Çocuğu yaşamıyanlar, doğan çocuklarını, omurlu olsun diye, yedi mevlût şekerini döğüp bir şişe konyağın içine koyarlar. Sonra bu konyağı suya döküp çocuğu o su ile yıkarlar.
Çocuğu yaşamıyanlar, sindil ağacının köküyle ağlık ağacının çiçeğini bir arada kaynatır ve bu su ile çocuklarını yıkarlar. Bu İş çocuğun doğumundan itibaren üç ay içinde yapılmak lâzımdır.
Hamam anahtarı, hamamcının haberi olmadan çalınır ve bununla Cuma günü sala vaktinde Mehmet isminde bir demirciye bilezik yaptırılır. Bu bileziği çocuğu olmıyan bir kadın kullanırsa çocuk doğurur ve doğan çocuk uzun ömürlü olur. (42 yaşında Meliha).
Bir binanın inşasına başlandığı zaman kurban kesilir ve eti fakirlere verilir, halü vakti yerinde olanlar ilk temel taşı konulduğu zaman temel çukuruna altın ve gümüş para atarlar. Evin ses vermesi için de birçok evlerin temellerine desti gömerler. Temeline desti gömülen ev, içinde konuşulduğu zaman sesi gayet güzel aksettirirmiş. (Tarsuslu Naime).
Bir binanın temeli kurulurken kurban kesilir. Kurbanın etleri fakirlere verilir. Başı ile ayaklarını da evin temeline gömerler. (Fatma Bacı).
Burada gelini çarşamba günü atlarla, davul, zurnalarla götürürler. Kız, kendi evinden ayrılmadan önce güveyin evine yeni alınmış bir ayna kimse görmeden götürülür. Erkek ilk gece bu aynaya bakar ve aynayı görür görmez geline âşık olur ve bir daha ondan ayrılmaz. (Emine).
Maraş’ın ortasında biraz sola doğru adaya benzer bir dağ parçası vardır ki, etrafı kale ile çevrilmiştir. Müslümanlar Maraş’a girmeden önce burası frenklerin imiş. Bunun ortasında gayet geniş ve derin bir kuyu vardır. Bu kuyu şimdi doldurulmuştur. Diğer tarafta bir tünel mevcut olup buraya kırk basamak merdivenle inilir. Evvelce kalenin içinde saraylar varmış, bu saraylarda kıral otururmuş. Kralın ailesi hamama gideceği zaman bu tünelden geçer, Çukur Hamam’a varırmış. Çukur Hamam yer altındadır. Yalnız bir kubbesi toprak seviyesile beraberdir. Sokak tarafında ufak bir kapısı mevcuttur. Hamam şimdi harap bir hâldedir. Kralın “iki kızı olup ikisi de ölmüş. Birisi kalenin yanında, diğeri de Boğazkesen’de Ulucami yanında gömülü imiş. Maraş kalesinin içinde birçok odalar varmış. Maraş alınırken müslüman askeri bu odaları harap etmiş, bunlar büyük bir taş yığını hâlinde kalmıştır. Yalnız duvarları bir metre kalınlığında örülmüş iki oda vardır ki bunların demir kapıları zincirlerle bağlı ve kilitlidir. (Şerif).
Meraklılar burada güvercin beslerler. Herkesin evinde bir güvercinlik. bulunur. Sahibi her gün bunların karnını doyurur. Sonra kafeslerinin kapısını açarak dışarı çıkarır. Güvercinlerin hepsi avluda toplanır. O zaman bir ıslık çalınır. Hepsi birden döne döne havalanıp uçarlar. Güvercinlerin tekrar kümeslerine dönmesi için bir çubuğun ucuna beyaz bir bez parçası bağlıyarak sallarlar. O zaman kuşlar tekrar döne döne yerlerine gelirler. Şayet havada uçarken uzaklaşan güvercin olursa, sahibi muayyen bir usul ile bir kaç defa ıslık çalar. Yolunu şaşıran güvercin ıslık sesini tanır, o vakit telâşla kendi kümesine döner.
