KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
ya: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yağ. |
yaa |
: |
Hayır, olmaz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ya dam yanacak ya mertek |
: |
Ya sen ya da ben iki dostan biri (yarışmayı, oyunu) kaybedeceği zaman söylenir. “Ya dam yanacak ya mertek.” |
ya:lir |
: |
Yayılır. |
ya:mır |
: |
Yağmur. |
ya:n |
: |
Yağan. |
yaba |
: |
Ağaçtan yapılan, saman savurmak için kullanılan çatal ağızlı kürek çeşidi. “Maraş’lı bağcının tuluk bekmezi (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
yaban |
: |
1. Kırsal kesimlerde oturulmayan yer. Yaz gelir de yazı yaban yurt olur Her yerde de bir alıcı kurt olur On beşinde kızlar gonca gül olur Vakti geçen güller ağlamasın mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.424 2. Sıladan uzak yer, gurbet, dağ, bayır. 3. Sokak, dışarısı. Almanın iyisin yüke tutarlar Çürük çarığın yabana atarlar Kız ile gelini bir mi tutarlar Yorma gelin yorma oğlan benimdir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.429 |
yabantı, yabaltı |
: |
Büyük yaba. |
yad |
: |
1. Hatır. Karac’oğlan derler benim adıma Körpem gelir benim her dem yâdıma Hûda'm ben dahi irem muradıma Zaman ver hey güzel Allah zaman ver Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.594 2. Yabancı, el. On beşinde sevdâ düşer başına On altıda yadlar girer düşüne On yedide gezer kendi başına Çok sallanma zülüflerin tel olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.623 |
yad avcı |
: |
Yabancı avcı. Ben bilirim sen ezelden güzelsin Ceren gibi yad avcıdan tezersin Niçin böyle melil mahzun gezersin Boynun eğri zülüflerin bozgundur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.609 |
yad etmek |
: |
Anmak. Karac’oğlan söyler sözün Kara yere sürüp yüzün Yâd edesin bir dem özüm Hak imiş diyesin kalan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.521 |
yad olmak |
: |
Ayrı kalmak, başka yerde olmak. Dost elinden içtim içtim mat oldum Kahbe felek güldü ben de şâd oldum Emmiden dayıdan dosttan yad oldum Ne yaman uzağa attı yol bizi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.469 |
yadel |
: |
Gurbet, yabancı memleket. Karac’oğlan söyler Hind ü Hindistan Güzelsiz olur mu bağ ile bostan Sılada oldu yad eller gülistan Bana sıla da bir gurbet el de bir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.603 |
yadırgamak |
: |
Yabancı olarak görmek, alışamamak. “Kopa kopa vardımıdı Karamığa gelmiş yüzü Şu gelin yadırgı amma Şu gelin emmiyin kızı” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
yadırgı |
: |
Yabancı, el, tanıdık gelmeyen. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yadırgısınmak |
: |
Yabancı gibi durmak, katılmamak. |
yadırık |
: |
Yabancı. “Tazılıdan bir kuş uçtu Uçtu da mezere düştü Emmi dayı bulunmadı Yadırık eller kefin biçti” (Derleyen: Fadime Üzümcü, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
yadırkı |
: |
Yabancı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Davarlar yayılır sazı Garbiler eritir buzu Sen benden berk mi yanıyon Yadırkı köpân kızı” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Muhammed’in Ağıdı, Derleyen: Mehmet Kılınç, Kaynak Kişi: Meryem Baltacı) |
yadigar |
: |
Hediye. “Nere gedik bizim Aniş Dutmadı atın başını Bacı bir yadigarın var Ölürken gorum döşüme” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yadsı |
: |
Yatsı namazı vakti. “Yadsıdan önce daha yeni karanlık çöküyordu. Sorup bulduk ve Haceli’nin gapısını çaldık.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yadsımak |
: |
Kendini yabancı hissetmek. |
yadsınâdar |
: |
Yatsı vaktine kadar. “Gaç tenise sayısı, yadsınâdar vızı:r vızı:r gelin geder idi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yaelmek |
: |
(Hayvan) otlamak, yayılmak. “Evimizin önü yazı Yaelir goyun ile guzu Gıyma Gadir Mevlam gıyma Anamınki ince sızı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Çavus Elif’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayşe Temiz) |
yafa |
: |
Bir portakal türü. |
yaflaŋ |
: |
Tabaka şeklinde düzgün olan şey. |
yafyaf |
: |
Aramak, arzu etmek. |
yağ |
: |
Güzel koku. “Karac’oğlan yâr köyünden gelirim Eğlenirim dost yanında kalırım Ben yârimi kokusundan bilirim Zülüfleri misk ü amber yağlıdır” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yağ satarım bal satarım oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. YAĞ SATARIM BAL SATARIM Kız ve erkek çocukların kalabalık gruplarla oynadıkları bir oyundur. Okulda veya sokakta oynanan oyunlardandır. Sayışmaca ile ebe belirlenir. Ebe hariç tüm oyuncular halka şeklinde yere çömelirler. Çömelen oyuncular dönüp arkadaşlarına bakamazlar. Ebe eline bir mendil alır ve halkanın arkasında dolanmaya başlar. Dolanırken şu tekerlemeyi söyler: Yağ satarım, bal satarım Ustam öldü, ben satarım. Ustamın kürkü sarıdır Satsam 15 liradır Zam-bak Zum-bak Dön arkana iyi bak Ebe dolanırken oyunculardan birisinin arkasını mendili bırakır. Arkasını elle yoklayan oyuncu eğer arkasına mendil bırakılmış ise ebeyi kovalar. Ebeyi yakalarsa ebelikten kurtulur. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 225) |
yağ yemiş it gimi yılışmak |
: |
Oldukça mutlu bir görüntü sergilemek. |
yağa yarılmak |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Yağı yarılmak, bir darbeden dolayı iç organlarının parçalanması. |
yağada, yağadı |
: |
Yağlı kir, yağ lekesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yağalir |
: |
Yayılır. |
yağandırık |
: |
Boyunduruğu oka tutturan kayış. |
yağannı |
: |
Sırt. |
yağanz |
: |
Kendi bildiğine giden, ters insan. |
yağar |
: |
At, eşek gibi hayvanların sırtında eyer, palan veya semer vurmasından oluşan yara, yağır. “Sırtının tam ortasında, hiç iyi olmayan bir yağarı vardı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yağarına tokanmak |
: |
Bir kimsenin hassas yerine, gocunduğu şeye dokunmak. |
yağarsa darıma, yağmazsa harmanıma |
: |
Ne olursa olsy,un işime gelir anlamında. |
yağaşak |
: |
Sürekli yağmurlu, yağışlı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yağaz |
: |
Kendi bildiğine giden, ters insan. |
yağdalı |
: |
Yağlı, yağa bulanmış, çok kirli, pislik içinde. |
yağdanlık |
: |
Özellikle çadırlarda yükseklere asılarak, yağın erimesini engellemek ve serin yerde bulunmasını sağlamak için kullanılır. Bakırın serin tutucu özelliğiyle içindeki yağın erimesine engel olur. Diğer bakır ürünlere nazaran daha kalındır. |
yağdannık |
: |
İçine makine yağlarının konulduğu, özellikle de dikiş makine yağlarının konulduğu kap. |
yağdıran |
: |
Yağmur getiren lodos yeli. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yağdigar |
: |
Yadigar, emanet. |
ya:ğelmek |
: |
(Hayvan) otlamak, yayılmak. |
yağı yarılmak |
: |
Yorgunluktan, ağır yük kaldırmaktan dolayı içinden kan gitmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yağından yarılmak |
: |
Bir darbeden dolayı iç organlarının parçalanması. |
yağıp gürlemek |
: |
(Genellikle elinden bir şey gelmeyerek)Öfkeyle bağırıp çağırmak. “Sefer köyün içine düşmüş yağıp gürlüyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yağır |
: |
1. Yağlı kir, yağ lekesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Uyuz. 3. At, eşek gibi Hayvanların sırtında eyer, palan veya semer vurmasından oluşan yara. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
ya:dalı |
: |
Yağlı, bulaşık. |
ya:dannıg |
: |
Makineleri yağlamaya yarayan kap. |
ya:digar |
: |
Armağan, hediye. |
ya:lama |
: |
Tarhana yapılırken pişirilen pilavın tereyağı ile yağlanmasıyla hazırlanan ve yanında ayranla birlikte komşulara ikram edilen pilav. |
ya:lamak |
: |
Yağlamak. |
ya:lı |
: |
Yağlı. |
ya:lık |
: |
Mendil, yazma. |
ya:mak |
: |
Yağmak. |
ya:nış |
: |
Yanlış. |
ya:rin |
: |
Yarın, sabahleyin. |
ya:ş |
: |
Yağış, kar ya da yağmur yağması. |
yağız, ya:z |
: |
1. Sarıya çalan ala (insanda ten rengi için) Arapça’da esmer (buğday renkli, kara yağız) Boz renge çalan yağız, bej, saz rengi, bozca yağız vb. nüansları vardır. 2.(At) Esmer. “Eli göçmüş ıssız kalmış yurtları Söyleyelim başa gelen dertleri Kolu tor şahanlı yağız atları Elleri gördüm de bulandım bugün” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yağlama |
: |
1. Saçta pişmiş, üzerine tereyağı sürülmüş ekmek. 2. Tarhana aşının yoğurtlanmadan önce tereyağı ile birlikte karıştırılarak döğme pilavı gibi hazırlanması. “Kahvaltı yerine yapılır yağlama Aman ye ye çabuk usanma Sonra başlanır kürekler çekilmeye Öğleye doğru komşular başlar gelmeye” (Ahmet Eyicil, Tarhana, Kaynak: Dört Mevsim Maraş Dergisi, Sayı 1, Erkam Matbaası, İstanbul) |
yağlamak |
: |
Güzel kokulu yağlar sürmek. Aynasın almış da başını bağlar Günde Uç beş kere zülfünü yağlar Cihanlar elinden bütün zar ağlar Cihanı ataşa yakar bu gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.552 |
yağlayıp yüzlemek |
: |
Alttan almak. “Yağlayıp yüzledim.” |
yağlayıp yüzleyip göndermek |
: |
Alacaklı olan birisine alacağının yerine güzel güzel laflar söyleyerek göndermek. “Yağlayıp yüzleyip gönderdim.” |
yağlı ballı |
: |
İçine şeker, tereyağı konularak yapılan bir türhamur işi yiyecek, yağ ile balın birbirine yakışması gibibirbirine tutkun olan kimseler için de kullanılır, laubalikelimesi karşılığında da kullanılır. |
yağlı dürülü |
: |
Marul. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yağlı düzgün |
: |
Pudralı krem. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yağlı höşmerim |
: |
Bir tür hamur tatlısı. |
yağlı kara |
: |
İsle yağ karışımından oluşan, halk arasında yaralara da sürülen tencere kiri. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yağlı yavan |
: |
Genellikle Ramazan ayında yapılan ve satılan bir nevi şekersiz bir çörek. |
yağlıh̬ |
: |
Mendil. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yağlık |
: |
1. Oyalı yazma, tülbent. “Kırk yağlığı var oyalı Kırkı sandıkta dayalı Gözüme uyku girmiyor Hürü’mü asılı göreli” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 202) 2. Büyük mendil. “Haklı deli gönül haklı Yağlığı goynumda saklı Şimdi benim eşim gelir Omuzu gümüş tüfekli” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 3. Erkeklerin başlarına sardıkları kefiye gibi ipekli başörtüsü. Çukurova, Kahramanmaraş, Pınarbaşı, yani tüm Avşarlarda mendile de yağlık denir. “Biner ata sürer taşa (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
yağlık vurmak |
: |
Başa başlık vb. bağlamak. “Tereviyi yuyup kodular taşa Daha ne gelecek sağ olan başa Tülbent yağlık vurmuş şu hilal kaşa Gelin hiç söylemez kız nazlı güzel” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yağlufak |
: |
Yufka ekmeğinin tereyağında kızartılması. |
yağmazsan da gürle |
: |
Yapmazsan da yapacağını söyle. |
yağmır |
: |
Yağmur. “Dışarıya yağmır yağdı Bugün mezer aktı m’ola Dayanamaz sarı benlim Yekindide kalktı m’ola” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
yağmur gibi dökmek |
: |
Çok ağlamak. “Ana durmadan yağmur gibi döküyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yağmur kuşağı |
: |
Gökkuşağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yağmur tutmak |
: |
Yağmur yağmaya başlamak. “Hava iyece garardı. Birezden yamır dutacak guzum. Palazları içeri alın.” |
yağmurluk |
: |
Kaput, palto, pelerin. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yağrın |
: |
Sırt. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
yağtı |
: |
Yağ bulaşmış olan, yağlı. |
yaha:n |
: |
Sivrisineğe benzer ama daha küçük bir sinek. |
yahı |
: |
Dualar ve beddualarda inşallah sözcüğü yerine kullanılır. “Yahı çenen çekilsin.” |
yahılmak |
: |
Yakılmak. “Oynar, güleller, artı milled dâldı mi:di, garti gelinin eline gına yahılmie gelir sıra. Gelinin elini ayânı gınalallardı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yahın |
: |
Yakın. “Sabah ezanı yahındı. Alışgannık işde! Vahtı gelince gözüm gendiliğinden açılır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yahında |
: |
Yakında. “Ev ev gösderdig, hısımların evini. Yıragdâ hısımı, yahındâ hısımı, mahallede gezdig, ohi:cinin arhasında.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yahnı |
: |
Yahni. Bir çeşit etli ve sulu yemek. |
yaka |
: |
1. Kadın memesi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Yan, yön. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Rampa yer, dik yokuş. |
yakağan |
: |
Türlü hastalıkların mikroplarını taşıyan ve insanlara bunları aşılayan sivrisineğe benzeyen küçük bir sinek, tatarcık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
yakamak |
: |
Yıkamak, temizlemek. |
yakan top oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. YAKAN TOP Açık havada top ile oynanan bu oyunda, eşit sayıda iki takım kurulur. Oyun alanı çizgiyle belirlenir. Oyuncular, her iki takımın oyuncu sayısı eşit olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Hakem iki takımı ayıran ortadaki çizginin üzerinde durarak topu havaya atar ve oyunu başlatır. Topu hangi takımın oyuncusu yakalar ise o takım ortaya geçer. Diğer takım ebe olur. Ebe olan takım kalede yerlerini alır. Kalenin arkasında kaçan topları getirmek için birer oyuncu bekler. Ebe olan takım kendi kalecileriyle paslaşarak ortadaki oyuncuları vurmaya çalışır. Vurulan oyuncu ölür ve oyun dışı kalır. Oyuncuları vurmak için atılan topu yakalayan kişi bir can kazanır. Bu kazandığı canla oyun dışı kalan arkadaşlarını oyuna alabilir. Tüm oyuncuları ölen takım yenilir. Günümüzde oynanan oyunlardandır. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 225) |
yakarca |
: |
1. Tatarcık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Zona da denilen, deride oluşan, ağrılı, kaşıntılı kabarcıklar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yakarıcı |
: |
Yalvarıcı, dileyici, ricacı. “Başa çıkamayınca Halilen, yakarıcı gönderir.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yakarmak |
: |
Yalvarmak, dua etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yakasından düşmemek |
: |
Birinin yakasını bırakmamak, birine isteğini yerine getirmeye zorlamak. “Etme eyleme, düş yakamdan.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yakasından geçirmek |
: |
Evlat edinmek. |
yakasını üstüne etmek |
: |
Ne isterse öyle yapmasına izin vermek, karışmamak. |
yakasız gömlek |
: |
Ölü giysisi, kefen. “Bak şu kaşa bak şu göze Ciğer kebap oldu köze Bir yakasız gömlek bize Felek biçer demedim mi” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yaken |
: |
Arkadaş. |
yakı |
: |
1. Yağ ve pekmezle yapılan, loğusalara yedirilen bir yemek. 2. Ağrıları iyi etmekte kullanılan çeşitli ot ve nesnelerden yapılan em. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Yemeklere katılan kaynatılmış baharat. “Emiş garının ocaktaki tavada yakmaya başladığı taze yağlı nane kokusu, Hacı Ömer’le Rüstem’i yeniden acıktırmış gibiydi. Emiş garı yakıyı çorba gazanına garıştırmıya başlar başlamaz, ardıçtan yapılma tahta gaşıkların da ellere alınıvermesi bir oldu.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
yakılamak |
: |
Yakı yapmak. “Nine onun yarasını buldu, temizledi, yakıladı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yakım |
: |
Dağa, taşa, ağaca, hayvanlara, üzüntüye, kedere, sevince, neşeye ağıtlar, şiirler söz, türkü söyleme. |
yakım yakmak |
: |
Şarkı söylemek. |
yakış |
: |
Yün işlerinde motif. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yakışığı |
: |
Yakışıklısı, güzeli. |
yakışığın |
: |
Güzelliğin. “Yörü bire yörü Antep elleri Senin yakışığın yazınan gelir Başı top top olmuş eğri peçeli Gelinler karışmış kız inen gelir” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yakışmak |
: |
Uygun olmak, güzel olmak. |
yakmak |
: |
1. Önemli olaylar, acılar, ayrılıklar, seviler üstüne türkü, ağıt yakmak, düzmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Anası ölmüş bir kuzuyu başka bir koyuna öğür etmek. |
yal |
: |
İnek, köpek vb. hayvanlara yedirmek için hazırlanan unla kepek karışımı sıvı yiyecek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç. Ada. Osm.) |
yal gödesi |
: |
İtin oburu. |
yal yediği çanağa işemek |
: |
Nankörlük etmek. “İnsan yal yediği çanağa işememeli.” |
yal yiyen it yüzünden belli olur |
: |
Bu rüşvet yiyen insanlar için kullanılır. “Yal yiyen it yüzünden belli olur.” |
yalabık |
: |
1. Parlak şimşek. 2. yalama, ağzı cıvık olan. |
yalabımak |
: |
Şimşek çakması, ışığın parlayıp yok olması. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yalabıtmak |
: |
Öfkeyle hızlı vurmak, dövmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yalabuk |
: |
1. Cilalı, parlak, ışıldak, düzgün. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Çam, köknar, kamalak gibi ağaçların kabuğunun altındaki incecik ak zar. Kabuğu soyunca bu zar kabukla birlikte gelir, sonra o da kabuktan soyulup yenir. “Hasan oğlan, şu çam ağacından ona yalabuk soymalı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yalafak |
: |
Yassı, düzgün. |
yalah̬ |
: |
Hayvanların içinde yemek yediği taş, ağaç, çanak vb. kap. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yalak |
: |
Çukur, yemlik, hayvanların su içmesi için ağaçtan yapılan suluk. Aslında yere eşilmek suretiyle, köpeklerin içlerinde yallarını yiyerek, zamanla iç ve kenarları da sıvalı olan hususi çukurlara yalak denilir. Muhtemelen kelime etimolojik olarak yal sözcüğünden gelmektedir. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
yalak çıkarmak |
: |
Geleneksel düğünlerde davul eşliğinde güreşe hazırlık için yapılan bir oyun. |
yalaka |
: |
Arı, hayayı üzerinden atmış, utanmaz, başkasına iyi görünmeye çalışan. |
yalama |
: |
1. Güneşten, susuzluktan ileri gelen bir dudak hastalığı. 2. Laçka. 3. (İnsan) Utanmaz, yüzsüz. |
ya:lama |
: |
Tarhana yapılırken pişirilen pilavın tereyağı ile yağlanmasıyla hazırlanan ve yanında ayranla birlikte komşulara ikram edilen pilav. “İki üç sefer o çabıdları yurug, çardagları tertemiz siler, tarhani: çekerig üsdüne, soudurug. Kiskibar souddugdan sôna şö:le elin yanmieceg şekilde goyarıg teşlere yûrrug yûrrug, yôrdlarını goyarıg kiskibar, kekigleri atarıg, çörôtunu atarıg. Yâlamamızı yerig, firi:mizi yerig, yavrım.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yalama olmak |
: |
Aygıt, eskiyip yıpranmak, vida genişlemek, tutmaz olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
yalama yannık |
: |
Herkesle laubali olmuş, geveze. |
yalamağın kıyısından uçmak |
: |
Kötü sonuçlanacak bir olaydan son anda kurtulmak. “Yalamağın kıyısından uçtu.” |
yalamak |
: |
Sıyırmak. “Sabahınan mal sulamış Dükkâna bolu ulamış Ne yatıyon paşa gardaş Golunu gurşun yalamış” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Paşa’nın Ağıdı, Derleyen: Canan Ceran) |
yalamık |
: |
1. İlkbaharda çam ağacının budak yerlerinden akan sakızlı su. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Aşınmış olan. |
yalamıç |
: |
Derinliği az olan mutfak gereci. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yalamuk |
: |
1. Cilalı, parlak, ışıldak, düzgün. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Çam, köknar, kamalak gibi ağaçların kabuğunun altındaki incecik ak zar. Kabuğu soyunca bu zar kabukla birlikte gelir, sonra da o kabuktan soyulup yenir. “Hasan oğlan şu çam ağacından ona yalabuk soymalı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yalan dünya |
: |
Yaşadığımız dünya. Şu yalan dünyaya geldim geleli Deli gönlümün düzeni bozuldu Felek tabancasın belden çekince Avlağım sulağım evim bozuldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.639 |
yalan yapıldak |
: |
Uydurarak konuşmak. |
yalançı |
: |
Yalancı. “Yalançının teki O. Allah bir dese inan başka sözüne inanma sakın.” |
yalangı, yalanı |
: |
1. Kabakulak. 2. Atkuyruğu denilen sarı çiçekli bitki. Boyu 1-1.5 m.ye kadar ulaşan, bal arılarının çok hoşlandığı sarı bir çiçeği olan; gri ve yumuşak tüylü ve yapraklarının tozları insanı rahatsız eden; kıraç yerlerde yetişen ve yakacak için kullanılan bir ot çeşidi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
yalantan |
: |
Yalancıktan, şaka olsun diye. |
yalap |
: |
Parıltı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yalap şap |
: |
(İş) Üstünkörü, gelişigüzel. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yalapçak |
: |
Beynin algılayamayacağı kadar kısa bir zaman aralığında görme hali. |
yalavıç |
: |
1. Laçkalaşmış. 2. Bozulmak. 3. Utanmaz. |
yalaz |
: |
Parlak, göz kamaştırıcı. “Deniz kenarında yerler hurmayı Kılavuz katarlar telli turnayı Ak göğsün üstünde yalaz düğmeyi Çözer gider yaylasına bir gelin” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yalba |
: |
Yakmak için toplanan ot. Şelagine vurmuş yalba Yaralarım geldi denge Sen yoksun da abamoğlu Kimse bize olmaz kölge “Ömer Kaya, Hacı Abdullah Kozan, Mahalli Kelimeler Sözlüğü, UKDE Yayınları No: 30, Kahamanmaraş, Ağustos 2003. |
yalbır |
: |
Parlak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yalbır yalbır |
: |
Parıl parıl. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yalbır yalbır yanmak |
