KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
tȃ |
: |
Aynı seviyede, denk. |
ta: |
: |
1. İç giysisi dolabı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Orda, hadi canım sende . 3. Bölgemiz göçmen ağzında; daha. 4. Duvarda içine öteberi konan delik, tek yönlü duvar kovuğu. |
ta şora |
: |
Uzakta bir yere. |
Tair |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Tahir. |
ta:la |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; tarla. |
ta’n |
: |
Şaşırma, ayıplama. “Seher zamanında uğradım sana Görünce gül yüzün kaldım ben tana Gafilken bir dolu sundun sen bana İçirdin ağuyu bal diye diye” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
ta:m |
: |
Yemek, yiyecek. Hind'den Yemen'den çekilir İner Bağdad'a dökülür Türlü taama ekilir Biber de kara değil mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.450 |
ta:r |
: |
Küçük tandır. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
taba: |
: |
Tabağa. |
taba’a, tabaha |
: |
Tabağa. |
tabahana |
: |
Tabakhane. |
tabak |
: |
1. Şap hastalığı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Sahan, tabak. “Sabahınan sabahınan Gayfe gelir tabağınan Bacın sana gurban olsun Gucağında bebeğinen” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı - 2, Kaynak Kişi: Âsık Mustafa Keleş) |
tabak hastalığı |
: |
Çift toynaklı hayvanlarda görülen viral bir hastalıktır. Şap hastalığının yerel adı. |
tabaka |
: |
1. Tütün kabı. 2. Ahırların üzerine yapılan ikinci kat ev. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tabaklı |
: |
Beyaz gömleklik kumaş. |
tabanı yağlamak |
: |
Kaçmak. |
tabbaç gimi oturmak |
: |
Şişman ve kilolu olmadıkları halde geniş yer kaplayarak oturma. |
tabbasan |
: |
Tuzak, kuş tuzağı. |
tabgıç |
: |
Düztaban. |
taberik |
: |
Yadigâr. |
tabıd |
: |
Tabut. “Tabıdın gelirken parlar Gınamasın bizi eller Nezik canların acır İncitmesin seni yerler” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
tabır |
: |
Tabur. “Usda efendim gabırı Okuyollar ilk sabırı Su yatanın hepi bizden Sandım bir alay tabırı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
tabış |
: |
Dudak hareketi, ağız hareketi. |
tabıt |
: |
Tabut. Ne olduysa bize oldu Sarardı da gülüm soldu Gınaman komşular beni İki tabıt birden geldi Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.178. |
tabiat sahibi olmak |
: |
İyi huylu olmak. |
tabla |
: |
Genellikle tahtadan yapılan, üzerinde sebze ve meyvelerin teşhir edildiği, çoğunlukla tekerlekli, sabit olarak da kullanılabilen, geniş, çok yer kaplayan yayvan kap. “Beyaza boyatmış tablasını.” |
tabla çekici |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Yapılan kapların zemin kısmını dövmekte kullanılan çekiçtir. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
tablacı |
: |
Seyyar satıcı. |
tablı |
: |
Hesaplı. “Bana çok taplı geldi.” |
tabud |
: |
Tabut. “Gazma kürek vuruluyor Gara toprak deriliyor Hatirini soran gomşular Tabudumu getiriyorlar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Keskahlı Hüsne Çınar’ın Ağıdı-1, Kaynak Kişi: Mustafa Çınar) |
taca |
: |
Daha fazla. |
tacik |
: |
Sevgili. Ağacın orda beklerimiş tacikini. |
tadâda |
: |
İşte oracıkta, şuracıkta. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ta:deş |
: |
Akran, yaşıt. “Kara kazan kuruluyor, Kazma yere vuruluyor Yekin Mehmet Ali’m yekin Tâdeşlerin deriliyor” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Mehmet Ali’nin Ağıdı, Derleyen: Nesrin Akpınar, Kaynak Kişi: Döne Terzi) |
tadiya |
: |
Orada. “Tadiya işte. Beni mi gandırıyon.” |
tafa |
: |
Tava. |
tafarık |
: |
Yaprakları güzel kokan bir çiçek. |
tafra |
: |
Yukarıdan atıp tutma, palavracılık. |
tağ |
: |
1. Duvarda içine öteberi konan delik, tek yönlü duvar kovuğu. 2. Çağ, akran. “Keşke seni görmeseydim düğünde Senden güzel görmedim senin tağında Yaylıya göçülür bahar ayında Çalıp oynatmalı sazınan seni” (Aşık Mehmet) 3. Raf, sergen. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tağ dibi |
: |
Pencere kenarı. |
tağa |
: |
Duvara açılmış, kapaksız, küçük dolap. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tȃdeş, tağdeş, teŋdeş |
: |
Taydaş, yaşıt, akran. |
tağı |
: |
Özü, dayanağı. |
tağli durmak |
: |
Hazırlıklı durmak. |
tağnemek |
: |
Bakmak, seyretmek, izlemek. |
tağra |
: |
Tahra. |
ta:h |
: |
İmrenme belirtir. “Tâh, ne gözel yahu.” |
taha |
: |
1. Koyunlara takılan küçük çan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Daha. “Bilmem Ğaramemet nereye geder Buyumuş ğısmetim buyumuş ğader Birgünde yediğim işte bu ğadar Taha fazla yeyemeyon toktur be” (Aşık Karamehmet, Kaynak: Erdoğan Aslıyüce, Çukurovanın Yıldızı Ceyhan, Adana 2008) |
tahal |
: |
Tahıl. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Tahalı doldurdu ambara. Keyfine diyecek yok Hacı Mustafa’nın.” |
tahan |
: |
Tahin. “Tahannan bekmezi garıştırıp yemesine bayılırdım eskiden. Şimdi ise şeker çıkacak diye yemeye gorkuyom.” |
tahavvıt |
: |
Yaşlı, ihtiyar. Emekliye ayrılmış kimse, tekavt. |
tahda |
: |
Tahta, ağaçtan mamul şeyler. |
tahdalı köy |
: |
1. Ahiret. 2. Mezarlık. |
tahen |
: |
Tahin. |
tahılamak |
: |
Takılamak, merminin patlaması. “Ateş dedi, mavızarın on beş tenesi bir tahıladı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
tahılatmag |
: |
Sert bir şekilde tokat atmak. |
tahıldak |
: |
Olgunlaşmamış incir, mozak. “Siz hiç teleme yediniz mi? İşte size telemenin tarifi. Keçiden yeni sağılmış süte incirin tahıldağının sütünden 2-3 damla damlatılır ve süt incir yaprağının sap kısmı ile çırpılır ve çok kısa bir süre de yoğurda benzer bir hal alır. Buna teleme denir. Kefirin bir başka versiyonudur teleme.” |
tahım |
: |
1. Yemek. 2. Tarlalarda, bağlarda sınır. |
tahmil |
: |
Tahammül, dayanma gücü. “Tahmilimin çok ötesinde bana ettiği eziyet.” |
tahmiyetli |
: |
Tahammüllü, dayanıklı. “Yirmi sürdürürüm yozu Yüzelli deldirrim gazi Tahmiyetli gelin Fatma Battal deli döver sizi” (Belgin Elgün, Adana-Ceyhan, S. 120) |
tahnaz |
: |
Çok konuşmayan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
taho:d |
: |
Mekli. |
tahra |
: |
Ağaç kesmede, budamada, odun yapmada kullanılan, keskin ağızlı ve kendinden saplı metal araç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç. Osm.) |
tahrana |
: |
Pişirilmiş döğmeye yoğurt, kekik, vb. katılarak yapılan, genellikle pürler üzerinde kurutulan, gerektiğinde bir süre ıslatılarak pişirilen bir çorba malzemesi, tarhana. |
taht |
: |
1. Balkon. 2. Oturulunca, istenildiğinde sallanabilen sandalye benzeri oturak. “Güzel yavru çıkmış tahta sallanır Her öptükçe şirin dudak ballanır Öpülüp sevilen yâr güzellenir Emerim dillerim nic’olur olsun” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 566 |
taht u tac |
: |
Bir ülkenin bütün toprakları ve onun yönetimi. Sabahleyin kalkar kendini öğer Altun saç yanağın topuğun döğer Sade kaşlarıyle gözleri değer Acem ülkesinin taht u tacını Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.427 |
tahta |
: |
1. Kamelyanın biçilmiş ağaçlardan yapılmış ve üstü açık olanı. Dinlenme yeri. 2. Toros köylüklerinde karyola gibi keresteden yapılmış yatacak yere taht derler. “Tahta üstünde yatarken Çuha yorganı örterken N’ola o zaman öleydi Al atı ceren tutarken” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
tahta biti |
: |
Tahta kurusu. |
tahtacı güzeli |
: |
Tüylerinde bir çok renk bulunan, sarı ve kırmızı renklerin ağırlıkta olduğu kanarya cinsinden bir kuş. |
Tahtacılar |
: |
Geçimlerini ağaç kesip dilmek, kiriş ve tahta biçmekle sağlayan Alevi – Türkmen zümresi. |
tahtadelen |
: |
Ağaçkakan. |
tak |
: |
1. Yarım parça. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Karpuz, armut, ceviz vb. meyve dilimi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
taka |
: |
1. Taş duvarlı evlerin içinde dışı kapaklı pencere, ya da tahta çardak. 2. Duvara açılmış kapaksız küçük dolapçık. “Takada kepek gelinim takada kepek Nişanlın köpek gelinim nişanlın köpek Sen sefa geldin gelinim sen safa geldin Hem orda hem burada dilin datl’olsun” (Andırın’da söylenen Kına türküsünden) 3. Tahta karyola. “Usuldan takayı tıkırdattı, Hürü Ana tıkırtıyı duyunca ayağa kalktı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 4. Geçici, bir mevsimlik çardak. 5. Ahır penceresi. 6. Yörüklerde bir çan türü. “Ben mayayı takasından tanırım.” |
takaklı |
: |
Patiska, Hassa bezi. “Obalar bizden belledi Kündükü zubun giymeyi Ağ takaklı işlik giyer Vururdu heril düğmeyi” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
takalak |
: |
Yuvarlak bulgur köftesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
takallet |
: |
Köy işlerine ayrılan, harcanan para. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Çıkan mahsul derde takallete yetmedi. |
takalüs |
: |
Eski. |
ta:kat |
: |
Güç, derman. Başında da namlı namlı karın var Seni yaylamanın zamanı dağlar Mecâlim mi vardır çıkam başına Kalmadı tâkatim amanın dağlar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.578 |
takavil |
: |
Bir çeşit tramway. |
takaz |
: |
Sürüye uymayan hasta hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
takdelen |
: |
Gagasıyla ağaçları oyabilen, bu yolla çıkardığı sesle ya da ağaç gövdeleri üzerinde bulduğu kurtçuklarla beslenen, türlü renkte, böcekçil bir kuş, ağaçkakan kuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
takdi:nen |
: |
Tahtayla. |
takıç |
: |
Zayıf, sert, kuru. |
takılamak |
: |
1. Çocuklar ışkıya ışkıya oynarken karşılıklı olarak “tak tak” diye, ağızlarıyla silah sesi çıkarmak. “Keklik kekliğe takılar Ezen veriyor fakılar Berk severdi emmim oğlu İk’öper de bir kokular” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Gürültü çıkmak, çıkarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Tüfek, tabanca patlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Alıp yatırmak,var gücüyle kaçmak. “Aslan bir gün gezerken bir kediye rastlamış. Kediye bakmış, bakmış, bakmı:şşş demiş ki “ulan çocuk sen bizim aileden olmaya bizim ailedensin amma niye bu gadar güccük galdın anlamadım” demiş. Kedi: Valla gralım ben insanoğlu denen bir varlı:nan yaşıyom da ondan bö:le güccük galdım. Aslan: Allah Allah.Bu insanoğlu ne menem bir şey ki sen bö:le güccük galdın. Beni de bir tanıştırsana şu insanoğluyunan. Kedi; olur demiş, düşmüşler yola.Kedi önde aslan arkada bir köye girmişler.Bakmışlar ufak defek bir adam odun yarıyor. Adam yatırmış erelti kütüklerini yere, çivileri çakmış balyozunan verallah ediyor, kan ter içinde galmış. Aslan: Selamünaleyküm, golay gelsin, ne yapıyon sen. Adam: Odun gırıyom görmüyonmu. Aslan : İyide odun gırmak için bu gadar zahmete ne gerek var yavv. Adam: Nasıl olacak ya. Aslan: Bak, o kütüğün yarığına elini sokacan iki yana çekip ayıracan, sen gendiğe yazıg ediyoğ. Adam: Sen yapabilin mi o dedi:ği. Aslan: tabi: yaparım. Adam: iye o zaman yap baki:m haydi. Aslan ellerini sokmuş kütüğün yarığına, adam çivileri bir portturmuş aslanın elleri gısıkmış tabi: kütüğe. Adam almış eline bir odun yanaşmış aslana ver Allah ver. İyece bir benzettikten sonra çivileri çakmış yerine, aslan ellerini kurtarır kurtarmaz almış takılamış, kedide arkasında. Köyün dışına çıkmışlar. Aslan nefes nefese kediye demiş ki “o:lum ben sana bişey diyem mi, Sen bunların arasında gene iye boy atmışsın, baya: serpilmişsin Maşallah…” demiş.” (Kadirli Bekereci Köyünden Mehya lakaplı hemşehrimiz, kaynak: www.bekerecikoyu.com) |
takılaşmak |
: |
Konuşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
takılatmak |
: |
Tüfek patlatmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
takıldak |
: |
Yaban inciri kurusu, incirin hamı, mozak. |
takıldım vermek |
: |
Baskın yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
takım |
: |
1. Ziynet eşyası. 2. Tarla, bahçe ya da bağ sınırı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Yeğin ekinin firezi (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
takım taşı |
: |
Tarlaları birbirinden ayırmak için konulmuş taş, sınır taşı. “Yusuf bir takım taşına oturmuş, iki büklümdü.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
takınak |
: |
Borç, alacak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
takırtı |
: |
Gürültü. |
takka |
: |
Işık penceresi. |
takke |
: |
Takke, başa giyilen börk. “Goyun gelir guzu ilen Tagge takdım kadıyinen Her gün böyle ağlıyorum Şu emmiyin gızıyınan” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
taklak |
: |
1. Tokat. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Dişisi yumurtaya yatan ya da kaybolmuş erkek keklik. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
takta |
: |
Tahta. |
taktacı |
: |
Tahtacı. |
taktak |
: |
Takunya. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
Taktala paşa |
: |
Bölgede leyleğe verilen adlardan bir tanesi. |
taktıl |
: |
Yazlık çardak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
taktir |
: |
Takdir. |
tala |
: |
Yağma et, çal. |
talacı |
: |
Birisine para vererek kumar oynatan kimse. |
talamak |
: |
Üşüşmek, üzerini kaplamak, yayılmak, ortalığı bürümek, her yanı kaplamak, istila etmek. “Biraz sonra dağları pire gibi talarlar, dedi, var git yoluna” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
“Bir elinde dokuz kilim Martini tutmuyor elim Ben tarlaya yıkılınca Bağrımı taladı ölüm” (Yaşar Kemal, Ağıtlar, Toros Yayınları, İstanbul 1993) |
talambıç |
: |
Kuş yuvası. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
talan |
: |
Yağma, çapul. Karac’oğlan der ki bakın geline Ömrümün yarısı gitti talana Sual eylen bizden evvel gelene Kim var imiş biz burada yoğ iken Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.531 |
talan etmek |
: |
Yağmalamak. Yedirdin içirdin hepsi de yalan Âhır ömrümüzü ederler talan Bu sözüm dinleyip nasihat alan İşidip tutanı duymak isterim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.502 |
talana vermek |
: |
Aklı başından gitmek, deli olmak. Sabahtan uğradım ben bir güzele Görünce aklımı verdim talana Leylâğı sümbülü hep bile yetmiş Cennet kokuları vardır alana Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.394 |
talavuz etmeg |
: |
Üstünlük kurarak karşıdakine hükmetmek. |
talaz |
: |
1. Kasırga, fırtına. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Çok kuvvetli esen rüzgarın oluşturduğu toz. |
talba |
: |
At bağlanan yer. Ali’min atı da talba da kişner Yem yemez, öfkelenmiş çayır dişler Yanılma Ali’m de yanılma Evimiz Kavaklı’da kışlar Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.174. |
ta:le: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında;te öyle. |
talep etmek |
: |
İstemek. Üryan geldim yine üryan giderim Ölmemeğe elde fermanım mı var Azrâil gelmiş de can talep eyler Benim can vermeğe dermanım mı var Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.581 |
talfar |
: |
1. Sundurma. 2. Dallardan yapılıp üstü otlarla kapatılmış çardak, gölgelik.(TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tall’a:mı açılmak |
: |
(Göz) Faltaşı gibi açılmak. |
talla |
: |
Tarla. |
tallamak |
: |
Gözetlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
talpar |
: |
Dallardan yapılıp, üstü otla kapatılmış çardak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
talvar, tavlar |
: |
1. Hayma. 2. Çardak. 3. Üstü ağaç dalı, saç, üzüm yapraklarıyla kapalı, yanları açık, ahşaptan yapılmış hafif yüksekçe yer, çardak, kamelya. 4. Bağ teveklerini yukarı kaldırmak için yanlarına dikilen sırık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tam yapı |
: |
Tek katlı toprak ev. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tama |
: |
Hatırlarsan, biliyorsun anlamında hatırlatma ünlemi. |
tamah |
: |
Cimri. |
taman |
: |
Belirli bir anlamı olmayan, “biliyorsun ki”, Hani bilirsin ya.”bildiğin gibi”, “ hani”, “ hani ya”, “vallahi”, “galiba” gibi de kullanılabilen, genellikle cümlenin sonuna, kimi zaman da başına gelen bir anımsatma sözü. “Sana söyledim taman.” tümcesi, “Sana söylemiştim, ama sen hatırlamıyorsun galiba”, “ sen gidecektin taman” tümcesi “Senin gitmen kararlaştırılmıştı, hatırlamıyor musun? demektir.
