KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
ya: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yağ. |
yaa |
: |
Hayır, olmaz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ya dam yanacak ya mertek |
: |
Ya sen ya da ben iki dostan biri (yarışmayı, oyunu) kaybedeceği zaman söylenir. “Ya dam yanacak ya mertek.” |
ya:lir |
: |
Yayılır. |
ya:mır |
: |
Yağmur. |
ya:n |
: |
Yağan. |
yaba |
: |
Ağaçtan yapılan, saman savurmak için kullanılan çatal ağızlı kürek çeşidi. “Maraş’lı bağcının tuluk bekmezi (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
yaban |
: |
1. Kırsal kesimlerde oturulmayan yer. Yaz gelir de yazı yaban yurt olur Her yerde de bir alıcı kurt olur On beşinde kızlar gonca gül olur Vakti geçen güller ağlamasın mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.424 2. Sıladan uzak yer, gurbet, dağ, bayır. 3. Sokak, dışarısı. Almanın iyisin yüke tutarlar Çürük çarığın yabana atarlar Kız ile gelini bir mi tutarlar Yorma gelin yorma oğlan benimdir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.429 |
yabantı, yabaltı |
: |
Büyük yaba. |
yad |
: |
1. Hatır. Karac’oğlan derler benim adıma Körpem gelir benim her dem yâdıma Hûda'm ben dahi irem muradıma Zaman ver hey güzel Allah zaman ver Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.594 2. Yabancı, el. On beşinde sevdâ düşer başına On altıda yadlar girer düşüne On yedide gezer kendi başına Çok sallanma zülüflerin tel olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.623 |
yad avcı |
: |
Yabancı avcı. Ben bilirim sen ezelden güzelsin Ceren gibi yad avcıdan tezersin Niçin böyle melil mahzun gezersin Boynun eğri zülüflerin bozgundur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.609 |
yad etmek |
: |
Anmak. Karac’oğlan söyler sözün Kara yere sürüp yüzün Yâd edesin bir dem özüm Hak imiş diyesin kalan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.521 |
yad olmak |
: |
Ayrı kalmak, başka yerde olmak. Dost elinden içtim içtim mat oldum Kahbe felek güldü ben de şâd oldum Emmiden dayıdan dosttan yad oldum Ne yaman uzağa attı yol bizi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.469 |
yadel |
: |
Gurbet, yabancı memleket. Karac’oğlan söyler Hind ü Hindistan Güzelsiz olur mu bağ ile bostan Sılada oldu yad eller gülistan Bana sıla da bir gurbet el de bir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.603 |
yadırgamak |
: |
Yabancı olarak görmek, alışamamak. “Kopa kopa vardımıdı Karamığa gelmiş yüzü Şu gelin yadırgı amma Şu gelin emmiyin kızı” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
yadırgı |
: |
Yabancı, el, tanıdık gelmeyen. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yadırgısınmak |
: |
Yabancı gibi durmak, katılmamak. |
yadırık |
: |
Yabancı. “Tazılıdan bir kuş uçtu Uçtu da mezere düştü Emmi dayı bulunmadı Yadırık eller kefin biçti” (Derleyen: Fadime Üzümcü, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
yadırkı |
: |
Yabancı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Davarlar yayılır sazı Garbiler eritir buzu Sen benden berk mi yanıyon Yadırkı köpân kızı” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Muhammed’in Ağıdı, Derleyen: Mehmet Kılınç, Kaynak Kişi: Meryem Baltacı) |
yadigar |
: |
Hediye. “Nere gedik bizim Aniş Dutmadı atın başını Bacı bir yadigarın var Ölürken gorum döşüme” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yadsı |
: |
Yatsı namazı vakti. “Yadsıdan önce daha yeni karanlık çöküyordu. Sorup bulduk ve Haceli’nin gapısını çaldık.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yadsımak |
: |
Kendini yabancı hissetmek. |
yadsınâdar |
: |
Yatsı vaktine kadar. “Gaç tenise sayısı, yadsınâdar vızı:r vızı:r gelin geder idi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yaelmek |
: |
(Hayvan) otlamak, yayılmak. “Evimizin önü yazı Yaelir goyun ile guzu Gıyma Gadir Mevlam gıyma Anamınki ince sızı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Çavus Elif’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayşe Temiz) |
yafa |
: |
Bir portakal türü. |
yaflaŋ |
: |
Tabaka şeklinde düzgün olan şey. |
yafyaf |
: |
Aramak, arzu etmek. |
yağ |
: |
Güzel koku. “Karac’oğlan yâr köyünden gelirim Eğlenirim dost yanında kalırım Ben yârimi kokusundan bilirim Zülüfleri misk ü amber yağlıdır” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yağ satarım bal satarım oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. YAĞ SATARIM BAL SATARIM Kız ve erkek çocukların kalabalık gruplarla oynadıkları bir oyundur. Okulda veya sokakta oynanan oyunlardandır. Sayışmaca ile ebe belirlenir. Ebe hariç tüm oyuncular halka şeklinde yere çömelirler. Çömelen oyuncular dönüp arkadaşlarına bakamazlar. Ebe eline bir mendil alır ve halkanın arkasında dolanmaya başlar. Dolanırken şu tekerlemeyi söyler: Yağ satarım, bal satarım Ustam öldü, ben satarım. Ustamın kürkü sarıdır Satsam 15 liradır Zam-bak Zum-bak Dön arkana iyi bak Ebe dolanırken oyunculardan birisinin arkasını mendili bırakır. Arkasını elle yoklayan oyuncu eğer arkasına mendil bırakılmış ise ebeyi kovalar. Ebeyi yakalarsa ebelikten kurtulur. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 225) |
yağ yemiş it gimi yılışmak |
: |
Oldukça mutlu bir görüntü sergilemek. |
yağa yarılmak |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Yağı yarılmak, bir darbeden dolayı iç organlarının parçalanması. |
yağada, yağadı |
: |
Yağlı kir, yağ lekesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yağalir |
: |
Yayılır. |
yağandırık |
: |
Boyunduruğu oka tutturan kayış. |
yağannı |
: |
Sırt. |
yağanz |
: |
Kendi bildiğine giden, ters insan. |
yağar |
: |
At, eşek gibi hayvanların sırtında eyer, palan veya semer vurmasından oluşan yara, yağır. “Sırtının tam ortasında, hiç iyi olmayan bir yağarı vardı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yağarına tokanmak |
: |
Bir kimsenin hassas yerine, gocunduğu şeye dokunmak. |
yağarsa darıma, yağmazsa harmanıma |
: |
Ne olursa olsy,un işime gelir anlamında. |
yağaşak |
: |
Sürekli yağmurlu, yağışlı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yağaz |
: |
Kendi bildiğine giden, ters insan. |
yağdalı |
: |
Yağlı, yağa bulanmış, çok kirli, pislik içinde. |
yağdanlık |
: |
Özellikle çadırlarda yükseklere asılarak, yağın erimesini engellemek ve serin yerde bulunmasını sağlamak için kullanılır. Bakırın serin tutucu özelliğiyle içindeki yağın erimesine engel olur. Diğer bakır ürünlere nazaran daha kalındır. |
yağdannık |
: |
İçine makine yağlarının konulduğu, özellikle de dikiş makine yağlarının konulduğu kap. |
yağdıran |
: |
Yağmur getiren lodos yeli. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yağdigar |
: |
Yadigar, emanet. |
ya:ğelmek |
: |
(Hayvan) otlamak, yayılmak. |
yağı yarılmak |
: |
Yorgunluktan, ağır yük kaldırmaktan dolayı içinden kan gitmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yağından yarılmak |
: |
Bir darbeden dolayı iç organlarının parçalanması. |
yağıp gürlemek |
: |
(Genellikle elinden bir şey gelmeyerek)Öfkeyle bağırıp çağırmak. “Sefer köyün içine düşmüş yağıp gürlüyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yağır |
: |
1. Yağlı kir, yağ lekesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Uyuz. 3. At, eşek gibi Hayvanların sırtında eyer, palan veya semer vurmasından oluşan yara. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
ya:dalı |
: |
Yağlı, bulaşık. |
ya:dannıg |
: |
Makineleri yağlamaya yarayan kap. |
ya:digar |
: |
Armağan, hediye. |
ya:lama |
: |
Tarhana yapılırken pişirilen pilavın tereyağı ile yağlanmasıyla hazırlanan ve yanında ayranla birlikte komşulara ikram edilen pilav. |
ya:lamak |
: |
Yağlamak. |
ya:lı |
: |
Yağlı. |
ya:lık |
: |
Mendil, yazma. |
ya:mak |
: |
Yağmak. |
ya:nış |
: |
Yanlış. |
ya:rin |
: |
Yarın, sabahleyin. |
ya:ş |
: |
Yağış, kar ya da yağmur yağması. |
yağız, ya:z |
: |
1. Sarıya çalan ala (insanda ten rengi için) Arapça’da esmer (buğday renkli, kara yağız) Boz renge çalan yağız, bej, saz rengi, bozca yağız vb. nüansları vardır. 2.(At) Esmer. “Eli göçmüş ıssız kalmış yurtları Söyleyelim başa gelen dertleri Kolu tor şahanlı yağız atları Elleri gördüm de bulandım bugün” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yağlama |
: |
1. Saçta pişmiş, üzerine tereyağı sürülmüş ekmek. 2. Tarhana aşının yoğurtlanmadan önce tereyağı ile birlikte karıştırılarak döğme pilavı gibi hazırlanması. “Kahvaltı yerine yapılır yağlama Aman ye ye çabuk usanma Sonra başlanır kürekler çekilmeye Öğleye doğru komşular başlar gelmeye” (Ahmet Eyicil, Tarhana, Kaynak: Dört Mevsim Maraş Dergisi, Sayı 1, Erkam Matbaası, İstanbul) |
yağlamak |
: |
Güzel kokulu yağlar sürmek. Aynasın almış da başını bağlar Günde Uç beş kere zülfünü yağlar Cihanlar elinden bütün zar ağlar Cihanı ataşa yakar bu gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.552 |
yağlayıp yüzlemek |
: |
Alttan almak. “Yağlayıp yüzledim.” |
yağlayıp yüzleyip göndermek |
: |
Alacaklı olan birisine alacağının yerine güzel güzel laflar söyleyerek göndermek. “Yağlayıp yüzleyip gönderdim.” |
yağlı ballı |
: |
İçine şeker, tereyağı konularak yapılan bir türhamur işi yiyecek, yağ ile balın birbirine yakışması gibibirbirine tutkun olan kimseler için de kullanılır, laubalikelimesi karşılığında da kullanılır. |
yağlı dürülü |
: |
Marul. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yağlı düzgün |
: |
Pudralı krem. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yağlı höşmerim |
: |
Bir tür hamur tatlısı. |
yağlı kara |
: |
İsle yağ karışımından oluşan, halk arasında yaralara da sürülen tencere kiri. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yağlı yavan |
: |
Genellikle Ramazan ayında yapılan ve satılan bir nevi şekersiz bir çörek. |
yağlıh̬ |
: |
Mendil. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yağlık |
: |
1. Oyalı yazma, tülbent. “Kırk yağlığı var oyalı Kırkı sandıkta dayalı Gözüme uyku girmiyor Hürü’mü asılı göreli” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 202) 2. Büyük mendil. “Haklı deli gönül haklı Yağlığı goynumda saklı Şimdi benim eşim gelir Omuzu gümüş tüfekli” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 3. Erkeklerin başlarına sardıkları kefiye gibi ipekli başörtüsü. Çukurova, Kahramanmaraş, Pınarbaşı, yani tüm Avşarlarda mendile de yağlık denir. “Biner ata sürer taşa (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
yağlık vurmak |
: |
Başa başlık vb. bağlamak. “Tereviyi yuyup kodular taşa Daha ne gelecek sağ olan başa Tülbent yağlık vurmuş şu hilal kaşa Gelin hiç söylemez kız nazlı güzel” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yağlufak |