: |
Parlamak. |
yalbırdak |
: |
1. Çıplak, yarı çıplak, don gömlek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Yalnız. 3. Pırıl pırıl eden, parlayan. “Karşıdan Salman, elinde uzun çift ağızlı yalbırdak hançer, koşarak geldi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) “Mıstık Paşa gitmiş odası yaslı Hatunları vardı hep turna sesli Top kara zülüflü yalbırdak fesli Usul boylu hatunların nicoldu” (Dadaloğlu, Derleyen: Duran Doğan, Barış Kabalcı, Kay-nak Kişi: Behzat Gök) |
yalbırdamak |
: |
Parıldamak. “Bu taht yalbırdadıkça tekmil yeryüzü mavi, tatlı bir ışığa batıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yalbırtı |
: |
Pırıltı, ışıltı, ışık, parıldama. “Kale, dağ, ova tepeden tırnağa bir yıldız yalbırtısına batmış çıkmıştı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yaldadılmak |
: |
Aldatılmak. |
yaldadmak |
: |
Aldatmak. |
yaldamak |
: |
Aldatmak, bir şeyden yeterli miktarda değil de az bir parça vermek. |
yaldanmak |
: |
Aldanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
yaldırdamak |
: |
Parlamak. |
yaldız |
: |
Parlak, göz alıcı.Eşyâlara altım veya gümüş. görünüşü vermek için yapıştırılan yaprak veya eriyik halindeki altın, gümüş veya, bunların taklidi olan. madde. mec. kötü olan bir şeyi herkesin gözünü boyayarak, iyi gösteren hâl, göz boyama. “Testisini almış pınara gelmiş Terlemiş memeler taze domurmuş Has yaldız düğmeler çapraz vurulmuş Seherde göğsünü çöz kara gözlüm” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yalgı |
: |
Yalnızlık, tenhalık. |
yalguvan |
: |
Boş, yaramaz kişi. “Yalguvanlığı meslek edinmiş.” |
yalı |
: |
1. Irmak kenarında kumsal düzlük, soğan dikilen yer. 2. Atın ensesinde ve boynunda bulunan uzun kıllar, yele. “At, Koca Osmanın evinin önünde bekliyordu… Kuyruğu topuklarına kadar sarkıyordu. Süzülüyordu. Yalısı sağa yatmıştı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yalıdandutma |
: |
Niteliksiz insan. |
yalıf |
: |
Alev. “Kaşların benzettim İlâm Elif’e Yaktı yüreğimi tuttu yalıfe Kallemiş mi döktün kara zülüfe Kara zülüf burcu burcu kokuyor” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yalı:z |
: |
Yalnız, kendi haline. “Seni yalı:z goycum amma, gusura galma Recebim., uyhum geldi benim.Haydi Allah ırahatlık versin” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yalık |
: |
Yalnızlık, tenha. |
ya:lık |
: |
1. Oyalı yazma. 2. Eşarp, kenarı oyalı başörtüsü. “Garalı yâlık başımda Göz boncû var döşünde Ben bebeği gelin etdim Daha bebek bir yaşında” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İclâl’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Emine Gök (Hodul Emine)) |
yalım |
: |
Ateş alevi. “Sofranda da türlü nimet yedirdin Nicesine sen el aman dedirdin İçerime düğün bayram kurdurdun Yalımı çıkmadık ört verdin bana” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç)
Yükseği yalım sayalı Kekliği şahan soyalı İnce belli gök sayalı Dilber seven del'olma mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.422 |
yalın |
: |
Ateş alevi. |
yalıŋayak |
: |
Çıplak ayak. |
yalıŋgı |
: |
Birden parlayan, parlayıp sönen, çalı çırpı alevi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yalını ver iti ürdürme |
: |
Çalıştırılan kimsenin ücreti anında ödensin ki sağda solda dedikodu yapmasın, ileri geri konuşmasın. “Yalını ver iti ürdürme.” |
yalıŋız |
: |
Yalnız, tek başına, sadece. “Müzevirler hep toplandı Cenderme yola atlandı İremzi Ağam gayf’içiyor Yalınız Hasan gatlandı.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
Erisin de dağlardaki karınız Kudretten de kınalanmış eliniz Eğer tenhalarda bulsam yalınız Tanrı celaliyle sarmak muradım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.485 |
yalıŋkat |
: |
Tek kat, hafif, ince. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yalıŋsak |
: |
Tek gezen azılı kurt. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yalız |
: |
Yalnız. “Elboğlu Gündeşlizının yanında üç gece galdı. Dördüncü gece misafirleriynen barabar odasında otururkene tâbı dü:n savdı. Kimse yoķdan yanında. Yalız Elboğlu’nun güçcük gardaşı İmirze de varıdı. Gavaslar ayâ yekinerek padışân vermiş olduğu fermanı Elboğlu’nun eline sünerek, Elboğlu’nun ayâna gapandılar. Elboğlu fermanı açarak peki, başüsdüne padışahımın fermanı deyi öpdü, goynuna goydu.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
ya:lir |
: |
Yayılır. |
yalkı |
: |
1. Keçinin doğurduğu tek oğlak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Yalnız, tekbaşına, çekincesiz, çocuksuz kadın. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yallama |
: |
Kaba görünüşlü. |
yallandī gapıda ürmek |
: |
Nerede besleniyorsa oranın lehinekonuşmak. |
yalloş |
: |
1. Beş parasız, züğürt. 2. Kaba saba. |
yalloz |
: |
1. Mide düşkünü, obur. 2. Terbiyesiz çocuk. |
yalm |
: |
Eğri, düz olmayan (yayvan, çukur) |
yalman |
: |
1. Eğri, yanlamasına. (kesme, gitme vb. için)(TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Ateş parçası, yalım, tiz, kılıcın meyilli tarafı. 3. Parlak sivri uç. “Kirmeni de kılıcımız kirmeni Taştan dönmez mızrağımın yalmanı Böyle imiş padışahın fermanı Dağlar melil melil bilmem nedendir” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
yalp yalp yanmak |
: |
Pırıl pırıl etmek, pırıldamak, parıldamak, ışıl ışıl yanmak, ışıltı çıkarmak. “Bu sebepten, Memedlerin evlerinin damı güneşte çeşit çeşit rengile yalp yalp yanar.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yalpada |
: |
Bir anda. “Yalpadak ışıg içeri gelişin,ben aman ana nur dôdu, yörü ged dışarı dedim.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yalpalamak |
: |
Sendelemek. |
yalpırdak |
: |
1. Ayağı çıplak gezecek kadar fakir, fakat kaba. 2. Yoksul. |
yaltakçı |
: |
Dalkavuk. |
yaltakmak |
: |
Dalkavukluk etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
yalyemez |
: |
İşe yaramayan köpek, insan. |
yamacına gelmek |
: |
Yakınına gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yamak |
: |
Yardımcı, uşak. |
yamalık |
: |
Yama, ek, yama yapmaya yarar bez parçası. |
yamalık bohçası |
: |
Yama için kullanılacak bez parçalarının konduğu küçük bohça. |
yaman |
: |
1. Kötü, hoş olmayan durum. Dost elinden içtim içtim mat oldum Kahbe felek güldü ben de şâd oldum Emmiden dayıdan dosttan yad oldum Ne yaman uzağa attı yol bizi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.469 2. Kötü. Ezrail göğsüme çöktüğü zaman Öyle bilin halım perişan yaman Bülbülün kafesten uçtuğu zaman Cesedimi kabre koymak isterim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.502 3. Kurnaz. Karac’oğlan der ki aman sevdiğim Yolumu kapladı duman sevdiğim Vallahi yamansın yaman sevdiğim Niçin beni yalan sözle kandırdın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.563 4. Zor, katlanılması güç olan. Karac’oğlan der ki mislin bulunmaz Arab at yorulur gönül yorulmaz Güz gelince hiç semtine varılmaz Yamandır Tekir'in belin Erciyes Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.630 |
yamanmak |
: |
Yüzüstü yere düşmek, yatmak, kapaklanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yamaş |
: |
Yamaç. “Su yamaşda çifde mezar Yel eser gumları tozar Gul oluyum ben anana Onları sıramasda gezer” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hacı Osman’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Bakacak) |
yambul yumbul |
: |
Eğri büğrü, yamrı yumru, yampiri. |
yambur yumbur |
: |
Eğri büğrü, yamrı yumru, yampiri. |
yamcıltmak |
: |
Yamultmak. |
yamçı |
: |
1. Kıldan yapılma battaniye. “Yaşa babamoğlu yaşa Maraş’dan istemiş Paşa Gardaş Maraş’a gedici Yamçısını getir Eşe” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hastalıktan Ölen Abdil Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) 2. Pelerin. “Sırma şalvar filik yamçı Daha sandığı bekliyor Kızın çeyizini gördüm Hemi baston hemi yamçı” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) 3. Atın eğerinin üstüne atılan dokuma örtü. 4. Uzun tüylü, kalın yün dokumadan yağmurluk. 5. Yağmur ve soğuktan korunmak için kıldan, keçeden yapılmış üst giysisi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yamçık |
: |
Düzgün olmayan, eğri, yan olan. |
yamçi |
: |
Kamçı. “Düsmanın varısa silahsız gezme Sürüsün yamçide ayakda çizme Ölürkene ağam gözlerini süzme Yol ahrete düşdü bil Hösü:n Ağa” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüseyin (Uyduran) Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Âşık Ali Ateş) |
yamdınmak |
: |
Damakta tat alınırken yapılan ağız hareketleri. |
yamen |
: |
Tarlalardaki taş duvar. |
yamık |
: |
Eğik durumda olan, eğrilmiş, bükülmüş, yamuk. |
yamıkmak |
: |
Eğrilmek. |
yamıktırmak |
: |
Çökertmek. |
Yamılha |
: |
Yemliha. “Sergende de koca söğüt Verseler de almam öğüt Selver Yamılha’dan güccük Emmileri vurur şaplak” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Mustafa Kıraç’ın Ağıdı, Derleyen: Erol Yıldırım, Kaynak Kişi: İzzet Kıraç) |
ya:mır |
: |
Yağmur. “Eşiminen bana benzer Yâmır yağar bucak bucak Guluncunu almaz gucak Hepine dayandım felek Görpe guzum çok güçücek” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
yamırha |
: |
Yemliha. “Köfte Vaysal’ın köprüsü ile Çakmakların Köprüsü arasında bir köprü daha varmış kırklı yıllara kadar… Yamırha Hoca’nın nahana tarlasına doğru geçilirmiş.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yamışdırmak |
: |
Okkalı şekilde vurmak, yapıştırmak (tokat vb.) |
yamışmak |
: |
1. İnat etmek. 2. Değmek, dokunmak, yaslanmak; bir yere oturup kalmak. |
yamıtmak |
: |
Kaytarmak, sözünden dönmek. |
yammak |
: |
Eğmek, bükmek. |
yampeş |
: |
Eğri, doğru olmayan. |
yampiri |
: |
Yan yan yürüyen. “Ellengeç gimi yanpiri yanpiri yörümesi var ya! Mest ediyor beni!” |
yampirik |
: |
Aksak ya da yan yan yürüyen |
yamrılmak |
: |
Yamrı yumru olmak, eğrilip büğrülüp çarpıklaşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Kapı, taş yiye yiye çokur çokur olmuş, yamrılmıştı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yamsıldmak |
: |
Eğmek, bükmek, yassılamak. “Tek kapıların açılan kenarına yakın yerde kız beliği gibi sallanan zerzesinin takılacağı yere; çatal kapılarda ise mandalın ters tarafına çakılır. O iki sivri uç da çakıldığı yerin arkasından çıkmıştır; ne kadarı çıkmışsa, birbirinden ayrılarak ters taraflara doğru yamsıtılır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yamsılmak |
: |
1. (Mecaz) Taraflardan birini biraz daha tutar gibi olmak. 2. Yassılaşmak, birinin karşısında küçülmek, ezilip büzülmek. |
yamşak |
: |
Kapı çerçevesinin dış üst kısmı. |
yamşıdmak |
: |
Aldırış etmemek. |
yamşımak |
: |
Sürtünmek, yapışmak. |
yamur yumur |
: |
Eğri büğrü. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
yamyasdı |
: |
Yamyassı. |
yan bakışmak |
: |
Dostça olmayan bakışmak. Arab ata biner hep yarışırlar Cirid oynarlar da ok atışırlar Yine bir gün gelir yan bakışırlar Allı turnam harmandalı döndü mü Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.642 |
yan çen olmak |
: |
Aşırı şişmanlamak. |
yan gitmek |
: |
1. Yan yola sapmak. Aman Tanrı'm benim yârim gücenmiş Beni görse yoldan çıkar yan gider Gönül suyu gözlerimden akıyor Ah ettikçe ciğerimden kan gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.587 2. Yan bakmak, yandan bakmak. Ala gözlerini sevdiğim dilber Senin bakışların bana yan gider On beşinde bir güzeli sevmeyen Bu dünyaya hayvan gelir bön gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.588 3. Kolayca, zahmetsizce kabul etmek. Karac’oğlan der ki böyle oluptur Ala gözün kan yaş ile doluptur Ol asırdan beri âdet oluptur Ergen kızlar yiğitlerle yan gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.588 |
yan kabağı |
: |
Birinin sürekli yanında bulunan. |
yan kös gelmek |
: |
Kolunun altına iki yastık, altına bir minder alıp uzun oturmak. |
yan olmak |
: |
Yangın çıkmak. Göbeli'de bir dilbere duş oldum Aklım şaştı kaygılara eş oldum Aman beyler bakın ben bir hoş oldum Ben âşıkım ataş olur yan olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.624 |
yan tepiği |
: |
1. Umulmayan bir kimseden kötülük görmek. 2. Yanlamasına vurulan tekme. |
yana yana |
: |
Yanyana. Turnam gelir yana yana Kanadı boyanmış kana Çık havaya döne döne Bizim eller görünür mü Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.641 |
yana yıkmak |
: |
Eğmek. Ala göze sürme çekme Başını bir yana yıkma Sakın yücelere çıkma Dokanırsın göze gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.545 |
yanak |
: |
Yanalım. |
yanaklık |
: |
Çamaşır yıkanan yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yanal, yaŋal |
: |
(Genellikle hayvanlar için) Alaca, açıklı koyulu, değişik renkli. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yanalak |
: |
Yarı açık. |
yanalamak |
: |
Hafifçe açmak, aralamak. |
yanaldoğ |
: |
Davarlar için kullanılan bir Yörük sıfatı. “Siyah türlerine karşılık kahverengi tüyleri daha çok olan yahut da sırtı siyahlı olmasına rağmen, başında ve kulaklarında kahverenginin baskın olduğu görülen davarlara bu tarif yapılır.” |
yaŋalmak |
: |
Hata yapmak, yanılmak. “Bebek durmaz dinelirim Aklım ermez yanalırım Gücücükden acı gördüm Ağlamıya bunalırım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
yanapa |
: |
Bir çeşit börek. |
yanȃralardan gédesice |
: |
Vebadan öl anlamında bir ilenç. |
yanargün |
: |
Temmuz’un son üç günü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yaŋari |
: |
Börek. |
yanaşma |
: |
İşçi, hizmetçi, kahya, uşak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) “Ev başına yıkılmış gibi olur, dünya dar gelir artık ona… hangi yana baksa, kumasını görür, gece herifi yanaşma kumasıyla birlikte geldi sanır…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007)
“Bileği kuvvetli olmayan yanaşma olur, buyruk dinler.” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
yaŋaz |
: |
Ters işler yapan, huysuz, aksi, ters (kimse) |
yanba: gelmek |
: |
Yastığa yanını vererek yer minderine oturma şekli. |
yancı |
: |
İskambil yahut okey oynayanları seyreden kişiler. |
yancık |
: |
İğle ip yaparken baldıra takılan plastik veya bez parçası. |
yandag |
: |
Yan tarafı. |
yaŋfırı, yanfiri |
: |
Eğri, yamuk, öz olmayan, yandan. |
yaŋgal |
: |
Seven, gerçek seven, Samimi, sıcakkanlı kişi. |
yaŋgala |
: |
Yan kalan, (mec.) belanı buldun, yellemek. “Dangala kabak dangala Ateş koydum mangala Akis yar benim dostum Yangala anam yangala” (Veli Aba, Seyfi Metin, Ö. Tuğrul Kara, Osmaniye Manileri, Adana 2011) |
yaŋgı |
: |
Etkin keder. |
yaŋgılı |
: |
1.Tutkun düşkün seven. “Çocuk yangılısı karı. Çocuk için deli olur.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2.İçi yanmış, acılı. “Etme Ali”, dediler, “fıkaranın fidan gibi oğlu gitmiş yüreği yangılı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yaŋgın |
: |
1. Sevdalı, vurgun, müptela. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) “Beni yangın ettin şol kalem kaşa Elim varmaz oldu dünyada işe Yeter beni yaktın kuru ataşa Senin de savrula külün sevdiğim” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 118. 2. Bağlı, düşkün. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Yanmış. “Emmim ölük babam da ölük Canı yangın acılıyım Salkım söüt sallanışlı Cüşür tesbih bacılıyım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hastalıktan Ölen Mahmut (Havıs) Efendi’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
yaŋgın gelmek |
: |
Ateşi yükselmek. |
yaŋgın olmak |
: |
Sevdalanmak, aşık olmak, bir kimseye tutulmak, tutkun olmak. “Herkes, bütün köy Memidiğin Zeliha’ya yangın olduğunu… biliyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yaŋgına kalmak |
: |
Sevdalanmak. |
yanı yére gelesice |
: |
Öl anlamında bir deyim. Malum olduğuüzere insan ölünce kıbleye karşı sağ yanı üzere yatırılarakgömülür. Dolayısıyla insanın yanının yere gelmesi bunutelmihen ölmesine işareten kullanılan bir deyim. |
yanıç |
: |
1. Biçimsiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Sac üzerinde et, çökelek veya ıspanaktan yapılan yarım daire şeklinde börek. 3. Yan basan, yan yan yürüyen, yengeç. |
yanık |
: |
Kavruk. |
yanıkara |
: |
1. Sığırda, atta görülen bir hastalık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Lekelenmiş kişi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yanıl |
: |
kızarmış, olgun. |
yanıl alma |
: |
Bir yanağı kızarmış, öbürü yeşil kalmış elma türü, parlak elma. Bir ağaçta biter kırk yanal alma Birinden gayrıya elini salma Irak yakın deyi eğlenip kalma Turna yârin selâm saldı gel deyi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.467 |
yanılıp yazılmak |
: |
Elde olmaksızın yanılmak. “Eğer yanılıp yazılıp kötü bir yollara sapıyorsa suç muhtardaydı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yanına yakmak |
: |
Birine eşlik etmesi için diğer bir kişiyi yanına vermek. |
yanını yivini belirsiz etmek |
: |
Yanını yönünü belli etmeme. |
yanıpeş |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yan taraf. |
yaŋır |
: |
Bir eşya, elbise veya organın pislikten katmerlenmiş hâli. |
yanış |
: |
Motif, desen, kilim deseni. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Alaçuvallar üzerinde görülen yanışlar, bütün Sarıkeçili aileleri ilediğer yerleşik yörükler arasında da bir benzerlik göstermektedir. Mesela: Mut'ta yerleşik Köselerli, Ceritler, Tekeli, Bozdoğan, Hacıahmetli, Elbeyli (İlbeyli) Menemenci ve Bahşişlerde de aynı yanışlar kullanılmıştır.” (Hilmi Dulkadir, Sarıkeçililer İsimli Makalesinden) |
ya:nış |
: |
Yanlış. “Hadi sâ dedim deyim, ben bâ it der miyim?. Demem, valla… demem ki!... Sen de bir şeyi yanış yunuş ânıyon hêri…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yaniki |
: |
İnatçı, anlaşılması zor kişi. |
yankar |
: |
Çok sıcak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yankeş, yaŋkeş |
: |
1. Eğri büğrü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Çapraz. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yanlama |
: |
1. Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. Sağ ayakla başlayarak üç adım alınır ve önce sol ayak öne uzatılıp yerine getirilir. Dizler sola doğru bükülerek vurgu yapılır. İlk 3 sayıda kollar öne arkaya sallanır.ve omuz hizasına kaldırılır. II. Adım Cümlesi: (Gezinme) Sağ ayak sağa basılarak sol ayak yanına çekilir ve alkış tutulur. Ya da 3 adım ilerlenip sol ve sağ ayak öne atılır. Halay başı soloya çıkar. III. Adım Cümlesi: İlk adım cümlesi yerinde dizlerden yaylanarak yapılır. Eller kenetlidir. (Hatice Fatoş Derebent, Çağlayancerit Halk Kültürü, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi, Kahramanmaraş, Mayıs 2015. s. 103) 2. Kıldan dokunan nakışlı kilim. |
yanlık, yannık, yanık |
: |
1. Küçük tuluk. 2. Deri ya da tahtadan yapılmış yayık. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) “Kara devenin köşeği Ak tuğlunun eşiği Yanlığımın tor pişeği İzzetim, İzzetim, güzel İzzetim” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
yanma |
: |
Sevdalanma. |
yanmak |
: |
1. Tutmak (Özellikle kınanın). 2. Sevdalanmak. 3. Candan, içten üzülmek. 4. Derdine ortak olmak. 5. Oyunda yanlış yapmak, oyun dışı olmak. Ḳınayı yaḳtıḳtan sonra bir kese gėydirirlerdi daha iyi yanması için. |
yanna |
: |
Yanına. “Keten başlım heç galmadı Dolanıp yana varacak Sıkı başa dar gelince Gönlümün gamın alacak” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
ya:nna |
: |
Yanına. |
yannarıma |
: |
Yanlarıma. “Gürece’nin günden yüzü Yannarıma indi sızı Gırışda’nın Döndü gızı Yaktı kül eyledi bizi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Ölen Eşkıya’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Karagedik) |
yannarına |
: |
Yanlarına. “Diyarbekir çöllerinde Esem Kürdisdan ellerinde Ganadlansam da uçamam Kim varıcı yannarına of” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Ahmet Höbek’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ömer Höbek) |
yannayak |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yalınayak. |
yannı |
: |
Yan, yön. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yannık |
: |
1. Küçük ayran tulumu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Koyun ya da keçi derisinden yapılan yayık. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yannık düren, yanık düren |
: |
Bir kadının son çocuğu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yannık yaymak |
: |
Yoğurttan ayran ve tereyağı elde etmek için yayıkla yapılan işlem. |
yannış |
: |
Yanlış, hata, yalan. |
yannız |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yalnız. |
yaŋpeş |
: |
Eğri, yamuk. |
yansa gerektir |
: |
Yanmalıdır, yanması gerekir. İlettiler kıl köprüyü geçmeğe Gayrı yolum yoktur dönüp kaçmağa Uçmaklık olanlar gitti uçmağa Günahkâr olanlar yansa gerektir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.613 |
yaŋsılamak |
: |
Birinin sözünü, sözün ağzından çıkışını da benzeterek, alaylı bir biçimde yeniden söylemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yanşanmak |
: |
Gevezelik etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yaŋtır |
