KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
tȃ |
: |
Aynı seviyede, denk. |
ta: |
: |
1. İç giysisi dolabı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Orda, hadi canım sende . 3. Bölgemiz göçmen ağzında; daha. 4. Duvarda içine öteberi konan delik, tek yönlü duvar kovuğu. |
ta şora |
: |
Uzakta bir yere. |
Tair |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Tahir. |
ta:la |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; tarla. |
ta’n |
: |
Şaşırma, ayıplama. “Seher zamanında uğradım sana Görünce gül yüzün kaldım ben tana Gafilken bir dolu sundun sen bana İçirdin ağuyu bal diye diye” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
ta:m |
: |
Yemek, yiyecek. Hind'den Yemen'den çekilir İner Bağdad'a dökülür Türlü taama ekilir Biber de kara değil mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.450 |
ta:r |
: |
Küçük tandır. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
taba: |
: |
Tabağa. |
taba’a, tabaha |
: |
Tabağa. |
tabahana |
: |
Tabakhane. |
tabak |
: |
1. Şap hastalığı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Sahan, tabak. “Sabahınan sabahınan Gayfe gelir tabağınan Bacın sana gurban olsun Gucağında bebeğinen” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yoncalı Ömer’in Ağıdı - 2, Kaynak Kişi: Âsık Mustafa Keleş) |
tabak hastalığı |
: |
Çift toynaklı hayvanlarda görülen viral bir hastalıktır. Şap hastalığının yerel adı. |
tabaka |
: |
1. Tütün kabı. 2. Ahırların üzerine yapılan ikinci kat ev. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tabaklı |
: |
Beyaz gömleklik kumaş. |
tabanı yağlamak |
: |
Kaçmak. |
tabbaç gimi oturmak |
: |
Şişman ve kilolu olmadıkları halde geniş yer kaplayarak oturma. |
tabbasan |
: |
Tuzak, kuş tuzağı. |
tabgıç |
: |
Düztaban. |
taberik |
: |
Yadigâr. |
tabıd |
: |
Tabut. “Tabıdın gelirken parlar Gınamasın bizi eller Nezik canların acır İncitmesin seni yerler” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
tabır |
: |
Tabur. “Usda efendim gabırı Okuyollar ilk sabırı Su yatanın hepi bizden Sandım bir alay tabırı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
tabış |
: |
Dudak hareketi, ağız hareketi. |
tabıt |
: |
Tabut. Ne olduysa bize oldu Sarardı da gülüm soldu Gınaman komşular beni İki tabıt birden geldi Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.178. |
tabiat sahibi olmak |
: |
İyi huylu olmak. |
tabla |
: |
Genellikle tahtadan yapılan, üzerinde sebze ve meyvelerin teşhir edildiği, çoğunlukla tekerlekli, sabit olarak da kullanılabilen, geniş, çok yer kaplayan yayvan kap. “Beyaza boyatmış tablasını.” |
tabla çekici |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Yapılan kapların zemin kısmını dövmekte kullanılan çekiçtir. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
tablacı |
: |
Seyyar satıcı. |
tablı |
: |
Hesaplı. “Bana çok taplı geldi.” |
tabud |
: |
Tabut. “Gazma kürek vuruluyor Gara toprak deriliyor Hatirini soran gomşular Tabudumu getiriyorlar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Keskahlı Hüsne Çınar’ın Ağıdı-1, Kaynak Kişi: Mustafa Çınar) |
taca |
: |
Daha fazla. |
tacik |
: |
Sevgili. Ağacın orda beklerimiş tacikini. |
tadâda |
: |
İşte oracıkta, şuracıkta. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ta:deş |
: |
Akran, yaşıt. “Kara kazan kuruluyor, Kazma yere vuruluyor Yekin Mehmet Ali’m yekin Tâdeşlerin deriliyor” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Mehmet Ali’nin Ağıdı, Derleyen: Nesrin Akpınar, Kaynak Kişi: Döne Terzi) |
tadiya |
: |
Orada. “Tadiya işte. Beni mi gandırıyon.” |
tafa |
: |
Tava. |
tafarık |
: |
Yaprakları güzel kokan bir çiçek. |
tafra |
: |
Yukarıdan atıp tutma, palavracılık. |
tağ |
: |
1. Duvarda içine öteberi konan delik, tek yönlü duvar kovuğu. 2. Çağ, akran. “Keşke seni görmeseydim düğünde Senden güzel görmedim senin tağında Yaylıya göçülür bahar ayında Çalıp oynatmalı sazınan seni” (Aşık Mehmet) 3. Raf, sergen. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tağ dibi |
: |
Pencere kenarı. |
tağa |
: |
Duvara açılmış, kapaksız, küçük dolap. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tȃdeş, tağdeş, teŋdeş |
: |
Taydaş, yaşıt, akran. |
tağı |
: |
Özü, dayanağı. |
tağli durmak |
: |
Hazırlıklı durmak. |
tağnemek |
: |
Bakmak, seyretmek, izlemek. |
tağra |
: |
Tahra. |
ta:h |
: |
İmrenme belirtir. “Tâh, ne gözel yahu.” |
taha |
: |
1. Koyunlara takılan küçük çan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Daha. “Bilmem Ğaramemet nereye geder Buyumuş ğısmetim buyumuş ğader Birgünde yediğim işte bu ğadar Taha fazla yeyemeyon toktur be” (Aşık Karamehmet, Kaynak: Erdoğan Aslıyüce, Çukurovanın Yıldızı Ceyhan, Adana 2008) |
tahal |
: |
Tahıl. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Tahalı doldurdu ambara. Keyfine diyecek yok Hacı Mustafa’nın.” |
tahan |
: |
Tahin. “Tahannan bekmezi garıştırıp yemesine bayılırdım eskiden. Şimdi ise şeker çıkacak diye yemeye gorkuyom.” |
tahavvıt |
: |
Yaşlı, ihtiyar. Emekliye ayrılmış kimse, tekavt. |
tahda |
: |
Tahta, ağaçtan mamul şeyler. |
tahdalı köy |
: |
1. Ahiret. 2. Mezarlık. |
tahen |
: |
Tahin. |
tahılamak |
: |
Takılamak, merminin patlaması. “Ateş dedi, mavızarın on beş tenesi bir tahıladı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
tahılatmag |
: |
Sert bir şekilde tokat atmak. |
tahıldak |
: |
Olgunlaşmamış incir, mozak. “Siz hiç teleme yediniz mi? İşte size telemenin tarifi. Keçiden yeni sağılmış süte incirin tahıldağının sütünden 2-3 damla damlatılır ve süt incir yaprağının sap kısmı ile çırpılır ve çok kısa bir süre de yoğurda benzer bir hal alır. Buna teleme denir. Kefirin bir başka versiyonudur teleme.” |
tahım |
: |
1. Yemek. 2. Tarlalarda, bağlarda sınır. |
tahmil |
: |
Tahammül, dayanma gücü. “Tahmilimin çok ötesinde bana ettiği eziyet.” |
tahmiyetli |
: |
Tahammüllü, dayanıklı. “Yirmi sürdürürüm yozu Yüzelli deldirrim gazi Tahmiyetli gelin Fatma Battal deli döver sizi” (Belgin Elgün, Adana-Ceyhan, S. 120) |
tahnaz |
: |
Çok konuşmayan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
taho:d |
: |
Mekli. |
tahra |
: |
Ağaç kesmede, budamada, odun yapmada kullanılan, keskin ağızlı ve kendinden saplı metal araç. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç. Osm.) |
tahrana |
: |
Pişirilmiş döğmeye yoğurt, kekik, vb. katılarak yapılan, genellikle pürler üzerinde kurutulan, gerektiğinde bir süre ıslatılarak pişirilen bir çorba malzemesi, tarhana. |
taht |
: |
1. Balkon. 2. Oturulunca, istenildiğinde sallanabilen sandalye benzeri oturak. “Güzel yavru çıkmış tahta sallanır Her öptükçe şirin dudak ballanır Öpülüp sevilen yâr güzellenir Emerim dillerim nic’olur olsun” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 566 |
taht u tac |
: |
Bir ülkenin bütün toprakları ve onun yönetimi. Sabahleyin kalkar kendini öğer Altun saç yanağın topuğun döğer Sade kaşlarıyle gözleri değer Acem ülkesinin taht u tacını Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.427 |
tahta |
: |
1. Kamelyanın biçilmiş ağaçlardan yapılmış ve üstü açık olanı. Dinlenme yeri. 2. Toros köylüklerinde karyola gibi keresteden yapılmış yatacak yere taht derler. “Tahta üstünde yatarken Çuha yorganı örterken N’ola o zaman öleydi Al atı ceren tutarken” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
tahta biti |
: |
Tahta kurusu. |
tahtacı güzeli |
: |
Tüylerinde bir çok renk bulunan, sarı ve kırmızı renklerin ağırlıkta olduğu kanarya cinsinden bir kuş. |
Tahtacılar |
: |
Geçimlerini ağaç kesip dilmek, kiriş ve tahta biçmekle sağlayan Alevi – Türkmen zümresi. |
tahtadelen |
: |
Ağaçkakan. |
tak |
: |
1. Yarım parça. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Karpuz, armut, ceviz vb. meyve dilimi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
taka |
: |
1. Taş duvarlı evlerin içinde dışı kapaklı pencere, ya da tahta çardak. 2. Duvara açılmış kapaksız küçük dolapçık. “Takada kepek gelinim takada kepek Nişanlın köpek gelinim nişanlın köpek Sen sefa geldin gelinim sen safa geldin Hem orda hem burada dilin datl’olsun” (Andırın’da söylenen Kına türküsünden) 3. Tahta karyola. “Usuldan takayı tıkırdattı, Hürü Ana tıkırtıyı duyunca ayağa kalktı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 4. Geçici, bir mevsimlik çardak. 5. Ahır penceresi. 6. Yörüklerde bir çan türü. “Ben mayayı takasından tanırım.” |
takaklı |
: |
Patiska, Hassa bezi. “Obalar bizden belledi Kündükü zubun giymeyi Ağ takaklı işlik giyer Vururdu heril düğmeyi” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
takalak |
: |
Yuvarlak bulgur köftesi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
takallet |
: |
Köy işlerine ayrılan, harcanan para. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Çıkan mahsul derde takallete yetmedi. |
takalüs |
: |
Eski. |
ta:kat |
: |
Güç, derman. Başında da namlı namlı karın var Seni yaylamanın zamanı dağlar Mecâlim mi vardır çıkam başına Kalmadı tâkatim amanın dağlar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.578 |
takavil |
: |
Bir çeşit tramway. |
takaz |
: |
Sürüye uymayan hasta hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
takdelen |
: |
Gagasıyla ağaçları oyabilen, bu yolla çıkardığı sesle ya da ağaç gövdeleri üzerinde bulduğu kurtçuklarla beslenen, türlü renkte, böcekçil bir kuş, ağaçkakan kuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
takdi:nen |
: |
Tahtayla. |
takıç |
: |
Zayıf, sert, kuru. |
takılamak |
: |
1. Çocuklar ışkıya ışkıya oynarken karşılıklı olarak “tak tak” diye, ağızlarıyla silah sesi çıkarmak. “Keklik kekliğe takılar Ezen veriyor fakılar Berk severdi emmim oğlu İk’öper de bir kokular” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 2. Gürültü çıkmak, çıkarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Tüfek, tabanca patlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Alıp yatırmak,var gücüyle kaçmak. “Aslan bir gün gezerken bir kediye rastlamış. Kediye bakmış, bakmış, bakmı:şşş demiş ki “ulan çocuk sen bizim aileden olmaya bizim ailedensin amma niye bu gadar güccük galdın anlamadım” demiş. Kedi: Valla gralım ben insanoğlu denen bir varlı:nan yaşıyom da ondan bö:le güccük galdım. Aslan: Allah Allah.Bu insanoğlu ne menem bir şey ki sen bö:le güccük galdın. Beni de bir tanıştırsana şu insanoğluyunan. Kedi; olur demiş, düşmüşler yola.Kedi önde aslan arkada bir köye girmişler.Bakmışlar ufak defek bir adam odun yarıyor. Adam yatırmış erelti kütüklerini yere, çivileri çakmış balyozunan verallah ediyor, kan ter içinde galmış. Aslan: Selamünaleyküm, golay gelsin, ne yapıyon sen. Adam: Odun gırıyom görmüyonmu. Aslan : İyide odun gırmak için bu gadar zahmete ne gerek var yavv. Adam: Nasıl olacak ya. Aslan: Bak, o kütüğün yarığına elini sokacan iki yana çekip ayıracan, sen gendiğe yazıg ediyoğ. Adam: Sen yapabilin mi o dedi:ği. Aslan: tabi: yaparım. Adam: iye o zaman yap baki:m haydi. Aslan ellerini sokmuş kütüğün yarığına, adam çivileri bir portturmuş aslanın elleri gısıkmış tabi: kütüğe. Adam almış eline bir odun yanaşmış aslana ver Allah ver. İyece bir benzettikten sonra çivileri çakmış yerine, aslan ellerini kurtarır kurtarmaz almış takılamış, kedide arkasında. Köyün dışına çıkmışlar. Aslan nefes nefese kediye demiş ki “o:lum ben sana bişey diyem mi, Sen bunların arasında gene iye boy atmışsın, baya: serpilmişsin Maşallah…” demiş.” (Kadirli Bekereci Köyünden Mehya lakaplı hemşehrimiz, kaynak: www.bekerecikoyu.com) |
