan Eshabil Karademir) |
cemal |
: |
Yüz güzelliği. Ay mıdır gün müdür cihanı tutan Cemalin görünce nûrlara batan Altun kafeslerde durmadan öten Keklik mi turaç mı seçemiyorum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.510 |
cema:t |
: |
İnsan topluluğu. |
cemât |
: |
Cemaat, cenazeye gelen kimseler. |
cember |
: |
1. Büyücek, beyaz, kadın başörtüsü. 2. Saça takılan süs. “Cemberimde gül oya Gülmedim doya doya Dertlere karıyorum Günleri saya saya Al beni kıyamam seni” |
cember |
: |
1. Kadın başörtüsü, yemeni. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Saça takılan süs. “Cemberimde gül oya Gülmedim doya doya Dertlere karıyorum Günleri saya saya Al beni kıyamam seni” |
cemberek |
: |
Difteri hastalığı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
cemedan |
: |
Kısa kollu önü kapalı bir çeşit yelek. “O sırada gözüme bazı elbise şekilleri çarptı. Bunların isimlerini öğrendim. Geçiriyorum: Çepken: Kolları sarkık, bildiğimiz elbise. Fermene: Kolsuz bir yelek. Cemedan: Fermenenin altına giyilen kısa kollu, önü kapalı bir çeşit yelek.” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
cemeden |
: |
Oymalı yelek. “A işlik kara cemeden Kim var bunun boyağanda Çoban olup dana gütsem Çördüklü’nün koyağında” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
cemek |
: |
Üvendirenin ucuna takılan demir alet. |
cemekân |
: |
Gelinin şeşlerinin konduğu küçük sandık, camlı dolap veya kutu. |
cemeke |
: |
Yalnız başına bir anlamı yoktur. Tamamlayıcı ve pekiştirici olarak kullanılır. “Cahil cemeke.” |
Cemel |
: |
Cemal. “Cemel övünün yazısı Yalınız galmış guzusu Aslan Ağam av ediyor Kadife uçurur tazısı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Zilfaroğlu Hacı Bey’in Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
cemiç |
: |
Dut kurusu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cemkirmek |
: |
1. Köpek olduğu yerde kesik kesik havlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Karşılık vermek, hırçınlaşmak, sırtarmak, yüze çıkmak, gereksizce bağırmak. 3. Küçüğün büyüğe karşı gelmesi. |
cenabet |
: |
Cünup kimse, hamamcı. “Cenabetten keramet umulmaz.” (Andırın Atasözü) |
cenaze |
: |
Yıkanmış, kefenlenmiş, tabuta konulmuş, defnedilmeye hazır ölü. Aman ol sevdiğim de aman ol Güzeller içinde gel de tamam ol Ben ölürsem cenazeme imam ol Kıl kara zülfüne kullar olduğum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.509 |
cenaze kılmak |
: |
Cenaze namazı kılmak. Fenadan da Karac’oğlan fenadan Bir selâm geldi de kaşı karadan Eğer ölür isem ben bu yaradan Yârim cenazemi kılsın da gitsin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.561 |
cencefil |
: |
Zencefil. |
ceŋceŋ etmek |
: |
Çemkirmek. |
cencik |
: |
Zayıf narin. |
cendegci |
: |
Hak hukuk tanımayan, insanlara bilerek zarar veren kimse. |
cendek |
: |
1. İnsan veya hayvan ölüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Beden. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cendel |
: |
Ölü vücut, hayvan ölüsü, leş. |
cendere |
: |
Mengene, sıkıcı, kıskaç, sıkıştırıcı. |
cenderme |
: |
Jandarma. “Yoncalı’nın cılga yolu Gide gide gavuşuyor Seni vuran cendermeler Çalımınan savışıyor” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Göğüs) |
cenebet |
: |
Cenabet, cünup, pis. |
cenefe |
: |
Zayıf, cılız. |
ceneze |
: |
Cenaze. |
ceng |
: |
Cenk, savaş, kavga, küçük savaş, muharebe. Karac’oğlan der ki yanan tutuşur Siyah zülfün mâh yüzüne karışır Gözün durmaz gözüm ile erişir Şol kirpikler birbiriyle ceng ider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.587
Karac’oğlan der ki cenge doyulmaz Can tatlıdır tatlı cana kıyılmaz Ordusu yıldızdan çoktur sayılmaz Sultan Murad kalkmış kendi geliyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.617 |
cenger |
: |
Cengaver, iyi düşünen, dövüşçü, savaşkan. |
ceŋgiz |
: |
Yenilgisiz, yenilmez, bileği bükülmeyen. |
ceŋgeri |
: |
Bakır pası rengi. |
ceŋgerlenmek |
: |
Oksitlenmek, paslanmak. |
ceŋilemek |
: |
Köpek can acısından havlamak, haykırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
ceŋketmek |
: |
Çarpışmak. |
cennet |
: |
Sevabı günahından çok olanların ahrette konacakları bölüm. Aslın sordum pek yıradın Sandım Cennet'teki kadın Şu yalan dünyanın tadın Ala gözlü kız veriyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.617
Karac’oğlan der ki gönlüm çilede Yüz bin topun varsa eğer kalede Yarın mahşer günü Cennet'Alâ'da El atıp tutmaya dal ver sen bana Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.394 |
cennet meyvesi |
: |
Hurma. |
cenup |
: |
Güney. |
cepcep |
: |
İğne, iplik ve makara gibi dikişle ilgili malzemelerin konulduğu özel yapılan, duvara asılan, çok gözlü bir tür torba. |
cepken |
: |
Kolları uzun, kendisi kısa ve yakasız üst giyeceği. Ebrusun çekemez gören âşıklar Sırma cepken ak kolları ilikler İbrim ibrim olmuş sırma bölükler İbrişim bölüğün turalı gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.546 |
cepkenli |
: |
Cepken giyinmiş kişi. Ulam ulam olmuş yatar yazılar Ceran kovar gök boncuklu tazılar Başı hırızmalı cepkenli kızlar Hani yaylam der de arzular gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.589 |
cer hocası |
: |
Sayılı aylarda köylere dağılıp imamlık ederek para ve erzak toplayan. |
cerağ |
: |
Su taşımaya yarayan araç. |
ceran |
: |
Ceylan. “Sana derim sana kaşı kemanım Büküldü kametim geçti zamanım Gidiyorum yedi benli ceranım Yârim gitti deyi yürek dağlama” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 388) |
cerbelleşmek |
: |
İnatlaşmak. |
cerbi |
: |
Zor kullanma, zorla, cebri. |
cerci |
: |
1. Tuhafiyeci, çerçi. 2. Ramazan aylarında imamlık edip karşılığında eşya alan hocalara verilen isim. |
cere |
: |
1. Nafaka. 2. Küp, kulplu toprak testi, içi sırlı küçük veya büyükpişirilmiş toprak küp. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Ada. Osm. İç.) “Düğünde geline su gibi aydın, uğurlu olsun diye su ceresi kırdırılır. Gelin evinde tatlı olsun diye su ceresinin içine şeker katılır. |
cere dibi |
: |
Büyük altın. |
cerebaz |
: |
Turfanda kuru soğan. Cerebāz çıksaydı suvan biraz ucuzlardı. |
cereci |
: |
Cere yapan ya da satan kimse. |
cerek |
: |
1. İnce, uzun ve yuvarlak sırık, direk. 2. İnce dal, ağacın en ince dalı. 3. Bölgemiz göçmen ağzında; evin tavanında bulunan ince uzun kirişler. 4. Ağacın dalına veya devrilme ihtimali olan yerlere ağaçtan destek verme. “Şıkkıdım gimi dutmuş erikler bıyıl. Cerek yapmasak olmaz. Dallar çotulundan ayrılır yonsa.” (Andırın Alınoluk Köyü Fakılar Obasından Coroğlan’ın Torunu Kenan) |
cereme |
: |
Sıkıntı, ceza, eziyet. “Höllüoğlu!!... Işgıyalığın bile, ahkamı var!. Amma yanındaki o Gözübüyük Memmet, bir sürü mazlum insanın ahını aldı!!... Uzun eskea ucuna gadar yanmaz!!... Olacâ buyudu. Çeksin ceremesini!!.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
ceren |
: |
Ceylan. “Avcılar avlar cereni Üç gün bekledim treni Gösterin eşim vuranı Hayıfın almaya geldim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
Güvercin duruşlu keklik sekişli Kıl ördek boyunlu ceren bakışlı Tavus kuşu gibi göğsü nakışlı Şöyle bir güzel ver gönlüm eğleyim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.505 |
cerge |
: |
1. Bostanda, ekili tarlada yapılan küçük kulübe, gölgelik. 2. Uzun bacaklı ve ince boyunlu bir kuş. |
Cerid |
: |
Bir aşiret adı. |
cerip |
: |
Bir alan birimi, hektar. |
cerrah |
: |
Eskiden ufak tefek yaraları tedavi eden alaylı hekim. Karaca Oğlan der nedir çare ya Cerrah neyler yürekteki yaraya Gönül düştü şimdi kaşı karaya Akar gözüm yaşın dindiremedim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.493 |
cerre çıkmak |
: |
(Eski zamanlarda) Para ve erzak toplamak üzere sayılı aylarda köylere dağılıp imamlık ve müezzinlik etmek. |
ceryan |
: |
Cereyan,elektirik. “Yalınız bırakmış gelini Ceryan tutmuş elini Genç koparmış gülünü Kara toprak da aldın mı?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İnc’oğlu Mehmet’in Ağıdı- 1, Kaynak Kişi: Songül Bozdogan (Pinegöz)) |
cescevlek |
: |
Biçimsiz. “Hiç olmamış, yakışmamış buraya. Bula bula bu cescevlek gangıldağı mı buldun?” |
ceset |
: |
Ölü vücut. Öteni yokladım öten yoğ imiş Yörü yalan dünya senden usandım Çok emekler verdim hep zâyi oldu Cesedim içinde candan usandım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.487 |
cest |
: |
Jest. |
ceş |
: |
Samanından ayrılmış fakat elenmemiş tahıl yığını, çok fazla, yığılı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cet |
: |
Midibüs, otobüs. |
cetfin |
: |
Genç horoz. |
cevahir |
: |
Elmas, yakut gibi kıymetli taşlar. İnsanoğlu yer yüzüne gelende Kur'ağaçtan meyva bitmiş gib'olur Kâmil olup kendi kendin bilince Cevâhirden vükün tutmuş gib'olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.620
İbrişim kuşak belinde Cevâhir kalem elinde Süzülmüş bâde dilinde İç efendim deyip durur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.625
Sabahtan seherde suya giderken Üşüyor parmağı eli kızların İnce bel üstünde cevahir kemer Zehgirden geçiyor beli kızların Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.539 |
cevap yetürmek |
: |
Cevap yetiştirmek. Er isen meydanda otur İleri gel cevap yetür Melil melil olmuş yatur Zindanda kullar iniler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.590 |
cevcev |
: |
Bir toplantının ya da işin en kızgın ve hareketli anı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ceveb |
: |
Cevap. “Eşiliyor çifte mezer Size de uğramış nazar Toktur geldi soru yazar Cevebini verin guzum” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
cevherdar |
: |
Cevher gibi değerli. Avluda bağlıdır yiğidin atı Her nere varırsan söylenir medhi Altuna batırsan iy'olmaz kötü Aslı ham demirden cevherdar olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.647 |