Güvercin sahipleri, bazan güvercinlerini birbirile döğüştürürler. Bu, onlar için büyük bir zevk, heyecan veren bir hadisedir. Güvercinler havada uçarken başka bir güvercin sürüsüne karışırlarsa, iki sürü bir arada uçar. Bu zaman bir kümedeki bir kaç güvercini, diğer kümenin güvercinleri kandırır ve kendi kafeslerine indirir. Kendi sürüsüne yabancı güvercin karıştığını görenler, yabancı güvercinleri bir hafta kadar bir yere salıvermeden beslerler. Sonra onların talimlerile ayrıca meşgul olurlar, yabancı güvercinlerin kendi sürüsüne alışınca onları da diğerlerile birlikte uçururlar. Böyle güvercinleri eski sahibinin istemesi ve alması âdet değildir. Yalnız yabancı bir kümeye karışan güvercin cins bir hayvan ise, eski sahibi onu para ile satın alabilir. Maraş’ta beslenen güvercinlere “Posta güvercini” adını veriyorlar. Güvercin besleyenler için sürüsünün başka güvercinleri aldatıp indirmesi gülmek, eğlenmek için bir vesile sayılmaktadır. (Nâdire, 23 yaşında).
Çobanlar, umumiyetle hayvanlarına baktıkları aileler yanında otururlar Çobanı olmıyan aileler, hayvanlarını komşu çobanlarından birine verirler. Çoban sürüsüne burada Nahır denir ki bu sürüde merkep, katır, keçi ve inek vardır. Keçiye de Maraşlılar davar adını verirler. Çoban yamağına da burada azap denilmektedir. (Nâdire).
Zeynep Bacı adında kırk yaşlarında bir kadına doğum âdetlerini sordum: “Biz ebe değiliz, bilmeyiz.” dedi. Çocuk hastalıklarını sordum: “Bizim çocuklarımız hasta olmadı, bilmeyiz.” dedi. “Öyle ise elbette işitmişindir, loğusaları al basar, bunun hakkında malûmat ver.” dedim. Bunun üzerine kadın telâş eder gibi oldu: “Aman gele, bu ne ola, kim böyle sorucu, biz bir şey bilmeyiz.” dedikten sonra “tu ...tu.,, tu...” diye üç defa parmaklarının ucuna tükürüp parmaklarını üç defa öptü ve alnına götürdü, sorduğum şeyler hakkında malûmat vermekten çekindi.
Maraş’ta ölülere pek ziyade hürmet ederler. Maraşlılardan ölüler hakkında malumat istediğim zaman katiyen bir şey söylemek istemediler, “başka sorulacak ve konuşulacak pek çok şeyler varken bu konuşulur mu ki” dediler. Mamafih söz arasında zabt edebildiklerimden bazılarım kaydediyorum.
Bir adam perşembe günü vefat ederse muhakkak akşama mevlut okuturlar, ölünün ilk cuması derler. Böyle aceleye gelen bir ölü ev: çarşıdan susam halkası alıp mevluda gelenlere verirler. Burada mevlutlarda hem şerbet, hemde “Kömbe” dedikleri ince simit gibi halka yapar, ikişer üçer dağıtırlar. Eğer biri perşembe günü ansızın vefat ederse ilk cuması diye hemen o gece mevlut okuturlar, o zaman bu kümbeyi yapmağa vakit olmadığından çarşıdan susam halkası tedarik ederler. Susam halkasına “köncülü” diyorlar.
Burada ölünün başında ağlamak âdeti vardır, ölenin faziletlerini ve iyiliklerini sayar ve ağlarlar, dinliyenler kezalik hep zarı zarı ağlarlar. Bu matemler epey devam eder. Eğer ölen genç erkek ise ve refikası varsa her gün şu beyiti söyliyerek ağlar:
Evimizin önü kavak
Kavaktan dökülür ovak
Elim Uma yüzüm duvak
Beni nereye bıraktın gittin yiğitim. .