takılaşmak |
: |
Konuşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
takılatmak |
: |
Tüfek patlatmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
takıldak |
: |
Yaban inciri kurusu, incirin hamı, mozak. |
takıldım vermek |
: |
Baskın yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
takım |
: |
1. Ziynet eşyası. 2. Tarla, bahçe ya da bağ sınırı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Yeğin ekinin firezi (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
takım taşı |
: |
Tarlaları birbirinden ayırmak için konulmuş taş, sınır taşı. “Yusuf bir takım taşına oturmuş, iki büklümdü.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
takınak |
: |
Borç, alacak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
takırtı |
: |
Gürültü. |
takka |
: |
Işık penceresi. |
takke |
: |
Takke, başa giyilen börk. “Goyun gelir guzu ilen Tagge takdım kadıyinen Her gün böyle ağlıyorum Şu emmiyin gızıyınan” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
taklak |
: |
1. Tokat. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Dişisi yumurtaya yatan ya da kaybolmuş erkek keklik. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
takta |
: |
Tahta. |
taktacı |
: |
Tahtacı. |
taktak |
: |
Takunya. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
Taktala paşa |
: |
Bölgede leyleğe verilen adlardan bir tanesi. |
taktıl |
: |
Yazlık çardak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
taktir |
: |
Takdir. |
tala |
: |
Yağma et, çal. |
talacı |
: |
Birisine para vererek kumar oynatan kimse. |
talamak |
: |
Üşüşmek, üzerini kaplamak, yayılmak, ortalığı bürümek, her yanı kaplamak, istila etmek. “Biraz sonra dağları pire gibi talarlar, dedi, var git yoluna” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
“Bir elinde dokuz kilim Martini tutmuyor elim Ben tarlaya yıkılınca Bağrımı taladı ölüm” (Yaşar Kemal, Ağıtlar, Toros Yayınları, İstanbul 1993) |
talambıç |
: |
Kuş yuvası. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
talan |
: |
Yağma, çapul. Karac’oğlan der ki bakın geline Ömrümün yarısı gitti talana Sual eylen bizden evvel gelene Kim var imiş biz burada yoğ iken Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.531 |
talan etmek |
: |
Yağmalamak. Yedirdin içirdin hepsi de yalan Âhır ömrümüzü ederler talan Bu sözüm dinleyip nasihat alan İşidip tutanı duymak isterim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.502 |
talana vermek |
: |
Aklı başından gitmek, deli olmak. Sabahtan uğradım ben bir güzele Görünce aklımı verdim talana Leylâğı sümbülü hep bile yetmiş Cennet kokuları vardır alana Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.394 |
talavuz etmeg |
: |
Üstünlük kurarak karşıdakine hükmetmek. |
talaz |
: |
1. Kasırga, fırtına. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Çok kuvvetli esen rüzgarın oluşturduğu toz. |
talba |
: |
At bağlanan yer. Ali’min atı da talba da kişner Yem yemez, öfkelenmiş çayır dişler Yanılma Ali’m de yanılma Evimiz Kavaklı’da kışlar Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.174. |
ta:le: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında;te öyle. |
talep etmek |
: |
İstemek. Üryan geldim yine üryan giderim Ölmemeğe elde fermanım mı var Azrâil gelmiş de can talep eyler Benim can vermeğe dermanım mı var Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.581 |
talfar |
: |
1. Sundurma. 2. Dallardan yapılıp üstü otlarla kapatılmış çardak, gölgelik.(TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tall’a:mı açılmak |
: |
(Göz) Faltaşı gibi açılmak. |
talla |
: |
Tarla. |
tallamak |
: |
Gözetlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
talpar |
: |
Dallardan yapılıp, üstü otla kapatılmış çardak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
talvar, tavlar |
: |
1. Hayma. 2. Çardak. 3. Üstü ağaç dalı, saç, üzüm yapraklarıyla kapalı, yanları açık, ahşaptan yapılmış hafif yüksekçe yer, çardak, kamelya. 4. Bağ teveklerini yukarı kaldırmak için yanlarına dikilen sırık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tam yapı |
: |
Tek katlı toprak ev. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tama |
: |
Hatırlarsan, biliyorsun anlamında hatırlatma ünlemi. |
tamah |
: |
Cimri. |
taman |
: |
Belirli bir anlamı olmayan, “biliyorsun ki”, Hani bilirsin ya.”bildiğin gibi”, “ hani”, “ hani ya”, “vallahi”, “galiba” gibi de kullanılabilen, genellikle cümlenin sonuna, kimi zaman da başına gelen bir anımsatma sözü. “Sana söyledim taman.” tümcesi, “Sana söylemiştim, ama sen hatırlamıyorsun galiba”, “ sen gidecektin taman” tümcesi “Senin gitmen kararlaştırılmıştı, hatırlamıyor musun? demektir.
“Ellerinen ellerinen Yaz mı gelir ellerinen Eşim bana gelmiş taman Eli deste güllerinen” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Almanya’da Ölen Kişiye Ağıt, Kaynak Kişi: Hatice Çerçi) |
taman öksüzün kanını / Emmisi alacağım der |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Artık ölenin öcünü amcasının alacağını söylüyor. |
tamaş etmek |
: |
Seyretmek. “Eminim ki tamaşacılar böyle bir maç tamaş etmemişlerdir.” |
tamaşa |
: |
Seyir, seyretme, hoşlanarak bakma. “Kele Eşe, kele Eşe Duluğunda altın köşe İnc’Omar’ı öldürürken Sende mi etdin tamaşa” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
tamaşacı |
: |
Seyirci. |
tamaşga |
: |
Seyir, seyretme. |
tamaşgacı |
: |
Seyirci. |
tamatos |
: |
Domates. |
tamil |
: |
Tahammül etme, dayanma. “Buna tamil edemedim Zaten yüreğim yaralı Öğretmenlerin müdürü Duydumu ola Karalı” (Kaynak: İbrahim Davutoğlu, Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 432) |
tamşımak |
: |
Alay etmek, eğlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tamu |
: |
Cehennem. “Karac’oğlan der ki doğru yörürler Tamuya girmez uçmağa girerler El kavuşturup Hakk’a karşı dururlar Kullar beni sevdiğime ulaştır” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 603 |
taŋ alaz |
: |
Gökyüzü için açık, bulutsuz. |
tan borusu |
: |
Kilise çanı. |
tan davulu çalınıyor |
: |
Köy düğünlerinde tanyerleri ışırken davul çalınır. Bu davulun, zurnanın bestesi hep aynıdır, değişmez. |
tana bulaşmak |
: |
Ayıplanmak. Yörüyesin hadden aşıp Eller ta'nına bulaşıp Bir körpe derdine düşüp Sararıp solasın kalan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.521 |
tana gitmek |
: |
Şaşırmak, yabansımak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
tana kalmak |
: |
Şaşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) Seher zamanında uğradım sana Görünce gül yüzlüm kaldım ben tana Gafilken bir dolu sundun sen bana İçirdin ağıyı bal deyi deyi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.466 |
tanaka |
: |
Dolgun, iri yapılı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tanaşman |
: |
Bir yaşında domuz yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tandır |
: |
1. Yere çukur kazılarak yapılan bir çeşit fırın. 2. Üzerinde çörek pişen yassı taş, ekmek çeşidi. “Sana söylüyorum güzel Andırın. (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
tangayaz |
: |
1. Yağmurdan sonra açan hava. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. (Kapı vs. ) Ardına kadar açık. |
tangazak |
: |
1. Kafasında saç olmayan kimse, dazlak. 2. Kuru, kurumuş. |
tangır canını ala |
: |
Tanrı canını ala, ölesin anlamında bir kargış. “Tangır canını ala.” |
tangırı |
: |
Tanrı. “Kadan’allım Şefre Bibi Alayına diyor bacı Kalkmış da inek sağıyor Tangırı canın’ala Ücü” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
tanıksamak |
: |
Tanır gibi olmak. |
tanınca |
: |
Bildik, tanıdık. “Dön yüzünü bu tanınca Didem kana boyanınca Seher vakti uyanınca Ben olayım derdin güzel” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 160 |
tanısga |
: |
En iyisi. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tanışman |
: |
Yeni doğan domuz yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
taŋrı |
: |
Tanrı. “Tangrı canın ala Döndü Benim ataşıma yandı Duydunuz mu dezzeleri Beylerden bir vezir öldü” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
taŋrı canını ala |
: |
Allah canını alsın. |
taŋrının ödüncü |
: |
Allah’a karşı olan ibadet görevleri. Hey ağalar ben bir hayrette kaldım Tanrı'nın ödüncü verilmez oldu Olanca malımı döksem mezada Erenler yanında bilinmez oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.639 |
taŋlamak |
: |
Ayıplamak. “Yavrum beni âşıkların tanlamış El âriftir gezişimden anlamış Ağ memeler domur domur terlemiş Ağ göle yağmurun düştüğü gibi” (Karacaoğlan, Kaynak: Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I, S. 249) |
taŋsımak |
: |
Alay etmek, eğlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tantana |
: |
Boş laf. |
tantış |
: |
Biçimsiz, kaba saba kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tanyıldızı |
: |
Çobanyıldızı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tap |
: |
1. Sevilen, beğenilen, en uygun. 2. Kalın tahta, kalas. 3. Geri, arka. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Güreşte elde edilen oyun pozisyonu. 5. Tahta, ahşap balkon. 6. Güç, kuvvet. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tap gibi yatmak |
: |
İş güç tutmadan, bütün gün boyunca sırt üstüyatarak geçirenlere derler. “Tap gibi yatma.” |
tapaç |
: |
Darı unu, darı unundan yapılan yemek. |
tapan |
: |
Tohum ekilip sürülmüş tarlayı düzleştirmek ve tohumlarım toprakla örtülmesini sağlamak için gezdirilen, ağaçtan yapılmış, geniş bir tarım aracı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Tarlada tapan eğrisi Gitmez atımın sağrısı Ahmed Osman gardaşlarım Dayanamam ben doğrusu” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kadirli (Kars)’de Vurulan Mehmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) |
tapan etmek |
: |
Ekili tarlayı çiğneyerek zarar vermek. |
tapandan gelik öküz gibi |
: |
Genellikle yorgun olmayıp da, yorgunmuş gibi davranan veya yersizce uzanan kimseye söylenir. |
tapanlamak |
|
: Sürülmüş, ekilmiş tarlayı tapanla düzlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tapbasan |
: |
Bir çeşit kuş tuzağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tapgı |
: |
1. Kuru, yassı odun parçaları. 2. Eskiden harmanda kellesinden çıkmayan buğdayı çıkarmak için tokaca benzeyen, ondan biraz daha büyükçe bir alet. |
tapı |
: |
1. İnanılan şey. Yıkılmaz Mevlâ'nın yaptığı yapı Hak Muhammed dini taptığım tapı On iki bahçade kırk sekiz kapı Eşiğin bekleyen iki kul nedir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.604 2. Darı ekmeği. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tapı kesilmek |