ceviz kapmaca oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. CEVİZ KAPMACA Ceviz kapmaca oyunu düz bir alanda gündüz oynanır. Oyuncu sayısı değişmekle birlikte genelde beş kişiyle oynanır. Önce çapı 4-5 metre olan bir daire çizilir. Daha sonra ebe olacak kişi herhangi bir sayışmaca ile belirlenir ve bu kişinin gözleri bağlanır. Diğer oyuncular yanlarında getirdikleri toplam 20 cevizi çizilen dairenin içine serpiştirir ve ebe oyuna başlar. Bu oyundaki temel amaç 1 dakikalık süre içerisinde en çok cevizi toplamaktır. Oyuncuların topladıkları ceviz sayısına göre sıralama yapılır. En çok cevizi toplayan oyunu kazanır ve oyun için getirilen bütün cevizleri alır. (Ömer Kırmızı, Erdemli Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Çalışması, Mersin Üni., S.B.E., TDE. ABD, Mersin, 2015, s. 184) |
cevlan |
: |
1. Elektirik. 2. Dolaşma. |
cevleŋlemek |
: |
Gezintiye çıkmak, gezmek, dolanıp gelmek. |
cevr |
: |
Eziyet, sıkıntı. Âciz kaldım şu gönlümün elinden Benim gitmediğim yollar mı kaldı Cevr idi ki yüz döndürüp serime Başıma gelmedik hallar mı kaldı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.416
Dilber bize cevr ü cefâ Etmesin kerem eylesin Bizi koyup eller ile Gezmesin kerem eylesin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.557 |
cevşen |
: |
1. Kilimde bir tür nakış. 2. Küçük Kur’an. |
cevzelemek |
: |
Saçmalamak, ne dediğini bilmemek. “Cevzeliyor.” |
ceylan |
: |
1. Elektrik. 2. Geyik türünden bir hayvan. Şu yerlerde benim yavrum bir gezer Döküp ak gerdana zülfünü dizer Çıkar yücelerde salınır gezer Ceylân yavru güzellere baş m'ola Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.387 |
ceyran |
: |
1. Ceylan. Üçü orta boylu gayetle güzel Üçü uzun boylu gözlerin süzer Dedim akça ceyran gölde ne gezer Al kınalı keklik indi pınara Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.396 2. Elektirik. “Ceyran kesik yaktım çıra Tren gelir dura dura Yoruldum gızlar yoruldum Şişesini vura vura” |
ceyremek |
: |
Kılıcı çekmek. |
ceyren |
: |
Ceylan, karaca. “Ceyreni kebende bulursun.” (Yörük Atasözü) |
ceze |
: |
Ceza. |
cezekâr |
: |
Kârı ortak olmak üzere bir kimseye para vererek kumar oynatan kimse. |
cezmen |
: |
Kesinlikle, kat’i surette. Cezm: Anlama, kavrama, bilme yetisi. Deyim olarak, başın döner, kendinden geçersin anlamındadır. |
cıara |
: |
Sigara. |
cıba |
: |
1. Kırkılmış keçi. 2. Domuz yavrusu. |
cıba bendek |
: |
Her şeyi alınmış, çıplak. |
cıbalamak |
: |
Çabalıyormuş gibi görünmek. |
cıbar |
: |
1. Bel ağrılarında, kırık ve çıkık tedavisinde kullanılan iç yağı ve karasakız karışımı yakı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Bazı hastalıkları tedavi etmek için içine değişik maddeler konularak yapılan sargı, yakı. |
cıbara |
: |
Yoksul, geçiminden aciz kimse. |
cıbarmak |
: |
(Avuç içi veya yayvan bir şeyle ya da kamçı ile vurma nedeniyle veyahut da suya yatay atlama ile) Yüzeysel kızarıklık ve bunun neticesinde acımak, yaranın su toplaması. “O mesime nasıl kıydın öyle. Beş parmağıyın izi çıktı sırtına. Cıbardı guzumun sırtı.” |
cıbartma |
: |
Nazik yere çubukla vurup kızartma. |
cıbartmak |
: |
1. Soymak, yüzmek. 2. Nazik yere çubukla vurup kızartmak. |
cıbbal |
: |
Bir kuş türü. |
cıbcıblak |
: |
1. Fakir, yoksul. 2. Çırılçıplak. |
cıbıdığı çıkmak, cıbalağı çıkmak |
: |
Çok ıslanmak. “Cıbıdığı çıktı!... Cıbalağı çıktı!... Ama yine de pes etmedi.” |
cıbıdık olmak |
: |
Çok ıslanmak. |
cıbıdık tere batmak |
: |
Terden sırılsıklam olmak. “Ağustos’un sarı sıcağında cıbıdık tere battı güneşin alnında.” |
cıbılamak |
: |
Çabalıyormuş gibi görünmek, yalancıktan dostluk gösterisinde bulunmak. |
cıbıldak |
: |
Çırılçıplak, fakir, gariban kimse, yarı çıplak. |
cıbıldak tere batmak |
: |
Sırılmak ter içinde kalmak, çok terlemek. “Yorulmuş, cıbıldak tere batmıştı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
cıbıldamak |
: |
(Su, sıvı) Ses çıkarmak. |
cıbıldığı çıkmak |
: |
Çok ıslanmak. |
cıbır |
: |
Fakir, yoksul, parasız. |
cıbıt |
: |
Sırılsıklam ıslanmış. “Yağmurda cıbıdı:m çıktı.” |
cıbıtı çıkmak |
: |
Baştan aşağı ıslanmak. |
cıcığı çıkmak |
: |
Tepeden tırnağa ıslanmak, çok yorulmak, hırpalanmak. “Bir anda ikimiz de sırılsıklam olduk, cıcığımız çıktı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
cıcığını çıkarmak |
: |
Tepeden tırnağa ıslatmak. “Üzerine bir kova suyu devirdi döktü. Garibimin cıcığını çıkardı.” |
cıcık |
: |
1. Yeni. 2. Cici, güzel, süs. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cıda |
: |
Ceviz çırpmaya yarayan boyu 7-8 metre olan birçeşit uzun değnek. “Yüce dağlar bir sualim var size Hani size konup göçen ilimiz Arap ata binip cıda silkenler Görünmüyor gözü kara delimiz” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
cıdal |
: |
Kavga, ağız kavgası, tartışma. |
cıdallaşmak |
: |
Karşılıklı tartışmak, atışmak. “Bu konuda cıdalaşmanın ne sana ne de bana faydası var.” |
cıdavı |
: |
Kavgacı. |
cıdavu |
: |
1. Atın omuz kısmı, silah. 2. Mızrak, kargı, ucunda bir arsın kadar mahalline demir geçirilmis, mızraktan biraz kısa 3-4 metre uzunlukta bir nevi sırık. |
cıddılı |
: |
Huysuz. |
cıddırrın cıddırrız |
: |
“Sağlam adam değil” manasında bir ifade. Krş. cıtdırrın cıtdırrıs |
cıdır |
: |
1. Yaprağı dikenli ağaç ya da çalılar. “Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir bıldırcın varmış. Bıldırcın bir gün uçmuş uçmuş bir kesme cıdırının başına gonmuş. Cıdır gıçına batmış. Çalışmış çabalamış çıkaramamış. Sağa sola bakmış oradan bir Topal Geçi geliyormuş. - Topal Geçi, Topal Geçi - Hı: hı: - Gelde şu cıdırı ye - Ben sümbül gibi dalları yiyemiyom ki senin gırtışık cıdırını yiyem - Dur seni canavara yedirim de gör - Canavar canavar - Hı: hı: - Gel de şu Topal Geçi’yi ye - Ben guyruğu dönmez goçları yiyemiyom ki senin Topal Geçi’ni yiyem - Dur seni Kösenin İti’ne yedirim de gör - Köse’nin İti, Köse’nin iti - Hı: hı: - Gel de şu canavarı ye - Ben gapımda havul havul üremiyom ki senin canavarını yiyem - Dur seni Köse’ye vurdurüm de gör - Köse Köse - Hı: hı: - Gelde şu itini vur - Baba ben gapımda üren itimi neden vurüm? - Dur senin sakalını ateşe ütületim de gör - Ataş ataş - Hı: hı: - Gel de şu Köse’nin sakalını ütüle - Ben ipil ipil yanamıyom ki senin Köse’nin sakalını ütüliyem - Dur seni göle söndütdürim de gör - Göl göl - Hı: hı: - Gel de şu ateşi söndür - Ben çağal çağal akamıyom ki senin ataşını söndürüm - Dur seni Goca Öküz’e sömüddürüm de gör - Goca Öküz Goca Öküz - Hı: hı: - Gelde şu gölü sömür - Ben çağal çağal akan sularını sömüremiyom ki senin pis kokmuş gölünü sömürüm - Dur senin boynuzunu boklu örmeye kertdirim de gör - Boklu örme boklu örme - Hı: hı: - Gel şu Goca Öküz’ün boynuzunu kert - Ben bokun içinde çıkamıyom ki senin öküzünün boynuzunu kertim - Dur seni sıçana yedirim de gör - Sıçan sıçan - Hı: hı: - Gel şu boklu örmiye ye - Ben güzel güzel gızların çeyizini yiyemiyom ki senin boklu örmeni yiyem - Dur seni püsüye yedirim de gör - Püsü püsü - Hı: hı: - Gelde şu sıçanı ye Püsü “ Hani, Hani” demiş. Püsü sıçana seyertmiş. sıçan boklu örmeye, boklu örme, goca öküz’e, goca öküz göle, göl ataşa, ataş köseye, köse itine, iti canavara, canavar topal geçiy’e, topal geçi cıdıra. Bıldırcının güle güle gıçı çıkmış” (Anonim Andırın Masalı) 2. Kurumuş çalı. 3. Gıcık alma. |
cıdırlanmak |
: |
Delilenmek, huysuzlaşmak. |
cıdırlı |
: |
1. Çalı çırpı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Huysuz. |
cıfıt |
: |
1. Kötü, densiz, sulu adam. 2. Fitne fesat çıkaran kimse (adam), çıfıt. |
cıgramak |
: |
(Yoğurt, ayran vb.)Ekşimek. |
cığ |
: |
Turnanın ötüşü. |
cığa |
: |
1. Gelinlerin veya genç kızların düğünlerde başlarına süs olarak taktıkları parlak renkli tel veya tüy. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Kümes hayvanları ve kuşların, baş ve kanatlarındali renkli, ince ve uzun tüyler. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cığal |
: |
Küçük su birikintisi. “Zarbını yememiş yavru şahinin Sahibi değilsin sen bu mayanın Bak ağzına tavuskuşu sevenin Yağmur yağar püsen püsen cığala” (Öksüzoğlan’dan, Kaynak: Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler, İş Kültür Yayınları, Haz.: Alpay Kabacalı, Mas Matbaacılık, İstanbul 2002) |
cığcık |
: |
Tarlakuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cığcık kilimi |
: |
Bir çeşit kilim. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cığı dağılmak |
: |
Evi yıkılmak, ocağı sönmek, kötü duruma düşmek. |
cığıl cığıl |
: |
Su gibi çağlayarak, yansıma ses. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Yerde kır atın göbeği Sofraya serdim tabağı Cığıl cığıl ağlaşıyor Omar’ımın üç uşağı” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
cığılamak |
: |
Cığıl cığıl ses çıkararak akmak, duyulur duyulmaz bir ses çıkararak akmak. “Kanı cığılıyarak aktı gitti, ırmağa döküldü.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
cığıldamak, cı:ldamak |
: |
Cığıl cığıl ses çıkararak akmak, duyulur duyulmaz bir ses çıkararak akmak. “Selim balıkçı… Aşağıdaki mahalle çeşmesine gitti, su cığıldayarak akıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
cığıldaşmak |
: |
(Çocuklar) Yüksek sesle hep bir ağızdan konuşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cığındırık |
: |
Gevşek et. |
cığıştan düşmek |
: |
Çenesi düşük olmak, dırdır edip durmak. “Kötü avrat dersen cığıştan düşmez Üfürür üfürür mancası pişmez Bir at üste versen kimse değişmez Alman köt’avradı hörü de olsa” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 398) |
cığıştı |
: |
Ot veya çalı arasında gezerken çıkan ses, hışırtı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cığlamak |
: |
Akmak. “Omar’ın tuttuğu huğlar Otu yüzünkuyu cığlar Arık Hasan, Boz Omar’ım Kozanoğlu methin eyler” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
cığşamak |
: |
Taşmakta olan sütün çıkardığı ses. “Cığşar taşmaz, kaynar pişmez.” |
cıkıl |
: |
Madeni para. |
cıkrımak |
: |
(Yoğurt, ayran vb.)Ekşimek. |
cılav |
: |
Süs. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cılazlamak |
: |
Oyunbozanlık etmek, mızıkçılık yapmak. |
cılbadmak |
: |
Elbisesini soymak. |
cılbah |
: |
Çıplak. |
cılbak |
: |
Çıplak, elbisesiz, soyunuk kimse. “Ağlar da bütün masa çatıyor Fukaralar durmaz cılbak yatıyor Zengin olannar da göbek atıyor Andırın, Andırın gözel Andırın Havası datlı da canım Andırın” (Andırın’dan Mehmet Korkmaz)
İnsanoğlu anasından cılbak duvar. |
cılbanmak |
: |
Soyunmak. |
cılbatmak |
: |
Kıyafetini soymak. |
cılbır |
: |
Yırtık pırtık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cılfın |
: |