“Ellerinen ellerinen Yaz mı gelir ellerinen Eşim bana gelmiş taman Eli deste güllerinen” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Almanya’da Ölen Kişiye Ağıt, Kaynak Kişi: Hatice Çerçi) |
taman öksüzün kanını / Emmisi alacağım der |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Artık ölenin öcünü amcasının alacağını söylüyor. |
tamaş etmek |
: |
Seyretmek. “Eminim ki tamaşacılar böyle bir maç tamaş etmemişlerdir.” |
tamaşa |
: |
Seyir, seyretme, hoşlanarak bakma. “Kele Eşe, kele Eşe Duluğunda altın köşe İnc’Omar’ı öldürürken Sende mi etdin tamaşa” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
tamaşacı |
: |
Seyirci. |
tamaşga |
: |
Seyir, seyretme. |
tamaşgacı |
: |
Seyirci. |
tamatos |
: |
Domates. |
tamil |
: |
Tahammül etme, dayanma. “Buna tamil edemedim Zaten yüreğim yaralı Öğretmenlerin müdürü Duydumu ola Karalı” (Kaynak: İbrahim Davutoğlu, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 432) |
tamşımak |
: |
Alay etmek, eğlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tamu |
: |
Cehennem. “Karac’oğlan der ki doğru yörürler Tamuya girmez uçmağa girerler El kavuşturup Hakk’a karşı dururlar Kullar beni sevdiğime ulaştır” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 603 |
taŋ alaz |
: |
Gökyüzü için açık, bulutsuz. |
tan borusu |
: |
Kilise çanı. |
tan davulu çalınıyor |
: |
Köy düğünlerinde tanyerleri ışırken davul çalınır. Bu davulun, zurnanın bestesi hep aynıdır, değişmez. |
tana bulaşmak |
: |
Ayıplanmak. Yörüyesin hadden aşıp Eller ta'nına bulaşıp Bir körpe derdine düşüp Sararıp solasın kalan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.521 |
tana gitmek |
: |
Şaşırmak, yabansımak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
tana kalmak |
: |
Şaşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) Seher zamanında uğradım sana Görünce gül yüzlüm kaldım ben tana Gafilken bir dolu sundun sen bana İçirdin ağıyı bal deyi deyi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.466 |
tanaka |
: |
Dolgun, iri yapılı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tanaşman |
: |
Bir yaşında domuz yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tandır |
: |
1. Yere çukur kazılarak yapılan bir çeşit fırın. 2. Üzerinde çörek pişen yassı taş, ekmek çeşidi. “Sana söylüyorum güzel Andırın. (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
tangayaz |
: |
1. Yağmurdan sonra açan hava. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. (Kapı vs. ) Ardına kadar açık. |
tangazak |
: |
1. Kafasında saç olmayan kimse, dazlak. 2. Kuru, kurumuş. |
tangır canını ala |
: |
Tanrı canını ala, ölesin anlamında bir kargış. “Tangır canını ala.” |
tangırı |
: |
Tanrı. “Kadan’allım Şefre Bibi Alayına diyor bacı Kalkmış da inek sağıyor Tangırı canın’ala Ücü” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
tanıksamak |
: |
Tanır gibi olmak. |
tanınca |
: |
Bildik, tanıdık. “Dön yüzünü bu tanınca Didem kana boyanınca Seher vakti uyanınca Ben olayım derdin güzel” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 160 |
tanısga |
: |
En iyisi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tanışman |
: |
Yeni doğan domuz yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
taŋrı |
: |
Tanrı. “Tangrı canın ala Döndü Benim ataşıma yandı Duydunuz mu dezzeleri Beylerden bir vezir öldü” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
taŋrı canını ala |
: |
Allah canını alsın. |
taŋrının ödüncü |
: |
Allah’a karşı olan ibadet görevleri. Hey ağalar ben bir hayrette kaldım Tanrı'nın ödüncü verilmez oldu Olanca malımı döksem mezada Erenler yanında bilinmez oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.639 |
taŋlamak |
: |
Ayıplamak. “Yavrum beni âşıkların tanlamış El âriftir gezişimden anlamış Ağ memeler domur domur terlemiş Ağ göle yağmurun düştüğü gibi” (Karacaoğlan, Kaynak: Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I, S. 249) |
taŋsımak |
: |
Alay etmek, eğlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tantana |
: |
Boş laf. |
tantış |
: |
Biçimsiz, kaba saba kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tanyıldızı |
: |
Çobanyıldızı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tap |
: |
1. Sevilen, beğenilen, en uygun. 2. Kalın tahta, kalas. 3. Geri, arka. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Güreşte elde edilen oyun pozisyonu. 5. Tahta, ahşap balkon. 6. Güç, kuvvet. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tap gibi yatmak |
: |
İş güç tutmadan, bütün gün boyunca sırt üstüyatarak geçirenlere derler. “Tap gibi yatma.” |
tapaç |
: |
Darı unu, darı unundan yapılan yemek. |
tapan |
: |
Tohum ekilip sürülmüş tarlayı düzleştirmek ve tohumlarım toprakla örtülmesini sağlamak için gezdirilen, ağaçtan yapılmış, geniş bir tarım aracı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Tarlada tapan eğrisi Gitmez atımın sağrısı Ahmed Osman gardaşlarım Dayanamam ben doğrusu” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kadirli (Kars)’de Vurulan Mehmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) |
tapan etmek |
: |
Ekili tarlayı çiğneyerek zarar vermek. |
tapandan gelik öküz gibi |
: |
Genellikle yorgun olmayıp da, yorgunmuş gibi davranan veya yersizce uzanan kimseye söylenir. |
tapanlamak |
|
: Sürülmüş, ekilmiş tarlayı tapanla düzlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tapbasan |
: |
Bir çeşit kuş tuzağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tapgı |
: |
1. Kuru, yassı odun parçaları. 2. Eskiden harmanda kellesinden çıkmayan buğdayı çıkarmak için tokaca benzeyen, ondan biraz daha büyükçe bir alet. |
tapı |
: |
1. İnanılan şey. Yıkılmaz Mevlâ'nın yaptığı yapı Hak Muhammed dini taptığım tapı On iki bahçade kırk sekiz kapı Eşiğin bekleyen iki kul nedir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.604 2. Darı ekmeği. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tapı kesilmek |
: |
Çok yorulmak. “Tapım kesildi. Kesseniz bir adım atacak dêlim.” |
tapı kılmak |
: |
İtaat etmek, gönülden bağlanmak, biat etmek. |
tapıklamak |
: |
1. Çocuğu uyutmak yahut susturmak için arkasına yavaş yavaş vurmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Kutsamanın, beğenmenin, takdir etmenin, iyi niyetin bir anlatımı olmak üzere, birinin sırtına elle hafif hafif vurmak. “Erkekler de böyle şeyde sündük olur sündük!. O zaman efendim, tekrar adam eve getti. Alavı sardı; bir iki gün soŋra bi daha geldi; ġız dölü görünce gene geldi oraya. Gene atıŋ felân suladıktan soŋra, ġızıŋ adı da Senem, dedi ki: “N’ettin hatın?” dedi; “sana geçende bir söz dedim idi” dedi. Dedi ki: “Hakikaten Allah’ın adıyınaŋ almak mı istiyoŋ, yoŋsa benim inen vakıt mı geçiriyoŋ?” dedi. “Yôk!. Allah’ın emriyinen almak istiyom.” “Eyi öyleyse, şöyle bir vaad edek senne” dedi. “Nasıl?”. “Ben senden başkasına varmamıya Allah indinde yemin ediyem. Sen de et, benden başkasını alma[maya]” diye. Orda tapıkladı, ayrıldılar. (Görkem, 1986) |
tapıl, tapul, tepel |
: |
Biçilen ot ya da ekinin bağlamı. |
tapılama |
: |
Daha duyar duymaz gelme. |
tapılmak |
: |
Tapınmak, ibadet edercesine yakın ilgi göstermek. Karac’oğlan eydür mala tapıldı Dert kalmadı içerime tepildi İnsana ahrette ik' ev yapıldı Biri dolup da biri boş kalmasın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.558 |
tapına |
: |
1. Yassı tarafına. 2. Çözüm yoluna. “İşi tapına getirirsem, belki semerci İsmail’in karısı Cennet teyzeye bir uğrak veririm.” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
tapına düşmek |
: |
Denk düşmek. “Tapına düştü.” |
tapına getirmek |
: |
Uygun zamanına denk getirmek. “Tapına getirdi.” |
tapına gitmek |
: |
1. (Güreşte)Kendi kurduğu oyunu uygulamaya çalışırken, rakibi fırsat bulup onu alt etmek. “Tapına gitti.” 2. Birisine kötülük yapmak isterken kendisi zarar görmek. |
tapını almak |
: |
Yapılan işin becerisini öğrenmek. |
tapınkı |
: |
Holungu, kısa sopa. “Cevizi tapınkıyla düşürüp bulduk Kirazı silkeleyip toplayıp geldik Ayağı taşa vurup çarığı deldik Şakırdar at nalında taşların yaylam” (Mustafa Kıreker, (Kösepınarı) Ericek Yaylası İsimli Şiiri, Çukurova’dan Dünya’ya Kadirli Dergisi, Haziran 2008, Sayı: 24) |
tapır |
: |
1. Erozyonla toprağı gitmiş verimsiz hale gelmiş yamaç tarla, taşlı tarla. 2. Taşlı ve engebeli alan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) 3. Deniz ve göl kıyılarında birdenbire yükselen yarların üstündeki düzlükler. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 4. Küçük düzlük, yüksek bir arazinin düz yerine verilen isim. “Evlerinin önü tapır Şahan gelir güpür güpür Sana diyom büyük kızı Kalk da kanlarını süpür” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
tapır tapır enmek |
: |
Bir yerden koşar adımlarla ve ayak sesleri çıkarark inmek. “Tapır tapır etti.” |
tapırdamak |
: |
1. Oraya buraya koşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Boş yere gezmek, emek sarfetmek. |
tapırtı |
: |
Ayak sesi. |
tapışdamak |
: |
Ses çıkararak hareket etmek. |
tapışlamak |
: |
Kutsamanın, beğenmenin, takdir etmenin, iyi niyetin bir anlatımı olmak üzere, birinin sırtına elle hafif hafif vurmak. “Sonra Memed’in arkasını tapışladı.” |
tapıt |
: |
Tabut. “Hay gızak deyi tapıtlara binesin e mi? Ulan Mâmet, gelsene burayâa! Beni aleme irezil ettin lan!. Seni baba deyim de dur!” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
tapıt hambalı: mı yörümek |
: |
İki yana dengeli bir şekilde basarak paytak paytak yürüyenler için söylenen bir deyim. “Tapıt hambalı: mı yörüme.” |
tapkı |
: |
Sopa. |
taplacı |
: |
Seyyar satıcı. “Köyden geldiği zaman ilk günlerde taplacılık yaparak şeherde tutunmaya çalıştı. Amma zabıtalarla başı hep dertte idi.” |
taplak |
: |
Tepe üzerindeki düzlük. ”Armutlu’nun taplağına kurmuşlar çadırı. İpil ipil parlıyordu Türkmen çadırları. Çan sesleri ortalığı velveleye veriyordu sanki.” |
taplamak |
: |
1. Kestirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) İyi taplamışım, dediğim çıktı. 2. Hesaplamak, planlamak, tavına düşürmek, nişan almak, tahmin etmek. |
taplı |
: |
1. Yerli yerinde, dinç, sağlam. 2. Şişman, semiz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Eşi benzeri olmayan, çok güzel, düzgün, yassı. “Allah verir de bu yıl çok pamuk toplarsak sırf senin için bir eşek alırım ki, taplı eşek.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
taplıyarak vurmak |
: |
Hesaplı vurmak. “Tapıklayarak vur, bir yerini kırma.” |
tapmak |
: |
1. (Yapı, köprü vb. şeyler) Selden çökmek. 2. İnanmak. Yıkılmaz Mevlâ'nın yaptığı yapı Hak Muhammed dini taptığım tapı On iki bahçade kırk sekiz kapı Eşiğin bekleyen iki kul nedir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.604 |
taptabu |
: |
Mısır ekmeği. |
taptap |
: |
Takunya. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
taptapı bazlaması |
: |
Eskiden evlerde yufka ekmek yapıldıktan sonra geride kalan ve ufralı denilen kaba unun pekmezle yğrulduktan sonrasaç üstünde pişirilmesiyle hazırlanan bazlama. |
tapu |
: |
Başlık parası. “Karac’oğlan der ki geldim kapına Mayil oldum cemaline yapına Baban senin ne istiyor tapuna Para ile geldim satın almaya” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 400 |
taput |
: |
Tabut. |
tar |
: |
1. Ağaç kütüklerinin birbirine bağlanmasıyla oluşturulan sal. “Tar geliyor, diye bağırdı Mustafa, Angıt kayasından aşağı koşarak indiler.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Dükkan rafı. 3. Üzerinde kümes hayvanlarının barındığı ince ağaç. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Tarhananın serilmek üzere dinlenmeye bırakıldığı yer. 5. Başörtüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 6. Ağzında kasnak bulunan gübre çuvalı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 7. Sal. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
Tarabulus |
: |
Trablus. Bugün Suriye sınırlarında kalmış bir yerleşim yeri. Eskiden Maraş Halep Vilayetine bağlı iken Trablus ismi Maraşlının sözlerinde daha çok yer almaktaydı. “Tarabulus guşak aldım Bağlan diyom bağlanmıyor Ağ Elif”im yolcu olmuş Eğlen diyom eğlenmiyor” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hastalıktan Ölen AğElif’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Ekici (Gök)) |
tarak |
: |
Keçiyolu. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm. İç.) |
tarakeydin |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; takar iken. |
taran |
: |
Hayvanların otlağa ve suya gidip geldiği yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ta:rana |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; tarhana. |
taras |
: |
Orman işleri. Hanın yanı ulu mezer Yel eser de gumu tozar Gızlarım tarasa getti Anası dağları gezer Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.178. |
tarassutta kalmak |
: |
Kararsızlık, karar verememek. |
tarayışlı |
: |
Özel bir şekilde saçını tarayan. “Kadife şalvarlı tül libaslının Güvercin topuklu sarı meslinin Ellerikınalı kumru seslinin Zülüfü gerdana tarayışlının” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 538 |
tarazımak |
: |
Kumaşın çözgüsünün atması. |
tarcı |
: |
Tar ile ırmak yoluyla ağaç kütükleri taşıyan kimse. “Tarcılar dağlardan ovaya inince, ilk burada duruyorlardı, bu büvetin dönen sularına bağlıyorlardı tarlarını.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
tarhana firiği |
: |
Yarı kuru tarhana. |
ta:rı |
: |
Bıçak, dehre. |
tarip |
: |
Tahrip. |
tarkan tarkan yarılmak |
: |
Toprağın kuruyarak büyük büyükyarılması. |
tarkıtalaş etmek |
: |
Darmadağın, paramparça etmek. |
tarla tezek |
: |
Mal mülk. Bubamın tarlası tezāğı çokıdı. |
tarlak |
: |
Berber. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tarpadag |
: |
Birdenbire, aniden, şak diye. |
tarpadak |
: |
Bir anda, kaba bir biçimde, gürültülü bir biçimde. |
tarpadan |
: |
Aniden, birdenbire. |
tarptarp |
: |
Bir şeyin yüksekten yere düşüşünün anlatılması için kullanılır. “Portakallar tarptarp düşüyor. Avcı sıktığı her kuşu tarptarp düşürüyor.” |
tarra |
: |
Tarla. |
tarra hatlamak |
: |
Tarla sürmek, ekim için hazır hȃlegetirmek. |
tartı |
: |
Çit sürerken kullanılan koşum takımının bir parçası. |
tartır |
: |
Tatlandırıcı, renklendirici, kolaylaştırıcı. |
tartmak |
: |
Çekmek. “Sevdiğim üstüne gelmesin hata Yanağın güllerin rengine bata Yari bindirmişler bir yeğin ata Elinde dizgini tartıp gidiyor” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
taruz |
: |
Taarruz, hücum. |
tarzan oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. Tarzan 1, 2, 3 Elemtera 1, 2, 3 olarak da bilinen bu oyun en az üç kişiyle bahçede veya sokakarasında, gündüz oynanır. Ebe olacak kişinin belirlenmesi için koşu yarışı yapılır. Bunagöre belirlenen bir yere kadar herkes koşar, sonda kalan kişi ebe olur. Ebe şu tekerlemeyegöre de belirlenebilir: Doktor gelir tık tık Elinde ibrik Biz bu ilaçtan bıktık Tıka tıka tık Ayşe‟m cık cık Fatma‟m sen çık Ebe seçildikten sonra diğer oyuncular açık alana dağılırlar. Bu alan ya sözlüolarak sınırlandırılır veya oyun alanı çizgiyle belirlenir. Ebenin gözleri bağlanır ve ebe,“Tarzan 1, 2, 3” deyince oyun başlar. Ebenin kendisine doğru geldiğini gören oyuncuhareket edebilir. Ebe oyuncuları hem yakalamaya hem de güldürmeye çalışır. Ebenindokunduğu kişi yerinde sabit durmak zorundadır. Eğer ebe diğer oyuncuları kovalarken biroyuncu sabit duran oyuncuya dokunursa yanan oyuncu tekrar oyuna dönebilir. Oyun alanının dışına çıkan kişi ebe olur. Ayrıca ebenin yakaladığı kişi de ebe olur. (Ömer Kırmızı, Erdemli Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Çalışması, Mersin Üni., S.B.E., TDE. ABD, Mersin, 2015, s. 179-180) |
tas |
: |
1. Bir şiniğe eşit tahıl ölçeği. Yarım gaz tenekesinden yapılan ölçek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Üç tas bir gırata denktir buğday ölçeği olarak” 2. Bakır su kabı. Su ve ayran içmeye yarayan, şimdika bardak yerine kullanılan kap. Ayran tası, su tası, tas pilavı tası, kulplu tas, inek tası gibi çeşitleri vardır. “Gurtulmadı gönlüm yadsan Viran oldu bizim bosdan Su içtiğim bakır tasdan Gardaş seni soruyorum” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
tas örsü |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Uzun ve ters L biçimindedir.Ağzı üce olarak da bilinir. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
tas topağı |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Yuvarlak yüzlü örse verilen addır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
tasa kuşu |
: |
Somurtkan. |
tasarlamak |
: |
Ağacın kabasını yontarak düzeltmek, biçim vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tasatlamak |
: |
Gözetlemek, gizlice izlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
Tasin |
: |
Tahsin. “Gölbaşı’nın gaymakamı Duydu m’ola bizim Tasin? Ben bu gece uyumadım Düş gördüm okudum Yasin” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kalpten Ölen Kenan Kurtbeyoğlu’nun Ağıdı, Kaynak Ki-şi: Sariye Gök) |
taslamak |
: |
Gözetlemek, gizlice izlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
tasma |
: |
Karpuz kabuğu. |
Taş Düldül |
: |
Andırın, Bahçe, K.Maraş arasında en yüksek dağ. |
taş gemisi çekmek |
: |
Çok yorulmak. |
taş makas kağıt oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. TAŞ-MAKAS-KÂĞIT Oyun genellikle iki oyuncuyla oynanır. Üç durumun biri seçilmesiyle oynanan oyundur. Taş makası kırar, makas kâğıdı keser, kâğıt da taşı sarar. Eğer oyuncular aynı durumu seçerse oyun berabere biter. Eller kaldırılır avuç içine indirilirken bu üç durumdan biri seçilir. Seçilen durumlara göre kazanılıp kazanmadığına bakılır. Taş el, yumruk şeklindedir. Kâğıt el, tamamen açık parmaklar birbirine yapışıktır. Makas el, işaret parmak ve orta parmak harici bütün parmaklar avuç içine kıvrılmıştır, işaret parmağı ve orta parmak birbirinden ayrıktır. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 222) |
taşçakma |
: |
Körebe oyunu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
taşdelen |
: |
Matkap. |
taşdüğen |
: |
Ayakta olan yara. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
Taşeli Yaylası (Platosu) |
: |
Mut, Silifke ve Anamur ve Ermenek arasında Toroslar üzerinde boylu boyunca uzanan yaylalar. Torosların yüksek zirveleri. |
taşgala |
: |
Telaş, dalga geçme, alaya alma. “Taşgalaya yer yok bu meslekte.” |
taşgalaya almak |
: |
Alaya almak, dalga geçmek. “Taşgalaya alma.” |
taşgan |
: |
Pınar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
taşı dikmek |
: |
Geleneklere uygun olarak bir işi, görevi yerine getirmek. |
taşıme: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; taşımıyor. |
taşırgamak |
: |
Çok yol yürüyen at, koyun, sığır vb. hayvanların tırnakları taşa çarpmaktan bozulmak, acımak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
taşırkamak |
: |
Kaygılanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
taşkadayıfı |
: |
Yassıkadayıf. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
taşkala |
: |
Dalga geçme, alay etme. “Zanapalı’nın şaka mı ettiğini taşkalaya mı aldığını anlayamadığı, sesinin kararsızlığından belli oluyordu.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
taşkala etmek |
: |
Alay etmek, dalga geçmek. “Benimle taşkala etme yavrım.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
taşkalaya alma |
: |
Alay etmek. “Beni taşkalaya aldı o pis oğlan.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
taşocağı |
: |
Kireç yapmak için taşların yakıldığı fırın, kireç ocağı. “Bir taş ocağına indi. Taş ocağında sular toplanmıştı ama, taş ocağı siperliydi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
taşra |
: |
Dışarı. “Taşra çıkma yavrum yakar gün seni Sayamadım gerdanında ben seni Bugün bir yâd ile gördüm ben seni Yoktum deyi yemin eder and eder” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 588 |
taştayım topraktayım oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. TAŞTAYIM-TOPRAKTAYIM Oyuna başlamadan önce bütün çocuklar halka şeklinde sıralanırlar. Sayışmaca ile ebe belirlenir. Bütün çocuklar kaçmaya başlar. Ebe olan oyuncu toprakta olanları yakalayabilir. Taşın üstünde olanları yakalayamaz. Toprakta olan çocuklar “Topraktayım topraktayım yakalayamaz ki!” derler. Bu şekilde ebeyi kızdırırlar. Taşa çıktıklarında “Taştayım” derler ve yakalanmaktan kurtulurlar. Topraktayken yakalanan çocuk ebe olur. Oyun bu şekilde usanıncaya kadar devam eder. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 222) |
tat |
: |
Kekeme, konuşması düzgün olmayan kimse, dilsiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) Bölgemizden bir fıkra: SAĞIR GELİN Eskiden köyün birinden gelin almaya gitmişler. Gelinin ayakkabısının içine para koymak köyün adetlerindenmiş. Ayakkabının içine para konulmazsa gelin konuşmazmış. Gelini almışlar. Aradan yedi sene geçmiş. Gelin ayakkabının içine para konmadı diye konuşmuyormuş. En sonunda: “Bu gelin tat. Biz oğlumuzu yeniden evlendirelim.” demişler. Bir kız bulmuşlar. Düğün yapmışlar. Yeni gelini alıp geliyorlarmış. Eski gelin de çadırın önünde çorba pişiriyormuş. Yeni gelin atın üstünden bağırmış: “Sağır gelin, sığır gelin. Çorba taştı sağır gelin” dermiş. Eski gelin: -“Gelene bak, gelene - Attan inmeden diline -Yedi senelik gelin oldum -Söylemedim birine” demiş. Hemen düğün sahibi yeni gelini geri göndermiş. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s.80-81) |
tat vermemek |
: |
Rahat bırakmamak, bezdirmek. Evlendiḵ anası tat vėrmedi bize. |
ta:ta |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; tahta. |
tatar |
: |
Haberci, ulak, postacı, posta sürücüsü. “Kapımızda boz sürüler sağılsa Tatarlarım kol kol olsa dağılsa Yedi yerden davulbazım döğülse Yörük yumuşluynan baş eyle beni” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 455 |
tatarca |
: |
Şiddetli karın ağrısı.(TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tatarca olmak |
: |
(Mide) Bozulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tatat |
: |
Dilsiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tatavacılık |
: |
Boşboğazlık, atıp tutmak. |
tatavı, tatava |
: |
1. Patavatsız konuşan kimse, ağzı kalabalık. 2. Tarhana çorbasının ilk pişiriminde koyu kıvamdaki hali. 3. Bilimçsiz, gelişigüzel yapılan iş. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. İyi pişmemiş yemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tatavı çalmak |
: |
Boş ve gereksiz konuşmak. “Tatavı çalmasına sinirleniyorum.” |
tatavır sanmak |
: |
Söylenti zannetmek. “Tatavır sandım ama essahımış.” |
tatış |
: |
Konuşurken bazı harf ve sesleri söyleyemeyen. |
tatlı dem |
: |
Ömrün en güzel çağı. “Sıracalar çıksın nazik teninde Dilerim ölesin tatlı deminde Yüzün kara olsun Hak dîvânında Kıyâmet gününde başın dar olsun” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 565 |
tatlı sert |
: |
İçinde 20 adet sigara kağıdıyla birlikte paketlenmiş tütün. |
tav |
: |
1. Şişmanlık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Kıvamına gelmek, uygun zaman. 3. Nem. |
tava |
: |
Duvar içine yapılan ve içine eşya konulan küçük bölme. |
tava gelmek |
: |
Kanmak, yumuşamak, yola gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tavaf etmek |
: |
Etrafında dolaşmak. Şu gönlüm eğlenmez oldu varayım Yollar beni sevdiğime ulaştır Merhaba eyleyip tavâf ettiğim Beller beni sevdiğime ulaştır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.602 |
tavatır |
: |
1. Pek güzel, mükemmel, çok iyi, eşsiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Abartı. “Kim ne derse desin Evliya Çelebi Seyahatname’sinde kullandığı dilde ve olayı naklediş biçiminde oldukça tavatır bir üslub kullanmıştır.” |
tavatır olmak |
: |
Mükemmel, harikulade olmak. |
tavatırlamak |
: |
Abartmak, büyütmek. |
tavı:m |
: |
Tavuğum. |
tavık |
: |
Tavuk. “Tavığa garandıkları halde, tavık beslenmesi incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
tavık geddiyse de bohu da barabar geddi |
: |
Biraz zararım oldu ama böyle sinir bozucu birinden kurtulmak bizi fazlasıyla sevindirdi. “Tavık geddiyse de bohu da barabar geddi.” |
tavıklık |
: |
Kümes. |
tavısamak |
: |
Isısını, gücünü kaybetmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tavk |
: |
Gerdanlık, hayvanların boynuna takılan küçük çan. |
tavla |
: |
Ahır, at meydanı, atların toplandığı alan, atın besiye çekildiği yer.. Küleylânı tavlasında çatılı Pohuru da köşeği de katili Çadırımız Şâm elinde tutulu Ortalık çadırlık beğler görünür Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.629 |
tavlak |
: |
En dış kabuğu soyulmuş ana kabuklu ceviz. |
tavlamak |
: |