: |
Çok yorulmak. “Tapım kesildi. Kesseniz bir adım atacak dêlim.” |
tapı kılmak |
: |
İtaat etmek, gönülden bağlanmak, biat etmek. |
tapıklamak |
: |
1. Çocuğu uyutmak yahut susturmak için arkasına yavaş yavaş vurmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Kutsamanın, beğenmenin, takdir etmenin, iyi niyetin bir anlatımı olmak üzere, birinin sırtına elle hafif hafif vurmak. “Erkekler de böyle şeyde sündük olur sündük!. O zaman efendim, tekrar adam eve getti. Alavı sardı; bir iki gün soŋra bi daha geldi; ġız dölü görünce gene geldi oraya. Gene atıŋ felân suladıktan soŋra, ġızıŋ adı da Senem, dedi ki: “N’ettin hatın?” dedi; “sana geçende bir söz dedim idi” dedi. Dedi ki: “Hakikaten Allah’ın adıyınaŋ almak mı istiyoŋ, yoŋsa benim inen vakıt mı geçiriyoŋ?” dedi. “Yôk!. Allah’ın emriyinen almak istiyom.” “Eyi öyleyse, şöyle bir vaad edek senne” dedi. “Nasıl?”. “Ben senden başkasına varmamıya Allah indinde yemin ediyem. Sen de et, benden başkasını alma[maya]” diye. Orda tapıkladı, ayrıldılar. (Görkem, 1986) |
tapıl, tapul, tepel |
: |
Biçilen ot ya da ekinin bağlamı. |
tapılama |
: |
Daha duyar duymaz gelme. |
tapılmak |
: |
Tapınmak, ibadet edercesine yakın ilgi göstermek. Karac’oğlan eydür mala tapıldı Dert kalmadı içerime tepildi İnsana ahrette ik' ev yapıldı Biri dolup da biri boş kalmasın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.558 |
tapına |
: |
1. Yassı tarafına. 2. Çözüm yoluna. “İşi tapına getirirsem, belki semerci İsmail’in karısı Cennet teyzeye bir uğrak veririm.” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
tapına düşmek |
: |
Denk düşmek. “Tapına düştü.” |
tapına getirmek |
: |
Uygun zamanına denk getirmek. “Tapına getirdi.” |
tapına gitmek |
: |
1. (Güreşte)Kendi kurduğu oyunu uygulamaya çalışırken, rakibi fırsat bulup onu alt etmek. “Tapına gitti.” 2. Birisine kötülük yapmak isterken kendisi zarar görmek. |
tapını almak |
: |
Yapılan işin becerisini öğrenmek. |
tapınkı |
: |
Holungu, kısa sopa. “Cevizi tapınkıyla düşürüp bulduk Kirazı silkeleyip toplayıp geldik Ayağı taşa vurup çarığı deldik Şakırdar at nalında taşların yaylam” (Mustafa Kıreker, (Kösepınarı) Ericek Yaylası İsimli Şiiri, Çukurova’dan Dünya’ya Kadirli Dergisi, Haziran 2008, Sayı: 24) |
tapır |
: |
1. Erozyonla toprağı gitmiş verimsiz hale gelmiş yamaç tarla, taşlı tarla. 2. Taşlı ve engebeli alan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) 3. Deniz ve göl kıyılarında birdenbire yükselen yarların üstündeki düzlükler. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 4. Küçük düzlük, yüksek bir arazinin düz yerine verilen isim. “Evlerinin önü tapır Şahan gelir güpür güpür Sana diyom büyük kızı Kalk da kanlarını süpür” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
tapır tapır enmek |
: |
Bir yerden koşar adımlarla ve ayak sesleri çıkarark inmek. “Tapır tapır etti.” |
tapırdamak |
: |
1. Oraya buraya koşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Boş yere gezmek, emek sarfetmek. |
tapırtı |
: |
Ayak sesi. |
tapışdamak |
: |
Ses çıkararak hareket etmek. |
tapışlamak |
: |
Kutsamanın, beğenmenin, takdir etmenin, iyi niyetin bir anlatımı olmak üzere, birinin sırtına elle hafif hafif vurmak. “Sonra Memed’in arkasını tapışladı.” |
tapıt |
: |
Tabut. “Hay gızak deyi tapıtlara binesin e mi? Ulan Mâmet, gelsene burayâa! Beni aleme irezil ettin lan!. Seni baba deyim de dur!” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
tapıt hambalı: mı yörümek |
: |
İki yana dengeli bir şekilde basarak paytak paytak yürüyenler için söylenen bir deyim. “Tapıt hambalı: mı yörüme.” |
tapkı |
: |
Sopa. |
taplacı |
: |
Seyyar satıcı. “Köyden geldiği zaman ilk günlerde taplacılık yaparak şeherde tutunmaya çalıştı. Amma zabıtalarla başı hep dertte idi.” |
taplak |
: |
Tepe üzerindeki düzlük. ”Armutlu’nun taplağına kurmuşlar çadırı. İpil ipil parlıyordu Türkmen çadırları. Çan sesleri ortalığı velveleye veriyordu sanki.” |
taplamak |
: |
1. Kestirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) İyi taplamışım, dediğim çıktı. 2. Hesaplamak, planlamak, tavına düşürmek, nişan almak, tahmin etmek. |
taplı |
: |
1. Yerli yerinde, dinç, sağlam. 2. Şişman, semiz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Eşi benzeri olmayan, çok güzel, düzgün, yassı. “Allah verir de bu yıl çok pamuk toplarsak sırf senin için bir eşek alırım ki, taplı eşek.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
taplıyarak vurmak |
: |
Hesaplı vurmak. “Tapıklayarak vur, bir yerini kırma.” |
tapmak |
: |
1. (Yapı, köprü vb. şeyler) Selden çökmek. 2. İnanmak. Yıkılmaz Mevlâ'nın yaptığı yapı Hak Muhammed dini taptığım tapı On iki bahçade kırk sekiz kapı Eşiğin bekleyen iki kul nedir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.604 |
taptabu |
: |
Mısır ekmeği. |
taptap |
: |
Takunya. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
taptapı bazlaması |
: |
Eskiden evlerde yufka ekmek yapıldıktan sonra geride kalan ve ufralı denilen kaba unun pekmezle yğrulduktan sonrasaç üstünde pişirilmesiyle hazırlanan bazlama. |
tapu |
: |
Başlık parası. “Karac’oğlan der ki geldim kapına Mayil oldum cemaline yapına Baban senin ne istiyor tapuna Para ile geldim satın almaya” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 400 |
taput |
: |
Tabut. |
tar |
: |
1. Ağaç kütüklerinin birbirine bağlanmasıyla oluşturulan sal. “Tar geliyor, diye bağırdı Mustafa, Angıt kayasından aşağı koşarak indiler.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Dükkan rafı. 3. Üzerinde kümes hayvanlarının barındığı ince ağaç. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Tarhananın serilmek üzere dinlenmeye bırakıldığı yer. 5. Başörtüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 6. Ağzında kasnak bulunan gübre çuvalı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 7. Sal. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
Tarabulus |
: |
Trablus. Bugün Suriye sınırlarında kalmış bir yerleşim yeri. Eskiden Maraş Halep Vilayetine bağlı iken Trablus ismi Maraşlının sözlerinde daha çok yer almaktaydı. “Tarabulus guşak aldım Bağlan diyom bağlanmıyor Ağ Elif”im yolcu olmuş Eğlen diyom eğlenmiyor” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hastalıktan Ölen AğElif’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Ekici (Gök)) |
tarak |
: |
Keçiyolu. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm. İç.) |
tarakeydin |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; takar iken. |
taran |
: |
Hayvanların otlağa ve suya gidip geldiği yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
ta:rana |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; tarhana. |
taras |
: |
Orman işleri. Hanın yanı ulu mezer Yel eser de gumu tozar Gızlarım tarasa getti Anası dağları gezer Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.178. |
tarassutta kalmak |
: |
Kararsızlık, karar verememek. |
tarayışlı |
: |
Özel bir şekilde saçını tarayan. “Kadife şalvarlı tül libaslının Güvercin topuklu sarı meslinin Ellerikınalı kumru seslinin Zülüfü gerdana tarayışlının” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 538 |
tarazımak |
: |
Kumaşın çözgüsünün atması. |
tarcı |
: |
Tar ile ırmak yoluyla ağaç kütükleri taşıyan kimse. “Tarcılar dağlardan ovaya inince, ilk burada duruyorlardı, bu büvetin dönen sularına bağlıyorlardı tarlarını.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
tarhana firiği |
: |
Yarı kuru tarhana. |
ta:rı |
: |
Bıçak, dehre. |
tarip |
: |
Tahrip. |
tarkan tarkan yarılmak |
: |
Toprağın kuruyarak büyük büyükyarılması. |
tarkıtalaş etmek |
: |
Darmadağın, paramparça etmek. |
tarla tezek |
: |
Mal mülk. Bubamın tarlası tezāğı çokıdı. |
tarlak |
: |
Berber. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tarpadag |
: |
Birdenbire, aniden, şak diye. |
tarpadak |
: |
Bir anda, kaba bir biçimde, gürültülü bir biçimde. |
tarpadan |
: |
Aniden, birdenbire. |
tarptarp |
: |
Bir şeyin yüksekten yere düşüşünün anlatılması için kullanılır. “Portakallar tarptarp düşüyor. Avcı sıktığı her kuşu tarptarp düşürüyor.” |
tarra |
: |
Tarla. |
tarra hatlamak |
: |
Tarla sürmek, ekim için hazır hȃlegetirmek. |
tartı |
: |
Çit sürerken kullanılan koşum takımının bir parçası. |
tartır |
: |
Tatlandırıcı, renklendirici, kolaylaştırıcı. |
tartmak |
: |
Çekmek. “Sevdiğim üstüne gelmesin hata Yanağın güllerin rengine bata Yari bindirmişler bir yeğin ata Elinde dizgini tartıp gidiyor” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
taruz |
: |
Taarruz, hücum. |
tarzan oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. Tarzan 1, 2, 3 Elemtera 1, 2, 3 olarak da bilinen bu oyun en az üç kişiyle bahçede veya sokakarasında, gündüz oynanır. Ebe olacak kişinin belirlenmesi için koşu yarışı yapılır. Bunagöre belirlenen bir yere kadar herkes koşar, sonda kalan kişi ebe olur. Ebe şu tekerlemeyegöre de belirlenebilir: Doktor gelir tık tık Elinde ibrik Biz bu ilaçtan bıktık Tıka tıka tık Ayşe‟m cık cık Fatma‟m sen çık Ebe seçildikten sonra diğer oyuncular açık alana dağılırlar. Bu alan ya sözlüolarak sınırlandırılır veya oyun alanı çizgiyle belirlenir. Ebenin gözleri bağlanır ve ebe,“Tarzan 1, 2, 3” deyince oyun başlar. Ebenin kendisine doğru geldiğini gören oyuncuhareket edebilir. Ebe oyuncuları hem yakalamaya hem de güldürmeye çalışır. Ebenindokunduğu kişi yerinde sabit durmak zorundadır. Eğer ebe diğer oyuncuları kovalarken biroyuncu sabit duran oyuncuya dokunursa yanan oyuncu tekrar oyuna dönebilir. Oyun alanının dışına çıkan kişi ebe olur. Ayrıca ebenin yakaladığı kişi de ebe olur. (Ömer Kırmızı, Erdemli Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Çalışması, Mersin Üni., S.B.E., TDE. ABD, Mersin, 2015, s. 179-180) |
tas |
: |
1. Bir şiniğe eşit tahıl ölçeği. Yarım gaz tenekesinden yapılan ölçek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Üç tas bir gırata denktir buğday ölçeği olarak” 2. Bakır su kabı. Su ve ayran içmeye yarayan, şimdika bardak yerine kullanılan kap. Ayran tası, su tası, tas pilavı tası, kulplu tas, inek tası gibi çeşitleri vardır. “Gurtulmadı gönlüm yadsan Viran oldu bizim bosdan Su içtiğim bakır tasdan Gardaş seni soruyorum” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
tas örsü |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Uzun ve ters L biçimindedir.Ağzı üce olarak da bilinir. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
tas topağı |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Yuvarlak yüzlü örse verilen addır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
tasa kuşu |
: |
Somurtkan. |
tasarlamak |
: |
Ağacın kabasını yontarak düzeltmek, biçim vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tasatlamak |
: |
Gözetlemek, gizlice izlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
Tasin |
: |