: |
Yan yan. |
yaŋtırı |
: |
Yan yan yürüyen. |
yantiri |
: |
Bir zenginin, bir güçlünün gölgesinde geçinip giden. |
yaŋyürek |
: |
Acıma duygusu güçlü, insancıl. |
yapalak |
: |
Baykuş. |
yapalama |
: |
İri, ele sığacak kadar büyük taş parçası. |
yapame: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yapamıyor. |
yapbasan |
: |
Kılığı düzgün olmayan, gelişigüzel davranışlı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yapıcı |
: |
1. Yapı yapan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. İşin ehli, ustası. ”İşi yapıcıya ver, yerse yarısını yesiŋ.” |
yapık |
: |
1. Boynuzu arkaya yatık öküz manda. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Yemeni, başörtüsü. 3. Taranmamaktan dolayı saçların birbirine girmiş düzensiz ve darmadağın olması. |
yapıklı |
: |
1. Saçını sık taramayan hanım. “Saçına darak değdirmediğinden koyun sırtı gimi yapıklı olmuş.” 2. Sevimsiz hanımlar için kullanılır. |
yapıştıneyin |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yapışınca. |
yaplak |
: |
Ödlek, korkak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
yapma |
: |
Sıvasız taş duvarlara yapıştırılarak kurutulan kalın bir tezek cinsi. |
yapra: |
: |
Yaprağı. “Su vurullar yudurullar Durur mu şehidin ganı Gül yaprâ leylab dalı Yarimine bana benzer” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüseyin Ağa’nın Ağıdı (Halbur Ağıdı), Kaynak Kişi: Adil Gök) |
yaprak |
: |
Bodur meşe ağacı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yaprak tırnak |
: |
Hayvanlarda ince yassı, yaygın tırnak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yapyasdı |
: |
Yamyassı. |
yar |
: |
1. Nehirlerin yüksek kenarları, uçurum. 2. Dik bayır, uçurum. “Analı oğlak yarda oynar, anasız oğlak yerde oynar.” (Andırın Atasözü) |
yar yar yalvarmak |
: |
Pek çok yalvarmak. “Ağlarım, sızlarım, köyün içinde yar yar yalvarırım.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yar yetimi kalmak |
: |
Sevdiğini kaybetmek, ondan uzak ayrı yerde kalmak. “Yar yetimi kaldım.” |
yara yasama |
: |
Yaraya merhem sürmek. |
Yaradan |
: |
Allah. Karac’oğlan der ki yoktur hanedân Bana yardım eyle aman Yaradan Nasıl vazgeçeyim böyle sunadan Deli gönlüm bu yosmaya vurgundur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.618 |
yaraglı |
: |
Faydalı, yararlı. |
yaramak |
: |
(Koyun kırkmak, tarla sürmek, ekmek vb. için) Zamanı, sırası gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yarame: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yaramıyor. |
yaramışlık |
: |
Birine yaranmak için yapılan, dalkavuğa yaraşır davranış, dalkavukluk, yalakalık. |
yaramışlık, etmek, yaramışlık satmak |
: |
Dalkavukça davranmak, yalakalık etmek. “Yaramışlık satmasa olmaz sanki.” |
yaran |
: |
Akran. “Durdu Efendi’yle yaran Hayran olur bunu gören Ağam bir asker yitirmiş Bilmem geyik, bilmem ceren” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)
Ala gözlerini sevdiğim dilber Gezer miydin yâran ilen eşinen Irak yerden kem habarın duyarsam Döğünürüm kara bağrım taşınan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.524 |
yaranış |
: |
Örgülü ve birbirine bağlı saçlar. |
yarbı |
: |
1. Arkaya doğru kıvrılmış boynuz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Boynuzları arkaya doğru kıvrılmış hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Boynuzu boynuna doğru uzayan camız, manda. |
yarbıdak |
: |
İnce olan kıyafet. |
yarbi |
: |
Kepçe kulak. |
yardagcı |
: |
Yağcı, yalaka. |
yardan geçmek |
: |
Yardan ayrılmak, yardan vazgeçmek. Ak yâri gördükçe ağladım coştum Al elinden dolu bâdeler içtim Kötüler sandı ki ben yârdan geçtim Ölmeyince çeker miyim elimi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.642 |
yardım eyle yalınıza |
: |
Ağıtlarda söylenen bir kalıptır. Evin tek oğluna yardım edilmesi isteniyor. |
yareden |
: |
Yaradan. “Yareden vermis akılı Kim ola güve vekili Sêmen geldi boş getmiyor Kesin Hacca’nın kekilini” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kına Gecesi Ölen Hacca Kız’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürside Karpuz - Döndü Parmaksız) |
yaren |
: |
Şaka, yaran. “Al gana boyandı minderi ……………………… Dokdor getir Şerif Fakı Baksın dönderi dönderi Guruçukur örenneri Oynaşıyor Cerenneri Top top olmuş geliyor Ahmet oğlanın yarenneri” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Ahmet Çeribası’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döndü Parmaksız)
Karac’oğlan der erenler Sohbetin görsün yârenler Gencecikten yâr sevenler Ölür îmanlı îmanlı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.421 |
yarenlik |
: |
Şakalaşma, şaka. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yarenlik etmek, yarennik etmek |
: |
1. Şaka yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) 2. Söyleşmek, birlikte eğlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yarennik |
: |
Şaka. |
yarga |
: |
Bölük, parça. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yarga yarga |
: |
Bölük bölük. |
yargalamak |
: |
Yarmak, ikiye bölmek. |
yargalanma |
: |
İkiye ayrılma. |
yargalanmak |
: |
İkiye ayrılmak, yarılmak. |
yargan |
: |
İncirin içi açılarak kurutulmuş hali. |
yargı |
: |
Odun yarmak için kullanılan büyük çivi. |
yargın |
: |
Sırt. |
yarı |
: |
Ortak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yarı kırk |
: |
Lohusalıkta doldurulan ilk yirmi gün. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yarı yére yal olmamak |
: |
Yeteri kadar olmamak, az gelmek,yetmemek. |
yarıcı |
: |
Ortak, tarlada çıkan mahsulün yarısı karşılığı iş yapan kimse. |
yarık yuruk |
: |
Yarılmış, parça parça, yarık yarık olmuş. “Ayakkabısının yırtık yerinden başparmağı çıkmıştı. Altı yarık yuruk tırnağı uzun, dilim dilimdi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yarılmak |
: |
(Çocuk, hayvan yavrusu) Sütten kesilmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yarım avıç |
: |
Avucu doldurmayacak kadar az. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yarım ekmek yatak günü |
: |
Kış günleri için kullanılıyor. |
yarım kancık bel |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Kapların bel kısımlarının daha az daraldığı yere verilen addır. |
yarım yerine yal olmaz |
: |
Bir yemeğin yetersizolması durumu. “Yarım yerine yal olmaz.” |
yarımlağa |
: |
Şiniğin yarısı (4 kg) kadar tahıl alan ölçek. |
yarımsalık |
: |
Kapı ve benzeri şeylerin yarı açık olması hâli. |
yarıntı |
: |
Sel sularının açtığı yarık, oluk. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yarıya it .aşşağı çekmek |
: |
Hiçbir iş tutmamak, boşta gezmek, haylazlık etmek. |
yârin |
: |
Yarın. |
yariyemişcilik satmak |
: |
Yalakalık yapmak. “Yariyemişçilik satmak adamın asligörevi olmuş sanki.” |
yariyeşli |
: |
Faydalı, yararlı. “Yariyeşli şeylerden yiyip içmez de nerede asitli içecekler var onları içer hep yemek yerken.” |
yarlağa:n |
: |
Susuzluktan toprakta oluşan çatlak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yarlanmak |
: |
Yarılmak, tepe gibi yığılmak. “Yağmır yağar yer yarlanır Gardaş yamçıya sarlanır Bir senede yedi ölü Adam obadan arlanır” (Nakleden: Zeynep Taştan, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
yarlık |
: |
Ferman, buyruk. |
yarma |
: |
1. Yarılarak kurutulan meyve. 2. Döğme, tahıl. 3. Ovada yol kenarına toprak yığarak oluşturulmuş yar. |
yarma ölçerme |
: |
Döğme yapma. |
yarma yarı |
: |
Yarı yarıya. |
yarmaça |
: |
1. İkiye ay irilip içinden çekirdeği çıkartılarak kurutulan kayısı. 2. İri yarılmış ağaç, odun. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yarmak |
: |
1. Uğraşmak, emek vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. (Buğday vb.) Öğütmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Açmak. |
yarnak |
: |
1. Yakalık, önlük. 2. İlk kez yavrulayacak dişi manda. 3. Ark yahut kanallardan tarlalara suyun giriş çıkış yerleri. |
yarpadan |
: |
Hemen. |
yarpak |
: |
Yaprak. |
yarpız, yarpuz |
: |
1. Afşin ilçesinin tarihteki eski adı. 2. Akarsu kıyılarında, kırda nemli yerlerde yetişen kokulu bir ot, yabannanesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Mr.) |
yartlak |
: |
1. Büyük yarıntı, oyuk. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Ağaç gövdesinden çıkarılan büyük ve kalın yonga, kavlak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yartlan, yartlaŋ |
: |
Büyük yarık, oyuntu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) |
yartmak |
: |
Bir ağaçtan yarılarak elde edilen, uzun odunparçası. |
yartnak |
: |
1. Yarılmış odun. 2. Ağaç kabuğu. |
yas çekmek |
: |
Bir yakını öldüğü zaman yas tutmakya da bir şeye bir yakını ölmüşçesine üzülmek. “Kız dedi,nasıl olsa bir şey ederiz… Bir yerden bir aylık unu nasıl olsa buluruz. Yas çekme böyle.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yas yas yalvarmak |
: |
Pek çok yalvarmak. “Yas yas yalvardım.” |
yasaŋ |
: |
1. Bir şey üzerine sahibinin kim olduğunu belirtmek amacıyla konulan işaret, bel, bellik. 2. Bir işi yapma hazırlığı, kararı. 3. Tuzak kurararak hazır olarak beklemek |
yasaŋlamak |
: |
1. Gönlünden geçirmek, almak ya da vermek için düşünmek. 2. İşaret koymak. |
yasaŋlı |
: |
Düşünülmüş, akledilmiş. |
yasdanmak |
: |
Yaslanmak. |
yasdı |
: |
Yassı, yuvarlak olmayan. |
yasdıdmak |
: |
Yasdılamak, yassılamak. |
yasdılamak |
: |
Yatırmak, düz hȃle getirmek. |
yasdılar |
: |
Yasakladılar. İslâm dinini yasdılar Beni yârimden kesdiler Seversin deyi asdılar Urganda gerdan iniler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.590 |
yasık |
: |
1. Eğik. 2. Dokuztaş oyununda, oynayanlardan birinin taşının saldırıya hazır durumu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yasıl yasıl tokmak varıyor |
: |
Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. Erkeklerin oynadığı oda oyunlarından birisidir. İki erkek oyuncu vardır. Diğerleri izleyici olarak bulunur. Ortaya bir yastık bırakılır. İki erkeğin gözleri bağlanır. Ellerine ucu düğümlü havlu verilir. Yastığın her iki ucundan tutarlar. Yastığın çekim yönüne göre oyuncular, birbirlerinin yerini anlamaya çalışır. Biri diğerine yasıl (eğil) yasıl tokmak varıyor der ve elindeki havluyla tahmini vuruş yapar.Aynı şekilde karşıdaki oyuncu sorar. Oyun bu şekilde karşılıklı vuruşmalarla devam eder. |
yasılı |
: |
Dokurcun oyununda aynı oyuncuya ait üç taşın bir hizaya gelmesine bir göçek kalmak. |
yasılmak |
: |
Eğilmek, el açmak, minnet etmek. Karac’oğlan der her sözle kesilmem Bir kötüye varıp böyle yasılmam Isırırsın dersin vallah ısırmam Okşalarım nazlım şuralarından Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.531 |
Yasin |
: |
Kur’an surelerinden birisi. Felek bana hançerini haşladı Göz göz oldu yarelerim işledi Hocam geldi Yâsinlerden başladı Baktım sağ yanıma imam da geldi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.439 |
yaslan |
: |
Yas ile. |
yasmak |
: |
1. Dokuztaş oyununda üç taşı aynı hizaya dizmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Yaymak, düz hale getirmek, yayın kirişini gevşetmek. 3. Düzen kurmak, düzene koymak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Hedefe yöneltmek. “Ohumu atdım da yayımı yasdım Şol üce dâları da delmekdür gasdum Şo geden ellerde heç mi yoķ dosdum Bir daha yüz yüze baķma mı dersin” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
yassı |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yatsı. |
yastı |
: |
1. İncelmek, kâğıt gibi olmak, ensiz. 2. Yassı, yuvarlak olmayan, yayvan ve düz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Don yuduğun yastı taşlar Eğriştiğim kaba ardışlar İşte geldim gidiyorum Hep birikin yarandaşlar” (Musa Çökük, Kayseri Avşar Ağıtları, S. 94) |
yastıağaç |
: |
Üstünde hamur açılan, yemek yenilen tahta. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yastık |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Bakıra şekil vermek için kullanılan, örsün altına konan ahşaptır. Örsün sağa-sola gitmesini önlemek için yastık görevi görür. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
yastık mullası |
: |
Kadın, yatakta kocasını öğretleyen kadın. |
yastıklama |
: |
Destekleme. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yastılama |
: |
Yapılarda kullanılan yassıca taş. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yastiye mıhı |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Yuvarlak görünümlü, üzerinde yapılan kabın zemininin dövüldüğü kaptır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
yasyalbırdak |
: |
Üzerine giyecek bir şeyi kalmamış. |
yasyapıldak |
: |
Bir başına kalmak. |
yaş diş |
: |
Yaş baş anlamında bir ikileme. |
yaş üzüm |
: |
Olgunlaştıktan sonra salkım salkım koparılmış üzüm, taze üzüm. “Kasabaya hemen git, köylülerimize yedi sandık yaş üzüm al getir, dağıt.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yaşamak |
: |
… yaşında bulunmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) On yaşıyor. |
yaşarlık |
: |
Yağış, yağmur, kar yağması. |
yaşartı |
: |
Islak,nem, ekmeğin yanında yenilen yiyecekler. |
yaşdaş |
: |
Akran, emsal. |
yaşı benzemesin |
: |
Bir kimseye genç yaşta ölen birisinin adını verirler ve buna da adı sahibi derler. Adı konan kimseden bahsederken de ismi verilen kimsenin ecelinin adı sahibi gibi erken olmaması anlamında söylenir. “Yaşı benzemesin. Adı sehebi çok iyi bir insanıdı.” |
yaşı ne başı ne |
: |
Daha çok küçük, akılbaliğ olmamış çocuk anlamında. “Yaşı ne başı ne.” |
yaşıl |
: |
Yeşil. “Irafında donu yaşıl Bir gün değer ışıl ışıl Adam eşinden ayrılmaz Aklını başına deşir” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Gallik Mustafa’nın Gelini Hatın’ın Ağıdı, Derleyen: Mehmet Öztürk, Kaynak Kişi: Nazlı Özdemir, Cennet Öztürk) 2. Erkek ördek. “Sakarcayı bilemirim başından Yurt gösterdin İzmirli’nin kaşından Sakın olun, Mahmut Bey’in kuşundan O avlasın yaşılları, bazları” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
yaşın yaşın ağlamak |
: |
Gizli gizli ağlamak, sessiz sessiz gözyaşı dökmek. “Karac’oğlan eydür ben de çağlarım Gazel oldu mor sümbüllü bağlarım Vâdem yetti yaşın yaşın ağlarım Bülbül gülden ben yarimden ayrıldım” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yaşları gara gelmek |
: |
Bir an önce ölmek. “Yaşları gara gelesiceler, talan etmişler Avarlığı.” |
yaşlık |
: |
Bir çeşit eşarp. |
yaşmak |
: |
Başla birlikte yüzü, ağzı kapatan örtü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Zulum üstüne de olur mu zulum Bir gün duyarlarsa nic'olur halım Kapının önüne uğrarsa yolum Yaşmağını aç da süz uğrun uğrun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.564 |
yat yan ba:, çal dümba: |
: |
Beyler gibi yan gelip yat,dümbeleğiçal keyif sür, bakalım bu işin sonu nereye varacak çok merak ediyorum. “Yat yan bâ, çal dümbâ.” |
yatağa vurmak |
: |
Koyun ve keçileri sıcaktan korumak için gölgede dinlendirmek. |
yatağan |
: |
Yük taşırken sık sık yatan hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yatak |
: |
1. Hayvanların dinlendiği yattığı yer. 2. Yuva, yatak. 3. Sabanda çift demiri takılan yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yatak durak |
: |
Ev bark anlamında bir ikileme. |
yatak sermek |
: |
Yatak yapmak, yer yatağı hazırlamak. “Süleyman”, dedi, “çocuğun yatağını nereye sereyim.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yatak yazmak |
: |
Yer yatağı hazırlamak, yatak yapmak. |
yataklamak |
: |
1. Kefenlemek,defnetmek. Onu yatakladıktan soñra onuñ üç ḳur’anını okuttum. 2. Yatırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
yataklık |
: |
Yatakların konduğu yüksekçe yer, yüklük. “Giyitlerini çıkardı, ocaktaki ateşte kuruttu. Yataklıktan bir döşek, bir de güllü yorgan, bir de güllü yastık seçti, serdi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yatalak |
: |
Felçli hasta. |
yatalık |
: |
Yatalak, sürekli yatan hasta. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yatan öküze kalk dememek |
: |
Etliye sütlüye karışmamak, kimsenin işine karışmamak. “Yatan öküze kalk demezsen sonucuna katlanacaksın.” |
yatgın |
: |
Çok durmuş olmaktan sağlamlığını yitirmiş nesne, özellikle kumaş. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yatı |
: |
Geceleme. “Ne zaman Omar emmimgile misafirliğe getsek bizi yatıya koyarlar.” |
yatık |
: |
Eğik, yatmış. |
yatım |
: |
Mantık. |
yatır, yatırı |
: |
Yıkılmış, kesilmiş kuru kütük. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yatıri:m |
: |
Yatırayım. |
yatırma |
: |
Tarlada suyu çıkamayan yerlere ulaştırmak için yapılan çamurdan set. |
yatıya gitmek |
: |
Bir yerde yatmak üzere konuk olmak. |
yatkın |
: |
Meyilli. |
yatsı |
: |
Güneşin batmasından bir buçuk saat sonraki vakit. Karac’oğlan eydür andın yalan Olur olmaz ayağı ile gelen Akşam kavil verip yatsıda dönen Yalancıdan îman gider din gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.588 |
yatsılık |
: |
Akşamın geç vakitlerinde yenilen kuruyemiş. |
yatur |
: |
Yatar. Er isen meydanda otur İleri gel cevap yetür Melil melil olmuş yatur Zindanda kullar iniler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.590 |
yava |
: |
1. Peltek, kekeme. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Lezzetsiz, tatsız. 3. Dışarıdan gelip bir yere yerleşen. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yavan |
: |
Yağsız, sade. “Lokma yeme muhannetin elinden Kurtulaman sonra acı dilinden Namertlerin kaymağından, balından Merdin kuru, yavan aşı makbuldür” (Kaynak şahıs: Celil Çınkır, Şair: Aşık Hüdai) |
yavan tarhana |
: |
Sallapati konuşan kimse. |
yavıklamak |
: |
Kaybetmek. “Çözüp zülfünün bendini Yavıkladım kend’özümü Gül yanaklı efendimi Dün de görmedim bugün de” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yavıncımak |
: |
1. Özür dilemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Midesi ekşimek. 3. Yalvarmaklı olmak, ricâ, dehalet. |
yavınç yavınç etmek |
: |
(mide)Çok hafiften açlık hissetmeye başlamak. |
yavıt |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yahut. |
yavız |
: |
Cesur, yavuz. “Nerede, hangi ev ya da bahçede görürlerse görsünler, hep birden çô kiş kiş ha ha ha:… çô kiş kişşş ha ha:!... sa:ttirmeleriyle saldırtırlar ve diğer zavallı köpek, kaçıp kurtulamamışsa veya yavızlık huyu depreşip de havlayıp hırlayarak karşı koymaya kalkışmışsa, onu bodurtuncaya kadar itlerini gızdırırlardı…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yavlan |
: |
1. Sığ, yayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Derin olmayan kap. |
yavlarmak |
: |
Yalvarmak. “Arpadan geçtik, guru saman bile vermiyor.Yamırda galıyom, çamırda galıyom, yavlarıyom gene içerialmıyo sahabım.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
yavrı |
: |
Yavru. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) Ağyar gelmiş derler [senin] salana Desem benim derdim gelmes kelâma Ay mı doğdu gün mü doğdu âleme Yoksa yavrını ak göğsünü açtı mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.643 |
yavsı |
: |
1. Kene. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Kenenin küçüğü. 3. Büyükbaş hayvanları ısıran bir cins at sineği. 4. Sinek. |
yavsılanmak |
: |
Üzerine yavsı konmuş gibi, kovmayaçalışıyormuş gibi el kol hareketi yapmak, huzursuz birgörüntü sergilemek. |
yavşaḫ, yavşak |
: |
1. Bit yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Yavşak büyür bit olur, enik büyür it olur” (Andırın Atasözü) 2. Yılışık. |
yavşan |
: |
1. Bir çeşit bitki, suyu çok acı olur. 2. Maraş”ta bir dağ ve aynı dağdan kaynaklanan bir yayla adı. “Selam verir koca Yavşan Düldül’e Alıcısı pençe takar bülbüle Düzen verir güzelleri zülfüne Gül… gül diye güler yüzü Maraş’ın” (Mustafa Zülkadiroğlu, Kaynak: Cevdet Alperen, Kahramanlık Destanları ve Türküleri Antolojisi, Tekışık Matbaası Ankara 1993, S. 92) |
yavşan nanesi |
: |
Kokulu yaprakları çay olarak içilen bir bitki. |
yavu |
: |
Yabanıl, insana sokulmayan. (İnsan, hayvan). (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yavunçımak |
: |
Sığınmak, el ayak öpercesine yalvarmak. |
yavuncumak |
: |
Üzülmek, mahcup olmak, ezilip büzülerek yakarıcı bir tavır içerisinde durumu anlatmak. “Gelir de Kadir’i sorar Ahmet’in fesini sıvar Aman ben ne yapayım deyi Yavuncur gözümü deyner” (LaedriL) |
yavurun coşgası |
: |
Kadınlar çocuklara kızdığı zaman söyler. |
yavuz |
: |
1. Güçlü, iyi koşan at. Karac’oğlan yavuz ata binerdi Üstümüzde avcı kuşlar dönerdi Ha deyince beş yüz atlı binerdi Akça ceranları kovanlar hani Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.454 2. İyi olmayan, hoş karşılanmayan insan. Bir yiğit düşmesin elin diline Söyleyi söyleyi destan ederler Nice yavuz olsa yiğidin adı Anı gurbet ele mihman ederler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.592 |
yay |
: |
Pamuk attırılan alet. |
yayak gelmek |
: |
Yürüyerek gelmek. |
yayan |
: |
Yaya, bir şeye binmeden, yaya olarak. “Kargılıkda şeriffakı dururdu. (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
yayan yapıldak |
: |
1. Hazırlıksız, aniden, birden bire. 2. Yürüyerek gelmek. |
yayar |