: |
Yufka ekmeğinin tereyağında kızartılması. |
yağmazsan da gürle |
: |
Yapmazsan da yapacağını söyle. |
yağmır |
: |
Yağmur. “Dışarıya yağmır yağdı Bugün mezer aktı m’ola Dayanamaz sarı benlim Yekindide kalktı m’ola” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
yağmur gibi dökmek |
: |
Çok ağlamak. “Ana durmadan yağmur gibi döküyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yağmur kuşağı |
: |
Gökkuşağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yağmur tutmak |
: |
Yağmur yağmaya başlamak. “Hava iyece garardı. Birezden yamır dutacak guzum. Palazları içeri alın.” |
yağmurluk |
: |
Kaput, palto, pelerin. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yağrın |
: |
Sırt. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
yağtı |
: |
Yağ bulaşmış olan, yağlı. |
yaha:n |
: |
Sivrisineğe benzer ama daha küçük bir sinek. |
yahı |
: |
Dualar ve beddualarda inşallah sözcüğü yerine kullanılır. “Yahı çenen çekilsin.” |
yahılmak |
: |
Yakılmak. “Oynar, güleller, artı milled dâldı mi:di, garti gelinin eline gına yahılmie gelir sıra. Gelinin elini ayânı gınalallardı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yahın |
: |
Yakın. “Sabah ezanı yahındı. Alışgannık işde! Vahtı gelince gözüm gendiliğinden açılır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yahında |
: |
Yakında. “Ev ev gösderdig, hısımların evini. Yıragdâ hısımı, yahındâ hısımı, mahallede gezdig, ohi:cinin arhasında.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yahnı |
: |
Yahni. Bir çeşit etli ve sulu yemek. |
yaka |
: |
1. Kadın memesi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Yan, yön. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Rampa yer, dik yokuş. |
yakağan |
: |
Türlü hastalıkların mikroplarını taşıyan ve insanlara bunları aşılayan sivrisineğe benzeyen küçük bir sinek, tatarcık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
yakamak |
: |
Yıkamak, temizlemek. |
yakan top oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. YAKAN TOP Açık havada top ile oynanan bu oyunda, eşit sayıda iki takım kurulur. Oyun alanı çizgiyle belirlenir. Oyuncular, her iki takımın oyuncu sayısı eşit olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Hakem iki takımı ayıran ortadaki çizginin üzerinde durarak topu havaya atar ve oyunu başlatır. Topu hangi takımın oyuncusu yakalar ise o takım ortaya geçer. Diğer takım ebe olur. Ebe olan takım kalede yerlerini alır. Kalenin arkasında kaçan topları getirmek için birer oyuncu bekler. Ebe olan takım kendi kalecileriyle paslaşarak ortadaki oyuncuları vurmaya çalışır. Vurulan oyuncu ölür ve oyun dışı kalır. Oyuncuları vurmak için atılan topu yakalayan kişi bir can kazanır. Bu kazandığı canla oyun dışı kalan arkadaşlarını oyuna alabilir. Tüm oyuncuları ölen takım yenilir. Günümüzde oynanan oyunlardandır. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 225) |
yakarca |
: |
1. Tatarcık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Zona da denilen, deride oluşan, ağrılı, kaşıntılı kabarcıklar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yakarıcı |
: |
Yalvarıcı, dileyici, ricacı. “Başa çıkamayınca Halilen, yakarıcı gönderir.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yakarmak |
: |
Yalvarmak, dua etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yakasından düşmemek |
: |
Birinin yakasını bırakmamak, birine isteğini yerine getirmeye zorlamak. “Etme eyleme, düş yakamdan.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yakasından geçirmek |
: |
Evlat edinmek. |
yakasını üstüne etmek |
: |
Ne isterse öyle yapmasına izin vermek, karışmamak. |
yakasız gömlek |
: |
Ölü giysisi, kefen. “Bak şu kaşa bak şu göze Ciğer kebap oldu köze Bir yakasız gömlek bize Felek biçer demedim mi” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yaken |
: |
Arkadaş. |
yakı |
: |
1. Yağ ve pekmezle yapılan, loğusalara yedirilen bir yemek. 2. Ağrıları iyi etmekte kullanılan çeşitli ot ve nesnelerden yapılan em. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Yemeklere katılan kaynatılmış baharat. “Emiş garının ocaktaki tavada yakmaya başladığı taze yağlı nane kokusu, Hacı Ömer’le Rüstem’i yeniden acıktırmış gibiydi. Emiş garı yakıyı çorba gazanına garıştırmıya başlar başlamaz, ardıçtan yapılma tahta gaşıkların da ellere alınıvermesi bir oldu.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
yakılamak |
: |
Yakı yapmak. “Nine onun yarasını buldu, temizledi, yakıladı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yakım |
: |
Dağa, taşa, ağaca, hayvanlara, üzüntüye, kedere, sevince, neşeye ağıtlar, şiirler söz, türkü söyleme. |
yakım yakmak |
: |
Şarkı söylemek. |
yakış |
: |
Yün işlerinde motif. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yakışığı |
: |
Yakışıklısı, güzeli. |
yakışığın |
: |
Güzelliğin. “Yörü bire yörü Antep elleri Senin yakışığın yazınan gelir Başı top top olmuş eğri peçeli Gelinler karışmış kız inen gelir” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yakışmak |
: |
Uygun olmak, güzel olmak. |
yakmak |
: |
1. Önemli olaylar, acılar, ayrılıklar, seviler üstüne türkü, ağıt yakmak, düzmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Anası ölmüş bir kuzuyu başka bir koyuna öğür etmek. |
yal |
: |
İnek, köpek vb. hayvanlara yedirmek için hazırlanan unla kepek karışımı sıvı yiyecek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç. Ada. Osm.) |
yal gödesi |
: |
İtin oburu. |
yal yediği çanağa işemek |
: |
Nankörlük etmek. “İnsan yal yediği çanağa işememeli.” |
yal yiyen it yüzünden belli olur |
: |
Bu rüşvet yiyen insanlar için kullanılır. “Yal yiyen it yüzünden belli olur.” |
yalabık |
: |
1. Parlak şimşek. 2. yalama, ağzı cıvık olan. |
yalabımak |
: |
Şimşek çakması, ışığın parlayıp yok olması. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yalabıtmak |
: |
Öfkeyle hızlı vurmak, dövmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yalabuk |
: |
1. Cilalı, parlak, ışıldak, düzgün. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Çam, köknar, kamalak gibi ağaçların kabuğunun altındaki incecik ak zar. Kabuğu soyunca bu zar kabukla birlikte gelir, sonra o da kabuktan soyulup yenir. “Hasan oğlan, şu çam ağacından ona yalabuk soymalı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yalafak |
: |
Yassı, düzgün. |
yalah̬ |
: |
Hayvanların içinde yemek yediği taş, ağaç, çanak vb. kap. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yalak |
: |
Çukur, yemlik, hayvanların su içmesi için ağaçtan yapılan suluk. Aslında yere eşilmek suretiyle, köpeklerin içlerinde yallarını yiyerek, zamanla iç ve kenarları da sıvalı olan hususi çukurlara yalak denilir. Muhtemelen kelime etimolojik olarak yal sözcüğünden gelmektedir. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
yalak çıkarmak |
: |
Geleneksel düğünlerde davul eşliğinde güreşe hazırlık için yapılan bir oyun. |
yalaka |
: |
Arı, hayayı üzerinden atmış, utanmaz, başkasına iyi görünmeye çalışan. |
yalama |
: |
1. Güneşten, susuzluktan ileri gelen bir dudak hastalığı. 2. Laçka. 3. (İnsan) Utanmaz, yüzsüz. |
ya:lama |
: |
Tarhana yapılırken pişirilen pilavın tereyağı ile yağlanmasıyla hazırlanan ve yanında ayranla birlikte komşulara ikram edilen pilav. “İki üç sefer o çabıdları yurug, çardagları tertemiz siler, tarhani: çekerig üsdüne, soudurug. Kiskibar souddugdan sôna şö:le elin yanmieceg şekilde goyarıg teşlere yûrrug yûrrug, yôrdlarını goyarıg kiskibar, kekigleri atarıg, çörôtunu atarıg. Yâlamamızı yerig, firi:mizi yerig, yavrım.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yalama olmak |
: |
Aygıt, eskiyip yıpranmak, vida genişlemek, tutmaz olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
yalama yannık |
: |
Herkesle laubali olmuş, geveze. |
yalamağın kıyısından uçmak |
: |
Kötü sonuçlanacak bir olaydan son anda kurtulmak. “Yalamağın kıyısından uçtu.” |
yalamak |
: |
Sıyırmak. “Sabahınan mal sulamış Dükkâna bolu ulamış Ne yatıyon paşa gardaş Golunu gurşun yalamış” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Paşa’nın Ağıdı, Derleyen: Canan Ceran) |
yalamık |
: |
1. İlkbaharda çam ağacının budak yerlerinden akan sakızlı su. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Aşınmış olan. |
yalamıç |
: |
Derinliği az olan mutfak gereci. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yalamuk |
: |
1. Cilalı, parlak, ışıldak, düzgün. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Çam, köknar, kamalak gibi ağaçların kabuğunun altındaki incecik ak zar. Kabuğu soyunca bu zar kabukla birlikte gelir, sonra da o kabuktan soyulup yenir. “Hasan oğlan şu çam ağacından ona yalabuk soymalı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yalan dünya |
: |
Yaşadığımız dünya. Şu yalan dünyaya geldim geleli Deli gönlümün düzeni bozuldu Felek tabancasın belden çekince Avlağım sulağım evim bozuldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.639 |
yalan yapıldak |
: |
Uydurarak konuşmak. |
yalançı |
: |
Yalancı. “Yalançının teki O. Allah bir dese inan başka sözüne inanma sakın.” |
yalangı, yalanı |
: |
1. Kabakulak. 2. Atkuyruğu denilen sarı çiçekli bitki. Boyu 1-1.5 m.ye kadar ulaşan, bal arılarının çok hoşlandığı sarı bir çiçeği olan; gri ve yumuşak tüylü ve yapraklarının tozları insanı rahatsız eden; kıraç yerlerde yetişen ve yakacak için kullanılan bir ot çeşidi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
yalantan |
: |
Yalancıktan, şaka olsun diye. |
yalap |
: |
Parıltı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yalap şap |
: |
(İş) Üstünkörü, gelişigüzel. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yalapçak |
: |
Beynin algılayamayacağı kadar kısa bir zaman aralığında görme hali. |
yalavıç |
: |
1. Laçkalaşmış. 2. Bozulmak. 3. Utanmaz. |
yalaz |
: |
Parlak, göz kamaştırıcı. “Deniz kenarında yerler hurmayı Kılavuz katarlar telli turnayı Ak göğsün üstünde yalaz düğmeyi Çözer gider yaylasına bir gelin” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yalba |
: |
Yakmak için toplanan ot. Şelagine vurmuş yalba Yaralarım geldi denge Sen yoksun da abamoğlu Kimse bize olmaz kölge “Ömer Kaya, Hacı Abdullah Kozan, Mahalli Kelimeler Sözlüğü, UKDE Yayınları No: 30, Kahamanmaraş, Ağustos 2003. |
yalbır |
: |
Parlak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yalbır yalbır |
: |
Parıl parıl. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yalbır yalbır yanmak |
: |
Parlamak. |
yalbırdak |
: |