1. Su serperek yumuşatmak. 2. Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Bakırın yumuşaması işlemine verilen addır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
tavlanmak |
: |
(Hayvan için) Semirmek. |
tavlar |
: |
1. Sergen, raf. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Mutfakta kap-kacak koymak için yapılmış raflar. “Gapısının önü tavlar Dilim söyler gözüm ağlar Guzularım da hep ağlar Ben babamı göremedim” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
tavlatmak |
: |
Ceviz kabuğunu soymak. |
tavlı |
: |
İyi besili. |
tavsı |
: |
Fotoğraf, resim. “Varır evini yoklarım Issız odanı beklerim Tavsırı bana verirsen Alır goynumda saklarım” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
tavsır |
: |
Fotoğraf, resim. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tavsu |
: |
Resim. “Varır evini yoklarım Issız odanı beklerim Tavsu’yu bana verirsen Alır goynumda saklarım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hastalıktan Ölen Abdil Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
tavşan ekmeği |
: |
Yabani sütlü bir ot. |
tavşan öldüye vurmak
|
: |
Ölmüş gibi hiç ses soluk vermeksizin yatmak, ölmüş numarası yapmak. “Kendini yere attı. Tavşan öldüye vurdu. Gençliğinin alışkanlığıydı. Bir hırsızlıkta yakalandı mıydı baktı ki hesapsız dayak yiyecek, kendini yere atar cansız kesilirdi. Çok kere böylece paçayı kurtarmıştı. Köylüde bir telaş, bir kaynaşma. Sesin geldiği yana bir koşuşma.” (Yaşar Kemal, Ortadirek, 75) |
tavşan topuğu |
: |
Top biçiminde, güzel kokulu, sarı kır çiçeği. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tavşan uyumuşçuluğu:na vurmak |
: |
Uyumadığı halde uyuyormuş gibi yapmak. “Şimdi artık eve gitmeliydi, yemeğini yiyip yatağa girmeli, sonra da tavşan uyumuşçuluğa vurup, evdekiler uyuyup horlamaya başlayınca da hôp, çitin dibi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
tavuk olmadan tara çıkmak, eşek olmadan hana girmek |
: |
İşi tam ayrıntısıyla öğrenmeden işe koyulmak. “Tavuk olmadan tara çıkma, eşek olmadan hana girme.” |
tavukkarağı |
: |
Karanlıkta görememe hastalığı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tavu:nan dünemek |
: |
Erkenden yatıp uyumak. |
tavus kuşu |
: |
Güzel tüylü çirkin sesli bir kuş. Hey ağalar bana zulum değil mi Âlem dîvân durdu duramadım ben Yâri benzetmişler tavus kuşuna Boyun gördüm yüzün göremedim ben Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.528 |
tavzu |
: |
Tavus kuşu. |
tay |
: |
1. At yavrusu. “Ala taya bakılmayı[bakınmayı(k)] Altın seli (selik) dikilmeyi(k) Ördek vurmuş çil gayınım Eğricesi sokunmayım(k)” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hasan Benli’nin, Kaynak Kişi: Rabia Duman)
“Avrat gerek bey doğura Kısrak gerek tay doğura” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) 2. Eşit, denk, yaşıt. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Binboğa’yı dersen dağların beyi Gözüken Soğanlı, hani Koçdağı Aladağ, Bakırdağ, Bulgar’ın tayı Erciyes ulunuz, pirin var, dağlar” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ. İstanbul, 1984) 3. Semerin iki yanına konan sandıklar. “Eşeğin iki yanına kocaman kocaman tahta sandıklar bağlanırdı. Bunlara tay denirdi. Birine bir tay, ikisine birden iki tay. Bu sandıklar, bugün bile kullanılan bir taşıma kabıdır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007)
“Ağırdır kalkmıyor yükümün tayı Demirdir çekilmez feleğin yayı Aradım cihânı nazlı yar deyi El içinde olan sözden usandım” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 487 |
tay durmak |
: |
At ve eşek yüklenirken yükün dengelenmesi. |
tay eylemek |
: |
Denklemek, eşlemek. |
tay geldi |
: |
İkinci kez evlenen kadının ilk evliliğinden olan çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tay olmak |
: |
Denk olmak, eşit olmak. Amana da deli gönül amana Kalmadı iyi gün devr-i zamana Cevheri de denk ettiler samana Yük masnıtm bulmaz tay olmayınca Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.383 |
taya |
: |
Sütnine, dadı. |
tayadaş |
: |
Eş, denk, yaşıt. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
taydaş |
: |
Akran, yaşıt. “Gayrı geçti bu ömrümün zamanı Çok söyletmen yeter halı yamanı Hak nasip et, son nefeste imanı Derdiçoğum taydaşların göçmüştür” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 139 |
taydaşlık |
: |
Denklik, eşitlik, akranlık. |
tayfun |
: |
Bir çeşit hastalık. |
tayin |
: |
Er azığı. |
taylak |
: |
1. Yeni doğmuş at yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.İç.) 2. Deve yavrusu. 3. Dört yaşındaki at. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
taylamak |
: |
Denklemek. “Der ki Derdiçoğum alana söyle Çekek hasretliği n’olacak böyle? Ecel yaklaşıyor yükünü tayla Er kişi kervanı yolda bulunur” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 138 |
taylarınan gırkılmak |
: |
Gençlerle düşüp kalkmaya, onlarla arkadaşlık etmeye özenen yaşlılar için söylenir. |
taysınmak |
: |
Eşit saymak, denk saymak, dengi olarak görmek, önem vermek, değer vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Ata vururlar haşayı (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
taysınmamak |
: |
Umursamamak, denk görmemek, geçimsizlik. “Boşanma davasında hakim davacı şahidine: -Sen söyle, bunlar niye geçinemiyorlar, boşanmak istiyorlar deyince; -Hanım şahit: Birbirini taysınmadılar, dedi.” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) |
taysınmaz beyi paşayı |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.Beyi Paşayı kendisine denk saymaz. Taysınmak: Eşit saymak. Taydaş: Aynı yaşta olanlar, akran, teğdeş de denir. |
taze |
: |
Genç kadın. |
tazeyağ |
: |
Tereyağı. “Kır Ali, Musa’nın dediklerine hiçbir şey dememişti. Kapıdan içeri girdiklerinde tazeyağlı bulgur pilavının kokusu evin içine yayılmıştı bile.” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
tazı |
: |
1. Kopeyden daha hızlı, sinsi köpek. 2. Av köpeği. Evlerinin önü yazıdır yazı Beğler bırakıyor ceyrana tazı Sallanma karşımda kahpenin kızı Ölürsem kanımı verebilin mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.452 |
tazı bizim, çulu başkasının |
: |
Bir kişinin yeni giysi giymesi. |
tazı bizim tazı ama çulu değişmiş |
: |
Yeni bir giysi giymiş olan tanıdığa “güle güle eskit” anlamında şaka yollu söylenir. “Tazı bizim tazı amma çulu değişmiş.” |
tazı – tavşan oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir seyirlik köy oyunu. TAZI-TAVŞAN OYUNU Kına eğlencesi sırasında gelin ve sağdıçları arasında oynanan bir kovalama oyunudur. Amaç düğüne hareket ve eğlence katmaktır. Seyircilerin önünde sandalyeler sıralanır, sağdıçlar oturur. İçlerinden biri kaçmaya başlar, gelin onu kovalar. Geride oturanlar hep birlikte şu maniyi söylerler: Tut tazı tavşanı Tutamadı ya Kaçtı da kaçtı Kaçamadı ya Gelin sağdıçlarının hepsini yakaladığında oyun biter. (Fatmagül Yolcu, Adana İli Ceyhan İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü., TDE. ABD, Adana, 2008, s.287-288) |
tazım tavşan alır amma böğür iti hale koymaz |
: |
Gereksiz karışmalar olmazsa işler yolunda gidecek. |
te: |
: |
1. Hiza. 2. Orada. 3. Akran. “Tahir Ağam, Tahir Ağam Hüseyin’im senin tên Hep toplandı emmileri Kalkmıyor Hüseyin Bêm” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Veremden Ölen Hüseyin’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hodul Emine (Gök-Aslan)) |
te diyancık |
: |
İşte tâ orada. |
tea |
: |
Baş, önde geleni. “Duran duranların tea Benim oğlum böbrek yağı Kim der Deli Aziz’in oğlu Sanarsın ki der beğe” (Nakleden: Osman Taştan, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
tebâd |
: |
Güzel huy, tabiat, yapı, mizaç. |
tebâdlı |
: |
Güzel huylu. “Yiğenim diye dâl. Gerçekten çok tebâdlı biri Burak. Çok ta çalışkan birisi. Mersin Polis Okulu’nu birincilikle bitirdi ve görev yeri olarak kura çekmeden ödül olarak Osmaniye’yi tercih etti.” |
teba:dsız |
: |
Düzensiz, ahlaksız, kaba, pis. “Öğretmene tebâdsızlık etmen. Çok ayıp olur.” |
tebdil |
: |
Tedbir, değiştirme, denge, düzen. “Abası yazıya düşmüş Püskülü çalıya dolaşmış Önünden düşman çıkışın Ağamın tebdili şaşmış” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Abazaoğlu Durdu Be’nin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Duran Doğan) |
tebdili şaşmak |
: |
Aklı şaşmak, aklı başından gitmek, ne yapacağını bilememek. “Haydarın kılıcını görenin tebdili şaşar.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
Ellisinde yaşım yarısın geçti Altmışında yolum yokuşa düştü Yetmişinde biraz tebdilim şaştı Mertebe mertebe indirdin beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.458 |
tebellenmiş |
: |
Musallat olunmuş, ele geçirilmiş. |
tebelleş |
: |
Musallat, ısrar. |
tebelleş olmak |
: |
Müptela olmak, musallat olmak. “Dert bela tebelleş oldu başıma Her gece tahsildar girer düşüme Beni mahcup etme Erkeklik öldü mü bre doktor bey” (Abdurrahim Karakoç) |
teber |
: |
1. Balta, baston. 2. Ağzı kavisli ve geniş, çok kesgin bir alet, bir nevi küçük balta, nacak. |
Teberce |
: |
Abdal lisanı. “Kumarlılar düğünde eğlenmeyi çok severler, halen bazı aileler var ki küstükleri zaman bayramda barışmazlar ama düğün olunca hepsi bir masanın etrafına toplanır ağlayarak barışırlar hiç kavga etmemiş gibi olurlar. O yüzden Kumarlı’da düğünlerin yeri ayrıdır. Kumarlı’da hatırı sayılır adamlardan biri oğlunu evlendirmek için düğün kurar. Düğün kalabalıktır, herkes toplanır. Abdallar da bazen ne dedikleri anlaşılmasın diye “Teberce” konuşurlar. Düğünde Abdal gençleri halay durmuş kim oynatacak diye kavga ediyorlar. Halaybaşı ve oyuncular ne kadar davul zurna varsa hepsi çalacak yoksa oynamayız diye inat ediyorlar. Abdalın en yaşlısı geldi halay başına dedi ki; “Bak ağa senin oyununa can dayanmaz Allah yokluğunu vermesin. Bahşisimi yeğen ver ha:.” Halaybaşı: “Tamam, veririz sen çal da.” “Yekenin ucunu görmeden meteme vıt dedirmem ağa.” (Kaynak kişi: Kahya Oca, Erman Artun, Seyirlik Köy Oyunları ve Anonim Halk Edebiyatı Araştırmaları, Kitabevi, İstanbul 2008) |
teberig |
: |
1. Hatıra, saklanması ve korunması birine bırakılan şey, anı, armağan, yadigar, biricik. 2. Doğum sırasında ölen kadından geriye kalan çocuk. |
teberiği galmak |
: |
Birinin hatırası olarak kalmak. “Bu da dezêmden teberik galdı.” |
teberik |
: |
1. Hatıra, saklanması ve korunması birine bırakılan şey, anı, armağan, yadigar, biricik. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Sen Döne’min bana teberiğisin.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Bir tanesi. 3. Doğum sırasında ölen kadından geriye kalan çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Gene yandım ha ört gibi Gözüm dönüyor dört gibi Sızılattın teberiği Enik kalmış bir kurt gibi” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
teberrük |
: |
Mübarek sayma, uğurlu, mutlu. “Ufacık kayaların çekiççiler kırdı Domurcuk memelerin yadeller derdi Sevgili günlerin gelin, teberrük kaldı Saklan gelin saklan, borandan, kıştan” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
tebib |
: |
Tabip, hekim, doktor. “Andırın’nan Adana’nın arası Her birimizde olmuş hançer yarası oy Doktur tebib bulamıyor çaresin Çaresiz halımızı gören ağlasın oy” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Trafik Kazası Geçirenlerin Ağıdı, Kaynak Kişi: Ahmet Gök) |
tebkil |
: |
Tebdil. |
tebsermek |
: |
Kurumaya yüz tutmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tebsi |
: |
Tepsi. “Ayrı tebsilere goyarım, o tez çekili.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
tec |
: |
Harmanda samandan ayrılmış arpa ya da buğday yığını. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
teçce |
: |
İpliği çile yapmaya yarayan bir araç. |
teccel |
: |
1. Yaramaz haşarı çocuk. 2. Sakar. 3. Bir Yörük edevatı. “Çıkrık ile masıraya sarılacak olan iplik koçanlarının, ılgıdırdan sonraki dizaynını sağlayan alete teccel denilir.” |
tecemat |
: |
Ev eşyası, hacet. |
tecemek |
: |
Bulmak, tedarik etmek. “Tece.” |
tecemüllet |
: |
Alet - edevat. “Nâdar tecemüllet var hepiciği de ambarın yanındaki sandıkta dururdu.” |
teci |
: |
Cins, tür. “Her teci millet Adana’da.” |
tecik |
: |
Tanecik. “Oğlumu buraya saldım Bir tecik haber aldım Aç gözünü benim oğlum Yenice Şehirden geldim” (Nakleden: Osman Taşdan, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
tecimevi |
: |
Ticarethane, ardiye. |
tecir |
: |
Çalımlı, kibar, tacir. “Tecir kara kardeş tecir Çizme giyer gıcır gıcır Hele bakın gomşularım Gavurun yüreği acır” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
tedarik |
: |
İhtiyat, yedekte bir şey bulundurma. “Tedariklisin maşallah.” |
tedayi |
: |
Tedavi. |
tedbil |
: |
Tebdil. “İnekler geldi mileşdi Gomşular tedbilim şaşdı Sabahanan kakan gelin Ağar uykulara düşdü” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
tedbir |
: |
Önlem. Karac’oğlan der ki sözün bilmişi Tedbirle görülür dünyanın işi Ne etsin neylesin âlemde kiş Felek Mustafa'ya yâr olmayınca Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.382 |
te:deş |
: |
Akran, yaşıt. “Bir ataş düşdü özüme Miller çekilsin gözüme Têdeşleri hep toplandı Biri benzemez gızıma” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Şerif Gök’ün Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürside Karpuz - Döne Ekici (Gök)) |
tef |
: |
Kefen. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tefar |
: |
Düzelme, başa çıkma anlamında kullanılır. “Ulan bu kaçıncı senieşek sudan gelinceyekadar dövmem, sen heç tefar olmayıcı; ilâ, eşek hı:?! Diyerek, tekme tokat yer misin, yemez misin Allah ne verdiyse döverdi…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
tefe |
: |
Dokuma tezgahlarında tarağı tutan ve mekik ipliklerini sıkıştırmaya yarayanaraç. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tefek |
: |
1. Ufak tefek şeklinde kullanılır. Küçük, önemsiz, kısa, zayıf. 2. Asma yaprağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
teferrüc |
: |
Eğlence için gezmeğe çıkma. “Yarın evvel baharında Teferrücde gör almayı Yel esip yere düşmeden Budağında kır almayı” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
tefi |
: |
Bütün, hep. “Hasan Bey der tefi silâh belimde Topladım dizgini -babam- elimde Hep etbâ’ım bir olursa yanımda Bor köyünü ateşe yakmam var dedi” (Dadaloğlu, Kaynak: Erhan Çapraz, Fahri Bilge defterlerindeki Kayseri ve Yöresi konulu Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üni., Kayseri 2005) |
tegbir |
: |
Tekbir. “Cuma günü biz de göreg şu duvân açıldı:nı, biz de göreg di:ni tegbir getirillerdi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
tegge |
: |
Tekke. |
teğ |
: |
1. Asma. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Asma filizi sürgünü. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Kavun, karpuz vb. bitkilerin toprak üstündeki gövde ve dalları. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Asma yaprağı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 5. Bitki dalları. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 6. Denk, eşit, yaşıt, akran. “Bey kardaşım bey kardaşım (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
teğa:llemek |
: |
İşlerini yoluna koymak. |
teğdeş |
: |
Akran, yaşıt. |
teğek |
: |
Üzüm kütüğü. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
teğelti |
: |
Binek hayvanlarında eğerin altına konulan keçe. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
teğemek |
: |
Nesnel ya da tinsel yardımda bulunmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
teğetmek |
: |
Yavaşça tutmak. |
teğin |
: |
Gibi, tekini. “Kaşların lamelif gözlerin ayın Esma’ya benzettim misliğin teğin Sen bir dilbersin ki melektir soyun Bakışın benzettim cerana dilber” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 374 |
teğir |
: |
Ağaçtan oyma su kabı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
teğlemek |
: |
Ağırlığı denk getirmek. “Aslan çakırın getirir (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
teğrek |
: |
İlaç, em. |
teh, tıh |
: |
1. Çok güzel, beğenmek alkışlamak aferin demek. “Elalem bak Uzunca Ali Koca Halili atına bindirdi desinler diye bindirdin de benim atımı öldürdün. Teh! Ali iyi oğlanmış! Yavrum, adam evine, anasına iyi olmalı….” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Üzümün döküntü halindeki taneleri, hetif. “Bütün gün badem çırptım Üzümün tehini armudun çöpünü ayıkladım Uykuya geç vardım Yatağın içine elimi daha yeni koydum Rahatıma doymadım ama….” (Duran Boz, Yazarların Şehri Kahramanmaraş, Atıf Bedir-Cahit Zarifoğlu’nda Maraş, Kahramanmaraş Valiliği 2009) 3.Üzüm kurusu. 4. Kuru üzüm ve pekmezin karıştırılmasıyla yapılan reçele benzer yiyecek; zortlama tehi, kaynatma tehi ve kuru teh diye çeşitleri vardır. 5. Olumsuzluk bildirir. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Teh, o işi yapma:m. |
teh demek |
: |
Beğenmek, alkışlamak, aferin demek. “Yavrum, adam evine, anasına iyi olmalı ki elalem ona teh demeli.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
teh düşmek |
: |
Dikkat etmek, farkına varmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
tehellemek |
: |
Seyrek ve eğreti dikişle dikmek, teyellemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
teher |
: |
Çeşit, tür. |
tehlemek |
: |
1. Gözetlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Dikkat etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
tehleyip atmak |
: |
Nişan alıp atmak. |
tehli |
: |
Dikkatli. “Beşliyi takın dalına Fişekliği çal yanına Tehli yürü Kar’aslanım Düşman oturmuş yoluna” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
tehne |
: |
Sakin, tenha, ıssız. |
tehnel |
: |
Defne ağacı. |
tehnemek |
: |
Gözetlemek. |
tein |
: |
Sincap. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tejen |
: |
Tereyağının bozulmaması için kullanılan keçi derisinden yapılan saklama kabı. |
tek |
: |
Yeter ki. “Tek borcunu öde. Senden başka bir şey istemiyom.” |
tek durmak |
: |
Uslu durmak, hatasız davranmak, yarayışlı olmak. |
tek saban |
: |
Kara saban. |
tekat |
: |
Takat, güç, kuvvet. |
tekbasmacık |
: |
Bir çeşit yün dokuma örneği. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tekdamar |
: |
Zayıf, cılız. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
Tekdaş |
: |
Denktaş. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletinin kurucusu ve ve cumhurbaşkanı da olan Rauf Denktaş. |
tekden |
: |
Tek başına, yalnız. |
teke |
: |
Erkek keçi. |
teke sakalı |
: |
Kırlarda yetişen, ince uzun püskül yapraklı, yenilebilir bir çeşit ot. |
tekelleg |
: |
Teker, tekerlek, yuvarlak. “Şö:le oyallardı, tekelleg tekelleg, sıra sıra.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
teke:lek |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; tekerlek. |
tekelti |
: |
Atın eğerinin altına konan kalın aba. |
teken tüken |
: |
Seyrek, seyrekçe. |
teker |
: |
Bisiklet. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tekera:dar |
: |
Tekeri kadar. “Ulan çayımı niye yarım edin diye sorar. Garson da; Ne yarımı emmi, dodak payı o! Deyince, usta hiddetle; Ula yôrum benim dodâm motur tekerâdar mı ki buvâdar esik goydun der.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
tekerek |
: |
1. Çok güzel. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Yuvarlak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) 3. Toparlak. “Ağlı zubun, kara ceket Güzün takdımıdı nişan Yekin tekereğim yekin Tarabulusunu kuşan” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
tekerek şapka |
: |
Fötr şapka. |
tekerlek |
: |
Yuvarlak. “Ağ bebeğim ala gözlü Memmet’im tekerlek yüzlü Allah ben’ele katmadı Kucağım oğlanlı kızlı” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
tekerlek oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. TEKER OYUNU İki şekilde oynanır. Birincisi: Erkek çocukların oynadığı oyundur. Genelde iki kişi oynar. Yarışlarda daha fazla oyuncu gerekebilir. Sokakta, bahçede oynanan bir oyundur. Eskimiş araba tekerlerinin dış lastiği alınır. Bunun içine biraz su katılır. 2 m uzunluğunda ince kavak ağaçları kesilir. Kavak ağaçlarının uçları tekerin ortadaki boşluğuna koyulur ve diğer uçlarından tutarak teker sürülür. Koyulan su tekerin içinin kaygan olmasını sağlar. Kavak ağaçlarını birbirine yaklaştırdıkça fren yapılır. İkincisi: Mobiletlerin, bisikletlerin eskimiş dış lastikleri alınır. Bir iki karış uzunluğunda değnek veya çıta bulunur. Teker yere konulur ve değnekle tekere vurarak sürülür. Teker giderken değnek sağa değdirildiğinde teker sola döner. Sola değdirildiğinde sağa döner. Bu şekilde tekere yön verilir. Teker çevrilirken yere düşürülmemesi gerekir. Teker yarışlarında tekeri devrilen oyuncu oyundan elenir. Oyun tek oynanıyorsa usanıncaya veya yarış yapılıyorsa yarış sonlanıncaya kadar devam eder. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 223) |
tekerlenmek |
: |
Gelmek. |
tekerşek |
: |
Makara. |
tekesakalı, tekesakallı |
: |
Kırlarda yetişen, ince uzun püskül yapraklı, yenilebilir bir çeşit ot. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
tekesemek |
: |
Keçinin çiftleşmesi. “Yaşlı keçi beslemekle tekesek olmaz.” (Andırın Atasözü) |
tekeşek |
: |
İplik makarası. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tekin |
: |
Uyanık, tetikte. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
tekira: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; tekrar. |
tekiş |
: |
Çorabı ya da ayakkabıyı farklı giyme. |
tekiş tekiş |
: |
Teke, koç çağırma ünlemi. |
tekişmen |
: |
Teke gibi. |
teklekme |
: |
Bir çeşit ot. |
tekleme |
: |
Yaylacılara, sürü sahibi olmayıp da birkaç davarla katılan köylülere denir. |
tekne |
: |
Dağdaki pınarlarda hayvanları sulamak için yapılan ağaç veya beton yapı. |
tekne gazıntısı |
: |
İleri yaşlarda dünyaya gelen son çocuk için kullanılır. |
teközengi |
: |
Atın dörtnal yürüyüşü. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tekrer |
: |
Tekrar. “Her kim bu kelleleri paşanın huzurüne eletirse bacımı Allân emriynen veriyorüm ve ikimizün dü:nünü de bir bir yapacağam. Ses çıkmadı, tekrer söyledi nüçun cuvap vermiyorsüz.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
tel |
: |
Giyeceklere süs yapımında kullanılan özel bir iplik. Telli marhamasın atmış boynuna Kendi güzelliğin çekmiş aynına Bir gecelik misâfirim koynuna Ne olursun sermayenden nen gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.586 |
tel araba oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. TEL ARABA OYUNU Erdemli yöresinde çocuklukların en çok oynadığı oyunlardan biri de telden araba oyunudur. Telden arabalar genelde sera tellerinden yapılır. Bunu çocukların kendisi yapar veya mahallede yapmasını bilen birisi varsa ona yaptırır. Tel bulamayan çocuklar seranın tellerini söker. Bunu gören anne ve babalar çocuğa kızar. Bu tellerin çoğu eğri büğrü, çoğu da küflü olur. Çocuklar bunu ince bir ustalıkla düzeltir. Düzeltme işlemini taş yardımıyla yapar. Bazen dört tekerlisi yapılır diğer çocuklara caka satılır. Oyunlar gurupla oynanır. Tel arabayı sürerken araba sesi çıkarılır, fren yapılır, düdük sesi çıkarılarak karşıdaki uyarılır. Sonra park yerine gelinir, yorgunluk atılır, sohbetler yapılır. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 222) |
tel çekici |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Ağız kısmı oluk şeklinde olduğu için oluk çekiç de denir.Bakır kapların, özellikle kazan, sini, sitil gibi kapların ağız kısımlarının sağlamlığını sağlamak için çemberle yapılan kenarlıktaki bakırın kıvrılmasını sağlayan alettir. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
tel çevirmek |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Bakır kabın kenar kısmının içine tel sokularak kıvrılması işlemidir. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
tel etmek |
: |
Telefon açmak. |
tel vurmak |
: |
Telgraf çekmek. |
telden döner |
: |
Çok çabuk incinir ve küser. “Telden döner.” |
telefsimek |
: |
1. Telef olmaktan gelen bir sözcük, adam yerine konulmadığından dolayı kendini itibarsız ve değersiz Hissedip koyverme, kocalmak. 2. Sıcaktan bunalmak, sıcaksımak. “Telefsimiş fıkara.” |
telek |
: |
1. Kuş, tavuk vb. hayvanların kanat kalemleri. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Tavukların, kuşların kanatlarındaki her bir tüy. |
teleme |
: |
1. Keçilerin yeni sağılmış sütüne ham incirin sütünü karıştırarak elde edilen yiyecek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Körpe, daha olgunlaşmamış. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Tabaktaki nar ya da koruğa tuz karıştırıp üstü kapatılarak terletilmesi, sulandırılması. |
teleme (Andırın usulü) |
: |