: |
Yağar. “Yâmır yayar gün ışılar Ahırda camız muşular Gardas gapıda yunurkan Gınamış bizi gomşular” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kazayla Düğünde Vurulan Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse Zorlu) |
yaygı |
: |
1. Hasır, çul, kilim halı gibi serilen şeyler. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Yere yayılan kaba kumaş. |
yayhamak |
: |
Su ya da başka bir sıvı kullanarak bir şeyi temiz duruma getirmek, yıkamak. |
yayhanmak |
: |
Kendi vücudunu yıkamak, banyo yapmak, yıkanmak. |
yayık yaymak |
: |
Yayıkta ayran ya da sütü çalkalamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yayılım |
: |
Hayvanların otlanması için çayırın bol olması. “Yayılımlı yer.” |
yayılmak |
: |
1. Hayvan otlatmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Geniş oturmak. |
yayıltma |
: |
Davarları karnını doyurması için dağda, alanlarda gezdirilmesi. |
yaykamak |
: |
Su ya da başka bir sıvı kullanarak bir şeyi temiz duruma getirmek, yıkamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Bekarlık sultanlıktır amma bulaşık yaykayan sultan görmedim.” |
yaykanmak |
: |
Kendi vücudunu yıkamak, banyo yapmak, yıkanmak. |
yaykmak |
: |
Yıkamak. Kılı soñra yüller yayḳallar, ēğirtmeçte eğirirler. |
yayla çayı |
: |
Ada çayı. |
yayla yolları oyunu |
: |
Bölgede oynanan seyirlik bir halk oyunu. YAYLA YOLLARI: Bu oyun Toros dağları üzerinde yasayan Türkmen Aşiretlerine ait bir oyundur. İçinde Türk soyunun en eski oyun gelenekleri vardır. Daha doğrusu Orta Asya'dan gelen eski bir oyundur. Yaz aylarında denize gelen, sıcaktan kaçan halkın, dağ eteklerindeki yaylalara çekilisini, genç kızların ve erkeklerin beraberce yaptıkları oyunları ve şenlikleri, kısaca yayla yollarında göç eden boyların, obaların göçlerini yasatan, onların coşkularını dile getiren bir oyundur. Erkek ve kızların birlikte oynayabildiği gibi sadece erkekler tarafından da oynanmaktadır. Oyun daire biçimde oynanır ve türkülüdür. (Aslı Ağcalar, Silifke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üni., S.B.E.,TDE., ABD, Mersin, 2009, s. 241) |
yaylak |
: |
Yaylanacak yer, yayla. Arab atı olan iştahlı biner Aşireti olan yaylağa konar Aşnası olan da yolları dener Belki sevdiceğim döner geriye Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.413 |
yaylamak |
: |
Yaylaya çıkmak. Yörü behey Bolkar Dağı Senden yüce dağ olma mı Sende yaylayan güzelin Yanakları ağ olma mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.421 |
yaylanın gırı |
: |
Yayla soğuğu, buzu, kırı. |
yaylasını çekmek |
: |
Yaylasının yoluna koyulmak. Pembe önceğini çalmış beline Altın bileziği takmış koluna Katarlamış mayasını yoluna Alabahar yaylasını çekiyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.614 |
yaylı |
: |
Yayla. |
yaylım |
: |
Otlamak için gerekli bitki topluluğu, otlak. “Sığırlar Miralayın çiftliğine indi Ağam. İyi yaylım var. Bu yıl sığırlar iyi et tutacak.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yaylım etmek |
: |
Yayılmak. |
yaylıma çıkmak |
: |
(Hayvanları) Otlamaya çıkmak. |
yayma |
: |
1. Bineğin üstüne kolay yüklenmek için çuvalın az doldurulmuş hali. 2. Taşımak için çıplak eşeğin üzerine atılan buğday. 3. Tahıl doldurulmuş çuvalın at üstüne atılmış hali. “Atlının yüküne bakılırsa, değirmene gidiyor gibiydi. Yarım çuval yük, iki taraflı çuvala yayılarak, yayma yapılıp atın sırtına atılıvermişti. Yaymanın üstünde oturan genç biriydi.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
yaymak |
: |
1. Hayvanı otlatmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Hacı Zülkadir’i daldırmış aydın Çoban mısın dedi sürüsün yaydın On sekiz vilayet adını saydın Dosdoğru gelişin Bor’dan mı güzel” (Hacı Zülkadiroğlu) 2. (Yayığı) Çalkalamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) “Eskiden köyümüzde pınarın orta yerine yannıklar çatmalarla kurulur ve fişşeğenen yayılırdı.” 3. Ayran yapmak. 4. Sermek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) Kaşını yıkmış da yüzün şişirir Samranı samranı manca pişirir Döşeyi yay deyin çulu devşirir Alman köt'avradı hörü de olsa Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.398 |
yaynık |
: |
Ayran kabı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yaz bahar ayı |
: |
Mayıs ile Haziran arası. Dostun bahçasının gonca gülüyüm Yitirdim aklımı şimdi deliyim Yaz bahar ayında beşe seliyim Akar boz bulanık kardan gelirim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.503 |
yaz eylemek |
: |
Yaz mevsimini getirmiş gibi olmak. Geçen olur şu yaylanın düzünü İlin aşiretin çeker nazını Nazlı yârim sürmelemiş gözünü Suları ısıtıp yaz eylemesin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.558 |
yaz yeri çıkarmak |
: |
Tarlayı sürüp dinlenmeye bırakarak ekime hazırlamak. “Rıza yaz yeri hazırlamak için bir çift öküz buldu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yazalamak |
: |
Sermek, bir şeyi yayarak sermek. “Gızım misafir uzak yoldan geldi. Yorgundur. Yatağanı yazalıya ver.” |
yazalanmak |
: |
Yere yayılmak, kapaklanmak, serilmek. “Zeynebim de söyler bunu Yıkılsın şu dünya fanı Yazalanmış akar ganı Ganını simliye geldim Verin ipek mendilini Ganını simliye geldim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yazarbozar |
: |
Yazı tahtası. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yazdın mı sandal yerini |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıp. Yere serdin mi sandaldan döşeğini? Sandal kumaşıyla kaplı döşek. |
yazgı |
: |
1. Hasır, çul, kilim halı gibi serilen şeyler. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Alınyazısı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yazgılı |
: |
Karayazılı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yazgu |
: |
Kalem. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yazı |
: |
1. Toprak parçası, arazi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Mahkemede verir koç gibi sözü (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) 2. Düzlük, ova. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç. Osm. Ada.) 3. Akarsu kenarındaki geniş düz arazi. “Korkar idik zabitlerin boyundan Seçilmezdik yazıdaki koyundan Depo köprüsünden Ceyhan kıyından Çinçin‘in belini aştım da geldim” (Kaynak şahıs: Celil Çınkır, Şair: Beşbucaklı Aşık Halil)
Evlerinin önü yazıdır yazı Beğler bırakıyor ceyrana tazı Sallanma karşımda kahpenin kızı Ölürsem kanımı verebilin mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.452 |
yazı yaban |
: |
Dağ taş, her yan, her taraf, her yer. “Döngele de gelse kapıya otursa, Çukurovada da pamuk açsa, dünya, yazı yaban apak kesilse bu yıl dizlerimde derman yok.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yazıda bulmak |
: |
Beleş olmadığını bildiren deyim. |
yazığı gelmek |
: |
Birineacımak. “Ne kadar da güzelsin, sana yazığım geldi, dedi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yazılannar |
: |
Kader, yazgı. “Dağlarda biter menevşe Bacısının adı Anşa Ne ağlıyon Kele gızım Yazılannarı gelir başa” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yasin’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Bakacak) |
yazılı |
: |
Serili. “Odada kilim yazılı (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
yazınıŋ ortası |
: |
Meydanda, herkese açık, tehlikeye açık anlamında deyim. |
yazının yüzü |
: |
Açık arazi. |
yazıya düşmek |
: |
Kimse sahip çıkmamak, çaresiz kalmak. |
yazıya sermek |
: |
Kıymetini bilmemek, heba etmek. |
yazıyı dolanmak |
: |
Her tarafı aramak. |
yazla |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; balkon. |
yazlak |
: |
1. Bağ, bostan kulübesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Köyün içinde yazın serin olsun diye çıkılan kısmen yüksek yer, yaylalık. “Çünkü yazlaklarından birisi de obanın, bu düzlüktü.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yazlamak |
: |
Yazı geçirmek. |
yazlan |
: |
Dejenere olmuş, soysuzlaşmış, bozulmuş. |
yazlık |
: |
1. Yazın oturmak üzere fazla özenilmeden yapılmış çardak türü barınakların ortak adı. 2. İlkbaharda ekilen, küçük taneli sert bir buğday çeşidi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Yeğin yazlığın firezi Geçti dokturun birezi Açın bakın zabitleri Parmağı sultan kirezi” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Bıyıklı Durdu Mehmet’in Ağıdı, Derleyen: Cuma Özdemir, Mensur Arslan Kaynak Kişi: Fatma Kılın (Hamiş)) |
yazma |
: |
Bir çeşit başörtüsü, yemeni, yazma. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) Al önlükle mavi yazma Gey karşımda salın dilber Yalın ayak yere basma Geyin altun nalın dilber Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.586 |
yazmak |
: |
1. (Halı, yatak vb. için)Yere sermek, açmak. “Odasına halı yazdım Fincanı tabağa dizdim Bakın benim gaderime Avşardan berisin gezdim” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 2. Yer yatağı hazırlamak, yatak yapmak. “Gadanı alıyım gazak (Yaşar Kemal, Ağıtlar, YKY, İstanbul, 1993) 3. Süslemek. “Gidip şu güzelin elin gezmeli Kalem alıp kaşın gözün yazmalı Kırmızı önlüklü sarı çizmeli Hatun kızlar nerden gider yolunuz” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yazmış |
: |
1. Kuzulamayan kısır keçi. 2. İki yaşındaki dişi keçi. |
yazönü |
: |
İlkbahar. |
yazyeri |
: |
Sürülüp dinlenmeye bırakılan tarla. “Rıza, yazyeri çıkarmak için bir çift öküz buldu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yazyeri çıkarmak |
: |
Tarlayı sürüp dinlenmeye bırakarak ekime hazırlamak. “Rıza, yazyeri çıkarmak için bir çift öküz buldu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yazzık |
: |
Yazık. “Gaynanan yanına geldi Nışanlına habar vardı Yazık oldu sana Ahmet Doktur da garnını yardı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ye: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yer. |
yeda:rdaş |
: |
Yedi kardeş. |
yeda:tı |
: |
Bahçe. |
ye:dden |
: |
Yeniden. |
yedek |
: |
1. Kahve ocağında su kaynatılan musluklu teneke. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Arkadan gelen, öndden çekilerek götürülen at, deve vb. Yüklettim yedeğim deste katarım Yüküm kumaş ben alana satarım İki bülbül bir kafeste öterim Konmaz mıyım yeni açmış güle ben Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.527 |
yedermek |
: |
Bir kimseyi elinden tutup götürmek, bir hayvanı yedeğe alıp çekmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yedi içti yelden yana geçti |
: |
Görülen iyiliğin kıymetini bilmedi. |
yealmak |
: |
Yayılmak. |
yedi iklim |
: |
Dünya, yeryüzü. Eskiden yeryüzü 7 bölge olarak kabul edilirdi. Karac’oğlan der ki burda durulmaz Güleç yüze tatlı söze doyulmaz Gökteki yıldızdan çoktur sayılmaz Yedi iklim dört köşeden geliyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.616 |
yedi köyü bir eşşeğe bindirmek |
: |
Yavuzluk, yamanlık. |
yediğin bokun kepçesini yanında taşı |
: |
Sigara içtiği halde çakmak ya da kibriti olmayanlara şaka yollu söylenir. “Yediğin bokun kepçesini yanında taşı.” |
yediken |
: |
Yedi defa. “Elbeyoğlu’m der de her sözüm haktır Sözümün içinde hilafım yoktur Altında hile var Muzu’da yoktur Yediken(z) süzülmüş gümüş gal gibi” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
yedim yedim yetmek |
: |
Yedeğe almak, hırpalayarak götürmek. “Küheylanım yedim yedim yederler Olanca malımı talan ederler Heves güves yaptırdığımı odalar Korkarım ki düşman konar yurt olur” (Haşim Nezihi Okay, Köroğlu ve Dadaloğlu, May Yay., 1970) |
yedirme |
: |
Bir çeşit kilim motifi adı. |
yedirmek |
: |
Bir sıvıyı yavaş yavaş bir şeye emdirmek. |
yedme |
: |
Köle, olma, olgunlaşma. |
yedmek |
: |
Çekip peşisıra götürmek, yedeğinde götürmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ye:n, yeen |
: |
Yeğen. |
ye:ni |
: |
1. Hafifmeşrep. 2. Hafif. |
ye:nice |
: |
Hafifçe. |
ye:nilig |
: |
Hafiflik. |
ye:nimeg |
: |
Hafiflemek. |
yefelemek |
: |
Bocalamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
yegdelemek |
: |
Topallamak. |
yegdudu |
: |
Aksayarak, topallayarak yürümeyi anlatır. |
yeğ |
: |
İyi, daha iyi, daha güzel. Gargıcak'ta bir güzele uğradım Ala gözler kıya kıya bakıyor O güzeli görmemesi yeğ imiş Ciğerciğim aşk oduna yakıyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.614
“Oturan aslandan gezen tilki yeğdir.” (Andırın Atasözü) |
yeğelmek |
: |
Yayılmak. “Evimizin önü yazı Yazıda yeğelir guzu Gadanız alıyım eller Hanı bunun oğlu gızı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yeğin |
: |
1. (Hastalık vs.) Çok azgın. 2. Gür, sık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Yeğin ekinin firezi Takım koymuşlar kirazı Yedi Ülker üç terazi Bakın, ağ yar görünür mü?” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ., İstanbul,1984) 3. Çok bol, bereketli. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) Onun tarlasında yeğin ekin var. 4. Hızlı, süratli, üstün, güçlü. Garbî yeli yeğin eser Deli poyraz sana küser Ak yâr duyar bana küser Sen barıştır garbî yeli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.446
Kadir Mevlâ'm senden ziynet umanın Yeğindir dalgamı cûş eyle beni Çok mal vermesen de murad alırım Bir gök kır atman baş eyle beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.455
Karac’oğlan der ki güle ağdığım Bazı bazı hatırına değdiğim Yeğin ata binip ceylân koğduğum O ıssız çöllere göresim geldi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.440 5. İyi, uslu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 6. Hızlı, çevik, güçlü, çalışkan, yiğit. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) “Acımış eşek katırdan yeğin gider.” “Züğürt olup düşünmektense, uyuz olup kaşınmak yeğdir.” (Andırın Atasözü) |
yeğin olmak |
: |
Hızlı olmak, acele etmek. Yeğin ey sevdiğim sen seni gözet Karayı bağla da beyazı çöz at Doldur ver bâdeyi bir daha uzat Ayrılık şerbetin ver melil melil Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.480 |
yeğni, yeyni |
: |
Hafif, ağırlığı az olan, ağır olmayan, canı tez. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. Osm.) “Küçcük kız Emine çıktı arkadaş. O biraz canı yeğni. Firik firik. Firik ya.” (Aşık Mehmet Demirci, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) |
yeğnicek |
: |
Hafif, gayrı ciddi, şımarık. |
yeğnilmek |
: |
(Arı, yağmur, rüzgâr vb.) ağırlığını, şiddetini yitirmek, hafiflemek. “Tuğçem’e burs çıktı çıkalı yüküm yeğnildi. Allah razı olsun Mehmet Topal Amca’dan.” |
yeğniltme |
: |
Hafifletme, yorulanı dinlendirme. |
yeğrek |
: |
Hızlı ve güzel. “Atım da yürürdü yeğrek Boynunu yana eğerek Bakman gomşularım bakman Ağıtçıya öğüt gerek” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yek toptan |
: |
Yüze karşı açıkça söylemek. |
yekdelemeg |
: |
Sekerek, topallayarak yürümek. |
yekdirbaş |
: |
Topallayarak yürüme. |
yekdirlop |
: |
Aksak, topal. |
yekindirmek |
: |
1. Parasal yönden yardımda bulunmak. 2. Kaldırmak. “Yekin turnam yekin koca Payas’tan Yüküm tuttum Kumkale’den, Payas’tan Yedi avcı gelmiş Kilis’ten, Has’tan Atılmayın şu Cerid’in salına” (Celil Çınkır, Andırın Sözlü Kültür Varlıkları Envanter Çalışmaları - I, “Beşbucaklı Aşık Halil”.) |
yekinmek |
: |
1. Bir eylem yapmak için harekete geçmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) Kabaktepe’nin ekini Gelir yekini yekini Mehri kızım eve gelir Çiçek sokunu sokunu Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.165. 2. Ayağa kalkmak için doğrulmak, ayağa kalkmak, kımıldamak, yükselmek, kalkmak. “Yekin gül dudaklım yekin (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943)
Gövel ördek kondu göle sakındı Şimdi gönlüm kemalini takındı Uzattım elimi kalktı, yekindi Darıldı elini çek dedi bana” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 92 |
yekinsene |
: |
Kalksana, ayağa kalksana. “Yekinsene İmirz’oğlum Eller yaylıya göçücü Hocalar da hep toplandı Ahret kefeni biçici” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yekle |
: |
Yele. |
yekpare |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Bakır ürününün tek parçadan oluşmasıdır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
yekre |
: |
Hallaçta atılmış pamuk yığını. |
yekte |
: |
Yelek türü kolsuz bir giyecek, bluz. “Altına al geyer üstüne yekte Al beni sevdiğim koynuna sakla Kara kaş altında bir ik’üç nokta Ira mıdır ışgın mıdır dal mıdır” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yektelemek |
: |
Topallayarak yürümek, sekerek yürümek. |
yel |
: |
Rüzgâr, romatizma. |
yel değmemiş |
: |
Yellenilmemiş, gaz kaçırılmamış. |
yel ela:, yelfe külâa |
: |
Hafif insnalar için söylenen bir deyim. “Yel elâ, yelfe külâa.” |
yel gelen deliği bilmek |
: |
Dedikodunun kaynağını bilmek. “Yel gelen deliği biliyom amma velakin sırası gelinceye kadar sesimi çıkarmıyom.” |
yel gimi getmek |
: |
Çok hızlı gitmek. “Yel gibi getdi.” |
yel kayadan ne anlar |
: |
“Yel ne denli güçlü eserse essin, kayaya bir şey yapamaz” anlamında, sağlam duruşlar için söylenir. “Muhtar durmadı, söyledi söyledi, yel kayadan ne anlar, çocuk Nuh dedi de peygamber demedi” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yel önü |
: |
Değersiz işe yaramaz nesne. |
yel vurmak |
: |
Yelin vurması, rüzgarın değmesi. Çıktım Kırklar Dağı'n seyrân eyledim Sallanarak gider yolu Hama'nın Yel vurdukça derdli dolap iniler Burcu burcu kokar gülü Hama'nın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.537 |
yela: |
: |
Yeleği. “Gış geldi mi, biz galın galın mavrum köyneg, iç yelâ der idig, şö:le gısalama diker geyer idik.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yelden guzdan esirgemek |
: |
Bir kimseyi her türlü musibetten ve kötülüklerden korumak. “Yelden, guzdan esirgerdim.” |
yeldirme |
: |
Bir çeşit kadın başörtüsü. |
yeldirmek |
: |
1. Boşu boşuna dolandırmak, salmak, düşürmek. (Daha çok sevda için kullanılır) “Ata biner at yeldirir Yelkesini yel galdırır Yiğitliğin serdarı bu Hemi ölür hem öldürür” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
Beş yaşında akıl geldi başıma On yaşında gider oldum işime Varıp da değince on beş yaşıma Bir kuru sevdâya yeldirdin beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.457 2. Çalma top ve çelik oyunlarında, karşı takımı iyi oyunla hep kaleden uzak tutmak. 3. Koşturmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Yeldir tazıyı görsün yazıyı. |
yele yele |
: |
koşarak, koparak. |
yelek |
: |
Gömlek, mintan. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Takaklıdan yelek dikdim Enni döşe dar geliyor Bir daşdan adam mı ölür? Namusuma ar geliyor” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
yélen itiŋ yélkesi guyrūnuŋ halkası |
: |
Bir kişinin peşinedüşüp giden kimse. |
yelep yelep |
: |
Parlayarak, pasparlak, yaldır yaldır, pırıl pırıl. “Altında da atı Arap Başında püsgülü kelep Hacı Veli’m sele getmiş Siyah kekil yelep yelep” (Yaşar Kemal, Ağıtlar, YKY, İstanbul, 1993) |
yelfe |
: |
1. Hafif. 2. Ördek yavrusu. 3. Sulak alanlarda yaşayan zayıf bir kuş. Bu kuş genelde kışın Toros dağlarının eteklerine çıkar. Daha çok pirinç tarlalarında yaşar. |
yelgin |
: |
1. Yorgun, yavaş. 2. Hızlı, süratli, rüzgar gibi. “Salınan yelgin geldiler Çatal gapıdan girdiler Daha doyup osanmadan Fakı’m elimden aldılar” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Dirgen Ali’nin Oğlu Fakı’nın Ağıtı, Derleyen: Mustafa Yalçınöz, Kaynak Kişi: Osman Kızılay) |
yelgin avlamak |
: |
Bir işe hevesle sarılmak. |
yelgin gitmek |
: |
Hızlıca gitmek. “Bindirirler cansız ata İndirirler tuta tuta Var dünyadan yol ahrete Yelgin gider salın bir gün” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yeligmek |
: |
Çok çalışmaktan dolayı, ağrı, şişme ve sızıyla kendini gösteren zorlama, aşırı hamlama. |
yelikmek |
: |
Rüzgara karşı veya iniş aşağı devenin koşması. |
yêlim |
: |
(“e” uzatarak ve vurgulu okunur.) Otlamak için gerekli bitki topluluğu, otlak. |
yelim yelim yeldirmek |
: |
Kafası kesik tavuk gibi sağa sola koşturmak. Yelke: atın başının arkasındaki kaküle benzer kıllar, yele. |
yelinlemek |
: |
Hayvanlarda doğum öncesi memelerinin sütlenmesi. |
yelinmek |
: |
Boşa hamle yapmak. |
yelinmemek |
: |
(Hayvan) Doğumu yaklaşmak, doğuracağı belli olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yelip gelmek |
: |
Hızlı hızlı gelmek. |
yelişmek |
: |
Gezinmek, koşuşmak, birlikte yelip gitmek. |
yélke |
: |
Rüzgȃrından bile etkilenip bir kişinin söyledikleriniyapan, peşine düşen. |
yelke |
: |
1. Atın başının arkasındaki kaküle benzer kıllar, yele. “Ata biner at yeldirir Yelkesini yel galdırır Yiğitliğin serdarı bu Hemi ölür hem öldürür” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Taranmış saç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yelkenmek |
: |
Yeltenmek. |
yelkinmek |
: |
Dövüş için ileri atılmak. Hamle yapmaya hazırlanmak. |
yelkoma |
: |
Öküzlerde geçici topallık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yelkufa |
: |
Hayvanda kalça çıkıklığı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yelkum |
: |
Kumul. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yelleme |
: |