1. Çıplak, yarı çıplak, don gömlek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Yalnız. 3. Pırıl pırıl eden, parlayan. “Karşıdan Salman, elinde uzun çift ağızlı yalbırdak hançer, koşarak geldi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) “Mıstık Paşa gitmiş odası yaslı Hatunları vardı hep turna sesli Top kara zülüflü yalbırdak fesli Usul boylu hatunların nicoldu” (Dadaloğlu, Derleyen: Duran Doğan, Barış Kabalcı, Kay-nak Kişi: Behzat Gök) |
yalbırdamak |
: |
Parıldamak. “Bu taht yalbırdadıkça tekmil yeryüzü mavi, tatlı bir ışığa batıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yalbırtı |
: |
Pırıltı, ışıltı, ışık, parıldama. “Kale, dağ, ova tepeden tırnağa bir yıldız yalbırtısına batmış çıkmıştı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yaldadılmak |
: |
Aldatılmak. |
yaldadmak |
: |
Aldatmak. |
yaldamak |
: |
Aldatmak, bir şeyden yeterli miktarda değil de az bir parça vermek. |
yaldanmak |
: |
Aldanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
yaldırdamak |
: |
Parlamak. |
yaldız |
: |
Parlak, göz alıcı.Eşyâlara altım veya gümüş. görünüşü vermek için yapıştırılan yaprak veya eriyik halindeki altın, gümüş veya, bunların taklidi olan. madde. mec. kötü olan bir şeyi herkesin gözünü boyayarak, iyi gösteren hâl, göz boyama. “Testisini almış pınara gelmiş Terlemiş memeler taze domurmuş Has yaldız düğmeler çapraz vurulmuş Seherde göğsünü çöz kara gözlüm” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yalgı |
: |
Yalnızlık, tenhalık. |
yalguvan |
: |
Boş, yaramaz kişi. “Yalguvanlığı meslek edinmiş.” |
yalı |
: |
1. Irmak kenarında kumsal düzlük, soğan dikilen yer. 2. Atın ensesinde ve boynunda bulunan uzun kıllar, yele. “At, Koca Osmanın evinin önünde bekliyordu… Kuyruğu topuklarına kadar sarkıyordu. Süzülüyordu. Yalısı sağa yatmıştı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yalıdandutma |
: |
Niteliksiz insan. |
yalıf |
: |
Alev. “Kaşların benzettim İlâm Elif’e Yaktı yüreğimi tuttu yalıfe Kallemiş mi döktün kara zülüfe Kara zülüf burcu burcu kokuyor” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yalı:z |
: |
Yalnız, kendi haline. “Seni yalı:z goycum amma, gusura galma Recebim., uyhum geldi benim.Haydi Allah ırahatlık versin” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yalık |
: |
Yalnızlık, tenha. |
ya:lık |
: |
1. Oyalı yazma. 2. Eşarp, kenarı oyalı başörtüsü. “Garalı yâlık başımda Göz boncû var döşünde Ben bebeği gelin etdim Daha bebek bir yaşında” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İclâl’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Emine Gök (Hodul Emine)) |
yalım |
: |
Ateş alevi. “Sofranda da türlü nimet yedirdin Nicesine sen el aman dedirdin İçerime düğün bayram kurdurdun Yalımı çıkmadık ört verdin bana” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç)
Yükseği yalım sayalı Kekliği şahan soyalı İnce belli gök sayalı Dilber seven del'olma mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.422 |
yalın |
: |
Ateş alevi. |
yalıŋayak |
: |
Çıplak ayak. |
yalıŋgı |
: |
Birden parlayan, parlayıp sönen, çalı çırpı alevi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yalını ver iti ürdürme |
: |
Çalıştırılan kimsenin ücreti anında ödensin ki sağda solda dedikodu yapmasın, ileri geri konuşmasın. “Yalını ver iti ürdürme.” |
yalıŋız |
: |
Yalnız, tek başına, sadece. “Müzevirler hep toplandı Cenderme yola atlandı İremzi Ağam gayf’içiyor Yalınız Hasan gatlandı.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
Erisin de dağlardaki karınız Kudretten de kınalanmış eliniz Eğer tenhalarda bulsam yalınız Tanrı celaliyle sarmak muradım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.485 |
yalıŋkat |
: |
Tek kat, hafif, ince. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yalıŋsak |
: |
Tek gezen azılı kurt. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yalız |
: |
Yalnız. “Elboğlu Gündeşlizının yanında üç gece galdı. Dördüncü gece misafirleriynen barabar odasında otururkene tâbı dü:n savdı. Kimse yoķdan yanında. Yalız Elboğlu’nun güçcük gardaşı İmirze de varıdı. Gavaslar ayâ yekinerek padışân vermiş olduğu fermanı Elboğlu’nun eline sünerek, Elboğlu’nun ayâna gapandılar. Elboğlu fermanı açarak peki, başüsdüne padışahımın fermanı deyi öpdü, goynuna goydu.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
ya:lir |
: |
Yayılır. |
yalkı |
: |
1. Keçinin doğurduğu tek oğlak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Yalnız, tekbaşına, çekincesiz, çocuksuz kadın. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yallama |
: |
Kaba görünüşlü. |
yallandī gapıda ürmek |
: |
Nerede besleniyorsa oranın lehinekonuşmak. |
yalloş |
: |
1. Beş parasız, züğürt. 2. Kaba saba. |
yalloz |
: |
1. Mide düşkünü, obur. 2. Terbiyesiz çocuk. |
yalm |
: |
Eğri, düz olmayan (yayvan, çukur) |
yalman |
: |
1. Eğri, yanlamasına. (kesme, gitme vb. için)(TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Ateş parçası, yalım, tiz, kılıcın meyilli tarafı. 3. Parlak sivri uç. “Kirmeni de kılıcımız kirmeni Taştan dönmez mızrağımın yalmanı Böyle imiş padışahın fermanı Dağlar melil melil bilmem nedendir” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
yalp yalp yanmak |
: |
Pırıl pırıl etmek, pırıldamak, parıldamak, ışıl ışıl yanmak, ışıltı çıkarmak. “Bu sebepten, Memedlerin evlerinin damı güneşte çeşit çeşit rengile yalp yalp yanar.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yalpada |
: |
Bir anda. “Yalpadak ışıg içeri gelişin,ben aman ana nur dôdu, yörü ged dışarı dedim.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yalpalamak |
: |
Sendelemek. |
yalpırdak |
: |
1. Ayağı çıplak gezecek kadar fakir, fakat kaba. 2. Yoksul. |
yaltakçı |
: |
Dalkavuk. |
yaltakmak |
: |
Dalkavukluk etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
yalyemez |
: |
İşe yaramayan köpek, insan. |
yamacına gelmek |
: |
Yakınına gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yamak |
: |
Yardımcı, uşak. |
yamalık |
: |
Yama, ek, yama yapmaya yarar bez parçası. |
yamalık bohçası |
: |
Yama için kullanılacak bez parçalarının konduğu küçük bohça. |
yaman |
: |
1. Kötü, hoş olmayan durum. Dost elinden içtim içtim mat oldum Kahbe felek güldü ben de şâd oldum Emmiden dayıdan dosttan yad oldum Ne yaman uzağa attı yol bizi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.469 2. Kötü. Ezrail göğsüme çöktüğü zaman Öyle bilin halım perişan yaman Bülbülün kafesten uçtuğu zaman Cesedimi kabre koymak isterim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.502 3. Kurnaz. Karac’oğlan der ki aman sevdiğim Yolumu kapladı duman sevdiğim Vallahi yamansın yaman sevdiğim Niçin beni yalan sözle kandırdın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.563 4. Zor, katlanılması güç olan. Karac’oğlan der ki mislin bulunmaz Arab at yorulur gönül yorulmaz Güz gelince hiç semtine varılmaz Yamandır Tekir'in belin Erciyes Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.630 |
yamanmak |
: |
Yüzüstü yere düşmek, yatmak, kapaklanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yamaş |
: |
Yamaç. “Su yamaşda çifde mezar Yel eser gumları tozar Gul oluyum ben anana Onları sıramasda gezer” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hacı Osman’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Bakacak) |
yambul yumbul |
: |
Eğri büğrü, yamrı yumru, yampiri. |
yambur yumbur |
: |
Eğri büğrü, yamrı yumru, yampiri. |
yamcıltmak |
: |
Yamultmak. |
yamçı |
: |
1. Kıldan yapılma battaniye. “Yaşa babamoğlu yaşa Maraş’dan istemiş Paşa Gardaş Maraş’a gedici Yamçısını getir Eşe” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hastalıktan Ölen Abdil Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) 2. Pelerin. “Sırma şalvar filik yamçı Daha sandığı bekliyor Kızın çeyizini gördüm Hemi baston hemi yamçı” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) 3. Atın eğerinin üstüne atılan dokuma örtü. 4. Uzun tüylü, kalın yün dokumadan yağmurluk. 5. Yağmur ve soğuktan korunmak için kıldan, keçeden yapılmış üst giysisi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yamçık |
: |
Düzgün olmayan, eğri, yan olan. |
yamçi |
: |
Kamçı. “Düsmanın varısa silahsız gezme Sürüsün yamçide ayakda çizme Ölürkene ağam gözlerini süzme Yol ahrete düşdü bil Hösü:n Ağa” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüseyin (Uyduran) Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Âşık Ali Ateş) |
yamdınmak |
: |
Damakta tat alınırken yapılan ağız hareketleri. |
yamen |
: |
Tarlalardaki taş duvar. |
yamık |
: |
Eğik durumda olan, eğrilmiş, bükülmüş, yamuk. |
yamıkmak |
: |
Eğrilmek. |
yamıktırmak |
: |
Çökertmek. |
Yamılha |
: |
Yemliha. “Sergende de koca söğüt Verseler de almam öğüt Selver Yamılha’dan güccük Emmileri vurur şaplak” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Mustafa Kıraç’ın Ağıdı, Derleyen: Erol Yıldırım, Kaynak Kişi: İzzet Kıraç) |
ya:mır |
: |
Yağmur. “Eşiminen bana benzer Yâmır yağar bucak bucak Guluncunu almaz gucak Hepine dayandım felek Görpe guzum çok güçücek” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
yamırha |
: |
Yemliha. “Köfte Vaysal’ın köprüsü ile Çakmakların Köprüsü arasında bir köprü daha varmış kırklı yıllara kadar… Yamırha Hoca’nın nahana tarlasına doğru geçilirmiş.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yamışdırmak |
: |
Okkalı şekilde vurmak, yapıştırmak (tokat vb.) |
yamışmak |
: |
1. İnat etmek. 2. Değmek, dokunmak, yaslanmak; bir yere oturup kalmak. |
yamıtmak |
: |
Kaytarmak, sözünden dönmek. |
yammak |
: |
Eğmek, bükmek. |
yampeş |
: |
Eğri, doğru olmayan. |
yampiri |
: |
Yan yan yürüyen. “Ellengeç gimi yanpiri yanpiri yörümesi var ya! Mest ediyor beni!” |
yampirik |
: |
Aksak ya da yan yan yürüyen |
yamrılmak |
: |
Yamrı yumru olmak, eğrilip büğrülüp çarpıklaşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Kapı, taş yiye yiye çokur çokur olmuş, yamrılmıştı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yamsıldmak |
: |
Eğmek, bükmek, yassılamak. “Tek kapıların açılan kenarına yakın yerde kız beliği gibi sallanan zerzesinin takılacağı yere; çatal kapılarda ise mandalın ters tarafına çakılır. O iki sivri uç da çakıldığı yerin arkasından çıkmıştır; ne kadarı çıkmışsa, birbirinden ayrılarak ters taraflara doğru yamsıtılır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yamsılmak |
: |
1. (Mecaz) Taraflardan birini biraz daha tutar gibi olmak. 2. Yassılaşmak, birinin karşısında küçülmek, ezilip büzülmek. |
yamşak |
: |
Kapı çerçevesinin dış üst kısmı. |
yamşıdmak |
: |
Aldırış etmemek. |
yamşımak |
: |
Sürtünmek, yapışmak. |
yamur yumur |
: |
Eğri büğrü. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