Hindi yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Cılfın eti yengel olur. |
cılfırık |
: |
Ezilmiş, deforme olmuş. |
cılfik |
: |
Kıvrak, hareketli öküz. |
cılga, cılgavu |
: |
1. Orman içindeki keçi yolu, ince yol, patika yol. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Osm. Mr. İç.) “Yemek vakti gelmişti. Çalılıklar arasındaki cılga yoldan yürürken gene düşüncelere daldı.” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı)
“Yoncalığın cılga yolu Gide gide kavuşuyor Kardeşi vuran candarma İlvan ile savuşuyor” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) 2. Deriden ayakkabı bağı kalınlığında kesilerek elde edilen ayakkabı bağı. |
cılgaz |
: |
Oyunbozan. |
cılgı |
: |
1. Kendine sahip olamayıp, yerli yersiz konuşan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. İnce, uzun bez veya tülbent. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. İncecik bağ. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 4. Tarla sınırlarındaki yaya yolu. 5. Orman içindeki keçi yolu, patika. “Şu derenin cılgı yolu Gede gede gavuşuyo Bu dünyada özlüyerek Ahıred de buluşuyor” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Zeynep’ten Amcaoğluna Ağıt, Derleyen: Hasan Batmaz, Kaynak Kişi: Hatice Toprak) |
cılgısız |
: |
1. Terbiyesiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Çapkın. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Cıvık, olur olmaz her şeye gülen, kişiliği tam oturmamış kimse. |
cılığı çıkmak |
: |
Çok ıslanmak. |
cılır |
: |
Başa takılan gümüş takı. |
cılırga |
: |
Kaldıraç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cılıs |
: |
Temelli. |
cılısı |
: |
Oyunda mesele çıkaran, oyunbozan. |
cılk |
: |
1. Döllenmemiş bozulmuş yumurta. 2. Çok sulu, cıvık, boş, işe yaramaz. 3. Sözünü tutmayan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) “Gidiyorum ben yoluma Bir taş değdi ki koluma Kolumda bezdirmek ister Sar cılgınını koluma” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Çıngılların Güvel’in Oğlu Şefik’in Ağıdı, Derleyen: Hatice Hurmanlı, Kaynak Kişi: Hüseyin Şahin) |
cılk tomatis |
: |
Eski cins bir domates, yumuşak domates. |
cılk yumurta |
: |
Bozuk yumurta. |
cılka |
: |
İnce, dar, taşlı yol, patika. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cılkı çıkmak |
: |
Özelliği bozulmak, bir işin tadının kaçması.. “Cılkı çıktı bu işin.” |
cılkıldamak |
: |
Cılk cılk ses çıkarmak. |
cıllamak |
: |
Dönmek, vazgeçmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cıllavık |
: |
Aşırı derecede sabırsız. |
cıllazımak |
: |
Oyunda hile yapmak yahut mızıkçılık etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) CILLAZIYAN CEMAAT Çobanın biri hiç namaz kılmamış ve kılınırken de görmemiş. Ağası bir gün satmak için kente davar indirmiş. Çobana malı kasaba pınarına yatırmasını söylemiş. O gün de Cuma imiş. Birer ikişer Cuma abdesti almaya gelirmiş insanlar. Çoban da gönlünden: (Prof. Dr. Erman Artun, Adana Karatepeli Fıkraları) |
cıllı |
: |
Oyunbozanlık, mızıkçılık. |
cıllıcı |
: |
Oyun bozan, ortaklı işte yan çizmek, kavgacı. ”Allah cıllıcıya mal vermez.” |
cıllık |
: |
Oyunbozan, mızıkçı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cıllıklamak |
: |
Oyunda mızıkçılık etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cıllımak, cılmak |
: |
Oyun bozmak. |
cıllıklanmak |
: |
Tereddüt etmek, içi rahat etmemek. |
cıllısını yazmak |
: |
1. Çocuk oyunu Çocuklar yere bir baş, içine ağız ve göz çizerler, ortasına da tükürürler. Buna cıllısını yazmak derler. Bu arada “Cıllı cıllı cıvara Çalg.tüŋü duvara Duvar iki şak oldu Eliŋ yüzüŋ b.k oldu” tekerlemesini söylerler. 2. Bir kimseyi oyunbozan olarak ilan etmek. |
cıllız |
: |
Oyun bozan. “Cıllızlık yok.” |
cımalamak |
: |
Tırmalamak “Subıragmış’da bir tarlie düşdüm. Cımalie cımalie, çıhanâdar, ne çegdim di:.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
cımbar |
: |
1. Culfalık adlı dokuma tezgahında kullanılan dokumanın gerilmesini sağlayan demir aygıt. 2. Çok zayıf. |
cımcık |
: |
Az bir şey, azıcık, pek az. “İlaç için arasan bir cımcık bulamazsın.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
cımcılık |
: |
Sırılsıklam. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Laf aramızda, kadınlar ıslanmamak için aldıkları tüm bu tedbirlere rağmen, işleri bitip eve dönecekleri zaman cımcılık ıslandıklarından nêdecâni bilemez bir halde yola koyulurdu.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
cımcılk olmak |
: |
Islanmak, suyu çıkmak. |
cımırık |
: |
Sulu, cıvık çamur. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cımız |
: |
1. Yaz, kış sulu olan yer, bataklık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Ekilemeyen killi tarla. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cımkı |
: |
Kıvılcım. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
cımpos vurmak |
: |
Bir kişiyi ellerinden ve ayaklarından tutup kaldırarak yere atmak. Çoğunlukla oyunlarda ceza alan kişi cımpos vurulur. |
cınas |
: |
Kavga kaynağı, koz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cıncık, cıncıg |
: |
1. Cam kırığı. 2. Cam, camdan yapılan eşya. Porselenden yapılan eşya. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Bir Yörük Fıkrası: Yörüğün biri Adana’ya gitmiş. Daha önce hiç köyün dışına çıkmamış. Bir eve misafir olmuş. Ev sahibi önce kahve sonra çay ikram etmiş. Epey sohbet edip hoş vakit geçirmişler. Ev sahibi Yörüğe gitmeden önce bir de çizme hediye etmiş. İçtikleriyle ve aldığı hediyeyle daha önce hiç karşılaşmayan Yörük memnun kalarak köyüne dönmüş. Köye dönünce köydekiler gördüklerini anlatması için köy meydanına çağırmışlar. Yörük başlamış anlatmaya: - Önce küçük beyaz bardaklarda kara bir su geldi, bir çekişte bitiverdi, kazan kazan olsaydı da içseydim, içince bir açıldım, bir ferahladım sonra cıncık bardaklarda kırmızı bir su geldi, içine şeker katıp içtik, ancak o da bir çekişte bitiverdi ama bittikçe doldurdular, çok güzeldi, demiş. Köylüler hayretler ederek dinlemişler. Yörük anlatmaya devam etmiş: -Sonra bana köye gelirken çizmeleri göstererek aha şunları hediye etti, ne olduğunu anlayamadım, bir bakın hele, demiş. Köylülerden biri bakmış bakmış, sonra da ne olduğunu keşfeden bir surat ifadesiyle: -Yahu sana kazma kılıfı hediye etmişler, demiş” (Fatmagül Yolcu, Adana İli Ceyhan İlçesi Halk Kültürü Araştırması) |
cıncık göz |
: |
Çakır göz, mavi renkli göz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cıncık güllami |
: |
Berrak, tertemiz, cam gibi. |
cıncık gülle |
: |
Camdan yapılan misket. |
cıncır böceği |
: |
Ağustos böceği, cırcır böceği. |
cıŋdırdamak |
: |
Cıngır cıngır ses çıkarmak. |
cıŋgar |
: |
Münakaşa, nizah, kavga, gürültü. |
cıŋgı |
: |
1. Kıvılcım. 2. Küçük köz tanecikleri. |
cıŋgıl |
: |
Süs, nazik, ince. |
cıŋgılıhos |
: |
Alıngan, huylu. |
cıŋgıllı |
: |
1. Salkım saçak. 2. Allı pullu giyinen kadın, yaşına uygun giyinmeyen kadın. 3. Süslenmeyi seven, çok süslü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cıŋgır |
: |
1. Çok parlak. 2. Bir tür yırtıcı kuş. Şahin kuşunun erkeği, Çıngır kuşu. “Köylülerin cıngır dedikleri…yırtıcı bir kuştu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
cıngıraḫ |
: |
Hayvanların boynuna takılan küçük çan. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cıŋgırdak |
: |
1. Çıngırak, zil. 2. Çocuk oyuncağı. “Adettir; kız tarafı, ilk doğacak torunlarına beşşik düzer; yani yatağından örtüsüne, nazar boncuğundan Maşallah’ına cıngırdağından cibinniğine kadar bebenin tüm giyeceklerinden bezlerine, patiklerine, elliklerine, zıbınına, emziğine, kundağından döşlüğüne kadar nesi varsa hazırlanır ve çocuk doğmadan kısa bir süre önce gönderilirdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
cıŋgırdamak |
: |
Yavaşça itiraz etmek. |
cıngırtlak |
: |
Bir çeşit tahterevalli. |
cınna |
: |
Az bir parça. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
cınnadan |
: |
Az sonra. |
cınnak |
: |
1. Az bir parça. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Yırtıcı kuş yahut hayvan pençesi, tırnak. |
cınnaklamak |
: |
Tırmalamak, tırnaklarıyla çizmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Amanı:ızın, ben de yüzümü gözümü cınnaklayıcım vallaha” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
cınnı |
: |
Biraz. |
cınzıl |
: |
Tepelikten aşağı sarkan gümüş zincirden yapılmış kadın süs eşyası. |
cıpcıvlak |
: |
Yoksul, çok fakir. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cıpıldak |
: |
Sırılmak ter içinde kalmak, çok terlemek. “Bütün bedene cıpıldak suya batmıştı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
cıpır |
: |
Parasız, züğürt, hiçbir şeyi olmayan. |
cıplak |
: |
Çıplak. |
cır |
: |
Ne olursun anlamında aman dilemek. “Eliminen el eyledim Saçımınan yol eyledim Duşman garşıdan çıkınca Son bir umut cır eyledim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
cır eylemek |
: |
Ne olursun yapma gibi cümlelerle yalvarmak. |
cırbana |
: |
Pörsük et. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cırcan |
: |
Küçük fare. “Hiçbir şeyden çekmedi cırcanlardan çekdiğini.” |
cırcıbıl |
: |
Çırıl çıplak, anahören. |
cırcılbak |
: |
Çırılçıplak. |
cırcır |
: |
1. Ağustos böceği. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Boş konuşma. 3. Fermuar. |
cırcırböceği |
: |
Ağustos böceği. |
cırcırböcü: |
: |
Ağustos böceği. |
cırcırı |
: |
Fermuar. |
cırcıvlak |
: |
Çıplak, çırılçıplak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cırhıt |
: |
Birçeşit keklik. |
cırıd |
: |
Cirit, ince uzun çubuk. |
cırık |
: |
1. Turunçgillerden kavuna benzeyen, güzel kokulu, yenilmeyen, yabani bir bitki. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Uzun boylu. “Mürsel der de; ey benli cırık Kalkmıyor kanadım, kollarım kırık Sana derim sana ey hayın çürük Senin de üstüne çökmem var dedi” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
cırındırık |
: |
Sinirli, yağsız et. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cırk |
: |
Çamur, çamur gibi cıvık. |
cırlağan |
: |
İnce sesli geveze. |
cırlavık |
: |
Erkeği yazın, karnının altındaki özel bir örgenden kesik kesik ve hep bir örnekte ses çıkaran bir böcek, Orakböceği, Cırcırböceği, Ağustosböceği. “Cırlavuk böcekleri bir an ötmeye başladılar, sonra hemen kestiler.” (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