Havalandırma, yelpazeleme. |
yellemek |
: |
1. Rüzgara tutarak kabuğu ile tanesini birbirinden ayırma. 2. Kışkırtmak, yelpaze vb. şeyle hava akımı oluşturmak. |
yellenip hoplamak |
: |
30-40 metre kadar koşarak atlamak. |
yellenip tüğmek |
: |
Hızlanarak atlamak, hızlanarak kaçmak. |
yellenmek |
: |
1. Osurmak. 2. Hız almak, hızlanmak, uzun atlamada ya da bir hendeği atlamak için biraz uzaktan koşarak hız kazanmak. “Üç adım atlama yarışında neredeyse 150 metre yellendi.” |
yelli |
: |
Hızlı, canı tez. |
yellimkara |
: |
Mor çiçekli, dikenli bir ot. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yelmek |
: |
1. Çarçabuk, telaşla, kiminde koşarak bir yere gitmek, Ala gözlerini sevdiğim dilber Güzellikte yârim idin bir zaman Gece gündüz kız sevdâna yelerdim Can içinde canım idin bir zaman Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.522
“Duran gelir yele yele Yırtlaz da yanında bile Kadı da Mersin’den gelir Duran’ımı sora sora” (Anonim - Gizik Duran’ın Ağıdı) 2. Bir işin bir kimsenin vb. peşinden koşup durmak. “Aklımın yettiği sözün bitmişi Ehli nar şairin yüzde yetmişi Az görüyom ahretini utmuşu Dünyada hak için yelmek giderik” (Ahmet Çıtak, Kaynak: Av. M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufçuk Bas. Yay. Ve Tanıtım Hiz. Ankara 2001) |
ye:lmek |
: |
1. Çocuk oyunlarında savunmada kalmak. 2. (Hayvan) Yayılmak. “Evimizin önü yazı, Yêlir goyununan guzu, Gelemedi anan gızı, Ciyerim göçer gider şimdi.” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Küçük Kemal’in Ağıdı, Ağıdı Yakan: Safiye Temiz) |
yelpezek |
: |
Yelpaze. |
yelpik |
: |
Soluganlık, göğüs tutukluğu, astım nefes darlığı, bronşit. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yelpikli |
: |
Nefes darlığı çeken, bronşitli kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yelpise |
: |
Evin iç kenarında duvar dibine biriken pislikler. |
yelyepelek |
: |
Alelacele. |
yema:mi |
: |
Yemeğimi. |
yema:n |
: |
Yemeğin. “Nebilim ben, senin paran yoğudu da bu yemân bana geldiğine inanamadım da onun uçun yemedim” demiş. “Ye” demiş herifi. Avrat yemiş.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
yemeni |
: |
1. Altı kösele, üstü yumuşak deri, bir tür hafif ve yumuşak ayakkabı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Ayağına geymiş telli yemeni Aramızdan kaldıralım gümani Aç göğsünü kız göreyim memeni Boğum boğum kınalanmış sürmeli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.445 2. Hindi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 3. Bir çeşit başörtüsü. |
yemezidim tavık eti nazınan, yedirdiler cücüg burnu duzunan |
: |
Çok nazlı büyüdüm ama şimdi o günlerimi çok arıyorum. “Yemezidim tavık eti nazınan, yedirdiler cücüg burnu duzunan.” |
yemin etsem başım ağrımaz |
: |
Doğru söyleme ifadesi. “Yemin etsem başım ağrımaz.” |
yemin içmek, yemin çekmek |
: |
Yemin etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) Dostumun elinde bir tutam çiçek Ne kadar medhetsem o kadar göğçek Getir hamaylını yeminler içek Yâr sevmedim senden başka güçücek Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.469 |
yemine çekmek |
: |
Yemin ettirmek. Yavru geçersen elime Çekerim seni yemine Benim şimdiki halıma Gülen benden beter olsun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.566 |
yemirmek |
: |
Yıkmak, çökertmek, bozup dağıtmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yemiş |
: |
1. İncir. “Bacı sen netdin Aniş’i? Gardaş getirir yemişi Bu bacım yenge binecek Ne işden gına gümüşü?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Aniş’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) 2. Yiyecek. “Ali’m kamyonundan iner Kucağında yemişinen Canım kurban olsun oğlum Gülperi de Emiş’inen” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
yemişen, yemşen |
: |
1. Alıç ağacına benzer yabani yemişleri olan bir ağaç. 2. Ak çiçekli, dikenli bir çalı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
yemlik |
: |
Yenilebilir bir ot türü. |
yemsimek |
: |
Hafifçe topallamak, aksamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yemşen |
: |
Alıça benzer küçük kızıl meyveli ağaççık. “Yaylamın saymakla bitmez semtleri Ericek’ten aşağı Ağcalar’ın dam yeri Cılpırtının Sırtı şirin yemşenli Karapınar’dan mezdalık görünür yaylam” (Mustafa Kıreker, (Kösepınarı) Ericek Yaylası İsimli Şiiri, Çukurova’dan Dünya’ya Kadirli Dergisi, Haziran 2008, Sayı: 24) |
yen |
: |
Hayvanın kıç ve meme kısmı arasında kalan bölüm. |
yeŋ |
: |
1. Elbisenin kol kenarı. 2. Zafer. “Akşamki gördüğüm şu kara düşler Hesaba gelmedi kesilen başlar Eğerlen atımı küçük kardaşlar Hünkâr düzeninden bize yeŋ oldu” (Haşim Nezihi Okay, Köroğlu ve Dadaloğlu, May Yay., 1970, S. 150) |
yeŋdirmek |
: |
Pancar, patates, havuç vb. mahsulleri toprak altından çıkarırken dikkatsizlik sonucu yaralamak. |
yenek |
: |
İstekle yenilen, tadı güzel, mideyi yormayan. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yeŋemiyom |
: |
İkna edemiyorum. |
yeŋge |
: |
1. Aynı erkekli aynı zamanda evli olan kadınların birbirlerine olan durumları, kuma. “Bacı sen ne’ttin Arif’i Gardaş getirin Emiş’i Dul kadın yenge binecek N’olacak gına gümüşü” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Düğün sırasında geline yardımcı olan kadın. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Hediyeler paranın yanında mal olarak da verilir. Gelin arabadan indikten sonra eşikliğin önüne bir bardak konur ve bunu gelinin kırması istenir. Bunda düşünce kurulan yuvanın dağılmamasıdır. Tüm bu işler yapılırken gelinin yanında akrabadan yenge adı verilen iki bayan bulunur.” |
yeŋgel |
: |
1. Şımarık 2. Yenilmesi hoşa giden, kolay olan, mideyi yormayan tadı güzel yiyecek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yeŋi |
: |
Yeni. |
yeŋi düştüm kolunuza |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.Evlenecek kız, nişanlı... Sizin eve daha yeni gelin geliyordum. Ağıtlardaki anlamı: Size sığmıyordum |
yeŋi yaka |
: |
Yeni ev açmış kimse, yeni evli. |
yeŋi yakın |
: |
Yeni, yakın zamanda. |
yeŋi yetme |
: |
Genç, zamane genci. |
yeŋice |
: |
1. Yeni yetişen bağ. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) 2. Yeni, şimdi. “Kadan allım Apti Emmi Sabahanan bir kuş öttü Emmiden düşman mı olur Yenice ocağım battı” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
yeŋiirek |
: |
Yeni yeni, şimdilerde. |
yeŋil |
: |
Uslan. |
yeŋile |
: |
Yeni yeni, nihayet, şimdi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Raka’dan beri gelen gaziler Raka’nın gonca gülü soldu mu Yenile arada bir haber duydum Dağıtmış Colab’ı şol Abbas Paşa” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I)
Yenile bir habar geldi sıladan Eğer gerçek ise büktü belimi Dediler ki nazlı yâri el aldı Kadir Mevlâ'm nasib eyle ölümü Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.642 |
yeŋiler |
: |
Yeniden, son zamanlarda. Ağrır başım kulaklarım çınılar Yaralarım göz göz oldu yeniler Hastaların derdi vardır iniler Sağlar melil melil bilmem nedendir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.607 |
yeŋilgi |
: |
Yenilgi. |
yenilmek |
: |
Durmak, beklemek. Mağlubiyet değil. |
yeŋilmez |
: |
Başedilemez, durdurulamaz. |
yeŋişden |
: |
Yeni baştan, yeniden. |
yeŋişmek |
: |
(Güreşte) Yarışmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yeŋişten |
: |
Yeni baştan, yeniden. |
yeŋiyaka |
: |
Daha yeni evlenmiş ve bu yüzden ev eşyalarını temin etmede zorluk yaşayan kimse. “O zamanlar yeniyakaydım. Kaşık vardı çatal yoktu. Sandalye vardı masa yoktu. Çok şey yoktu ama en önemlisi tasa da yoktu.” |
yeŋmek |
: |
İnmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yennemek |
: |
Hayvan, doğuracağına yakın memesi, üreme organı büyümek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yepelek |
: |
İvedi. Yel sözcüğüyle birlikte kullanılır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yepelemek |
: |
Birinin sırtına yavaşça vurarak okşamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yepinti |
: |
Hayvanların koyulaşmış kıvamdaki sona doğru sütleri. |
yer |
: |
1. Tarla. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) 2. Yatak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yer diğnemek |
: |
Uyumak, yatakta düşünmek. |
yer götürmez asker |
: |
Çok kalabalık asker. Hazır ol vaktına Nemse kralı Yer götürmez asker ile geliyor Patriklerin inmiş tahttan diyorlar Bir halife kalmış o da geliyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.616 |
yer yata: |
: |
Döşeğin yere serilmesiyle hazırlanan yatak. |
yeralması |
: |
Yerelması. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yerçimek |
: |
Beğenmemek, küçümsemek. |
yerda: |
: |
Yerdeki. “Falan yerdâ gâvurun bılızını getirip, yanıma goyacânız, benim yanımdan da şu adamı alıp, evin dibine atacânız, dedi.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
yerden yapalacık |
: |
Yerden yavaşça kalkmak.a |
yerden yüksek oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. YERDEN YÜKSEK En az iki kişiyle oynan bir oyundur. Amacı yerden yüksekte olmayan kişiyi ebelemektir. Oyuna başlamak için herkes yükseğe çıkar ve en sona kalan kişi ebe olur. Yukarıdakiler aralarında yer değiştirmelidir ve bu arada ebe onları yakalamaya çalışır. Yakalanan oyuncu ebe olur. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 226) |
yergin |
: |
Bitkin, üzgün. |
yergin olmak |
: |
Hamile kadınların aşermesi hali. |
yeri çalmak |
: |
Yeri süpürmek. |
yeri göğü tutmak |
: |
Her yanı kaplamak. “Aman Allah etmesin, onlarınki de boy mu? Bir alamet. Yeri göğü tutuyor.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yerimek |
: |
Yürümek. “Yüce dağın karı erisin Yerisin suyu yerisin Bana müjdeyi verene Canım ola kele ola” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Topuz Arefe’nin Ağıdı, Derleyen: Selçuk Osman Belli, Kaynak Kişi: Fadime Şahin) |
yeriŋ zembi |
: |
Yerin derin kısmı, Allah’a karşı suçlu olanların bulunacağı yer. |
yerince |
: |
Özenme, gıpta ve hüzünle karışık sevinç. “Kara kütük karıncalı Kızın gönlü yerinceli Çifte çifte görümceli Kız anam kınan kutlu olsun Söyle, dillerin datlı olsun” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
yerindirmek |
: |
1. Mahcup etmek. 2. İmrendirmek. |
yerine |
: |
Yatağına. “Canımı koydum serine Soyunsam, girsem yerine Derdiçoğu defterine Al kalemi yaz Fadıma” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 151 |
yerini sermek |
: |
Yer yatağını hazırlamak. |
yerini yazmak (birinin) |
: |
Yer yatağını sermek, yatağını hazırlamak. Yazmak sermek demektir. “Gadanı alıyım gazak (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
yerinin |
: |
Yerinirsin. |
yerinmek |
: |
1. Yakınmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Üzülmek, isteği yerine gelmediği için üzülmek, bir türlü pişmanlık duymak, hayıflanmak, kıskanmak. “Gardaşımın gonağından Diğnesen Cahan görünür Tez gel babam oğlu tez gel Gelinin ele yerinir” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yerişmek |
: |
Varmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yerkayması |
: |
Kayşa. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yerlerini rahatlamak |
: |
Yatağı sermek. |
yerlik |
: |
Arzularına ulaşamamış, muradına erememiş. |
yermek |
: |
Birinin ardından kötülüğünü söylemek, bir şeyi beğenmemek, aşağılamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yernik |
: |
İsteği yerine gelmediği için hevesi içinde kalmış. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm. Ada.) “Yayıkta yayılan yağımız ernik Bıldır ki bayrama gönlümüz yernik Düven sürer iken verirdik yornuk Diline hayranım Çukurova’nın” (Aşık Feymani (Osman Taşkaya)) |
yernik gitmek |
: |
Muradına ermeden ölmek. “Öldür onu da dağ gibi, suna gibi yiğidim Murtazanın anası öteki dünyaya yernik gitmesin.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yeroynaması |
: |
Deprem. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yersen kabacık, yemezsen kapı açık |
: |
Fazla söze ne hacet. “Yersen kabacık, yemezsen kapı açık.” |
yersi |
: |
1. Bayat. 2. Çok hafif de olsa nemli toprağa konan un, bulgur, pirinç vb. yiyecek maddelerine nem ve toprak kokusunun sinmesi, nüfuz etmesi. |
yersimek |
: |
Unun bayatlaması, bayat un kokusu. |
yersinmek |
: |
Sevmemek. |
yesir |
: |
Savaşta düşman eline düşen kimse, esir, tutsak. “Ellerin ardından bağlı Keşke olsayıdın yesir Kör ederim Döndü seni Hizmetinde koyma kusur” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I)
Ben bir bezirgânım sen de bir yesir Bahanı ödemez Hind ile Mısır Verdim yedi bini kaldı mı küsur Bahaya kalanı daha ne dilber Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.585 |
yeş |
: |
Eş. |
yeşilci |
: |
Faizci. |
yeşillik |
: |
Sebze. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yetemeli |
: |
Öfkeli. |
yetesie |
: |
Yeteri kadar. |
yetgin |
: |
Yetişkin, olgun, ergin. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Hakk’a ısmarladık dedi sizleri İkide bir dala gelir gözleri Köyün gelinneri yetgin gızları Bekliyor Emine gelecek deyi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Şanlıurfa’ya Gelin Giden Emine’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Hacı İsmail Özdemir) |
yetik |
: |
1. Olgunlaşmış meyve. 2. Uzunboylu, babayiğit. 3. Yetişmiş. “Yetik gardaşı yoğurmuş Yadlar endirmişmezere Yüzünce pullu bürüdüm Söylemen göz değer güzele” (Nakleden: Zeynep Taştan, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
yetiklemek |
: |
Tamamlamak. |
yetilmek |
: |
Olgunlaşmak, yeterince büyümek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yetim guymak |
: |
Yetim bırakmak. |
yetimliyinen |
: |
Yetim olarak. “Gavır düşman gama vurmuş Açılmış güllerin soldu Yetimliyinen ben bö:tdüm Babası gurbetde galdı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kavgada Öldürülen Kara Ahmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Rabia Duman (Güngör)) |
yetipturmak |
: |
Yetişmek, yetişip durmak. Bir birliğe yetüptürüz Aşk eteğin tutupturuz Gerimize atıp duruz Namus ile arımızı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.640 |
yetirmek |
: |
1. Eksiğini tamamlayıp denk getirmek ya da eksik gelmemesini sağlamak. “Gel anam yanıma otur Ben deyim eksiğim yetir Oğluna mı gidiyorsun Sen Ese’me selam götür” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Ese’nin Ağıdı, Derleyen: Sadettin Kaya, Kaynak Kişi: Serhat Sarı) 2. Ekip, dikip, büyütmek ya da insan için yetiştirmek, büyütmek. “Yaşını yetirdim, bıyığını bitirdim, delikanlı oluncaya kadar bakıp büyüttüm, benden daha ne ister?’ “Anam beş oğlan yetirmiş Arkası keten gömlekli Benim kardeş cirit oynar Kucağı on beş değnekli” (Yaşar Kemal, Ağıtlar, YKY, İstanbul, 1993) 3. Tamamlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Ulaştırmak, yetiştirmek. “Gedin nazlı yâri bura getirin Yâr gelmezse selamımı yetirin Tenha bulup nazlı yârin hatırın İkide bir sorabilmem ağlarım” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 123 |
yetkin |
: |
Olgun, olgunlaşmış, yetişmiş. Gelin der ki kalk gidelim pazara Uğradalım usul boyu nazara Beş on türlü meyva gelir pazara Yetkini m'alırlar yoksa hamı mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.429 |
yetmek |
: |
1. (Meyve) Olgunlaşmak. Yaz gelip de beş'ayları doğunca Selleri gördüm de bulandım bugün Lâlesi yetmiş de sümbülü taze Gülleri gördüm de bulandım bugün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.570 2. Ermek. “Yılannı’nın günden yüzü Lale sünbül bitdim’ola? Suna boylu sürmeli’ıızım Murazına yetdi mola?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Fatma’nın Ağıdı, Ağıdı Yakan: Döne Höbek) 3. Yetişmek, koşmak. “Seğirttim ardından yettim Eğildim yüzünden öptüm Adın bilirdim unuttum Çağırmayı çağırmayı” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
yetmir |
: |
Yetmiyor. “Hoşgin delerdi hoşgin. Dörd desde kâdınan. Onu benim heç algım yetmiü, belliemedim, bilmiüm ki.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yetmiş |
: |
(Meyve) Olgunlaşmış, yenecek hale gelmiş. |
yetürmek |
: |
Yetiştirmek, ulaştırmak. Er isen meydanda otur İleri gel cevap yetür Melil melil olmuş yatur Zindanda kullar iniler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.590 |
yeygi |
: |
Yiyecek, yem. |
yeyhanmak |
: |
Yıkanmak. “Köynekleri de, mintanları da, poturları da, çarıkları da en fazla iki tane olurmuş. Onbeş günde hatta ayda bir don yunurken, geydiğini yeyhanmaya verip ötekini giyerlermiş.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yeyim |
: |
Rüşvet. “Alışmış yeyime. Almadığı gün gözüne uyku girmiyor.” |
yeyimci |
: |
Rüşvetci. |
yeyin |
: |
Çok, bol, sık gibi anlamlar taşır. “Yağmur yeğin yağıyor.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yeyinti |
: |
İnsan ve hayvan yiyecekleri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Karakış girmeden yeyintileri hazırlayıp hazın damına koymuşlardı.” |
yeynemek |
: |
Artmak, güçlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yeyni |
: |
Hafif, ağırbaşlı olmayan, gayri ciddi.. “Kız bir gecede pahada ağır, batmanda yeyni ne takımları varsa onları almış, iki heybe de altın doldurmuşlar. Bir gece de Osman Çavuş’la vedalaşmışlar.” (Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler, 262) |
yeynicek |
: |
Hoppa, hafif meşrep. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yeynilik |
: |
1. Hastanın üzüntüsünün acısını azaltmak için söylenen söz, davranış. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Hafiflik. “Haştırın’dan gelirkene Çuvala doldurur çıra Kamyondan çamur değer Kilon yeyni berk sıçıra” |
yeyniltmek |
: |
Hafifletmek. |
yeynimek |
: |
Hafiflemek. “Hapisten kaçan Ecep Malik’in oğlu öldü ve onun şerrinden kurtuldular ve kaygıları biraz yeynidi.” |
yezit |
: |
Kavgacı, huzur bozan erkek çocuklar için kullanılır. “O ne yezit o.” |
yığı vurmak |
: |
Davarı dinlendirmek için bir yere toplayıp yatırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yığıntı |
: |
Yatağın üst üste yığılmış hali. |
yığma kenar |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Kabın kenar kısmına çember geçirmeksizin yapılmasıdır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
yıhıg |
: |
Harabe. |
yıhılmak |
: |
Misafir olmak. |
yı:lı |
: |
Yığılı. |
yı:lıyok |
: |
Yığılıyoruz. |
yı:lmak |
: |
Toplanmak, bir araya gelmek, yığılmak. “Dün gimi de bö:n gimi Yı:lıyok dü:n gimi İniliyor sürmel’eşim Avcı vuruk şahan gimi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Koca Durmuş’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Nadire Erkek) |
yıkık |
: |
Yıkılmış, eğilmiş. Ak bilekte sarı hakık Zülüfü gerdana dökük Gözün melil kaşın yıkık Dostum neler duydum bugün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.570 |
yıkık handa kırk gün eğleşmek |
: |
Gittiği yerden bir türlü gelmemek. |
yıkılmak |
: |
1. Güreşte yenilmek. 2. Düşmek, misafir olmak. |
yıkış |
: |
Güreş. |
yıkışmak |
: |
Güreşmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Karac’oğlan size bakar sevinir Sevinirken kalbi yanar göyünür Kımıldanır hep dertlerim devinir Yas ile sevincim yıkışır dağlar” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
yıkmak |
: |
Güreşte yenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yıkman bunun bayrağını / dolanır da gelir belki |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Düğünlerde evlerin avlusuna bir de bayrak dikilir. Bayrağı indirmeyin, diyor. |
yıl çocu: |
: |
Aynı yıl doğmuş olanlar. |
yıl on iki ay |
: |
Bütün bir yıl, yıl boyunca. “Bütün öfkeleri, kavgaları, yıl on iki ay asık gördüğü suratları” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yılan gursa:ndan çıhıg gimi |
: |
Çok düzgün. “Yılan gursândan çıhıg gimi.” |
yılan kırkan, yılancı |
: |
Fetbaz. |
yılancık |
: |
1. Romatizmanın en şiddetlisi. 2. Kurt düşmüş iltihaplı yara. 3. Kemik veremi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Bir kuş adı. |
yılanlıyelen |
: |
Kilimde bir kıyı süsü çeşidi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yılanyastığı |
: |
Kertenkele. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yılar |
: |
Yular. |
yılbır |
: |
Parlak bir biçimdeki. “O yılbır yılbır eden gökyüzündeki neredeyse tanış olduğumuz yıldızları tek tek yoklamak… Ceyhan nehrinden, bataklıklardan ve özellikle Millet Bahçesi’nden gelen kurbağa seslerini, cırcır böceği, çekirge ve Ağustos böceklerini dinleyerek uyumak kalırdı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yıldaçı |
: |
Her yıl doğuran. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yıldır |
: |
1. Yıl oldu, yıl geçti. Sana dedim allı gelin has gelin Suya gider sağ elinde tas gelin Yedi yıldır ben sevdana düşeli Kerem eyle şu sevdâmı kes gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.551 2. Parlak bir şekilde. “Gara şalvar yıldır yıldır Gak gardaş silahını doldur Düşman arkandan geliyor Geri dön de onu öldür” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Gır Mustuk’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Bakacak) |