Tahsin. “Gölbaşı’nın gaymakamı Duydu m’ola bizim Tasin? Ben bu gece uyumadım Düş gördüm okudum Yasin” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kalpten Ölen Kenan Kurtbeyoğlu’nun Ağıdı, Kaynak Ki-şi: Sariye Gök) |
taslamak |
: |
Gözetlemek, gizlice izlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
tasma |
: |
Karpuz kabuğu. |
Taş Düldül |
: |
Andırın, Bahçe, K.Maraş arasında en yüksek dağ. |
taş gemisi çekmek |
: |
Çok yorulmak. |
taş makas kağıt oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. TAŞ-MAKAS-KÂĞIT Oyun genellikle iki oyuncuyla oynanır. Üç durumun biri seçilmesiyle oynanan oyundur. Taş makası kırar, makas kâğıdı keser, kâğıt da taşı sarar. Eğer oyuncular aynı durumu seçerse oyun berabere biter. Eller kaldırılır avuç içine indirilirken bu üç durumdan biri seçilir. Seçilen durumlara göre kazanılıp kazanmadığına bakılır. Taş el, yumruk şeklindedir. Kâğıt el, tamamen açık parmaklar birbirine yapışıktır. Makas el, işaret parmak ve orta parmak harici bütün parmaklar avuç içine kıvrılmıştır, işaret parmağı ve orta parmak birbirinden ayrıktır. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 222) |
taşçakma |
: |
Körebe oyunu. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
taşdelen |
: |
Matkap. |
taşdüğen |
: |
Ayakta olan yara. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
Taşeli Yaylası (Platosu) |
: |
Mut, Silifke ve Anamur ve Ermenek arasında Toroslar üzerinde boylu boyunca uzanan yaylalar. Torosların yüksek zirveleri. |
taşgala |
: |
Telaş, dalga geçme, alaya alma. “Taşgalaya yer yok bu meslekte.” |
taşgalaya almak |
: |
Alaya almak, dalga geçmek. “Taşgalaya alma.” |
taşgan |
: |
Pınar. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
taşı dikmek |
: |
Geleneklere uygun olarak bir işi, görevi yerine getirmek. |
taşıme: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; taşımıyor. |
taşırgamak |
: |
Çok yol yürüyen at, koyun, sığır vb. hayvanların tırnakları taşa çarpmaktan bozulmak, acımak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
taşırkamak |
: |
Kaygılanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
taşkadayıfı |
: |
Yassıkadayıf. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
taşkala |
: |
Dalga geçme, alay etme. “Zanapalı’nın şaka mı ettiğini taşkalaya mı aldığını anlayamadığı, sesinin kararsızlığından belli oluyordu.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
taşkala etmek |
: |
Alay etmek, dalga geçmek. “Benimle taşkala etme yavrım.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
taşkalaya alma |
: |
Alay etmek. “Beni taşkalaya aldı o pis oğlan.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
taşocağı |
: |
Kireç yapmak için taşların yakıldığı fırın, kireç ocağı. “Bir taş ocağına indi. Taş ocağında sular toplanmıştı ama, taş ocağı siperliydi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
taşra |
: |
Dışarı. “Taşra çıkma yavrum yakar gün seni Sayamadım gerdanında ben seni Bugün bir yâd ile gördüm ben seni Yoktum deyi yemin eder and eder” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 588 |
taştayım topraktayım oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. TAŞTAYIM-TOPRAKTAYIM Oyuna başlamadan önce bütün çocuklar halka şeklinde sıralanırlar. Sayışmaca ile ebe belirlenir. Bütün çocuklar kaçmaya başlar. Ebe olan oyuncu toprakta olanları yakalayabilir. Taşın üstünde olanları yakalayamaz. Toprakta olan çocuklar “Topraktayım topraktayım yakalayamaz ki!” derler. Bu şekilde ebeyi kızdırırlar. Taşa çıktıklarında “Taştayım” derler ve yakalanmaktan kurtulurlar. Topraktayken yakalanan çocuk ebe olur. Oyun bu şekilde usanıncaya kadar devam eder. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 222) |
tat |
: |
Kekeme, konuşması düzgün olmayan kimse, dilsiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) Bölgemizden bir fıkra: SAĞIR GELİN Eskiden köyün birinden gelin almaya gitmişler. Gelinin ayakkabısının içine para koymak köyün adetlerindenmiş. Ayakkabının içine para konulmazsa gelin konuşmazmış. Gelini almışlar. Aradan yedi sene geçmiş. Gelin ayakkabının içine para konmadı diye konuşmuyormuş. En sonunda: “Bu gelin tat. Biz oğlumuzu yeniden evlendirelim.” demişler. Bir kız bulmuşlar. Düğün yapmışlar. Yeni gelini alıp geliyorlarmış. Eski gelin de çadırın önünde çorba pişiriyormuş. Yeni gelin atın üstünden bağırmış: “Sağır gelin, sığır gelin. Çorba taştı sağır gelin” dermiş. Eski gelin: -“Gelene bak, gelene - Attan inmeden diline -Yedi senelik gelin oldum -Söylemedim birine” demiş. Hemen düğün sahibi yeni gelini geri göndermiş. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s.80-81) |
tat vermemek |
: |
Rahat bırakmamak, bezdirmek. Evlendiḵ anası tat vėrmedi bize. |
ta:ta |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; tahta. |
tatar |
: |
Haberci, ulak, postacı, posta sürücüsü. “Kapımızda boz sürüler sağılsa Tatarlarım kol kol olsa dağılsa Yedi yerden davulbazım döğülse Yörük yumuşluynan baş eyle beni” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 455 |
tatarca |
: |
Şiddetli karın ağrısı.(TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tatarca olmak |
: |
(Mide) Bozulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tatat |
: |
Dilsiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tatavacılık |
: |
Boşboğazlık, atıp tutmak. |
tatavı, tatava |
: |
1. Patavatsız konuşan kimse, ağzı kalabalık. 2. Tarhana çorbasının ilk pişiriminde koyu kıvamdaki hali. 3. Bilimçsiz, gelişigüzel yapılan iş. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. İyi pişmemiş yemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tatavı çalmak |
: |
Boş ve gereksiz konuşmak. “Tatavı çalmasına sinirleniyorum.” |
tatavır sanmak |
: |
Söylenti zannetmek. “Tatavır sandım ama essahımış.” |
tatış |
: |
Konuşurken bazı harf ve sesleri söyleyemeyen. |
tatlı dem |
: |
Ömrün en güzel çağı. “Sıracalar çıksın nazik teninde Dilerim ölesin tatlı deminde Yüzün kara olsun Hak dîvânında Kıyâmet gününde başın dar olsun” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 565 |
tatlı sert |
: |
İçinde 20 adet sigara kağıdıyla birlikte paketlenmiş tütün. |
tav |
: |
1. Şişmanlık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) 2. Kıvamına gelmek, uygun zaman. 3. Nem. |
tava |
: |
Duvar içine yapılan ve içine eşya konulan küçük bölme. |
tava gelmek |
: |
Kanmak, yumuşamak, yola gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tavaf etmek |
: |
Etrafında dolaşmak. Şu gönlüm eğlenmez oldu varayım Yollar beni sevdiğime ulaştır Merhaba eyleyip tavâf ettiğim Beller beni sevdiğime ulaştır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.602 |
tavatır |
: |
1. Pek güzel, mükemmel, çok iyi, eşsiz. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Abartı. “Kim ne derse desin Evliya Çelebi Seyahatname’sinde kullandığı dilde ve olayı naklediş biçiminde oldukça tavatır bir üslub kullanmıştır.” |
tavatır olmak |
: |
Mükemmel, harikulade olmak. |
tavatırlamak |
: |
Abartmak, büyütmek. |
tavı:m |
: |
Tavuğum. |
tavık |
: |
Tavuk. “Tavığa garandıkları halde, tavık beslenmesi incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
tavık geddiyse de bohu da barabar geddi |
: |
Biraz zararım oldu ama böyle sinir bozucu birinden kurtulmak bizi fazlasıyla sevindirdi. “Tavık geddiyse de bohu da barabar geddi.” |
tavıklık |
: |
Kümes. |
tavısamak |
: |
Isısını, gücünü kaybetmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tavk |
: |
Gerdanlık, hayvanların boynuna takılan küçük çan. |
tavla |
: |
Ahır, at meydanı, atların toplandığı alan, atın besiye çekildiği yer.. Küleylânı tavlasında çatılı Pohuru da köşeği de katili Çadırımız Şâm elinde tutulu Ortalık çadırlık beğler görünür Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.629 |
tavlak |
: |
En dış kabuğu soyulmuş ana kabuklu ceviz. |
tavlamak |
: |
1. Su serperek yumuşatmak. 2. Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Bakırın yumuşaması işlemine verilen addır. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
tavlanmak |
: |
(Hayvan için) Semirmek. |
tavlar |
: |
1. Sergen, raf. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Mutfakta kap-kacak koymak için yapılmış raflar. “Gapısının önü tavlar Dilim söyler gözüm ağlar Guzularım da hep ağlar Ben babamı göremedim” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
tavlatmak |
: |
Ceviz kabuğunu soymak. |
tavlı |
: |
İyi besili. |
tavsı |
: |
Fotoğraf, resim. “Varır evini yoklarım Issız odanı beklerim Tavsırı bana verirsen Alır goynumda saklarım” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
tavsır |
: |
Fotoğraf, resim. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tavsu |
: |
Resim. “Varır evini yoklarım Issız odanı beklerim Tavsu’yu bana verirsen Alır goynumda saklarım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hastalıktan Ölen Abdil Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
tavşan ekmeği |
: |
Yabani sütlü bir ot. |
tavşan öldüye vurmak
|
: |
Ölmüş gibi hiç ses soluk vermeksizin yatmak, ölmüş numarası yapmak. “Kendini yere attı. Tavşan öldüye vurdu. Gençliğinin alışkanlığıydı. Bir hırsızlıkta yakalandı mıydı baktı ki hesapsız dayak yiyecek, kendini yere atar cansız kesilirdi. Çok kere böylece paçayı kurtarmıştı. Köylüde bir telaş, bir kaynaşma. Sesin geldiği yana bir koşuşma.” (Yaşar Kemal, Ortadirek, 75) |
tavşan topuğu |
: |
Top biçiminde, güzel kokulu, sarı kır çiçeği. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tavşan uyumuşçuluğu:na vurmak |
: |
Uyumadığı halde uyuyormuş gibi yapmak. “Şimdi artık eve gitmeliydi, yemeğini yiyip yatağa girmeli, sonra da tavşan uyumuşçuluğa vurup, evdekiler uyuyup horlamaya başlayınca da hôp, çitin dibi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
tavuk olmadan tara çıkmak, eşek olmadan hana girmek |
: |
İşi tam ayrıntısıyla öğrenmeden işe koyulmak. “Tavuk olmadan tara çıkma, eşek olmadan hana girme.” |
tavukkarağı |
: |
Karanlıkta görememe hastalığı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tavu:nan dünemek |
: |
Erkenden yatıp uyumak. |
tavus kuşu |
: |
Güzel tüylü çirkin sesli bir kuş. Hey ağalar bana zulum değil mi Âlem dîvân durdu duramadım ben Yâri benzetmişler tavus kuşuna Boyun gördüm yüzün göremedim ben Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.528 |
tavzu |
: |
Tavus kuşu. |
tay |
: |
1. At yavrusu. “Ala taya bakılmayı[bakınmayı(k)] Altın seli (selik) dikilmeyi(k) Ördek vurmuş çil gayınım Eğricesi sokunmayım(k)” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hasan Benli’nin, Kaynak Kişi: Rabia Duman)
“Avrat gerek bey doğura Kısrak gerek tay doğura” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) 2. Eşit, denk, yaşıt. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Binboğa’yı dersen dağların beyi Gözüken Soğanlı, hani Koçdağı Aladağ, Bakırdağ, Bulgar’ın tayı Erciyes ulunuz, pirin var, dağlar” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ. İstanbul, 1984) 3. Semerin iki yanına konan sandıklar. “Eşeğin iki yanına kocaman kocaman tahta sandıklar bağlanırdı. Bunlara tay denirdi. Birine bir tay, ikisine birden iki tay. Bu sandıklar, bugün bile kullanılan bir taşıma kabıdır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007)