cırlazmak |
: |
Mızıkçılık etmek, oyunbozanlık etmek. |
cırlo:k |
: |
Cırcır Böceği, ağustos böceği. |
cırmak |
: |
1. tırmalamak. 2. Tırnak, pençe. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cırmakan |
: |
Yapışkan ve tırmalayıcı bir cins yabani ot. |
cırmalamak |
: |
1. Tırmalamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Tırnakla çizik çizik etmek, yaralamak, tırmıklamak. |
cırmık |
: |
Tırnak yarası, tırmık. “Cırmığın sapını nasıl kırdı anlayamadım.” |
cırnak |
: |
Yırtıcı hayvan tırnağı, pençe. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cırnavık |
: |
Ağustos böceği, çok konuşan kimse. “Cırnavıklar koro halinde ötüşüyorlardı ta ki silah sesi duyuluncaya kadar. Alışkan tüfekler peşpeşe takılayınca kirpeden seslerini kestiler.” |
cırnavık şirketi |
: |
Çok ve boş konuşanlar topluluğu. |
cırnazlaşmak |
: |
Rahatı bozulmak, huysuzlaşmak. |
cırnazlık |
: |
Sırnaşıklık. |
cırnıp |
: |
Harnibin küçüğü. |
cırrık |
: |
Serçe büyüklüğünde, eti yenen, boz renkli bir tarla kuşu. |
cırt |
: |
1. Kağıt, kumaş gibi şeylerin yırtılırken çıkardığı ses. 2. Çok yumuşak olan, yaramaz, ele avuca sığmayan. 3. Yenmeyen, güzel kokulu, portakal büyüklüğünde, kavun cinsinden bir meyve. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Çok sulu meyve, yumuşak üzüm. |
cırt memek |
: |
(Hayvan için) Küçük meme. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm.) |
cırtatan |
: |
1. Kapari. 2. Meyvesi özellikle sarılık hastalığı için ilaç yapımında kullanılan yabani kavun da denilen tohumlu bir çeşit bitki. |
cırtbağ, cırtboğa |
: |
Bir çeşit serçe. |
cırteyne |
: |
Yaramaz, geveze, yerinde duramayan. “Gevezelik edene cırteyne derdi hoca.” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) |
cırtık |
: |
(Elde, yüzde, bacakta vb.) Cırnakla ya da çalı dikeniyle çizilmiş yer, iz. |
cırtlamak |
: |
Fışkırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cırtlavak |
: |
Yenmeyen, güzel kokulu, portakal iriliğinde, kavun cinsinden bir meyve.(TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
cırtmak |
: |
(Çalı)Tırmalamak, tırnaklarıyla çizmek, çizmek. “Anan yola yıkılmış, şu aşağıda inildeyip durur. Emekler, toprağı cırtar gördüm onu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
cıscıbılak, cıscıbalak |
: |
Çıplak, çok yoksul, hiç bir şeyi olmayan. |
cıscılbag |
: |
Çırılçıplak. “Cıscılbag çocû gucâmda. Şurda gar dolu ha:. Biraz gar yadı. Havlıda gar dolu. O çocûn arhasını cılbadmış, bagmıssım. Çocug saplıcana dutulmuş.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
cıslamak |
: |
Heyecan duymak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cıvan |
: |
Tarlalara su dağıtan bekçi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cıvanı cıvanı |
: |
Güzel güzel. |
cıvdırık |
: |
Şımarık. |
cıvdırmak |
: |
1. Delirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) 2. Kendini kaybedecek derecede öfkelenmek, sinirlenmek. “Anamdan doğduğumdan beri böylesine cıvdırdığımı hatırlamıyorum.” |
cıvgın |
: |
1. Rüzgarda karla karışık yağan yağmur. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Delidolu, yerinde duramayan, atılgan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cıvıglama |
: |
Suluca bulgur aşı. |
cıvı:rak |
: |
Az cıvık, cıvıkça. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cıvık |
: |
Sıvı, katı olmayan, davranışları çocuksu olan. “İnek besleyenlerin evlerinin yakınlarında mayıs yığınları olurdu. Çocuklar yığınların hemen yanındaki dama çıkar çıkar atlardı. Eğer mevsimi gelmişse, yani mık oynanamıyorsa, cıvıklığı iyice geçen mayısın üzerinde yirmi-otuz santim boyunda ve iki-üç santim çapında sert yapılı ağaçların bir tarafı kazık gibi sivriltilerek yapılan kazıklarla gosguç oynanırdı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
cıvıklama |
: |
Bir tür etli yemek, sebzeli sulu bir aş adı, sebzeli pilav. |
cıvıklamak |
: |
İshal olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cıvıltı |
: |
Can, ruh. |
cıvıncak |
: |
Salıngaç, salıncak. |
cıvındırık |
: |
1. Etin en işe yaramaz yeri. 2. Tahtırevalli. |
cıvıtmak |
: |
Bir işi uzatarak usanç vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cıvlamak |
: |
Kavlamak. |
cıvlatmak |
: |
1. Soyup soğana çevirmek 2. Soymak, yüzmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cıvmak |
: |
Sekmek. |
cıvsıtma |
: |
Cayma. |
cıvzıtmak |
: |
Usanıp bıkarak işten kaçmaya çalışmak, yan çizmek. |
cıybaz |
: |
Zayıf, çelimsiz. |
cıyıklama, cıvıklama |
: |
Kuş yavrularının feryat ederek ötmesi. |
cıyındırık |
: |
1. Çirkin kadın. 2. Sinirli, yağsız et. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cıykırmak |
: |
Çığlık atmak. |
cıymak |
: |
Kındıra otunun yenen kısmı. “Belibağlıyı da benzetme kuşa Atmaca cıymakla çıkarsa başa Gündüz gezemez ki sefil yarasa Onun seyahati gece yarıdır” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
cıymalamak |
: |
Tırmalamak, tırnaklarıyla çizmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cıymık |
: |
Tırnak izi bırakma. |
cıynak |
: |
1. Tırnak, pençe. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Ağaçların toprak içerisindeki sağa sola uzanan ince kökü. |
cıynak atmak |
: |
Mecazi olarak bir yere yerleşmek. |
cıynaz |
: |
Durmadan ağlayan çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
cız aynaş (olmak) |
: |
Bir şey söylendiğinde veya bir durumla karşılaşıldığında kişinin aşırı sinirlenmesi. |
cızak |
: |
Rendeye benzer bir marangoz aygıtı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cızalmak |
: |
Havası sönmek, pili bitmek, üzeri çizilmek. |
cızbız oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. CIZBIZ OYUNU Oyun üç kişi ile oynanır. Oyunda bir ebe vardır. Ebe bir sandalyeye oturur ve ellerinin dış tarafı yüzünün iç tarafına gelecek şekilde yüzünü kapatır. Ebenin diğer iki oyuncuya arkası dönüktür. Diğer iki kişi sırasıyla ve ebe görmeden yer değiştirerek ebenin avuç içine eliyle vurur. Ebe de vuran kişiyi tahmin etmeye çalışır. Eğer ki vuran kişinin adını söyler de ebe bilirse adı ebe tarafından bilinen kişi sandalyeye oturur ve ebe olur. Oyun bu şekilde devam eder. (Uğur Bilgici, Osmaniye / Bahçe Halk Kültürü Üzerine bir Araştırma Konulu Yüksek Lisans Tezi, Osmaniye Korkut Ata Üni., S.B.E., TDE., ABD, Osmaniye, 2018, s.168) |
cızdan |
: |
Ortasında açılmış çukur bulunan yaklaşık dört metre uzunluğunda bir kalasla, sivriltilmiş başına bu kalasın geçirildiği, yere çakılmış olan bir direkten oluşan, çocukların ve gençlerin eğlenme aracı olan bir tür tahterevalli. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Çocukluğumuzun vazgeçilmezlerindendi cızdan oyunu.” |
cızga |
: |
Domuz yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cızgı |
: |
Çizgi. “Bir daşınan süleke oynardıg. Şö:le altı tene cızgı zardıg. Şö:le bir de daşlarımız olur udu. Hapabınan o da. Şindilerde babıç geyiü. Babıç nerde, yemeni nerdi:di. Yani, söz temsil, hapabınan biz cızgı oynardıg.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
cızgımak |
: |
Sıçramak. |
cızı |
: |
1. Çizgi. 2. Yol, yordam, iyi ve hoşa giden hareketler. |
cızıdan çıkmak |
: |
Doğru yoldan çıkmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cızık, cızzık |
: |
1. Çizilmiş. 2. Çizgi, hamur üzerinde çizgi oluşturmak için kullanılan bir araç. 3. Kalem ve benzeri araçlarla çizilerek oluşturulmuş iz, çizgi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cızılamak |
: |
Kimseye yakalanmadan kaçıp gitmek, çok hızlı koşmak. |
cızıltı |
: |
Rüzgarın esmesiyle çamların çıkardığı hafif ses. ateş üstündeki kazandan dökülen suyun çıkardığı ses. |
cızırgın |
: |
Tahterevalli. |
cızırık |
: |
1. Ağlaması yakın olan. 2. Ürkek, çekingen. |
cızırtı |
: |
Elektronik aletlerden çıkan istenmeyen ses. “Birden ahşap kağnı tekerinden çıkan cızırtılara karışarak dünyanızı saran, insan, köpek, eşek, alet gibi sayısız doğal seslerle birlikte sığıra katılmak üzere ahırlarından çıkarılan hayvanların böğürtüleri doldururdu dünyayı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
cızmak |
: |
Çizmek, iptal etmek. “Sözünde durmadı ya onu cızdım atdım.” |
cızzak |
: |
1. Tahterevalli. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Kızak. |
cızzan |
: |
Ortasında açılmış çukur bulunan yaklaşık 4 metre uzunluğunda bir kalasla sivriltilmiş başına bu kalasın geçirildiğiyere çakılmış olan bir direkten oluşan çocukların ve gençlerin eğlenme aracı olan bir tür tahtarevalli. “Demircik ağacından cızzanı kurduk Sarımsaklı kömürü göbeğe sürdük Sıra ile bindik dön ha dön durduk Eğlenceli havası başkadır yaylam” (Mustafa Kıreker, (Kösepınarı) Ericek Yaylası İsimli Şiiri, Çukurova’dan Dünya’ya Kadirli Dergisi, Haziran 2008, Sayı: 24) |
cızzıg |
: |
Kalem ve benzeri araçlarla çizilerek oluşturulmuş iz, çizgi. |
cızzıgcı |
: |
Çizgi çekerek çetele tutan. |
cızzık |
: |
Kalem ve benzeri araçlarla çizilerek oluşturulmuş iz, çizgi |
cib güzel |
: |
1. Pek, bütün, tamamen. "Ne cib uzun olmuş, ne cib kısa olmuş." 2. Çok güzel. |
ciba |
: |
Domuz yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm. Ada.) |
cibalağı çıkmak |
: |
İyice ıslanmak. “Cibalağı çıktı.” |
cibar |
: |
Bel ağrısında kullanılan yakı. |
cibdirmek |
: |
Bir şeyi balta ya da nacak ile bir vurmayla kesmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cibelgeç |
: |
1. Terbiyesiz, şımarık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Basbayağı. |
cibelik |
: |
1. Temelli, büsbütün. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Cibelik geldi. 2. Basbayağı, iyice, aşırı, fazla. |
cibelmek |
: |
Şımarmak, yersiz davranmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cibeltmek |
: |
Şımartmak, yüz vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cibermek |
: |
Yaş, ince çıbıkla vurularak vücutta oluşan kızarıklık. |
cibertmek |
: |
Çıbıkla öldüresiye dövmek, gebertmek, cıbartmak. |
cibidig |
: |
Alkış. |
cibik |
: |
İki duvar arasındaki girinti ya da dışarıdan bakılınca çıkıntı, cibik, köşe. |
cibil |
: |
Bataklık yer. |
cibilemek |
: |