yamyasdı |
: |
Yamyassı. |
yan bakışmak |
: |
Dostça olmayan bakışmak. Arab ata biner hep yarışırlar Cirid oynarlar da ok atışırlar Yine bir gün gelir yan bakışırlar Allı turnam harmandalı döndü mü Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.642 |
yan çen olmak |
: |
Aşırı şişmanlamak. |
yan gitmek |
: |
1. Yan yola sapmak. Aman Tanrı'm benim yârim gücenmiş Beni görse yoldan çıkar yan gider Gönül suyu gözlerimden akıyor Ah ettikçe ciğerimden kan gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.587 2. Yan bakmak, yandan bakmak. Ala gözlerini sevdiğim dilber Senin bakışların bana yan gider On beşinde bir güzeli sevmeyen Bu dünyaya hayvan gelir bön gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.588 3. Kolayca, zahmetsizce kabul etmek. Karac’oğlan der ki böyle oluptur Ala gözün kan yaş ile doluptur Ol asırdan beri âdet oluptur Ergen kızlar yiğitlerle yan gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.588 |
yan kabağı |
: |
Birinin sürekli yanında bulunan. |
yan kös gelmek |
: |
Kolunun altına iki yastık, altına bir minder alıp uzun oturmak. |
yan olmak |
: |
Yangın çıkmak. Göbeli'de bir dilbere duş oldum Aklım şaştı kaygılara eş oldum Aman beyler bakın ben bir hoş oldum Ben âşıkım ataş olur yan olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.624 |
yan tepiği |
: |
1. Umulmayan bir kimseden kötülük görmek. 2. Yanlamasına vurulan tekme. |
yana yana |
: |
Yanyana. Turnam gelir yana yana Kanadı boyanmış kana Çık havaya döne döne Bizim eller görünür mü Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.641 |
yana yıkmak |
: |
Eğmek. Ala göze sürme çekme Başını bir yana yıkma Sakın yücelere çıkma Dokanırsın göze gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.545 |
yanak |
: |
Yanalım. |
yanaklık |
: |
Çamaşır yıkanan yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yanal, yaŋal |
: |
(Genellikle hayvanlar için) Alaca, açıklı koyulu, değişik renkli. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yanalak |
: |
Yarı açık. |
yanalamak |
: |
Hafifçe açmak, aralamak. |
yanaldoğ |
: |
Davarlar için kullanılan bir Yörük sıfatı. “Siyah türlerine karşılık kahverengi tüyleri daha çok olan yahut da sırtı siyahlı olmasına rağmen, başında ve kulaklarında kahverenginin baskın olduğu görülen davarlara bu tarif yapılır.” |
yaŋalmak |
: |
Hata yapmak, yanılmak. “Bebek durmaz dinelirim Aklım ermez yanalırım Gücücükden acı gördüm Ağlamıya bunalırım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
yanapa |
: |
Bir çeşit börek. |
yanȃralardan gédesice |
: |
Vebadan öl anlamında bir ilenç. |
yanargün |
: |
Temmuz’un son üç günü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yaŋari |
: |
Börek. |
yanaşma |
: |
İşçi, hizmetçi, kahya, uşak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) “Ev başına yıkılmış gibi olur, dünya dar gelir artık ona… hangi yana baksa, kumasını görür, gece herifi yanaşma kumasıyla birlikte geldi sanır…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007)
“Bileği kuvvetli olmayan yanaşma olur, buyruk dinler.” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
yaŋaz |
: |
Ters işler yapan, huysuz, aksi, ters (kimse) |
yanba: gelmek |
: |
Yastığa yanını vererek yer minderine oturma şekli. |
yancı |
: |
İskambil yahut okey oynayanları seyreden kişiler. |
yancık |
: |
İğle ip yaparken baldıra takılan plastik veya bez parçası. |
yandag |
: |
Yan tarafı. |
yaŋfırı, yanfiri |
: |
Eğri, yamuk, öz olmayan, yandan. |
yaŋgal |
: |
Seven, gerçek seven, Samimi, sıcakkanlı kişi. |
yaŋgala |
: |
Yan kalan, (mec.) belanı buldun, yellemek. “Dangala kabak dangala Ateş koydum mangala Akis yar benim dostum Yangala anam yangala” (Veli Aba, Seyfi Metin, Ö. Tuğrul Kara, Osmaniye Manileri, Adana 2011) |
yaŋgı |
: |
Etkin keder. |
yaŋgılı |
: |
1.Tutkun düşkün seven. “Çocuk yangılısı karı. Çocuk için deli olur.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2.İçi yanmış, acılı. “Etme Ali”, dediler, “fıkaranın fidan gibi oğlu gitmiş yüreği yangılı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yaŋgın |
: |
1. Sevdalı, vurgun, müptela. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) “Beni yangın ettin şol kalem kaşa Elim varmaz oldu dünyada işe Yeter beni yaktın kuru ataşa Senin de savrula külün sevdiğim” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 118. 2. Bağlı, düşkün. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Yanmış. “Emmim ölük babam da ölük Canı yangın acılıyım Salkım söüt sallanışlı Cüşür tesbih bacılıyım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hastalıktan Ölen Mahmut (Havıs) Efendi’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
yaŋgın gelmek |
: |
Ateşi yükselmek. |
yaŋgın olmak |
: |
Sevdalanmak, aşık olmak, bir kimseye tutulmak, tutkun olmak. “Herkes, bütün köy Memidiğin Zeliha’ya yangın olduğunu… biliyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yaŋgına kalmak |
: |
Sevdalanmak. |
yanı yére gelesice |
: |
Öl anlamında bir deyim. Malum olduğuüzere insan ölünce kıbleye karşı sağ yanı üzere yatırılarakgömülür. Dolayısıyla insanın yanının yere gelmesi bunutelmihen ölmesine işareten kullanılan bir deyim. |
yanıç |
: |
1. Biçimsiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Sac üzerinde et, çökelek veya ıspanaktan yapılan yarım daire şeklinde börek. 3. Yan basan, yan yan yürüyen, yengeç. |
yanık |
: |
Kavruk. |
yanıkara |
: |
1. Sığırda, atta görülen bir hastalık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Lekelenmiş kişi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yanıl |
: |
kızarmış, olgun. |
yanıl alma |
: |
Bir yanağı kızarmış, öbürü yeşil kalmış elma türü, parlak elma. Bir ağaçta biter kırk yanal alma Birinden gayrıya elini salma Irak yakın deyi eğlenip kalma Turna yârin selâm saldı gel deyi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.467 |
yanılıp yazılmak |
: |
Elde olmaksızın yanılmak. “Eğer yanılıp yazılıp kötü bir yollara sapıyorsa suç muhtardaydı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yanına yakmak |
: |
Birine eşlik etmesi için diğer bir kişiyi yanına vermek. |
yanını yivini belirsiz etmek |
: |
Yanını yönünü belli etmeme. |
yanıpeş |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yan taraf. |
yaŋır |
: |
Bir eşya, elbise veya organın pislikten katmerlenmiş hâli. |
yanış |
: |
Motif, desen, kilim deseni. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Alaçuvallar üzerinde görülen yanışlar, bütün Sarıkeçili aileleri ilediğer yerleşik yörükler arasında da bir benzerlik göstermektedir. Mesela: Mut'ta yerleşik Köselerli, Ceritler, Tekeli, Bozdoğan, Hacıahmetli, Elbeyli (İlbeyli) Menemenci ve Bahşişlerde de aynı yanışlar kullanılmıştır.” (Hilmi Dulkadir, Sarıkeçililer İsimli Makalesinden) |
ya:nış |
: |
Yanlış. “Hadi sâ dedim deyim, ben bâ it der miyim?. Demem, valla… demem ki!... Sen de bir şeyi yanış yunuş ânıyon hêri…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yaniki |
: |
İnatçı, anlaşılması zor kişi. |
yankar |
: |
Çok sıcak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yankeş, yaŋkeş |
: |
1. Eğri büğrü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Çapraz. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yanlama |
: |
1. Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. Sağ ayakla başlayarak üç adım alınır ve önce sol ayak öne uzatılıp yerine getirilir. Dizler sola doğru bükülerek vurgu yapılır. İlk 3 sayıda kollar öne arkaya sallanır.ve omuz hizasına kaldırılır. II. Adım Cümlesi: (Gezinme) Sağ ayak sağa basılarak sol ayak yanına çekilir ve alkış tutulur. Ya da 3 adım ilerlenip sol ve sağ ayak öne atılır. Halay başı soloya çıkar. III. Adım Cümlesi: İlk adım cümlesi yerinde dizlerden yaylanarak yapılır. Eller kenetlidir. (Hatice Fatoş Derebent, Çağlayancerit Halk Kültürü, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi, Kahramanmaraş, Mayıs 2015. s. 103) 2. Kıldan dokunan nakışlı kilim. |
yanlık, yannık, yanık |
: |
1. Küçük tuluk. 2. Deri ya da tahtadan yapılmış yayık. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) “Kara devenin köşeği Ak tuğlunun eşiği Yanlığımın tor pişeği İzzetim, İzzetim, güzel İzzetim” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
yanma |
: |
Sevdalanma. |
yanmak |
: |
1. Tutmak (Özellikle kınanın). 2. Sevdalanmak. 3. Candan, içten üzülmek. 4. Derdine ortak olmak. 5. Oyunda yanlış yapmak, oyun dışı olmak. Ḳınayı yaḳtıḳtan sonra bir kese gėydirirlerdi daha iyi yanması için. |
yanna |
: |
Yanına. “Keten başlım heç galmadı Dolanıp yana varacak Sıkı başa dar gelince Gönlümün gamın alacak” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
ya:nna |
: |
Yanına. |
yannarıma |
: |
Yanlarıma. “Gürece’nin günden yüzü Yannarıma indi sızı Gırışda’nın Döndü gızı Yaktı kül eyledi bizi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Ölen Eşkıya’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Karagedik) |
yannarına |
: |
Yanlarına. “Diyarbekir çöllerinde Esem Kürdisdan ellerinde Ganadlansam da uçamam Kim varıcı yannarına of” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Ahmet Höbek’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ömer Höbek) |
yannayak |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yalınayak. |
yannı |
: |
Yan, yön. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yannık |
: |
1. Küçük ayran tulumu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Koyun ya da keçi derisinden yapılan yayık. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yannık düren, yanık düren |
: |
Bir kadının son çocuğu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yannık yaymak |
: |
Yoğurttan ayran ve tereyağı elde etmek için yayıkla yapılan işlem. |
yannış |
: |
Yanlış, hata, yalan. |
yannız |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yalnız. |
yaŋpeş |
: |
Eğri, yamuk. |
yansa gerektir |
: |
Yanmalıdır, yanması gerekir. İlettiler kıl köprüyü geçmeğe Gayrı yolum yoktur dönüp kaçmağa Uçmaklık olanlar gitti uçmağa Günahkâr olanlar yansa gerektir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.613 |
yaŋsılamak |
: |
Birinin sözünü, sözün ağzından çıkışını da benzeterek, alaylı bir biçimde yeniden söylemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yanşanmak |
: |
Gevezelik etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yaŋtır |
: |
Yan yan. |
yaŋtırı |
: |
Yan yan yürüyen. |
yantiri |
: |
Bir zenginin, bir güçlünün gölgesinde geçinip giden. |
yaŋyürek |
: |
Acıma duygusu güçlü, insancıl. |
yapalak |
: |
Baykuş. |
yapalama |
: |
İri, ele sığacak kadar büyük taş parçası. |