yıldır yıldır etmek |
: |
Parlamak. “Çadırın orta direği oyma… Direğe uçan geyikler oymuşlar. Tüyleri yıldır yıldır eden geyikler…” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
“Yıldır yıldı eder toprağın taşın Yüz bin yılı geçgin belki de yaşın Bulutlar da göklerde can yoldaşın Güzelleri seyir, işin Binboğa” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, II. Baskı, 1984 S. 259) |
yıldır yıldır yanmak |
: |
Pırıl pırıl parlamak. “Yıldır yıldır yanıyor.” |
yıldırdamak |
: |
Parlamak. “Oysa ki insan… bir hayvanın sıcak tüylerinin yıldırdamasına, sıcacık yumuşaklığına…kendisi, yüreğini…kaptırandır.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yıldırtı |
: |
Işıltı, parıltı. “Doru atların tertemiz, yatkın tüylerinin yıldırtısına karışmış par par ediyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yıldız |
: |
Bir üzüm türü. |
yıldız akmak |
: |
(Yıldız) Kayıp yer değiştirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yıldız sağılmak |
: |
Yıldız kaymak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yıldızı dişi |
: |
Sevimli, cana yakın. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yılgı |
: |
At sürüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yılgın |
: |
1. Bıkkın 2. Ilgın ağacı. “Söğütlü’nün yılgınları bitmesin Yeşilbaşlı ördekleri gitmesin Bostanlar şenlensin, diken bitmesin Yeşiline hasret kaldım Elbistan” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) 3. Keskinliğini yitirmiş balta, keser. 4. Eğri. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yılhı |
: |
Yaban atı. |
yılı |
: |
Yığılı. “Bôk evin âl gimi Gabı yılı çâl gimi Elendi de burada galdı Fatma bizden dâl gimi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Zehirlenen Fatma Hatın’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
yılık |
: |
1. Usanmış. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Beceriksiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 3. Hoppa. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 4. Eğri, çarpık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 5. Birbirine koşut görme ekseni olmayan, ayrı yönlere bakıyormuş gibi görünen göz ya da kimse, şaşı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yılın yılın |
: |
1. Azar azar. 2. Yıllarca, yaşam boyu. “Yılancıklar çıkarsın da yılın yılın yatsın.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yılıntılamak |
: |
Gözü korkmak. |
yılış |
: |
Gülüş, gülme3. |
yılış yılış |
: |
Yapmacıklı bir şekilde gülerek. |
yılışmak |
: |
1. Arsızca gülümsemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “İki yüz askerinen Nazmi Bey geldi Kimine yılıştı, kimine güldü Çok uzun sürmedi ağalık öldü Pek kalp insanları revan eyledi” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) 2. Kendini sevdirmek, hoşa gitmek, ilgi toplamak için soğuk, yapma bir tavır takınmak, gülmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) 3. Nişan alırken bir gözünü kapamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Korkmak, sinmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 5. Tebessüm etmek. “Sal götüren al kısırak Gelir nalına basarak Çiftçelerim at koşturur Battal’ınan yılışarak” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
yılkı |
: |
Bir at türüsü, başıboş yaban atı. “Heyhat! Sahrasında iki kere yüz bin otak yılkıya malik idi.” (Ev. XVII. 8, 44) |
yılkı |
: |
1. Şaşı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Bir at türü, başıboş yaban atı. “Heyhat! Sahrasında iki kere yüz bin otak yılkıya malik idi.” (Ev. XVII. 8, 44) |
yıllakçı |
: |
Çok geç kalmak. “Yıllakçılığın nedeni annaşıldı.” |
yılmak |
: |
1. Eğrilmek, yamulmak. 2. Usanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yılmık |
: |
Saraçların ve köşkerlerin sahtiyandan yaptıkları uzun, ince kayış. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yılmırt |
: |
Pırıl pırıl. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yılmırt yılmırt etmek |
: |
Gülümsemek, hafiften gülmek, tebessüm etmek. |
yımırta |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Yumurta. |
yımırtlamak |
: |
Yumurtlamak. |
yımşacık |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yumuşacık. |
yınak |
: |
Kar inniği, yığınak. “Gar yetirin yınağından Gurşun değmis yüreğinden Gır atı acı acı kişner Gara çadır direğinden” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Avcı İbrahim’in Ağıdı - 2, Kaynak Kişi: Âşık Mustafa Keleş) |
yınnaşık |
: |
Şımarık, sırnaşık. |
yırak, yırah̬ |
: |
Uzak, ırak, çok ötelerde bulunan, gidilmesi çok vakit alan. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. Ada.) “Andırın’ın yolu uzak Yırak yere mektup yazak Bibimoğlu burada m’ola Gel gardaş goğuşu gezek” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yıraklayın |
: |
Irak olarak. “Su vurmuşlar yıraklayın Duru mu şehidim’ ganı Beyiminen bana benzer Selvi söğüt lale dalı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yırakleyin |
: |
Irak olarak. Iraktan. |
yıraktan |
: |
Iraktan, uzak yerden. |
yıramak |
: |
Üstünden çok zaman geçmek, uzamak. Aslın sordum pek yıradın Sandım Cennet'teki kadın Şu yalan dünyanın tadın Ala gözlü kız veriyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.617 |
yırdlaz |
: |
Göz kapağı, yaralanıp iyi olduktan sonra, şeklini değiştirmiş olan göz ve böyle gözlü oan kimse. “Sarışın, açık kaşlı, sağ gözü yırdlaz, isimli cariye…” |
yırlamak |
: |
Şarkı-türkü söylemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yırtı malı |
: |
Mânifatura ürünü, kumaşlar. |
yırtık |
: |
Yırtılmış, yarılmış. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yırtım |
: |
Kumaş, basma, vb. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yıvırmak |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yoğurmak. |
yıykamak |
: |
Su ya da başka bir sıvı kullanarak bir şeyi temiz duruma getirmek, yıkamak “İşi gıcır yan gelerek söykünür Kim gonuşsa ağzına öykünür İsilikli soğuk suda yıykanır Diline hayranım Çukurova’nın” (Aşık Feymani (Osman Taşkaya)) |
yi |
: |
(Yemek fiilinin emirkipi) Ye. |
yi: |
: |
Yeni, henüz. |
yi:baş |
: |
Yeniden, yeni baştan. |
yi:d |
: |
Yiğit. |
yi:dden |
: |
Yeniden. |
yi:m |
: |
Rüşvet. |
yien |
: |
Yeğen. “Guşanıver de tüfengini yayını Gösderiver de cemalını boyunu Aman yienim utandurma dayını Vur yiên üsdüne Ceren varıyor, oy oy Ey varıyor oy o eyy varıyor. oy oy oy” (Andırın’dan Duran Avan) |
yienin |
: |
Yeğenin. |
yiğa: |
: |
Sığır ve keçi için sürüden ayrılıp bağa, bostana zarar vermeye giden hayvan. |
yiğanim |
: |
Yeğenim. “Ohi:cinin ardına bizi gaddılar yiğanim.” |
yiğe |
: |
1. Kurnaz, hileci. 2. Hırsız, zarar veren, muzu ve ziyankâr hayvan. (Hayvan, insan için)(TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yiğen |
: |
Yeğen. “Amanın böğle olur mu? Dayı yiğeni vurur mu? Ala gözlü gökçek Döndü’m Getdi de geri gelir mi?” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yiğide nisbetle yürüyüşlü |
: |
Yiğit gibi yürüyen kimse. Dinleyin bir güzel medhin edeyim Yiğide nisbetle yörüyüşlünün Can fedâ ederim şöyle sunaya Bin türlü naz ile şahnişlinin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.538 |
yiğirağaç |
: |
Pis kokulu bir cins çalı. |
yiğirmi |
: |
Yirmi. Naçar Karac’oğlan naçar Aşkın kitabını açar Yiğirmide vakti geçer Geçmez akça pula benzer Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.596 |
yim |
: |
Yem. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yima: |
: |
Yemeği. “Allah aşkına hiç ohuntu geliyor mu; hanımlar, şeş atmaya gidiyorlar mı; şöyle ağız tadıyla bir velime yimâ olsa da yisek diye düşüneniiz var mı?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yimbeş |
: |
Yirmi beş. “O zaman yimbeş var ıdı. On var ıdı. Elluruş var ıdı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yimeani |
: |
Yemeğini. “Bu bez germe işinden sonra, elbirliği ile içlerinden birinin bebeği varsa ona da salıncak kurulur ve en kısa zamanda eğer hazırlayıp getirmedilerse, yimeani bişirmek için ocak gayacak üç daş bulmaya, kuru odun toplamaya, kaplarına su doldurmaya ve diğer hazırlıklara başlarlardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yimeg |
: |
Yemek. “Dü:nde yimeg yenici. Veleme yenici. Egmeg olmalı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yi:mek |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yemek. |
yinik |
: |
1. Yenmiş, tükenmiş. 2. Nefsine geçirmiş. |
yinmek |
: |
Yenmek, üstün gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yirik |
: |
1. Yarık, ayrık, kesik, yırtık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Osm.) “Ayağındaki yirikleri tedavi etmek için mehlem diye çam sakızı sürerdi Cennetmekan Köse Musa.” 2. Üst dudağı yarık. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Kadın cinsel organı. |
yirikli |
: |
Yarığı bulunan ama mecazen dişilik organını kasdenkadın için ama kadın olmanın yerini bilmeyen. |
yiril yiril |
: |
Ağır ve kötü koku. |
yirilmek |
: |
Yırtılmak, yarılıp ayrılmak. |
yirişmek |
: |
İddialaşmak, yarışmak. |
yirmek |
: |
1. Dilmek, yarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Yırtmak “Yedi başla ejderhadan korkma, evet, dinücüden kork. Zira O söz iletip getirmekten bir demde yırduğunı sen bir yılda dikemezsin.” (Kab. XVI. 268) |
yi:t |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yiğit. |
yitegden |
: |
Yeniden, tekrardan. “Yitegden geline gedilir idi. Geline tagsie yazılıllardı. Şimdi:mi tagsi nerdi:di. Eski belediyenin altında bir tagsi var idi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yiteglemek |
: |
İtelemek. “Sâ dü:rcü gelillerse, süllümden yitegle, tengir mengir yuvalansın, arhanda ben varım der imiş.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yiteklemek |
: |
İteklemek, itmek. |
yiten getmez, çeken gelmez |
: |
Çözümü olmayan müşkül bir durumda olan kimsenin halini anlatır. “Yiten getmez, çeken gelmez.” |
yitik, yitig |
: |
Kayıp. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) Hem okudum hemi yazdım Yalan dünya senden bezdim Dağlar kovuğunda gezdim Yitik yavru bulunur mu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.640 |
yitikçi |
: |
Yitiğini arayan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm.) |
yitirmek |
: |
Kaybetmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
yitişmek |
: |
İtişmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yitmek |
: |
1. İtelemek, bir şeyi öne doğru sürmek, itmek, dürtmek. “Vardık evinin üsdüne Yatar soğanın gasdine Toprak yitiyollar üsdüne Yatar gayri yorgun yorgun” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Usta Mehmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Doğan) 2. Yetmek, gelişmek. Bizim elde bir gül biter Vakti gelince tez yiter Her kötü de bir söz atar Bitmiş işim gerilenir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.611 3. Ne olduğu, nerede olduğu bilinmemek, ortadan kaybolmak, elden gitmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Enişde buyur, enişde buyur, şöyle gel, böyle gel derken ayı yaklaşıyor. Bunnar hemen ayıyı dutup, o guyunun içine yitiveriyorlar” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
yiüg |
: |
Yiyoruz. “Avradın gö:nü tarhana tarhana isdedi mi hemen şurda yôrd var, bissatır yôrd alim, yarısını tarhana ediü, yarısını yiüg.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yivgin olmak |
: |
Yapılmakta olan işin sık sık kesintiye uğraması,işin başından sık sık kalkılarak başka işlerle uğraşılmak zorunda kalmak. “Yivgin oldu garibim.” |
yivi seti galmi:k |
: |
Sözüne güvenilmez, haram yiyebilen, hırsızlık yapabilen ve en önemlisi de yaptıklarından utanmayanlar için kullanılan enfes bir deyim. “Yivi seti galmi:k.” |
yivinmek |
: |
Sıvışmak. |
yivlemek |
: |
Birinci dikişin üstüne, ilk dikişi içine alacak şekilde ikinci bir dikiş yapmak. |
yivşit |
: |
1. Tam zamanında. 2. Keçiyolu, çığır. |
yiyan |
: |
Yeğen. “Yi:d olan da arhacığını soyunur Üç gün oldu acımızdan aķlıcımız bayınır Sırhıntı oğlum bize yiyan sayılır Boz keçe gayretin çekme mi dersin” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
yiye |
: |
Ekeneklere zarar veren daha çok hayvanlar için. |
yiyecen |
: |
Obur. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yiyem |
: |
Yiyeyim. |
yiyen |
: |
Yeğen. “Gelin gardaşlarım gelin Abisine habar salın Yiyeniniz söylemiyor Gelin de derdini sorun” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yiyep |
: |
Yiyip. “Orda ne gadar daş varısa, hepiciğini, guyunun içine atıyorlar, ayıyı orada öldürüyorlar. Onnar da yiyep içip muradlarına geçiyorlar.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
yiye:rim |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yiyorum. |
yiygi |
: |
Yitecek, yem. |
yiyid |
: |
Yiğit, güçlü, kuvvetli. “Avıdup bö:tmedim mi? Nen çalıp uyutmadım mı? Üsdünüze kölge oldum (Gurban olam koç yiyidim) Çoban olup gütmedim mi?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İsmail Salan’In Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürü Salan) |
yiyik |
: |
Hastalık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yo |
: |
Hayır; yok (kesinliği şüpheli) |
yo: |
: |
Hayır; yok (kesinlik ifade eder) |
yobaz |
: |
Kabasaba, inceliksiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yo:du |
: |
Yok idi. “Havada bulut yôdu Nerde yağdı bu garcâz? Arada düşman yôdu Nerde dâdi gurşuncâz?” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Hüsne Teyze’nin Ağıtı, Derleyen: Hasan Batmaz, Kaynak Kişi: Hüsne Şahin) |
yog he:ri! |
: |
Daha neler…. Olmaz öyle şey. |
yogsul |
: |
Yoksul. “Merhamedsize merhamed ver, imansıza iman ver, yogsullara varlıg ver Yâ Rabbi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yoğ |
: |
Yok. “Bitmesin ekini, selvi söğüdü Sait Battal hiç içinde yoğudu Fino fesli, dal püsküllü yiğidi On kişiye yamaç üçü Avşar’ın” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984)
Karac’oğlan der ki nasıl beğ imiş Üst yanımız karlı karlı dağ imiş Yokladım öğeni öğen yoğ imiş Kız alamam seni hörü isen de Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.406 |
yoğa |
: |
1. Eski , işe yaramayan eşya. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Köyde gezen yabancı hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yoğanta |
: |
Avare, aylak, işsiz güçsüz. |
yoğsa |
: |
Yoksa. |
yo:m |
: |
Yokum. |
yo:n |
: |
Yoğun. |
yo:rt çiçe: |
: |
Papatya. |
yo:sa, yosa |
: |
Yok ise. |
yo:sam |
: |
Yoksa. |
yo:sul |
: |
Yoksul. |
yo:sul yemez |
: |
Bir buğday türü. |
yoğsul |
: |
Yosun. “Geben deller bir su akar (Yaşar Kemal, Ağıtlar, YKY, İstanbul, 1993) |
yo:şan |
: |
Eskimiş. |
yoğumuş |
: |
Yok imiş, yokmuş. “Hep çekdiyim Kürt Yusuf’un yüzünden Heç din iman yogumus gavır gızında Hep düşürdü dünya alemin yüzünden Tükenmez ömrümü tüketdin gader” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hastalanıp Ölen Abo Mehmet’in Kızının Ağıdı, Ağıdı Yakan: Bayram Tüten) |
yoğun |
: |
Kaba, kalın, iri (Elek, iğne vb.)(TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yoğurt çalmak |
: |
Yoğurt mayalamak. “Çardakların üstünde büyük leğenlerin içine köylüler yoğurt çalıyorlardı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yoğurt çiçeği |
: |
Çayırlarda, ekinler arasında kendiliğinden yetişen, gövdesi çok dallı, yaprakları parçalı, baharda çiçek açan çok yıllık bir kır bitkisi, papatya. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Ya bir yoğurt çiçeği, ya bir pampal, ya bir ağınağacı çiçeği, ya bir su püreni” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yoğurt kazanı |
: |
Ağız çapı 75 cm., taban kısmı ise 70 cm. olan kazanlardır. |
yoğurtlamak |
: |
Saçmasapan davranmak ya da konuşmak, en son söyleyeceğini baştan söylemek. |
yoğurtlu kömbe |
: |
Özellikle Ramazan Bayramında yapılan bir kömbe çeiidi. |
yoharı |
: |
Yukarı. |
yoharıya |
: |
Yukarıya. “Gel guzum, aha şeyle otur, yoharıya otur diye iltifat edilirdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yohe:ri |
: |
Gerçekten mi? O kadar da olmaz. |
yok |
: |
Hayır. |
yok gününe oturmak |
: |
Birinin ölümünden sonra yaşıyor olmak. |
yok kine |
: |
Yok ki. “Gayrı aklımdan heç çıkmaz Müftü diye çağırdığı Bir daha yok kine alam Hatın gızın doğurduğu” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yok yoŋsul |
: |
Çok fakir, çok yoksul. |
yok yoŋsul, kör öŋ |
: |
Çok fakir, çok yoksul. |
yokardan |
: |
Yukardan. “Artin dayı alavere edecêm de, beni tandın mı?... Ben yokardan Kır Ali’nin oğlu Musa’yım….” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
yokarı |
: |
Yukarı. “Aşşa tükürseŋ sakal, yokarı tükürseŋ bıyık.” |
yokarılamak |
: |
Yükselmek, yukarıya doğru çıkmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yokkinede |
: |
Yok ki. “Arab atım yoķkine de binem oynadam Tor şahanım yoķkine de alam avladam Gözel nışannım yoķkine de göğnüm âledem Ben gediyom gaşı garam gal galan” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
yoklamak |
: |
1. Sormak, sual etmek. 2. Ziyaret etmek, kontrol etmek. |
yoklu |
: |
1. Yoksul. “N’ola odasında öleyidi Alem başına yığılır Yoklu değil babamoğlu On(i)ki ineği sağılır” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) 2. Fakir. “Kara yamçı kara başlık Ben de alamıyom dışlık Nerede bir yoklu görse Eline verirdi haşlık” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 262) |
yokra |
: |
Zayıf kalmış keçilerin kış mevsiminde kılları arasında oluşan pamukçuk. |
yol |
: |
1. Usul, düzen, yöntem. Her sabah her sabah sabak verirsin Edeb nedir erkân nedir yol nedir Okuyup da ince dilden bilene Kitap nedir îman nedir yol nedir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.604 2. Kez, defa. 3. Okuntu. “Bağlayıp götürelim işbu piri Sana yol yoktur girme içeri” (Battal. XVIII. 195) |
yol azdırmak |
: |
Yolu şaşırmak, yolu kaybetmek. Lâleli Dağı'ndan yolum azdırdım Çağırırım Kadir Mevlâ'm aman hey Bir yandan da yağar yağmur kar serper Bir yandan da yolum bağlar duman hey Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.644 |
yol bağlamak |
: |
Yol kesmek, yolu kaybettirmek. |
yol büke, çamur çöke |
: |
Gün olur hesap döner, fırsat bana da düşer. “Yol büke, çamur çöke.” |
yol uğratmak |
: |
Yolun bir yere rast gelmesi. Hiçbir daha yükseklerden uçmayın Uçarsam da kanadımı açmayın Muhannatın köprüsünü geçmeyin Coşkun sele uğratayım yolumu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.642 |
yol üstüne uzatmak |
: |
Kimsesizleri yol kenarına gömmek. |
yola gėtmek |
: |
Gezintiye çıkar gibi yavaş yavaş yürümek. Daraldım, sesim çıkmayıvėrdi yola gedemedim. |
yola inmek |
: |
Yol kesmek, haydutluk yapmak. Haramî olmuş da yola inmişsin Öldürmüş âşığı kana girmişsin Geyinmiş kuşanmış güzel olmuşsun Güzellik kıymatın bilmeli gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.547 |
yola yoğurt sermek |
: |
Aşırı cömertlik. |
yolak, yolah̬ |
: |
1. Dağlar üzerinde geçiş yolu, kapalı bir alandan çıkış yolu, yol verilen dar bölge, keçiyolu, küçük geçit. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Kabe’den açıldı yolak Ganadım gırıldı felek Daşdım dışıma gediyom Cehan gimi atdım gulak” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
Bir çift güzel gördüm yolda yolakta Altun küpe şan veriyor kulakta Yer yüzünde insan gökte melekte Aceb sevdiğimin eşi var m'ola Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.385 2. Kapı, giriş, ev yolu. “Ben mezara vardım idi Mezarda diledim dilek Açıp bakıcıyım bacım Hocalar vermiyor yolak” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
yolakçı |
: |
Düğün sonrası gelin ve damadı kız evine götüren, yol açan kişi. |
yolcu |
: |
Göze inen perde, boz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yoldaş |
: |
Arkadaş, yol arkadaşı. Yiğit yiğidin yoldaşı At yiğidin öz kardaşı Sağlıktır her şeyin başı Gamlanma gönül gamlanma Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.390 |
yoldurmak |
: |
Koparttırmak. |
yollaye: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yolluyor. |
yollu |
: |
1. Başka erkeklerle ilişki kurmaya istekli kadın. 2. Yol yordam bilen. Altıma serdi de ipekten halı Önüme koydu da kaymağı balı Seni gören yiğit n'eylesin malı Edepli erkânlı yollu bir gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.551 3. Gitme sırası gelmiş. “Sırtıma da geymem alı Başıma bağlamam teli Gurban olam Gadir sana Benim ölmem daha yollu” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
yolluk yumuşluk |
: |
Yolculukta ya da iş yaparken giyilen eski elbise. |
yolluk, yolluh̬ |
: |
1. Geline, yakınlarına verilen armağan. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) 2. Armağan. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 3. Düğün sırasında gelin arabasının önü kesilerek alınan yol parası. “Yolluğu almadan salmazdık gelin arabalarını.” |
yolpaz |
: |
Taranmamış saç, yapıklı saç. |
yolsuz |
: |
Parasız. |
yolsuz iş tutmak |
: |
Doğru olmayan iş tutmak, ölmek. “Kadanı alayım Ağa Sen ağlama biz ağlayak Ağam yolsuz bir iş tutmuş Birikip minnet eyliyek” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