“Ağırdır kalkmıyor yükümün tayı Demirdir çekilmez feleğin yayı Aradım cihânı nazlı yar deyi El içinde olan sözden usandım” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 487 |
tay durmak |
: |
At ve eşek yüklenirken yükün dengelenmesi. |
tay eylemek |
: |
Denklemek, eşlemek. |
tay geldi |
: |
İkinci kez evlenen kadının ilk evliliğinden olan çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tay olmak |
: |
Denk olmak, eşit olmak. Amana da deli gönül amana Kalmadı iyi gün devr-i zamana Cevheri de denk ettiler samana Yük masnıtm bulmaz tay olmayınca Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.383 |
taya |
: |
Sütnine, dadı. |
tayadaş |
: |
Eş, denk, yaşıt. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
taydaş |
: |
Akran, yaşıt. “Gayrı geçti bu ömrümün zamanı Çok söyletmen yeter halı yamanı Hak nasip et, son nefeste imanı Derdiçoğum taydaşların göçmüştür” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 139 |
taydaşlık |
: |
Denklik, eşitlik, akranlık. |
tayfun |
: |
Bir çeşit hastalık. |
tayin |
: |
Er azığı. |
taylak |
: |
1. Yeni doğmuş at yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.İç.) 2. Deve yavrusu. 3. Dört yaşındaki at. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
taylamak |
: |
Denklemek. “Der ki Derdiçoğum alana söyle Çekek hasretliği n’olacak böyle? Ecel yaklaşıyor yükünü tayla Er kişi kervanı yolda bulunur” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 138 |
taylarınan gırkılmak |
: |
Gençlerle düşüp kalkmaya, onlarla arkadaşlık etmeye özenen yaşlılar için söylenir. |
taysınmak |
: |
Eşit saymak, denk saymak, dengi olarak görmek, önem vermek, değer vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Ata vururlar haşayı (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
taysınmamak |
: |
Umursamamak, denk görmemek, geçimsizlik. “Boşanma davasında hakim davacı şahidine: -Sen söyle, bunlar niye geçinemiyorlar, boşanmak istiyorlar deyince; -Hanım şahit: Birbirini taysınmadılar, dedi.” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) |
taysınmaz beyi paşayı |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.Beyi Paşayı kendisine denk saymaz. Taysınmak: Eşit saymak. Taydaş: Aynı yaşta olanlar, akran, teğdeş de denir. |
taze |
: |
Genç kadın. |
tazeyağ |
: |
Tereyağı. “Kır Ali, Musa’nın dediklerine hiçbir şey dememişti. Kapıdan içeri girdiklerinde tazeyağlı bulgur pilavının kokusu evin içine yayılmıştı bile.” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
tazı |
: |
1. Kopeyden daha hızlı, sinsi köpek. 2. Av köpeği. Evlerinin önü yazıdır yazı Beğler bırakıyor ceyrana tazı Sallanma karşımda kahpenin kızı Ölürsem kanımı verebilin mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.452 |
tazı bizim, çulu başkasının |
: |
Bir kişinin yeni giysi giymesi. |
tazı bizim tazı ama çulu değişmiş |
: |
Yeni bir giysi giymiş olan tanıdığa “güle güle eskit” anlamında şaka yollu söylenir. “Tazı bizim tazı amma çulu değişmiş.” |
tazı – tavşan oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir seyirlik köy oyunu. TAZI-TAVŞAN OYUNU Kına eğlencesi sırasında gelin ve sağdıçları arasında oynanan bir kovalama oyunudur. Amaç düğüne hareket ve eğlence katmaktır. Seyircilerin önünde sandalyeler sıralanır, sağdıçlar oturur. İçlerinden biri kaçmaya başlar, gelin onu kovalar. Geride oturanlar hep birlikte şu maniyi söylerler: Tut tazı tavşanı Tutamadı ya Kaçtı da kaçtı Kaçamadı ya Gelin sağdıçlarının hepsini yakaladığında oyun biter. (Fatmagül Yolcu, Adana İli Ceyhan İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü., TDE. ABD, Adana, 2008, s.287-288) |
tazım tavşan alır amma böğür iti hale koymaz |
: |
Gereksiz karışmalar olmazsa işler yolunda gidecek. |
te: |
: |
1. Hiza. 2. Orada. 3. Akran. “Tahir Ağam, Tahir Ağam Hüseyin’im senin tên Hep toplandı emmileri Kalkmıyor Hüseyin Bêm” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Veremden Ölen Hüseyin’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hodul Emine (Gök-Aslan)) |
te diyancık |
: |
İşte tâ orada. |
tea |
: |
Baş, önde geleni. “Duran duranların tea Benim oğlum böbrek yağı Kim der Deli Aziz’in oğlu Sanarsın ki der beğe” (Nakleden: Osman Taştan, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
tebâd |
: |
Güzel huy, tabiat, yapı, mizaç. |
tebâdlı |
: |
Güzel huylu. “Yiğenim diye dâl. Gerçekten çok tebâdlı biri Burak. Çok ta çalışkan birisi. Mersin Polis Okulu’nu birincilikle bitirdi ve görev yeri olarak kura çekmeden ödül olarak Osmaniye’yi tercih etti.” |
teba:dsız |
: |
Düzensiz, ahlaksız, kaba, pis. “Öğretmene tebâdsızlık etmen. Çok ayıp olur.” |
tebdil |
: |
Tedbir, değiştirme, denge, düzen. “Abası yazıya düşmüş Püskülü çalıya dolaşmış Önünden düşman çıkışın Ağamın tebdili şaşmış” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Abazaoğlu Durdu Be’nin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Duran Doğan) |
tebdili şaşmak |
: |
Aklı şaşmak, aklı başından gitmek, ne yapacağını bilememek. “Haydarın kılıcını görenin tebdili şaşar.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
Ellisinde yaşım yarısın geçti Altmışında yolum yokuşa düştü Yetmişinde biraz tebdilim şaştı Mertebe mertebe indirdin beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.458 |
tebellenmiş |
: |
Musallat olunmuş, ele geçirilmiş. |
tebelleş |
: |
Musallat, ısrar. |
tebelleş olmak |
: |
Müptela olmak, musallat olmak. “Dert bela tebelleş oldu başıma Her gece tahsildar girer düşüme Beni mahcup etme Erkeklik öldü mü bre doktor bey” (Abdurrahim Karakoç) |
teber |
: |
1. Balta, baston. 2. Ağzı kavisli ve geniş, çok kesgin bir alet, bir nevi küçük balta, nacak. |
Teberce |
: |
Abdal lisanı. “Kumarlılar düğünde eğlenmeyi çok severler, halen bazı aileler var ki küstükleri zaman bayramda barışmazlar ama düğün olunca hepsi bir masanın etrafına toplanır ağlayarak barışırlar hiç kavga etmemiş gibi olurlar. O yüzden Kumarlı’da düğünlerin yeri ayrıdır. Kumarlı’da hatırı sayılır adamlardan biri oğlunu evlendirmek için düğün kurar. Düğün kalabalıktır, herkes toplanır. Abdallar da bazen ne dedikleri anlaşılmasın diye “Teberce” konuşurlar. Düğünde Abdal gençleri halay durmuş kim oynatacak diye kavga ediyorlar. Halaybaşı ve oyuncular ne kadar davul zurna varsa hepsi çalacak yoksa oynamayız diye inat ediyorlar. Abdalın en yaşlısı geldi halay başına dedi ki; “Bak ağa senin oyununa can dayanmaz Allah yokluğunu vermesin. Bahşisimi yeğen ver ha:.” Halaybaşı: “Tamam, veririz sen çal da.” “Yekenin ucunu görmeden meteme vıt dedirmem ağa.” (Kaynak kişi: Kahya Oca, Erman Artun, Seyirlik Köy Oyunları ve Anonim Halk Edebiyatı Araştırmaları, Kitabevi, İstanbul 2008) |
teberig |
: |
1. Hatıra, saklanması ve korunması birine bırakılan şey, anı, armağan, yadigar, biricik. 2. Doğum sırasında ölen kadından geriye kalan çocuk. |
teberiği galmak |
: |
Birinin hatırası olarak kalmak. “Bu da dezêmden teberik galdı.” |
teberik |
: |
1. Hatıra, saklanması ve korunması birine bırakılan şey, anı, armağan, yadigar, biricik. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Sen Döne’min bana teberiğisin.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Bir tanesi. 3. Doğum sırasında ölen kadından geriye kalan çocuk. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Gene yandım ha ört gibi Gözüm dönüyor dört gibi Sızılattın teberiği Enik kalmış bir kurt gibi” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
teberrük |
: |
Mübarek sayma, uğurlu, mutlu. “Ufacık kayaların çekiççiler kırdı Domurcuk memelerin yadeller derdi Sevgili günlerin gelin, teberrük kaldı Saklan gelin saklan, borandan, kıştan” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
tebib |
: |
Tabip, hekim, doktor. “Andırın’nan Adana’nın arası Her birimizde olmuş hançer yarası oy Doktur tebib bulamıyor çaresin Çaresiz halımızı gören ağlasın oy” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Trafik Kazası Geçirenlerin Ağıdı, Kaynak Kişi: Ahmet Gök) |
tebkil |
: |
Tebdil. |
tebsermek |
: |
Kurumaya yüz tutmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tebsi |
: |
Tepsi. “Ayrı tebsilere goyarım, o tez çekili.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
tec |
: |
Harmanda samandan ayrılmış arpa ya da buğday yığını. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
teçce |
: |
İpliği çile yapmaya yarayan bir araç. |
teccel |
: |
1. Yaramaz haşarı çocuk. 2. Sakar. 3. Bir Yörük edevatı. “Çıkrık ile masıraya sarılacak olan iplik koçanlarının, ılgıdırdan sonraki dizaynını sağlayan alete teccel denilir.” |
tecemat |
: |
Ev eşyası, hacet. |
tecemek |
: |
Bulmak, tedarik etmek. “Tece.” |
tecemüllet |
: |
Alet - edevat. “Nâdar tecemüllet var hepiciği de ambarın yanındaki sandıkta dururdu.” |
teci |
: |
Cins, tür. “Her teci millet Adana’da.” |
tecik |
: |
Tanecik. “Oğlumu buraya saldım Bir tecik haber aldım Aç gözünü benim oğlum Yenice Şehirden geldim” (Nakleden: Osman Taşdan, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
tecimevi |
: |
Ticarethane, ardiye. |
tecir |
: |
Çalımlı, kibar, tacir. “Tecir kara kardeş tecir Çizme giyer gıcır gıcır Hele bakın gomşularım Gavurun yüreği acır” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
tedarik |
: |
İhtiyat, yedekte bir şey bulundurma. “Tedariklisin maşallah.” |
tedayi |
: |
Tedavi. |
tedbil |
: |
Tebdil. “İnekler geldi mileşdi Gomşular tedbilim şaşdı Sabahanan kakan gelin Ağar uykulara düşdü” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
tedbir |
: |
Önlem. Karac’oğlan der ki sözün bilmişi Tedbirle görülür dünyanın işi Ne etsin neylesin âlemde kiş Felek Mustafa'ya yâr olmayınca Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.382 |
te:deş |
: |
Akran, yaşıt. “Bir ataş düşdü özüme Miller çekilsin gözüme Têdeşleri hep toplandı Biri benzemez gızıma” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Şerif Gök’ün Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürside Karpuz - Döne Ekici (Gök)) |
tef |
: |
Kefen. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tefar |
: |
Düzelme, başa çıkma anlamında kullanılır. “Ulan bu kaçıncı senieşek sudan gelinceyekadar dövmem, sen heç tefar olmayıcı; ilâ, eşek hı:?! Diyerek, tekme tokat yer misin, yemez misin Allah ne verdiyse döverdi…” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
tefe |
: |
Dokuma tezgahlarında tarağı tutan ve mekik ipliklerini sıkıştırmaya yarayanaraç. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tefek |
: |
1. Ufak tefek şeklinde kullanılır. Küçük, önemsiz, kısa, zayıf. 2. Asma yaprağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
teferrüc |
: |
Eğlence için gezmeğe çıkma. “Yarın evvel baharında Teferrücde gör almayı Yel esip yere düşmeden Budağında kır almayı” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