yapame: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yapamıyor. |
yapbasan |
: |
Kılığı düzgün olmayan, gelişigüzel davranışlı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yapıcı |
: |
1. Yapı yapan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. İşin ehli, ustası. ”İşi yapıcıya ver, yerse yarısını yesiŋ.” |
yapık |
: |
1. Boynuzu arkaya yatık öküz manda. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Yemeni, başörtüsü. 3. Taranmamaktan dolayı saçların birbirine girmiş düzensiz ve darmadağın olması. |
yapıklı |
: |
1. Saçını sık taramayan hanım. “Saçına darak değdirmediğinden koyun sırtı gimi yapıklı olmuş.” 2. Sevimsiz hanımlar için kullanılır. |
yapıştıneyin |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yapışınca. |
yaplak |
: |
Ödlek, korkak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
yapma |
: |
Sıvasız taş duvarlara yapıştırılarak kurutulan kalın bir tezek cinsi. |
yapra: |
: |
Yaprağı. “Su vurullar yudurullar Durur mu şehidin ganı Gül yaprâ leylab dalı Yarimine bana benzer” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüseyin Ağa’nın Ağıdı (Halbur Ağıdı), Kaynak Kişi: Adil Gök) |
yaprak |
: |
Bodur meşe ağacı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yaprak tırnak |
: |
Hayvanlarda ince yassı, yaygın tırnak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yapyasdı |
: |
Yamyassı. |
yar |
: |
1. Nehirlerin yüksek kenarları, uçurum. 2. Dik bayır, uçurum. “Analı oğlak yarda oynar, anasız oğlak yerde oynar.” (Andırın Atasözü) |
yar yar yalvarmak |
: |
Pek çok yalvarmak. “Ağlarım, sızlarım, köyün içinde yar yar yalvarırım.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yar yetimi kalmak |
: |
Sevdiğini kaybetmek, ondan uzak ayrı yerde kalmak. “Yar yetimi kaldım.” |
yara yasama |
: |
Yaraya merhem sürmek. |
Yaradan |
: |
Allah. Karac’oğlan der ki yoktur hanedân Bana yardım eyle aman Yaradan Nasıl vazgeçeyim böyle sunadan Deli gönlüm bu yosmaya vurgundur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.618 |
yaraglı |
: |
Faydalı, yararlı. |
yaramak |
: |
(Koyun kırkmak, tarla sürmek, ekmek vb. için) Zamanı, sırası gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yarame: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yaramıyor. |
yaramışlık |
: |
Birine yaranmak için yapılan, dalkavuğa yaraşır davranış, dalkavukluk, yalakalık. |
yaramışlık, etmek, yaramışlık satmak |
: |
Dalkavukça davranmak, yalakalık etmek. “Yaramışlık satmasa olmaz sanki.” |
yaran |
: |
Akran. “Durdu Efendi’yle yaran Hayran olur bunu gören Ağam bir asker yitirmiş Bilmem geyik, bilmem ceren” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)
Ala gözlerini sevdiğim dilber Gezer miydin yâran ilen eşinen Irak yerden kem habarın duyarsam Döğünürüm kara bağrım taşınan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.524 |
yaranış |
: |
Örgülü ve birbirine bağlı saçlar. |
yarbı |
: |
1. Arkaya doğru kıvrılmış boynuz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Boynuzları arkaya doğru kıvrılmış hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Boynuzu boynuna doğru uzayan camız, manda. |
yarbıdak |
: |
İnce olan kıyafet. |
yarbi |
: |
Kepçe kulak. |
yardagcı |
: |
Yağcı, yalaka. |
yardan geçmek |
: |
Yardan ayrılmak, yardan vazgeçmek. Ak yâri gördükçe ağladım coştum Al elinden dolu bâdeler içtim Kötüler sandı ki ben yârdan geçtim Ölmeyince çeker miyim elimi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.642 |
yardım eyle yalınıza |
: |
Ağıtlarda söylenen bir kalıptır. Evin tek oğluna yardım edilmesi isteniyor. |
yareden |
: |
Yaradan. “Yareden vermis akılı Kim ola güve vekili Sêmen geldi boş getmiyor Kesin Hacca’nın kekilini” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kına Gecesi Ölen Hacca Kız’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürside Karpuz - Döndü Parmaksız) |
yaren |
: |
Şaka, yaran. “Al gana boyandı minderi ……………………… Dokdor getir Şerif Fakı Baksın dönderi dönderi Guruçukur örenneri Oynaşıyor Cerenneri Top top olmuş geliyor Ahmet oğlanın yarenneri” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Ahmet Çeribası’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döndü Parmaksız)
Karac’oğlan der erenler Sohbetin görsün yârenler Gencecikten yâr sevenler Ölür îmanlı îmanlı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.421 |
yarenlik |
: |
Şakalaşma, şaka. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yarenlik etmek, yarennik etmek |
: |
1. Şaka yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) 2. Söyleşmek, birlikte eğlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
yarennik |
: |
Şaka. |
yarga |
: |
Bölük, parça. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yarga yarga |
: |
Bölük bölük. |
yargalamak |
: |
Yarmak, ikiye bölmek. |
yargalanma |
: |
İkiye ayrılma. |
yargalanmak |
: |
İkiye ayrılmak, yarılmak. |
yargan |
: |
İncirin içi açılarak kurutulmuş hali. |
yargı |
: |
Odun yarmak için kullanılan büyük çivi. |
yargın |
: |
Sırt. |
yarı |
: |
Ortak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yarı kırk |
: |
Lohusalıkta doldurulan ilk yirmi gün. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yarı yére yal olmamak |
: |
Yeteri kadar olmamak, az gelmek,yetmemek. |
yarıcı |
: |
Ortak, tarlada çıkan mahsulün yarısı karşılığı iş yapan kimse. |
yarık yuruk |
: |
Yarılmış, parça parça, yarık yarık olmuş. “Ayakkabısının yırtık yerinden başparmağı çıkmıştı. Altı yarık yuruk tırnağı uzun, dilim dilimdi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yarılmak |
: |
(Çocuk, hayvan yavrusu) Sütten kesilmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yarım avıç |
: |
Avucu doldurmayacak kadar az. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yarım ekmek yatak günü |
: |
Kış günleri için kullanılıyor. |
yarım kancık bel |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Kapların bel kısımlarının daha az daraldığı yere verilen addır. |
yarım yerine yal olmaz |
: |
Bir yemeğin yetersizolması durumu. “Yarım yerine yal olmaz.” |
yarımlağa |
: |
Şiniğin yarısı (4 kg) kadar tahıl alan ölçek. |
yarımsalık |
: |
Kapı ve benzeri şeylerin yarı açık olması hâli. |
yarıntı |
: |
Sel sularının açtığı yarık, oluk. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yarıya it .aşşağı çekmek |
: |
Hiçbir iş tutmamak, boşta gezmek, haylazlık etmek. |
yârin |
: |
Yarın. |
yariyemişcilik satmak |
: |
Yalakalık yapmak. “Yariyemişçilik satmak adamın asligörevi olmuş sanki.” |
yariyeşli |
: |
Faydalı, yararlı. “Yariyeşli şeylerden yiyip içmez de nerede asitli içecekler var onları içer hep yemek yerken.” |
yarlağa:n |
: |
Susuzluktan toprakta oluşan çatlak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yarlanmak |
: |
Yarılmak, tepe gibi yığılmak. “Yağmır yağar yer yarlanır Gardaş yamçıya sarlanır Bir senede yedi ölü Adam obadan arlanır” (Nakleden: Zeynep Taştan, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
yarlık |
: |
Ferman, buyruk. |
yarma |
: |
1. Yarılarak kurutulan meyve. 2. Döğme, tahıl. 3. Ovada yol kenarına toprak yığarak oluşturulmuş yar. |
yarma ölçerme |
: |
Döğme yapma. |
yarma yarı |
: |
Yarı yarıya. |
yarmaça |
: |
1. İkiye ay irilip içinden çekirdeği çıkartılarak kurutulan kayısı. 2. İri yarılmış ağaç, odun. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yarmak |
: |
1. Uğraşmak, emek vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. (Buğday vb.) Öğütmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Açmak. |
yarnak |
: |
1. Yakalık, önlük. 2. İlk kez yavrulayacak dişi manda. 3. Ark yahut kanallardan tarlalara suyun giriş çıkış yerleri. |
yarpadan |
: |
Hemen. |
yarpak |
: |
Yaprak. |
yarpız, yarpuz |
: |
1. Afşin ilçesinin tarihteki eski adı. 2. Akarsu kıyılarında, kırda nemli yerlerde yetişen kokulu bir ot, yabannanesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç. Mr.) |
yartlak |
: |
1. Büyük yarıntı, oyuk. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Ağaç gövdesinden çıkarılan büyük ve kalın yonga, kavlak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yartlan, yartlaŋ |
: |
Büyük yarık, oyuntu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) |
yartmak |
: |
Bir ağaçtan yarılarak elde edilen, uzun odunparçası. |
yartnak |
: |
1. Yarılmış odun. 2. Ağaç kabuğu. |
yas çekmek |
: |
Bir yakını öldüğü zaman yas tutmakya da bir şeye bir yakını ölmüşçesine üzülmek. “Kız dedi,nasıl olsa bir şey ederiz… Bir yerden bir aylık unu nasıl olsa buluruz. Yas çekme böyle.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yas yas yalvarmak |
: |
Pek çok yalvarmak. “Yas yas yalvardım.” |
yasaŋ |
: |
1. Bir şey üzerine sahibinin kim olduğunu belirtmek amacıyla konulan işaret, bel, bellik. 2. Bir işi yapma hazırlığı, kararı. 3. Tuzak kurararak hazır olarak beklemek |
yasaŋlamak |
: |
1. Gönlünden geçirmek, almak ya da vermek için düşünmek. 2. İşaret koymak. |
yasaŋlı |
: |
Düşünülmüş, akledilmiş. |
yasdanmak |
: |
Yaslanmak. |
yasdı |
: |
Yassı, yuvarlak olmayan. |
yasdıdmak |
: |
Yasdılamak, yassılamak. |
yasdılamak |
: |
Yatırmak, düz hȃle getirmek. |
yasdılar |
: |
Yasakladılar. İslâm dinini yasdılar Beni yârimden kesdiler Seversin deyi asdılar Urganda gerdan iniler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.590 |
yasık |
: |
1. Eğik. 2. Dokuztaş oyununda, oynayanlardan birinin taşının saldırıya hazır durumu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yasıl yasıl tokmak varıyor |
: |
Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. Erkeklerin oynadığı oda oyunlarından birisidir. İki erkek oyuncu vardır. Diğerleri izleyici olarak bulunur. Ortaya bir yastık bırakılır. İki erkeğin gözleri bağlanır. Ellerine ucu düğümlü havlu verilir. Yastığın her iki ucundan tutarlar. Yastığın çekim yönüne göre oyuncular, birbirlerinin yerini anlamaya çalışır. Biri diğerine yasıl (eğil) yasıl tokmak varıyor der ve elindeki havluyla tahmini vuruş yapar.Aynı şekilde karşıdaki oyuncu sorar. Oyun bu şekilde karşılıklı vuruşmalarla devam eder. |
yasılı |
: |
Dokurcun oyununda aynı oyuncuya ait üç taşın bir hizaya gelmesine bir göçek kalmak. |
yasılmak |
: |
Eğilmek, el açmak, minnet etmek. Karac’oğlan der her sözle kesilmem Bir kötüye varıp böyle yasılmam Isırırsın dersin vallah ısırmam Okşalarım nazlım şuralarından Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.531 |
Yasin |
: |
Kur’an surelerinden birisi. Felek bana hançerini haşladı Göz göz oldu yarelerim işledi Hocam geldi Yâsinlerden başladı Baktım sağ yanıma imam da geldi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.439 |