Yerde yalar hecin gibi
Sırma bıyık sicim gibi
Yiğidim arslan gibi
Seni nereye bıraktın gittin yiğidim. (Nadire H.)
Maraş’ın zenginleri ailesinden birisi ölünce hemen beyit söyleyip ağlatan kadınları celbeder. Herkes toplandıktan sonra beyitçi söyler, ahalî ağlar, beyitçiler türlü maniler söylerler ve ölüyi methü sena ederler. Eğer ölen genç bir damat ise gelin hanım “Ne yatarsın hecin gibi, burma bıyık sicim gibi” diye hem söyler, hem ağlar. Cenaze kalkınca Kur’an ve mevlut okuturlar. Ölenin hayatında iken en sevdiği şeylerden yaparak fıkaraya tevzi ederler. Bazan kabrin üzerinde çadır kurarak günde bir hatim indirirler. Bu, yedi gün devam eder, yedinci günü yedi hatimin nihayetinde çadırı kaldırırlar. Hatimi hocalar yaparlar. (Fatma H. 45 yaşlarında)
Burada ramazan bayramına üç gün kala herkeste bir telâş uyanır, ölmüşlerin canı için çörek yaparlar. Herkes İktidarına göre (3-5) ölçek unla kömbe denilen çöreği imâl ederler. Mesela bir kırat undan itibar edilirse bir kırat una bir batman yağ ilâve ederler. (Kırat 15 okka, batman iki buçuk okka) Su ile yuğurularak birer tabak büyüklüğünde yuvarlak ince metelik kalınlığında yapılan bu çörekler furunda kızartılır. Bayramda gelen misafirlere ikram edilir ve fıkaraya dağıtılır.
Fıkaraya verirken ölmüşlerimizin canı için derler ve alanlarda “ölmüşlerinizin canına değsün, Allah kabul etsin” derler. (Fitnat H.)
Bir evde cenaze olunca cemaat cenazeyi götürmeğe geldikleri vakit bir tabağın içine undan bir az hamur yapup üzerine bir kaşık yağ, bir baş soğan koyup derhal dul veya gayet fakir bir kimseye gönderirler, sonra cenazeyi çıkarırlar. Böyle yapmaktan maksat ölü çıkmadan kısmeti çıksın diyedir. (Tarsuslu Naime H.)
Cuma geceleri mevtanın ruhu gelir “ocağım tütüyor mu?” dermiş. Bunun için cuma geceleri ocağımız tütsün diye ateş yakarlar ve fındık kadar bir yağ parçasını alarak ateşe atarlarmış. Bu koku ölünün burnuna gider, ruhu şad olurmuş. (38 -40 yaşlarında Elif bacı valdesinden nakletmiştir.)
Ben küçük iken anam böyle yapardı. Biz fıkara idik, başka fikaralara bir şey dağıtamazdık, onun için anam ocağa hem kandil yakar, hemde ölülerimizin burnuna gitsin diye bir parça yağ alarak ocağa atardı.
Güya cuma gecesi ölünün ruhu gelir, “acaba ocağımız tütüyor mu dermiş.” Bunun için cuma gecesi ocağımız tütsün diye muhakkak ocağı yakarlar ve ölülerimizin canına değsin diye çörek, börek gibi bir şey yaparak fıkaraya verirler. (Naime H.)
Bir vefat vuku bulduğu takdirde mevta çıkar çıkmaz ayakkabılarını başkasına verirler ve mevtayı da daha evden çıkarmadan bir kabın içine pirinç koyarak kendi çıkmadan rızkı çıksın diye başkasına gönderirler. Sonra yedi gün mütemadiyen mevtanın can verdiği yerde kandil yakarlar ve yedi gün mütemadiyen yedi haneye şeker, pirinç gibi şeyler dağıtırlar. (Elif bacı)
Kaynak: Müşfika Abdulkadir