1. Körpe daha olgunlaşmamış. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Yöresel bir lezzetimiz. |
teleme tuyra: |
: |
çok kıymetli anlamında olup iş yaptırılmayan, ön planda tutulanlar için kullanılan deyim. |
telemek |
: |
Çırpmak. |
telesimek |
: |
1. Kaygıyla ivmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Sıcaktan bunalarak her yanı terlemek ve bayılacak hale gelmek, baygınlık geçirir gibi olmak, tereddüt ederek sıkıntı hissetmek. “Düşkünlüğü açlıktan çocuğun. Sıcakta da telesimiş.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
teletos |
: |
Pejmurde. |
televsirmek |
: |
Yorgunluktan ya da sıcaktan bayılacak gibi olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
telezyon |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; televizyon. |
telifon |
: |
Telefon. “Berk ağlamıya gorkuyom Muharrem sesimi duyar Maraş’a telifon edin Yavrıma hocaları yanar” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
telis |
: |
Seyrek dokunmuş keten çuval, içine pamuk konur. “Söhür vaatı galdırmışlar Paltayınan öldürmüşler Sabahınan seher vahtında Bir telise doldurmuşlar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kız İçin Öldürülen Ahmet Öğretmenin Ağıdı, Kaynak Kişi: Halil Gök) |
telis çuval |
: |
Fabrikalarda naylon ipten yapılan delikli çuval. |
teliz |
: |
İçine pamuk konulan harardan daha kalın dokunmuş fakat daha küçük olan torba. |
tellal |
: |
Bir haberi bir topluluğa yüksek sesle duyuran kimse. Belli belli bağlarının boranı Çift çift olmuş çöllerinin ceranı Sana derim sana Munbuç Veranı Çarşıda çağrışan tellâllar hani Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.454 |
tellenmek |
: |
Hafif hafif sallanmak. |
telli |
: |
Alıngan, nazlı, çok çabuk kırılan. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
telli gubur |
: |
1. Çakmaklı tüfek. 2. İşlemeli, içine çakmak, tabaka vs. konan ve bele bağlanan kuşak kemer. |
tellik |
: |
1. Ayağa giyilen bir nesne, terlik. 2. Bere, bebeklerin başını koruması için bezden yapılan başlık. |
telmin |
: |
Bitkinin çoğalmak için attığı kökler. |
teltik |
: |
1. Ateşli silahlarda bulunan ve silahı ateşlemek için parmakla çekilen küçük manivela, tetik. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Kekeme. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 3. Dolaşık, karışık, yanlış. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Kılı kırk yaran, titiz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 5. Söylenmesi güç ve zor hatırlanan şey. |
teltik söz |
: |
Telaffuzu güç, söylemesi zor sözcükler, değişik, farklı. |
teltikte durmak |
: |
Uyanık bulunmak, her türlü kötülük ve fenalıklara karşı hazır ve çok dikkatli durmak. |
telviz kavağı |
: |
Tatlısı yapılan bir kabak türü. |
tem |
: |
Belirti, iz, im. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
temaşa etmek |
: |
Seyretmek. Bugün bir dilberi ettim temâşâ Sümbül saçın sırma tele uydurmuş Kesmiş kâkülünü dökmüş eğnine Şirin şirin dudu dile uydurmuş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.637 |
temaşa olmak |
: |
Seyredilmek. Bir iyilik et ki çıkasın başa Ak gerdanda benler ola temâşâ Âşık mâşukla sarılıp sarmaşa Yorgan zahmet çeksin kol incinmesin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.559 |
tembah |
: |
Tembih. |
tembahlamak |
: |
Tembih etmek. “Ayağına kara lastiği, avradına şeşi, babasının tembahladığı tütünü sônamiye neyinen alacaklardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
tembeh |
: |
Tembih. “Yan odada kalan anasının bit ilacı almadan gelme, hanımının da beş numara lamba cıncı:ynan bir teneke gazyânı unutmatembehlerini unuttuğunu anladı. Birden yürea horp etti ki niredeyse durucuydu.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
tembelid |
: |
Geniş bir beze sarılmış, taşınmaya hazır yatak. |
temek |
: |
1. Anapara. 2. Ahırlarda gübre atmaya ya da saman almaya yarayan delik, ahır penceresi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Evdeki tağalar, ahırda temek Sınırlara takım, İcara höbek İsterse donunu kirletti demek Ne yapayım etti çiş derler bizde” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Şair: Hayati Vasfi Taşyürek) |
temekenli, temekenni |
: |
Temelli, sürekli. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) Yanı temeḵenni buraya gėldim, devāmlı kalacañ. |
temekilk |
: |
Ocak, şömine. |
temekkülü |
: |
Temelli, sürekli. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
temeklik |
: |
Ocak bacası. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
temenna |
: |
Saygı duruşu ve selamı. |
temir |
: |
Perçem, kakül. “Temirini keseceğim Beşiğini asacağım O dünyaya giden gelmez Umudumu keseceğim” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Uğur’un Ağıdı, Derleyen: Canan Ceran) |
Temis, Temiz |
: |
Temmuz ayı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
temiz yer görünce tavıg gimi midesi bulanmak |
: |
Etrafını kirleten kimseler için kullanılır. “Temiz yer görünce tavıg gimi midesi bulanmak.” |
temra, temre, temreği |
: |
Tende pul pul dökülen kabuklar oluşturan bir çeşit deri hastalığı, kellik, egzama. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
temren, temran |
: |
Okun ya da mızrağın ucundaki sivri madeni kısım. “Kirmeni de kılıcımız kirmeni Taştan dönmez mızrağımın temreni Böyle imiş padişahın fermanı Dağlar melil melil bilmem nedendir” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 607 |
temsil |
: |
Örneğin, mesela. |
temtek |
: |
Tek başına, bir tane. “Temtek kalırım diye korkuyom sen de gidersen.” |
Temus |
: |
Temmuz, Temmuz ayı. “Sarı sıcaklar dayanılmaz hal alır Temus’da Çukurağ’da” |
ten |
: |
1. Istarda dizili her bir ip teli. 2. Nem, çiy. 3. Sığırın dişilik organı. 4. Dizi. 5. Denk. 6. Arkadaş. 7. Vücut. 8. Çorbaların dibe çöken taneli, koyu bölümü. Çèkiştirirdiḵ ıstarda teni olurdu onuñ üstünde. |
tenbelit |
: |
Binek hayvanlarına yüklenen yük. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tendirik |
: |
Sac ayağının üzerine konulan ortası delik teneke, kazanın is olmasını önler. |
tendirod |
: |
Tendürdiyot. “Zekiye’m de söyler bunu Kör olsun da dünya fani Yaralanmış akar ganı Tendirod sürmeye geldim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kadirli (Kars)’de Vurulan Mehmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) |
tendürüs |
: |
Temiz, titiz, düzenli. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tene |
: |
Tane. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Gavaklar da uzun uzun Ben de gedermiyim güzün İki tene çifte guzu Ağlıyorum babam deyi” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
te:ne |
: |
Hizasına. “Gabırı benzer boyuna Kimse çıkamaz têne Şöhretli bibimin oğlu Gız verir Maraş beyine” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yaycıoğlu Hacı Durdu Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Mahire Yaycıoğlu) |
tenef |
: |
Çatı saçağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm. Ada.) |
tenek |
: |
Ocak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
teneke |
: |
16 kg lık eski bir tahıl ölçü birimi ve ölçeği. |
teneki |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; teneke. |
teneleme |
: |
Tanelere ayırma, taneleme. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tenelemek |
: |
Hayvanların aşırı yem yemeden dolayı şişmesi, hastalanması. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
tenemek |
: |
Bir şeyi, eli gözler üzerine gölge yaparak gözetlemek. |
teneş |
: |
Bir yer adı. “Yüce dağların düzüne Bakmam Teneşten yüzüne Bizim ördek gonmaz oldu Gözeleşme’nin özüne” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
teneşer |
: |
Teneşir, üzerinde ölü yıkanan, tahtadan yapılmış çardak. “Bize kurşun sıkan eller kırılsın Cenazem bayrağa sarılıb gelsin Teneşerin üstünde tenim yıkansın Oğlun şehit oldu ağlama anam” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerde Vurulan Uzman Çavusun Ağıdı, Kaynak Kişi: Selahattin Avan (Âşık Turabi)) |
teneşir |
: |
Üzerinde ölü yıkanan dört ayaklı uzunca masa. Karac 'Oğlan eder ahd ile aman Mevlam farz etmiş beş vakit tamam Dünyada gezerim ben sağım demem Tenim teneşirde salım yoldadır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.597 |
teneşire bir osuruk borcu kalmak |
: |
Unu eleyip eleği duvara asmak, bu dünyada işini bitirmek, yaşını yaşayıp dişini dişemek anlamında. “Teneşire bir osuruk borcu kaldı.” |
tenevüs |
: |
: Teneffüs, okullarda iki ders arasında dinlenme zamanı, mola. |
teŋgellemek |
: |
Tepetakla olmak, yuvarlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
teŋger meŋger |
: |
Paldır küldür, teker meker, yuvarlanarak. “Kurşunu yiyen kartal… Az ileriye savruldu, sonra da tenger menger gitti narın üst başındaki kayalığın arasına düştü.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
teŋgerek |
: |
Yuvarlak. |
teŋgerlemek (teŋgirlemek) |
: |
Yuvarlamak. |
teŋgerlenmek |
: |
Yuvarlanmak. |
teŋgildemek |
: |
Nesnel, tinsel düşkünlüğe uğramak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
teŋgir meŋgir |
: |
Yuvarlanarak. |
teŋgirlek, teŋgerlek |
: |
Yuvarlak. |
teŋgirşek |
: |
Yuvarlak. |
tengişek |
: |
Teneke kapak. |
teŋgü |
: |
Davul, davulun en büyüğü. “Şol kara çadırda tengü dövenler Oturup soframda ekmek yiyenler Sen ölme ben öleyim diyenler Gidiyor ha gözü kanlı ulunuz” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
tenha |
: |
Issız kalabalık olmayan yer. İkimiz de okuyalım yazalım Yükümüzü tenhâlara çezelim Bu yıllık da melil mahzun gezelim Ara yerde engeller de fanya Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.413 |
tenhe |
: |
Gözlerden ırak,ıssız, kimsenin olmadığı yer. |
teni |
: |
Tane. |
teni:se |
: |
Tane ise. “Gaç tenise sayısı, yadsınâdar vızı:r vızı:r gelin geder idi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
tenik |
: |
Direnme, kararlı olma. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
teŋkişek |
: |
Yuvarlak, değirmi. |
tenkelemek |
: |
Az daha düşecek olmak. |
tenkmek |
: |
Tepetakla olmak, yuvarlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
teŋsermek |
: |
Uygun görmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
teŋsiz |
: |
Hareketleri tutarsız, dengesiz. Anan çok tensiz ağlıyor El yaylaya göç eyledi Arkadaşlar gelmiş de Buna yürek dağlandı Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.168. |
tentene |
: |
Elde işlenen dantel. “Gelinlik çağına gelmiş koca koca kızlar evlerinin önlerinde tenteneleri ellerinde, hem iş işliyorlar hem de şor ediyorlardı.” |
tentenilemek |
: |
Yaşlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tentenilmek |
: |
Bunamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tepel |
: |
Ot yığını. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tepelik |
: |
Kadınların feslerinin üstündeki gümüş levha halindeki süs eşyası. |
tepgil |
: |
Akıl, şuur. Dağlara çıkanın aştı Çifde gızım geldi geçti Duyanın tepgili şaştı Böyle acı gördünüz mü? Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.167. |
tepiklemek |
: |
Binek hayvanını yürütmek için ayakla vurmak, tekmelemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tepilmek |
: |
Sokuşturmak, tıkmak. “Karac’oğlan eydür mala tapıldı Dert kalmadı içerime tepildi İnsana ahrette ik’ev yapıldı Biri dolup da biri boş kalmasın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 558 |
tepir |
: |
Buğday, bulgur vb. tahılları elemeye yarayan ağaçtan yapılmış büyük elek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tepiz |
: |
1. Çengelli iğne. 2. Toplu iğne. |
tepkil |
: |
Tebdil-i hava, hava değişimi, askerde iken rahatsızlananlara askeri hastanelerde heyet tarafından verilen 21 günden daha uzun süreli rapor. |
tepsermek |
: |
Çok az kurumak, kurumaya yüz tutmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç. Osm. Ada.) |
tepsi |
: |
Başa ya da boyna takılan altın ve inci dizisi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tepsik |
: |
Tesbih. |
tepsolmak |
: |
Bitmek, yatışmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
Terazi |
: |
Bir burç, bir yıldız adı. Gökte yıldızların önü Terâzi Ülker ile aşar gider birazı Yarın mahşerde de sorarlar bizi Hak mizân terâzi kurulur bir gün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.569 |
terbiye tarlasından geçmemiş |
|
|
tercuba |
: |
Tecrübe, deneyim. “Tercubalar görmüş hem galbin temiz Vicdan merhemetin imamda bir hız Dokuz baş nüfusum geçinme ırız Vicdanla yüzüme bak benim hocam” (Andırın’dan Osman Akıllı) |
tere yer |
: |
Taze ot bitmiş yer. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
terefi |
: |
Teravi. “Neredesin be?... Dünden beri ortalıkta yoksun… Terefiye de gelmedin…” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
terek |
: |
1. Üst üste tahta veya demir raf 2. Raf, sergen. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
tereke |
: |
1. Sığır. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Ölüden geriye kalan mal mülk. 3. Yük taşıyan hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
teren |
: |
Tren. “Terene bindim de dönmüyor teker Su Gars’ın yolları ne gadar çeker? Ölmeden varannar muraza erer Hakgını helel et ey garib anam” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerlik Ağıdı, Kaynak Kişi: Ahmet Aslantaş) |
teres |
: |
Yaramaz çocuk. |
terevi |
: |
Sularda yetişen bir tür tere. Halk dilinde dere kenarında kendiliğinden yetişen dere otunun adı terevidir. “Tereviye yuyup kodular taşa Daha ne gelecek sağ olan başa Tüibent yağlık vurmuş soy hilal kaşa Gelin hiç söylemez kız nazlı güzel” (Karacaoğlan, Kaynak: Sıtkı Soylu, Karacaoğlan Sözlüğü ve Metin Bozuklukları üzerine Düşünceler İsimli Makalesi.) |
terezi |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; terazi. |
tergemek |
: |
Bırakmak, vaz geçmek, istememek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Çocuk şimdi tergemeli davarı, goyunu. Davarlarınan gidip gelmeye başladı. Emmisinin de buna gönlü yok.” (Aşık Mehmet Demirci, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) |
terk etmek |
: |
1. Ayrılmak, bırakıp gitmek. Karac’oğlan der ki kal benim yurdum Terkettiğim sılayı burda buldum Güzeli çok deyi eğlendim kaldım Kalem kaşlı güzelleri Hama'nın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.537 2. Sözünden çıkmak. Uluların sözlerini tutmadım Dîvâne gönlümü hiç terk etmedim ………………………………. Felek beni alakoydu sıladan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.517 3. (Adını, sanını) Bırakmak. Dilber alemde aşk oldu Nic’olur göresin kalan Terk edersin adı sanı Yerlere çalasın kalan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.520 |
terk eylemek |
: |
Ayrılmak, başka yere gitmek. Ben terk eylesem de diyar-ı gurbet Âşıklar sâdıklar kavuşur elbet Dost ile bir saat yapsam muhabbet Sevdiğim gözüme tüter ayrılık Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.473 |
terk heybesi |
: |
Omuza alınan heybe. |
terkbağı |
: |
Atların,arka kısmına atılan püsküllü dokuma. |
terkeç |
: |
1. Ok atmaya yarayan yay, ok atan tüfek. 2. Çocukların oynamak için kullandığı yay olarak bilinen av silahı. “Kundağını kurt yemiş, işlemeli, kurt yemiş daha işlenmiş bir terkeş asılı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
terkeş |
: |
Ok atmaya yarayan yay, ok atan tüfek. “Kundağını kurt yemiş, işlemeli, kurt yemiş daha işlenmiş bir terkeş asılı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
terki |
: |
1. Delik orta kısmı başa geçirilen küçük heybe. 2. Eyerin arka kısmı, binicinin arkasındaki yer. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Terkisinde beş top gutnu Ben gutnuyu nediciyim Yol verin bana gurtlar Ben anama gediciyim” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993)
“Halı terkiye sığmaz.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
terki bağı |
: |
Eğerin arkasında atın yem torbasını bağlamaya yarayan örme ve ucu püsküllü bağ, ip. |
terkilemek |
: |
At. Vb. hayvanlar terkilerinde yük taşıyamaz duruma gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
terkileşmek |
: |
Binek hayvanına vb. biri önde, öteki terkide olma üzere binmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) “Haştırın’dan Annoluğa kadar terkileşerek geldik.” |
terkin vermek |
: |
Terk etmek, ayrılmak. Karac’oğlan der ki terkin vericek Ötüşür bülbüller gonca gülicek Ben burda yâr orda böyle kalıcak İster ölüm olsun ister ayrılık Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.473 |
terkini komak |
: |
Fazla kalmamak, ayrılmak. “Karac’oğlan eydür gelenler gider Vadesi yetenler borcunu öder Kuşlar yılda bir kez sılaya gider Anlar da terkini komaz sılanın” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 536 |
terkolmak |
: |
1. (Hayvan) Güçten düşmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Ham olduğu için yorulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
terlan |
: |
Bir cins avcı kuş. |
terle: çökmek |
: |
Kaçmak. “Terlê çökdü.” |
terlemek |
: |
Bakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
terlenme |
: |
Ateşli bir hastalık. “Yaz olanda ısıtmalar tutasın Güz olanda terlenmeye yatasın Acı acı kırk yıl ağrı çekesin Daha derdim az diyesin ak gelin” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 548 |
terlenmeye yatmak |
: |
Ateşli bir hastalığa yakalanmak.
|
terlik |
: |
1. Beyaz patiskadan dikilen başlık, takke. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Ev içinde giyilen yanları açık ayakkabı. “İnce işli Ağ Fadime Ne şöhretli diker terlik Doktordan imdat olursa Dayısı bozdurur binlik” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
termen |
: |
Temren, mızrak ya da ok ucundaki sivri demir. |
ternik |
: |
Başa takılan örgülü başlık. |
terrak |
: |
Uzak. |
ters |
: |
Hayvan pisliği, gübre. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tersi tersi kokmak |
: |
Ekşi ekşi kokmak. |
terslik |
: |
Gübrelik, hayvan pisliğinin biriktirildiği yer. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
Tersus |
: |
Tarsus. |
terziye göç demişler innem başımda demiş |
: |
Her türlü karara hazır olduğunu göstermek için kullanılan bir deyimdir. “Terziye göç demişler, innem başımda demiş.” |
tesbah |
: |
Tesbih. “Tesbahanı elim aldım O da gardaşın düzmesi Hastahanada yatarken Goğuşda galmış cizmesi” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
tesbeğ |
: |
Tespih. “Tesbeyini bana verin O da Halil’in düzmesi Hasdanada can verirken Gouşda galmış cizmesi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Asker Halil’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Balıkçı) |
tesbeh |
: |
Tespih. “Tesbeheni elime aldım O da gardaşın düzmesi Hastahanada yatarkan Gouşda galmıs cizmesi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Asker Halil’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Balıkçı) |
tesbek |
: |
Tesbih. “Güçcük taka böyük taka Ben bayıldım baha baha Mullam okumadan gelir Sedef tesbek çeke çeke” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
tesbeyini |
: |
Tesbihini. |
tesbi |
: |
Yaylalarda yetişen, boz yapraklı, fındığa benzer ama yenmez meyvesi olan, meyvesinin çekirdeğinden tespih yapılan bir çalı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tesbihini verin bana / o da gardaşın düzmesi |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.Öleni hatırlatsın -onu yaşatma düşüncesi de var- diye ona ait bir şey daima saklanır bu gelenek bugün de yaşamaktadır. |
tesbolmak |
: |
Çözümlenmek. “Dava tesboldu.” |
teselleme |
: |
Atasözü, örnekleme. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
teserleme, teserreme |
: |
Misal vermek, örnekleme, örnek bir olay annatma demekdir. “Ben buğa tasarlama, kurgulama demek isdiyom. “Teserleme getirmek” şeklinde sö:lenir. Aslında öyle bir olay olmamış ve yaşanmamıştır. Ancak; o anda meydana gelen bir durum veya olaya göre tasarlanmış ders verici anlatılagelen kurgulamalardır. “Adamığ bir tenesi…” diye başlıyap, “deller” diye biten galıplaşmış ifadelerden oluşur. Tarla mı kezzekli, meses mi uzun, ben mi gaçamıyom? Bu teserleme; genelde beceriksizli:nen garışık, işlerin garışdı:, içinden çıkılmaz bir hal aldı:, sarpa sardı: durumlarda, durumu gurtarmak ve suçu bir yere yıkmak uçun annadılır. Adam ekin biçiyo mesela, geride galmış. “Bire ulan no:ldu, geride galdığ” diyennere: Biçemiyom diyemiyo da, şu teserlemiye annadıyo. Teserleme şö:le: Adamığ biri bir gün tarlasında öküzleri:nen çift sürüyomuş. Öküzler de adam da yorulunca; “Ulan birez ara veri:m de, öküzler de dinnensiğ, ben de di:nenim.” demiş. Öküzleri tarlanın kenarında kölgelik, otluk bir yere govermiş, ya:lsiğler diye. Gendi de hemi bir hava ali:m, hemide di:neni:m diyerek, bir depeniğ başına çıkmış, aval aval etirafı se:rediyomuş. Bir tarafdan di:nenirken, bir tarafdan da öküzleri gontürol ediyomuş tabi:kine. Birez dalgınnı:na gelmiş olacakkına, bir de bakmış kı; adamığ biri öküzlerini almış gendi tarlasını sürüyo. “Ulan gaçma varıyom” demiş amma goşmuş adam valla. Asıl öküzleriğ sa:bı adam mesesi eline almış, başlamış öküzleri:nen gendi tarlasını süren adamı guvalamıya. Yetişdi: yerde vururumuş adama mesesinen. Epiye beğzetmiş amma adamı. Neyise gaçan adam, baya: bir gaçdıkdan ve adamdan gurtuldukdan so:ra, elini beline vermiş, gendi gendine demiş kine:” Ulan tarla mı kezzekli, meses mi uzun, yo:sa ben mi gaçamıyom.” Avcumun dolusu, fincanın dolusu, a:zımın dolusu birimiş Genelde; ayak uydurulamıyan durumlarda annadılır. Yani köylünüğ şe:r kültürüne ayak uyduramama durumlarında ve durumu gurtarmada kı usdalıklarda annadılır. Teserleme şö:le: Adamca:zığ biri misafirle: getmiş. İkram olarak da gayfe vermişler. Tabi: adam da: önce gayfe içmemiş, nebilsiğkine. Derken adam gayfiye bir dikişde fincanığ dolusunu a:zına götürmüş. Tabii adamığ a:zı yanmış. A:zı yanınca, avcuna dökmüş gayfiye, avcu yanınca da geri fincana goymuş. Yanında:lar; “Ne:ddiğ bürulan, ısıcak oldu:nu bilmiyoğ mü:dü” demişler. Adam da gıvrak zekasi:nen cevaplamış: “Yok biliyodum da, fincanığ dolusu, a:zımığ dolusu, avcumuğ dolusu birmi:miş, oğa bir baki:m dedi:dim” demiş. (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
tesgere |
: |
Teskere, terhis belgesi. “Sülüsümü aldım da gitdim asgere Gısmet olur da alır mıyım tesgere Ayda bir mektup gönderin bana Üzülme sen bir gün gelirim anam” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerde Vurulan Uzman Çavusun Ağıdı, Kaynak Kişi: Selahattin Avan (Âşık Turabi)) |
teskere sarkıtma oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. TESKERE SARKITMA Çocuklar ince, uzun sicimin ucuna bir kese, bir teneke bağlarlar. Akşamları damları gezerler ve teskereleri (teneke) eski bacalardan sarkıtırlar. Her ev sarkıtılan teskerenin içine kuru üzüm, iğde, ceviz gibi yiyecekler koyarak çocukları sevindirir. (Hilal Gülben Gerek, Adana İli Pozantı İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E. TDE. ABD, Adana, 2012, s.169) |
teskire |
: |
Tahtadan, yahut yarma çağ ağacından yapılmış küçük sepet. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tesliken |
: |
Fesleğen çiçeği. |
teslim demek |
: |
Yenildiğini kabul etmek. “Meyremce son gücünü de harcamış, teslim demişti.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
teş |
: |
Derin, geniş ve büyük bakır ya da çinko leğen. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
teşi |
: |
Yün eğirmeye yarayan tahta araç, iğ. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
teşt |
: |
Derin, geniş ve büyük bakır ya da çinko leğen. İçinde hamur yoğrulur veya çamaşır yıkanır. “Beş teştte yoğrulur unu Aleme yayılır ünü Kim giyecek sarı beyim Sandıktaki samur donu” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I) |
tet demeden Tebarekeye geçmek |
: |
Bir işi doğru dürüst öğrenmeden ustalık yapmaya kalkışmak. |
tetbir |
: |
Tedbir. |
tetdanaka |
: |
İşte oradaki. |
tete |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; teyze. |
te:temiz |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; tertemiz. |
tetik |
: |
Uyanık, açıkgöz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tetim |
: |
Terim, titiz. |
tetini |
: |
Somak ağacı yaprağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tetir |
: |
1. Lekeli. 2. Yeşil ceviz kabuğu, nar vb. bitkilerin bıraktığı durağan boya lekesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
tetirgen |
: |
Üzüm şırasının ilk kez kaynatıldıktan sonra durulması için konulduğu tahta kap. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tetiri |
: |