tefi |
: |
Bütün, hep. “Hasan Bey der tefi silâh belimde Topladım dizgini -babam- elimde Hep etbâ’ım bir olursa yanımda Bor köyünü ateşe yakmam var dedi” (Dadaloğlu, Kaynak: Erhan Çapraz, Fahri Bilge defterlerindeki Kayseri ve Yöresi konulu Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üni., Kayseri 2005) |
tegbir |
: |
Tekbir. “Cuma günü biz de göreg şu duvân açıldı:nı, biz de göreg di:ni tegbir getirillerdi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
tegge |
: |
Tekke. |
teğ |
: |
1. Asma. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Asma filizi sürgünü. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Kavun, karpuz vb. bitkilerin toprak üstündeki gövde ve dalları. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Asma yaprağı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 5. Bitki dalları. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 6. Denk, eşit, yaşıt, akran. “Bey kardaşım bey kardaşım (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
teğa:llemek |
: |
İşlerini yoluna koymak. |
teğdeş |
: |
Akran, yaşıt. |
teğek |
: |
Üzüm kütüğü. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
teğelti |
: |
Binek hayvanlarında eğerin altına konulan keçe. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
teğemek |
: |
Nesnel ya da tinsel yardımda bulunmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
teğetmek |
: |
Yavaşça tutmak. |
teğin |
: |
Gibi, tekini. “Kaşların lamelif gözlerin ayın Esma’ya benzettim misliğin teğin Sen bir dilbersin ki melektir soyun Bakışın benzettim cerana dilber” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 374 |
teğir |
: |
Ağaçtan oyma su kabı. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
teğlemek |
: |
Ağırlığı denk getirmek. “Aslan çakırın getirir (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
teğrek |
: |
İlaç, em. |
teh, tıh |
: |
1. Çok güzel, beğenmek alkışlamak aferin demek. “Elalem bak Uzunca Ali Koca Halili atına bindirdi desinler diye bindirdin de benim atımı öldürdün. Teh! Ali iyi oğlanmış! Yavrum, adam evine, anasına iyi olmalı….” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Üzümün döküntü halindeki taneleri, hetif. “Bütün gün badem çırptım Üzümün tehini armudun çöpünü ayıkladım Uykuya geç vardım Yatağın içine elimi daha yeni koydum Rahatıma doymadım ama….” (Duran Boz, Yazarların Şehri Kahramanmaraş, Atıf Bedir-Cahit Zarifoğlu’nda Maraş, Kahramanmaraş Valiliği 2009) 3.Üzüm kurusu. 4. Kuru üzüm ve pekmezin karıştırılmasıyla yapılan reçele benzer yiyecek; zortlama tehi, kaynatma tehi ve kuru teh diye çeşitleri vardır. 5. Olumsuzluk bildirir. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) Teh, o işi yapma:m. |
teh demek |
: |
Beğenmek, alkışlamak, aferin demek. “Yavrum, adam evine, anasına iyi olmalı ki elalem ona teh demeli.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
teh düşmek |
: |
Dikkat etmek, farkına varmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
tehellemek |
: |
Seyrek ve eğreti dikişle dikmek, teyellemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
teher |
: |
Çeşit, tür. |
tehlemek |
: |
1. Gözetlemek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Dikkat etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
tehleyip atmak |
: |
Nişan alıp atmak. |
tehli |
: |
Dikkatli. “Beşliyi takın dalına Fişekliği çal yanına Tehli yürü Kar’aslanım Düşman oturmuş yoluna” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
tehne |
: |
Sakin, tenha, ıssız. |
tehnel |
: |
Defne ağacı. |
tehnemek |
: |
Gözetlemek. |
tein |
: |
Sincap. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tejen |
: |
Tereyağının bozulmaması için kullanılan keçi derisinden yapılan saklama kabı. |
tek |
: |
Yeter ki. “Tek borcunu öde. Senden başka bir şey istemiyom.” |
tek durmak |
: |
Uslu durmak, hatasız davranmak, yarayışlı olmak. |
tek saban |
: |
Kara saban. |
tekat |
: |
Takat, güç, kuvvet. |
tekbasmacık |
: |
Bir çeşit yün dokuma örneği. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tekdamar |
: |
Zayıf, cılız. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
Tekdaş |
: |
Denktaş. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti devletinin kurucusu ve ve cumhurbaşkanı da olan Rauf Denktaş. |
tekden |
: |
Tek başına, yalnız. |
teke |
: |
Erkek keçi. |
teke sakalı |
: |
Kırlarda yetişen, ince uzun püskül yapraklı, yenilebilir bir çeşit ot. |
tekelleg |
: |
Teker, tekerlek, yuvarlak. “Şö:le oyallardı, tekelleg tekelleg, sıra sıra.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
teke:lek |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; tekerlek. |
tekelti |
: |
Atın eğerinin altına konan kalın aba. |
teken tüken |
: |
Seyrek, seyrekçe. |
teker |
: |
Bisiklet. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tekera:dar |
: |
Tekeri kadar. “Ulan çayımı niye yarım edin diye sorar. Garson da; Ne yarımı emmi, dodak payı o! Deyince, usta hiddetle; Ula yôrum benim dodâm motur tekerâdar mı ki buvâdar esik goydun der.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
tekerek |
: |
1. Çok güzel. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Yuvarlak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) 3. Toparlak. “Ağlı zubun, kara ceket Güzün takdımıdı nişan Yekin tekereğim yekin Tarabulusunu kuşan” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
tekerek şapka |
: |
Fötr şapka. |
tekerlek |
: |
Yuvarlak. “Ağ bebeğim ala gözlü Memmet’im tekerlek yüzlü Allah ben’ele katmadı Kucağım oğlanlı kızlı” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
tekerlek oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. TEKER OYUNU İki şekilde oynanır. Birincisi: Erkek çocukların oynadığı oyundur. Genelde iki kişi oynar. Yarışlarda daha fazla oyuncu gerekebilir. Sokakta, bahçede oynanan bir oyundur. Eskimiş araba tekerlerinin dış lastiği alınır. Bunun içine biraz su katılır. 2 m uzunluğunda ince kavak ağaçları kesilir. Kavak ağaçlarının uçları tekerin ortadaki boşluğuna koyulur ve diğer uçlarından tutarak teker sürülür. Koyulan su tekerin içinin kaygan olmasını sağlar. Kavak ağaçlarını birbirine yaklaştırdıkça fren yapılır. İkincisi: Mobiletlerin, bisikletlerin eskimiş dış lastikleri alınır. Bir iki karış uzunluğunda değnek veya çıta bulunur. Teker yere konulur ve değnekle tekere vurarak sürülür. Teker giderken değnek sağa değdirildiğinde teker sola döner. Sola değdirildiğinde sağa döner. Bu şekilde tekere yön verilir. Teker çevrilirken yere düşürülmemesi gerekir. Teker yarışlarında tekeri devrilen oyuncu oyundan elenir. Oyun tek oynanıyorsa usanıncaya veya yarış yapılıyorsa yarış sonlanıncaya kadar devam eder. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 223) |
tekerlenmek |
: |
Gelmek. |
tekerşek |
: |
Makara. |
tekesakalı, tekesakallı |
: |
Kırlarda yetişen, ince uzun püskül yapraklı, yenilebilir bir çeşit ot. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
tekesemek |
: |
Keçinin çiftleşmesi. “Yaşlı keçi beslemekle tekesek olmaz.” (Andırın Atasözü) |
tekeşek |
: |
İplik makarası. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tekin |
: |
Uyanık, tetikte. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Osm.) |
tekira: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; tekrar. |
tekiş |
: |
Çorabı ya da ayakkabıyı farklı giyme. |
tekiş tekiş |
: |
Teke, koç çağırma ünlemi. |
tekişmen |
: |
Teke gibi. |
teklekme |
: |
Bir çeşit ot. |
tekleme |
: |
Yaylacılara, sürü sahibi olmayıp da birkaç davarla katılan köylülere denir. |
tekne |
: |
Dağdaki pınarlarda hayvanları sulamak için yapılan ağaç veya beton yapı. |
tekne gazıntısı |
: |
İleri yaşlarda dünyaya gelen son çocuk için kullanılır. |
teközengi |
: |
Atın dörtnal yürüyüşü. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tekrer |
: |
Tekrar. “Her kim bu kelleleri paşanın huzurüne eletirse bacımı Allân emriynen veriyorüm ve ikimizün dü:nünü de bir bir yapacağam. Ses çıkmadı, tekrer söyledi nüçun cuvap vermiyorsüz.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
tel |
: |
Giyeceklere süs yapımında kullanılan özel bir iplik. Telli marhamasın atmış boynuna Kendi güzelliğin çekmiş aynına Bir gecelik misâfirim koynuna Ne olursun sermayenden nen gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.586 |
tel araba oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. TEL ARABA OYUNU Erdemli yöresinde çocuklukların en çok oynadığı oyunlardan biri de telden araba oyunudur. Telden arabalar genelde sera tellerinden yapılır. Bunu çocukların kendisi yapar veya mahallede yapmasını bilen birisi varsa ona yaptırır. Tel bulamayan çocuklar seranın tellerini söker. Bunu gören anne ve babalar çocuğa kızar. Bu tellerin çoğu eğri büğrü, çoğu da küflü olur. Çocuklar bunu ince bir ustalıkla düzeltir. Düzeltme işlemini taş yardımıyla yapar. Bazen dört tekerlisi yapılır diğer çocuklara caka satılır. Oyunlar gurupla oynanır. Tel arabayı sürerken araba sesi çıkarılır, fren yapılır, düdük sesi çıkarılarak karşıdaki uyarılır. Sonra park yerine gelinir, yorgunluk atılır, sohbetler yapılır. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 222) |
tel çekici |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Ağız kısmı oluk şeklinde olduğu için oluk çekiç de denir.Bakır kapların, özellikle kazan, sini, sitil gibi kapların ağız kısımlarının sağlamlığını sağlamak için çemberle yapılan kenarlıktaki bakırın kıvrılmasını sağlayan alettir. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
tel çevirmek |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Bakır kabın kenar kısmının içine tel sokularak kıvrılması işlemidir. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 40) |
tel etmek |
: |
Telefon açmak. |
tel vurmak |
: |
Telgraf çekmek. |
telden döner |
: |
Çok çabuk incinir ve küser. “Telden döner.” |
telefsimek |
: |
1. Telef olmaktan gelen bir sözcük, adam yerine konulmadığından dolayı kendini itibarsız ve değersiz Hissedip koyverme, kocalmak. 2. Sıcaktan bunalmak, sıcaksımak. “Telefsimiş fıkara.” |
telek |
: |
1. Kuş, tavuk vb. hayvanların kanat kalemleri. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Tavukların, kuşların kanatlarındaki her bir tüy. |
teleme |
: |
1. Keçilerin yeni sağılmış sütüne ham incirin sütünü karıştırarak elde edilen yiyecek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Körpe, daha olgunlaşmamış. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 3. Tabaktaki nar ya da koruğa tuz karıştırıp üstü kapatılarak terletilmesi, sulandırılması. |
teleme (Andırın usulü) |
: |
1. Körpe daha olgunlaşmamış. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 2. Yöresel bir lezzetimiz. |
teleme tuyra: |
: |
çok kıymetli anlamında olup iş yaptırılmayan, ön planda tutulanlar için kullanılan deyim. |
telemek |
: |
Çırpmak. |
telesimek |
: |