yaslan |
: |
Yas ile. |
yasmak |
: |
1. Dokuztaş oyununda üç taşı aynı hizaya dizmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Yaymak, düz hale getirmek, yayın kirişini gevşetmek. 3. Düzen kurmak, düzene koymak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Hedefe yöneltmek. “Ohumu atdım da yayımı yasdım Şol üce dâları da delmekdür gasdum Şo geden ellerde heç mi yoķ dosdum Bir daha yüz yüze baķma mı dersin” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
yassı |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yatsı. |
yastı |
: |
1. İncelmek, kâğıt gibi olmak, ensiz. 2. Yassı, yuvarlak olmayan, yayvan ve düz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Don yuduğun yastı taşlar Eğriştiğim kaba ardışlar İşte geldim gidiyorum Hep birikin yarandaşlar” (Musa Çökük, Kayseri Avşar Ağıtları, S. 94) |
yastıağaç |
: |
Üstünde hamur açılan, yemek yenilen tahta. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yastık |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Bakıra şekil vermek için kullanılan, örsün altına konan ahşaptır. Örsün sağa-sola gitmesini önlemek için yastık görevi görür. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
yastık mullası |
: |
Kadın, yatakta kocasını öğretleyen kadın. |
yastıklama |
: |
Destekleme. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yastılama |
: |
Yapılarda kullanılan yassıca taş. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yastiye mıhı |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Yuvarlak görünümlü, üzerinde yapılan kabın zemininin dövüldüğü kaptır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
yasyalbırdak |
: |
Üzerine giyecek bir şeyi kalmamış. |
yasyapıldak |
: |
Bir başına kalmak. |
yaş diş |
: |
Yaş baş anlamında bir ikileme. |
yaş üzüm |
: |
Olgunlaştıktan sonra salkım salkım koparılmış üzüm, taze üzüm. “Kasabaya hemen git, köylülerimize yedi sandık yaş üzüm al getir, dağıt.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yaşamak |
: |
… yaşında bulunmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) On yaşıyor. |
yaşarlık |
: |
Yağış, yağmur, kar yağması. |
yaşartı |
: |
Islak,nem, ekmeğin yanında yenilen yiyecekler. |
yaşdaş |
: |
Akran, emsal. |
yaşı benzemesin |
: |
Bir kimseye genç yaşta ölen birisinin adını verirler ve buna da adı sahibi derler. Adı konan kimseden bahsederken de ismi verilen kimsenin ecelinin adı sahibi gibi erken olmaması anlamında söylenir. “Yaşı benzemesin. Adı sehebi çok iyi bir insanıdı.” |
yaşı ne başı ne |
: |
Daha çok küçük, akılbaliğ olmamış çocuk anlamında. “Yaşı ne başı ne.” |
yaşıl |
: |
Yeşil. “Irafında donu yaşıl Bir gün değer ışıl ışıl Adam eşinden ayrılmaz Aklını başına deşir” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Gallik Mustafa’nın Gelini Hatın’ın Ağıdı, Derleyen: Mehmet Öztürk, Kaynak Kişi: Nazlı Özdemir, Cennet Öztürk) 2. Erkek ördek. “Sakarcayı bilemirim başından Yurt gösterdin İzmirli’nin kaşından Sakın olun, Mahmut Bey’in kuşundan O avlasın yaşılları, bazları” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
yaşın yaşın ağlamak |
: |
Gizli gizli ağlamak, sessiz sessiz gözyaşı dökmek. “Karac’oğlan eydür ben de çağlarım Gazel oldu mor sümbüllü bağlarım Vâdem yetti yaşın yaşın ağlarım Bülbül gülden ben yarimden ayrıldım” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yaşları gara gelmek |
: |
Bir an önce ölmek. “Yaşları gara gelesiceler, talan etmişler Avarlığı.” |
yaşlık |
: |
Bir çeşit eşarp. |
yaşmak |
: |
Başla birlikte yüzü, ağzı kapatan örtü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Zulum üstüne de olur mu zulum Bir gün duyarlarsa nic'olur halım Kapının önüne uğrarsa yolum Yaşmağını aç da süz uğrun uğrun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.564 |
yat yan ba:, çal dümba: |
: |
Beyler gibi yan gelip yat,dümbeleğiçal keyif sür, bakalım bu işin sonu nereye varacak çok merak ediyorum. “Yat yan bâ, çal dümbâ.” |
yatağa vurmak |
: |
Koyun ve keçileri sıcaktan korumak için gölgede dinlendirmek. |
yatağan |
: |
Yük taşırken sık sık yatan hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yatak |
: |
1. Hayvanların dinlendiği yattığı yer. 2. Yuva, yatak. 3. Sabanda çift demiri takılan yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yatak durak |
: |
Ev bark anlamında bir ikileme. |
yatak sermek |
: |
Yatak yapmak, yer yatağı hazırlamak. “Süleyman”, dedi, “çocuğun yatağını nereye sereyim.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yatak yazmak |
: |
Yer yatağı hazırlamak, yatak yapmak. |
yataklamak |
: |
1. Kefenlemek,defnetmek. Onu yatakladıktan soñra onuñ üç ḳur’anını okuttum. 2. Yatırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
yataklık |
: |
Yatakların konduğu yüksekçe yer, yüklük. “Giyitlerini çıkardı, ocaktaki ateşte kuruttu. Yataklıktan bir döşek, bir de güllü yorgan, bir de güllü yastık seçti, serdi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yatalak |
: |
Felçli hasta. |
yatalık |
: |
Yatalak, sürekli yatan hasta. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yatan öküze kalk dememek |
: |
Etliye sütlüye karışmamak, kimsenin işine karışmamak. “Yatan öküze kalk demezsen sonucuna katlanacaksın.” |
yatgın |
: |
Çok durmuş olmaktan sağlamlığını yitirmiş nesne, özellikle kumaş. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yatı |
: |
Geceleme. “Ne zaman Omar emmimgile misafirliğe getsek bizi yatıya koyarlar.” |
yatık |
: |
Eğik, yatmış. |
yatım |
: |
Mantık. |
yatır, yatırı |
: |
Yıkılmış, kesilmiş kuru kütük. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yatıri:m |
: |
Yatırayım. |
yatırma |
: |
Tarlada suyu çıkamayan yerlere ulaştırmak için yapılan çamurdan set. |
yatıya gitmek |
: |
Bir yerde yatmak üzere konuk olmak. |
yatkın |
: |
Meyilli. |
yatsı |
: |
Güneşin batmasından bir buçuk saat sonraki vakit. Karac’oğlan eydür andın yalan Olur olmaz ayağı ile gelen Akşam kavil verip yatsıda dönen Yalancıdan îman gider din gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.588 |
yatsılık |
: |
Akşamın geç vakitlerinde yenilen kuruyemiş. |
yatur |
: |
Yatar. Er isen meydanda otur İleri gel cevap yetür Melil melil olmuş yatur Zindanda kullar iniler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.590 |
yava |
: |
1. Peltek, kekeme. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Lezzetsiz, tatsız. 3. Dışarıdan gelip bir yere yerleşen. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yavan |
: |
Yağsız, sade. “Lokma yeme muhannetin elinden Kurtulaman sonra acı dilinden Namertlerin kaymağından, balından Merdin kuru, yavan aşı makbuldür” (Kaynak şahıs: Celil Çınkır, Şair: Aşık Hüdai) |
yavan tarhana |
: |
Sallapati konuşan kimse. |
yavıklamak |
: |
Kaybetmek. “Çözüp zülfünün bendini Yavıkladım kend’özümü Gül yanaklı efendimi Dün de görmedim bugün de” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yavıncımak |
: |
1. Özür dilemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Midesi ekşimek. 3. Yalvarmaklı olmak, ricâ, dehalet. |
yavınç yavınç etmek |
: |
(mide)Çok hafiften açlık hissetmeye başlamak. |
yavıt |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yahut. |
yavız |
: |
Cesur, yavuz. “Nerede, hangi ev ya da bahçede görürlerse görsünler, hep birden çô kiş kiş ha ha ha:… çô kiş kişşş ha ha:!... sa:ttirmeleriyle saldırtırlar ve diğer zavallı köpek, kaçıp kurtulamamışsa veya yavızlık huyu depreşip de havlayıp hırlayarak karşı koymaya kalkışmışsa, onu bodurtuncaya kadar itlerini gızdırırlardı…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
yavlan |
: |
1. Sığ, yayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Derin olmayan kap. |
yavlarmak |
: |
Yalvarmak. “Arpadan geçtik, guru saman bile vermiyor.Yamırda galıyom, çamırda galıyom, yavlarıyom gene içerialmıyo sahabım.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
yavrı |
: |
Yavru. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) Ağyar gelmiş derler [senin] salana Desem benim derdim gelmes kelâma Ay mı doğdu gün mü doğdu âleme Yoksa yavrını ak göğsünü açtı mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.643 |
yavsı |
: |
1. Kene. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Kenenin küçüğü. 3. Büyükbaş hayvanları ısıran bir cins at sineği. 4. Sinek. |
yavsılanmak |
: |
Üzerine yavsı konmuş gibi, kovmayaçalışıyormuş gibi el kol hareketi yapmak, huzursuz birgörüntü sergilemek. |
yavşaḫ, yavşak |
: |
1. Bit yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Yavşak büyür bit olur, enik büyür it olur” (Andırın Atasözü) 2. Yılışık. |
yavşan |
: |
1. Bir çeşit bitki, suyu çok acı olur. 2. Maraş”ta bir dağ ve aynı dağdan kaynaklanan bir yayla adı. “Selam verir koca Yavşan Düldül’e Alıcısı pençe takar bülbüle Düzen verir güzelleri zülfüne Gül… gül diye güler yüzü Maraş’ın” (Mustafa Zülkadiroğlu, Kaynak: Cevdet Alperen, Kahramanlık Destanları ve Türküleri Antolojisi, Tekışık Matbaası Ankara 1993, S. 92) |
yavşan nanesi |
: |
Kokulu yaprakları çay olarak içilen bir bitki. |
yavu |
: |
Yabanıl, insana sokulmayan. (İnsan, hayvan). (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yavunçımak |
: |
Sığınmak, el ayak öpercesine yalvarmak. |
yavuncumak |
: |
Üzülmek, mahcup olmak, ezilip büzülerek yakarıcı bir tavır içerisinde durumu anlatmak. “Gelir de Kadir’i sorar Ahmet’in fesini sıvar Aman ben ne yapayım deyi Yavuncur gözümü deyner” (LaedriL) |
yavurun coşgası |
: |
Kadınlar çocuklara kızdığı zaman söyler. |
yavuz |
: |
1. Güçlü, iyi koşan at. Karac’oğlan yavuz ata binerdi Üstümüzde avcı kuşlar dönerdi Ha deyince beş yüz atlı binerdi Akça ceranları kovanlar hani Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.454 2. İyi olmayan, hoş karşılanmayan insan. Bir yiğit düşmesin elin diline Söyleyi söyleyi destan ederler Nice yavuz olsa yiğidin adı Anı gurbet ele mihman ederler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.592 |
yay |
: |
Pamuk attırılan alet. |
yayak gelmek |
: |
Yürüyerek gelmek. |
yayan |
: |
Yaya, bir şeye binmeden, yaya olarak. “Kargılıkda şeriffakı dururdu. (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
yayan yapıldak |
: |
1. Hazırlıksız, aniden, birden bire. 2. Yürüyerek gelmek. |
yayar |
: |
Yağar. “Yâmır yayar gün ışılar Ahırda camız muşular Gardas gapıda yunurkan Gınamış bizi gomşular” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kazayla Düğünde Vurulan Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse Zorlu) |
yaygı |
: |
1. Hasır, çul, kilim halı gibi serilen şeyler. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Yere yayılan kaba kumaş. |