1. Yannığı (deri yayık) yumuşak tutan madde, sumaktan yapılır. Sumağın yaprağı kurutulduktan sonra iyice dövülüp, kına haline getirilir. “Deri terbiyelemede it bohu kadar önemli olan tetiri hazırlamak zorundadır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) 2. Yaprakları ilaç olarak kullanılan bir bitki, sumak ağacı. “Yarasına günlerce tetiri otu sarıp durmuşlardı. Ağrıları kesilir gibi olmuş, yavaş yavaş iyileşeceği anlaşılmıştı.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
tetiri bozuk |
: |
Sevimsiz kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tetiri teba:tli |
: |
Alıngan, huysuz, çabuk parlayan kimse. |
tetirli |
: |
Somak denilen bitkinin yaprağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tetirsiz |
: |
Renksiz. |
tevak |
: |
Kurumuş dalların yaprakları. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tevâtir |
: |
Abartı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tevbe |
: |
Tövbe. |
tevek |
: |
1. Kabak, hıyar, karpuz gibi sebze ve meyvelerin uzayan kolları, filizleri. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Asma ya da asma yaprağı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Üzüm kütüğü. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
tevekkelli olmak |
: |
“Allah’a emanet etmek/olmak’ anlamında kullanılır. “Tevekkelli ol.” |
tevge |
: |
1. Terbiyesiz, ahlaksız. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Kavgacı, arsız, yaramaz ve şımarık çocuk. |
tevgende |
: |
İşsiz, başıboş. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tevir |
: |
1. Durum, biçim, tür, çeşit. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Türlü anlamında ve genellikle “bir tevir” biçiminde kullanılır. “Her gün bin tevir çiçek bulur donanacak.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
“Hacı bilinmez olmuşsun Yuva bu ne tevir biçim Çatal da gardaşım ölen Böyle m’olurmuş ölüm?” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
tevir tevir |
: |
Türlü türlü, çeşit çeşit, elvan çeşit. “Tevir tevir sırtlar diktim Beşiğin üstüne attım Uyurken de bebek m’ölür Gayri ben Allahtan korktum” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
tevri |
: |
1. Durum, biçim. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Tür, çeşit. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
tevriz |
: |
Karakabak, iri cins bir kabak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tevtana, tevtane |
: |
Huysuz, edepsiz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
te:y orada |
: |
Bir şeyin çok uzak bir yerde olduğunu belirtir. |
tey |
: |
Asma dalı. |
teyek |
: |
Kabak, hıyar, karpuz gibi sebze ve meyvelerin uzayan kolları, filizleri. |
teyenmek |
: |
Dayanmak. |
Teyib |
: |
Tayyib. |
teyin |
: |
Sincap. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
teylemek |
: |
Denk getirmek. “Eşe yüklerini teyle Hasibe çeksin tülüsün Elli lire verdim aldım Babam oğlunun ölüsün” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
teynaka |
: |
İşte orada. |
teynel |
: |
Defne ağacı veya defne çalısı. “Yörük lisanında defneye teynel denir ama Toros Dağları’nın mukimlerince özellikle Andırın tarafında har denilmektedir. Hatta har ağacının oldukça fazla olduğu Yeşilova beldesi ile Efirağızlı Köyü arasında kalan bölgenin girişine de Har Boğazı ismi verilmesi ve yüzyıllardır burasının aynı isimle anılması oldukça manidardır. Karacoğlan bile Harboğazı’ndan geçmiş ve türkülerine konu etmiştir.” |
teynemek |
: |
Gözetlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
teyrek |
: |
İlaç, em. |
teyyara |
: |
Tayyare, uçak. “Gene gediyor teyyara Sardım da verdim cuvara Keskin miydi emmimoğlu? Ciyerinde çıkan yara” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Veremden Ölen Hüseyin’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hodul Emine (Gök-Aslan)) |
tez |
: |
Kaç, kork, çabuk, hemen. |
tezce |
: |
1. Beygir ve öküzlerde görülen, ön ya da arka ayaklarda topallık yapan bir hastalık. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. İpliği yumak yapmaya yarayan bir araç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tezdirmek |
: |
1. Elinden kaçırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Bıktırmak, bezdirmek. “Kıralların çayırı en güzel futbol sahalarından birisi idi. Lakin orada da ineklerini otlatan bir adamcağız, kim maç yapmaya gelirse onları kovar, içlerinde biraz direnen olursa, tuttuğunun yakasına, yakası yoksa gırtlağına bile sarılarak iter çeker, hakaret eder ve böylece tezdirirdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
teze |
: |
Taze, yeni. “Gara gapıt sallanıyor Kutlu yelek kirleniyor Yekinsene gul olduğum Teze bebek dilleniyor” (Kaynak: Andırın Büveme Köyü’nden Cinnilerden Ahmat Kıvrak Cinne-met)
Sarıldı boynuma ağlama deyi Hotozumu devre bağlama deyi Yalvardı yakardı inleme deyi Teze bir şeftali verdi bir gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.550 |
tezede |
: |
Çabukça, çabucak. |
tezedene |
: |
Çabucak. |
tezek |
: |
Kurutulmuş ve sobada ya da ocakta yakacak hale getirilmiş büyükbaş hayvan tersi, tezek. |
tezele |
: |
Yenice, daha yeni, tezden. |
tezelemek |
: |
Tazelemek. “Bitir bardağını da çayını tezeliyem.” |
tezelenmek |
: |
Tazelenmek. |
tezemiye |
: |
(Olumsuzluk ifade eden cümlelerde kullanılır) Tezce, kısa zamanda. |
tezene |
: |
Genellikle kiraz ağacı kabuğundan yapılan mızrap. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tezermek |
: |
Kaçmak. |
tezeyağ |
: |
Tereyağ. |
tezgin olmak |
: |
Yolunu şaşırıp gitmek, yitip gitmek, sürüden ayrılıp gitmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tezikmek |
: |
1. İzini kaybetmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Yolunu şaşırıp gitmek, yitip gitmek, sürüden ayrılıp gitmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Adil Efendi önce kafasında ölçer biçer, inanmazsa sorar soruşturur. Sonra da insan başına bir şeyler verir. Sarı deftere yazar. Bilir ki millet Çukurova’dan dönünce, bir ölüm kalım olmamışsa, bir tanesi köyden, topluluktan tezikip başını alıp gitmemişse sarı deftere yazılılar eksiksiz avucunun içindedir.” (Yaşar Kemal, Ortadirek, 24) |
teziktirmek |
: |
Yolunu, yönünü şaşırtıp yanlış yola ya da yöne yöneltmek. “Ben onları teziktirdim, dedi Müslüm.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
tezinen |
: |
Çabucak, tez elden. “Zülfünü yüzüne eyleme perde Nicelerin goydun âh ile zarda Dostuna gavuşsan bir tenha yerde İnan bırakmazlar tezinen seni” (Aşık Mehmet Demirci, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) |
tezinti |
: |
Başıboş, yüzsüz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tezkireci |
: |
Teskereci anlamında kullanılsa da gerçek anlamı biyografiçıkaran kimse demektir. “Yağmır yağar gün ışılar Gınaman bizi gomşular Tezkireciler görülür Hasireti olan garşılar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerde Ölen Halil Höbek’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Halil Gök) |
tezmek |
: |
Yolunu şaşırıp gitmek, yitip gitmek, sürüden ayrılıp gitmek, yoldan çıkmak, hızlıca kaçmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Tezmek yolu şaşırmayla başlar genellikle. Ben de 1975 Şubat’ının karlı-kışlı günlerinden birinde böyle bir yolculuk yapmıştım. Hem de yaman bir tipi altında ve ölçerek anladığımıza göre tam 65 santim olan karda yapmıştım. Dahası, tamamen kaybolmuş yolda şaşırmayım, tezmeyim diye götürmek için gönüllü yoldaşlık edecek kılavuzunun bile korkup geri dönmesiyle tek başıma kalarak yapmıştım.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007)
Ben bilirim sen ezelden güzelsin Ceren gibi yad avcıdan tezersin Niçin böyle melil mahzun gezersin Boynun eğri zülüflerin bozgundur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.609 |
tezzek |
: |
Kurutulmuş ve sobada ya da ocakta yakacak hale getirilmiş büyükbaş hayvan tersi, tezek. |
tı |
: |
Savrulmuş harman tınazı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tıbbışlamak |
: |
Kutsamanın, beğenmenin, takdir etmenin, iyi niyetin bir anlatımı olmak üzere, birinin sırtına elle hafif hafif vurmak. |
tıbık |
: |
1. Biz ağaç türü. Zeytin ağacı gibi yaprağı vardır. 2. Kuş tutmaya yarayan çöp ya da telden yapılmış tuzak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tıbıka |
: |
1. Bebeği yaşamayan, hemen ölen kadında olduğu sanılan tinsel bir hastalık. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) O tıbıkalıdır. Çocuğu hiç yaşamaz onun. 2. Nazar, göz değmesi. |
tıbıkalı |
: |
Çocuğu yaşamayan kadın. |
tıbıllı |
: |
Tepeli, küçük boz bir kuş. “Ne zaman sabah namazına kalksak bir kuş konardı penceremin önüne. Tıbıllı kuşu diyorlar adına. Cik cik öterdi. Namaza kalkmadığım zaman ne hikmetse hiç gelmezdi.” |
tığ |
: |
1. Saman yığını, savrulmamış harman tınazı, kılıç. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Üzüm tanesi. 3. Koyunların sıcaktan başlarını birbirlerinin paçalarının arasına sokarak sessiz ve hareketsiz kalmaları hali. “Kırıkhan’a varıncağız O zaman çıkarım oyun Hasan sen ardını yelle Tığ tuttu gitmiyor koyun” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
tığ gimi |
: |
İnce ve narin yapılı, boy posu yerinde kimse. “Tığ gimi Maşallah.” |
tığıltı |
: |
Güç duyulur ses. “Gecenin ortasında bir tığıltı geldi önce.” |
tığlamak |
: |
Kumdan kesmek. |
tığlaşmak |
: |
1. Ucu sivrilmiş, uç vermek. 2. Yanak veya çenede küçük çukurun (gamzenin) oluşması. “Tığlanmış gamzesikâr eder cana Benim yârim benzer hörü gılmana Şu Antep elinde serv-i zamana Orda eser bad-i sabâ yelleri” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 463 |
tığsırık |
: |
Aksırık. |
tığsırmak |
: |
Aksırmak. |
tıhılatmak |
: |
Değdirmek, dokunmak. Mecazi anlamında kullanılır. “Lafı tıhılatmasan olmayacak sanki.” |
tıhmıl |
: |
Şiş karınlı kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tıhra |
: |
1.Harmanın çevresine yayılan tahıl yığını. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Bir tür eğri budama bıçağı, tahra. |
tıhrım |
: |
Eski evlerin oturulamayacak kadar yıpranmış bölümleri. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tıkalak |
: |
Kısa ama şişman kimse, tıknaz. |
tıkıç gibi |
: |
Şişman, tıknaz. |
tıkıs |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; katı, sert. |
tıkız |
: |
1. Dar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Çok dolu, sıkı, sıkışık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tıklamak |
: |
Vurmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tıkmak |
: |
Gaga. |
tıkmalak |
: |
Kısa boylu, şişman. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tıkmıl |
: |
Kendi zayıf, karnı büyük ve şişkin kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tıknefes |
: |
Asabi, sinirli. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
tıktelek |
: |
Ağaçkakan. |
tıktık |
: |
Takunya. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tıktıkı |
: |
1. İncir çekirdeği. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Ham incir. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tılısımı kırılmak |
: |
İştahının kaçması, isteğinin gitmesi. |
tımar |
: |
1. Timar, bakım. Karac’oğlan eydür dillere destan Tımarsız olur mu bağ ile bostan Vatan diken olmuş yad el gülistan Sılam seni terk edeyim bir zaman Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.522 2. Saklamak. 3. Tımar, beslediği sipahilerle harbe giden beylere vergisini almak üzere ayrılan arazi. Hani benim emmim oğlu Ömer'im Ciğerime bir od düştü yanarım Diyarbekir Avşar benim tımarım Bölge bölge tımarlarım kal demiş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.633 3. Hastayı, yarayı tedavi etmek. |
tımar ettirmek |
: |
Bakım yaptırmak. Kız der ki ben sözümü tuttururum Bağ u bahçama tımar ettiririm Ergenlere mal menâl sattırırım Beni gören başka başka hal olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.622 |
tımar vermek |
: |
Düzen vermek, düzene koymak. Bir çift güzel geçen bağlardan ârı Taramış zülfünü vermiş tımarı Ak göğsün arası zemzem pınarı İçsem öldürürler içmesem öldüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.512 |
tımbıll oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. TIMBIL Tımbıl oyunu en az üç kişiyle düz bir zeminde oynanır. Oyuncu sayısı artırılabilir. Bu oyunda ebe seçilmez, çünkü herkes oyuna birlikte başlar. Öncelikle kişi sayısının üç katı kadar kâğıt kesilir. Bu kâğıtlara meyve, sebze, renk vb. isimlerinden üçer tane yazılır. Daha sonra kâğıtlar katlanır ve karıştırılıp yere atılır. Yere atılan kâğıtlardan her oyuncu üçer tane alır. Eğer oyunculardan hiçbiri de aynı varlığın yazıldığı kâğıdı (örneğin üç tane elma, üç tane kırmızı gibi) bulamazsa oyuncular kendi aralarında kâğıt değişimi yapar. Üç rengi bulan kişi “Tımbıl!” diyerek avuç içini yere koyar ve 100 puan alır. Birinci oyuncu tımbıl dedikten sonra diğerleri bulsun veya bulmasın elini birinci oyuncunun elinin üstüne koyar. İlk koyan 90, ondan sonraki 80 puan alır. Puanlama bu şekilde olur. Oyunun belli bir süresi yoktur. Herkes bırakmak istediği zaman puanlar toplanır ve sıralama yapılır. (Ömer Kırmızı, Erdemli Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Çalışması, Mersin Üni., S.B.E., TDE. ABD, Mersin, 2015, s. 185) |
tımbırdatmak (dımbırdatmak) |
: |
1. Sazın teline öylesine dokunmak. 2. Alaya almak, oynatmak. |
tımlı |
: |
Sapsız bıçak. |
tımtı |
: |
Sapsız bıçak. |
tınağ |
: |
Alaya alma, eğlenme. |
tınas, tınıs, tınaz |
: |
Harman dövüldükten sonra savrulmak için yapılan yığın. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tınaz etmek |
: |
Hor görmek, küçümsemek. “Tınaz etme nolur, çalış senin de olur.” |
tıng |
: |
Üzüm tanesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tıngır |
: |
1. Çinko, teneke ya da bakırdan yapılmış leğen, kova vb. şeyler. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Kel. 3. Ateşte yemek pişirmek için tencerenin az is olmasınısağlamak için yapılan metal, teneke araç gereç, kel. 4. Boş, ince, gramı az olan bilezik. |
tıngır elek, tıngır sac |
: |
1. Elde avuçta bir şey yok. 2. Issız ev. |
tıngır elek, tıngır sac; elim hamur, karnım aç |
: |
Görünüşte varlıklı, aslında yoksul. |
tıngırık |
: |
Ortası delik, metal altlık, çinko parçası. |
tıngırlaşmak |
: |
(Arazi) Kel olmak, üzerindeki örtüyü kaybetme. |
tıngırtı |
: |
Davarların boynundaki çanların sallanınca ses çıkarması. |
tınsırık |
: |
Hapşırık. |
tınsırmak |
: |
Hapşırmak, aksırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Gözübüyüğün adamları çıkmak üzereydi. Alelacele çuvalların yüklendiği atların, sürekli çıbıklanarak geldiği, arada bir tınsırır gibi solumalarının duyulmasından belliydi.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
tıntıs |
: |
Tren. |
tıp diye |
: |
Birden, birdenbire, ansızın, hemen, şıp diye. “Seni görünce tıp diye aklıma düştü Oğuz töresi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
tıp oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. TIP OYUNU Kişi sınırlaması yoktur. Ne kadar çok kişi olursa o kadar eğlenceli olur. Açık veya kapalı alanda oynanabilir. Ebe, hareket halindeki çocuklara “tıp” diye bağırınca, herkes olduğu yerde hareketsiz durur. Konuşan, gülen ve hareket eden oyuncu yanar ve oyun dışı kalır. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 224) |
tıpatıp |
: |
Aynısı, tıpkısı, birbirine benzer olan. |
tıpıklamak |
: |
Kutsamanın, beğenmenin, takdir etmenin, iyi niyetin bir anlatımı olmak üzere, birinin sırtına elle hafif hafif vurmak. |
tıpılamak |
: |
1. Ölmek. 2. Habersizce ve sessizce aniden gelmek. |
tıpışmak |
: |
İki yana sallanarak yürümek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tıpışlamak |
: |
Avuç içiyle sırtına okşar gibi vurmak. |
tıpkı |
: |
Birbirinin aynısı olan, benzer. |
tıplatmak |
: |
Damlatmak. |
Tırablus kuşağı |
: |
Trablus dokuması bel kuşağı. |
tırabulus |
: |
Bir kuşak türü. Tırabulus var belinde Hakk'ın kelâmı dilinde Doldurmuş kadeh elinde İçememiş tutup durur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.625 |
tırafanlık |
: |
Gençlik, delikanlılık. |
tıraha |
: |
Fors, fiyaka. |
tıraka |
: |
1. Eski evlerin kapısındaki sürgüler. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. (İnsan için) İriyarı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Fiyaka, süs. |
tırakalı |
: |
Fiyakalı, süslü. |
tırampa |
: |
Takas, değiş tokuş. |
tıranlamak |
: |
Kapıyı sürmelemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tırata |
: |
İki boy eninde, uzun balık ağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tırık |
: |
1. Kesme ağacının küçük hali. “Evlerin önü tırık Arpaları olmuş firik Anan seni bana verik Kurban olam bal Fadıma’m” (Aşık Kul Mustafa, Derleyen: Duran Doğan , Barış Kabalcı, Kaynak Kişi: Behzat Gök) 2. Kısa boylu, honçuk. 3. Orman gibi büyük ağaçlı olmayan yerlerde yaprakları küçük çalıların yetiştiği yer, yani fundalık. “Bozdoğan bozuldu Cehan’ı geçti Tecirli korkudan tırığa düştü Göçün önü vardı, Doruk’a çeşti Deniz kıyı vatanınız, iliniz” (Dadaloğlu, Kaynak: Erhan Çapraz, Fahri Bilge defterlerindeki Kayseri ve Yöresi konulu Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üni., Kayseri 2005) 4. Sürgün, ishal. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 5. Maki türü meşe ağacı ya da mazısı bulunan bir meşe türü. 6. Çok zayıf insan. 7. Çelimsiz, döküntü. 8. Hastalıklı çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tırık çalısı |
: |
Çirkin ve asık suratlı insanlara yapılan benzetme. |
tırıl |
: |
1. Zayıf, kansız, cansız kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. Ada.) 2. Çıplak ve zayıf. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Andırın Tırıl Dağı adını burdan almış olmalı. |
tırıllanmak |
: |
Küsmek, gücenmek, gönül koymak. |
tırım |
: |
Sık ağaçlı orman. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tırım toprak |
: |
Ekime elverişli olmayan sert toprak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tırın |
: |
Derme çatma ev. |
tırıp |
: |
Çok, pek çok, bol. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tırıp gibi |
: |
Pek çok, pek bol. |
tırıs |
: |
1. Utanma, mahçup düşme. 2. Hızlı, süratli. |
tırısa geçmek |
: |
Hızlanmak, ivme kazanmak. |
tırışmak |
: |
Pörsümek, buruşmak. |
tırkaslamak |
: |
Kapıyı arkasından sürgülemek, dayaklamak, mandallamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tırkıç |
: |
İncir kabuğundaki yarık. |
tırkıl tırkıl |
: |
Ayak topuğundaki yarıklar. “Abdallar genellikle düğünlerde davul, zurna çalarak geçinen alçak gönüllü, hazır cevap insanlardır. Yörede onlarsız Türkmen düğünü düşünülmez. Yaşlı bir Abdal ekinlerin biçim zamanı eşeğine biner bir köye varır. Köyün ağası da tarlada çalışan biçerdöverleri seyre dalmıştır. Ağacın gölgesine oturan ağa bir sesle irkilir. “Yaşlı Abdal: Selamü aleyküm Ağa, bereketli olsun, Allah harmanına buğda yağdırsın. Ağam Allah yokluğunu vermesin. Ağa bir yaşlı abdalın eşeğin üstünde kendisine seslendiğini görür. Ağa: “Gel ulan gel” der. Aslında ağanın merak ettiği sormak istediği şeyler vardır. Ağa: “Ne diyon ulan” Yaşlı Abdal: “Ağa, harmanına buğda yağsın, çocukların ırızgısını ver de gedek,” Ağa: “Tamam vereceğim ama sana bir sorum var onu bilirsen vereceğim.” Yaşlı Abdal: “ Sor ağa sor neyimiş ki?” Ağa: “Gel hele gel, otur şuraya.” Yaşlı abdal eşekten iner ağanın yanına doğru yaklaşır, oturur ağanın yanına sohbete başlarlar. Ağa: “Ulan oğlum merak ediyom.” Yaşlı Abdal: “Neyi bre ağa, neyi marak ediyon?” Ağa: “Ulan sabahtan beri sizin avratlar tarlalarda dolaşıp duruyo.” Yaşlı Abdal: “He ağa bre niyedek Allah yokluğunu vermesin çocukların ırızgısı taman.” Ağa: “İyi de onu merak etmiyom ki.” Yaşlı Abdal: “Ya neyi merak ediyon ağa?” Ağa: “Ulan bunların pisliğinden yanına yaklaşılacağı yok, burnu sümüklü, gözü çapaklı, ayakları tırkıl tırkıl yarılmış, akşam olunca bunların yatağına nasıl varıyorsunuz onu merak ediyorum.” Ağa böyle deyince yaşlı abdal okkayı kondurur. Yaşlı Abdal: “Bre ağa, çocukların ırızgısı diye geliyok, buğda veriyon, eşên samanı diye geliyok veriyon, yanına birde avrat diye mi gelek ağam” Ağa donar kalır.” (Kaynak kişi: Abdullah Seyhan, Erman Artun, Seyirlik Köy Oyunları ve Anonim Halk Edebiyatı Araştırmaları, Kitabevi, İstanbul 2008) |
tırlamak |
: |
1. Hemen uyumak, uyuyuvermek. “Üçü üç yerden, daha sofradan kalkmadan, oldukları yerde tırlamışlar.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Ölmek, birdenbire ölmek, ölüvermek. |
tırlık |
: |
1. Pamuk ipliğinden yapılan şalvar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Pamuktan yapılan kalınca iplik. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 3. Kalın pamuk ipliği yahut bu iplikten yapılmış dokuma çuval ya da heybe. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Uzunca Alinin ellerinin üstü, tırlık şalvarının önü hep karacık pamuk böcekleriyle doluydu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
“Alaca işliğin bezi tırlıktan Goncalostan korkan düşer erlikten Kurnazlara derler gelme körlükten Diline hayranım Çukurova’nın” (Aşık Feymani (Osman Taşkaya)) |
tırpada |
: |
1. Kağıt vb. yeğni nesnelerin birden düşmesi ve çıkardığı sesiçin. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Birden, aniden. |
tırpan |
: |
Ekin biçmede kullanılan aygıt. |
tırsık |
: |
Pörsük, buruşuk. |
tırsımak |
: |
Pörsümek, buruşmak. |
tırşık |
: |
Yaban pancarıyla yapılan ekşi bir çeşit yemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tıs |
: |
Sarı benizli, sıska zayıf. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tısga |
: |
Başparmakla başa vurmak, fiske. |
tısıl tısıl |
: |
Soluya soluya, soluk soluğa. |
tısılamak |
: |
1. Zor nefes almak. 2. Ağır yük altında zorlanarak çıkarılan ses. |
tıska, tısga |
: |
Fiske. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tıskınmak |
: |
Tiksinmek. |
tısnık |
: |
Elin orta ve baş parmakları kullanarak vurmak. |
tıstıgma |
: |
Tıkabasa. |
tıyannamak |
: |
Yılmak, usanmak, gözü korkmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tıyrak |
: |
Korkak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tıyramak |
: |
Korkmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tızan düşmek |
: |
Darmadağın olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Sürüye kurt girince koyunlar tızan düştü. |
tızarmak |
: |
Koşmak, seğirtmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tızgın |
: |
Üzüntülü, keyifsiz. |
tızıkmak |
: |
Koşmak, seğirtmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tızıtmak |
: |
Koşup gitmek, tozutup gitmek. |
tibili |
: |
Serçeden biraz büyük,, başı sorguçlu bir kuş, çavuşkuşu, ibibik, tarlakuşu. “Öter garip tibilim de seherde öter Salın sahibi de ölüme yatar Zalım ayrılık ta canıma yeter Geç Gavur Dağları’na da gaç emmioğlu” (Derleyen Ali Anbarcıoğlu) |
tibiliçavuş |
: |
Serçeden biraz büyük,, başı sorguçlu bir kuş, çavuşkuşu, ibibik, tarlakuşu. “Bir tane kuş lastiği alırım. Tibilli çavuş vururum ki, yağlı…” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
tifliz |
: |
Zayıf, ince ve hafif. |
tiftikli |
: |
Bakımsız küçük kız çocuğu. |
tiftinmek |
: |
(Kumaş) Eskimek, ipliklenmek, liflif olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tiğrek |
: |
Suyun hızla akan yeri, tirlek. |
ti:reki |
: |
Tiryaki. “Baharda yaylaya göçer Ahaliye altun saçar Ti:reki:di vezir emmim Haşdırın’da gayfe içer” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Zilfaroğlu Hacı Bey’in Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
tike |
: |
Pirzola. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tiken |
: |
Diken. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Hele bakın hallarıma Tiken dökün yollarıma Çağırın Omar gitmesin Minnet eylen gelince” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüsne Gelin (Kuru)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: Murtaza Yılmaz) |
tiken mişi |
: |
Dikenli yemiş. |
tikennik |
: |
Dikenlik. “Harlı koyağa giderkene tikenniğin içine düştüm.” |
til |
: |
Tel. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tilbi |
: |
1. Ölçülü ve tutumlu kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Yemekte titizlik gösteren, herkesin pişirdiği yemeği yemeyen kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tilbiz |
: |
Kolay kolay beğenmeyen, yeme içmede aşırı seçici, titiz. “Mihriban’ın tilbizlikte üstüne yok. Allah yardımcın olsun benim güzel kardeşim.” |
tilbizlenmek |
: |
Yeme içmede seçici davranmak, yemek seçmek. |
tilek |
: |
Telek, kuş tüyü. “Koyuverin şahan avını alsın Tüyünü, tileğin hep yere yığsın Böyle gurbet eller yâdlara kalsın Adamlı elli yerlere gidelim” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 496 |
tilif |
: |
1. Kilimdeki nakışların arasını ayırmak veyahut açmak için örülen bir ip. 2. Zülüf. |
tilifli |
: |