1. Kaygıyla ivmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Sıcaktan bunalarak her yanı terlemek ve bayılacak hale gelmek, baygınlık geçirir gibi olmak, tereddüt ederek sıkıntı hissetmek. “Düşkünlüğü açlıktan çocuğun. Sıcakta da telesimiş.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
teletos |
: |
Pejmurde. |
televsirmek |
: |
Yorgunluktan ya da sıcaktan bayılacak gibi olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
telezyon |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; televizyon. |
telifon |
: |
Telefon. “Berk ağlamıya gorkuyom Muharrem sesimi duyar Maraş’a telifon edin Yavrıma hocaları yanar” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
telis |
: |
Seyrek dokunmuş keten çuval, içine pamuk konur. “Söhür vaatı galdırmışlar Paltayınan öldürmüşler Sabahınan seher vahtında Bir telise doldurmuşlar” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kız İçin Öldürülen Ahmet Öğretmenin Ağıdı, Kaynak Kişi: Halil Gök) |
telis çuval |
: |
Fabrikalarda naylon ipten yapılan delikli çuval. |
teliz |
: |
İçine pamuk konulan harardan daha kalın dokunmuş fakat daha küçük olan torba. |
tellal |
: |
Bir haberi bir topluluğa yüksek sesle duyuran kimse. Belli belli bağlarının boranı Çift çift olmuş çöllerinin ceranı Sana derim sana Munbuç Veranı Çarşıda çağrışan tellâllar hani Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.454 |
tellenmek |
: |
Hafif hafif sallanmak. |
telli |
: |
Alıngan, nazlı, çok çabuk kırılan. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
telli gubur |
: |
1. Çakmaklı tüfek. 2. İşlemeli, içine çakmak, tabaka vs. konan ve bele bağlanan kuşak kemer. |
tellik |
: |
1. Ayağa giyilen bir nesne, terlik. 2. Bere, bebeklerin başını koruması için bezden yapılan başlık. |
telmin |
: |
Bitkinin çoğalmak için attığı kökler. |
teltik |
: |
1. Ateşli silahlarda bulunan ve silahı ateşlemek için parmakla çekilen küçük manivela, tetik. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Kekeme. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 3. Dolaşık, karışık, yanlış. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 4. Kılı kırk yaran, titiz. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) 5. Söylenmesi güç ve zor hatırlanan şey. |
teltik söz |
: |
Telaffuzu güç, söylemesi zor sözcükler, değişik, farklı. |
teltikte durmak |
: |
Uyanık bulunmak, her türlü kötülük ve fenalıklara karşı hazır ve çok dikkatli durmak. |
telviz kavağı |
: |
Tatlısı yapılan bir kabak türü. |
tem |
: |
Belirti, iz, im. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
temaşa etmek |
: |
Seyretmek. Bugün bir dilberi ettim temâşâ Sümbül saçın sırma tele uydurmuş Kesmiş kâkülünü dökmüş eğnine Şirin şirin dudu dile uydurmuş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.637 |
temaşa olmak |
: |
Seyredilmek. Bir iyilik et ki çıkasın başa Ak gerdanda benler ola temâşâ Âşık mâşukla sarılıp sarmaşa Yorgan zahmet çeksin kol incinmesin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.559 |
tembah |
: |
Tembih. |
tembahlamak |
: |
Tembih etmek. “Ayağına kara lastiği, avradına şeşi, babasının tembahladığı tütünü sônamiye neyinen alacaklardı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
tembeh |
: |
Tembih. “Yan odada kalan anasının bit ilacı almadan gelme, hanımının da beş numara lamba cıncı:ynan bir teneke gazyânı unutmatembehlerini unuttuğunu anladı. Birden yürea horp etti ki niredeyse durucuydu.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
tembelid |
: |
Geniş bir beze sarılmış, taşınmaya hazır yatak. |
temek |
: |
1. Anapara. 2. Ahırlarda gübre atmaya ya da saman almaya yarayan delik, ahır penceresi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Evdeki tağalar, ahırda temek Sınırlara takım, İcara höbek İsterse donunu kirletti demek Ne yapayım etti çiş derler bizde” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Şair: Hayati Vasfi Taşyürek) |
temekenli, temekenni |
: |
Temelli, sürekli. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) Yanı temeḵenni buraya gėldim, devāmlı kalacañ. |
temekilk |
: |
Ocak, şömine. |
temekkülü |
: |
Temelli, sürekli. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
temeklik |
: |
Ocak bacası. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
temenna |
: |
Saygı duruşu ve selamı. |
temir |
: |
Perçem, kakül. “Temirini keseceğim Beşiğini asacağım O dünyaya giden gelmez Umudumu keseceğim” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Uğur’un Ağıdı, Derleyen: Canan Ceran) |
Temis, Temiz |
: |
Temmuz ayı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
temiz yer görünce tavıg gimi midesi bulanmak |
: |
Etrafını kirleten kimseler için kullanılır. “Temiz yer görünce tavıg gimi midesi bulanmak.” |
temra, temre, temreği |
: |
Tende pul pul dökülen kabuklar oluşturan bir çeşit deri hastalığı, kellik, egzama. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
temren, temran |
: |
Okun ya da mızrağın ucundaki sivri madeni kısım. “Kirmeni de kılıcımız kirmeni Taştan dönmez mızrağımın temreni Böyle imiş padişahın fermanı Dağlar melil melil bilmem nedendir” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 607 |
temsil |
: |
Örneğin, mesela. |
temtek |
: |
Tek başına, bir tane. “Temtek kalırım diye korkuyom sen de gidersen.” |
Temus |
: |
Temmuz, Temmuz ayı. “Sarı sıcaklar dayanılmaz hal alır Temus’da Çukurağ’da” |
ten |
: |
1. Istarda dizili her bir ip teli. 2. Nem, çiy. 3. Sığırın dişilik organı. 4. Dizi. 5. Denk. 6. Arkadaş. 7. Vücut. 8. Çorbaların dibe çöken taneli, koyu bölümü. Çèkiştirirdiḵ ıstarda teni olurdu onuñ üstünde. |
tenbelit |
: |
Binek hayvanlarına yüklenen yük. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tendirik |
: |
Sac ayağının üzerine konulan ortası delik teneke, kazanın is olmasını önler. |
tendirod |
: |
Tendürdiyot. “Zekiye’m de söyler bunu Kör olsun da dünya fani Yaralanmış akar ganı Tendirod sürmeye geldim” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kadirli (Kars)’de Vurulan Mehmet’in Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) |
tendürüs |
: |
Temiz, titiz, düzenli. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tene |
: |
Tane. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Gavaklar da uzun uzun Ben de gedermiyim güzün İki tene çifte guzu Ağlıyorum babam deyi” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
te:ne |
: |
Hizasına. “Gabırı benzer boyuna Kimse çıkamaz têne Şöhretli bibimin oğlu Gız verir Maraş beyine” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Yaycıoğlu Hacı Durdu Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Mahire Yaycıoğlu) |
tenef |
: |
Çatı saçağı. (TDK Derleme Sözlüğünden Osm. Ada.) |
tenek |
: |
Ocak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
teneke |
: |
16 kg lık eski bir tahıl ölçü birimi ve ölçeği. |
teneki |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; teneke. |
teneleme |
: |
Tanelere ayırma, taneleme. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tenelemek |
: |
Hayvanların aşırı yem yemeden dolayı şişmesi, hastalanması. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) |
tenemek |
: |
Bir şeyi, eli gözler üzerine gölge yaparak gözetlemek. |
teneş |
: |
Bir yer adı. “Yüce dağların düzüne Bakmam Teneşten yüzüne Bizim ördek gonmaz oldu Gözeleşme’nin özüne” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
teneşer |
: |
Teneşir, üzerinde ölü yıkanan, tahtadan yapılmış çardak. “Bize kurşun sıkan eller kırılsın Cenazem bayrağa sarılıb gelsin Teneşerin üstünde tenim yıkansın Oğlun şehit oldu ağlama anam” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerde Vurulan Uzman Çavusun Ağıdı, Kaynak Kişi: Selahattin Avan (Âşık Turabi)) |
teneşir |
: |
Üzerinde ölü yıkanan dört ayaklı uzunca masa. Karac 'Oğlan eder ahd ile aman Mevlam farz etmiş beş vakit tamam Dünyada gezerim ben sağım demem Tenim teneşirde salım yoldadır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.597 |
teneşire bir osuruk borcu kalmak |
: |
Unu eleyip eleği duvara asmak, bu dünyada işini bitirmek, yaşını yaşayıp dişini dişemek anlamında. “Teneşire bir osuruk borcu kaldı.” |
tenevüs |
: |
: Teneffüs, okullarda iki ders arasında dinlenme zamanı, mola. |
teŋgellemek |
: |
Tepetakla olmak, yuvarlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
teŋger meŋger |
: |
Paldır küldür, teker meker, yuvarlanarak. “Kurşunu yiyen kartal… Az ileriye savruldu, sonra da tenger menger gitti narın üst başındaki kayalığın arasına düştü.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
teŋgerek |
: |
Yuvarlak. |
teŋgerlemek (teŋgirlemek) |
: |
Yuvarlamak. |
teŋgerlenmek |
: |
Yuvarlanmak. |
teŋgildemek |
: |
Nesnel, tinsel düşkünlüğe uğramak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
teŋgir meŋgir |
: |
Yuvarlanarak. |
teŋgirlek, teŋgerlek |
: |
Yuvarlak. |
teŋgirşek |
: |
Yuvarlak. |
tengişek |
: |
Teneke kapak. |
teŋgü |
: |
Davul, davulun en büyüğü. “Şol kara çadırda tengü dövenler Oturup soframda ekmek yiyenler Sen ölme ben öleyim diyenler Gidiyor ha gözü kanlı ulunuz” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
tenha |
: |
Issız kalabalık olmayan yer. İkimiz de okuyalım yazalım Yükümüzü tenhâlara çezelim Bu yıllık da melil mahzun gezelim Ara yerde engeller de fanya Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.413 |
tenhe |
: |
Gözlerden ırak,ıssız, kimsenin olmadığı yer. |
teni |
: |
Tane. |
teni:se |
: |
Tane ise. “Gaç tenise sayısı, yadsınâdar vızı:r vızı:r gelin geder idi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
tenik |
: |
Direnme, kararlı olma. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
teŋkişek |
: |
Yuvarlak, değirmi. |
tenkelemek |
: |
Az daha düşecek olmak. |
tenkmek |
: |
Tepetakla olmak, yuvarlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
teŋsermek |
: |
Uygun görmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
teŋsiz |
: |
Hareketleri tutarsız, dengesiz. Anan çok tensiz ağlıyor El yaylaya göç eyledi Arkadaşlar gelmiş de Buna yürek dağlandı Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.168. |
tentene |
: |
Elde işlenen dantel. “Gelinlik çağına gelmiş koca koca kızlar evlerinin önlerinde tenteneleri ellerinde, hem iş işliyorlar hem de şor ediyorlardı.” |
tentenilemek |
: |
Yaşlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tentenilmek |
: |
Bunamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tepel |
: |
Ot yığını. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
tepelik |
: |
Kadınların feslerinin üstündeki gümüş levha halindeki süs eşyası. |
tepgil |
: |
Akıl, şuur. Dağlara çıkanın aştı Çifde gızım geldi geçti Duyanın tepgili şaştı Böyle acı gördünüz mü? Ayhan Karakaş, Feke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E., TDE. ABD, Adana, 2005, s.167. |
tepiklemek |
: |
Binek hayvanını yürütmek için ayakla vurmak, tekmelemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tepilmek |
: |