yayhamak |
: |
Su ya da başka bir sıvı kullanarak bir şeyi temiz duruma getirmek, yıkamak. |
yayhanmak |
: |
Kendi vücudunu yıkamak, banyo yapmak, yıkanmak. |
yayık yaymak |
: |
Yayıkta ayran ya da sütü çalkalamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yayılım |
: |
Hayvanların otlanması için çayırın bol olması. “Yayılımlı yer.” |
yayılmak |
: |
1. Hayvan otlatmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Geniş oturmak. |
yayıltma |
: |
Davarları karnını doyurması için dağda, alanlarda gezdirilmesi. |
yaykamak |
: |
Su ya da başka bir sıvı kullanarak bir şeyi temiz duruma getirmek, yıkamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Bekarlık sultanlıktır amma bulaşık yaykayan sultan görmedim.” |
yaykanmak |
: |
Kendi vücudunu yıkamak, banyo yapmak, yıkanmak. |
yaykmak |
: |
Yıkamak. Kılı soñra yüller yayḳallar, ēğirtmeçte eğirirler. |
yayla çayı |
: |
Ada çayı. |
yayla yolları oyunu |
: |
Bölgede oynanan seyirlik bir halk oyunu. YAYLA YOLLARI: Bu oyun Toros dağları üzerinde yasayan Türkmen Aşiretlerine ait bir oyundur. İçinde Türk soyunun en eski oyun gelenekleri vardır. Daha doğrusu Orta Asya'dan gelen eski bir oyundur. Yaz aylarında denize gelen, sıcaktan kaçan halkın, dağ eteklerindeki yaylalara çekilisini, genç kızların ve erkeklerin beraberce yaptıkları oyunları ve şenlikleri, kısaca yayla yollarında göç eden boyların, obaların göçlerini yasatan, onların coşkularını dile getiren bir oyundur. Erkek ve kızların birlikte oynayabildiği gibi sadece erkekler tarafından da oynanmaktadır. Oyun daire biçimde oynanır ve türkülüdür. (Aslı Ağcalar, Silifke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üni., S.B.E.,TDE., ABD, Mersin, 2009, s. 241) |
yaylak |
: |
Yaylanacak yer, yayla. Arab atı olan iştahlı biner Aşireti olan yaylağa konar Aşnası olan da yolları dener Belki sevdiceğim döner geriye Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.413 |
yaylamak |
: |
Yaylaya çıkmak. Yörü behey Bolkar Dağı Senden yüce dağ olma mı Sende yaylayan güzelin Yanakları ağ olma mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.421 |
yaylanın gırı |
: |
Yayla soğuğu, buzu, kırı. |
yaylasını çekmek |
: |
Yaylasının yoluna koyulmak. Pembe önceğini çalmış beline Altın bileziği takmış koluna Katarlamış mayasını yoluna Alabahar yaylasını çekiyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.614 |
yaylı |
: |
Yayla. |
yaylım |
: |
Otlamak için gerekli bitki topluluğu, otlak. “Sığırlar Miralayın çiftliğine indi Ağam. İyi yaylım var. Bu yıl sığırlar iyi et tutacak.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yaylım etmek |
: |
Yayılmak. |
yaylıma çıkmak |
: |
(Hayvanları) Otlamaya çıkmak. |
yayma |
: |
1. Bineğin üstüne kolay yüklenmek için çuvalın az doldurulmuş hali. 2. Taşımak için çıplak eşeğin üzerine atılan buğday. 3. Tahıl doldurulmuş çuvalın at üstüne atılmış hali. “Atlının yüküne bakılırsa, değirmene gidiyor gibiydi. Yarım çuval yük, iki taraflı çuvala yayılarak, yayma yapılıp atın sırtına atılıvermişti. Yaymanın üstünde oturan genç biriydi.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
yaymak |
: |
1. Hayvanı otlatmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Hacı Zülkadir’i daldırmış aydın Çoban mısın dedi sürüsün yaydın On sekiz vilayet adını saydın Dosdoğru gelişin Bor’dan mı güzel” (Hacı Zülkadiroğlu) 2. (Yayığı) Çalkalamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) “Eskiden köyümüzde pınarın orta yerine yannıklar çatmalarla kurulur ve fişşeğenen yayılırdı.” 3. Ayran yapmak. 4. Sermek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) Kaşını yıkmış da yüzün şişirir Samranı samranı manca pişirir Döşeyi yay deyin çulu devşirir Alman köt'avradı hörü de olsa Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.398 |
yaynık |
: |
Ayran kabı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
yaz bahar ayı |
: |
Mayıs ile Haziran arası. Dostun bahçasının gonca gülüyüm Yitirdim aklımı şimdi deliyim Yaz bahar ayında beşe seliyim Akar boz bulanık kardan gelirim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.503 |
yaz eylemek |
: |
Yaz mevsimini getirmiş gibi olmak. Geçen olur şu yaylanın düzünü İlin aşiretin çeker nazını Nazlı yârim sürmelemiş gözünü Suları ısıtıp yaz eylemesin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.558 |
yaz yeri çıkarmak |
: |
Tarlayı sürüp dinlenmeye bırakarak ekime hazırlamak. “Rıza yaz yeri hazırlamak için bir çift öküz buldu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yazalamak |
: |
Sermek, bir şeyi yayarak sermek. “Gızım misafir uzak yoldan geldi. Yorgundur. Yatağanı yazalıya ver.” |
yazalanmak |
: |
Yere yayılmak, kapaklanmak, serilmek. “Zeynebim de söyler bunu Yıkılsın şu dünya fanı Yazalanmış akar ganı Ganını simliye geldim Verin ipek mendilini Ganını simliye geldim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yazarbozar |
: |
Yazı tahtası. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yazdın mı sandal yerini |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıp. Yere serdin mi sandaldan döşeğini? Sandal kumaşıyla kaplı döşek. |
yazgı |
: |
1. Hasır, çul, kilim halı gibi serilen şeyler. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Alınyazısı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
yazgılı |
: |
Karayazılı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yazgu |
: |
Kalem. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yazı |
: |
1. Toprak parçası, arazi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Mahkemede verir koç gibi sözü (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) 2. Düzlük, ova. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç. Osm. Ada.) 3. Akarsu kenarındaki geniş düz arazi. “Korkar idik zabitlerin boyundan Seçilmezdik yazıdaki koyundan Depo köprüsünden Ceyhan kıyından Çinçin‘in belini aştım da geldim” (Kaynak şahıs: Celil Çınkır, Şair: Beşbucaklı Aşık Halil)
Evlerinin önü yazıdır yazı Beğler bırakıyor ceyrana tazı Sallanma karşımda kahpenin kızı Ölürsem kanımı verebilin mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.452 |
yazı yaban |
: |
Dağ taş, her yan, her taraf, her yer. “Döngele de gelse kapıya otursa, Çukurovada da pamuk açsa, dünya, yazı yaban apak kesilse bu yıl dizlerimde derman yok.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yazıda bulmak |
: |
Beleş olmadığını bildiren deyim. |
yazığı gelmek |
: |
Birineacımak. “Ne kadar da güzelsin, sana yazığım geldi, dedi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yazılannar |
: |
Kader, yazgı. “Dağlarda biter menevşe Bacısının adı Anşa Ne ağlıyon Kele gızım Yazılannarı gelir başa” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yasin’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Bakacak) |
yazılı |
: |
Serili. “Odada kilim yazılı (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
yazınıŋ ortası |
: |
Meydanda, herkese açık, tehlikeye açık anlamında deyim. |
yazının yüzü |
: |
Açık arazi. |
yazıya düşmek |
: |
Kimse sahip çıkmamak, çaresiz kalmak. |
yazıya sermek |
: |
Kıymetini bilmemek, heba etmek. |
yazıyı dolanmak |
: |
Her tarafı aramak. |
yazla |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; balkon. |
yazlak |
: |
1. Bağ, bostan kulübesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Köyün içinde yazın serin olsun diye çıkılan kısmen yüksek yer, yaylalık. “Çünkü yazlaklarından birisi de obanın, bu düzlüktü.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yazlamak |
: |
Yazı geçirmek. |
yazlan |
: |
Dejenere olmuş, soysuzlaşmış, bozulmuş. |
yazlık |
: |
1. Yazın oturmak üzere fazla özenilmeden yapılmış çardak türü barınakların ortak adı. 2. İlkbaharda ekilen, küçük taneli sert bir buğday çeşidi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Yeğin yazlığın firezi Geçti dokturun birezi Açın bakın zabitleri Parmağı sultan kirezi” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Bıyıklı Durdu Mehmet’in Ağıdı, Derleyen: Cuma Özdemir, Mensur Arslan Kaynak Kişi: Fatma Kılın (Hamiş)) |
yazma |
: |
Bir çeşit başörtüsü, yemeni, yazma. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) Al önlükle mavi yazma Gey karşımda salın dilber Yalın ayak yere basma Geyin altun nalın dilber Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.586 |
yazmak |
: |
1. (Halı, yatak vb. için)Yere sermek, açmak. “Odasına halı yazdım Fincanı tabağa dizdim Bakın benim gaderime Avşardan berisin gezdim” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 2. Yer yatağı hazırlamak, yatak yapmak. “Gadanı alıyım gazak (Yaşar Kemal, Ağıtlar, YKY, İstanbul, 1993) 3. Süslemek. “Gidip şu güzelin elin gezmeli Kalem alıp kaşın gözün yazmalı Kırmızı önlüklü sarı çizmeli Hatun kızlar nerden gider yolunuz” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yazmış |
: |
1. Kuzulamayan kısır keçi. 2. İki yaşındaki dişi keçi. |
yazönü |
: |
İlkbahar. |
yazyeri |
: |
Sürülüp dinlenmeye bırakılan tarla. “Rıza, yazyeri çıkarmak için bir çift öküz buldu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yazyeri çıkarmak |
: |
Tarlayı sürüp dinlenmeye bırakarak ekime hazırlamak. “Rıza, yazyeri çıkarmak için bir çift öküz buldu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yazzık |
: |
Yazık. “Gaynanan yanına geldi Nışanlına habar vardı Yazık oldu sana Ahmet Doktur da garnını yardı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ye: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; yer. |
yeda:rdaş |
: |
Yedi kardeş. |
yeda:tı |
: |
Bahçe. |
ye:dden |
: |
Yeniden. |
yedek |
: |
1. Kahve ocağında su kaynatılan musluklu teneke. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Arkadan gelen, öndden çekilerek götürülen at, deve vb. Yüklettim yedeğim deste katarım Yüküm kumaş ben alana satarım İki bülbül bir kafeste öterim Konmaz mıyım yeni açmış güle ben Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.527 |
yedermek |
: |
Bir kimseyi elinden tutup götürmek, bir hayvanı yedeğe alıp çekmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yedi içti yelden yana geçti |
: |
Görülen iyiliğin kıymetini bilmedi. |
yealmak |
: |
Yayılmak. |
yedi iklim |
: |
Dünya, yeryüzü. Eskiden yeryüzü 7 bölge olarak kabul edilirdi. Karac’oğlan der ki burda durulmaz Güleç yüze tatlı söze doyulmaz Gökteki yıldızdan çoktur sayılmaz Yedi iklim dört köşeden geliyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.616 |
yedi köyü bir eşşeğe bindirmek |
: |
Yavuzluk, yamanlık. |
yediğin bokun kepçesini yanında taşı |
: |
Sigara içtiği halde çakmak ya da kibriti olmayanlara şaka yollu söylenir. “Yediğin bokun kepçesini yanında taşı.” |