Zülüflü. “Gözünün önü Elifli Duluğu durnaz tilifli Usul boylu can bakışlı Var mı Elif’in kusuru?” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Elif’e Ağıt, Derleyen: Hasan Batmaz, Kaynak Kişi: Zeynep Safi) |
tilki oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir köy seyirlik oyunu. TİLKİ OYUNUEskiden düğünlerde bir oyun çıkardı. Beş altı kişi düğün meydanına çıkar, ortaklık kurarlardı ve ortaklaşa karpuz ekerlerdi. Bir de tilki gelirdi. Ortaklar birbirlerine çığırırdı: - Ortak, tilki karpuzu almasın. Şapkalar karpuz yerine yerlere bırakılmış olurdu. Tilki gelirdi tek tek karpuzları alırdı. En son bir yerden geçerken -tilkinin kuyruğuna bir pamuk bağlanmış olurdu- bir ateş değirirdi. Tilki bağırarak kalabalığın içine karışır, herkes korkar, dağılır ve düğün de sona ererdi. (Mehmet Ali Yılmaz, Aladağ Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üni. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s. 484) |
tille |
: |
Beygire yük sarmak için semerin iki yanına halatla yapılan üzengi. |
tilli |
: |
Toprak renginde, tepeli, serçeden az büyük, nir çeşit tarla kuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
timin |
: |
1. Dört kiloluk tahıl ölçeği. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Yirmi ya da yirmi dört kiloluk tahıl ölçeği. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
timlik |
: |
İplik. “Dere kenarında ayrık mı biter Ayrılık dahay anam timliğini atar Anamın yerini de baba mı tutar Yol verin eller babam gelecek” (Belgin Elgün, Adana-Ceyhan, S. 121) |
timtimi |
: |
Cimri. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tiŋ |
: |
Çorap, kazak vb. şeylerin her bir teli. |
tiŋdirik |
: |
Parmaklardan herhangi birinin ucunu başparmağın başına iliştirip birdenbire ileriye fırlatılarak yapılan vuruş, fiske. |
tiŋgabak |
: |
Kel kafalı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tiŋgil |
: |
Bir şeyin tepesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tiŋgil miŋgil olmak |
: |
Kelimede geçtiği gibi ses çıkararakyuvarlanma, elinde avucunda hiçbir şey kalmama. |
tiŋgildemek |
: |
1. Zıplayarak yürümek, koşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) 2. Sıçramak, zıplamak, yerinde duramamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tiŋgirdetmek |
: |
Titretmek. “Hacı sakalını tingirdetip gözlerini belertmiş.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
tiŋgizitmek |
: |
Vurunca yıkmak, yuvarlamak, ileri atmak. |
tiŋgmek |
: |
Fırlamak, sıçramak,hızla uzaklaşmak. |
tiŋgoz |
: |
Çabuk öfkelenen, sinirli. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tiŋilemek |
: |
Kafasının tası atmak, kafası bozulmak. “Kafam o sahat tiniledi.” |
tiŋk |
: |
Tahılın kabuğunu yumuşatarak ayırmaya yarayan değirmen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
tiŋkede atmak |
: |
Aniden parlamak, öfkelenmek. |
tiŋkimek |
: |
Bayır aşağı yürümek. |
tiŋkişe kalmak |
: |
Aniden ölmek ya da yatıp kalmak. |
tiŋkitmek |
: |
Sıçratmak. |
tinsirmek |
: |
Aksırmak, hapşırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tiŋtik |
: |
Tavuk ya da kuş gagası. |
tiŋtiŋ |
: |
1. Hayvanın sarsıntılı yürüyüşü, tırıs. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Hayvan kuyruğunu semere bağlayan ip. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tiŋtirik |
: |
Parmaklardan herhangi birinin ucunu başparmağın başına iliştirip birdenbire ileriye fırlatılarak yapılan vuruş, fiske. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) “Olgun karpuzun… rengi koyulaşır, tintirik vurunca pat pat eder.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
“Güççük çocuklara hangi barnağıyla vurduğunu sorup bilse bile bilemedin diyerek ağladana gadar tintirik vuruşumuz, incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Herif lakaplı hemşehrimiz, Kaynak: Bekereci Köyü websitesi) |
tiŋtirikli |
: |
Evhamlı, davranışları tam kestirilemeyen kişi, pimpirikli. |
tip |
: |
İncir ağacındaki döllenmeyi sağlamak için erkek incirin meyvelerinden bir ipe dizilerek meyve vermesi beklenen incir ağacına asılan döllenme inciri. |
tipi |
: |
Erkek incirin meyvesi. |
tipi tipi oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. TİPİ TİPİ OYUNUToprağa yaklaşık otuz - otuz beş cm aralığında paralel çizgiler çekilir. Yaklaşık beş altı cm.lik dikdörtgen düzgün bir taş olur. Oyuncular sırayla bu taşı ayaklarıyla çizgilerin üzerine gelmeyecek şekilde ittirir. Oyuncunun ittiği taş çizgide kalırsa yanar ve kazanamaz. Çizgilerde kalmadan oyunu tamamlarsa kazanmış olur. (Uğur Bilgici, Osmaniye / Bahçe Halk Kültürü Üzerine bir Araştırma Konulu Yüksek Lisans Tezi, Osmaniye Korkut Ata Üni., S.B.E., TDE., ABD, Osmaniye, 2018, s.169) |
tir |
: |
Tarla kıyılarını belirlemek için yapılmış toprak set. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tireki |
: |
Tiryaki. “Cuvarayı bıraktıktan sonra her gün ot ata ata otun tirekisi oldu çıktı başıma.” |
tirem |
: |
Killi ve çorak toprak. |
tiremek |
: |
Ayakta tutmaya çalışmak. |
tirendaz |
: |
Hiçbir şeyi dert edinmeyen kimse. |
tirendiz |
: |
Terim, titiz. |
tirgek |
: |
Çadırın, evin direği. |
tirik |
: |
Sincap. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tirikgalle |
: |
Sincap. |
tiril |
: |
Çizgili bez. |
tiril tiril |
: |
Tertemiz. |
tirindiz |
: |
Titiz. |
tirinim |
: |
Tempo, hava. |
tirink |
: |
Madeni paranın çıkardığı ses örneksenerek peşin, peşin para anlamında kullanılan bir sözcük. “Hemen şimdi bana sekiz bin lirayı tirink vermezseniz… topraklarımdan çıkınız.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
tirink para |
: |
Peşin para. “Tirink para, otuz beş lira.” |
tirit |
: |
Güçsüz yaşlı kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tiriviri |
: |
Önemsiz, tırıvırı. |
tirkemek |
: |
Aralıksız, arkası arkasına getirmek, ulamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tirkenmek |
: |
1. Ardına düşmek, izlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Birbiri arkasına bağlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 3. Art arta sıralanmak, tek sıra denebilecek bir biçimde birbiri arkasında yer alıp hareket etmek, yürümek ya da uçmak. “Turna katarı gibi ardardına tirkenmiş bir katar döngeleyi de Terkeç dağına doğru göğe ağarken gördüm.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
tirki |
: |
1. Bakırdan yapılmış hamur leğeni. 2. Küçük bakır leğen ya da büyük yemek kabı, karavana. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tirlek |
: |
Durgun akan suyun eniş yere gelince hızlanarak akması, akıntılı. |
tirlemek |
: |
Çabucak gitmek, bir kimsenin yanından hızlıca geçmek. |
tirohos |
: |
Küfür olarak, aşağılamak için kullanılır. |
tirşik |
: |
Doğada kendiliğinden yetişen, pancara benzer, ancak pişirilince yenebilen, çiğ olarak kesinlikle yenilmeyen, çorbası yapılan bir ot, yılanotu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tirşik (Andırın usulü) |
: |
Yöresel bir lezzetimiz. “Malzemeleri: 2-3 kg kadar tirşik pancarı 1/2 kâse dövme 2 su bardağı yoğurt 1 kg un l baş sarımsak Yapılışı: Tirşik yapımına uygun yıkanmış taze pancarlar, ince ince, tütün gibi doğranacak ve büyükçe bir tencereye yerleştirilecek ve tencereye en azından eli yakacak şekilde ısıtılan su ilave edilecektir. Pişirme işlemi yapılacak kazanın içerisine pancarla birlikte döğme, tarhana, nohut veya daha önce pişirilen tirşik suyu konacak ve tirşiğin üzerini tam kaplayacak şekilde un eklenecektir. Kazanın üzeri, hava almaması için iyice kapatılacak. Kazan içerisine bu şeklide bastırılan tirşik, ekşimesi için sıcak bir ortamda (sıcak soba yanı veya ateşli olan bir ocakta, tercihen sıcak kül üzerinde) yaklaşık 12 saat süre ile bekletilecek. Kıvamında ekşimesi için tirşik bastırılan tencerenin üstüne tirşiği hazırlayan kişi hırkasını koyar ki tirşik kıvamında ekşisin. Pişirme işlemi odun ateşi ile yapılırsa tirşik daha lezzetli olacaktır. Pişirme işlemine başlamadan önce üzerine konan un tamamen toplanır ve daha sonra kullanılmak üzere ayrı bir kaba alınır. Pişirme işlemi ilk konan su çekilinceye ve kazanın tabanı tutuncaya kadar devam etmeli, suyu azaldığında tencereye kaynatılmış su eklenmeli ve bu arada tuz ilave dilmesi unutulmamalıdır. Kazanın tabanı hafiften tutuncaya kadar yine pişirme işlemi devam edecek. İkinci pişirme işleminden sonra kaynatılmış su ilave edildiğinde pişirmeye başlama esnasında üzerinden alınarak bir kaba konan un bu aşamada tekrar pişmekte olan tirşiğin üzerine eklenip iyice karıştırılmalıdır. Bu arada döğülmüşsarımsak eklenecek, pancar istenilen kıvama ve koyuluğa gelinceye kadar pişirilip servise hazır hale gelecek. İsteğe göre sıcak veya soğuk olarak yenebilir. Yanında illa bulgur pilavı ve yufka ekmek olmalıdır. Afiyet olsun.” (Hacer Çınkır, Andırın/Alınoluk Köyünden Büyük Müftü lakaplı Abdullah Doğan ve Emiş Doğan’ın kızı, 1942 doğumlu) |
tisginmek |
: |
Tiksinmek. |
tiske |
: |
Fiske. |
titi |
: |
Başı koniye benzeyen bir tür yayla kuşu. |
titirti |
: |
Titreyiş, titreme. “Valla dedi. Avradı şöğle galdırıverdimidi dedi. Cambaz gızı dedi. Öldü, öldü dedi. Galdırıverişin tansiyonu düşmüş. O zaman dutduyudu bir titirti geçmedi dedi.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
tivmek |
: |
Hızlı bir şekilde gitmek. |
tiyara |
: |
Uçak, teyyare. “Hak nasip etse de bir bade içsem Feda olsun canım serinden geçsem Bir tiyara olsam havada uçsam Çevir Maltepe’yi yan ala gözlüm” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Bedevi Böke’nin Ağıdı, Derleyen: Hikmet Böke, Kaynak Kişi: Gülseren-Nuri İlhan) |
tiyare |
: |
Uçak. |
tiyatura |
: |
Tiyatro. “Bu hanlardan, Gıcıların Hanı, olarak bilineninde yirminci asrın başlarında bir meyhane varmış ve kanto gösterilerinin bile yapıldığı bir tiyatura faaliyet göstermiştir.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
tiyek |
: |
1. Üzüm kütüğü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Üzüm bitkisinin yaprağı, asma yaprağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Bakmayın şimdi beton evlerin her tarafını taladığına. O zamanlar bahar geldiğinde çiçeğe ve yaprağa duran ağaç ve üzüm tiyeklerinin yeşilliği, taze bellenmiş bağ toprağının kızıllığı ve dağın bozdan kahveye çeşitli renkleriyle oluşturdukları armoniyi, Ceyhan nehrinin öte tarafından bile seyretmeye doyum olmazdı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ti:ze |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; teyze. |
tizer |
: |
(Farsça tizper sözcüğünden bozma) Çabuk giden, hızlı uçan anlamında. |
tiziklemek |
: |
Kaçmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tizmek |
: |
Tezmek, guruptan yanlışlıkla ayrılmak. “Heç güldü mü şu dünyada gelenner? Dört kişi dünyaya hakim olannar Süleyman’dan tahtı tacı alannar Yüksüğünden iki tizer akdırmadı mı?” (Andırın’dan Osman Akıllı) |
tolörans |
: |
Hoşgörü. |
tobkada: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; te bu kadar. |
tobrak |
: |
Toprak. “Odaya sererler hasır Mencilisde sözü cesur Ne edeyim Hatun anam Gara tobrak aldı esir” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kara Mehmet Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
tobuk |
: |
Çorak yerlerde biten bir çeşit ot.(TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tobuz |
: |
(Saç vs. )Topuz şeklinde olması. “Tobuz tobuz narlı başım Saraltını ağ guruşum Gıyma Gadir Mevlam gıyma Bundan artı yok gardaşım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Topuz’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Fatma Bakacak) |
toç |
: |
Sınır. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
toççu |
: |
Değirmeni işleten kişi ya da değirmen işçisi. |
todanlık |
: |
Rahatlık, durgunluk, dinginlik. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
to:ga |
: |
Dövme buğday ve ekşi ayranla yapılan bir çeşit çorba. |
togdur |
: |
Hekim, doktor. |
toglamak |
: |
İkinci çapalamada salatalık, biber, domates vb.bitkilerin sadece kök çevresini çapayla kabartmak. |
togsunmak |
: |
Doymak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
toğa |
: |
Yoğurtlu yarpuz. |
toğka |
: |
Yoğurtlu bulgur çorbası. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
toha |
: |
Yüzük, toka. “Dikiş yüssü:, cıncık-boncuk, inne-iplik, don lasti:, mahas, ilik, gasnak, lambalara fitil, löküslere köynek, toha, hamam tası, kese, darak, melefe inesi, melefe ipli, oyaynan nahış ipli, çıt çıt, hohu, cır cır, çorap, dınnak mahası, bürgü, şeş, ilmeçer, yemeni… satan bir çerçi duysanız, burnunuzun direği sızlamaz mı?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
tohaç |
: |
Kirli çamasıra vurmaya yarayan ahşap tokmak, çul yıkamaya yarayan kalın ahşaptan sopa. “Kekeç kızı kişiye istemişler, anası: - Kızım güccük, daha ne don yumasını bilir, ne de ekmek açmasını demiş. Kızın gelin olmaya gönlü varmış, kız da şöyle demiş: - Ekmek olmazsa kömbe olsun, tap tap edey, şap şap edey yeyik. Don yumie na vay? Çal sabını, vuy tohacı, sıg sıg koy.” (Hacı Ali Özturan, Maraş Merkez Ağzı, Ukde Kitaplığı, Kahramanmaraş 2009) |
tohafsınmak |
: |
Yabansımak, tuhafına gitmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tohanmak |
: |
Dokunmak. |
tohdur |
: |
Doktor. |
tohmalamak |
: |
Haddinden fazla yiyip şişmek; şişip ölmek (hayvanlar için). |
tohna |
: |
Kıskanç, birini çekmeyen. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
toht |
: |
Tasma. |
tohulluk |
: |
Toyluk, çocukluk, bilmemezlik. |
tohumgavıt |
: |
Düğün için süslenmiş koyun ya da keçi. “Üzerine ciltlerce kitap yazılsa yeri olan bir sözcüktür tohumgavıt. Tek başına yüksek lisans tezine konu olacak kadar güçlü bir kelimedir o.” |
tohumgavut |
: |
Düğün için süslenmiş koyun ya da keçi. |
tohumkavut |
: |
Oğlan evinden kız evine yollanan armağan. Daha çok, koyun, keçi vb. şeyler. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
tok |
: |
1. Yumak. 2. Dokuma ipleri için kullanılan ölçü birimi. 3. Köpeklerin boğazına takılan demirden koruyucu halka. |
toka |
: |
1. Kemerin iki ucunu birleştiren madeni parça. Munbuç'un kapısı altun tokalı Kimse yaptırmamış felek yıkalı Ulu şadırvanlı çatal birkeli Kastalında abdest alanlar hani Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.454 2. Yemliklere hayvanı bağlamak için takılan demir halka. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tokaç |
: |
Kirli çamasıra vurmaya yarayan ahşap tokmak, çul yıkamaya yarayan kalın ahşaptan sopa. |
tokalak |
: |
Lahana. |
tokanak |
: |
Tuzağa düşülen yer. ”Eşşek tokanağa birken uğrarmış.” |
tokanmak |
: |
Tesir etmek, dokunmak, gücenmek. |
tokat |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; bahçe kapısı. |
tokdur |
: |
Doktor. “Zalım yara ciğerini haşlamış Duydum tokdur hançerinen işlemiş Kötü cerrah tedaviye başlamış Hak gabil ederse gurbanım babam” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
toklu |
: |
Altı aylıkla bir yaş arasındaki kuzu. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tokmak |
: |
Ucu topuzlu sopa. “Yayladan tokmak indirdim Dögmesin döğdürrüm diye Gutnudan asbab kesdirdim Öznesini öğdürrüm diye” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Göğüs) |
tokmakan |
: |
Semizotu. |
toktor |
: |
Doktor. “Hastananın dış gapısı Baksın toktorun hepisi Getirin ki yeleğini Var mı yavrumun kokusu” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Feridun’a ve Hatice’ye Ağıt, Derleyen: Caner Özarslan, Kaynak Kişi: Musa Şahan, Sonay Saygı) |
toktur |
: |
Doktor, tabip, hekim. “Eşiliyor çifte mezer Size de uğramış nazar Toktur geldi soru yazar Cevebini verin guzum” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
tokucak |
: |
Bölgede çamaşır yıkarken kullanılan saplı ucu enli ağaç, tokaç. |
tokuç |
: |
Kirli çamasıra vurmaya yarayan ahşap tokmak, çul yıkamaya yarayan kalın ahşaptan sopa. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tokuçlamak |
: |
Çamaşırı tokmakla (tokaçla) dövmek, tokaçlamak. |
tokurdak |
: |
Davar ya da köpeklerin boynuna takılan çan. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tokuşmak |
: |
Vuruşmak. |
tokya, tokyo |
: |
Plastik ya da kauçuk terlik. “Yazın geldiğini tokyo geymiye başlamamızdan anlardım.” |
tola |
: |
Yünü ya da kılı alınmış ham deri. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
tolama |
: |
İş önlüğü, enli, uzun dikdörtgen biçiminde, genellikle karşılıklı köşeleri ya da iki dar yanı işlemelerle bezenmiş bir tür başörtüsü, başlık yerine başa dolanmış bez. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm.) |
tollamak |
: |
Derlemek, toplamak. |
tolu |
: |
1. Koyun dışkısı (benzetme). 2. Dolu. |
toma |
: |
Domates. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tomafil |
: |
Otomobil. |
tomarmak |
: |
Domurmak, tomurcuklanmak, şişlik oluşma, çıkıntı meydana gelmesi. |
tomartis |
: |
Domates. “Tomartisi kökten sürmüş Baldırcanı yere sermiş İnkâr etme Meherl’oğlu Gara Fakı evden görmüş” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kabağın Ağıdı, Kaynak Kişi: Hacı Ahmet Temiz (Kaymakam)) |
Tomarza tosunu gibi |
: |
Sağlıklı, besili. |
tomas |
: |
1. Domates. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Çoban. 3. Kaymaktan yapılan bir çeşit tulumpeyniri. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
tomatis |
: |
Domates. |
tomatos |
: |
Tomatis, domates. |
tombak |
: |
1. Toparlak, küre. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) 2. Tombul. |
tombak tombak |
: |
Top top, topak topak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tombalabaşşak |
: |
Takla atmak. |
tombik |
: |
Şişmanca, tombul. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tombu |
: |
Gonca, tomurcuk. |
tombustan |
: |
Lağımlarda yaşayan kınkanatlılardan bir böcek, bokböceği. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tomgavıt |
: |
Oğlan evinden kız evine yollanan armağan. Daha çok, koyun, keçi vb. şeyler. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
tomku |
: |
Asık yüzlü. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tomlu |
: |
İyi, güzel. |
tomofil |
: |
Taksi, otomobil. |
tomşurmak |
: |
Küsmek, surat asmak. |
tomur |
: |
Katı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
Tomus |
: |
Temmuz, yılın en sıcak günleri. “Ciğerlerim delik delik Tomus’da da gülüm soluk Ağ duvaklı gelin gızım Var mı bunun gibi ölük” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
Tomus gozu |
: |
Temmuz ayında yetişen ceviz. |
Tomus’ta kalmak |
: |
Sıcaklar başladığı halde yaylaya gidememek, sıcak günleri sehelde geçirmek zorunda kalmak. |
tomuşmak |
: |
Çok üşümek. “Ağustos ayında Meyremçil Beli’nde sırtımda parka olduğu halde üşüdüm. Üşümekten çok öte tomuştum.” |
tomuzlan |
: |
Hayvan pisliklerinde yaşayan siyah böcek. |
tonç |
: |
Yaban domuzunun yuvası. |
tonel |
: |
Tünel. |
tongaya düşmek |
: |
Oyuna gelmek. “Tongaya düştüm.” |
tontoloş |
: |
Tombul, sevimli, güzel. Çocuklar için sevgi belirtir sözcük. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tonuk |
: |
Nişan. Hediye alıp vermek veya nişan alıp vermek. |
tonuklaşmak |
: |
Karşılıklı elbiseler yapıp donanmak. |
tonuz |
: |
Tuğla ve harçla örülmüş tavan. |
to:m |
: |
Tohum. |
to:nak |
: |
Harap, perişan, darmadağınık, yıkık. |
to:nak olmak |
: |
Dağılmak, yıkılmak. |
top |
: |
1. Bir çok şeyin hepsi. Ustalar yapar da her şeye yapı Yanımda olsa güzellerin topu Kadan alsın güzellerin hepisi Güzellerden sıdkım sıyrıldı gönül Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.480 2. Yığın, küme. Koltuğuna almış bir topça cüzü Ciğerime battı nazlımın sözü Cennet'ten mi çıktın kahpenin kızı Boğum boğum kınalanmış sürmeli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.446 3. Toplu, toplanmış saç vb. şeyler. Al yanaktan akan ballar sanırdım Top kara zülfünü teller sanırdım Daha evvel değmez eller sanırdım Burcu burcu kokar idin bir zaman Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.522 |
top olmak |
: |
Bir araya gelmek, toplanmak. Yüce dağ başında can otu biter Bir zalim geldi de ölümden beter Seyfîsi top olmuş kuzusu öter Çekilmez elvanı nazı dağların Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.539 |
top perçemli |
: |
Top top bağlanıp alına sarkıtılan saç. Karac’oğlan der ki çöktüm oturdum Bağ bahça diktim de meyva yetirdim Alnı top perçemli yavru yitirdim Bir köşende kaldı gümanım dağlar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.578 |
top saydırma oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. TOP SAYDIRMA Genelde erkek çocukların oynadığı oyundur. Mahallede oynanan oyunlardandır. Önceden bir sayı belirlenir. Çocuklar topu dizlerinde, ayakuçlarında saydırırlar. Belirlenen sayıyı önce kim tamamlarsa oyunu o kazanır. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 222) |
top top olmak |
: |
Bölük bölük. Balta değsin ormanların kurusun Gazel olsun yaprakların çürüsün Top top olsun geyiklerin yörüsün Avcıların avın alsın peşinden Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.519 |
top tüğmek |
: |
İki ayağı birleştirerek hızlanmadan, olduğu yerden atlamak. |
top yanak |
: |
Topluca, dolgunca yanak. Sevdiğim seher yeli kokun getirir Al güllere misal top yanakların Âşıkın gönlüne nice gam verir Dermansız hastaya hap yanakların Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.539 |
top zülüf |
: |
Toplanmış, bir araya getirilerek bağlanmış saç. Oturaydım nazlı yârin dizine Doyup usanmadım şirin sözüne Taramış zülfünü dökmüş yüzüne Top zülüfler ablak yüze uygundur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.618 |
topaç |
: |
1. Çevresine altın dizilmiş kadın fesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Çok ıslak, her tarafı ıslak. 3. Yayıktan çıkan tereyağı gibi top haline getirilmiş. |
topaç oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. TOPAÇ OYUNU Tek kişiyle veya grup halinde oynanan topaç oyunu için ilk olarak yere bir daire çizilir. Ardından 1-2 m. ipin bir ucu parmağa düğümlenir ve diğer ucu da topacın „‟kopuza‟‟denilen kısmından yukarı doğru sarılır. Atılan topaçlar dairenin içinde dönmek zorundadır. Topacı daireden çıkan oyuncu yenilmiş sayılır ve oyun sona erer. Bazen de kimin topacı en çok dönerse o oyunu kazanır. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 223) |
topaġulaḳ |
: |
Taneleri yuvarlak bir cins zeytin. |
topak |
: |
1. Biçimli, düzgün. “Güzellerin sarayına varmalı El bağlayıp divanına durmalı Kırmızı önlüklü altın burmalı Ağ elleri topak olur güzelin” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ., İstanbul, 1984)
Dostumun yaylası kayalı taşlı Bakamam gerdana gözlerim yaşlı Bir topak perçemli bir hilal kaşlı Uyandırman kömür gözlüm yorgundur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.619 2. Yuvarlak, küre biçiminde. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) 3. Yassı olmayan. 4. Hezeni destekleyen ağaç parçası. 5. Yuvarlak, dolgun. “Şimdiden sonra topak bacım Ne yapacam bilirim Eniştemi tek ağlatmam Bacım çekilir gelirim” (Belgin Elgün, Adana-Ceyhan, S. 56) |
topal kız oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir köy seyirlik oyunu. TOPAL KIZ OYUNUDüğünlerde, özellikle kına gecelerinde oynanan diğer bir oyundur. Yine bununamacı da halkı eğlendirmektir.Topal Kız oyunu da düğünlerde, kına gecelerinde halkı eğlendirmek içinoynanan oyunlardan biridir. Oyun iki kişiyle oynanır. Önce kadın kılığına girecek birerkek bulunur. Daha sonra bu erkeğe kadın şalvarı ve gömlek giydirilir, başına bir eşarpbağlanır. Bu kişi Topal Kız olarak adlandırılır. Topal taklidi yapabilmesi için bu kişiyebir baston verilir.Topal kız müzik eşliğinde meydanda bastonuyla oynar. Oynarken komikhareketleriyle çevredekileri güldürür. Daha sonra erkek meydana girer ve Topal Kız’ayaklaşır. Kıza kur yapıp onun gönlünü çalmaya çalışır. En sonunda gönlünü eder ve onukucağına alıp meydandan çıkar ve oyun sona erer. Oyun genellikle sessiz ve komikhareketlere dayalı olarak geçer. (Mehmet Ali Yılmaz, Aladağ Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üni. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.483 - 484) |
topalag |
: |
Toplu, tombul. |
topalak |
: |
1. Ceviz büyüklüğündeki yumru kökü yenilen bir çeşit bitki. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Etine dolgun, kısa boylu. 3. Yuvarlak, küre biçiminde olan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) Karpuzun küçüğü için de denir. |
topalak çorbası |
: |
Bulgur, salça, dövülmüş et vb. diğer malzemelerle yoğurulup avuç içerisinde misket büyüklüğünde yuvarlak şekiller verildikten sonra bir müddetdinlendirilip yapılan çorba. |
topan |
: |
Bakırdan yapılan büyük tas. |
topar topar |
: |
Top top, yuvarlak yuvarlak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