1. (Kuş ve tavuk) Yumurtadan yavru çıkarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Yüzmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
cibilliyet |
: |
Asalet. |
cibilliyetsiz, cibiliyetsiz |
: |
Geveze, yaramaz, iyilik bilmez, soysuz. |
cibindirik |
: |
Sivrisineklerden, sineklerden ve benzeri böceklerden korunmak için, yatağın üzerine çadır gibi örtülen tül, cibinlik. |
cibinnig, cibinnik |
: |
Sivrisineklerden, sineklerden ve benzeri böceklerden korunmak için, yatağın üzerine çadır gibi örtülen tül, cibinlik. |
cibirhanek |
: |
Aşırı derecede obur. |
cice |
: |
1. Yenge. 2. Büyük kızkardeş, abla. “Cicemin görümcesiynen garşılaştım pınarda.” |
cici |
: |
Amca, dayı eşleri ya da yaşlı kadın. |
cicik |
: |
Bir tür kilim. “Cicik kilim dokur elim Acep neye vardı halim Kör verem öldürdün beni Babamoğlu kanlı zalim” (Naime Yalçınkaya, Adana Ağıtları, Basılmamış Lisans Tezi, Ç.Ü., 1993) |
cicim |
: |
Yüklük perdesi, savan. |
cida: |
: |
Mızrak. |
cidal |
: |
Ağız dalaşı, döğüş, niza, kavga. |
cidavu |
: |
1. Silah. 2. Atın omuz kısmı. |
cidev |
: |
Derin, işleyen yara, büyük çıban, genellikle at ve eşeklerde görülür. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cigirleşmek |
: |
Bir zaman işinden alıkonan hayvan, işini unutmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
cidnana |
: |
Tipi (fiziği) bozuk kimse. Cidnana bir oğlan. |
cigrilti |
: |
Acı, ince ve keskin bağırma. “Kedinin cigriltisinden sabahaçâ uyuyamadım.” |
ciğeri dökülesice |
: |
Ağır hastalığa yakalanmak, bitmek. |
ciğerinin sapından vurulmak |
: |
Ölümcül hasta olmak. |
ciğersiz |
: |
Olmayacak şeylerden korkan, yüreksiz korkak. “Avrattan ciğersizler sizi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ciğir |
: |
İşe alışmış olduğu halde yapmaktan çekinen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
cihan |
: |
1. Ceyhan Nehri, Ceyhan ilçesi. 2. Dünya. “İssiz kaldı bizim yayla dağları Bor yatıyor mor çubuklu bağları Kangal Aşireti Avşar beyleri Andırın, Kadirli, Cihan ağladı” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Arif Ağa’nın Ağıtı, Derleyen: Abdurrahman Aksu, Kaynak Kişi: Aşık Durdu)
Nasıl medhedeyim sultânım seni Gürcistan elini değer gözlerin Bir bakışta eylen harab cihanı Cezayir Tunus'u değer gözlerin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.556 |
ci:lleşmek |
: |
(Yara) iyileşemeyecek derecede kötüleşme. |
cikcik yapmak |
: |
Ağaç ve beze bebek şekli vermek. |
cikciki |
: |
Deneyimsiz. |
cike |
: |
Civcivden biraz daha büyük tavuk yavrusu. |
cikelenmek |
: |
Cike (bk. cike) gibi davranmak. |
cikildemek |
: |
(Kuş özellikle de serçe) cikil cikil diye sesler çıkarmak, ötmek. |
cikilemek |
: |
(Kuş özellikle de serçe) cikil cikil diye sesler çıkarmak, ötmek. “Öteden, belli belirsiz Seyhan’ın sesi geliyor, gece cikiliyor, Adana’ya inen uçakların uğultusu bu seslere arada bir karışıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
“Yüksekte guşlar çikiler Enginde keklik dakılar İncitmen gurban oluyum Memmed’i yuyan fakılar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kız Kaçırma Olayında Vurulan Sülü Memmed’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hatice Çerçi) |
cikilti |
: |
Bazı küçük kuşların ve böceklerin çıkardıkları ses. “Ortalıkta çıt yoktu. Gecenin cikiltisi bile yoktu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ciklami |
: |
Şimdinin entel tipi. “Ciklamiliği de elden bırakmaz.” |
cil |
: |
Toprak içindeki taze bitki kökü ya da filizi. |
cilat |
: |
Jilet. |
cilaz |
: |
Oyunda hile yapan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cilaz etmek |
: |
(Oyunda)Hileye başvurmak, hile yapmak, cıllımak. “Cilazlık yok.” |
cilbir |
: |
1. Yular. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Yumurta yemeği. 3. Tutmak için doğanın ayağına bağlanan kayış. “Ölürüm ayrılmam senin yolundan Hata çıkmaz aşıkların dilinden Çekti cilbirini aldı elimden Gitme nazlı dostum der gibi gibi” (Karacaoğlan’dan, Kaynak: Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler, İş Kültür Yayınları, Haz.: Alpay Kabacalı, Mas Matbaacılık, İstanbul 2002) |
cilbirti |
: |
Diken, çalı, çalılık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. Osm. İç.) |
cilbirti itmek |
: |
Yumurtalı yemek pişirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cilbirtilik |
: |
Çalılık. |
cilbirtin |
: |
Bir maki türü. |
cilet |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; jilet. |
cilir |
: |
Gelinin başına takılan gümüş yuvarlak takı. |
cilis |
: |
1. Sonuna kadar anlamında kullanılır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Tamamen, hepsi de, pek çok. |
cilkes yahut cilkez |
: |
1. Hiçbir zaman, asla anlamında kullanılır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Tamamen, büsbütün, tümüyle. |
cilkilemek |
: |
Kuşların ya da böceklerin çıkardığı sesle çınlamak. “Koyu karanlık, yıldızsız bir geceydi ortalık. Gece cilkiliyordu. Anavarza kayalıklarından tek bir kuşun durup durup, birden bırakıveren bir hoş ötüşü geliyordu. Derviş Bey en çok Türkmenin eski günlerini düşünmeyi severdi. Çizmesinin ucuyla karınca köresini deşti. Toprakları getirdi körenin ağzına yığdı. Karıncalar geldiler körelerinin ağzına, toprak öbeğin dibine yığıştılar. Ağızlarındaki tohumu bir yana bırakıp ince bıyıklarını oynatarak toprağı merakla kokladılar. Eski Türkmenin ceren kovan altı Arap atlı Çukurova’sını. Eli şahinli Beyler Çukurovasını. O zamanlar Çukurova temiz, yabanıl, el değmemiş büyük bir Tanrı bahçesiydi.” (Yaşar Kemal, Demirciler Çarşısı Cinayeti, YKY 2003 Baskısı, S. 25- 26) |
cillenmek |
: |
Tohumun toprak içinde filizlenmesi. |
cilleşmek |
: |
Filizlenmek. |
cilli |
: |
1. Filizli, köklü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Saçında bit yumurtası bulunan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Yemlik gibi otların taze köklü olması. |
cilpi |
: |
Çilpe, çalının kurusu. |
cilpirti, cilbirti |
: |
Maki bitkisi çeşidi, çit örmede ve yakacak olarak kullanılan bir çeşit çalı, çalılık. “O arayı da cilpirti çalıları almıştır.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
“Cilpirti çalısından olur süpürge Defne yaprağıyla sabun köpüre Kamalağın, murdun kökü söküle Köknarın, sedirin adı var yaylam” (Mustafa Kıreker, (Kösepınarı) Ericek Yaylası İsimli Şiiri, Çukurova’dan Dünya’ya Kadirli Dergisi, Haziran 2008, Sayı: 24) |
cilpirtilik |
: |
Cilpirtilerden oluşan çalılık. “Cilpirtiliği geçince kasabanın ilk evleri göründü.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
cilve |
: |
Güzellere yakışan eda. Ağır idin cilve ile naz ile Sînemi doldurdun acı söz ile Ahdim olsun konuşmaya kız ile Sıdkı bütün yârim idin bir zaman Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.522
Ala güzlerini sevdiğim dilber Niçin benden böyle şüphelenirsin Bizlere gelince naz üstüne naz Ellere gelince cilvelenirsin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.561 |
cim yutmak |
: |
Arap abecesindeki ‘cim’ harfinden hareketle okuryazar olmak. |
cimbar |
: |
Dokuma tezgâhında dokumayı gerdirmek için kullanılan iki ucu dişli, sürgülü çelik alet. |
cimbış toprak |
: |
Cımız, bataklık. |
cimbit |
: |
Cımbız. |
cimbiz |
: |
Cımbız. |
cimcik |
: |
1. İki parmak ucuyla alınan miktar, tutam. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Bir kimsenin etini başparmakla işaret parmağı uçları arasında büküp sıkıştırarak acıtma işi, çimdik. |
cimcik atmak |
: |
Cimciklemek, çimdiklemek. “Cimcik atmayı bile öğrenmiş cadaloş.” |
cimcik kadar |
: |
Çok az, çok küçük. “Cimcik kadar.” |
cimciklemek |
: |
Bir kimsenin etini başparmakla işaret parmağı uçları arasında büküp, sıkıp acıtmak, çimdik atmak, çimdiklemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
cimdinmek |
: |
İsteksiz yemek yemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cimindirik |
: |
Cibindirik. |
cimis kezzek |
: |
Yapışkan sulu toprak. |
cimis toprak |
: |
Yapışkan sulu toprak. |
cimiş cimiş |
: |
Uyuşmak, ürpermek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
cimiz |
: |
1. Erkeğe düşkün kadın. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Erkek isteyen dişi deve. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) 3. Killi toprak, çok sulu toprak, verimsiz toprak. |
cimizli |
: |
Taban suyu yüksek arazi. |
cin |
: |
1. Okka. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Salyangoz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cin börkü |
: |
Kağıttan yapılan taç, börk. |
cin cücü: / cücüğü |
: |
Gözü açık, uyanık. |
cin cücü: gimi |
: |
|
cin çeliği |
: |
Anasının gözü. “Cin çeliği.” |
cin darısı |
: |
Patlatılabilen mısır cinsi. |
cin deŋişiği |
: |
Cinin bir eşi, cinin benzeri. |
cin dutmak |
: |
Cin çarpmak. |
cin eniği |
: |
Anasının gözü, çok uyanık. “Cin eniği.” |
cin tokmağı |
: |
Anasının gözü. “Cin tokmağı.” |
cinatı |
: |
Bisiklet. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cinbaş |
: |
Çok çabuk kızan, asabi. |
cincalapcı |
: |
Açıkgöz. |
cincavat |
: |
Bencil, açıkgöz kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
cinci |
: |
Falcı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cinci armudu |
: |
Kışın olgunlaşan, sarı renkli ve dayanıklı bir çeşit armut. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cindar |
: |
Cinci, mıhrıbı, cinlerle iletişim kuran kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cindarı |
: |
Kolay patlatılan, taneleri küçük ve sivri olan mısır. |
cinela: |
: |
1. Kısa boylu fakat çok akıllı kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Cin gibi, çok açık göz. “Cinelâ.” |
cinenmek, cinnenmek |
: |
Kızmak, öfkelenmek, sinirlenmek, cinleri başına üşüşmek. "Sakın onu cinnendirmeyin." |
cineviz |
: |
Cin gibi, çok açık göz. “Cineviz.” |
cinez |
: |
Serçe kuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cingan |
: |
1. Çok bağıran, hırsız. 2. Çingene. |
Cingan çalar, Kürd oynar |
: |
Kalabalık bir yerde her kafadan bir sesin çıkması. |
cingar |
: |
Münakaşa, nizah. |
cingar çıkarmak |
: |
Kavga, söz çıkarmak. “Cingar çıkarmak yok.” |
cingen |
: |
Çingene. |
cingifengi |
: |
Gözüaçık kimse. |
cingirdemek |
: |
Küçüklerin büyüklere karşı saygısızca konuşması, cemkirmek. |
cinhosluk etmek |
: |