yediken |
: |
Yedi defa. “Elbeyoğlu’m der de her sözüm haktır Sözümün içinde hilafım yoktur Altında hile var Muzu’da yoktur Yediken(z) süzülmüş gümüş gal gibi” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
yedim yedim yetmek |
: |
Yedeğe almak, hırpalayarak götürmek. “Küheylanım yedim yedim yederler Olanca malımı talan ederler Heves güves yaptırdığımı odalar Korkarım ki düşman konar yurt olur” (Haşim Nezihi Okay, Köroğlu ve Dadaloğlu, May Yay., 1970) |
yedirme |
: |
Bir çeşit kilim motifi adı. |
yedirmek |
: |
Bir sıvıyı yavaş yavaş bir şeye emdirmek. |
yedme |
: |
Köle, olma, olgunlaşma. |
yedmek |
: |
Çekip peşisıra götürmek, yedeğinde götürmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
ye:n, yeen |
: |
Yeğen. |
ye:ni |
: |
1. Hafifmeşrep. 2. Hafif. |
ye:nice |
: |
Hafifçe. |
ye:nilig |
: |
Hafiflik. |
ye:nimeg |
: |
Hafiflemek. |
yefelemek |
: |
Bocalamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
yegdelemek |
: |
Topallamak. |
yegdudu |
: |
Aksayarak, topallayarak yürümeyi anlatır. |
yeğ |
: |
İyi, daha iyi, daha güzel. Gargıcak'ta bir güzele uğradım Ala gözler kıya kıya bakıyor O güzeli görmemesi yeğ imiş Ciğerciğim aşk oduna yakıyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.614
“Oturan aslandan gezen tilki yeğdir.” (Andırın Atasözü) |
yeğelmek |
: |
Yayılmak. “Evimizin önü yazı Yazıda yeğelir guzu Gadanız alıyım eller Hanı bunun oğlu gızı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yeğin |
: |
1. (Hastalık vs.) Çok azgın. 2. Gür, sık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Yeğin ekinin firezi Takım koymuşlar kirazı Yedi Ülker üç terazi Bakın, ağ yar görünür mü?” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ., İstanbul,1984) 3. Çok bol, bereketli. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) Onun tarlasında yeğin ekin var. 4. Hızlı, süratli, üstün, güçlü. Garbî yeli yeğin eser Deli poyraz sana küser Ak yâr duyar bana küser Sen barıştır garbî yeli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.446
Kadir Mevlâ'm senden ziynet umanın Yeğindir dalgamı cûş eyle beni Çok mal vermesen de murad alırım Bir gök kır atman baş eyle beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.455
Karac’oğlan der ki güle ağdığım Bazı bazı hatırına değdiğim Yeğin ata binip ceylân koğduğum O ıssız çöllere göresim geldi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.440 5. İyi, uslu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 6. Hızlı, çevik, güçlü, çalışkan, yiğit. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) “Acımış eşek katırdan yeğin gider.” “Züğürt olup düşünmektense, uyuz olup kaşınmak yeğdir.” (Andırın Atasözü) |
yeğin olmak |
: |
Hızlı olmak, acele etmek. Yeğin ey sevdiğim sen seni gözet Karayı bağla da beyazı çöz at Doldur ver bâdeyi bir daha uzat Ayrılık şerbetin ver melil melil Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.480 |
yeğni, yeyni |
: |
Hafif, ağırlığı az olan, ağır olmayan, canı tez. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. Osm.) “Küçcük kız Emine çıktı arkadaş. O biraz canı yeğni. Firik firik. Firik ya.” (Aşık Mehmet Demirci, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) |
yeğnicek |
: |
Hafif, gayrı ciddi, şımarık. |
yeğnilmek |
: |
(Arı, yağmur, rüzgâr vb.) ağırlığını, şiddetini yitirmek, hafiflemek. “Tuğçem’e burs çıktı çıkalı yüküm yeğnildi. Allah razı olsun Mehmet Topal Amca’dan.” |
yeğniltme |
: |
Hafifletme, yorulanı dinlendirme. |
yeğrek |
: |
Hızlı ve güzel. “Atım da yürürdü yeğrek Boynunu yana eğerek Bakman gomşularım bakman Ağıtçıya öğüt gerek” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yek toptan |
: |
Yüze karşı açıkça söylemek. |
yekdelemeg |
: |
Sekerek, topallayarak yürümek. |
yekdirbaş |
: |
Topallayarak yürüme. |
yekdirlop |
: |
Aksak, topal. |
yekindirmek |
: |
1. Parasal yönden yardımda bulunmak. 2. Kaldırmak. “Yekin turnam yekin koca Payas’tan Yüküm tuttum Kumkale’den, Payas’tan Yedi avcı gelmiş Kilis’ten, Has’tan Atılmayın şu Cerid’in salına” (Celil Çınkır, Andırın Sözlü Kültür Varlıkları Envanter Çalışmaları - I, “Beşbucaklı Aşık Halil”.) |
yekinmek |
: |
1. Bir eylem yapmak için harekete geçmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) Kabaktepe’nin ekini Gelir yekini yekini Mehri kızım eve gelir Çiçek sokunu sokunu Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.165. 2. Ayağa kalkmak için doğrulmak, ayağa kalkmak, kımıldamak, yükselmek, kalkmak. “Yekin gül dudaklım yekin (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943)
Gövel ördek kondu göle sakındı Şimdi gönlüm kemalini takındı Uzattım elimi kalktı, yekindi Darıldı elini çek dedi bana” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 92 |
yekinsene |
: |
Kalksana, ayağa kalksana. “Yekinsene İmirz’oğlum Eller yaylıya göçücü Hocalar da hep toplandı Ahret kefeni biçici” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
yekle |
: |
Yele. |
yekpare |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Bakır ürününün tek parçadan oluşmasıdır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
yekre |
: |
Hallaçta atılmış pamuk yığını. |
yekte |
: |
Yelek türü kolsuz bir giyecek, bluz. “Altına al geyer üstüne yekte Al beni sevdiğim koynuna sakla Kara kaş altında bir ik’üç nokta Ira mıdır ışgın mıdır dal mıdır” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yektelemek |
: |
Topallayarak yürümek, sekerek yürümek. |
yel |
: |
Rüzgâr, romatizma. |
yel değmemiş |
: |
Yellenilmemiş, gaz kaçırılmamış. |
yel ela:, yelfe külâa |
: |
Hafif insnalar için söylenen bir deyim. “Yel elâ, yelfe külâa.” |
yel gelen deliği bilmek |
: |
Dedikodunun kaynağını bilmek. “Yel gelen deliği biliyom amma velakin sırası gelinceye kadar sesimi çıkarmıyom.” |
yel gimi getmek |
: |
Çok hızlı gitmek. “Yel gibi getdi.” |
yel kayadan ne anlar |
: |
“Yel ne denli güçlü eserse essin, kayaya bir şey yapamaz” anlamında, sağlam duruşlar için söylenir. “Muhtar durmadı, söyledi söyledi, yel kayadan ne anlar, çocuk Nuh dedi de peygamber demedi” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
yel önü |
: |
Değersiz işe yaramaz nesne. |
yel vurmak |
: |
Yelin vurması, rüzgarın değmesi. Çıktım Kırklar Dağı'n seyrân eyledim Sallanarak gider yolu Hama'nın Yel vurdukça derdli dolap iniler Burcu burcu kokar gülü Hama'nın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.537 |
yela: |
: |
Yeleği. “Gış geldi mi, biz galın galın mavrum köyneg, iç yelâ der idig, şö:le gısalama diker geyer idik.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
yelden guzdan esirgemek |
: |
Bir kimseyi her türlü musibetten ve kötülüklerden korumak. “Yelden, guzdan esirgerdim.” |
yeldirme |
: |
Bir çeşit kadın başörtüsü. |
yeldirmek |
: |
1. Boşu boşuna dolandırmak, salmak, düşürmek. (Daha çok sevda için kullanılır) “Ata biner at yeldirir Yelkesini yel galdırır Yiğitliğin serdarı bu Hemi ölür hem öldürür” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
Beş yaşında akıl geldi başıma On yaşında gider oldum işime Varıp da değince on beş yaşıma Bir kuru sevdâya yeldirdin beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.457 2. Çalma top ve çelik oyunlarında, karşı takımı iyi oyunla hep kaleden uzak tutmak. 3. Koşturmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Yeldir tazıyı görsün yazıyı. |
yele yele |
: |
koşarak, koparak. |
yelek |
: |
Gömlek, mintan. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Takaklıdan yelek dikdim Enni döşe dar geliyor Bir daşdan adam mı ölür? Namusuma ar geliyor” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
yélen itiŋ yélkesi guyrūnuŋ halkası |
: |
Bir kişinin peşinedüşüp giden kimse. |
yelep yelep |
: |
Parlayarak, pasparlak, yaldır yaldır, pırıl pırıl. “Altında da atı Arap Başında püsgülü kelep Hacı Veli’m sele getmiş Siyah kekil yelep yelep” (Yaşar Kemal, Ağıtlar, YKY, İstanbul, 1993) |
yelfe |
: |
1. Hafif. 2. Ördek yavrusu. 3. Sulak alanlarda yaşayan zayıf bir kuş. Bu kuş genelde kışın Toros dağlarının eteklerine çıkar. Daha çok pirinç tarlalarında yaşar. |
yelgin |
: |
1. Yorgun, yavaş. 2. Hızlı, süratli, rüzgar gibi. “Salınan yelgin geldiler Çatal gapıdan girdiler Daha doyup osanmadan Fakı’m elimden aldılar” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Dirgen Ali’nin Oğlu Fakı’nın Ağıtı, Derleyen: Mustafa Yalçınöz, Kaynak Kişi: Osman Kızılay) |
yelgin avlamak |
: |
Bir işe hevesle sarılmak. |
yelgin gitmek |
: |
Hızlıca gitmek. “Bindirirler cansız ata İndirirler tuta tuta Var dünyadan yol ahrete Yelgin gider salın bir gün” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
yeligmek |
: |
Çok çalışmaktan dolayı, ağrı, şişme ve sızıyla kendini gösteren zorlama, aşırı hamlama. |
yelikmek |
: |
Rüzgara karşı veya iniş aşağı devenin koşması. |
yêlim |
: |
(“e” uzatarak ve vurgulu okunur.) Otlamak için gerekli bitki topluluğu, otlak. |
yelim yelim yeldirmek |
: |
Kafası kesik tavuk gibi sağa sola koşturmak. Yelke: atın başının arkasındaki kaküle benzer kıllar, yele. |
yelinlemek |
: |
Hayvanlarda doğum öncesi memelerinin sütlenmesi. |
yelinmek |
: |
Boşa hamle yapmak. |
yelinmemek |
: |
(Hayvan) Doğumu yaklaşmak, doğuracağı belli olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
yelip gelmek |
: |
Hızlı hızlı gelmek. |
yelişmek |
: |
Gezinmek, koşuşmak, birlikte yelip gitmek. |
yélke |
: |
Rüzgȃrından bile etkilenip bir kişinin söyledikleriniyapan, peşine düşen. |
yelke |
: |
1. Atın başının arkasındaki kaküle benzer kıllar, yele. “Ata biner at yeldirir Yelkesini yel galdırır Yiğitliğin serdarı bu Hemi ölür hem öldürür” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Taranmış saç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yelkenmek |
: |
Yeltenmek. |
yelkinmek |
: |
Dövüş için ileri atılmak. Hamle yapmaya hazırlanmak. |
yelkoma |
: |
Öküzlerde geçici topallık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yelkufa |
: |
Hayvanda kalça çıkıklığı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yelkum |
: |
Kumul. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
yelleme |
: |
Havalandırma, yelpazeleme. |
yellemek |
: |
1. Rüzgara tutarak kabuğu ile tanesini birbirinden ayırma. 2. Kışkırtmak, yelpaze vb. şeyle hava akımı oluşturmak. |
yellenip hoplamak |
: |
30-40 metre kadar koşarak atlamak. |
yellenip tüğmek |
: |
Hızlanarak atlamak, hızlanarak kaçmak. |
yellenmek |
: |
1. Osurmak. 2. Hız almak, hızlanmak, uzun atlamada ya da bir hendeği atlamak için biraz uzaktan koşarak hız kazanmak. “Üç adım atlama yarışında neredeyse 150 metre yellendi.” |
|