toparlak |
: |
Yuvarlak. |
toplak |
: |
Kalabalık. Bizim yayla toplak toplak Gaşı gara, yüzü aplak Ömer Beyimi alışın Doydu m’ola gara toprak Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.169. |
toplayıcı |
: |
Deşirici, dilenci. |
toplu |
: |
Bir tabanca çeşidi. |
toprak ekmek |
: |
Ekin ekmek. |
toprak bastı parası |
: |
Çukurova’nın arka bahçesi Toroslar’da geleneksel düğünlerde oğlan evinin kız almaya giderken kız evinin köyünün sınırına girildiğinde köy gençlerine verdikleri para. |
toprak ekmek |
: |
Ekin ekmek. Tapıyı alabilseñ ağaç dikeriñ, dāş dikeriñ, toprak ekeriñ, malımı otladırıñ. |
topuç |
: |
Ezildğinde, tutkal gibi yapıştırıcı olabilen, soğanlı bir bitki. |
topuğu kıllı |
: |
Aşağılamak için kullanılır. “Topuğu kıllı bir dağlı.” |
topuk çalmak |
: |
1. Ayağını içeriye basan insan ve hayvanların ayak burunları ile topuklarına vurmaları. 2. Akılsızca konuşmak. |
topuk havası |
: |
Hareketli türküler. |
topukluk |
: |
Bataklıkta yetişen bir ot. |
topuz arpa |
: |
Başağı dört ya da beş sıralı iyi cins arpa. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tor |
: |
1. Yeni yetme, toy, acemi ve eğitilmemiş evcil hayvan. “Yavrımın öldüğü gece Yağmır yağdı sular daşdı Bir tor şahanım vardı Gafesi gırdı da gaşdı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
“Biz ‘aman Allah’nan’ tor öğretiyok, sen kuyruğuna çalı kıstırıyoŋ.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. 2. Uçkur ya da kemer. “Eskiden çobanların kıldan yapılmış uçkur ya da kemerine tor denirmiş.” 3. Fanila, çorap vb. giysilerde vücudu saran lastik örgü. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 4. Başörtüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 5. Çam ağacı. 6. Ufak, çaylak. 7. Dost, arkadaş, güzel, göz alıcı. “Ey tor mavı donlum geçemem senden Ölmeyince ayrılır mı can tenden Kızlarla tor olmuş kaçarsın benden Yüzünü bir bana döndür aradan” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
tor balaban |
: |
Doğan cinsinden aptalca bir kuş. |
tor maya |
: |
Genç, dişi deve. |
tor taylak |
: |
Yetişmekte olan deve yavrusu. “Engininden yükseğine çıkılmaz Kaplan girse meşelerin sökülmez Kumaş yüklü tor taylağın çekilmez Evleri sürgüne gitti yaylanın” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
torak |
: |
Çam fidanı. |
toraŋı |
: |
Genç ağaç, fidanlık dönemini aşmış genç ağaç. |
toraşan |
: |
Dokuz, on, on iki yaşlarında çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
torba takma |
: |
Atları yemlemek. |
torbalamak |
: |
Hamile koymak. “Karatepelileri nüfus kütüğüne yazmaya başladıkları zaman, birer ikişer gidip kayıt olmaya başlamışlar. İçlerinden birkaç yıllık evli bir genç de kendini yazdırmak için kasabaya gitmiş. Nüfus Dairesine varmış. Memur sormuş: - Oğul senin karın var mı? - Var… - Çocuğun? - Var… - Kaç tane? - Bir kucakta,birinide yeni torbaladık - Peki karını bakire mi aldın yoksa seyyibe mi? Karatepeli birden hiddetlenmiş ve bağırıp çağırmaya başlamış. - Ulan sen benim namussuz olduğumu ne bildin? Benim karım ne Bekir’in ne de Seyid’in, kendi öz malımdır. Etrafındakiler gelerek, Karatepeliyi susturmuşlar ve memurun ne demek istediğini anlatmışlar. Bunun üzerine; - Neden karın dul mu kız mı deyivermiyor da Bekir’in mi, Seyid’in mi diyor. Vallaha başka biri olsa boğuverirdim demiş. (Yeni Adana Gazetesi, 31.12.1934, Sayı: 3808) |
torbo:nu |
: |
Torba unu. |
torç |
: |
İşe yaramaz nesne, küspe. |
torlak |
: |
Acemi, genç ve beceriksiz hovarda. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Besleyim şekerle sizi bal ilen Donadam başınız torlak al ilen Boğum da parmaklar kınalar ilen Al, yeşil kökele benzeyen kızlar” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
torlamak |
: |
Derleyip toplamak, düzenlemek anlamında derlemek sözcüğüyle birlikte kullanılır. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
torlanıp toplanmak |
: |
Toplanmak. Yettiği ǥadar torlanıp toplandıḳ geldiler. |
torlayıp toplamak |
: |
Toplayıp bir araya getirmek. “O geline dedim güzeller ağı Senin için dolandım karlı dağı Alayım da sana altun saç bağı Torla topla ince bele sar gelin” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
torp |
: |
Yel almayan, karın çok biriktiği kuytu yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
torpak |
: |
Toprak. “Torpağı bol olsun ırahmatlık çok eyi bir insanıdı.” |
tort |
: |
1. Yağ, vb. tortusu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Peynir suyundan yapılan çökelek. 3. Suyu alınmış meyve veya sebze posası. “Hortakalın tortu kalmış.” |
tortosun |
: |
Acemi tosun. |
tortul |
: |
Danaburnu. |
tortusun gibi gerneşmek |
: |
Yeni doğmuş tosun gibi gerilmek. |
tortuş |
: |
Üzüm ağacının kökü, odunu. |
tortuşmak |
: |
Korkuyu atmak, alışmak, yatışmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
toru |
: |
1. Fidan. 2. Parlak, temiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Bu kitap ne kadar toru. |
toru, toruk |
: |
1. Ağaç tepelerindeki körpe filiz. 2. Çam ağacının küçük hali , bir metre boyunda olduğu zaman. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
toruk |
: |
1. Genç ağaç. 2. Çam ağacının küçük hali , bir metre boyunda olduğu zaman. |
tosak |
: |
Eskiden deveme (topaç) yapılan sert bir ağaç. |
tosarmak |
: |
Surat asmak. |
tosba |
: |
Kaplumbağa. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
tosbağa |
: |
Kaplumbağa. |
tosbağabağırsılığı |
: |
Kahkaha çiçeği. |
toscu |
: |
Değirmen görevlisi, değirmen uncusu.Değirmende buğdayı devlibe koyan ve un olma sürecini takip eden görevli. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Buğdayı değlipe boşaltmak elele tutuşup elleşerek olur. Öğütülüp un olunca da toscu denen değermenin uncusu ile gene birlikte çuvallara doldurulurdu.” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
tosdalak |
: |
Şişman, tombul çocuk. |
tosġaba, toskaba |
: |
Kaplumbağa. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
toslak |
: |
Genç öküz. |
tosmalak |
: |
1. Kalın ve küçük odun parçası. Küt ve kısa olan. 2. Yaşından iri, gürbüz çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tosmarık |
: |
Asık suratlı kimse. |
tosmarmak |
: |
Somurtmak, surat asmak. |
tosmuk |
: |
1. Ağaç, kütük. 2. Kaplumbağa yüzlü, yuvarlak çirkin hatlı kişi. “Vurup da Ceyhan’ı geçmiş Tosmuğun içine düşmüş Beli kırık Boz Omar’ım Her öğdükçe kanlar kusmuş” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
tosnamak |
: |
Darılıp surat yapmak, somurtmak, küser gibi yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tossak |
: |
İşlenmeye elverişli, kaşık yapılabilen bir çeşit ağaç, şimşir ağacı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Bir tossak bul, bir kaşık yapalım. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tossaklamak |
: |
Soymak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tostuk |
: |
Hafif toplu, irice bir kişi. |
tosunlar da tor galdı |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.Tosunlar çift sürmek için eğitilir, eğitilen tosun, öküz olmuştur; eğitilmemiş tosunlara tor denir. Tosunun tor kalması demek, tarlaların o yıl sürülememesi dolayısıyla ekilmemesi yani boş kalması demektir. |
tosurdanmak |
: |
Kendi kendine söylenmek, homurdanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) Bölgemizden bir fıkra: TOSURTU “Eskiden Erdemli‟nin köyünün birinde bir adam varmış. Bunun hanımı çok konuşurmuş. Her gün: “Bana bir yoldaş getir. Şu işlerin ucundan bir tutsun. Bana yardım etsin.” diye söylenirmiş. Bu uzun bir süre böyle devam etmiş. Adam dayanamamış: “Yeter artık, şunu bir deneyeyim. Gerçekten üstüne eş istiyor mu?” demiş. Çadırlarının önünde bir haraç ağacı varmış. Ağacın gövdesi yerden yarım metre yukarıdan kesikmiş. Adam hanımının elbiselerini bu ağacın gövdesine giydirmiş. İki tane çalı ile kol yapmış. Büyük bir taştan kafa yapmış. Başına da bir çalma2 örtmüş. Eskiden dereye çamaşır yıkamaya gidilirmiş. Bu kadın da dereye çamaşır yıkamaya gitmiş. Hava kararmaya yakın, kadın çamaşırdan gelmiş. Çadırın önüne bir ateş yakmış. Bir taraftan yemek yapar, bir taraftan da: “şimdi bana bir tane yardımcı getirseydin akşama kalmazdım. İki kişi çamaşırı yıkardık” dermiş. Adam da: “Sen isteyince getirdim hanım. Bak çadırın ilerisinde duruyor.” diyerek haraç ağacından yaptığı kadını göstermiş. Adam hanımına: “Senden korktuğu için gelemedi, git getir” demiş. Kadın az ileri gitmiş. Belli belirsiz başı çalmalı bir kadın gözüküyor. Bakmış bakmış hiçbir şey yapmadan geri gelmiş. Adam sormuş: “Ne oldu hanım? Yoldaşını niye getirmedin?” demiş. Kadın: “Tosurtusundan yanına varıldığı yok ki.” demiş. Adam iyice sinirlenmiş: “Haraç ağacı tosurdar mı bakayım.” demiş. Kadına bir güzel kızmış. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s.81) |
tot |
: |
Tasma. |
totaba |
: |
Yağcı. |
totabalık yapmak |
: |
Yağcılık yapmak. |
totçu |
: |
Değirmeni işleten kişi ya da değirmen işçisi. |
tovga |
: |
Yöresel bir yemek türü. |
toy |
: |
1. Acemi, yavru. “Keklik gibi taştan taşa sekersin Toy kuş gibi geri dönmüş bakarsın Beni görsen kaşın gözün yıkarsın Gül kara zülfüne kurban olayım” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) 2. Kazdan büyük yabani bir kuş. Keklik gibi taştan taşa sekersin Toy kuş gibi geri dönmüş bakarsın Beni görsen kaşın gözün yıkarsın Gül kara zülfüne kullar olayım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.492 3. Henüz yetişmemiş, küçük. “Kahpenin kızı da ne tez büyüdün Geçen gördüm şu düğünde toyudun Ağlayan yiğidi ne şekl avudun Avutmasın bilmez daha yalvardır (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
toy gitmek |
: |
Yetişmeden, öğrenmeden, acemi olarak gitmek. “Kız senin elinden düştüm ben yasa Çekildi bülbüller kalmadı tasa Dönüp koyamadım altun kafese Benim yârim öğrenmeden toy gitti” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
toybuk |
: |
Bir cins kuş. |
toydaş |
: |
Akran. |
toyga |
: |
Çeşitli tahıllarla ayran ve yoğurtla pişirilen çorba. Toy, düğün çorbası. |
toygun |
: |
Kabadayı, görkemli. “Elimi cebime soktum (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
toylatmak |
: |
Toy kuşunu avlamak. “Karac’oğlan der ben toylatamadım Arab ata binip boylatamadım Küstürdüm dilberi huylatamadım Dilberi küstüren diller perîşan” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
toytoklu |
: |
Toykuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
toz |
: |
Ahırlar temizlendikten sonra, hayvanların üstüne pislik bulaşmasın diye ahırın tabanına serpilen gubar (ince toprak) ve ince saman karışımı madde. |
toz vurmak |
: |
Toz kaldırmak. Dumanı göç eylemiş düzmüş bir gater Şahin girmiş arasına çığrışır öter Müşteri olana telini satar Yavrı şahin heybetinden toz vurup gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.589 |
tozak |
: |
1. Saz, kavak, kamış, hasırotu gibi bitkilerin pamukçuklarına verilen ad. “Berdilerin tozakları gün ışığı gibi ışık saçarak dökülürdü sulara.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Tozalım. “Ağrı’nın da yeri uzak Aramıza gurmuş tuzak Ne yapıyım birici’im? Kar olup yanına tozak” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askere Giden Musa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayşe Temiz) 3. Duvak. 4. Güneyde Türkmenlerin kız ve gelinleri, tavuk tüylerini boyayarak başlarına takarlar, onun ismine “tozak” denir. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Tozak takılırken şu mani söylenir: Yel vurur kozak oynar Başında tozak oynar Ben yarimi ne yaptım ki O benden uzak oynar Bu tozak, köy kadınları tarafından saatlerce hazırlanarak yapılır. Bu tozağı takan kızların kısmetinin açılacağına, tozağı takan gelinlere ise uğur getireceğine inanılır” (Ali Rıza Yalgın, Cenup’ta Türkmen Oymakları 1997) |
tozakmak |
: |
Saz, kavak, kamış, hasırotu gibi ağaçlardan pamukçuklar uçuşmak. “Uzun, mor bataklık kamışları, tepeleri tozakmış, esen yel bu kalın, mor kamışları sonuna kadar yere yapıştırıyor.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
tozcu |
: |
Değirmeni işleten kimse ya da değirmen işçisi, değirmenci çırağı. |
tozmak |
: |
Savrulup uçuşmak. Yükseğinin karı tozar Engininin köyü mezar Göğsü alca kaplan gezer Avcı olup al olma mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.422 |
tozzak |
: |
1. Çok temiz ve bembeyaz (çamaşır için) 2. Sorguç biçiminde tüy. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
töbe |
: |
1. Hiç yok, hiç kalmamış. 2. İkileme olarak kullanıldığı zaman ben yapmadım, bilgim yok anlamı verir. 3. Tevbe. “İşte geldim anam ebem (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
töbe bismillah |
: |
Yahu yok, öyle değil anlamında bir deyiş. |
töbe mi |
: |
Bir daha yapmayacağına söz veriyor musun? “Töbe mi?” |
töbeletmek |
: |
Tevbe ettirmek. “En sonunda burıya bir daha gelmemeye töbelettirecên bana.” |
töde |
: |
Saman yığını, yığın. |
töğbe |
: |
Tevbe. “Habar verin obamıza Devam edek töğbemize Selam salak babamıza Anamınan bacılarım” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
töğmek |
: |
Atlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Bugün bir hendekten töğdüm. |
töğmeken |
: |
Semizotu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
töğsül |
: |
Serçe. |
töhmekan |
: |
Semizotu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
töhmelemek |
: |
Denelemek, çok yiyip hazmedememek. |
tök |
: |
1. Aşığın sırtı. 2. Hatır gönül dinlemeden konuşan tok sözlü, kaba saba adam. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tökeşmek |
: |
Tökezimek, yıkılır gibi olmak. |
tökezimek |
: |
Ayağı bir şeye takılıp sendelemek, düşer gibi olmak, tökezlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. Osm. İç.) “Onu elinde döngeleyle köyün içinden koşmaya çalışarak, tökeziyerek, düşerek Muhtara gider görenler…” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
töleb |
: |
Dölek, düz. |
tölleşmek |
: |
Yerleşmek. |
töllü |
: |
Uygun, ucuz, elverişli. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tölsüz |
: |
Uygunsuz, ukala. |
tömbek |
: |
1. Böbrek. 2. Ardıç ağacının küçük hali. 3. Küçük toprak yığınları ya da yuvarlak tepecikler, tümsek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tömbeki |
: |
Bir çeşit tütün. |
tömbelemek |
: |
1. Hoplayarak, sıçrayarak koşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Yığınlamak. |
tömberlemek |
: |
Yuvarlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tömbüldemek |
: |
Hızlı hızlı, hoplayarak yürümek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tömeken |
: |
Semizotu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tömelmek |
: |
1. Yükselmek. 2. Vücuttan meydana gelen çıban benzeri iltihapsız şişlik. |
tömelti |
: |
Yükselti. |
tömermek |
: |
1. Yaranın iltihaplanarak şişmesi, kabarması 2. Ortaya çıkmak, dünyaya gelmek. |
tömmek |
: |
Ortaya çıkmak, dünyaya gelmek. |
tömtömü |
: |
1. Birbiri arkasınca giden, birbirini izleyen, arkasından giden kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) 2. İyice yaşlanmış, beli bükülmüş kimse. “Durmuş Ali, o tömtöm haliyle, bir bacağını ta başının üstüne kadar kaldırıp, tek ayağıyla bir acayip oyun oynayacaktır, alem gülecektir.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
tömtömülemek |
: |
(İnsan) İyice yaşlanmak, yaşlanıp beli bükülmek. “Gangıldağa çıkmış, tömtömülemiş eyicene” |
tömtömüleşmek |
: |
(İnsan) İyice yaşlanmak, yaşlanıp beli bükülmek. “Ama Kara İbrahim eski Kara İbrahim değil. Tömtömüleşmiş! Bunamış!” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
töŋge |
: |
Tırpancının iş yaparken ayağına doladığı ot. “Tönge karaoğlun tönge Yenice karıştık cenge Bibim aşçısı oldu da Eşile bindik yenge” (Kaynak: İbrahim Davutoğlu, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 429) |
töŋgelemek |
: |
1.Yokuş aşağı koşmak.(TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. (Kuşlar) Sonbaharda göç etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
töŋgelenmek |
: |
Yuvarlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
töŋgüldemek |
: |
Yürüme ile koşma arası yürümek. |
töraşan |
: |
Yeni yetme. |
töreme |
: |
Soyunun özelliklerini taşıyan. |
töremek |
: |
Artmak, üremek, çoramak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
töremeyesiye |
: |
Doğmayasıca, büyümeyesice. “Töremeyesiye, köklerine kıran dıkılasıcalar, talan etmişler bosdanımı.” |
töremiesice |
: |
Küçük kız çocuklarına sevgi belirtmede kullanılan bir söz. “Töremiesice.” |
törlü |
: |
Uygun, ucuza. |
törslemek |
: |
Kavgaya engel olmak, önlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
törtör |
: |
İshal. |
tös |
: |
Boynunla başın birleştiği yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
töslemek |
: |
1. Birini avutmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Dönmek. 3. Birinin kötü davranışına engel olmak, inandırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
töslük |
: |
Gübre yığılı yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tösmeklik |
: |
Ahır, ya da ahır malzemelerinin durduğu yer. |
töstü |
: |
Serçe büyüklüğünde, göğsü sarı bir çeşit kuş. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
töyle |
: |
Şöyle. |
töz |
: |
Kulak arkası, arka. |
trampa |
: |
Trompet. “Adana’ya vardımıdı Trampalar datlı öter Küçücükten asker ettim Kuzum koğuşunda yatar” (Belgin Elgün, Adana-Ceyhan S. 40) |
trik |
: |
Sincap. |
tubacuk |
: |
Topak. |
tuc |
: |
Tunç. “Halbır’ın da gar’ardıcı Halep’den alıllar tucu Hösüyün’üm düğün gurmuş Acep kim olur sağdıcı” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
tuca |
: |
Tuşa. |
tucca |
: |
Çok kıymetli bir ot. “Kayalarda biter tucca Bacısının adı Hacca Yernik giden anam oğlu Ağzınaça dolu macca” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Mustafa Kıraç’ın Ağıtı, Derleyen: Erol Yıldırım, Kaynak Kişi: İzzet Kıraç) |
tufak |
: |
Bela. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) Allah şu aske:rleri tufaktan saklaya. |
tufan etmek |
: |
Karıştırmak, karma karışık etmek “Görenin aklını ediyor tufan Hatıp dilim dayim okuyor Kur’an Seni hûb yaratmış Hazret-i Mennân Yusuf-i Ken’an’ın belinden misin” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
tuful |
: |
Tıfıl, çocuk. “Yüce dağların gümanı Başında da çok dumanı Babasız gelin eddiler Emmimin tuful gızını” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Mehmet’in Ağıdı, Derleyen: Selçuk Osman Belli, Kaynak Kişi: Fadime Çoban) |
tuğ |
: |
At kuyruğu kılından yapılan ve mızrağa takılan sorguç; Başlığa da takılırdı. “Seherden uğradım ben bir güzele Her ne dedim ise yoğ inen gider Uydurmuş yanına kendi menendin Sandım ki sadrazam tuğ inen gider” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
tuğlu |
: |
Tuğu olan. Altı Arab atlı hem mavi donlu Serdarlar serdarı tepesi tuğlu Şâh Beyazıd ile ölçer boyunu Bu da bir gün kendisine derd olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.621 |
Tuhan |
: |
Tufan. |
tul tul |
: |
Türlü türlü. |
tulamak |
: |
1. Pintişmek, biriyle zorla kavga etmek, elini ayağını bağlamak. 2. Elini ayağını bağlamak, çevresini sarmak. 3. Kaplamak. |
tulkum |
: |
Kısa, şişman. |
tuluḫ |
: |
Şişirilmiş hayvan derisi, tulum. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tuluk |
: |
1. Galaz, deriden yapılma su kabı. 2. Deri yayık. 3. Tulum halinde çıkarılmış keçi derisinden yapılan, içerisine yağ, pekmez vb. konulan şey. “Maraş’lı bağcının tuluk bekmezi (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
tuluk kurusu |
: |
Mat kahverengi ile kiremit rengi arası olup halk arasında hoşlanılmayan bir renk. |
tulukmak |
: |
Hızlı akıntı karşısında herhangi bir maddenin bir ağaç yardımıyla akmaması. |
tulum |
: |
Tuluk, Tulum halinde çıkarılmış keçi derisinden yapılan, içerisine yağ, pekmez vb. konulan şey. “Deliye balta attırma; köyde katran tulumu komaz.” (Andırın Atasözü) |
tuman |
: |
1. Don, şalvar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.)Beyaz bezden, pijama denilen kesimde olan, beli uçkurlu, yazlık bir şalvar çeşididir. Boyu ayak bileğindedir. Şalvar gibi geniş değildir. Ayak uçlarında değişik renklerde işlemeleri vardır.Zubunla beraber giyilir. Adyaman’da giyilen derpe-gras ikilisinin bir çeşididir. 2. Kadınların giydiği şalvara benzer çok bol don. “Kör Moskof getirem seni amana Varırım üstüne saklan tumana Karıştıra seni toza dumana Sinene zehirli bir hançer sokam” (Birinci Dünya Harbi esnasında söylenen anonim bir türküden)
Başına almış bir ince yemeni Aramızdan kaldıralım gümeni Ak topuk üstünde sandal tumanı Boğup gider bir gözleri sürmeli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.444 |
tuman atımı |
: |
Yatsıdan sonra cinsel ilişki zamanı. |
tuman çatı |
: |
İç çamaşırının orta kısmı. |
tumancak |
: |
Bacakları açık, kısacık kilot, don giyen kimse. |
tumarsamak |
: |
Bir şeyi lazım olur düşüncesiyle saklayan kişi. |
tumbak |
: |
Karın. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tumbuk |
: |
Zakkum dalının kabuğunu tümden çıkarıp yapılan oyuncaktüfek. |
tumbul |
: |
Tombul. |
tumkarabatağa dalmak |
: |
Baş aşağı suya dalmak. |
tummaca |
: |
Suya dalma. “Tummaca tumdurmaca oynıyak mı?” |
tummak |
: |
1. Baş da içinde olmak üzere suya batmak, dalmak 2. Yatağın içine gömülmek, 3. Koşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 4. Gizlenmek, koparmak. 5. Üzerine saldırmak, atlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Akşamınan çimilir mi Derin suya tumulur mu Babası yok, ebesi yok Böyle yavru gömülür mü” (Mehmet Yardımcı, Ağıt Söyleme Geleneğimiz ve Kadirli – Kozan Yöresinde Söylenen Ağıtlar İsimli Makalesi) |
tumulmak |
: |
Suya dalmak. |
tumup tumup |
: |
Suya batıp çıkarak. “Sonra, abdestin şartlarındanmış gibi ve her defasında hiç aksatmadan, iki avucunu su ile doldurup üç kere sağ omzundan ve üç kere de sol omzundan su - bazıları da üç kere tam başının üstünden - atarak “allık bulluk, anama, babama bin sağlık” duasını eder ve iki işaret parmağı ile ikiburun deliğini, iki başparmağı ile de kulaklarını kapatıp üç kere de suya tamamen tumup tumup çıkardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
tunayı tunayı |
: |
Gizli olarak ve doya doya. |
tuncukmak |
: |
Şaşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) İkisini bir arada görünce tuncuktum. |
tuncunu ırmak |
: |
1.Adam saymak, adam yerine koymak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Korkmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tura |
: |
1. Kalın iple oynanan bir oyun. Rakibin sırtına vurularak oynanır. “Kalbinden kaldır karayı Kimseyi dıkman buraya Düşman ettiğin bellesin Gece çıktılar turaya” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) 2. Halat gibi örülmüş iplik çilesi. 3. Kimi oyunlarda ebeye vurmak için düğümlenmiş mendil. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Düğünlerde oynanan bir çeşit oyun. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Tura Oyunu: İyi koşan sekiz on kişilik bir grup oyuncu seçilerek ellerine birerderi kemer alarak arkasında koşup vurmak suretiyle tura oynanır. Tura oyunugeniş bir alanda oynanır. Düğün sahibi, bu oyunun galibine verilmesi için çeşitlihediyeler koyar ortaya. Gençlerden iki grup seçilir. Gruplardan herhangi birikurayla oyuna başlar. Kurada kazanan gruptan biri herhangi bir eşyayı grupüyelerinden birinin arkasına saklar. Saklama işini yaparken de kendi kendine“yağ satarım bal satarım eşeğim ölmüş ben satarım” gibi tekerlemeler mırıldanır.Böylece karşı grubu yanıltmaya çalışır. Saklama işi bittikten sonra karşı gruptanbiri saklanan eşyanın kimin arkasında olduğunu tahmin eder. Eğer bilirsesaklama işi diğer gruba geçer. Bilemez ise saklama işini yapan grup üyesi diğergrup üyelerinden yanlış tahmin yapanı kemerle dövmeye başlar. Bu arada odakaçmaya başlar. Biri kaçar diğeri kovalar. Bu durum, diğer tarafın doğru tahminyapmasına kadar devam eder. Gruplardan biri pes edene kadar oyuna devamedilir. Oyunda önemli olan iyi koşmak ve kemerle dayak yememektir. (Suat Savur, Adana İli Tufanbeyli İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üni., SBE., TDE. ABD, Adana, 2010, s.188) 5. Kalın ve uzun belik, saç örgüsü, saç kıvrımı. “Guzumun perçemi tura Ben ağlarım dura dura Gönüllenme dertli guzum Ben varamam gayrı ona” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Güllü Bibi’nin Kızına Ağıtı, Derleyen: Bünyamin Gönen)
Karaca Oğlan der bu yer neresi Altunoluk Pınarbaşı çehresi İnce belde saçlarının turası Boyu selvi endam akla ziyândır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.599 6.Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun.