yolu düzlemek |
: |
Yolu kısaltmak, kısadan gitmrk. Yavru şahan gibi hava gözlerim İner ormana da yolum düzlerim Yedi yıldır ben o yâri gözlerim Bekledim murada eremedim ben Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.528 |
yolu tutmak |
: |
Yola koyulmak. |
yolu uğramak |
: |
Yolu düşmek. Yine esti muhabbetin yelleri Attım hoş geliyor falı yavrunun Vardı sana uğradı mı yolları Parlayıp gidiyor eli yavrunun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.563 |
yoluk |
: |
1. Yolunmuş. 2. Kadın küfrü. |
yolun çiğini açmak |
: |
Yaz aylarında geceleri çiğ yağar. Tozlu yollardaki izleri siler. Buradan ilk gidenin izi belli olur. buna yolun çiğini açmak denir. |
yoluynan yolda olmak |
: |
Sözünde durmayı sürdürmek. |
yom |
: |
Şüphe, varsayım. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Akşam pazarı sabah için yomdur.” (Atasözü) |
yomga |
: |
Çok küçük odun parçası. |
yomlamak |
: |
Sanmak, oranlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yonak |
: |
Marangoz keseri. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
Yonan |
: |
Yunan. “Gedin bulutlar gedin Yonan’a habar edin Üç oğlunu sorarsa Denizi tarif edin” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yonat |
: |
Düzgün ve doğru. |
yoŋga |
: |
Odun kesilirken oluşan kırıntı, odun kırığı, talaş. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
yoŋgal |
: |
Yontmaya elverişli ağaç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
yoŋka |
: |
Yontulmuş küçük odun parçaları, talaş. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yoŋmak |
: |
Yontmak, kesmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Her tahtayı ki yonarsan gâh taht ve gah tabut olur.” (Maarif, 15, 203)
“Yenilmiyor deli gönlüm Aşk atına bindi getti Yedim feleğin taşını Ciğerimi yondu getti” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 155 |
yonnuk |
: |
Yorgun. “Gosguç oyunu oynanırken, çocuklar kazanması daha kolay olan sivri uca doğru atış yaparlar ve atışı tam yaparken de; -Atarım yonnuk ucu, hıh…! Diye kalıplaşmış bir sözü söylerlerdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yonnuk almak |
: |
Dinlenmek. |
yoŋsa |
: |
Yoksa. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm. İç.) “Ev yaptırdım göze göze Oturmadım geze geze Babam gurbanın oluyum Yonsa küsgün müsün bize” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yoŋsul |
: |
Fakir, yosun. “Savrın da bulanık akar Yonsul da yüzüne çıkar Gamla burada beğ Duran’ım Üvez yer de mucuk çokar” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yontmuk |
: |
Odunun yontulan kısmı. |
yontulmamış |
: |
Kaba saba. |
yonuk |
: |
Yontulmuş. |
yoŋulu |
: |
Yontulmuş. “Ben ağlamam dünya yalan Merteği yonulu kalan Ulu peygamber aşkına Yok mu yaralımı gören” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
yoŋurmak |
: |
Yoğurmak. |
yoŋusa |
: |
Yoksa. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
Yonuz |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Yunus. |
yoŋuz |
: |
Dağ eriği. |
yoŋuz eriği |
: |
Dağ eriği, ekşi yaban eriği. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
yoŋuzluk |
: |
Su değirmenlerinde suyun dik olarak döküleceği yer. |
yo: |
: |
Hayır, asla olmaz. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yoraça |
: |
1. Dalkavukluk. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Dalkavuk. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yorak |
: |
1. Mest, çapula, yemeni gibi ayakkabılara vurulan meşin yama. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Köşkerin kullandığı tabaklanmış deri, meşin, gön. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yorasa |
: |
1. Uğura ve uğursuzluğa duyulan boş inanç. 2. Deney, görgü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yoraz |
: |
Ters. |
yorçumak |
: |
Küçük görmek, burunlamak. |
yo:rd, yo:rt |
: |
Yoğurt. ”Südden a:zı yanan, yôrdu üflüyerek yerimiş.” |
yordam |
: |
Yöntem, usul. |
yordamlamak |
: |
Yoklayarak ölçüp biçmek, yoklamak. “Ali de gidip ayağıyla yordamladı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yorga |
: |
Atlarda rahvana yakın bir yürüyüş biçimi, yumuşak rahvan. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yorgaca |
: |
Yorgun, yorgun düşme. |
yorgacalık |
: |
Rahatsızlık, yorgunluk. |
yorgan kalkmadan, döşek kalkmaz |
: |
Büyük çocuk evlenmeden küçük çocuk evlendirilmez. “Yorgan kalkmadan, döşek kalkmaz.” |
yorkan |
: |
Yorgan. “Oturmuş da yorkan yüzler Gönül sevdiğini nazlar Top top olmuş gelin kızlar Yoktur benim yarim içinde” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Keskahlı Hüsne Çınar’ın Ağıdı-1, Kaynak Kişi: Mustafa Çınar) |
yornuğu çıkmak |
: |
İyice dinlenmek. |
yornuk, yornug |
: |
Yorgunluk, yorulma, yorgun, istirahat, mola. “Ağmaşat’ın kelileri (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
yornu:unu almak |
: |
Dinlenmek. |
yornuk almak ya da çıkarmak |
: |
Dinlenmek. “Burada bir yornuk almak gerek.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) “Bu gece burada kalmalı. Yornuğumuzu bir iyice çıkardıktan sonra…” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yornuk yornuk |
: |
Yorgun yorgun. |
yornuklanmak |
: |
Dinlenmek, yorgunluğunu gidermek. |
yo:rt |
: |
Yoğurt. “Sülemen, şehere, şehirdeki tanıdıkları, hısım akrabalarının evine geliyorsa; süt, yôrt, yımırta, ayaklarından bağlanıp baş aşağı sallanan bir iki tavık, -tavuklar da inadına başlarını yukarı doğru kaldırırlardı- küçük bir torbanın içinde darı unundan yapılmış dârmi gibi köy ürünlerini içeren çeşitli hediyesini de eşşâne ya da kağnısına yükleyip gelirdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yortlan |
: |
Kaya deliği. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yorundurmak |
: |
Yol gözlemek. |
yos |
: |
Gevezelik için şapka çıkarırken söylenen söz. |
yo:sa |
: |
Yoksa. “Hêç!... Nôlacak!... analarına oynaş gedikler zahar Fransızların!... Yôsa, Sucu Mustafa Gibi. Kır Ali Musa gibi adamlar ne edici ki?... Her çeşit adamınızı gözlüyok demeye getiriyorlar zahar…” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
yo:sam |
: |
Yoksa. “Ulan oruspu dölü o gıza ben dolanıyom; get şurdan, yôsam ben yapacâ bilirim hâa!” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yosma |
: |
Genç ve güzel kadın. “Kadanı alıyım Haçça Öyle dediğime küsme Benim oğlum dal kekilli Gelinim de gezer yosma” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I))
Yazın geldiceğin neden bilelim Gül açılmış yapraklan solgundur Gece gündüz ah u feryad eylerim Hiç demezler bir yosmaya vurgundur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.618 |
yosmak |
: |
İnce yüz örtüsü kullanarak şen, güzel görünmeye çalışma. |
yosul |
: |
Yosun. “Binboğa’nın suyu akar Yosulu dibine çöker Galma burada Duran’ım Sinek yer de mucuk çokar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Çokaklı Ahmet Paşa’nın Oğlu Duran’ın Ağıdı, Ağıtı Yakan: Rabia Duman) |
yo:sul |
: |
Yosun. “Akar gannı Cahan akar Yôsulu yüzüne çıkar Aldım Çürükler’den gelin Güllü’m burcu burcu kokar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Güllü’nün Ağıdı, Kaynak Kişi: Emine Gök (Hodul Emine)) |
yosun |
: |
Fakir. Kuyu başında kuzu Kıvrım kıvrım boynuzu Yok deme yosun deme Yiğide verin kızı Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.151. |
yoş |
: |
Akşam karanlığının çökmesi. |
yoşuk |
: |
(Giysi) Kullanılıp eskimiş, yıpranmış. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yova, yoğa, yoğanta |
: |
Tembel, çalışmayan, makbul olmayan kişi. |
yovanta |
: |
İşsiz, güçsüz, tembel. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yovanta zağar |
: |
İşsiz güçsüz. |
yovarak |
: |
Kekeme, dili dönmeme. Bu çocuḵ çoḵ yovaraḳ konuşuyor bē. |
yoydurmak |
: |
Telef olmasına sebep olmak, bozulmasına yol açmak, boşa gitmesine sebep olmak. |
yoylu |
: |
Darıldan, çabuk alınan. |
yoymak |
: |
1. Harcamak, yok etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Bozmak, boşa götürmek. 3. Zayi etmek. 4. Başaramamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 5. (Düş) Yorumlamak. “Düş görenin değil yoyanındır” (Atasözü) |
yoynukmak |
: |
Yerinden yurdundan olmak, soğumak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Yerinden yoynukturdu.” |
yoyulmak |
: |
Emeği zayi olmak, emeği boşa gitmek. |
yoz |
: |
1. Süt vermeyen, doğurmayan, kısır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Osm.) “Gonurun dağında yayılır yozu Maykemelerde de goç gimi sözü Durmayıp ağlıyor Çerkez’in gızı Galdı gelinlerin dul Hös’gün Ağa” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
Sabahleyin seher yeli değince Lâle verip sümbül boyun eğince Yaz gelip de beş ayları doğunca Çekilir sağmalı, yozu dağların Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.538 2. Doğada olduğu gibi kalarak işlenmemiş olan, kısır. 3. Hayvan tüccarı. 4. Deve. 5. Kısır ve erkek davar sürüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) “Kele Döndü kele Döndü Bu millet de nerden geldi Ben gardaşa öldü demem Yozunan Haleb’e indi” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yoz it |
: |
Sahipsiz it. |
yoz kalmak |
: |
Yalnız ve kimsesiz kalmak. |
yozcu |
: |
Koyun tecimeni. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yozlak |
: |
1. Yabani, işlenmemiş, terbiye edilmemiş, özünü yitirmiş. 2. Doğurmasıyakın, ağrı çeken hayvan. 3. Koyunun sürüden ayrılıp başka yerde kuzulaması. |
yozlamak |
: |
Bağ ve bahçelerdeki işe yaramazfilizleri ayıklamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
yozmak |
: |
1. Kök salamayıp, gelişememek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. İsteğinden caymak, bir şeyden soğumak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Öğrenmek, sökütmek. 4. Yoldan çıkmak, yolunu şaşırmak. |
yozmal sırkıntı |
: |
Çıkıntı, kısır, koyun sürüsü. |
yozukmak |
: |
Bir yerin yabancısı olmak. |
yö:mie |
: |
Yevmiye, gündelik. |
yö:miyeci |
: |
Gündelikçi. |
yöğrük |
: |
Hızlı yol alma. “Metin Karac’oğlan metin Yöğrük derler aşkın atın Kardeş kardeşin kıymetin Sağlıkta bilen öğünsün” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
yöleb |
: |
Tez, acele, parıltı. |
yömiye |
: |
Yevmiye. |
yöŋ |
: |
Yön. |
yöndem |
: |
Uygun biçim, tutulacak yol, yöntem. |
yöŋelgesi tez |
: |
Çabuk inandırılan, kolayca kandırılan kimse. “Yönelgesi tez.” |
yöŋelmek |
: |
Yüzünü çevirmek, dönmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yöntemsiz, yöndemsiz |
: |
Yeteneksiz, beceriksiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yönüm |
: |
Önüm. “Yönüm ardıma dönsün” |
yöre |
: |
1. Çevre. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Değirmen taşının çevresinde biriken ve hayvan yemi olarak kullanılan salt un. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Buğday saklanan kuyuda, buğdayla toprak arasına konulan dolgu, saman, değirmenlerde, taşla kasnak arasında kalan ve hayvan yemi olarak kullanılan salt un. |
yöre tutmak |
: |
Varsıllşmak, zenginleşmek. |
yöreb |
: |
Bayır. |
yöreb atmak |
: |
Boşa harcamak, israf etmek. |
yörebi a:mak |
: |
Yokuşa başlamak. |
yörebine |
: |
Yanlamasına. |
yörek |
: |
1. Çevre. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Geçilerin dört tanesi gelmedi. Garannık basmadan yöreğe eyicene bakın.” 2. Beşik bağı, kundağı beşiğe bağlayan sargı. “Uşak saldım yırağına Ortak olam marağına Kurban olam yöreğine Kuzum bebeğin ağlayor” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 178 |
yörelemek |
: |
Tahılı korumak amacıyla toprakta açılan çukura koyarken, toprakla arasına saman vb. koymak. “Tahılı çuvallarla kuyuya indirdiler.Yoncayla ve samanla yörelediler.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yörep |
: |
1. Akabe arazi, dik yamaç, az eğimli yer, bayır yokuş. “Tek atı olduğu için yörepde açtığı tarlayı bir türlü bitiremez. Yağmursuz havalarda mutlaka köten yüklü atına biner, köyün dışındaki bayırın yolunu dutardı.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) 2. Bedenin yan tarafı. 3. Dağların sırtından geçen dar yol. “Uzaktan, kıraç, kepir taşlı yörepten aşağı, karnı karnına geçmiş, dili dışarıda, yalpalayarak, kocamış bir kurt geliyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yörev |
: |
Aksi. |
yörü |
: |
Yürü, haydi oradan, asla inanmam, inandıramazsın. “Maraş’da da gardaşın evi Hediyeler ediciyim Yörü gediyorsan ana Ben gardaşa gediciyim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Karcı İs-mail (Kahveci)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök)
Yörü güzel yörü işin onara Gün değmiş de şavkı vurmuş pınara Gün üstüne bir gün daha doğara Eymirli'den bir kız geldi pınara Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.396 |
yörük |
: |
1. Göçebe. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) 2. (At) Uçarcasına dörtnala gitmesi, yüğrük, tez ayaklı. “Hamam köprüsünden Beğlik yolundan Doğru geçin hükümetin kolundan Azgıt kalesinden Halbır Beli’nden Yörüktür atımız uçmadan gitsin” (Celil Çınkır, Andırın Sözlü Kültür Varlıkları Envanter Çalışmaları - I, “Beşbucaklı Aşık Halil”.)
Metin Karac’oğlan metin Yörük derler aşkın senin Kardaş kardaşın kıymatın Sağlıkta bilen öğünsün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.573
“Eşşeğin canı yanınca attan yörük olur.” (Andırın Atasözü) |
Yörük ateşi |
: |
Üç uzun dal yardımı ile bir idam sehpası hazırlanır. Ortasından yere doğru taşıyıcı bölüm sallandırılır. Alta yakılan ateşle yemek pişirilir. |
yörükçü |
: |
Çoban. Yörükçülüḵ yaparıñ yanı davar ġúderiñ. |
yörükçülük |
: |
Yöre ağızlarında köylülük, çobancılık anlamında Kullanılmaktadır. |
yörü:lek |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yürüyerek. |
yörümek, yörümeg |
: |
Yürümek. “Maraş’da gardaşım evi Hediyeler ediciyim Yörü gediyorsan ana Ben gardaşa gediciğim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
Yörü bire yörü Antep elleri Senin yakışığın yaz inen gelir Başı top top olmuş eğri peçeli Gelinler karışmış kız inen gelir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.609 |
yörütmek |
: |
Yürütmek, çalıştırmak, hareket etmek. Bir ah çeksem dağı taşı eritir Gözüm yaşı değirmeni yörütür Bu hasretlik beni dahi çürütür Bana sıla da bir gurbet el de bir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.603 |
yörüyüşlü |
: |
Bir kimseye benzemeye çalışarak yürüyen kimse. Dinleyin bir güzel medhin edeyim Yiğide nisbetle yörüyüşlünün Can fedâ ederim şöyle sunaya Bin türlü naz ile şahnişlinin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.538 |
yöş |
: |
Akşam karanlığının çökmesi. |
yöşerti |
: |
Karanlıkta görülen gölge, imge. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yövmiye |
: |
Yevmiye. “Küçük kaya boyutlarındaki çakmak taşları, yanılmıyorsam zengin bir damarı bulunan Adıyaman’dan özel olarak getirtilirdi. İhtiyacı olanlar almak istediği kadar alırlar ve dükkanının bir köşesine yığarak yövmiyesiynen duttuğu ve bu işde tecrübeli döllere özel çekiçle kırdırırdı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yua |
: |
Şaşma, korku bildiren ünlem. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yu:cular |
: |
Yıkayacaklar. “Bir nar kesdim dane dane Asbabını serdim yine Gelin seni yûcular Teneşir de döne döne” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüsne Gelin (Kuru)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: Murtaza Yılmaz) |
yuddurugüllos |
: |
Yutturmaca yapılan iş. |
yuduk |
: |
Yıkadık. |
yudular |
: |
Yıkadılar. |
yudur |
: |
Yıkat. |
yudurmak |
: |
Yıkatmak. “Su vurullar yudurullar Durur mu şehidin ganı Gül yaprâ leylab dalı Yarimine bana benzer” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüseyin Ağa’nın Ağıdı (Halbur Ağıdı), Kaynak Kişi: Adil Gök) |
yufḫa |
: |
Lavaştan daha ince, sac üzerinde pişirilen ve uzun süre bayatlamadan dayanan ekmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. İç.) |
yufka |
: |
Lavaştan daha ince, sac üzerinde pişirilen ve uzun süre bayatlamadan dayanan ekmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. İç.) Çıksam dağ başına, taşa otursam Üstümle başımla yere yatırsam Tarhana aşına yufka batırsam Nerde benim o çocukluk yıllarım (Kaynak şahıs: Celil Çınkır, Şair: Aşık Ataroğlu) |
yuğluk |
: |
Utangaç, beceriksiz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yuha |
: |
1.Sığ, derin olmayan su vs. 2. İnce. |
yuharie |
: |
Yukarıya. “Hatın gız, hatın gız der imiş bu gaynanamın gaynanasına. Şu ırbı:mı doldur da ver der imiş. Irbı: doldurur imiş. Beli:nen yuharie çeker imiş. Ne bileg işde,essah mı yalan mı gızım.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yuhariece: |
: |
Yukarıya kadar. “Hışını mışını ayitleri:m. Üç sefer de yurûm, onan sôna bö:le üsdünden bir garış yuhariece su goyarım. O sü: çeker.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yuka |
: |
1 Kağıt gibi ince açılmış ve sac üzerinde pişmiş yufka. “Yuka ekmeğin arsına yeşil soğan ve tere koyup yedin mi hiç?” 2. İnce, sığ. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. Ada. İç.) 3. Derin olmayan, sığ. “Der Kemal’ım beni kuldan seçmeyin Kabrim derin olsun yuka açmayın Saptırmamı hızarımda biçmeyin Ağu ağacından kırın getirin” (Ali Kemal Yiğit)
En yüksek yerlerde avcılar gezer Hem derin göllerde ördekler yüzer Yuka olan dudak şekerler ezer Kızıl yanakların kaldır aradan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.518 |
yuka:kile: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yukardakiler. |
yukalamak |
: |
Bir işi bitirmek üzere olmak, bir işin sonuna doğru yaklaşmak. |
yukarı bakmak |
: |
Büyüklenmek, kibirlenmek, kendini beğenmek. Güzel oldum deyi yukarı bakma Kanlarım kurutup yüreğim yakma Hatırlar incitip gönüller yıkma Bu yalan dünyanın sonu ölümdür Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.618 |
yukarıyüz |
: |
Yukarı. |
yukleşmek |
: |
Yüklenmek, abanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yularını üstüne etmek |
: |
Bundan böyle yapıp edeceğine karışmamak. |
yuluk |
: |
Solmuş, eskimiş. |
yumak |
: |
1. Su ya da başka bir sıvı kullanarak bir şeyi temiz hale getirmek, yıkamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. Ada. Osm. İç.) “Mendilim yudum arıttım Gülün dalında kuruttum Adın ne idi unuttum Sorulmayı sorulmayı” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953)
“El eli yur, el de döner yüzü yur.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. 2. Hamur bezesi. 3. İplerin bir çeşit sarılma şekli. “Kalktı, bir su içti, yüzünü yudu, geldi yerine oturdu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yumalak |
: |
Değirmi. |
yumcalamak |
: |
Elleri, avuçları ile sıkmak, buruşturmak. |
yummaböceği |
: |
Salyangoz. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yummak |
: |
Kapamak. “Demişler kıssa-hana sen dahi göç Heman ağzını yummuş görmemiş güç” (Güvahi. XVI. 53) |
yumrarmak |
: |
Şişmek, kabarmak, tümsek gibi olmak, şişmek. |
yumrulmak |
: |
Yoğrulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yumşak |
: |
Yumuşak, gevşek. “Dudağından şeker, şerbet, bal döker Gülüşünden inci, mercan, gül döker Saçlarından sırma sırma tel döker Göğsü, kolu yumşak olur güzelin” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
yumulama |
: |
Yaraya sarılan sargı. |
yumulmak |
: |
1. Saldırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Bir şeyin üzerine kapanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yumurta oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. Yumurta Oyunu: Oyun kum üzerinde oynanır. Kumda büyükçe bir çukur açılır. Herkes eline bir yumurta alır. Uzak bir noktadan bir oyuncu yumurtasını çukura yuvarlar. Ardından ikinci oyuncu da yumurtasını yuvarlar. Yumurtasını diğerine değdirirse o yumurtayı kazanmış sayılır. Herkes sırasıyla yumurtasını yuvarlar. Yumurtalar oyunun sonuna kadar çukurda bekler. Sonra gelen oyuncu, en son yumurta kazanmış olan oyuncunun yumurtasına dokunabilirse oradaki bütün yumurtaları alır. (Mısra Uğurlu, Adana İli Karataş İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üni., SBE. TDE. ABD, Adana, 2010, s.127) |
yumuş |
: |
İş buyruğu, iş yaptırma isteği, emir buyruk, istek, iş. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm. İç.) İş, toplanış, cemiyet. Adana'da pamuk otlarını kazmak için tutulan işçinin adına "yumu uşağı" derler. K. Maraş'ta yumuş uşağı veya oğlanı, kendisine iş buyurulan evin hizmetçisi veya bir ferdi (kızı oğlanı)'ne denir. Hizmetkâr erkek olursa dışarı işlerine, kadın olursa ev işlerine bakar. Ahır temizliği ve hayvanların bakımı erkek hizmetkara aittir. Adana'da buna "eldeci" adı verilir. Eskiden her evin bir hizmetkârı olurdu. Günümüzde bazı isim ve şekil değişikliği ile bu usul devam etmektedir. Apartman kapıcılığı aslında birden fazla evin hizmetini görmek demektir. Bunların adı, görev ve sorumluluğu bir kısım kanuni formalitelere bağlanmıştır. Önceleri hizmetkarlık evin, ailenin gönlüne bağlıydı. “Ömer Kaya, Hacı Abdullah Kozan, Mahalli Kelimeler Sözlüğü, UKDE Yayınları No: 30, Kahamanmaraş, Ağustos 2003.