Oyunbozanlık etmek, oyun içinde oyun, cıllımak. |
cinin cücüğü |
: |
Zeki çocuk. “Cinin cücüğü maşallah. Şeytana pabıcı tersinden geydirir alimallah.” |
cinin yattığı yeri bilmek |
: |
Her şeyi bilmek. “Cinin battığı yeri biliyor.” |
cinli |
: |
Çok sinirli. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cinlik |
: |
Eski odalarda misafirlerin heybelerini koymak için yapılan dolap. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cinnen ceviz belişmek |
: |
Çok hilekar biriyle iş tutmak. “Cinnen ceviz beliştiğinin farkında değil.” |
cinnenmek |
: |
1. Cin çarpmak, delirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Bir şeyden huylanmak, işkillenmek. |
cinni |
: |
İçinde cin olan, ruhsal bozukluğu olan. |
cinnik |
: |
1. Hile, cingözün entrika çevirmesi. 2. Odalarda içine odun ve üstüne yatak konulan kapalı bölme. “Yıkıldı oda cinniği Gelir mi köyün şenliği Bu akşamın karanlığı Seni böyle eden deli” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Bıyıklı Durdu Mehmet’in Ağıdı, Derleyen: Cuma Özdemir, Mensur Arslan Kaynak Kişi: Fatma Kılın (Hamiş)) |
cip |
: |
1. Oldukça fazla, çok, pek, aşırı, fazla gibi aşırılık anlatır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç. Osm.) “Avratların yaşlılığı da cip beter oluyor.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Jeep. 3. Hep, bütün, çok. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cip gökçek |
: |
Çok güzel. |
cipcik |
: |
Pipet gibi kullanılmaya uygun ot sapı. |
cipcip |
: |
1. Çokçok. 2. Kekliğin yumurtadan yeni çıkmış hali. |
cipcis |
: |
Tamamen, yapayalnız. |
cipdemlik |
: |
Tamamen, büsbütün, tümden. |
cipelini altına salmak |
: |
Fazla ileri gitmek. |
cipgula:sma |
: |
Boş ver, ilgilenme. |
cipik |
: |
Küçük. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cipil cipil |
: |
(Su için)Pek sığ, derinliği pek az. “Narlı bahçenin alt yanından Savrun çayı akar. Savrun çayı yukarılarda, yani Toroslarda, oluktan akarcasına fışkırır. Ufacıktır. Burada durgundur. Oraya bir göl gibi yayılmıştır. Ayak bileklerine kadar bile çıkmaz. Cipil cipil...” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ciptirmek |
: |
Bir vuruşta kestirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cipyalnız |
: |
Çok yalnız, kimsesi olmayan. |
cir |
: |
1. Dilek, rica. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Çarşaf, siyah üstlük. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cira:t |
: |
Cerahat, irin. |
cirbit |
: |
Çapak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
circan |
: |
İri fare. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
circibik |
: |
Çarçabuk. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cire |
: |
Küçük. |
cirim |
: |
1. Alan, yer. 2. Sınır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cirid |
: |
At üzerinde rakibe değnek atarak oynanan oyun. Arab ata biner hep yarışırlar Cirid oynarlar da ok atışırlar Yine bir gün gelir yan bakışırlar Allı turnam harmandalı döndü mü Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.642 |
cirim çevirmek |
: |
1. Sınırda dolaşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Sınırlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cirit oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir seyirlik köy oyunu. CİRİT OYUNU Eskiden Göksun yöresinde cirit oyunu da oynanmaktaydı. Bu oyun iki grup olacak şekilde oynanırdı. Gruplar belli bir mesafeye göre dizilirlerdi. Her iki gruptaki kişiler atının üzerinde oyunun başlamasını beklerken, grubun içerisinden biri elinde uzun bir değnekle atını oynatarak, diğer gruba yedi sekiz metre kalacak şekilde yaklaşır. Elindeki cirit değneğini, diğer gruptan hedeflediği bir kişinin üzerine değecek şekilde fırlatır. Eğer atılan değnek, attığı şahsa değerse, atını alıp oynatarak kendi grubuna döner. Değneğin değdiği kişi, kendine cirit atan kişiyi, grubuna varıncaya kadar kovalar, bu sırada ona yetişip vurursa, kendisi yenmiş olur; vuramazsa yenilmiş olur. Gruptaki kişilerin hepsi bitinceye kadar bu oyun bu şekilde devam eder. Yenen gruba ödül olarak at verildiği de söylenmektedir. (Duygu Arslan, Kahramanmaraş İli Göksun İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üni. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2011, s.396) |
cirk |
: |
1. Tavan bulgurlanmasında kullanılan çamur. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Kirli, çamurlu su. 3. Tütün zifiri. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cirlo:g |
: |
Yaz boyu öterek hayatının sonunu getiren, yaz sıcağının simgesi bir böcek, Ağustos böceği. |
cirp |
: |
Hızlıca, birden. |
cirpede |
: |
Hızlıca, birden. |
cirpidmek |
: |
Çıldırmak. |
cirpilti |
: |
Maki türü bir bitki, çalılık. |
cirpiltilik |
: |
Makilik, çalılık ormanı. |
cirpinti |
: |
Oğlak ve kuzu evi olarak bilinen kuzlukların tabanına döşenen; eski toprak damlı evlerin tavanlarına döşenen, maki türü bir çalı. |
cirpintil |
: |
Dallarından süpürge de bağlanan, Akdeniz maki topluluğundan bir çalı. |
cisim |
: |
Beden. Yavrumun gözleri benzer şahana İsmi cismi gelmemiştir cihana Uykusun gözüne etmiş bahana Tek yatana sabah olmaz mı sandın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.534 |
cit |
: |
Çift, iki. |
çitil |
: |
Küçük helke. |
citlenbik |
: |
Çitlembik ağacının meyvesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
civan |
: |
1. Genç kız. Nasıl vazgeçeyim şu şirin candan Adam vazgeçer mi böyle civandan Ben güzelim diyor kaçıyor benden O da benim gibi kuldur Yaradan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.518 2. Narin, ince, yakışıklı genç. Bir civan götürdü beni bahçaya Gördüm o bahçanın dalları sarhoş Yağmurlar yağar da rüzgârlar eser Eğilmiş selvinin dallan sarhoş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.636 |
civcik |
: |
1. Serçe. 2. Sebzeler için çiçeği burnunda olma durumu, sebzelerin henüz çiçekten çıkmış, küçük hȃli. |
civciklemek |
: |
1. Derinlemesine, inciğinden cıncığına kadar araştırıp soruşturmak. 2. Sebzelerin civcik (bk. civcik) vermeye başlaması. |
civil |
: |
Yaban ördeği. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
civkirmek |
: |
Fışkırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ciyer |
: |
Ciğer. “Ekin ekdim bitiremedim, Mor menevşe yetiremedim, Gurban olayım ciyerim, Ben seni hiç yitirmedim.” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Küçük Kemalin Ağıdı, Kaynak Kişi: Safiye Temiz)
“Sırtıma da giydim gara Ağlayarak düşdüm yola Açın da içine bakın Ciyerimde çokdur yara” (Kaynak: Hürü Köse, Andırın Büveme Köyünden) |
ciyeriyin sapından vurulasın |
: |
“Ciğerinden hastalanasın, ölümcül hastalığa yakalanasın” manasında bir kargış. “Ciyerinin sapından vurulasın e mi?” |
ciyerlerim alışıyor |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.Ciğerlerim tutuşuyor. Çok acı çekmek anlamında, deyimdir. “alışmak” odun alıştı, ot alıştı kullanımlarında olduğu gibi “yanmak, birden bire ateş almak” anlamındadır. |
ciyerli |
: |
1. Çalışkan, gayretli. 2. Akrabasına çok bağlı kimse. |
ciyındırık |
: |
Etin duvara atılsa yapışacak kadar kötü ve atılacak kısmı. |
ciyilleşmek |
: |
Yaranın kronikleşmesi, azması. |
ciynak |
: |
1. Az bir parça. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Kıl veya yün dokumalarda bir çeşit örnek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Ağacın toprak içinde uzayan kökleri. |
ciypitmek |
: |
Tek hamlede kesmek. |
ciypmek |
: |
Tek hamlede kesilmek. |
ciyptirmek |
: |
Tek hamlede kesmek. |
cizeme |
: |
1. Parmaklık, çit. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Döşeme ağaçlarını yan yana dizerek yapılan duvar. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cizi |
: |
Tarlada su yolu. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ciziyi ayaklatmak |
: |
Suyu arka getirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cizme |
: |
Çizme. “Ayakda cizme gelinim Ökcesin büzme gelinim Elleri gezme gelinim Sen safa geldin gelinim Sen safa geldin” (Andırın yöresi kına türkülerinden) |
cizmiye |
: |
Çizmeyi. “Gardaşım binmiş atına Başkente getmiş gezmiye Goska gezer babamoğlu Giyer körüklü çizmiye” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kalpten Ölen Kenan Kurtbeyoğlu”nun Ağıdı, Kaynak Kişi: Sariye Gök) |
cobili |
: |
Zayıf bünyeli kimse. |
coblan |
: |
Balta girmemiş orman. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cobuduk |
: |
Çıplak, çıplatılmış. |
cobuk |
: |
1. Kuyruğunun ucundaki uzun kıllar kesilmiş at, eşek ve katır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Yelesi kuyruğu kesik tay. 3. Kırık, eksik. 4. Budanmış, kesilmiş. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cobul |
: |
1. Küçük su birikintisi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Bol, çok. |
cobul düşmek |
: |
Yemeği iştahla yemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cobul olmak |
: |
Çok bulmak, bıkmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
cobur |
: |
Kısa boylu. (Hakaret içerir.) “Guru Pınar coşmuş akar Gırıtlar seçime bakar İsben ganser olmuş kokar Memmun oldun mu Cobur İsmet” (Kaynak: Hürü Köse, Andırın Büveme Köyü’nden) |
cobutmak |
: |
Budamak, dalını kesmek. |
coddurmak |
: |
Somurtmak. Dediği olmayınca coddurdu gene. |
coduk |
: |
Kısa kulaklı keçi ya da koyun. |
cofcof |
: |
Gösteriş, parlaklık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
co:lak |
: |
Şelale. |
colap |
: |
1. Kar ve pekmezin karışımıyla yapılan bir tür yiyecek. 2. Kar erirken oluşan bol sulu kar. “Dağların salında sular şırıl şırıl akarken, öbek öbek colaplar da istifini bozmadan ağır ağır akıp gidiyordu.” |
co:ldamak |
: |
Suyun yüksek bir yerden aşağıya ses çıkararak akması. |
coğuldaşmak |
: |
Koro halinde şarkı söylemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
coli |
: |
Küçük köpek, köpek yavrusu. |
colman |
: |
Hindi yavrusu. |
colpa |
: |
Biçimsiz, iyi bir sanatkar elinden çıkmamış şey. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
coluk |
: |
Culluk, hindi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
com |
: |
Her işe karşı merakı olan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
comak |
: |
Kulaksız keçi. |
comard |
: |
Cömert. |
comart |
: |
Cömert. |