Sokuşturmak, tıkmak. “Karac’oğlan eydür mala tapıldı Dert kalmadı içerime tepildi İnsana ahrette ik’ev yapıldı Biri dolup da biri boş kalmasın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 558 |
tepir |
: |
Buğday, bulgur vb. tahılları elemeye yarayan ağaçtan yapılmış büyük elek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
tepiz |
: |
1. Çengelli iğne. 2. Toplu iğne. |
tepkil |
: |
Tebdil-i hava, hava değişimi, askerde iken rahatsızlananlara askeri hastanelerde heyet tarafından verilen 21 günden daha uzun süreli rapor. |
tepsermek |
: |
Çok az kurumak, kurumaya yüz tutmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç. Osm. Ada.) |
tepsi |
: |
Başa ya da boyna takılan altın ve inci dizisi. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) |
tepsik |
: |
Tesbih. |
tepsolmak |
: |
Bitmek, yatışmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
Terazi |
: |
Bir burç, bir yıldız adı. Gökte yıldızların önü Terâzi Ülker ile aşar gider birazı Yarın mahşerde de sorarlar bizi Hak mizân terâzi kurulur bir gün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.569 |
terbiye tarlasından geçmemiş |
|
|
tercuba |
: |
Tecrübe, deneyim. “Tercubalar görmüş hem galbin temiz Vicdan merhemetin imamda bir hız Dokuz baş nüfusum geçinme ırız Vicdanla yüzüme bak benim hocam” (Andırın’dan Osman Akıllı) |
tere yer |
: |
Taze ot bitmiş yer. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
terefi |
: |
Teravi. “Neredesin be?... Dünden beri ortalıkta yoksun… Terefiye de gelmedin…” (İbrahim Boysal - Dönük (Roman) Cadde Yayınları, İstanbul 2006, I. Baskı) |
terek |
: |
1. Üst üste tahta veya demir raf 2. Raf, sergen. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. İç.) |
tereke |
: |
1. Sığır. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) 2. Ölüden geriye kalan mal mülk. 3. Yük taşıyan hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
teren |
: |
Tren. “Terene bindim de dönmüyor teker Su Gars’ın yolları ne gadar çeker? Ölmeden varannar muraza erer Hakgını helel et ey garib anam” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerlik Ağıdı, Kaynak Kişi: Ahmet Aslantaş) |
teres |
: |
Yaramaz çocuk. |
terevi |
: |
Sularda yetişen bir tür tere. Halk dilinde dere kenarında kendiliğinden yetişen dere otunun adı terevidir. “Tereviye yuyup kodular taşa Daha ne gelecek sağ olan başa Tüibent yağlık vurmuş soy hilal kaşa Gelin hiç söylemez kız nazlı güzel” (Karacaoğlan, Kaynak: Sıtkı Soylu, Karacaoğlan Sözlüğü ve Metin Bozuklukları üzerine Düşünceler İsimli Makalesi.) |
terezi |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; terazi. |
tergemek |
: |
Bırakmak, vaz geçmek, istememek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr.) “Çocuk şimdi tergemeli davarı, goyunu. Davarlarınan gidip gelmeye başladı. Emmisinin de buna gönlü yok.” (Aşık Mehmet Demirci, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) |
terk etmek |
: |
1. Ayrılmak, bırakıp gitmek. Karac’oğlan der ki kal benim yurdum Terkettiğim sılayı burda buldum Güzeli çok deyi eğlendim kaldım Kalem kaşlı güzelleri Hama'nın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.537 2. Sözünden çıkmak. Uluların sözlerini tutmadım Dîvâne gönlümü hiç terk etmedim ………………………………. Felek beni alakoydu sıladan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.517 3. (Adını, sanını) Bırakmak. Dilber alemde aşk oldu Nic’olur göresin kalan Terk edersin adı sanı Yerlere çalasın kalan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.520 |
terk eylemek |
: |
Ayrılmak, başka yere gitmek. Ben terk eylesem de diyar-ı gurbet Âşıklar sâdıklar kavuşur elbet Dost ile bir saat yapsam muhabbet Sevdiğim gözüme tüter ayrılık Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.473 |
terk heybesi |
: |
Omuza alınan heybe. |
terkbağı |
: |
Atların,arka kısmına atılan püsküllü dokuma. |
terkeç |
: |
1. Ok atmaya yarayan yay, ok atan tüfek. 2. Çocukların oynamak için kullandığı yay olarak bilinen av silahı. “Kundağını kurt yemiş, işlemeli, kurt yemiş daha işlenmiş bir terkeş asılı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
terkeş |
: |
Ok atmaya yarayan yay, ok atan tüfek. “Kundağını kurt yemiş, işlemeli, kurt yemiş daha işlenmiş bir terkeş asılı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
terki |
: |
1. Delik orta kısmı başa geçirilen küçük heybe. 2. Eyerin arka kısmı, binicinin arkasındaki yer. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) “Terkisinde beş top gutnu Ben gutnuyu nediciyim Yol verin bana gurtlar Ben anama gediciyim” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993)
“Halı terkiye sığmaz.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
terki bağı |
: |
Eğerin arkasında atın yem torbasını bağlamaya yarayan örme ve ucu püsküllü bağ, ip. |
terkilemek |
: |
At. Vb. hayvanlar terkilerinde yük taşıyamaz duruma gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
terkileşmek |
: |
Binek hayvanına vb. biri önde, öteki terkide olma üzere binmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Mr. İç.) “Haştırın’dan Annoluğa kadar terkileşerek geldik.” |
terkin vermek |
: |
Terk etmek, ayrılmak. Karac’oğlan der ki terkin vericek Ötüşür bülbüller gonca gülicek Ben burda yâr orda böyle kalıcak İster ölüm olsun ister ayrılık Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.473 |
terkini komak |
: |
Fazla kalmamak, ayrılmak. “Karac’oğlan eydür gelenler gider Vadesi yetenler borcunu öder Kuşlar yılda bir kez sılaya gider Anlar da terkini komaz sılanın” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 536 |
terkolmak |
: |
1. (Hayvan) Güçten düşmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Ham olduğu için yorulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
terlan |
: |
Bir cins avcı kuş. |
terle: çökmek |
: |
Kaçmak. “Terlê çökdü.” |
terlemek |
: |
Bakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
terlenme |
: |
Ateşli bir hastalık. “Yaz olanda ısıtmalar tutasın Güz olanda terlenmeye yatasın Acı acı kırk yıl ağrı çekesin Daha derdim az diyesin ak gelin” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 548 |
terlenmeye yatmak |
: |
Ateşli bir hastalığa yakalanmak.
|
terlik |
: |
1. Beyaz patiskadan dikilen başlık, takke. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Ev içinde giyilen yanları açık ayakkabı. “İnce işli Ağ Fadime Ne şöhretli diker terlik Doktordan imdat olursa Dayısı bozdurur binlik” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
termen |
: |
Temren, mızrak ya da ok ucundaki sivri demir. |
ternik |
: |
Başa takılan örgülü başlık. |
terrak |
: |
Uzak. |
ters |
: |
Hayvan pisliği, gübre. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tersi tersi kokmak |
: |
Ekşi ekşi kokmak. |
terslik |
: |
Gübrelik, hayvan pisliğinin biriktirildiği yer. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
Tersus |
: |
Tarsus. |
terziye göç demişler innem başımda demiş |
: |
Her türlü karara hazır olduğunu göstermek için kullanılan bir deyimdir. “Terziye göç demişler, innem başımda demiş.” |
tesbah |
: |
Tesbih. “Tesbahanı elim aldım O da gardaşın düzmesi Hastahanada yatarken Goğuşda galmış cizmesi” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
tesbeğ |
: |
Tespih. “Tesbeyini bana verin O da Halil’in düzmesi Hasdanada can verirken Gouşda galmış cizmesi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Asker Halil’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Balıkçı) |
tesbeh |
: |
Tespih. “Tesbeheni elime aldım O da gardaşın düzmesi Hastahanada yatarkan Gouşda galmıs cizmesi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Asker Halil’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Mustafa Balıkçı) |
tesbek |
: |
Tesbih. “Güçcük taka böyük taka Ben bayıldım baha baha Mullam okumadan gelir Sedef tesbek çeke çeke” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
tesbeyini |
: |
Tesbihini. |
tesbi |
: |
Yaylalarda yetişen, boz yapraklı, fındığa benzer ama yenmez meyvesi olan, meyvesinin çekirdeğinden tespih yapılan bir çalı. (TDK Derleme Sözlüğünden İç.) |
tesbihini verin bana / o da gardaşın düzmesi |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.Öleni hatırlatsın -onu yaşatma düşüncesi de var- diye ona ait bir şey daima saklanır bu gelenek bugün de yaşamaktadır. |
tesbolmak |
: |
Çözümlenmek. “Dava tesboldu.” |
teselleme |
: |
Atasözü, örnekleme. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
teserleme, teserreme |
: |
Misal vermek, örnekleme, örnek bir olay annatma demekdir. “Ben buğa tasarlama, kurgulama demek isdiyom. “Teserleme getirmek” şeklinde sö:lenir. Aslında öyle bir olay olmamış ve yaşanmamıştır. Ancak; o anda meydana gelen bir durum veya olaya göre tasarlanmış ders verici anlatılagelen kurgulamalardır. “Adamığ bir tenesi…” diye başlıyap, “deller” diye biten galıplaşmış ifadelerden oluşur. Tarla mı kezzekli, meses mi uzun, ben mi gaçamıyom? Bu teserleme; genelde beceriksizli:nen garışık, işlerin garışdı:, içinden çıkılmaz bir hal aldı:, sarpa sardı: durumlarda, durumu gurtarmak ve suçu bir yere yıkmak uçun annadılır. Adam ekin biçiyo mesela, geride galmış. “Bire ulan no:ldu, geride galdığ” diyennere: Biçemiyom diyemiyo da, şu teserlemiye annadıyo. Teserleme şö:le: Adamığ biri bir gün tarlasında öküzleri:nen çift sürüyomuş. Öküzler de adam da yorulunca; “Ulan birez ara veri:m de, öküzler de dinnensiğ, ben de di:nenim.” demiş. Öküzleri tarlanın kenarında kölgelik, otluk bir yere govermiş, ya:lsiğler diye. Gendi de hemi bir hava ali:m, hemide di:neni:m diyerek, bir depeniğ başına çıkmış, aval aval etirafı se:rediyomuş. Bir tarafdan di:nenirken, bir tarafdan da öküzleri gontürol ediyomuş tabi:kine. Birez dalgınnı:na gelmiş olacakkına, bir de bakmış kı; adamığ biri öküzlerini almış gendi tarlasını sürüyo. “Ulan gaçma varıyom” demiş amma goşmuş adam valla. Asıl öküzleriğ sa:bı adam mesesi eline almış, başlamış öküzleri:nen gendi tarlasını süren adamı guvalamıya. Yetişdi: yerde vururumuş adama mesesinen. Epiye beğzetmiş amma adamı. Neyise gaçan adam, baya: bir gaçdıkdan ve adamdan gurtuldukdan so:ra, elini beline vermiş, gendi gendine demiş kine:” Ulan tarla mı kezzekli, meses mi uzun, yo:sa ben mi gaçamıyom.” Avcumun dolusu, fincanın dolusu, a:zımın dolusu birimiş Genelde; ayak uydurulamıyan durumlarda annadılır. Yani köylünüğ şe:r kültürüne ayak uyduramama durumlarında ve durumu gurtarmada kı usdalıklarda annadılır. Teserleme şö:le: Adamca:zığ biri misafirle: getmiş. İkram olarak da gayfe vermişler. Tabi: adam da: önce gayfe içmemiş, nebilsiğkine. Derken adam gayfiye bir dikişde fincanığ dolusunu a:zına götürmüş. Tabii adamığ a:zı yanmış. A:zı yanınca, avcuna dökmüş gayfiye, avcu yanınca da geri fincana goymuş. Yanında:lar; “Ne:ddiğ bürulan, ısıcak oldu:nu bilmiyoğ mü:dü” demişler. Adam da gıvrak zekasi:nen cevaplamış: “Yok biliyodum da, fincanığ dolusu, a:zımığ dolusu, avcumuğ dolusu birmi:miş, oğa bir baki:m dedi:dim” demiş. (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
tesgere |
: |