“Gelenlerin gelmez oldu Kahv’ocağı yanmaz oldu Dudu bir yumuş buyursa Köylü yüzün dönmez oldu” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I))
“Çocuğa yumuş buyur ardısıra sen get.”Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
yumuş ağzından akmak |
: |
Çok iş buyurmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.Osm.) |
yumuş tutmak |
: |
Söylenen, yapılması istenen bir şeyi yapmak. “Guzum yanımda dursun, yumuşu tutsun yeter.” |
yumuş uşağı |
: |
Denileni, verilen işi hiç zorsunmadan yapan kimse, birinin ayak işlerini yapmak, ayakçı, hizmetkar. |
yumuşuk durmak |
: |
Bir eşyanın karışık durması. |
yumzuk |
: |
Yumruk. |
yuŋ |
: |
1. Yün. “Yunu darardıg. Darag var ıdı, şö:le dişdiş telden telden daraglar olur udu evel. Gaynanam ırahmedlig sabahâca darar ıdı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) 2. Yıkayın. “Gömleğini yun arıdın Askıya dakın gurudun Senem gızı geleneçek Vermeyin evde çürüdün” (Kaynak: Hürü Köse, Andırın Büveme Köyü’nden) |
yunağ |
: |
Yunak, ölü yıkanan yer. “Mahana etdin yunağın Eşsiz mi goydun düneğin? Yernik getdi benim eşim de Büyüdemedi bebeğim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Ölen Hanımın Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Çığşar) |
yunak |
: |
1. Yunak, ölü yıkanan yer, çamaşır yıkama yeri, banyo yeri, yıkanacak kirli çamaşır. “Ana yunağa vardın mı? Yunu yerini gördün mü? Yunu yerini görünce Gızın gıymatın bildin mi?” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 2. Yıkanacak kirli çamaşır, çamaşır. “Kolay gelsin, yunak mı yuyordunuz?” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yunak cini |
: |
En güçlü cin. |
yunak tası |
: |
Saplı su tası. |
yunak yıkamak |
: |
Çamaşır yıkamak. “Ocağa su goydum. Böğön yunak yıkama günü.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
yunak yumak |
: |
Çamaşır yıkamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Kolay gelsin. Yunak mı yuyordunuz?” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yunaklık |
: |
1. Yıkanacak kirli çamaşır vb. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Çamaşır yıkanan yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Yunaklıkta haber vardı İmekledim gelemedim İki oğlan ölmüş derler Aradım da bulamadım” (Mehmet Yardımcı, Ağıt Söyleme Geleneğimiz ve Kadirli – Kozan Yöresinde Söylenen Ağıtlar İsimli Makalesi) |
yunan |
: |
Yıkanan. “Kiskibar bişirdigden sôna, o yunan temiz çabıdları bir suya goyarıg, püsüg ne dâdi filan, sıçan mı işedi? Bör böcüg mü gezdi dimi?” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yuŋmak |
: |
1. Kendi vücudunu yıkamak, yıkanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Gapıya dökülmüş gazel Anam, gızlarını gezer Hacıyıdın hatın anam Yundukça da oldun gözel” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993)
Gözüm kaldı şu kaplanın postunda Azrail de can almağın kastında Döne döne teneşirin üstünde Yunmayınca gönül yârdan ayrılmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.645 2. Su ya da başka bir sıvı kullanarak bir şeyi temiz bir hale getirmek, yıkamak. “Camiin taşları kan ile yundu Meraş vilayeti şirike döndü Dördüncü orduyu fesada verdi Söylendi dillerde halın Adana” (Adana Vakası üzerine söylenen türküden alınmıştır.) |
yuŋsek |
: |
Yüksek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yuŋselmek |
: |
Yükselmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yuŋurmak |
: |
Yoğurmak. “Benim gözüm bir sulu yâmır, Akıyor yere oluyor çamır Elim golum dutmaz oldu, Ben de yunuramam hamır” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hamide Aslantaş’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Emine Kabagil) |
hamur yuŋurmak |
: |
Unu suyla karıştırarak hamur hâline getirmek; yoğurmak. |
yunus eriği |
: |
Olgunlaşmadan yenmeyen çok ekşi ve sapsarı dağ eriği, Yonuz eriği. |
yuŋusuz |
: |
Biçimsiz. |
yural |
: |
Tasma. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yurd |
: |
Ev, bark, memleket. Kerem eyle kara gözlü Açma bizim sırrımızı Araya firkat düşürüp Od eyleme yurdumuzu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.640 |
yurd bogcusu |
: |
1. Hiçbir işte tutunamayan 2. Miras malını çarçur eden kimse, mirasyedi. |
yurdu |
: |
İğne deliği. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yurdulamak |
: |
İpliği iğneden geçirme işi. “Nenem ben beni bildim bileli ipliği hep bana yurduladırdı.” |
yu:rrug |
: |
Yoğururuz. |
yurt |
: |
1. Ev. 2. Yörüklerin yazın ya da kışın oturdukları yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yu:rt |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yoğurt. |
yurtlak |
: |
Yörüklerin kışın ya da yazın oturdukları yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yurtluk |
: |
Yaylak ve kışlakta obaların çadır kurduğu yer. |
yurug |
: |
Yıkarız. “Kiskibar, tertemiz gazanları yurug, kiskibar, killi suları geder, berrag gimi olur.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yuryumuşak |
: |
Yumuşacık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yusa:ne |
: |
Yıkasana. “Kör ederim Eşe seni Vezir dayım desâne Yakasına kan damlamış Su vurup da yusâne” (Kaynak: İbrahim Davutoğlu, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
Yusuf alması |
: |
Güzelliği sebebiyle bu ad ile anılan bir elma türü. Şan alsın da dostun bahçası bağı Derilmiştir gülü geçmiştir çağı Yusuf almasına dönmüş yanağı Onu öpmek değil dişlemek gerek Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.472 |
yu:sük |
: |
Yüzük. Düğünlerde kahve fincanı ile yu:sük (yûsük) oyunu oynanırdı. |
yutkuna kalmak |
: |
Bir durum karşısında söyleyecek söz bulamamak. Yük: Yük konulan yer, yüklük; kiler. |
yutkunmak |
: |
Canı çektiği için ağzı sulanmak. |
yuva |
: |
Konuşma sırasında kullanılan bir hitap sözü. |
yuva hanı |
: |
Buluntu ve sahipsiz hayvanların getirilip içine konulduğu han. |
yuvagacı |
: |
Loğ ağacı. |
yuvahane |
: |
Ziraate ve ormana zarar veren hayvanların hapsedildiği ağıl. |
yuvak |
: |
1. Anamur’da evlerin damlarında bulunan antik mermer sütundan kesilen silindir. 2. Loğ taşı, toprak damların akmaması için damın üzerinde dolaştırılın taş. |
yuval |
: |
Gürbüz, kilolu. |
yuval yuval |
: |
Kilolu insanların yürüyüşü. |
yuva:lak |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yuvarlak. |
yuvalamak |
: |
Yuva yapmak. Ovalar ovalar engin ovalar Gözüm yaşı biri birin kovalar Gülistan içinde bülbül yuvalar Çalısı çırpısı güldür sılanın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.536 |
yuvantı |
: |
1. Sürüdeki sahibi bilinmeyen mal, yabancı mal, yabancı adam. 2. Tufanbeyli yöresine başka bir yerden gelip yerleşen kişi. 3. Yabancı. |
yuvarlak miyene |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Yapılan bakır eşyada, istenilen çukurların oluşturulmasında kullanılır. Ağız kısmı toparlaktır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
yuvha e: |
: |
Aşırıya kaçan davranışlarda söylenir. |
yuyan |
: |
Yıkayan. “Memet hizmetin görüyor Yuyan kefene sarıyor Eli belinde duruyor Gardaşınız bacılarım” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yuymak |
: |
Damın toprağını sıkıştırıp düzeltmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yuyun |
: |
Yıkayın. “Savcı dokdur hep geldiler Açıp yareni gördüler Götürün yuyun dediler Yakdın bizi Ali gardaş” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gır Ali’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Hacı Mustafa Duman) |
yüceli |
: |
Çevresine göre daha yüksekce olan yer. “Dama çıkar, esikli, yüceli damların birinden atlayıp ötekine sıçrayarak, üç, beş hatta on ev ötedeki bir başka sokağa inerdik.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yüdurge |
: |
Çok keskin. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yüğlük |
: |
Genç ve dinç demek olup şişman anlamına da gelmektedir. “Yüğlük dağı genç, yeşil ve çiçekli bir dağdır. Bu dağda bazı vahşi hayvan avcılığı da yapılmaktadır. Dağın tepesinde Karaman ve Konya ovaları serbestçe görülebilir.” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
yüğrük |
: |
1. Tez ayaklı. “Yüğrük kızcağızım yüğrük Yürürken ığranır beli İnşallah anam send’ölürsün Yalınız ağlattın beni” (Yaşar Kemal, Ağıtlar, YKY, İstanbul, 1993) 2. Çok hızlı. “Del’osman da, Sürmel’ali İnce yaralımın beli Kör Mehmet, Hacı Mustafa Yüğrük Bekir’imin dili” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
yüğrülmek |
: |
Dişi koyun yahut keçinin erkeğiyle çiftleşmesi. |
yüğürmek |
: |
1. Boğa istemek; boğasamak. 2. Koçun dişi koyunu döllemesi. |
yüğürtmek |
: |
Boğa isteyen ineği boğayla çiftleştirmek. |
yüğütmek |
: |
Koşup yorulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yük bitirmek |
: |
Yük tutmak, yük almak. “Düşünü düşünü aklım yitirdim Ben yükümü gam yükünden bitirdim Güzel seni kol üstünde yatırdım Hayal miydi, fikir miydi, düş bana?” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 91 |
yük vurmak |
: |
Dert açmak. “Karac’oğlan der ki yâr döne döne Tükettim ömrümü kalmadı sene Yükümün üstüne yük vurdun yine Ağırdır yüklerim götüremedim” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yüklü, yüglü |
: |
Hamile, gebe. |
yüklük, yüglüg |
: |
Evde yatak konulan yüksekçe raf. “Çocuk yüklükten yana geçti.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yüksa:miş |
: |
Yüksek imiş. |
yüksük |
: |
1. Düğünlerde oynanan seyirlik köy oyunu. Yüksük Oyunu: Düğünde kadın ve erkekler ayrı eğlendiği için, özellikle akşamvaktinde erkekler toplanıp çeşitli oyunlar oynardı. Bu oyunlardan yüksük oyunuen çok sevilenidir. Bu oyunda iki taraf vardır. Tepsi üzerine altı tane fincankonulur. Bu fincanların birinde yüksük saklıdır. Karşı tarafın yüksüğü bulmasıistenir. Yüksüğü bulan kişi kendi tarafına bir puan kazandırır. Kazanamayantaraf cezalandırılır. Kazanan tarafın seçilen başı, cezayı belirler. Bu cezalar zorve ağır cezalardır. Islak havlu ile cezalı gurubun ellerine vurulması ya da kevenotu ile tıraş yapılması gibi. Bu oyun düğünlerimizde oynanmamaktadır. (Suat Savur, Adana İli Tufanbeyli İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üni., SBE., TDE. ABD, Adana, 2010, s.188)
2. Baldır kemiğinin kalça kemiği ile birleştiği eklem. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yükünmek |
: |
Öykünmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yükünü yüŋseğe yığmak |
: |
Kendini önemsetmeye çalışmak. |
yülek |
: |
Bıçakları veya kesici aletleri keskinleştirmeye çalışmak. |
yülekli |
: |
Yülenmiş, ucu keskinleştirilmiş. |
yülemek |
: |
1. Traş etmek, kazımak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Kesici aletleri bileylemek, balta, keser, çapa gibi gereçlerin ağzını düzeltmek, inceltmek, bileylemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Ekin biçim vaktı yaklaşıyor. Oraklarınan, tırpanların ağzını yüledek e bire guzum.” |
yülemşah |
: |
Hırpani. |
yülenmek |
: |
Bileğilenmek, keskinleştirilmek. “Hançer bıçak yüleniyor Heral bizi kesiciler Selam olsun Saimbeyli’m Urumlu’yu basıcılar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Saimbeylilerin Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayşe Temiz) |
yületmek |
: |
Kesici aletleri bileylemek, balta, keser, çapa gibi gereçlerin ağzını düzeltmek, inceltmek, bileylemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yülmek |
: |
Yunmak, yıkamak. Kılı soñra yüller yayḳallar, ēğirtmeçte eğirirler. |
yülük, yülüg |
: |
Traş olmuş, dazlak. |
yülümek |
: |
(Kıl vb. için) Traş etmek, biçmek, keskin bir aletle kesmek, kazımak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç. Osm. Ada.) |
yülümennik |
: |
Kasık bölgesi. |
yülütmek |
: |
Traş ettirmek, tüylerini yoldurmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yümek |
: |
Yıkamak. |
yün özemesi |
: |
Dağınık halde yün yumağı. |
yüŋsek |
: |
Yüksek. “Yünsek galdırın salını Getsin görünü görünü Bu kimin nesi derlerse Memiş’in de Güllü gızı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yüŋseklik |
: |
Yükseklik. |
yüŋse:ne |
: |
Yükseğine. “Yünsêne çıksam da görünmez dâlar, Asgerlik adamı gıl ile bağlar, Silade validem ah çeker ağlar, O sebebden arzederim veteni” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Sıla Ağıdı 6, Kaynak Kişi: Ümmügülsüm Temiz) |
yüŋsük |
: |
Yüzük. “Altın yünsük barnağanda Boz elbise dırnağanda Gezer benim babam oğlu Şu bay beğler örneğende” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yünu:z |
: |
Yününüz. |
yüra: a:rımak |
: |
Miğdesi ağrımak. “Yürâm ârıdı.” |
yüra: dutmak |
: |
Hafif uykuya dalmak. “Yürâm dutmuş guzum.” |
yüra: düşmek |
: |
Çok korkmak. “Yürâm düştü.” |
yüra: gagmak |
: |
Midesi bulanmak. “Yürâm gagdı.” |
yürağ yekinmek |
: |
Midesi bulanmak. |
yürağam |
: |
Yüreğim, midem. “Keşifçiler binmiş geliyor Gardaşın deli oluyor Hısım olsam çok söğlerim Hemen yürağam doluyor” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yüra:mde |
: |
Yüreğimde. “Şu dağlar da sıra sıra Vardır yürâmde yara Sen hakkını helal eyle Ayrılık yok dura dura” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Battal’ın Ağıtı, Derleyen: Mustafa Karaman-Gülcihan Yapan, Kaynak Kişi: Elif Köse) |
yüra:n |
: |
Yüreğin. “Yürân yandı mı; istediğin limonatanın, meyan şerbetinin veya gülsuyunun bardağını doldurmadan önce o bardağın kenarıyla şöyle kazıya kazıya yarısına kadar kar alınır, sonra onun üzerine mümkün olduğunca yukarıdan ve köpürdetilerek akıtılırdı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yüre: |
: |
Yüreği. “Elime aldım kürê Yıkıldı damımın dirê Yanı sıra verin bardak Yangın eşimin yürê” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Koca Durmuş’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Nadire Erkek) |
yüreande |
: |
Yüreğinde. “Birbirine etmediğini gomazlarmış. Gomazlarmış da Zeynep hanım mazlum tabiatlı ve haksızlığa uğramanın ezikliğini tâ yüreande duyduğundan hep altta kalıyor, yeni gelen kuma da biraz baskın çıkıyormuş…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yüreği bulanmak |
: |
Midesi bulanmak. “Ayağa kalktı. Ama gene, her adım attıkça yüreği bulanıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yüreği cıkrımak |
: |
Midesi ekşimek. “Yüreğim cıkrıdı.” |
yüreği darakmak |
: |
İçi çok sıkılmak, bunalmak. “Beş parasız, işsiz kaldığı geldi gözünün önüne… Yüreği daraktı. Gözleri karardı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yüreği götürmemek |
: |
Başkalarının çektiği acıya dayanamamak, içi götürmemek. “Kadın: Herif, dedi, Hiç yüreğim götürmüyor.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yüreği gürp gürp etmek |
: |
Çok korkmak; coşkudan ya da korkudan kalbi hızlı hızlı vurmak. “Işığın yanında yüreği gürp gürp ederek durdu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yüreği hop etmek |
: |
Ansızın çok heyecanlanmak ya da korkmak. “Uyanık da olsalar babası anası, bu sesten bir şey anlamazlardı. Yüreği hop etti ortalığı dinledi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yüreği kopmak |
: |
Çok korkmak. “Bir düşün, atımız ölürse ben nasıl giderim. Yüreğim kopuyor.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yüreği oynamak |
: |
Çok heyecanlanmak. “Yüreğim oynadı.” |
yüreği sıkılmak |
: |
İçinde bir sıkıntı duyumsamak, bunalmak, canı sıkılmak. “Yüreği sıkılıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yüreği yağ bağlamak |
: |
Mutluluktan içi içine sığmamak. |
yüreğil |
: |
Yürekli, cesaretli. |
yüreğine ateş düşmek |
: |
Çok üzülmek. “Yüreğime ateş düştü.” |
yüreğine tıp etmek |
: |
Birdenbire aklına gelmek, birdenbire anlamak, kavramak. “Genç Kaymakamı görür görmez, Okçuoğlunun yüreğine tıp etti.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yüreğinin şişi inmek |
: |
Öfkesi yatışmak. “Yüreğimin şişi indi.” |
yürek bulantısı |
: |
Mide bulantısı. “Yüreğimin bulantısı nar eşgisi içince geçer gibi oldu.” |
yürek sıkısı |
: |
Baş ağrısı. |
yürsek |
: |
Yüksek. “Yürsek olur da şu dağlarıŋ bedeni Duman çökmüş görünmüyor yolları Size máğlûm da Yazıcı Oğlu’nuŋ halleri Goca Tanır yaz olmıya başladı” (Görkem, 1986) |
yürük |
: |
1. Sıpa. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Yüğrük, hızlı, çabuk, yiğit. |
yürükmek |
: |
Zorla yürümek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yüsek |
: |
Yüksek. “Ne yüsek uçarsın hey gözü kanlı Eğlen kondurayım dala Fadime Nerde güzel olsa kötünün malı Gövel ördek konmaz göle Fadime” (Duran Boz, Yazarların Şehri Kahramanmaraş, Pehlil Ali, Kahramanmaraş Valiliği 2009) |
yüssük |
: |
1. Bölgemiz göçmen ağzında; yüzük. 2. Yüksük. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. YÜSSÜK OYUNU Kapalı mekânda, ev içerisinde oynanır. Kız ve erkek çocuklar birlikte oynar. Oyuncu sayısında kısıtlama yoktur. Bir tepsi, yüzük ve yedi kahve fincanı bulunur. Oyun başlamadan önce kaç sayıda oyunun biteceği kararlaştırılır. Fincanlar tepsiye ters olarak konur. Birinci grup fincanlardan birinin içine yüzüğü saklar. Diğer grup saklanan yüzüğün hangi fincanda olduğunu bilmeye çalışır. Yüzüğü bulan oyunu kazanır, bulamayan türkü söyler. Bazen de kaybeden kişi, kazanan kişiyi arkasında taşır. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 209) |
yüsük |
: |
Yüzük. |
yüyen |
: |
At başlığı, at başlıklarının ağza geçen demir bölümü. |
yüz |
: |
Taraf. “Eşli yağmur geliyor!... Şo yüzde, bir mağara varıdı!... Yağmura dutulmadan yetişek!... Çuvalı Hasan’ınan Sülemen löbetleşe daşısın.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
yüz ağardıcı |
: |
Süpürge. |
yüz ağartma |
: |
Memnun etme. |
yüz cırmalamak |
: |
Alacağını ya da verilen sözün yapılmasını arsızca istemek. |
yüz da:l camız gönü |
: |
Yaptığından dolayı bir kimseye olmadık laflar söylendiği halde bunlardan hiç nasibini almayan hatta oralı bile olmayanlar için söylenir. “Yüz dâl camız gönü.” |
yüz döndürmek |
: |
Yüz çevirmek, uzaklaşmak. Ala gözlerini sevdiğim dilber Niçin benden ay yüzünü dönderdin Yoksa hizmetinde kusur mu koydum Niçin gül dalına harı kondurdun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.562 |
yüz görümlü: |
: |
Damadın gelinin duvağını açtığında verdiği armağan. |
yüz yumak |
: |
Yalakalık etmek. |
yüzâ |
: |
Yüzüne. |
yüzahı |
: |
Onur. |
yüzcek |
: |
Yüzyüze, yüzünden. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) Yüzcek tanıyorum ama adını bilmiyorum. |
yüze pıya |
: |
Sahte gülücük etmek. |
yüze vurmak |
: |
1. Bir kimsenin hatasını yüzüne karşı söylemek, yaptığı iyiliği baş kakıncı etmek. 2. Yüze peçe vs. örtmek. Yüzüne vurduğum sırmalı peçe O yâre ettiğim emekler hiçe Belki güzellerin kervanı geçe Baççıyım beklerim yol kenarında Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.383 |
yüze:ri |
: |
B yüzüyor.ölgemiz göçmen ağzında; |
yüzerlig |
: |
İri tohumlu, ateşe atıldığında hoş bir koku bırakan ve nazara iyi geldiğine inanılan bir bitki, üzerlik. |
yüzetmek |
: |
1. Yüzleştirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Alacağını ya da borcunu başka birinin ödemesini ya da almasını istemek. |
yüzeyapışkan |
: |
Bir böcek. |
yüzgaç |
: |
Ağaç kabuklarını yüzen işçiler. |
yüzgeç |
: |
Yüzme bilen. |
yüzlü kömbe |
: |
Yüzüne yoğurtla sos yapılarak genellikle sac arasında pişirilen kömbe. |
yüzlük |
: |
Peçe, nikab, yüz örtüsü. “Kurtulan sürtüp girürler içeri At depüp yortup gelür paşa gerü Göksü gürledi, köpüğü saçılır Yüzlüğün kaldırdı yüzü açılır” (Enver XV. 70) |
yüzsüz |
: |
Utanmaz. Yalınız git yoldaş olma yüzsüze Selâm verme erkânsıza yolsuza Komşu olma nâmussuza arsıza Âkıbet üstüne hiyle getirir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.612 |
yüzü kölgeli |
: |
Sıkıntılı, üzüntülü. “Yüzü kölgeli.” |
yüzü surat |
: |
Atın yüzü insan suratına benziyor. |
Yüzük oyunu |
: |
Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. Genellikle düğünlerde erkeklerin ev içerisinde bir odada oynadıkları iç mekan oyunudur. Herkes odanınyapısına göre kare veya çember şeklinde oturur. En az 10, en fazla 20 erkekle oynanır. Havlunun ya da başörtüsünün bir ucu bağlanarak düğümlenir. Bir kişi avucuna yüzük alır. Bu kişi ortada ilk ebe olarak görevlidir. Oyuncuların hepsi iki elini birleştirerek avucunu öne uzatır. Ebe tek tek sırasıyla herkesin avucuna yüzüğü bırakıyormuş gibi yapar ve içlerinden birinin avucuna yüzüğü gerçekten bırakır. Sonra eline düğümlü havluyu alır. Bir oyuncuya yüzük kimde diye sorar. Odadaki kişilerin beden dilinden, tavrından anlamaya çalışırlar. Eğer bu oyuncu doğru tahminde bulunursa havluyu alır ve ebe olarak o devam eder. Yüzüğün kimde olduğunu yanlış tahmin ederse ebe, elindeki havlu ile bu oyuncunun eline bir kez vurur. Tahminde bulunduğu kişiye tekrar sorar. Oyun bu şekilde yüzük bulunana kadar devam eder. Yüzük bulununca ebe değişir ve oyun devam eder. (Hatice Fatoş Derebent, Çağlayancerit Halk Kültürü, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi, Kahramanmaraş, Mayıs 2015. s. 122)
YÜZÜK OYUNU Yüzük oyunu, kına gecesi kız tarafında oynanan bir oyundur. Kına töreninin bitmesinden sonra, topluluk kız tarafı ve erkek tarafı olarak ikiye ayrılır. “Yüzük oyunu” oynamak için köy odasına gidilir. Dokuz tane fincanın altına bir yüzük saklanır. Yüzüğü hangi grup bulursa o grup, oyunu kazanan taraf olur. Yüzük oyunu belirlenen sayının son bulmasına kadar oynanır. Kazanan taraf, kaybeden tarafa çeşitli cezalar verir. Cezalar ertesi günün sabahına uygulanacaktır. Bu cezalardan bazıları; eşeğe ters bindirilip, tüm köyde gezdirilmesi, kaybeden tarafın elinin, yüzünün, gözünün kazan karası ile boyanması, kadın elbisesi giydirilerek köy meydanında oynatılması gibi… Hatta bazen ceza o kadar abartılırmış ki; kaybeden adamlardan birini, öküz arabalarının tekerinin mazısına, iki ucuna bağlayarak, yokuştan aşağı atılırmış. Oyun baştan sona, eğlence havasında geçer. Yüzük oyunu bazı köylerde ise şu şekilde oynanmaktadır: Hangi grup fincanın altındaki yüzüğü bulursa diğer gruba “partala” çalar. Yani yenilen grubu dörtlükler şeklinde söylenen manilerle, hicvederler. Partala çalınırken kırılmak, gücenmek yoktur, bir nevi sözlü ceza verilmektedir. Yüzük oyununda Göksun yöresinde çalınan partala örneklerinden birkaç tanesi şunlardır:
Yük üstüne pala koydum Bir üstünü dala koydum Soysuz leşini dala koydum Yüzük bilmem neden oynan?
Keklik öter vık vık diye Fındık içi küçük diye Geberin giden puştluk diye Yüzük bilmem neden oynan?
Avradın gelir firezden Elinde değneği kirazdan Salınıp uzatır birazdan Yüzük bilmem neden oynan
Kağnıya vurdum kütüğü İçmez sineksiz katığı Avratların don artığı Yüzük bilmem neden oynan
Ala tazının kancığı Boğazında var boncuğu Alırsın yüzüğü, köpek kancığı Yüzük bilmem neden oynan (Duygu Arslan, Kahramanmaraş İli Göksun İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üni. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2011, s.398-399)
Bölgede oynanan bir seyirlik köy oyunu. YÜZÜK OYUNU Köylerden birçoğunda, eskiden beri oynanan oyunlardan birisi de yüzük oyunudur. Bu oyun çeşitli yerlerde değişik biçimlere bürünmüştür. Bu oyun düğünlerde ve kış gecelerinde oynanır. Düğün devam ettiği gecelerde gençler davul ve zurna ile halay çektikten sonra büyük bir ateş yakarak sin-sin oyununa geçerler. Bu oyun bitince bir evde toplanarak yüzük oyunu oynamak üzere iki gruba ayrılırlar. Ortaya bir ekmek tahtasıyla yüzük takımı olarak bir tava, on bir zarf getirilir. Bu oyun bazı köylerde fincan ve ceviz kabuğu ile de oynanmaktadır. Her iki tarafın bir başoyuncusu bulunur. Oyuna geçilmeden önce başoyuncular arasında taş tutulur. Dolu çıkan taraf yüzüğü saklar, diğer taraf aramaya başlar. Yüzük ilk çekilen zarf arasında olursa, o zaman tabak arayan tarafa geçer. Şayet ikinci zarfın içinde çıkarsa, dimyet olur. Böylece yüzüğü saklayan taraf ön deve (sayı) kazanmış olur. Yüzüğü saklama işi devam eder. Yine karşı taraf aramaya başlar. Birinci ikinci zarfları kaldırır, yüzük bulamazsa dimyet geçer. Şayet yüzük sonraki zarfların birinin içinde çıkarsa kaybolmayan zarflar deve sayılır. Eğer sonran iki zarf kalmışsa bu iki zarftan birini arayan taraf “Bize” diye kaldırır. Bu kaldırma işinde yüzük zarfta çıkarsa arayan taraf saklar. Çıkmazsa diğeri iki deve kazanır. Oyun böylece devam eder. Hangi tarafın deve sayısı 30 olursa diğer tarafa 30 çektirir. Devesi 30 olmayan taraf diz çöker diğer taraftanbiri hocalık yapar. Bir kişide elinde sopa ayakta bekler. Diz çökenler, başlarındaki kişi ile birlikte aşağıdaki sözleri söyleyerek yere yatıp kalkarlar. Otuz of Beller büken otuz of Evler yıkan otuz of Kırk yaşında emekleten otuz of Çocukları yetim koyan otuz of Kara Meryem’e hizmetçi yapan otuz of Bu bitince tabak otuz of çeken tarafa yeminler verilir. Neteşenin, menteşenin,kızılcıktaki kara eşenin, Cuma günü yatanın ve beni vebal aldın kabul ettin mi? “Aldım”denilirse tabak verilir. Yoksa verilmez. Oyuna devam edilir. Hangi taraf deve sayısını50 yaparsa partala (karşı tarafı sinirlendirip üzecek şiir şeklinde söylenen ağır sözlerdir)söylerler. Partalayı söyleyecek kişinin elinde değnek vardır. Bu kişi iki taraf arasındadurur. Partala söyleyeceğini dönüp söyler. Sinirlendirir. Partala bittikten sonra, tabak partal çalınan tarafa yenimler verilir. Enteşenin, menteşenin, kızılcıktaki kara eşenin,Cuma günü yatanın ve beni vebal aldın mı? “Aldım” denilirse tabak verilir. Yoksaverilmez. Oyuna devam edilir. Hangi taraf deve sayısı yüz iki olursa o taraf utmuş olur.Utulan taraf, sıra halinde diz çöker, önce kendi şapkaları ile terleri silinir. (Ümit Kaldar, Adana İli Yumurtalık İlçesi Halk Kültürü Ve Edebiyatı Üzerine Bir İnceleme Konulu Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi S.B.E., TDE. ABD, Konya, 2008, s. 88-89) |
yüzün guylu |
: |
Yüzü koyun. |
yüzündâ |
: |
Yüzündeki. |
yüzüŋe barabar |
: |
Yüzüne karşı. “Yüzüne barabar.” |
yüzüŋgüğü, yüzüŋguyu |
: |
İniş aşağı, inişe doğru, tepe takla. |
yüzüŋü dola da git |
: |
Defol git. “Yüzünü dola da git.” |
yüzünü eşgitmej |
: |
Bir anlaşmazlıktan ya da beğenmemekten dolayı yüz vermemek. |
yüzünü yere yıkmak |
: |
Yere bakmak. Sabahtan vardım da yoluna durdum Gül yüzünü yere yıktı da geçti Sen kimin yârisin deyi de sordum Bir cevap vermeden baktı da geçti Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.464 |
yüzzek |
: |
Yüzme. |