comba |
: |
Yaşça büyük, vücutça küçük biçimsiz manda. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
combalak |
: |
Takla. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
combara |
: |
1. Dipsiz kuyu. 2. Sarp dağlarla çevrili vadi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
combaş |
: |
Anlayışsız. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
combuldamak |
: |
Suda hareket etmek, ayakkabısını çıkararak diz boyu derinlikteki sudan zorlanarak karşıya geçmek. |
comfellah |
: |
Laf dinlemeyenlere yapılan teşbih, kızma da ifade eder. |
comfur |
: |
Toplantı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
comfur olmak |
: |
Toplanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
comkürdü |
: |
Fellah, laf dinlemeyenlere yapılan teşbih. |
comp kalmak |
: |
Birdenbire bir olayın ortasında kalmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
comuk |
: |
1. Kısa, kısaltılmış. 2. Kuyruksuz hayvan, özellikle tavuklar için kullanılır. |
comurtlamak |
: |
Suda yürümek. |
comzunmak |
: |
İsteklenmek, heveslenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
conalağarı |
: |
Masallarda adı geçen cadı kadın. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
concolaz |
: |
Yaşlı kadın. |
congalak |
: |
Al basmak. “Congalaklanmasın diye bebeği kırkı çıkıncaya kadar anasını asla tek başına bırakmazlardı.” |
congalas garısı |
: |
Bunak kadın. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
congalaz, congaloz |
: |
1. Hayalet. 2. Korkutucu, ürkütücü. 3. Ufak tefek, çok açıkgöz olan çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
congar |
: |
Kavga. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
congul |
: |
İçten içe kaynama, içten gelerek bağırıp çağırma, kavga etmek. |
conguldaşmak, conklaşmak |
: |
Birkaç kişi bir araya gelerek gülüp konuşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
congullu |
: |
içten içe kaynayan, kavgacı. |
conkalaz, conkalaz karısı |
: |
Bunak kadın. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
copbar |
: |
Tütün lülesi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
copbiz |
: |
Kızağın, alt kısmında karla teması sağlayan ve en sert ağaçlardan yapılan, kaymayı engellememesi için ön kısmı hafifçe yukarı bükülü olan parçası. “Copbiz yapmak için, Bunduktan tâa Dumanlı dağına çıkardık. Hiç unutmam bir defasında ormancı tahramızı almıştı da gerisin geriye copbizsiz dönmüştük.” |
copcobaşı |
: |
Pişirilerek ezilen patlıcanın üzerine nohut, mercimek, fasulye koyarak yapılan bir yemek. |
coplak |
: |
Çukur. |
coplan |
: |
1. Balta girmemiş orman. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Sarp dağlarla çevrilmiş koyak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Osm.) 3. Büyük derin dere. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 4. Esik yer, yüksek olmayan yar. 5. Bataklık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
copmak |
: |
Kopmak, yolunmak. |
copuk |
: |
Kopuk, kopmuş, yoluk, yolunmuş. |
copul |
: |
Arazideki küçük küçük çukurlar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
copur copur |
: |
Aceleyle ve iştahla yemek yerken çıkarılan ses. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) “Zopurun Receb’in eline kimse su dökemez copur copur yemek yemede.” |
copuz |
: |
Sap. |
cor |
: |
1. Toplanıp konuşma, danışma. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Söz, laf. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada., Mr.) 3. Sus anlamında kullanılır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 4. Keçi, koyun sürüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 5. Fıtık hastalığı, sancılı hastalık, şor. 6. Laf, söz, laf söylemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Bir tertibimiz vardı; Sivas’lıydı elleham. Et diye sayıklamaya başladı. Her lafının başında ille etden cor ederdi… Ulâ nireden bulak sâ eti? derdik.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
corcu |
: |
1. Dedikoducu. 2. Obur. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cort |
: |
1. Şiddet. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Öfke, hırs. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
coruk |
: |
1. İşe yaramaz, olması gerektiği kadar boyu uzamamış olan. 2. Fidan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Erginleşmemiş horoz ya da tavuğun küçüğü, yumurtlamayan tavuk. |
coşanda |
: |
Coştuğu zaman. Lâle sümbül biter dağın başında Tutu kumru öter dağın peşinde Ulu sular köpük atıp coşanda Geçemem artıyor figanım dağlar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.577 |
coşarmak |
: |
1. Ateşin gürlemesi. 2. Kibirlenmek, böbürlenmek, gururla şişmek. |
coşgu |
: |
Coşku. |
coşgun |
: |
Coşkun. |
coşmak |
: |
Sevinç içerisinde alışılmadık hareketler yapmak, cuşa gelmek. |
cotturmak |
: |
Kızıp gitmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cotturuk |
: |
Kocamış, çirkinleşmiş kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cöb |
: |
Genellikle, üstte taşınabilecek şeylerin konulabilmesine yarayan, giysinin belli yerlerine yerleştirilen astardan yapılmış kese ya da giysinin belli yerlerine üstten konulmuş kumaş parçasıyla yapılmış yer, cep. “Cöbünde gurşun galemi Yakdı kül etdi âlemi Mehmedin mektubu gelmiş Gonşulara var selamı” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
cöbel |
: |
1. Teknenin bir ibiği, çukuru. 2. Derin olmayan su birikintisi. 3. Kenar. 4. Üstü açık, geçici barınak. 5. İki duvar arasındaki girinti ya da dışarıdan bakılınca çıkıntı, cibik, köşe, huğun köşesi. “İsmailin dayısıgilin evi köyün ortarağında, kamıştan örülmüş, üstü ot, sağ cöbeli içeri doğru yamılmış bir huğdu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
cöbelek |
: |
Yol kenarında, yolda ayrı park edecek veya toplanacak cep gibi yerler. “Arabayı cöbeleğe park et. Yolun ortasına koyma.” |
cöbük |
: |
1. Açı, iki çizginin birleşmesinden meydana gelen açıklık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Köşe, sapa. |
cöbür |
: |
Çörçöp, toz, kir. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
cöbürcör |
: |
Suyun şırıl şırıl akışını anlatır. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cöccem |
: |
Çörek otu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
cöflü |
: |
Yılmaz, cesur. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cöğürtlen |
: |
Ağaçtan yapılmış su oluğu. |
cöhd etmek |
: |
Gücünü toplayıp işi bitirmek için çabalamak. Bir cöhd etse bugün bitirir işi ha. |
cöhürmen |
: |
Bakan, seyreden adam. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cöma:t |
: |
Cemaat. “Bazı aileler bu nikahı camide kıydırır; tüm cömaate şerbet ikram ederek onların da hayır dua etmesine veya edilen duaya âmin demelerine zemin hazırlarlardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
cömart |
: |
Cömert, eli açık kimse. “Böyle cömart gızın çekilir nazı Yanal alma gibi topalak yüzü Gurban Kumarlı’nın gelini, gızı Güzeller içinde belli Fadıma” (Aşık Mehmet) |
cöme |
: |
Çok oturan, tembel. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cömert |
: |
Eli açık. Şâh-ı Merdân idi adı Cömert sofrasın kim kodu Ali'ye aslan'ım dedi Ayruk Ali gelmemiştir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.613 |
cömertlik |
: |
Eli açık olma hali. Karac’oğlan dost bağına varmalı El uzatıp gonca gülün dermeli Muhtaçlara bir şeftali vermeli Cömertlikten kesilmesin eliniz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.651 |
cöŋgerez |
: |
Akarsuyun birden kaybolduğu yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cönk |
: |
Eskilerde özellikle şiirlerin kaydedildiği uzunlamasına tutulan ve elle yazılan bir çeşit dergi, edebiyat dergisi. “Aradım da en son buldum dengimi Yar hasmıynan çıkıp ettim cengimi Sen söyle ben doldurayım cöngümü Muhabbetlik aramızdan gitmesin” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
cönk mönk |
: |
Halk ozanlarının not defteri. |
cöp |
: |
Genellikle, üstte taşınabilecek şeylerin konulabilmesine yarayan, giysinin belli yerlerine yerleştirilen astardan yapılmış kese ya da giysinin belli yerlerine üstten konulmuş kumaş parçasıyla yapılmış yer, cep. “Sağ başında oyma cöbü Elin’ soksa derin dibi Gadanı alıyım bibim Geldim galan sorma geri” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
cöpür cöpür |
: |
Hüngür hüngür (ağlamak). (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cöre |
: |
Kuş yavrusu, özellikle ispir kuşu yavrusu. “Öylen ile ikindinin arası Aldı beni kaşlarının karası Bilmem şahan yavrusu, bilmem ispir cöresi Av ederken ben yavrumu aldırdım” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
cörtlemek |
: |
Koşmak. |
cörtleŋ |
: |
Damdan su tahliyesine yarayan su oluğu. |
cöylek |
: |
Çağlayan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cubara |
: |
Çingene. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cubbal |
: |
1. Boz renkli bir cins tarla kuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Cankurtaran düdüğü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cubul |
: |
Küçük oda. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cubur |
: |
1. Sulu çamur. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Üzüm posası. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Kötü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) 4. Kir, bulaşık. 5. Tortu. |
cuburlu |
: |
Kirli, kusurlu. |
cuburuk olmak |
: |
Islanmak. |
cuda |
: |
Bodur, kısa, çelimsiz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cufa |
: |
Culfa, bir tür kumaş. |
cufa şalvar |
: |
Çuha şalvar, ayağa giyilen giysi. |
cuğa |
: |
Güreşçi. |
cuğab |
: |
Cevap. |
cuhur gaztası |
: |
Cumhuriyet Gazetesi. |
cukkuşu |
: |
Baykuş. |
cula |
: |
Siyah karga. |
culap |
: |
Sırılsıklam ıslanmış. |
culban |
: |
Bir tahıl çeşidi. |
culfa |
: |
Kilim dokuyan, çulha dokuyan kimse, dokuma işçisi, bir tür kumaş. “Gümüs yünsük parmağında Culfa şalvar dırnağında Ata biner atdan iner Büyük beler örneğinde” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Sarı Ahmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Ak) |
culfalık |
: |
Dokuma aleti. |
culluk, culuk |
: |
1. Çok sayıda, bol. 2. Parlak yeşil ve esmer tüyleri olan, boynu ve başı çıplak, dik ibikli, kuyruğunda telekler bulunan bir kümes hayvanı, hindi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
cullup |
: |
Hartlabın yemişi, sandal ağacının tohumu. |
culvallık gayıtı |
: |
Dokuma tezgâhı. Elbiseyi ġėndimiz doḳurduk culvallıḵ ḡayıtında. |
cum |
: |
Kayıp. |
cuma akşamı |
: |
Tahtacılarda PERŞEMBEYİ cumaya bağlayan gece düzenlenen cem töreni. |
cuma bazarı |
: |
Perşembe. |
cumalık |
: |
Kur’an okumaya giden çocukların Cuma günü hocaya ikramı. |
cumba |
: |
1. Antepfıstığının meyve salkımları. 2. Duvardan biraz dışarıya çıkıntılı pencere kafesi. |
cumbara |
: |
Eller öne doğru uzatarak derin suya dalmak. “Gocasu’da İlice diye derin bir büvet vardı. Büvetin üzerindeki kist kayadan cumbara dalardık suya. Dalmamızla çıkmamız bir olurdu.” |
cumbul |
: |
Çok eski elbise. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cumbulak |
: |
İyi su biriken yatak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cumburlop |
: |
Suya düşma, atlama ünlemi. |
cumdallı |
: |
Şımarık, münasebetsiz kişi. |
cumo:rtesi |
: |
Cumartesi. “Cuma günü duvâ gedemedi. Cumôrtesi çocûdug işde, bennen saldı, ikindin.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
cungurdamak |
: |
Yemek borusunun yutkunurken ses çıkarması. |
cunkuruk çıkmak |
: |
Umduğunu bulamamak, hayal kırıklığı yaşamak. |
cunur |
: |
Girdap. |
cupbal |
: |
Maraş’ta zeytin mevsiminde zeytin ağaçlarına konan lezzetli eti olan bir kuş türü. |
cupdal |
: |
Uzun boylu, kılıksız ve çirkin. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cura |
: |
1. Kısa boylu, ufak tefek gelişmemiş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. İç.) 2. Küçük saz, iki veya üç telli tambura. “Atımın kuyruğu cura saz gibi Divana durmuş da ergen kız gibi Alarmış yanağı bahar yaz gibi Getirin atımı, göçem illere” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984)
Deniz kenarında mecnun gezerken Elime bir cura saz ırast geldi Nice şükretmeyim Bârî Hudâ'ya Şahan arar iken baz ırast geldi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.440 3. Bir çeşit küçük atmaca. Büyüğüne baz denir. Erkek atmaca. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) “Durnam gateriniz bozuk bozguna Cura şahin avın vermez kuzguna Eşinden ayrılmış öter bir suna Yeşiller bağlamış al deyip gider” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 4. Doğan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
curba |
: |
Bozulmuş, ekşimiş meyveler. |
curculak |
: |
Terleyerek veya yağmurda tamamen ıslanmak. |
curculuk |
: |
Tamamen ıslanmak. |
curcur |
: |
Devamlı ve kuvvetli akma. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
curlamak |
: |
Oyunu bozmak, oyun bozanlık. |
curnal |
: |
Mektup. “İrili ufaklı dağlar İşte ana böyle ağlar Sarı’ma bir curnal yazın Gadasın aldığım beyler” |
curruk |
: |
1. Kışın görülen güvercinden küçük sarı renkli bir kuş. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm.) 2. Posa, ezik, pelte. |
curtan |
: |
Uykusuz, uyku tutmayan, uyku uyumayan, uykusu olmayan. |
curuk |
: |
Para konulan kese, para cüzdanı, kuburluk. |
curun |
: |
Çeşme ya da tulumbaların önündeki havuz. Bu havuza su doldurularak hayvanlar sulanır. Taş veya tahtadan yapılmış oluk, kurna. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
curunlu |
: |
Üstünden su damlayan mağara. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
curuşmak |
: |
Buruşmak, pörsümek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cuscumbuş |
: |
Ütülmek, soyulmak, ütülmüş, soyulmuş. |
cuslanmak |
: |
Nazlanmak, kendini ağır satmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cuslu |
: |
Kendini pahalı satan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
custul |
: |
Nazlı ve hileli konuşan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
custullu |
: |
Yüzü asık, asık suratlı kimse, alıngan, uzlaşmaz. |
cûş eylemek |
: |
Coşmak, taşmak. Kadir Mevlâ'm senden ziynet umanın Yeğindir dalgamı cûş eyle beni Çok mal vermesen de murad alırım Bir gök kır atman baş eyle beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.455 |
cuvap/b |
: |
Cevap, yanıt. |
cuvara |
: |
Sigara. “Sivara gönüm sivara Arkasın vermiş duvara Hasan dayım efkarlanmış Hemen sarıyor cuvara” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
cuvara:zı |
: |
Sigaranızı. |
cuvuncak |
: |
Salıncak. |
cü cü |
: |
Tavukları çağırma ünleme. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cübür, cübrenti |
: |
Çörçöp, sel suyu ile gelen ağaç kabukları. |
cübürlü |
: |
Temiz olmayan. “Çok cübürlü bir işe bulaştım ki heç sorma.” |
cücelek |
: |
Yuvarlak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cücü |
: |
Çocuk dilinde kuş. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
cücük, cücüg |
: |
1. Kümes hayvanlarının yavrusu, civciv. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) “Şaşırdım Allah şaşırdım Yolumu sarpa düşürdüm Bura benim evim sandım Cücük gibi çöp deşirdim” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) 2. Salatalığın küçüğü. 3. Meyve ve sebzelerin en küçüğü. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Soğanın tohum veren uzun sert yaprağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 5. Kanatlı hayvan. 6. Kuş yavrusu, serçe. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cücük aşı |
: |
Gıl dü:rcük denen ve bulgurun en ufağı olan maddenin kaynar suda haşlanarak tavuk civcivlerine yem olarak hazırlanan yiyecek. “Şimdi cücük aşı hazırlıyom. Sonra yardım ederim ben sana.” |
cücük lastiği |
: |
Sapan. |
cücük pilavı |
: |
1. Kusukuslu pilav. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Tavuk ya da av hayvanlarının suyuyla pişirilen bulgur pilavı. “Cücük pilavı yanında da bir tas ayran. Bir demet yeşil soğan. Değme keyfime.” |
cücük sabunu |
: |
Elle veya taşla ezildiğinde köpüren ve kırsalda el yıkamada kullanılan,^yeşil renkli, küçük yapraklı bir çeşit ot. |
cücükçü |
: |
Tefeci. “Cücügcülerin yatacag yeri yog. Onnarı tobrag bile gabil edmieceg” |
cücüleme |
: |
Tavuk çağırma ünlemi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
cüda |
: |
Ayrı, ayrılmış olan, uzak kalmış olan. Bir kız ile bir gelinin bahsi var İkisinin cüdâ düşmüş arası Kadir Mevlâ'm hûb yaratmış anları Hilâl hilâl kaşlarının arası Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.428
Cüdâ bülbül garib garib ötüyor Yâr gözüme hayal hayal tütüyor Sefa cünbüş vakti gelip bitiyor Yetişti goncalar derilmez oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.638 |
cüddeli |
: |
Gövdeli, cüsseli. |
cük |
: |
1.Kadınların cinsiyet organı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Küçük erkek çocuklarda cinsiyet organı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
cükül |
: |
Yavru. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cükürtü |
: |
Tavuk ve kuş sesi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
cülde |
: |
Maraş dival işi yapımında kullanılan, bir taban üzerine eğik olarak yerleştirilmiş bir araç. |
cülle |
: |
Kümes hayvanlarının yavrusu, civciv. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
cüllü |
: |
Civciv. |
cüllük |
: |
1. Civciv. 2. Küçük. |
cüllüp |
: |
Hartlap ağacının meyvesi. |
cülük |
: |
1. Küçük, gelişmemiş. 2. Tavuğun yavrusu, civciv. |
cümbür cema:t |
: |
Bütün herkes, topyekün. “Cümbür cemaat yekindik ayın aydığı çıkınca.” |
cümbüş |
: |
Eğlence. Tükendi cünbüşüm yoktur gıybetim Bir yatsıya kaldı benim mühletim Bilemedim ana baba kıymatm Arkamızda karlıca bir dağ imiş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.634
Cüdâ bülbül garib garib ötüyor Yâr gözüme hayal hayal tütüyor Sefa cünbüş vakti gelip bitiyor Yetişti goncalar derilmez oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.638 |
cümbbüzzük |
: |
Kıçı yere yakın. 2. Her şeye huylanan kimse, mıdıklı. |
cüme: |
: |
Cuma. |
cümertesi |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; cumartesi. |
cümle |
: |
Hep, bütün. “Padişâhsan halıma bak Cümlemizi yaradan Hak Pehlû olmağa mani yok Sardıkça güzel olursun” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953)
Çıktım yücesine seyrân eyledim Dost ile gezdiğim çöller perişan Bir başıma olsam gam çekmez idim Bir ben değil cümle âlem perişan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.524
Gider oldum kömür gözlüm elveda Nazlım bize bu ellerden göç oldu Senin ile zevk u sefa sürdüğüm Geldi geçti cümle işler hiç oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.637 |
cümük |
: |
Kısa, kısaltılmış. |
cündi |
: |
Atlı asker, süvari. “Gelen Ahmed Paşa’m kendidir kendi Altmış bin dalkılıç küsuru cündi Kaçma kafir kaçma ölümün şimdi Hacı Bektaş Veli kalkmış geliyor” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 616) |
cünunluk |
: |
Delilik, coşkunluk, çılgınlık. “Ilgıt ılgıt seher yeli esiyor Gâvur dağlarının başı dumanlı Gönül binmiş aşk atına aşıyor Bire beyler cünunluğun zamanı” (Haşim Nezihi Okay, Köroğlu ve Dadaloğlu, May Yay., 1970) |
cünüd |
: |
Geceleri öten bir kuş. |
cünüp |
: |
Cenabet. |
cüpcük |
: |
Meyve üzerinde çiçeğinin kuruyup tümsek yaptığı yer, üzümleri yenmiş salkım. |
cüprenti |
: |
Suyun yüzeyinde bulunan kurumuş yaprak, gazel. |
cüre |
: |
Sıska, zayıf. |
cürun |
: |
Çeşme, plastik kaplara takılan çeşme. |
cürün |
: |
Taş veya tahtadan yapılmış oluk, kurna. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
cüsde |
: |
Cüsse. |
cüsün |
: |
Çeşit, tür, cins. |
cü:lemek |
: |
Cü: cü: diye tavukları çağırmak. |
cüvap |
: |
Cevap, yanıt. |
Cüver |
: |
Ciğer. Hanın yanı bozuk bozuk Cüverlerim ezik ezik Gızlarım tarasdan geliyor Cepleri yollara düzük Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.178. |
cüz |
: |
Kur’an, “Ali emmin açar cüzün Ahirette gülsün yüzün Halil”in de tutmaz dizin Vay Hatice diye diye” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yeğen Hatice’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Nuri Çıngıl) |
cüzden |
: |
Cüzdan. “Hacıveli’min uşağı Gıvrak bağlıyor guşağı Bu harpden gurtulamazsan Boşa sıkıyon fişeği” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kurşuna Dizilen Eşkıya Hacıveli’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Âşık Ali Ateş) |