|
tura oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir seyirlik köy oyunu. TURA OYUNU Bu oyun düğünlerde oynanan bir oyundur. Kız tarafı ile oğlan tarafı arasında oynanır. Kız tarafı bir yana, oğlan tarafı bir yana toplanır. Bir amca, ucu düğümlü iple gidip kız tarafından birinin beline vurur ve kaçar. Karşılık olarak kız tarafından biri kendi ipiyle erkek tarafından birine vurur ve elindeki ipi bırakır, kaçmaya başlar. Oyun iyice kızışır ve oyun böyle devam eder. (Özlem Üzelkök, Kozan İlçesi halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü., S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2008, s.209)
TURA OYUNU 40 - 50 metrelik mesafede, bir kişi arkada, bir kişi önde, örme kıl ipiyle bir kişi kaçar, peşinden gelen bir kişi onu döver, dövülen kişi ipi kendi tarafına atar. Kendi grubundaki arkadaşı da kendini döveni döver ve oyun bu biçimde devam eder. Bu oyun katı kuralları olan sert bir oyundur. (Hatice Fatoş Derebent, Çağlayancerit Halk Kültürü, Kahramanmaraş Büyükşehir Belediyesi, Kahramanmaraş, Mayıs 2015. s. 125) |
turab |
: |
Toprak. Karac’oğlan der ki olaydı sözüm Ayağın altuna turabdır yüzüm Kırılmış perdesi çalmıyor sazım Sazlar düzen tutmaz teller perişan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.525 |
turaç |
: |
Daha çok Çukurova’da yaşayan, sülün cinsinden etilezzetli bir av kuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm. İç. Ada.) “Ötme turaç ötme işin var senin Şahan salıp avlanacak yer değil Vardım gördüm ağ yâr göçmüş yurdundan Vatan tutup eğlenecek yer değil” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
turalamak |
: |
1. Hayvanı koşturmak, hızlandırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. İri adımlarla hızlı hızlı dolanmak, tur atarak yürümek. |
turalanmak |
: |
1. (Saç vb.) Kıvrım kıvrım olmak. “Yeter olsun, yeter olsun Çoğ atlattın yeter olsun Turalanmış sırma saçın Çözen benden beter olsun” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 566 2. Halat gibi örülmüş iplik çilesi haline gelmek 3. Avlanılmak, yakalanmak, avlanmak. “Güzeller içinde sen gibi yavru Sevdiğim küçüksün var daha büyü Eğlim eğlim olmuş kaşların yayı Belki ezme çalsam turalanır mı” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 425 |
turap |
: |
Toprak. |
turası silinmiş |
: |
Utanmaz adam. “Turası silinmiş.” |
turp |
: |
Fukara havyarı. “Ekmesi bir çile, çekmesi bir dert Üç gün taze, dördüncü gün olur kart Seni bekler yedi bölge bütün yurt Zemheri elması Kadirli turpu
Ameleler teker teker deşirir Kimi turşu yapar kimi pişirir Aşçıbaşı sen olmazsan şaşırır Her yemeğin sosu Kadirli turpu
Kış yemeklerini sensiz yiyemem Tek bir yaprağına bile kıyamam Her gün yesem yine sana doyamam Nimetlerin hası Kadirli turpu
Yaprağı bir şifa, dalı bir şifa Beyazı bir şifa, alı bir şifa Kabuğu bir şifa, zilibir şifa Midenin cilası Kadirli turpu
Bayrağımdan alır kabuk rengini Japon, Alman üretemez dengini Vitaminler, mineraller zengini Sebzeler ağası Kadirli turpu
Tırıp olur Ocak-Şubat ayında Güzel kızlar yıkar Savrun Çayı’nda Sofrasını süsler Yasin Bey’in de Dertlerin devası Kadirli turpu” (Yasin Loğoğlu, Fukara Havyarı Kadirli Turpu, Kaynak: Kadirli 7 Mart Dergisi, Sayı: 2) |
turp gibi |
: |
Sapasağlam. |
turuç |
: |
Turunç. |
turunç |
: |
Göğüs. |
turunç heybesi |
: |
Bir çeşit heybe. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
turunç kilimi |
: |
Bir çeşit kilim. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tusa tusa |
: |
Eğile eğile, saklana saklana. |
tusba: |
: |
Kaplumbağa. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tusbağ, tusbağa |
: |
Kaplumbağa. |
tusbuğa |
: |
Kaplumbağa. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
tusdurmak |
: |
1. Bir kimsenin başını iyice yere gelecek şekilde eğmek. 2. Şişirmek. |
tusduruk |
: |
Balon. |
tusmak |
: |
1. Küsmek, herhangi bir azarlama karşısında yüzünü yere dikerek kızma hali. 2. Şişmek, kabarmak. 3. Eğilmek, başı öne eğmek, sinmek, saklanmak. |
tusmuk |
: |
1. Küçük odun kökü parçası. 2. Boynu kısaca olan. |
tusturuk |
: |
Balon. |
tustuvallak |
: |
Yusyuvarlak. |
tusup |
: |
Başını öne eğip. |
tusurdamak |
: |
Kendi kendine söylenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tut |
: |
Dut ağacı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tutaç |
: |
Sıcak tencereyi ocaktan indirmek için bez ya da yünden yapılma bir eşye, tutak. |
tutak |
: |
1. Kazan kulpu vb. tutacak yerler. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Sara hastalığı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tutalga |
: |
Sara hastalığı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tutalık |
: |
Sara hastalığı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tutam |
: |
1. Ele alınacak kadar. 2. Hem demet, hem de el genişliği kadar uzunluk ölçüsü olarak kullanılır. |
tutama tutam |
: |
Hemen arkasından. |
tutamak |
: |
Sap, destek. |
tuti |
: |
Papağan. Bu sözcük az da olsa korkak anlamında kullanılmaktadır. |
tutkun |
: |
Bol, verimli. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tutkunluk olursa |
: |
İnsanlar birbirini tutarsa yani birbirine destek olursa anlamında bir deyim. |
tutma |
: |
Erkek evlatlık, bir yıllığına ya da belirsiz süre için tutulan çiftlik işlerine bakanerkek hizmetçi, yanaşma. “Dursun onun tutması işte. Çift sürer. Abdi Ağanın çiftini sürer. O Dursun işte.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
tutmaç |
: |
1. Küçük, dört köşe kesilerek kurutulmuş hamur ve mercimekle pişirilen bir çeşit yoğurtlu çorba. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Hamurun ince ince kıyılmasıyla yapılan bir tür yemek, erişte. |
tutmak |
: |
Kullanmak. |
tutmayak |
: |
Tutmayalım. |
tutruk |
: |
Ocak, soba vb. şeyleri tutuşturmak için kullanılan çalı çırpı, çıra gibi kuru yakacaklar. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tutu |
: |
1. Bir borcun ödeneceğine inanca olarak, ödendiğinde geri alınmak üzere, borçlunun alacaklıya verdiği değerli şey, rehin, ipotek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) 2. Çevre, mendil. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Dudu, papağan. “Yandı Çukurova yandı Eli bazlı beğler indi Tutu uçtu kumru kondu Akça deniz gölün gördüm” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
tutuba |
: |
Kadın hizmetçi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tutuk durmak |
: |
Devamlı olarak tutmak. Tırabulus var belinde Hakk'ın kelâmı dilinde Doldurmuş kadeh elinde İçememiş tutup durur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.625 |
tutulan sakal yolunur |
: |
Sakalını kaptırma sözünü dinlet anlamında kullanılır. “Tutulan sakal yolunur.” |
tutulmak |
: |
1. Hastalanmak. 2. Kurulmak. Küleylânı tavlasında çatılı Pohuru da köşeği de katili Çadırımız Şâm elinde tutulu Ortalık çadırlık beğler görünür Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.629 |
tutum |
: |
Davranış. |
tuturuk |
: |
1. Ateş ya da sigara yakmak için sürterek tutuşturulan madde, kav. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Çok ekşi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tuturuk gibi |
: |
Ekşi. |
tuturuk (çok ekşi) yoğurdu yememiş |
: |
Hayatın zorluklarını yaşamamış kişiler için Söylenir. |
tutuya |
: |
Bir çiçek adı. |
tuvalamak, tuvallamag |
: |
Yuvarlamak. “Ekmek açarıg, şö:le et gorug, keserik, tuvalarıg, bişirrig,nôdunan bişirrig, eşgi sıkarıg.” (Mehmet Dursun Erdem, Esra Kirik, Sibel Üst, Güner Dağdelen, Türkoğlu Ağzı, Kahramanmaraş Ağızları-1) |
tuvalanmak |
: |
Yuvarlanmak. |
tuvallak, tuvallag |
: |
Yuvarlak. |
tuvap |
: |
Tuhaf. “Hasan’ı anlamak mümkün değel. Tuvap insan vesselam.” |
tuvar |
: |
Duvar. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tuvarlak |
: |
Yuvarlak. |
tuvarlamak |
: |
Yuvarlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tuvarlanmak |
: |
Yuvarlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tuyruk |
: |
Önemli, ayrıcalıklı. |
tuytur |
: |
Tırtıl. |
tuz ağısı |
: |
Çok fazla tuzlu. |
tuz daşı |
: |
Suya yakın yerlerde, hayvanlara belli aralıklarla tuzun verilen taş. |
tuz ekmek hakkı |
: |
İyilik yapan kimsenin iyilik yaptığı kimse üzerindeki hakkı. “Ararsan var kalbin ara Eller sana ne der göre Tuz ekmek yediğin yere Hıyanetlik etmek olmaz” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
tuz yumurtlamak |
: |
Sabırsızlık ve kaygı nedeniyle uyuyamamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tuzatüküren |
: |
Duvar kertenkelesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tuzla |
: |
Davarlara kırda tuz verileln düz, taşlık ve kayalık yerler.(TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tuzu eğsik |
: |
(Çocuklar için)Nerde ne konuşulacağını bilmeyen, patavatsız kimse. “Tuzu eğsik.” |
Tuzu kuru |
: |
Gamsız. |
tüccallıg |
: |
Tüccarlık. “Ben Tırabzon’un Ardeşen gazasında hurma yapıyordum. Tüccallıg ediyordum. Orda hurma dolduruyordum.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
tüdelek |
: |
Küçük ve yuvarlak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tüfa:nden |
: |
Tüfeğinden. |
tüfâni |
: |
Tüfeğini. |
tüfek öter bayır bayır |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Tüfeğin durmadan sıkılması, tüfek sesinin hiç kesilmeden sürmesi. |
tüfe:n |
: |
Tüfeğin. “Siyah perçem yıldır yıldır Galk da tüfêni doldur Gavırmış gavır gızı Uyansın da öyle öldür” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Avcı Memiş’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Süleyman Bal (Çoban Kê)) |
tüfeng |
: |
Tüfek. “Tüfengin allım direkden Çepre çıkmıyor bilekden Askerliğe salma oğlum Gelin alırım yırakdan” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
Tügce |
: |
Türkçe. “Derdimi ânadırım. Âniemedi:mi Tügce söyliüm. Tügce biliür. Dayoulu herif benden para almadı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
tüğ |
: |
Tüy. “Kapımızın önü havlu Kıratın kuruğu tüğlü Kardeş yükün denkleştirmiş Minnet eyle Terkeşl’oğlu” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
tüğdelek |
: |
Ardıç tohumu. |
tüğdürmek |
: |
Birini korkutup ya da aldatıp kaçırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tüğmeciym |
: |
Atlamak. “Yellenip tüğmeciym yok ha:.” |
tüğmek |
: |
Atlamak, kaçıp gitmek, gözden kaybolmak. |
tü:m |
: |
Düğüm. |
tühek |
: |
Tüfek. “Şivilginin önü baer Tühek öter gaer gaer Yanında Omar yoğusa Çık da ici deyi çağar” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
tühsünmek |
: |
Kaybolmak, hayıflanmak. “Gö: oğlan Mustafa tühsünüp durur Münafıklar güler oynar kudurur Kahpe felek adâletin bu mudur Hacı gardaş, tüfeğimi gördün mü?” (Aşık Süleyman Pert - Kayıp Tüfeğin Ağıdı) |
tühsünüp durmak |
: |
1. Kaybolmak. 2. Hayıflanmak. |
tük |
: |
Soğanın başı, soğanlı bitkilerde çiçek açaması için çıkan ok.Okun ucunda çiçek açar. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm.) |
tüket |
: |
Bitir. |
tüken |
: |
Dükkan. |
tükezmek |
: |
Ayağı engele takılıp sendelemek, düşer gibi olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tükmez bitmez |
: |
Bitmez tükenmez. |
tükmük |
: |
Tükrük. |
tükrüklemek |
: |
Kazma, kürek, balta gibi araçları kullanırken saplarını daha iyi kavrayabilmek için elin iç kısmını tükrükleme işi. “Dur! Elimi bir tükrükliyem de.” |
tül |
: |
Zayıf, çelimsiz. |
tülbe |
: |
Türbe. |
tülbür |
: |
Dağınık, karışık saç. |
tülek |
: |
1. Tüyü dökülmüş kuş ya da kümes hayvanları. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Yaşlı, kart keklik. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 3. Yavru keklik. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Görmüş geçirmiş, çok deneyimli, açıkgöz, kurnaz, düzenci, hileci. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. Ada.) |
tülek olmak |
: |
Tüy değiştirme dönemine girmek. “Yel eser de ışılaşır sırmalar Siyah zülfü mah yüzünü tırmalar Zamânede tülek olmuş turnalar Dizilmiş katara çığ inen gider” (Mehmet Öksüz, Karacaoğlan, Oğul Matbaacılık, İstanbul 1993) |
tülemek |
: |
1. Kurnazlaşmak. 2. Çoğalmak, türemek, töremek. 3. Özellikle atı nallarken hareket etmesini önlemek için ayaklarından bağlanması. 4. Kumarda ya da ticarette para yitirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 5. (Kuş, tavuk vb. kanatlı hayvanlar) Tüy değiştirme dönemine girmek, tüy değiştirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tüllü |
: |
Türlü. |
tülpür |
: |
Dağınık, karışık saç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tülü |
: |
1. Buhur ve adi devenin çiftleşmesinden doğan erkek deve, hamam havlusu. Güzel kız anlamında da kullanılır. 2. Uzun boylu güreşçi deve. 3. Güzel saçlı veya güzel tüylü. 4. Güzel. 5. Hamam havlusu, havlu. |
tülü maya |
: |
Dişi deve, buhur ve adi devenin çiftleşmesinden doğan dişi deve, güzel tüylü dişi deve. “Odasında kandil yanar (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943)
Tülü maya yörüyüşlüm İspir balaban bakışlım Yayla çiçeği kokuşlum Nergiz topla benim için Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.542 |
tülük |
: |
1. İlk çiftleşme dönemine girmiş düve. 2. Bir yaşını doldurmadığı hâlde doğum yapan küçükbaş hayvan.Erken doğum yapmış keçi (küçük yaşta). |
tülük açılmak |
: |
(Keçi yahut inek için) İlk defa doğum yapmak. |
tülümek |
: |
(Kuş, tavuk vb. hayvanlar) Tüy dökmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tüm |
: |
1. Topu, tamamı. 2. Tepe, tümsek. 3. Saf adam, bön insan. |
tümbek |
: |
Tepe, tümsek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tümbül |
: |
Boyun ve omuz kısmı, omuza çıkma, en yüksek yer. |
tümbüldek |
: |
Bir çalgı aleti, dembildek. |
tümbüldemek |
: |
Sivrilmek, ortaya çıkmak. |
tümcek |
: |
Büsbütün, tümüyle, bütünüyle, tümden. “Ölü bu dünyadan tümcek elini eteğini çekmiştir.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
tümtüm |
: |
1. Eskimiş şey. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Yaşlanmış kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tümtüs |
: |
Tamamen. “Kurban sana beş yüz gelin Çık da gel karşımda salın Tümtüs versem dünya malın Daha sana az Fadıma” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 151 |
tün |
: |
1. Gece. 2. Tütün. “Tabi bu meydanda askerleri de var gelen aşiret beylerinin. Selam veriyorlar, buyur ediliyorlar. Yem, yiyecek, tün, kahve, tömbek içildikten sonra Dadaloğlu diyor ki; Ali Bey biz buraya yem yiyecek, tün kahve, tömbek içmeye gelmedik. Bura diyor, bizim yurdumuz. Buradan kalkmanızı istiyoruZ diyor.” (Ömer Koca, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) |
tüncük |
: |
1. Birbirine karışmış, sağa sola dağılmış saç. 2. Karışık iplik yığını. |
tünek |
: |
1. Geceleyecek, yatacak yer, ev. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Tavuk pinniği. |
tünemek |
: |
Kümes hayvanlarının pinniklerinde akşamdan sonra uykuya çekilmeleri, konmak. “Kapımızın çift kanadı Üstüne bülbül tünedi Gâvur imiş gâvur düşman Yiğidimi kana buladı” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Çolalilerin Hacı’nın Ağıtı, Derleyen: Hüseyin Şahin, Kaynak Kişi: Eşi Döndü Gök)
Yiğit olan yiğit atına biner Yiğitin başına kartal mı tüner Garip bülbül gelmiş derdine yanar Seherde bülbülü gülden tanıdım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.486 |
tüneri ya da batı |
: |
Batı. “Yıldızsız gecelerde tünerine aysız dalacağımı aklımın kenarından bile geçirmemiştim.” |
tünglemek, tünglümek |
: |
Zıplamak. “Tüngleyip durma.” Yollar bozuk oldu:ndan kēri araba tüngülediydi. |
tüngümek |
: |
Hendekten ya da yüksekten atlamak, yukarıya doğru sıçramak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tünmek |
: |
Sıçramak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tünnük tünnük |
: |
Çok uzak yer. “Tünnük tünnük gitti. Gidiş o gidiş, imi timibelirsiz oldu Safiye Memmed’in.” |
tüplemek |
: |
(Yürek) Korkudan ya da heyecandan çok çarpmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tüppül |
: |
Çocukların saçlarının önünü toplayınca oluşan saç şekli. |
tüpürdemek |
: |
Hızlı hareket etmek. |
tür |
: |
Çeşit, şekil. |
türedi |
: |
Asalak, başkasının sırtından geçinen kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
türeme |
: |
Yaşama, öl anlamında bir ilenç. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
türene |
: |
Davranışları hoş karşılanmayan, beğenilmeyen kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
Türkmen kızı oyunu |
: |
Bölgede oynanan seyirlik bir halk oyunu. TÜRKMEN KIZI: Eski Türklerin kıtlıktan bolluğa kavuşma törenlerini canlandıran bir oyundur. Oyunda değişiklik olarak kaşık kullanılmaz. Bunun nedeni de ellerin yaşantısal hareketler yapmalarıdır. Oyunda Türkmen kızının inek sağmak, yayık yaymak, hamur yoğurmak gibi günlük işleri gözlenir. (Aslı Ağcalar, Silifke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üni., S.B.E.,TDE., ABD, Mersin, 2009, s. 241) |
türkü ça:rmak |
: |
Türkü söylemek. ”El eliŋ eşşe:ni, türkü ça:rarak ararımış.” |
türkü demek |
: |
Türkü söylemek. Üç beş kişi olmuş türkü diyenler Al üstüne yeşil donu geyenler Şol kara çadırda geçiyor günler Onun için bozgun öter telimiz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.651 |
türkü düzmek |
: |
Methiye yapmak. |
türüdü |
: |
Asalak, başkasının sırtından geçinen kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
türüg |
: |
Sırta alınan, içine süt tuluğu konan hurç. 75 cm derinliği ve 50 cm eni olan torba. Kirkitte dokunan askılı çuval. |
türül türürl tütmek |
: |
1. Birisini çok özlemek. 2. Çevreye güzel kokular yayılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tüskü |
: |
Yanan bez parçası. |
tüssü |
: |
Türlü ereklerlekimi maddeleri ateşte yakarak duman çıkarma işi, tütsü. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tüstüm |
: |
Tamamen, bir bütün halinde. |
tüten |
: |
Duman. Gökyüzünde tüten olsam Yeryüzünde biten olsam Al benekli keten olsam Yâr boynuna sarsa beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.455 |
tütlek |
: |
Çıkıntı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tütmedi gardaş ocağa |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Çocuğu olmadı. Özellikle oğlu olmayanlar için bu ifade kullanılır. |
tütmeg, tütmek |
: |
1. İyi ya da kötü kokmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Dumanı çıkmak. Has evleri yandı tüttü Cana candan hasret gitti Kar eridi sümbül bitti Melil melil dağlar bir gün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.568 |
tütsü |
: |
Duman, tezek dumanı. |
tütsü vermek |
: |
Ürünün verimini artırmak veya ürünü korunmak için tezek vb. Yakmak. |
tütün |
: |
Duman. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) Ataş yanmaymca tütün mü tüter Ak göğsün üstünde uban mı biter Vakti gelmeyince bülbül mü öter Öter gider yaylasına bir gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.549 |
tütüne sünmek |
: |
Herkesten ileri atılmak, atak olmak. |
tütünü tütesice |
: |
Gönenesice anlamındadır. |
tütütmek, tütüdmeg |
: |
Yakmak, dumanını çıkarmak, tütsülemek. “Ocağa tütütme n’olursun.” |
tütya |
: |
Bir çiçek adı. |
tüumlemek |
: |
Düğümlemek, ip ya da bez parçasını düğümleyerek uzatmak. “Getirdiği bezlerin boyu iplere atacak kadar uzun değilse, uçlarından ipe tüumlerdi, yan yana gelen bezleri de birbirlerine melefe köpüdüu inneynen iri iri dikerdi ki, al sana dört bir tarafı çevrilmiş, güvenli çadır gimi bir şey…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
tü:mek |
: |
Kaçmak, sıvışmak. |
tü:mlemek |
: |
Düğümlemek, bağlamak, birleştirmek. “Çuvalın ağzını örmiyenen tü:mlemiş.” |
tüve |
: |
Düve, bir yaşını geçen dana. |
tüy |
: |
İğne. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tüygün |
: |
Kabadayı, görkemli. “Tüygün Nazmi Bey’im tüygün Hanımı kendine uygun Nice aşkıyalar tuttu Kimi kelle kimi soygun” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
tüyleri çımbışmak |
: |
Tüyleri diken diken olmak. |
tüylerim asbabdan çıktı |
: |
Çok sinirlendim. “Tüylerim asbapdan çıktı.” |
tüyü bile kıpırdamamak |
: |
Hiç aldırmamak, hiç aldırış etmemek, hiç acımamak. “Şimdi şu anda Taşbaşı elceğiziyle boğardı da tüyü bile kıpırdamazdı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |