KAHRAMANMARAŞ YÖRESİNDE KULLANILAN MAHALLÎ KELİMELER
ba |
: |
Domuzu tuzağa düşürüp yakalamak için domuzun önünü kesen kişiler, yol kesen kişiler. |
ba: |
: |
1. Bağ, asmaların yer aldığı arazi. “Gannıderiâdar yuharıdan belli gapanmış. Bâ vahdı bir sel gedmiş. Ayşe gelin türküsünü düzügler idi.” 2. Bey. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Bana. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Bağı. “Evleri de gonmuş bir ıssız dâ Verane galmış da bahçası bâ Duydum sehid olmuş Çuhadar Bê Ağlaşır elleri vay Bêm deyi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Çuhadaroğlu Mehmet Bey’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hacer Temiz) |
ba: çıbı: |
: |
Bağ çubuğu. |
ba: mısın |
: |
Bana mısın? “O zamanlar, pekmez, kırk elli kilo bekmeze bâ mısın demeyen deri tulukların içinde getirirdi. Alıcı, tadına bakmak isterse, satıcı tuluğun bağını çözüp açar ve bir tabâ biraz akıtır. Tuluk bir türlü doğru-dürüst ayakta durmaz tabi:. Sağa sola eğilip bükülerek devrilmek ister. Sahibi zor zekat zapt etmeye çalışır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
ba’armak |
: |
Bağırmak, çağırmak, seslenmek. |
ba:baçcı |
: |
Sürekli bağa bakanamele. |
ba:da (takmak) |
: |
Çelme (takmak) |
ba:daş |
: |
Bağdas kurarak oturma. |
ba:lâ: |
: |
Bir akarsuyu şişirmek içinyapılan bent. |
ba:lamak |
: |
Bağlamak. |
ba:lig |
: |
Ayrıcalıklı olarak korunan,kollanan çocuk yada büyük. |
ba:nmak |
: |
Beğenmek. |
ba:r |
: |
Bağır. |
ba:raçıg |
: |
Kabadayı. |
ba:rıgcı |
: |
Çok bağıran, şirret. |
ba:rışmag |
: |
Çığlık çığlığa karşılıklıkonuşmak. |
ba:ri |
: |
Hiç olmazsa. |
ba:rtı |
: |
Çığlık. |
ba:rtlag |
: |
Çirkin ve yüksek seslekonuşan. |
ba:s |
: |
Bahis, iddia. |
ba:sag |
: |
İneklerin boğa istediğizamanki hali. |
ba:sırıg |
: |
Barsak. |
ba:simet |
: |
Peksimet. |
ba:zlı |
: |
Fazla yemek yiyen. |
ba:zsız |
: |
Az yemek yiyen. |
ba:lamak |
: |
Bağlamak. |
ba:lı |
: |
Bağlı. |
ba:m |
: |
Bakayım, bakalım. “Kös gelip oturmiye çok sevişimiz so:ra da “laf verin baam bire ulan” deyip sohbeti başlatma çabalarımız… incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Kubilay, www.bekerecikoyu.com) |
ba:rsılık |
: |
Bağırsak. |
ba:rtı |
: |
Bağırtı, yüksek ses. |
ba:sırık |
: |
Bağırsak. |
ba:zlamak |
: |
Kesmek, boğazlamak. |
ba:zi |
: |
Bazen. |
Ba:zkesen |
: |
Boğazkesen. |
ba:zlamak |
: |
Boğazlamak. |
bab |
: |
Koyun ve insanların akciğerlerinde olan bir hastalık. |
baba hesabı |
: |
Rumi takvim. |
babaç |
: |
Kümes hayvanlarının erkeği, erkek kuş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “İki tane muhabbet kuşu aldım. İkisi de babaç çıktı.” |
babaçça |
: |
Papatya. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) “Bahçelerde babaçça Açılır akça akça Kaçtım karşıma çıktı Tombul yanaklı Hatça” (Veli Aba, Seyfi Metin, Ö. Tuğrul Kara, Osmaniye Manileri, Adana 2011) |
babak |
: |
Kavgada hile ile karşıdakini alt etme, aniden, habersiz ve hileli davranışta bulunma. |
babal |
: |
1. Hak. 2. Vebal, günah, suç. “Iraktır yolların dolandım geldim Tatlıdır dillerin eğlendim kaldım Babalın boynuma işte ben öldüm Mezarım göğsüne kaz kerem eyle” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 408) |
babal almak |
: |
Vebal almak. |
babal altında galmak |
: |
Suçun vebalin kişi üzerinde kalması. |
babal atmak |
: |
Bir şeyi yap(ma)mak ve söyle(me)mek için vebal vermek. |
babal vermek |
: |
Vebalinin karşılığını vermek. |
babalanmak |
: |
Haram olan şeylerden yemek içmek, zıkkımlanmak. “Bir ayân mezere girmiş utanmıyon mu babalanmaya” |
babalı boynuŋa |
: |
Bu söylediğinin bir günahı varsa sana yazılsın anlamında bir söz, vebalini alayım ki anlamında bir tür yemin. “Babalı boynuna, ben onun yalancısıyım.” |
babalı tutmak |
: |
Kargışa uğramak, vebali tutmak. “Babalım tutdu farkında dêl.” |
babalık, babalıg |
: |
Üvey baba. |
babalıŋ boynuma |
: |
Günahın boynuma. “Babalın boynuma yalanım varısa.” |
babalından gétmek |
: |
Vebalinden gitmek, yani onun vebalinin karşılığında ölmek. |
babalından kakamıyasıca |
: |
Vebalinin altından kalkamasın anlamında bir deyim. |
babalını çekmek |
: |
Vebalini kendi üstüne almak. |
babalını veremiyesice |
: |
Vebalini veremesin anlamında bir deyim. |
babalını yumak |
: |
Bir kişinin lafını ederek, arkasından konuşarak veya benzer hâllerle Allah katındagünahını almak, günahını gidermek. |
babamıŋ öldüğü baŋ yaradı, galdı kalburu saradı |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
babamıŋ ölece:ni bilseydim kulağı dolusu darıya satardım |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
babamoğlu |
: |
Kardeşim. “Davarını dam almıyor Goyunun eve gelmiyor Gurban olam babamoğlu Memmed gelini almıyor” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Halıd’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayşe Temiz (Patlakkızı)) |
babaŋa rahmet |
: |
Davranışlarından ve konuşmalarından hoşnut olunan kimselere anında yapılan dua. Atana dedene rahmet şeklinde de kullanılır. “Babana rahmet.” |
babaŋı neye getirmediŋ |
: |
Kadın hamamına yaşı biraz büyümüş erkek çocuk gider ise ona kullanılan ifade bu şekildedir. “Hanım hanı:m. Babanı neye getirmedin?” |
babasiynen, babasi:nen |
: |
Babası ile “Bunun babasiynen ortagcılıg eddig, otuz gırg sene. Emmimiz ölüşün, ordan da çıgdıg guzum.” |
baba:z |
: |
Babanız. “Oğlum sizin babâz alıp vurmiyenen uğraşırdı. Derhal damın arasından oķ yay ve gılıç çıhararak oğlu Elboğlu teslim etmiş. Derhal oğlu emmisinin oğlu Ali Gadoğlunu çârarak demiş ki:” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
babıç |
: |
Ayakkabı, pabuç, bir çeşit terlik, yemeni. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
babıç kapma oyunu |
: |
Bölgede oynanan çocuk oyunu. BABIÇ KAPMAOrtaya bir ağaçtan kazık çakılır, bu kazığa ip bağlanır. Oyuncular ayakkabılarınıçıkarır, kazığın yanına korlar. Herhangi bir hayvanın dışkısı da kazığın yanına konur.Oyuncuların en açıkgözünün eline ipin bir ucu verilerek ayakkabıları koruma göreviverilir. Oyuncular, değnekle ayakkabı bekleyeni dürter veonları kapmaya çalışırlar.Ayakkabıları koruyan da ipi bırakmadan, onları kapmaya çalışanları yakalamaya çalışır.Yakalarsa, babıcı bekleme görevi yakalanana verilir. Son ayakkabı da kapılırsa eli ipteolan kişi kazığın yanına konan dışkının hayvanına göre ses çıkarır. Yani öküz dışkısıvarsa böğürür. At dışkısı varsa kişner (..vb) Bu oyun, ağırlıklı olarak Kaşdişlen’deoynanmaktadır. (Fatma Pınar Kuzu, Anamur Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üni., S.B.E., TDE., ABD, Erzurum, 2010, s. 378) |
babıyaŋ |
: |
Babanın. “Babıyan bahçası otlu Ben ağlarım dertli dertli Daha bir yanım umutlu Bacım gızı gelir deyi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Doğumda Ölen Sultan Temiz’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Ayse TEMİZ (Patlakkızı)) |
babuç |
: |
Ayakkabı, pabuç, bir çeşit terlik, yemeni. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
bacağı açık |
: |
Tahtacılarda, musahibi olmayanlara verilen ad. |
bacağı çıplak |
: |
Tahtacılarda, ikrarı alınmamış kişi. |
bacak |
: |
1. İskambilde Vale, fanti. 2. Küçükbaş hayvanlar hakkında sayı bildiren söz. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Kadın eş. Anaŋ dayıŋa, bacak kayına. |
bacak hırsızı |
: |
Çapkın zampara. |
baca:ŋda |
: |
Bacağında. “Gara şalvar bacânda Yağlı martin gucânda Öldürmüşler Hacıveli’mi Düşmanların ocânda” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kurşuna Dizilen Eşkıya Hacıveli’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Âşık Ali Ateş) |
bacanmak |
: |
Gayret etmek, istekli davranmak. |
bacarıklı |
: |
Elinden iş gelen, becerikli (kimse). |
bacı |
: |
Kız kardeş. Kır at gelir hecin gibi Yağmur yağar sicim gibi Anam kızı bacım gibi Gelir de karşımda durur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.629 |
bacı bir yadigarın var/ ölürken gorum döşüme |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Ölen kişi için çok değerli şeyler ölü ile birlikte gömülür. Özellikle bir kişi ölmeden önce belli bir şey vasiyet etmişse o vasiyetin gereği olarak herhengi bir eşya ya da buna benzer şeyler ölü ile birlikte mezara konulmaktadır. |
bacılık |
: |
Kardeş yerine konulan yakın arkadaş. |
bacısığla |
: |
Bacısıgile. |
baç |
: |
1. Hayvan vergisi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Ücret, vergi. Güzel bell'olur tacından Hiç yük ağlar mı bacından Dünyada densiz ucundan Sefil baykuş verandadır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.604 3. Rüşvet. 4. Güzellere bakma, onlarla bir arada olma isteği Çekiverdim gücün gücün içine Al karanfil takmış sümbül saçına Ömrümü koymuşum ferman baçına Yârim sultan olmuş elin üstüne Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.411 |
ba:ça |
: |
Bahçe. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
baççı |
: |
1. Baç almak isteyen kişi, vergi memuru. “Yüzüne vurduğum sırmalı peçe O yare ettiğim emekler heçe Belki güzellerin kervanı geçe Baççıyım beklerim yol kenarında” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) 2. Otuz, kırk santim uzunluğunda, beş altı santim çapında, yuvarlak ve uzu sivri değnek parçası, kazık. Çocuklar kökücü hızla toprağa batırarak bir tür oyun oynarlar. Batan kökücü kendi kökücüyle deviren çocuk, devirdiği kökücü alır. Oyun bu biçimde sürer gider. “Çocuklar bir gübreliğin üstünde köküç oynuyorlardı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
ba:çe |
: |
Bağçe, bahçe. |
baçın |
: |
Baçını, vergisini. Her kande gidersem seni bulurum Sarrafınım kıymatını bilirim Sen bir bezirgânsın baçın alırım İki leblerinden bir yanağından Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.519 |
bad |
: |
1. Ocakta kazan koyacak yüksekçe kısım, seki. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Ocak ve tandırın iç yüzü, kenar parçaları. 3. Rüzgar. İki ceyran götürdüler bahçaya Girdim o bahçanın gülleri bir hoş Yağar yağmur serin serin bâd eser Irganan selvinin dalları bir hoş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.636 |
badak |
: |
1. Tek husyeli hayvan, iyi enenmemiş dişisine yanaşamayan hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Tosundan küçük erkek sığır. 3. Duygusuz, vurdumduymaz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
badal |
: |
1. Bacak. 2.Tuzak, fak, tehlike. 3. Merdiven basamağı, merdiven. 4. Ceviz içinin dörtte biri. |
badas |
: |
Harman kaldırıldıktan sonra ortada kalan çöp ve samanla karışık taneler, afara. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
badaş, badaşık |
: |
1. Harmandaki toprak, çöp ve samanla karışık tahıl taneleri, harman döküntüsü. 2. Arkadaş, okul arkadaşı, bir arada bulunan, birlikte iş yapan insanlar, ortak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ba:daşık |
: |
1. Ödünç, nöbetleşe, yardım ederek, sıra ile, ortaklaşa. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Aynı hedef için anlaşmış kişiler, aynı fikirde olanlar. 3. Bitişik, yapışık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
ba:daşmak, bağdaşmak |
: |
Bir iş veya oyun için anlaşmak, uzaşmak, eş tutmak, ortaklaşmak, arkadaş olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bade |
: |
1. Kadeh, içki bardağı. Eller göçün çekti bense göçmedim Yâr elinden dolu bâde içmedim Bilmem hata ettim kusur işledim Cahilim kıymatın bilmedim felek Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.471 2. Su. Bir bölük turna da havada uçar İner engininden bir bâde içer Esen seher yeli göğsünü açar Yâr göğsün bendleri düğmeli değil Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.477 3. Başka, gayri. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. İçki, şarap. Aşka düşen bâde içer Yâr yoluna candan geçer Bu dünyada konan göçer Bu el bizim eller değil Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.478 |
bade doldurmak |
: |
Kadeh doldurmak. Yâr oturmuş kurulur naz postuna Hiç bakmıyor yâranına dostuna Yaz gelince çayır çimen üstüne Yâr bâde doldurur elleri bir hoş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.636 |
bade parmak |
: |
Orta parmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bade selam |
: |
Daha sonra selam. Nazlı yarim bana name göndermiş Ahiri yazılan bade selâmdır Cevabın gönderdim ben de o yare Kız benim koynumda gizli lâlemdir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.606 |
ba:dadiye |
: |
Duvarlarının dışı tahtadan, duvarın içine kozalak doldurulup sıvanarak yapılan ev. |
badem bıyık |
: |
Badem biçiminde ve büyüklüğünde kesilen bıyık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
badem parmak |
: |
İşaret parmağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bades |
: |
Patates. |
bâd-ı saba |
: |
Gün doğuşu sırasında hafif esen yel. Bâd-ı saba selâm eyle o yâra Pek göresim geldi ellerimizi Gönül arzu çeker ama ne çare N'ideyim tutan var yollarımızı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.434 |
badıç |
: |
(Fasulye, mercimek, nohut vb. )Taneli bitkilerin başakları. |
badılcan |
: |
Patlıcan. |
badılcannı |
: |
Sulu, bişme, patlıcan yemeği. |
badırdamak |
: |
1. Söylediği anlaşılmamak, homurdanmak, çok ve lüzumsuz söylenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Bağırarak ve alelacele konuşmak. |
badırık |
: |
1. Çok ekşi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Ekşili bulgur yemeği. |
badırık gibi |
: |
Çok ekşi. |
badmak |
: |
Kirlenmek; kedi, köpek fare gibi hayvanların yiyecek ve içeceğe değmesi. |
baer |
: |
Bayır. |
bagça |
: |
Bahçe. |
bagraç |
: |
Çitil, sitilden daha büyük genellikle bakırdan yapılmış ve kalaylı, kulplu su kabı. |
ba: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; bağ. |
bağ takmak |
: |
Yıkmak. |
bağana |
: |
İçine peynir çökelek konulan oğlak veya kuzu derisi, tulum. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bağarsırık |
: |
Bağırsak. |
bağasak |
: |
İneklerin çiftleşmek için boğa istediği dönemdeki hali. |
bağaz |
: |
Boğaz. |
bağazlağa |
: |
Değirmende buğdayın taşın deliğine dökülmeyi sağlayan tahtadan boru. |
bağbaçcı |
: |
Sürekli olarak bağa bakan amele. |
bağban |
: |
Bahçıvan. |
bağbatçı, bağbadcı |
: |
Bağ bekçisi. “Üzüm konan sandık demeyiz mahra deriz. Üzümü kendimize göre böleriz. Salkım deriz, çiltim deriz, hetif deriz.Üzümün çepeli olur, dıbıkı olur. Aynı zamanda bu tabirler mecaz da kullanılır. Hetifleme gibi, çepel adam gibi. Üzümü yetiştiren kişi bağbatçıdır. (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) |
bağcağı üzülmek |
: |
Sonu kesilmek, kalmamak, bitmek. “Kelaynak kuşlarının bağcağı üzüldü.” |
bağcak |
: |
1. Çobanın, uyurken koyunlar kaçmasın diye, bir ucunu kendine, öteki ucunu koyunlardan birine bağladığı ip, ipten örülmüş kalınca bağ. “Senirlerde yanık türkü dilimde Kepenek sırtımda, bağcak kolumda Çifte omzumda gaval belimde Koyunu yaydığım aklıma düştü” (Aşık Karamehmet, Kaynak: Erdoğan Aslıyüce, Çukurovanın Yıldızı Ceyhan, Adana 2008) 2. Bir yıllık dut sürgünlerinin soyulmuş kabukları. Soyulan kabuklar örülüp ip haline getirilir. |
bağça |
: |
Bahçe. “Evlerinin önü geniş Bağçalar da dolu yemiş Gâvurumuş kürdün gızı Bebâ olmadan gaçdı demiş” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
bağçe |
: |
Bahçe. “Bağçeye ektirmiş çiçek Burcu burcu koktu gene Ben öpmiye gıyamazdım Boyamışlar gızıl gana” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
bağda |
: |
Güreşte rakibe atılan çelme. “Al atının burnu göğde Düşmanına kurar bağda Böyle aslan gördünüz mü Hemi boz da hemi beğde” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
bağda atmak ya da vurmak |
: |
Güreşte rakibin ayağına çelme atarak onu düşürmek. “Bağda atmasıynan altına alması bir oldu.” |
bağdaşmak |
: |
Bağdaş kurmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
Bağdatlısın eşindiren |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Bağdat’tan alınmış Arap atını eşindiren. |
bağıban |
: |
Bağban, bahçıvan. |
bağır |
: |
1. Bayır, yamaç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Sine, döş, göğüs, göğüs kafesi. |
bağır ya da bağrını döğmek |
: |
Pişman olmak. “Bir gün gelir de düş görmeğe başlarlarsa, bakacaklar ki sen yoksun. O zaman taşlar alıp bağırlarını dövecekler ama sen o zaman bir kuş olmuş, kafesinden uçmuşsundur.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
bağırca |
: |
Göğüs ağrısı, yürek ağrısı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bağırdak |
: |
Çocuğu beşiğe sıkıca beleyip bağlamak için kullanılan içi pamuk basmadan ve yünden yapılmış enli bir bağ. |
bağırsak olmak |
: |
İnek çiftleşmek için boğa istemek. |
bağırsılık |
: |
Bağırsak. |
bağırtlak |
: |
1. Beşiğin kenarına bağlanıp, çocuğun düşmesini önleyen bez. 2. Yabani ördeğe benzeyen, gece çok öten, koyu kurşuni renkli bir av kuşu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bağısı |
: |
Bağı, kol bağı. Benim yârim hem sultandır hem handır Malım yoksa tatlı canım kurbandır İnci değil sedef değil mercandır Ak kolunda kol bağısı kırmızı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.434 |
bağla |
: |
Horum yapmak için çekilen küncülerin küçük demet halinde bağlanması. |
bağlağ |
: |
Su değirmenini açıp kapayan tahta alet. |
bağlağı |
: |
Horum yapmak için çekilen küncülerin küçük demet halinde bağlanması. |
bağlak |
: |
1. Türkünün son dörtlüğü. 2. Küçük göl, dere veya içinde balık bulunan büyük ark cinsinden yerlerin önüne tutulan bent veya az bir su akıtılan bu bentten sonra balık yakalamaya elverişli çukurun önündeki daha küçük bent. |
bağlama |
: |
1. Yemeni, renkli basmadan yapılan başörtüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Set, bent. 3. Bayan giysisi, Şimdi adına etek deniyor. Önü tamamen açık, üzerinde siyah şerit bulunan giysi. Ayrıca buna belleme ya da dolama denirdi ki o takdirde bunun rengi mavi olurdu. “Bana verin bağlamayı Göstereyim ağlamayı Zat’alışkın Yalak eli Ben ağlayıp dinlemeyi” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
bağlanır |
: |
Bağlar. Güzel olan elvânesin bağlanır Güzelin yanında yiğit eğlenir Garbî değmiş kavak gibi sallanır Yörüyüşü ne hoş olur güzelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.554 |
bağlantı |
: |
Yeni yapılan binalarad mukavemeti artırmak için köşelere konulan kılıç biçiminde demir, betonarme binalarda köşebent. |
bağraz |
: |
Semercilikte de kullanılan bir ağaç çeşidi. |
bağrı bağdaşık |
: |
Kalben bağlı, aynı düşüncede olan, arkadaş canlısı, göbeği bir kesik. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Benden uzak ol, bağrın bağdaşık mı? |
bağrı delinmek |
: |
Büyük bir acı duymak. |
bağrı yufka |
: |
Yufka yürekli, merhametli. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bağrıbütün, bağrıkatı |
: |
Merhametsiz kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bağrık |
: |
Bağırtı sesi. “Gahvening gapısınıng yanındaki berber düveninden gelen bağrık çağrık da tüm sesleri bastıriydi. Çünki, Berber Memmed gene dişi ağriyen birining dişini kerpetennen çekiydi. Hatta mikrop gapar diyni her çekiş öncesi kerpetenini köz ataşında gızdırdığı söylenirdi. Nitekim, bu bağrıklar ordan geliydi. Fakat dişini çektiren herif, dişining ağrısından mı yôsacığma kerpetening, ağzını burnunu dağladığından mı bağıriydi: Hacı Aslan’ıng Delisi bile bilmiydi. Bu garibanıng essahtan eyi bildiği bir durum vardı kine, o da, bu memleketin aklı başında diyaldı” (Atilla Diş, Hacı Aslanıng Delisi, Edik Dergisi, Sayı: 50) |
bağrını yırtmak |
: |
Üstünü başını yırtarak ağlamak. |
bağsamak |
: |
(İnekler)Çiftleşmek için boğa istemek. |
bağsırık |
: |
Bağırsak. |
bağvatçı |
: |
Bağları bekleyen, bakımını yapan kimse. “Ve nihayet bağ evimiz göründü. Çatısından bir iki kiremit düşmüş ama yine de dimdik ayakta. Bizi beklemiş. Önündeki seki yeni düzeltilmiş belli. Tertemiz bizi bekliyor. Evin yanındaki armut ağacının dallarıyla örtülmüş haymamız da tertemiz. Belli ki bağvatçımız Mustafa Ede temizlemiş bizler için.” (Sevde Bayazıt, Dört Mevsim Maraş, Sayı: 11) |
bağzım |
: |
Boğazım. |
baha |
: |
Eder, fiyat, değer, kıymet. Karac’oğlan da der gördüğün öğer Uzundur saçları topuğun döğer Vermişler beş bini bin daha değer Kesilmiş bahası alamıyorum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.511 |
bahak |
: |
Bakalım. “Elboğlu dedi ki: arhadaşlar heç mütêsir olman, eyi günde eyyiydik de kötü günde kötü mü olak, deyip verdi sazı Sevi Süleymene. O da aldı sazı bahak ne demiş.” “Ne gam gasafet çeken de hey bên oğlu Gasefet serimden ķaķmaz mı dersin Yusüfü guyudan çıharan Mevla Bir daha bollua çıķma mı dersin” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
bahale |
: |
Bak hele. |
bahalık |
: |
Kendini pahalıya satma. Evinizin önü çevre ağıl mı? Bu bahıllık güzellikten değil mi? Gülün kökü bahçanızda değil mi? Kalsın sana top zülüfü burmalı
Evinizin önü çevre kuyu mu? Bu bahıllık güzellerin huyu mu? Gülü verdiceğin benden iyi mi? Kalkıp gidip o yârı bir görmeli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.420 |
bahalım |
: |
Bakalım. |
baham |
: |
Bakayım, bakalım. “Birinizin bacısı, birinizin nışannısı. Varın bahın baham dahacıka şorda , bilmem kimiyinen bilmem ne yapıyor diyor.” (Atilla Diş, Hacı Aslanıng Delisi, Edik Dergisi, Sayı: 50) |
bahana, bahane |
: |
1. Kusur, özür. 2. Sebep, bahane. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Karac’oğlan der ki sohbetin çoktur Usuldur boyunda bahanam yoktur Kaşların yay olmuş kirpiğin oktur Okların sînemi deldi sabahtan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.526 |
bahanak |
: |
At, eşek ve özellikle de davar ve koyun gibi eti yenen hayvanların ayaklarının yağ toplamış bağlantı kısmı. |
bahar yaz ayları |
: |
Bahar mevsiminin ilk ayları. Evvel bahar yaz ayları gelende Bahçada açılan güller öğünsün Boyu uzun kaşı kara sunamın Çırpınıp çıktığı göller öğünsün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.574 |
bahar yurdunda ördek yitirip, güz yudrdunda geçi aramak |
: |
Yapılması mümkün olmayan bir işi gerçekleştirmeye çalışmak |
baharlatmak |
: |
Özellikle bahar güneşinde havalandırmak. |
bahca |
: |
Bahçe. “Bahcada meyve yetirdin Rey sandığını götürdün Tekerin gırılsın gamyon Gadir’imi ölü getirdin” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
bahcacı |
: |
Bahçeci. |
bahça |
: |
Bahçe. “Açılmıs bahçanın bir gonca gülü Ağzının içinde bal olmuş dili Senin kölen olsun Kumarlı Eli Yanak bedir bedir Allı Fadıma” (Aşık Mehmet)
“Tarla-bahça sularkan veya suliyecek zaman; özellikle, “alıcı” ve “kör tapa” konusunda sıkıntı yaşamamız incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
bahçacık dikmek |
: |
Yeni bir bahçe kurup çeşitli meyve ağaçları yetiştirmek. Kız seninle bir bahçacık dikelim Ayvasından turuncundan satalım Gel sarılıp bir gececik yatalım Ah ü zarım sende kalıp durmasın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.540 |
bahd |
: |
Baht, talih, şans. “Bahdı gara Güllü gızım Dağlara geçiyor nazım Gelin evinden çıkıcı Düşmanın yüzü gülücü” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Paşa’nın Ağıdı, Derleyen: Canan Ceran) |
bahele |
: |
Bak hele. “ Ede bahele! Şincik sen köynengi ecer aldıng diyni gahvede de mi cavhınliyemiycik? (Atilla Diş, Hacı Aslanıng Delisi, Edik Dergisi, Sayı: 50) |
bahıllık |
: |
Cimrilik, pahıllık. “Evinizin önü çevre ağıl mı Bu bahıllık güzellikten değil mi Gülün kökü bahçanızda değil mi Kalsın sana top zülüfü burmalı” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
bahır |
: |
Bakır. |
bahi:r |
: |
Bakıyor. “Davarcı Sıddıg da başucunda, bir onun eline bahi:r, bir onun eline bahi:r.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
bahis |
: |
1. Yarışma, iddia, bahse tutuşma. 2. Mevzuu. Bir kız ile bir gelinin bahsi var İkisinin cüdâ düşmüş arası Kadir Mevlâ'm hûb yaratmış anları Hilâl hilâl kaşlarının arası Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.428 |
bahna |
: |
Hayvanların yem yediği yer. |
bahr |
: |
Zaman. |
bahraz |
: |
Ağaç çeşidi. |
bahri |
: |
1. Maraş’a mahsus kabuğu kalın içini tam dolduran kendine özgü kokusu olan yağlı bir ceviz türü. “Eminim ki en az benim kadar siz de merak etmişsinizdir bahriyi.” 2. Su kuşu, ördek, bir çeşit deniz ördeği. “Yüce dağ başında sığınlar gezer Derindir göllerin bahriler yüzer Dilin şeker olmuş şerbetler ezer Altın tas içinde bala dönmüşsün” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) 3. Balık. “Deryalarda olur bahri Yâr elinden içtim zehri Sunam gurbet elin kahrı Yumşak eder sert yiğidi” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 438) |
bahsetmek |
: |
Sunmak. |
bahşiş |
: |
Hediye, armağan. Karac’oğlan der ki derdlerim azdır Güzeli öğmesi boynuma farzdır Kara kaş altunda sürmeli gözdür Âşığın bahşişin vermeli gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.546 |
baht |
: |
Talih, şans, kader. Karac’oğlan muradına erersen İnelim Reşvan'a güzel ararsan Bu bahtı karanın derdin sorarsan Bir yâr için vatanından düşkündür Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.609 |
bahta var |
: |
Bahtiyar, mutlu, huzurlu. |
bahtabakan, bahtabahan, bahtıbahan, baktıbakan, ba:tabakan |
: |
Bukalemun. |
bakâ |
: |
Bakar mısın? |
bakacak, bakmaç |
: |
Gözetleme, rasat yeri. "Bakacağın daşdan köyün dört bir geçesi görünüyor." |
bakaç |
: |
Dürbün, uzağı gören, uzağı gösteren. |
bakadurmak |
: |
Devamlı olarak bakmak. Karac’oğlan der de Hakk'a bakadur Yollar çamur belki çöker bükedur Çekemem kahrını bağrım yukadur Arada habarın gelip durmasın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.540 |
bakale |
: |
Bana bir bakar mısın? Bu tarafa bak. |
bakaŋ |
: |
Bakarsın. |
bakana, bakan |
: |
Evin sütunu. |
bakanak, bakmaç |
: |
1. Nişangah. 2. Gözetleme yeri. 3. Geviş getiren hayvanların körelmiş tırnağı, sığır, davar tırnağı. 4. Atlarda toynağın ardındaki çıkıntı. |
bakbakı |
: |
Dış görünüş. |
bakbakısı yerinde |
: |
Albenisi olan. |
bakcacı |
: |
Meyve ve sebze yetiştiren (kimse), bahçeci. |
bakça |
: |
Bahçe. “Kapımızın önü bakça Öter bülbül konar sakça Olmaz olasıca gelin Getirdin mi gannı bohça” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Paşa’nın Ağıdı, Derleyen: Canan Ceran) |
bakdabakan |
: |
Bukalemun. “Bakbakanları damda görünce şaşırdım. Üzerime düşecek gibiydi.” |
bake:m |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; bakayım. |
bake:rí |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; bakıyor. |
bakhele |
: |
Baksana, bakar mısın, yanlış yapanlar için kullanılır. Bakhele kafamı bozma. |
bakıcılarnan |
: |
Bakıcılar ile. |
bakımcı |
: |
1. Orman koruma memuru. 2. Falcı, fala bakan. |
bakıncak |
: |
Nişangâh. |
bakıncık |
: |
Bakınca. |
bakınmak |
: |
Etrafına bakmak, muayene olmak. |
bakır çalmak, bakırsı çalmak |
: |
Yemeğin kalaysız bakır kaplarda fazlaca kalarak bozulması. |
bakırcık |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; küçük bakır. |
bakıtmak |
: |
Baktırmak. |
bakıyım |
: |
Bakayım. |
baki:m |
: |
Bakayım. “Akarca’dan akdı m’ola? Moturunu yakdı m’ola? Söylen baki:m Memmed’ime Anşa’dan da geçdi m’ola?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Soför Mehmet’in Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Duran Avan) |
baki:m |
: |
Bakayım. |
bakma mısın |
: |
Bakmaz mısın. “Gayrı bana bakma mısın Yangına su dökme misin Sen tanrıdan korkma mısın Yok mu kalbinin imanı” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
bakmak |
: |
Geçimini sağlamak. |
bakraç |
: |
Kulplu su tası. |
bakraş |
: |
Büyük satır. Büyük satır (bakraş), küçükse (sitil) Kerpiç duvardaki hatıla (katil) Tohumlara (bider), fidana (çitil) Büyük leğenlere (teş) derler bizde. (Hayati Vasfi Taşyürek) |
baksakına |
: |
Bir baktı ki. |
bal gibi |
: |
Kesinlik anlamında kullanılır. |
bala |
: |
Bir çeşit başörtüsü. |
balaban |
: |
1.Apalak, doğuştan iri yarı ve gürbüz doğmuş (çocuk), iri yarı, gürbüz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Yavrum. Balaban bakışlım.” 2. Atmaca, doğan gibi yırtıcı bir kuş türü. “Şah balaban gibi çıkmış dağlara Mevlâ’m bizim işimizi onara Suya inmiş şavkı düşmüş pınara Gün üstüne bir gün daha doğdu mu?” (Anonim bir türküden)
“Ak kolların sala sala yörüyen Nasıl getireyim seni ele ben Ben bir şahan olsam sen bir balaban Alsam çırnağıma çıksam yola ben” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 3. Bataklıklarda yaşayan, balıkçıla benzer, eti yağlı iri bir kuş. “İşim gücüm astarım, bir balaban beslerim.” |
baladura |
: |
Domates. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
balağız |
: |
hoşsohbet. |
balak |
: |
Donun, pantolonun paçası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
balakayım |
: |
Yavrucuğum. |
ba:lamak |
: |
Bağlamak. “Zeliha boncûnu dakar Meliha yollara bakar İki bayramdır garalıyık Çârın babanız kakar”9 (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kalaboynulu İsmail’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Melek Karakaş) |
balambıt |
: |
Palamut, çam ve meşe ağacının meyvesi, pelit. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
balasır |
: |
Hatıl. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
balcan |
: |
Patlıcan. |
balcımamak |
: |
Kendine uygun görmemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
balçak |
: |
Kabza, kın. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
baldır |
: |
Bacağın diz kapağı üzeri, bacak. |
baldırbacak |
: |
Açık saçık. |
baldırcan |
: |
Patlıcan. |
baldırcan bişmesi |
: |
Güveç. |
baldırı çıplak |
: |
Yoksul, fakir. “Nereden buldu bu baldırı çıplağı anlamış değilim.” |
balek |
: |
Yazları büyük baş hayvanları ısırarak kaçmasını sağlayan sinek, büvelek. |
ba:ler |
: |
Beyler, ağalar. “Sandığını açıcıyım Altınını seçiciyim Bâler gızımı vermezse Ben buradan göçücüyüm” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Medine’nin Ağıdı, Derleyen: Canan Ceran) |
balgımak |
: |
Suyun içinde oynamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
balıcak |
: |
Diz ile topuk arası. |
balıcak eti |
: |
(İnsan ya da hayvan) Ayak topukları ile dizleri arasında bulunan et, adale. |
balık |
: |
1. Misafir ve yatak odasında set ile gözenekleri arasında kalan boş ve karanlık yere denir. burası genellikle yemek kaplarının saklanması için ayrılmış olup; misafir geldiği zaman, ev kadınları yemeklerini burada yer. 2. Şehir, mahalle. |
balık beziri |
: |
Lambalarda aydınlatmak için kullanılan, bol ışıklı, temiz ve dayanıklı yağ. |
balık kulağı |
: |
Midye kabuğu. |
balik |
: |
Oyunda hatası önemsenmeyen çocuk. |
balk |
: |
Yıldırım, şimşek. |
balk atmak |
: |
Yıldırım düşmek, şimşek çakmak. |
balkan |
: |
Haliyeten haliye, bomboş. |
balkannık |
: |
Bataklık, sazlık. |
balkı |
: |
Ağrı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
balkımak |
: |
Şimşek çakmak, göz alıcı güzellikte olmak, parıldamak. “Ve geceydi, çok karanlık vardı. Kurşun işlemez, göz gözü görmez, taş gibi. Ötelerden, uzaklardan çığlık çığlığa kuşlar geldi, küçücük küçücük, her birisi bir başparmak iriliğinde, milyonlarca, milyonlarca ışıktan kuş. Çılık çığlığa geldiler, gökyüzünü, geceyi tuttular, pul pul ışıktan, milyonlarca. Taşbaşın türbesine, tepeye döküldüler. Gökyüzünde geceden sabaha kadar balkıdılar, ışık seli, pul pul sağıldılar. Sabaha kadar.” (Yaşar Kemal, Ölmez Otu, S. 347) |
balnene |
: |
Ninenin (ebenin) annesi. |
balta güpleŋgisi |
: |
Balta ve kazma saplarının takılması için delik açmaya yarayan çivi şeklinde bir çelik. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
baltabaş |
: |
Baş kısmının üzerinde balta ağzını andıran, üzerinde düzgün renklerde desenli tüyleri olan, eti yenebilen kuş. |
baltası kütükten çıkmak |
: |
Alacağını almak, işini bitirmek, muhtaç durumdan kurtulmak. |
ba:m |
: |
Bakayım. “Merakla takip edenler çoğalır, içlerindeki çocuklardan şeyle ekemişçe olan birisine, Tevfik Usta; Gel bâm la… Aha sana elluruş. Soyunup gir şuraya, orada iki kilimi de çıhar der.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
bambıl |
: |
1. Tombul, şişman, gürbüz çocuk, hayvan yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Kokusu kötü bir böcek. Ekinlere ve meyve ağaçlarına özellikle dut ağaçlarına zarar veren bir böcek, süne, pirecik. Bu böceğin yol açtığı bitki hastalığı, süne. 3. Küf. |
bambıl düşmek |
: |
Bambıl böceği zararlısı üşüşmek. “Zopur yağdı ya! Artık dutlara bambıl düşer.” |
bambıldamak, bambıllamak |
: |
Küf tutmak. |
bambul |
: |
Apalak, tombul. |
bamiye |
: |
Bamya. “Domatesle bamiye Hazır mısın yemiye? Bize gelecek misin? Aldım sana hediye” (Veli Aba, Seyfi Metin, Ö. Tuğrul Kara, Osmaniye Manileri, Adana 2011) |
ba:n |
: |
Bey’in. “Bu bina o zamanlar da lokanta olarak kullanılmakta imiş. İmirzelerden Hacı Maksut Bân Lokantası” |
ban |
: |
1. Yokuş. 2. Ezan, ses. |
bana sacayı ataşa attırma |
: |
Bir kimse çok kızdığı zaman söyler. “Bana sacayı ataşa attırma.” |
banadura |
: |
Domates, özellikle bir cins küçük domates. “Banadura ekip yazı bekleyen. (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) |
banak |
: |
Lokma, sokum, yemek. |
bancı |
: |
Ezan okuyan, müezzin, ses veren. |
banda |
: |
Bana da. |
bandık |
: |
Kavun karpuz gibi meyvelerin olgunlaşmış gibi gözüküp içinin tam olmaması, küflenme. |
bandıkmak |
: |
Olgunlaşmaya yüz tutmuş, ama olgunlaşamadan kalmış, tatsız tuzsuz meyveler içinkullanılan bir fiil. |
bandıra |
: |
Şeker sucuğu. |
bandırma |
: |
Şeker sucuğu, tatlı. “Eskiden Cuma’ya giden köylüler Bay Memmed’in dükkanında fırından aldıkları şeher ekmeğinin arasına ya helva koyup yerlerdi ya da cevizli bandırma.” |
bangadak |
: |
Birdenbire. |
bangıç |
: |
Domuz yavrusu. |
bangınot |
: |
Kağıt para. “Kara şalvar beyaz işlik Cebinde bangınot haçlık Benim eşimi vurdular Günün burnu kaba kuşluk” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Türk Ali’si Mustafa’nın Ağıtı, Derleyen: Nadiriye Gündoğar, Kaynak Kişi: Sultan Gündoğar) |
baŋgış |
: |
1. iri yaban domuzu. 2. Domuz yavrusu, hakaret amaçlı da kullanılır. “İt Omar’ın bangışı.” |
bangunut |
: |
Banknot, kağıt para. “Yörüğün biri bir gün çarşıya iner, gezinirken fırından bir tane somun ekmeği alır. Katık ararken, köşede ayakkabı diken ayakkabıcıyı görür. Ayakkabıcının kösele suyunu pekmez zanneden yörük ayakkabıcıya dönerek: - Yeğen şu pekmezinden bir bangunutluk verir misin? diye sorar. Uyanık ayakkabıcı hemen: - Tabi ki amca, der ve pekmez diyerek kösele suyundan biraz verir. Yörük bir köşeye çekilerek aldığı kösele suyuna ekmeğini bandırarak yemeye başlar. Onu izleyen ayakkabıcı da kıs kıs güler. Ekmeğini bitirip elinin tersiyle ağzını sildikten sonra karnı doyan yörük ayakkabıcıya dönerek: - Bana bak yeğen bu Yörük pekmezden anlamadı diye kıs kıs gülüyordun görmedim sanma; ama pekmezin yavandı, der.” (Nurdan Kılıç, Yörük Fıkraları Üzerine Bir Araştırma, Yüksek Lisans Tezi) |
banı |
: |
1. Yaylada yapılan evler, çiftlik, mandıra, ağıl. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. Osm. İç.) 2. Mandıra, ağıl. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Osm) 3. Hayvan kışlağı, kış konağı, kışlık ağıl. “Bunlar Zelhinli yeğeni İsmail Ağa dayısı Kara gözlük, banı damı Yurtlak Sarı’nın Kuyusu” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I), S. 298) |
banlamak |
: |
Habersiz, davetsiz gelmek, sessizce gelmek. |
baŋmak |
: |
1. Bağlamak. 2. Yemeği kıyısından azıcık yemek, tatmak, parmak batırmak,parmakla karıştırmak, artıklamak, kedi köpek gibi hayvanlar sulu yiyeceklere dilini batırmak. 3. Çatal, kaşık kullanmadan yemeğe uzanmak. Bu ağaca banardık onun başını da şu ağaca banardık. |
ba:nmek |
: |
Beğenmek. “Yav şirmen şirmen oluk; suyu da sünmeye başlamış; sen heç eşgi yapmayı beceremeyici, ilâ geberesice!... diye bânmiyeceanden gorkduğu için oğlunu, eline verdiği iri bir sahan ile o komşuya gönderir ve anamın başı arıyormuş da ıcık sirke, istedi desin isterdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
bannak |
: |
Parmak. |
bannı üzüm |
: |
İri taneli bir üzüm türü, Besni üzümü. |
banzemek |
: |
Benzemek. “Aşşâdan gelen heçe Banzettim gınalı goça Emek çektim çehiz ettim Emeklerim getti heçe” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Polis Duran’ın Ağıtı, Derleyen: Yalçın Özcan, Kaynak Kişi: Sırrıye Yücel) |
bar |
: |
1. Kir, pas, sıvı maddelerin kapta bıraktığı çökelek, tortu, artık. 2. Ateşten, mide bozukluğundanağızda, dil ve dişlerde hasıl olan acılık, sarı tortu, pas. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Yük. “Aşar aşar gider yaylanın barı Sehile dayanmaz dağların karı Güzel yiğitlerin nazlı olur yarı Göç giderken bir güzele rastladım” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
ba:r |
: |
1. Yüksek sesle konuş, bağır. 2. Sirke, pekmez vb. sulu yiyeceklerin üzerindeki köpük, küf, mantar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Sirke, pekmez vb.sulu yiyeceklerin üzerindeki köpük, küf, mantar. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Bağır, sine, göğüs. (Emir kipi) yüksek sesle konuş, bağır. “Yer: Andırın ilçesi Büveme Köyü. “Kadirli'de Kepçe’nin gızı ve Apal'ın oğlunun düğünleri aynı gün farklı salonlarda yapılmaktadır. Tabi köyden ve çevre illerden epey gelenler olmuş. Şener'de Osmaniye'den Sisne’liyle beraber gelir. Fakat gelirken kavga ederler. Adana'dan da Gar’Ehmed'in çocukları düğüne varırlar. Düğün başlamıştır. Salonun girişinde Selami, Selçuk, Serdar omuzlarında birer çanta, güneş gözlükleri gömleğin düğmesine takılı, şaçlar geriye taralı belirir. Şener bu manzarayı görür. Çok sıdar. Bu olayı daha sonra şöyle anlatmaktadır. Sisneli'yle gavga etdim idi. Zaten gafam da bozuğdu. Bir de bakdım ki Gar’Ehmed'in çocukları. Sırtta çanta, bağrında gözlük daha da morelim bozuldu. Baba bunlar bârından mı görüyor?” (Fıkra gibi yaşanmış bir olay) |
bar bağlamak |
: |
Kir ve küf tutmak, pas tutmak, kirlilikten oluşan pis tabaka. |
bar kalmak |
: |
Nadasın bölgesel adı, nadasa kalmak. “Tarlamızda ekilmedi bar kaldı Tosunlar da öğrenmedi tor galdı El evinde sallanmasın beşiğin Kalk gardaşım elimize gedelim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
bar olmak |
: |
Yük olmak. |
bar tutmak |
: |
Pas tutmak. |
barabar |
: |
Beraber, birlikte, bir arada. “Üç hafta barabar durduk Biz gardaşa heş doymadık Gurban olam babamoğlu Evine de varamadık” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Halil Avcı’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Bakacak) |
barabarı kaçmak |
: |
İşin kıvamının bozulması, sözün sırasının geçmesi. |
barabarı olmak |
: |
Uygun gelmek. |
barac |
: |
Baraj. “Gavırımış gavır barac Geldi odalara doldu Gurban olam babam gızı Babam yurdu nasıl oldu?” (Belkıse Gök- Gökahmetli Köyünde yapılan Aslantaş Barajına Yakılan Ağıt) |
baraç |
: |
Baraj. |
barada ba:rmak |
: |
Aniden yüksek sesle bağırmak. |
baralanmak |
: |
Yüklenmek. |
baram |
: |
Varam, gidem. |
baran |
: |
1.Tarlada sebze ya da meyve ekilen hat, garık, bir hiza dikilmiş üzüm tiyeklerinin sırası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Üzüm bağlarındaki ağaçların yatay sırası. 3. Harım. 4. Boran, yağmur. Karla yağmurun karışımı olan yağış çeşidi. Felaket anlamında da kullanılır. “Gadanı alıyım Duran Başımızdan getmez baran Ben bir çift keklik yitirdim Memmet Aslan Veysek yiğen” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
Lütfeyle beğim urandır Gözümün yaşı bârandır Kaygulu gönlüm verandır Hicrini çeker ağlarım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.490 |
barana |
: |
1. Çift demirinin yaptığı geniş yarık, saban izi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Fasulye sırığı ve üzüm çubuklarını dayamaya yarayan çatal ağaç, kazık. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Bağdaki üzüme verilen dayanak. “Her sene baranaları yenilemekten canım çıktı.” |
barata |
: |
Fazlaca emek sarfedilmeden, kolay yoldan elde edilen mal, kelepir, bedava mal. |
baratacı |
: |
Kelepirci. |
bard |
: |
Saz şairi ve ozan. |
bardabaş |
: |
İnatçı, burnunun doğrusuna giden. |
bardak |
: |
Çamdan oyulmuş büyük su kabı, toprak testi, küçük testi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Kadın da yerini yazmış (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943)
Evlerinin önü çardak Elif’in elinde bardak Sanki yeşil başlı ördek Yüzer Elif Elif deyi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.465 |
ba:rdız |
: |
Bağırdınız. “Hüsün lan kelp oğlu kelpler; nâdar bârdı:z?” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
barfur |
: |
Kereste biçilirken kütüğün kenar taraflarından çıkan pürüzlü ve düzgün olmayan tahta. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bargı badaşık |
: |
Kalben bağlı, aynı düşüncede olan, arkadaş canlısı, göbeği bir kesik. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
barhana, borana, barḫana, barkana, barhane |
: |
1. Yük, eşya, yol eşyası, yüklük, öteberi. “Sıra sıra koçyiğitler dizersin Alayları bölük bölük bölersin Barhanayı Çamlıbel’e çözersin Burda sana barınacak yer gerek” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) “Kazalı kavgalı şu benim başım Yüklendi barhanam kaldı kardaşım Her daim akıyor gözümden yaşım Ağlama gözlerim senden usandım” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) 2. Gurup, takım, kafile, kalabalık, göç, küçük kervan, aile fertleri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Ev eşyası, öteberi. 4. Yaylaya göç sırasında yüklenen eşyalar. “Yüklendi barhanam çekildi göçüm Kimseler bilmiyor kimsenin suçun Taramış zülfünü indirmiş saçın Dökmüş ince bele tel karmakarış” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
ba:rıg |
: |
Çığlık. |
ba:rıgçı |
: |
Çok bağıran, şirretlik eden. |
barı |
: |
Bahçe duvarı, çit, avlu duvarı üzerine konulan çalı-çırpı, harçsız duvar, tarla sınırı, tarlaların alt yanına çekilen taş set, siper. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
barıdı alışdırmak |
: |
Silahı patlatmak. |
barına |
: |
Bağrına. |
barıt |
: |
Barut. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
barıtçı |
: |
Okuyucu. |
barıtlanmak |
: |
Sinirlenmek. |
bari |
: |
1. Keşke, hiç olmasa. Gedik'e varırsak yol olur yarı Sargın'ın güzeli salınır bâri Bugün konak yeri Nafak Pınarı Oradan Anteb'in eli görünür Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.628 2. Yaratan, yaratıcı. Ben yârim isterim Bârî Hudâ'mdan Kanlı yaşlar akıtırım didemden Asla bir hacatım yoktur yârimden O da bencileyin kuldur Yaradan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.517 |
Bâri Hudâ |
: |
Doğru yolu gösteren Allah. “Deniz kenarında Mecnun gezerken Elime bir cura saz ırast geldi Nice şükretmeyim Bâri Hudâ’ya Şahan arar iken baz ırast geldi” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
bark |
: |
1. Ev kelimesiyle birlikte kullanılır. Ev kelimesini ve içindeki eşyaları temsil eder. Kültegin’in taşlarla yapılıp süslenen mezar odası tapınağına da bark denmiştir.Selçuk çağında ev-bark şeklinde kullanılmıştır. 2. Mülk, kalınacak yer, ev, otel. “İlvan’a habar gönderdim Gomutanlar göndermiyor Evin barkın öyle galdı Yenice bildim öldü’ünü” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hatice Çalışkan (Anaya Ağıt)’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Halime Doğan) |
barkana |
: |
Derme çatma ev. Gurup halinde ikamet etme. |
barlanmak, bar tutmak |
: |
Kir ve küf tutmak, pas tutmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
barmak |
: |
Parmak. “Fatiğ’im bosdan barnaklı Başı erbişim örnekli Oruçluk da adam m’ölür Bu gızın işi örnekli” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
ba:rmak |
: |
Bağırmak, çağırmak, seslenmek. “Fadıma Hatın: Emmis’oğlu Hacı Ağa Adil’i amanat etmiş Hasan edem öldü diye İçerde bârmış Aniş” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hasan Ağa’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
barnag |
: |
Parmak. “Ayapgabıcıda ayapgabı alırken; böyüğümüzüŋ ayapgabınıŋ ucuna her zaman barna:yınan basdırışı ve “Nasıl ayaŋı sıkıyo mu? Az bolurak alak da, seniye de geyeŋ bire.” Demesi incilerimizin başında gelenlerindendi. (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
barnak, bannak |
: |
Parmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) ”Yaralı barnak, uzun olurumuş.” |
barnakcak |
: |
Atın semerinin bir parçası. |
ba:rsak |
: |
Bağırsak. |
ba:rsılık |
: |
Bağırsak. |
barsımak |
: |
Küflenmek, bozulmak. “Çökelek barsımış da habarın olmamış. İnsan dolabı açıp kontrol etmez mi?” |
ba:rsiz |
: |
Obur, aşırı derecede iştahlı, çok yiyen, gözü doymaz, doyumsuz, kanaat etmeyen. |
ba:rtı |
: |
Bağırtı, yüksek ses. “Sahat onbir yatıyordum Bir ağrı girdi bağrımdan Yer gök inledi ya Rabbim Benim deli bârtımdan” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Halime Doğan’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Halime Doğan) |
bartıl |
: |
1. Ödül, mükafat. 2. Başlık parası veya başlık parası karşılığı mal. 3. Rüşvet, sus payı, yeldirmelik. Kocamana (iri), ibriğe (güğüm) Dünür (isteyici), ilmekse (tüğüm) Rüşvete (bartıl) der, şiire (deyim) Rüya âlemine (düş) derler bizde. (Hayati Vasfi Taşyürek) |
bartıllamak |
: |
Küçük hediyelerle ödüllendirmek. “Gadir Hösüyün Hayvacık’ta ekinini biçenneri birer galicinen bartılladı.” |
bartırık |
: |
Düğürcük denilen ince bulgur ile hazırlanan yöresel yiyeceklerden birisi, batırık. |
basak |
: |
Mühür. |
basalak |
: |
Sıkıcı hava, çukur yer, havası boğucu olan yer. “Azgıt basalakdır durulmaz orda Halbur’un belinin garı çekilmez Uzatdum elimi yetmez o yare Saç bağsını bağlar beli gelinin” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gelinin Ağıdı, Kaynak Kişi: Ahmet Gök) |
basalaklama |
: |
Tepesine çökme, altına alma. |
basalga |
: |
Havası boğucu olan yer, çukur, kuytu. |
basalık |
: |
1. Çukurova çevresine mahsus, ılık ve rutubetli bir sis. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Ağaç dallarının kapatmasıyla oluşan rüzgar almayan havasız yer. |
basamak |
: |
Merdiven, el merdiveni, merdiven basamağı, iskele. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
ba:samak, boğassamak |
: |
(sığır için) Kızışmak, çiftleşmeye hazırhale gelmek. |
basdaba |
: |
Basamak, Dağlık kesimdeki arazilerin taraçalar şeklinde basamak basamak düzenlenmesi. |
basdambak |
: |
Basamak. |
basdık |
: |
Üzüm ya da incir pestili, üzüm şırası yufkası. “Bazardan basdık getirir Gelir yanıma oturur Oğlu Memmed de yok evde Salını eller götürür” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
basdırıg |
: |
Yazın kullanmak amacıyla kar bastırılan yer. “Karın bol olduğu zamanlarda buraya karlar tepelene tepelene doldurulur saman ve otlarla üzerleri eyicene basırılıp yaza bırakılır. Yaz geldiğinde ise karcımız eşeğine biner ve buralara gelir. Uygun bir köşeden açıp sıkıştırıldığından büyük bir blok haline gelmiş olan karları testere ile yeteri büyüklükte keser, telislere sarıp eşeğine yükler ve basdırıglardan aldığı bu karları satacağı yere getirirdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
basdırma |
: |
Kabak veya patatesi etle pişirerek yapılan musakka. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
basgın |
: |
Üstün, sözlü ya da fiili saldırı. “Hacılar köyüne de anam basgın oldu Tütünün dengleri de anam yasdığım oldu Zalım gardaşlarım da anam gasdığın oldu Gelin arkadaşlarım gelin yanıma Sebebim o tütünüm basın ganıma” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Vurulan Tütüncülerin Ağıdı, Kaynak Kişi: Hacı Ahmet Temiz) |
basılı |
: |
1. Dokurcun oyununda aynı oyuncuya ait üç taşın bir hizaya gelmesi, bu durum rakip oyuncunun bir taşını oyundan çıkarma hakkı verir. “Basılı dedim ve şu daşını yedim.” 2. Ağzına kadar dolu. “Cehez sandıkda basılı Alı yeşili solmadı Nice gıydın Gadir Mevlam Gızım da gelin olmadı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Fatma’nın Ağıdı, Ağıdı Yakan: Döne Höbek) |
basılı |
: |
Dokurcun oyununda aynı oyuncuya ait üç taşın bir hizaya gelmesi, bu durum rakip oyuncunun bir taşını oyundan çıkarma hakkı verir. |
basırdmaç |
: |
Teras, balkon. |
ba:sırıg |
: |
Bağırsak. “O dedi, yani ne isdiüsü:z. İsdiüsâz öldürün beni, dedi. Bunnara dohanman, beni öldürün, dedi. Ben öbür dünyaya gedmiş gelmiş adamım, dedi. Aha garnım,aha bâsırım. Ben sâcı ossam ne çıhar, solcu ossam ne yazar, dedi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
basırık |
: |
1. Bağırsak. “Ben öbür dünyaya gedmiş gelmiş bir adamım dedi. Aha garnım, aha bâsırı:m dedi. Ben sâcı ossam ne çıhar, solcu ossam ne çıhar dedi.” 2. Damın üzerine kapatmak için konulan düzgün ardıç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Ev yapılırken merteklerin üzerine döşenen tahta ya da bilek kalınlığında düzgün ağaç. |
basırmak |
: |
1. Kapamak, örtmek, bastırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Örtmek, birisinin işlediği suçu görmezden gelme, örtbas etme. |
basıv |
: |
Adım. |
ba:siğmi |
: |
Bey’i gibi. “Hacı Aslan’ıng Delisi ayağında yırtık babıçları, onnarıng oturduğu masiye doğru biti daha yanaşdı. Mağralı’da tüm sohâ inleten Hatice Nene’ning vıyhırışiyneng irkildi. Aşşâda boy bâsiğmi gezen cahıllardan birine sesleniydi:” (Atilla Diş, Hacı Aslanıng Delisi, Edik Dergisi, Sayı: 50) |
basma |
: |
1. Ateşli hastalık, soğuk algınlığı. 2. Fistanlık bez, bir çeşit kumaş. “Bö:le ne var ıdı yavrım. Binde bir tene basma bulunmazdı. En birinci adam keten dellerdi, çıbıg çıbıg keten geyellerdi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
basmaç |
: |
Bezdirme, ızgara köfte. |
basmak |
: |
1. Kümes hayvanları, kuşlar ve hayvanlar çiftleşmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Yenmek, yere yatırmak. Sabah seherinde çıkıp salınma Yavru şahan gibi bas kara gözlüm Kaşın kalem olmuş lebin mürekkeb Ak beyaz üstüne yaz kara gözlüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.514 |
bassambak |
: |
Merdiven; merdivenin basamağı. |
basta |
: |
1. Dükkan tezgahı, seyyar tezgah, tabla, işporta, içinde ufak tefek eşyanın satıldığı seyyar küçük vitrin, Pazar yerlerinde meyve eşya satılan sergi, muvakkat satış yeri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Mısır lepesi. |
bastambak |
: |
Basamak, merdiven basamağı. “Köpüklü atım’ bağlayan Yelgin gönlümü eğleyen Gel Dudu yanımda otur Uğrun uğrun çok ağlayan” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
bastı bacak |
: |
Kısa etine dolgun kişiler için söylenir. |
bastık |
: |
Üzüm ya da incir pestili, üzüm şırası yufkası. “İsterseniz dükkandan da herkes bastık, hurma alırım.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
bastırak |
: |
Ayran, şıra, peynirin torbalarında süzülmeleri için üstlerine konulan ağırlık. |
bastırık |
: |
1. Ağırlık, yük, baskı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Kapıyı içten kapayan sürgü. 3. Kötü, iğrenç bir olayı, suçu veya kabahatiörtbas etme, gizleme işi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Örtü. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 5. Sütlerin kaşar peyniri yapanlara satılmak üzere toplandıkları yer. Buraya civar köylerden ve sürülerden süt gelir. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 6. Sel sularının toprağı aşındırmasını önlemek amacıyla ya da suyun önünü kesmek için çalı ve ot yığınlarıyla yapılmış yığın. 7. Açık olan bir şeyin üstünü iyice kapatmak. |
bastırma |
: |
Kurutulmuş tuzlu et, bastırma. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bastırmak |
: |
Bir şeyin üzerini kapatmak, örtmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
baş |
: |
1. Taraf, yön, şu baş, şu yön. 2. Parça. “Tekrar hazındamına koşarken fistanının sağ kolunu çemirediği gimi pendir küpecine daldırır. Parmaklarını hatta dırnaklarını geçirerek zorla da olsa sıkı sıkı basılmış pendirden üç dört baş söker ve suyun altına tuttuğu gibi rendeyi alır ve sofraya döner.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
baş bıçağı |
: |
Ustura. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
baş etmek |
: |
1. Evlendirmek, baş başa getirmek, baş-göz etmek. Kapımızda boz sürüler sağılsa Tatarlarım kol kol olsa dağılsa Yedi yerden davulbazım döğülse Yörük yumuşluylan baş eyle beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.455 2. Öne çıkarmak, baş eylemek. Kadir Mevlâ'm senden ziynet umanın Yeğindir dalgamı cûş eyle beni Çok mal vermesen de murad alırım Bir gök kır atman baş eyle beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.455 3. Bir işi bitirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Hakkından gelmek, gücü yetmek, üstün gelmek. “Abôov Ahmed,” dedi, “sen bununla heyle baş edicin” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
baş göz etmek |
: |
Evlendirmek. |
baş kakıncı |
: |
Bir şeyi yüzüne vurma. “Baş kakıncı yapma bana.” |
baş taşı |
: |
Mezarlıkta kabirlerin başına dikilen künye taşı. Karac’oğlan der naşıma Çok işler geldi başıma Mezarımın baş taşına Baykuş konar öter bir gün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.569 |
baş vurmak |
: |
Ölçüde fazla gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
baş yayla |
: |
Yörüklerin yazın geçireceği son durak yerine verilen isim. |
baş yoldaşı |
: |
Zevce, karı, eş. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
başa bela olmak |
: |
Bir kimseyi zor durumda bırakmak, sıkıntı vermek. Yiğit olan yiğit dağdır kaledir Sevmeyin çirkini başa belâdır Bülbülün feryadı gonca güledir Takının güzeller gülde neler var Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.583 |
başa devlet konması |
: |
Beklenmedik bir anda zengin olunması. Her yiğidin devlet konmaz başına Yâr ağlatan doyar m'ola yaşına Göğsü nakış nakış tavus kuşuna Benzettim yavruyu seçemiyorum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.510 |
başa kakuç |
: |
Başa kakılan, yapılan bir iyiliği yüze vurma. |
başabaş |
: |
Tahtacılarda, Çaylaklar’da musahip olan çiftlerin, musahip olma cemlerinden birkaç gün veya bir yıl sonra, maddî durumları ne zaman elverirse, dedenin de bulunduğubir cemde verdikleri kurban. |
başacı |
: |
Oyun başı, başkan, ebe. |
başak etmek ya da başşaklamak |
: |
Buğday biçilip toplandıktan sonra tarlada arta kalan başakları toplamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. İç.) “Bir bereketli olacak ki, topraktan yarıdan çoğunu kaldıramayacak Çukurovalı. Biz de yerde kalanı başak edeceğiz.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
başakçı |
: |
Ekin biçilip toplandıktan sonra yerde kalan başakları alarak onlarda kalan taneleri evine götüren yoksul kimse ya da dilenci. |
başakçılık etmek |
: |
Ekini biçilip toplanmakta olan tarlaları dolaşarak yerde kalan başakları toplayıp, onları çırparak tahılı evine götürmek. |
başalan |
: |
Yarışta birinci gelen at. |
başaŋgı |
: |
1. İnatçı, afacan. 2. Yüzsüz, utanma duygusu kaybolmuş, zarar verici işi ısrarla tutan, baştan çıkmış, hırçın, ele avuca sığmaz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
başaŋgıl |
: |
Kendi başına. |
başaŋı |
: |
1. Becerikli. 2. Baştan çıkmış, huysuz, haşarı, yaramaz, hırçın, ele avuca sığmaz, ahlaksız. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) Şu kız çok başanı. |
başarat |
: |
İş bilirlik, basiret. |
başaratı bağlanmak |
: |
Basireti bağlanmak. |
başbağı |
: |
Sığırların boynuzuna bağlanan kısa ip. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
başba:lama |
: |
Düğünden bir gün sonra akrabalar tarafından düzenlenen ve gelini tanımaya, gelinle kaynaşmaya yönelik tören. |
başbir |
: |
Çocuk oyunlarında baş olan ve oyuna ilk başlayan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
başçağızı |
: |
Başı. Sincan karyesinde gördüm bir güzel Çeşit çeşit başcağızı bağlıdır Ne ben söyledim de ne o açıldı Açılmadık dilceğizi bağlıdır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.598 |
başçıl |
: |
Irgat başı, çavuş, elci. |
başefendi |
: |
Başçavuş. |
başga |
: |
Başka. “Ağ damına verdim direk Ganı atdım kürek kürek Başkasını demem amma Ehmet düğünlerde gerek” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
başgaha |
: |
Özellikle, kasten. |
Başgonuş |
: |
Başkonuş. Andırın-Maraş arasında bir yayla. “Dedelerimin yaylası Başgonuş Gangal Alağı Temiz gezer babamoğlu Gızlar ütülen yeleği” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kalpten Ölen Kenan Kurtbeyoğlu’nun Ağıdı, Kaynak Ki-şi: Sariye Gök) |
başgöz etmek |
: |
Evlendirmek, birleştirmek. |
başı berk olmak |
: |
İnatçılık, söze gelmemezlik. |
başı bozulmak |
: |
(Kadın için) Eşi vefat etmek. “Başı bozuldu.” |
başı bütün |
: |
Eksiksiz, dört başı mamur. |
başı gabak |
: |
Başı açık. |
başı gayısı olmak |
: |
Çok zor durumlara düşmek. |
başı göğe değmek |
: |
Çok sevinmek, sevinçten uçmak. |
başı gurtulmak |
: |
Doğum yapmak. |
başı kayası olmak |
: |
Kendi derdiyle uğraşmak, kendi başının kaygısına düşmek. “Hoş geldin Hacı dayısı Biz olduk başı kayası Kızlarıma kıran girsin Oğlum içinde iyisi” (Fatmagül Yolcu, Adana İli Ceyhan İlçesi Halk Kültürü Araştırması) |
başı kayısı olmak |
: |
Kendi derdiyle uğraşmak, kendi başının kaygısına düşmek, ne yapacağım bilemez bir durumda olmak. “Körolası” diyordu, “ne istiyorsun oğlandan? Oğlan zaten başı kayısı olmuş. Bir de senin derdin.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006)
“Hasan oğlumun eyisi (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
başı lahd ağacına değdi |
: |
Aklı başına geldi. “Başı Lahd Ağacı’na değdi.” |
başıkara |
: |
Kadersiz, talihsiz, karayazılı. |
başıkton |
: |
Göbekli portakal cinsi. |
başım bozuk yenge binmem |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Dul kadının yenge binmesi uğursuzluk sayılır. |
başımınan barabar |
: |
İsteklerini derhal yerine getireceğim, “Eyvallah Ağam, başımınan barabar.” |
başın başa değmesi |
: |
İki sevgilinin kavuşması. “Karac’oğlan der ki kaşın kaşıma Acep değer m’ola başın başıma Gurbet elde dert yapışa peşine Daha derdim az diyesin ak gelin” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 548) |
başıŋ gözü:ŋ haggu:çun |
: |
Bir kimseye bir konu hakkında bildiklerini doğru olarak söyletmek için verdirilen yemin benzeri bir söz. “Başın gözü:n haggûçun doğruyu söyle, senden başka bir şey istemiyom.” |
başına çökmek |
: |
1. Zor kullanmak. 2. Bir kadının zorla ırzına geçmek. “Biriyle karşılaşır da, ıpıssız dağda, ya biri başına çöküverirse avradın?” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
başına dönmek |
: |
Başında durmak, başından ayrılmamak. “Arab atı olan atına biner Yâri güzel olan başına döner O yâr hasta olmuş benden kar diler Dolaştım dağları kar bulamadım” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, S. 484) |
başına kül elemek |
: |
Bir kişinin delirdiğini, kudurduğunu ifade etmek için kullanılan deyim. |
başına su elenecek olmak |
: |
Bir kişinin delirdiğini, kudurduğunu ifade etmek için kullanılan deyim. |
başına vurunmak |
: |
Başa başlık, çelenk vb. bağlamak. “Karac’oğlan der ulular ulusu Başına vurunmuş çelenk eğrisi Sana derim nazlım sözün doğrusu Essah sözüm al koynuna sar beni” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, S. 458) |
başına yetti |
: |
Tamamen azıtmıştı, belasını buldu. “Başına yetti.” |
başıncak |
: |
Sıkıntı, eziyet, çile. |
başında: |
: |
Başındaki. |
başıŋdan beytambala (beytülmala) gala |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
başını bağlamak |
: |
Nişanlamak, evlendirmek. |
başını beklemek |
: |
Ölüm döşeğine düşenin halini anlatmada kullanılır. “Yusuf Emmi’ni heç sorma guzum, başını bekleyip oturuyok.” |
başını ezmek |
: |
Bir daha kötülük edemeyecek hale getirmek. |
başını kekmek |
: |
Söyledikleriyle, yaptıklarıyla bıktırmak, bu işi arka arkaya yapmak. |
başınıŋ kayıtına bakmak |
: |
Kurtulma çaresi araştırmak. |
başıntı |
: |
1. Önder. 2. Buğday kalburdan geçirilirken saman, kabuk, dızmık üste toplanır. Buna başıntı denir. İşe yaramaz, kullanılmaz, değersiz. |
başi:çün |
: |
Başı için. |
başkağa, başkaḫa, başkaka |
: |
Bilhassa, mahsuz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Sen bu işi başkağa yaptın. |
başkana |
: |
Yastık örtüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
başlandırmak |
: |
Tahıl ölçerken ölçme kabının üstüne dökülecek hale gelinceye kadar doldurmak. |
başlı |
: |
Tahıl ölçerken ölçme kabının üstünün alabildiğince doldurulmuş hali. |
başlık |
: |
1. Tandıra hava gelen yerde kerpiçten yapılan delik. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Tekerlek parmaklarının çakılı olduğu kısım, top. 3. Gem. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
başmak |
: |
Ayakkabı. |
başmakçı |
: |
Ayakkabı yapan ve satan kimse. |
başşagcı |
: |
Buğdayın, pamuğun vs. nin toplandıktan sonra tarla artıkçılarına denir. “Saŋa da mı yaranamadım başşagçı?” (Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz.) |
başşak |
: |
1. Bağ ve bostan bozumundan sonra geriye kalan tohum ve meyveler. 2. Buğdayın, pamuğun vs. nin toplandıktan sonra tarlada arta kalanı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Tükünün dibi döşşekli Evinin ardı başşaklı Gezmedin mi Bên Gızı Sultanı navrız guşaklı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Topuz’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Fatma Bakacak) |
başşak etmek |
: |
Tahıl ve meyveleri hasat ettikten sonra geri kalan taneleri toplamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
başşakçı |
: |
Bağ, bostan ve tarla bozumundan sonra geride kalan meyve ve tohumları toplayan kişi. |
başşaklamak |
: |
Başakçılık yapmak, başakları toplamak. ”Başşakçıların hakkını bırakın!" |
baştangara |
: |
Bir çeşit serçe. |
baştankaraya |
: |
Gelişigüzel, baştan savma, körü körüne, uluorta.(TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bat |
: |
(Evlerde) baca duvarı, ocak sekisi. |
bataç |
: |
Batakçı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bataçça |
: |
Batasıca. “Burnundan kanlar sökmüş de Ağzından geliyor kubur Bizim için düğün kurmuş Ocağı bataçça müdür” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
batagcı |
: |
Batıran. Elde ettiğini gayri meşru yollarda harcayarak bitiren (kimse) |
batak |
: |
Batakçı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
batal |
: |
1. Geçersiz, hükümsüz, batıl. 2. Yok olma, imi timi kalmama. |
batal ocak |
: |
Batmış ocak, çocuksuz ev. “Askere vururlar boru (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
batal olmak |
: |
Batmak, yok olmak, kaybolmak. |
batar |
: |
1. Zatürre:. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) 2. Sancı, ağrı. (Daha çok karın ve göğüs ağrısı) (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
batarca |
: |
Ağrı, sancı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
batçı |
: |
Otuz, kırk santim uzunluğunda, beş altı santim çapında, yuvarlak ve uzu sivri değnek parçası, kazık. Çocuklar kökücü hızla toprağa batırarak bir tür oyun oynarlar. Batan kökücü kendi kökücüyle deviren çocuk, devirdiği kökücü alır. Oyun bu biçimde sürer gider. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Çocuklar bir gübreliğin üstünde batçı oynuyorlardı.” |
batçıl |
: |
Amele çavuşu. |
batgı |
: |
Kuru üzüm. |
batgın |
: |
1. Müşteriler tarafından ödenmeyen alacak, zarar etmiş, iflas etmiş. “Dolandım geldim bucağı Elinde demir nacağı Şindiden kerli Düşmanın batkın ocağı” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Feridun’a ve Hatice’ye Ağıt, Derleyen: Ferhat Kuzu, Kaynak Kişi: Emine Böke) 2. Sönmüş. Gozan’ın da üstü Bucak Ot biçeller gucak gucak Sana diyom garip anam Yanar m’ola batgın ocak” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
batı esmek |
: |
Batı yeli gibi esmek. |
batık |
: |
Bitmiş, tükenmiş, iflas etmiş, servetini tamamen tüketmiş. |
batılga |
: |
Sazlık, bataklık, çayırlarda kapalı küçük bataklık. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
batılganlık |
: |
Sazlık, bataklık, çayırlarda kapalı küçük bataklık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
batın |
: |
1. Kuşak, soy. 2. İç yüz, görünmeyen. “Karac’oğlan der ki böyle kalaydım Zâhir bâtın muradıma ereydim Ol gün dahi cemalini göreydim Hakk’ın dîdârını görmek isterim” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, S. 501) |
batırık |
: |
1. Ermenek yöresine ait bulgurlu bir yemek. 2. Kıyılmış et, bulgur, soğan, domates, maydanoz, biber, hıyar, haşlanmış lahana, ve asma yaprğı ile yapılan, çiğ ve soğuk olarak yenen bir çeşit yiyecek, çerez. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
batırık gibi |
: |
Aşırı ekşi şeyler için kullanılır. |
batırıp |
: |
Kağnılarda oku boyunduruğa bağlayan ağaçtan çivi. |
batırmak |
: |
1. Kirletmek. 2. Sermayeyi tüketmek, iflas etmek. |
batkın |
: |
Batmış, israf eden, müflis, tutumsuz. “Tarlada yazlık ekili Bende komadın akılı Ver eşimi gidecem Batkın ocağın vekili” (Naime Yalçınkaya, Adana Ağıtları, Basılmamış Lisans Tezi, Ç.Ü., 1993) |
batkın ocak |
: |
Soyu sürdürecek evladın olmadığı aile. |
batlak |
: |
Büyük şarap fıçısı, fıçı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
batmak |
: |
1. Kirlenmek. 2. İflas etmek. |
batman |
: |
3 kilogramlık ağırlık ölçüsü. “Gelir alt baştan oturur Lokması batman götürür Oturdu sofra batırır Buna Göde Ali derler” (Celil Çınkır, Andırın Sözlü Kültür Varlıkları Envanter Çalışması I, Dadaloğlu)
“Aşık Halil der ar namus batmanı Ördekli’den Sarıgız’a gitme mi Kayapınar kıblesine akma mı Kovun dostum pınarların gözüne” (Celil Çınkır, Andırın Sözlü Kültür Varlıkları Envanter Çalışmaları - I, “Beşbucaklı Aşık Halil”)
“El yumruğu yemeyen; kendi yumruğunu batman sanır.” (Andırın Atasözü) |
batman döğmek |
: |
İyi savaşmak, başarılı kavga etmek. |
battal boyu olmak |
: |
Toraşan, ilk gençlik çağında olmak. |
battana |
: |
Battaniye. |
batun |
: |
Beton. |
bav |
: |
Şaşma, korku, pişmanlık, beğenmeme, öfke, acıma bildirir ünlem. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bay |
: |
Zengin, varlıklı (kimse). “Altın yünsük barnağanda Boz elbise dırnağanda Gezer benim babam oğlu Şu bay beğler örneğende” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
“Karac’oğlan der ki ama ne fayda Rağbet kalmadı hiç yoksula bayda Bu ayda olmazsa gelecek ayda On ik’ayın birisinde gidelim” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, S. 495) |
bay beğ |
: |
Zengin bey. |
bay vermek |
: |
Yufka yürekli olmak, şefkat ve merhamet. |
baya: |
: |
1. Fazlaca, istenildiği gibi. 2. Bayağı, adi 3. Hemen hemen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) Ali okumayı bayâ öğrenmiş. |
bayagdan |
: |
Az önce. |
bayağa |
: |
Bir hayli. “Vakit bayağa geç oldu.” |
bayak |
: |
Az önce. “Otlu koyak, otsuz koyak (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
bayakdı |
: |
Eski, önceki. |
bayakı |
: |
1. Bayağı. 2. Biraz, oldukça. 3. Az önceki. “Bayakı adama na gadar da benziyor.” |
bayakın |
: |
Oldukça, adamakıllı, iyice. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bayakısı |
: |
Az önceki. |
bayaktan |
: |
Az önce. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bayam |
: |
Badem. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
Bayazıt |
: |
Bayazıtlı olarak bilinen, çoğunluğu bugün Kahramanmaraş merkezde bulunan bir oymak. |
Bayazıtlı |
: |
Beyazıtlı sülalesi. |
baybarlamak |
: |
Ne yapacağını şaşırıp sağa sola bağırmak. Suçunu bastırmak için baybarlī. |
baydak |
: |
Yayan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bayguç |
: |
Baykuş. “Yeter gurban garı yeter Ard arda da dertler yeter Daş başında bayguç öter Hüvede kimsem de yok” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Yaşlı Fatma Teyze’nin Ağıtı, Derleyen: Mustafa Karaman, Kaynak Kişi: Fadime Köse) |
bayḫır, bayḫırı |
: |
İniş aşağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bayılık |
: |
Zenginlik. |
bayımak |
: |
Malını mülkünü fazlalaştırmak, zenginleşmek. |
bayınmak |
: |
Bayılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
bayır |
: |
Eğimli ve ağaçsız yer, yokuş, yamaç. |
bayırsak |
: |
Bağırsak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bayi |
: |
Bayağı. |
baykuş ötmesi |
: |
Felakete uğranılması, zor durumda kalınması. Evleriniz veran olsun Veranında baykuş ötsün Gözyaşların sel sel olsun Sen d'olasın bencileyin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.562 |
baypak |
: |
Çorap. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bayra |
: |
Balyoz. |
bayra: |
: |
Bayrağa, bayrağı. |
bayrak dikmek |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Düğün kurmak, düğün yapmak. “Aman Aniş’im, Aniş’im (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
bayrak düren |
: |
Uğursuz, düğün evini ölü evine çeviren. “Sabahınan bir kuş öttü Ona derler kervan gıran Gelin senin adın batsın Sana derler bayrak düren” |
bayrak gurbanı |
: |
Düğün başlarken kaldırılan bayrağın dibinde kesilen kurban. |
bayrak kaldırmak |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Düğün yapmak, düğün kurmak. “Gapıya galdırdım bayrak Tüfek öter seyrek seyrek Geben’e okuntu saldım Armağanım gannı gömlek” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
bayrak yema: |
: |
Düğünlerde bayrak dikilip bayrak kurbanı kesilince yenen yemek. |
bayrakdar |
: |
Düğünlerde bayrak taşıyan ve sağdıcın görevini yapan kişi. |
bayraklamak |
: |
Bir konuyu dillendirerek açığa vermek. |
bayraklı patos |
: |
Batöz, harman makinesi. Bayraklı batöz, yeni batöz: Yeni batöz tarlaya girerken bayrak çekilir batöze. |
bayraktar |
: |
Düğünde, nişanda davetlilere hizmet eden görevli. |
bayramcalık |
: |
Bayramlık. |
bayramlık ağız |
: |
Ağzı bozuk, sert ifadelerle konuşma. |
bayramlama |
: |
Bayramlaşma. |
baytar |
: |
1. Ormandan elde edilmiş, fazla işlenmemiş, verimi kıt tarla. 2. Veteriner. “Kara Mehmet ondan yüzüm gülmedi Üç aydır ağlarım halim kalmadı Yüz baytar getirdim çare bulmadı Öldü benim karagücük eşşeğim” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Aşık Kara Mehmet) |
baytaran, baytıran |
: |
1. İnce yapraklı, güzel kokulu “Kabe süpürgesi” de denilen bir bitki. 2. Gönül okşayıcı söz. |
baz |
: |
Doğan kuşunun erkeği. Doğan, Şahin, Şehbaz, Çınkır, Çıngır, Atmaca gibi günümüzde nesli tükenen bir av kuşu. Osmanlı döneminde özellikle posta güvercinlerini avlamak ve diğer av kuşlarını yakalamak amacıyla Atmaca, Şahin, Çakır, Çıngır, Baz, İspir vb. Kuşları yetiştirenler vergiden muaf tutulurmuş. Bu aileler Osmanlı’nın Defterleri’nde kayıtlı imiş. Bunlara özel belgeler verilmekteymiş. Osmanlı Arşivlerindeki belgelere göre Göksun, Andırın, Bulanık (Bahçe), Kadirli, Kozan ve Haçin (Saimbeyli) arasında kalan bölge Atmaca, Çıngır vb. kuşların yetiştirildiği alan olarak geçmektedir. Doğan kuşunun dişisi diyenler de vardır. Yandı Çukurova yandı Eli bazlı beğler indi Tutu uçtu kumru kondu Akça Deniz gölün gördüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.513
“Avlamaz oldu şahinleri bazları Yağma oldu gelinleri kızları At oynatmaz gayrı Afşar düzleri Yönü gurbet ele döndü Afşar’ın” (Afşar Aşiretinin cebren ve kahren iskan edilmeleri üzerine söylenen bir anonim türküden alınmıştır.)
“Yavru bazı kıl ördeğe salışın Top top edip eyricesin yoluşun Sabah namazında nenni çalışın Ağzı içinde dili olsam Döndü’nün” (Aşık Kul Mustafa, Derleyen: Duran Doğan , Barış Kabalcı, Kaynak Kişi: Behzat Gök) |
ba:z |
: |
1. Açık. 2. Oynayan. 3. Tekrar, yeniden. 4.Boğaz, yeme içme. |
baz almak |
: |
Ölçü olarak almak. |
baz eylemek |
: |
Baz; Doğan, Şahin, Şehbaz gibi bir av kuşudur. Aşağıda verilen örnekte mecazi kullanım söz konusudur. Söz konusu örnekte gönül kuşu hırçınlaşmasın, başka aşklar peşine düşmesin, yalnızca sevdiğine ait olsun demek istiyor Karac’oğlan. Bu sözcük bezl eylemek ten gelebilir. Göz yaşını bol bol akıtmak, çokça ağlamak anlamındadır. “Gurbet elde bir silen yok yaşımı Kendim gider kotarırım aşımı Yuvası içinde gönül kuşumu Göz yaşım akıtıp baz eylemesin” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 557) |
bazallıg |
: |
Pazarlık. “Haşa! Sümme haşa! Hartlap bıçâna bazallıg yapıyosun.” |
bazan |
: |
Bazen. |
ba:zannarı |
: |
Bazen. |
bazar |
: |
1. Pazar, hayvan ya da sebze meyve pazarına verilen genel ad. “Aman İstanbul’un içi bazar İşi olmayanlar gezer Zalım aman, zalım oğlum Adam atadan mı bezer?” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993)
“Utandık bazar dostluğu bozar.” (Andırın Atasözü) 2. Kadirli’nin bir başka adı, eskiler Gars Bazar’ı derlerdi. |
Bazarcıg |
: |
Pazarcık ilçesi. |
bazarı |
: |
Hesabı, misali, dediği gibi. |
bazarlık |
: |
Alış verişte fiyat konusunda anlaşabilmek için yapılan karşılıklı konuşmalar. |
Bazartesi |
: |
Pazartesi. |
bazdırlı |
: |
Bir yerleşim yeri olsa gerek. “Bazdırlı bizim elimiz Döndü ahrete yolumuz Baban sehele gediyor Nasıl durucun yalınız” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
bazertesi, bazartesi |
: |
Pazartesi. |
bazı |
: |
1. Çul dokunurken dokunan kısmın sarıldığı helezon. 2. Hamur topağının oklava ile bazlama büyüklüğünde ve yufka ekmekten biraz daha kalın açılmış hali. 3. Mısır, arpa, darı ve buğday unlarından yapılan mayalı, yağlı, yağsız, şekerli, şekersiz, ince ve kalın pişirilen saç ekmeği. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bazılamak |
: |
Hamur topağını oklava ile açıp bazlama durumuna getirmek. |
ba:zi |
: |
Bazen. “O gün bitiremezse Cumâ günü de gederdi, bâzi yıraglardâ hısımı olan Cumâ günü ohi:ci hamırı yoururdu.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
Ba:zkesen |
: |
Boğazkesen semti. “Esgi belediyenin ordan kagdı ya atabos, Bâzkesen, Gannıdere’den Çocuk Bahcası’ndan, işde Uzunolûn üsbaşından dönerdi.” |
bazla: |
: |
1. Huni. 2. Kuyuların ağızlarına konan delikli taş. |
bazlama |
: |
1. Mısır, arpa, darı ve buğday unlarından yapılan, mayalı, mayasız, yağlı, yağsız pişirilen, şekerli, şekersiz, ince ve kalın pişirilen sac ekmeği. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) Bölgemizden bir fıkra: ANANIZ DERT YESİN Eskiden fakir bir ailenin sekiz çocuğu varmış. Anneleri komşuların verdiği undan hamur yoğurmuş. Bu hamurdan sekiz tane bazlama çıkmış. Çocuklarına birer tane vermiş. Çocukları tam yiyecekleri vakit bakmışlar ki annelerinin elinde bazlama yok. Çocuklar: “Anne sen niye yemiyorsun?” diye sormuşlar. Anneleri de: “Ananız dert yesin, yarımşar verin dört yesin” demiş. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s.81) 2. Sac üzerinde pişirilen yufka ekmeğin biraz kalını ve küçük olanı. “Safiye Memmed varıdı. İnce Memed de derler idi. On beş gişilik çetesi varıdı. Ben biliyom. Bize gelirler idi. Anam ırahmadlık onlara bazlama yapardı.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
bazlamaç |
: |
Sac üzerinde pişirilen yufka ekmeğin biraz kalın olanı. |
bazlanbaç |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; bazlama. |
bazlıma |
: |
Mısır, arpa, darı ve buğday unlarından yapılan, mayalı, mayasız, yağlı, yağsız pişirilen, şekerli, şekersiz, ince ve kalın pişirilen sac ekmeği. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bazubend |
: |
Kol bağı, kolu güçlü kılmak için meşinden yapılan içinde muska bulunan bağ. Öğüt versem öğütcüğüm kâr etmez O yârin hayali gözümden gitmez Bazubend vursa ger kolum bağ tutmaz Dostun zülüfünden sağlam bağ olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.646 |
be |
: |
Bey, beyi. “Ben bir be oğluyudum da benli bedelim  gonağım galdı da çatal odalı Verandur eliniz de iş de ben gedeli Ben gediyöm de kömür gözlüm gal galan” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
be: |
: |
Bey. “Batdal Â, Batdal  Daha babam oğlu sâ Doktoru da götürücü Zilfaroğlu Ali Bê” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Veremden Ölen Hüseyin’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Hodul Emine (Gök-Aslan)) |
be’a edeceğim |
: |
Bey ve ağa kelimesinin birleşiminden meydana gelmiştir. Bu tabiri ancak Maraşlı kullanır. “Be’a edeceğim.” |
bea |
: |
Bey. Bey ve ağa kelimesinin kaynaştırılarak kısaltılmasından meydana gelmiştir. Bu sözcüğü ancak bir Maraşlı kullanır. “Ulâ, gede gede nireye varsa beanın; bizim eve! Uzaktayım amma, yetişip hemen sârttim, daldım gapıdan.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
beağ |
: |
Bey, beğ. |
bealer |
: |
Beyler, ağalar. |
bean |
: |
Bey ve ağa kelimelerinin kaynaşmasından bean meydana gelmiştir. Bu tabir Toroslarda yaşayanlara hastır. “Sabahanan kalk da şeherden çekil Kayranlı’da kalk da Geben’e dökül Al kaput üstünde menevşe şekil Karşı al Hüseyin bean varıyor” (Naime Yalçınkaya, Adana ve Yöresi Ağıtları, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) |
beba: |
: |
Bebeği. “Evlerinin önü geniş Bağçalar da dolu yemiş Gâvurumuş kürdün gızı Bebâ olmadan gaçdı demiş” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
beba:n |
: |
Bebeğin. “Gız getme burada durah Göynümüzün gamın alah Eğer senin bebân yohsa Halil’imi sana vereh” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Gallik Mustafa’nın Gelini Hatın’ın Ağıdı, Derleyen: Hatice Hurmanlı, Kaynak Kişi: Hüseyin Şahin) |
bebek oynatma oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. BEBEK OYNATMA Eskiden evlerin damları mertekli ya da çapalı olurmuş. Bebek oynatma böyle eski evlerde oynanan bir tür kukla oyunudur. Tavandaki mertek ya da çapaya makaralı bir çivi çakılır. Uzun bir ip makaradan geçirilir. İpin iki ucu da yere değecek kadar uzatılır. Bu ipin ucuna önceden tahta bebek ya da tahta kaşığa sarılmış bir bez bebek bağlanır. Bebek süslenir ve tepesinden asılır. Bebek oynatacak kişi, ipin ucunu işaret ya da orta parmağına bağlar. Diğer eline leğen, tepsi benzeri bir şey alır. Bebek oynatıcı istediği bir oyun havasını çalar. İpi gerip bırakarak çaldığı oyun havasına göre bebeği oynatır. (Aslı Ağcalar, Silifke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üni., S.B.E.,TDE., ABD, Mersin, 2009, s. 232-233) |
bebe:ŋ |
: |
Bebeğin. “Başında moda fesi Gulâmda galdı sesi Sen gidiyon dezzem oğlu Endi mi bebên hersi?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İsmail Çavus’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Döne Bakacak) |
bebir |
: |
Bir cins vahşi hayvan. |
becen |
: |
Tavşan yavrusu. |
becene |
: |
1. Ulu, yüksek, korkunç. 2. Issız, tenha, korkunç yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
becernikli |
: |
Becerikli. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
beçik |
: |
1. Bir yaşını doldurmamış keçi. 2. Keçi, keçi çağırma sözü. |
bedda |
: |
Kargış. “Dağların karı erisin Yayla çiçeği yürüsün Bedda vermem kardeşime Ağzımda dilim çürüsün” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
beddaha, beddua |
: |
Kargış. Hazret-i Mevlâ'dan dileğim budur Bülbül gibi işin ah ü zar olsun Beddua eylemem sana sitemkâr Gül gibi meskenin diken har olsun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.565 |
bedeat |
: |
1.Korkunç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Büyük. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bedel |
: |
Paralı askerliğin bedeli. “Hayvasına verin direk Buna dayanır mı yürek Toplanın emmim uşâ Biz Halil’e bedel verek” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Askerde Ölen Halil Höbek’in Ağıdı, Kaynak Kişi: Halil Gök) |
bedel vermek |
: |
Askerlik karşılığında bedel yatırmak ve askerlik yaptırmamak. |
bedeli |
: |
Osmanlı İmparatorluğunun eski ordu örgütlerinde tımar ve zeamet sahiplerinin hazırladıkları silahlı ve zırhlı asker. |
beden |
: |
Kale duvarı. |
bedenimizden |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Kan akrabalığı olanlar için içimizden biri anlamına kullanılır. Bizden, bizim aileden. “Bir uzunca cübbe geyer Ezan verirdi camiye Bedenimizden efendi Görenler de el demiye” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
beder |
: |
1. Nokta nokta, tomur tomur. “Abdurahman babamoğlu Yüzü beder beder benli Ağamı kurban ederim Sürü gelir içi çanlı” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) 2. Patlıcan. 3. Belirli nokta. 4. Dolunay, ay gibi. “Kaşlar arasında Zühre yıldızı Seni görenlere düşer bir sızı Gerdan beder beder, dudak kırmızı Açılmış yanakta gül Acem Kızı” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Aşık Hüseyin) |
bedesten |
: |
Dükkanın eski yapıda olanı. “Bezzazistan; esnaf çarşısı, yani bedesten demektir.” “Kız da der ki al çiçeğin moruyum Yiğitlerin bedestende nûruyum El değmedik bir danecik arıyım Peteklerim mühürlüdür bal ile” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 428) |
bedevi |
: |
Huysuz, ahlaksız. |
bedir |
: |
Ay, ayın dolunay hali. “Ardında beliği hasır Var mı bu sözümde gusur A bedirim gara saçlım Tek bıyıklım geçti yesir” (Nakleden: Osman Taştan, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72)
Evleri var ev yerinde Köyleri var köy yerinde Bedir olmuş ay yerinde Seher yddızı Ülker yıldızı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.433 |
bedir bedir |
: |
Tam dolunay hali. “On dördünde bedir bedir Dostun ikrarını güder Nere çeksen ora gider Boynu toklu kula benzer” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 595) |
bedir yüz |
: |
Yuıvarlak yüz. Gariblik gurbetlik düşmüş özüne Kudret sürmesini çekmiş gözüne Dökünce zülfünü bedir yüzüne Ben sandım ki bulut aya bağlıdır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.597 |
bedirik, bedrik |
: |
1. Çeyiz anlamında kullanılan bir söz. 2. Oklukla yuvarlanmış eğrilmeye hazır pamuk. 3. İnce, düzgün kamış. 4. Taranmış, temizlenmiş ve eğrilmeye hazır hale getirilmiş yün veya pamuk yumağı, topağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bedirislenmek |
: |
Doymadan açlığını gidermek. |
bedirlenmek |
: |
Ayın on dördü gibi parlamak. Bedirlendin doğdun yüce felekten Cemalin seçilmez hörü melekten Meles gömleğini attın bilekten Güneş gibi parlar kolun sevdiğim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.494 |
bedirlenmiş |
: |
Ayın on dördü gibi olmuş. “Kaşların kurulu yaydır Yüzün bedirlenmiş aydır Koynuna girmek kolaydır Hesab gülün derendedir” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
bedistan |
: |
Bedestan, kumaş satılan yer. |
be: |
: |
Bey. |
be:ler |
: |
Beyler. |
be:m |
: |
Beyim. |
be:ŋ |
: |
Bey’in. |
be:riz |
: |
Perhiz. |
be:rmek |
: |
Keçilerin acı içinde bağırması. |
beg |
: |
Sıkı, sağlam, hızlı. |
begdeş |
: |
Bektaş. |
begiremek |
: |
Ses çıkarmak. |
begmez |
: |
Pekmez. “Tohumgavıdınan barabar, yôrd, mâdanız, sovan, tomatis, gışısa begmez de geder idi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
begmez tulu: |
: |
İçine pekmez koymak için koyun ya da keçi derisinden yapılan tulum. “Antep Pekmezi külekte Maraş pekmezi begmez tulûnda satılırdı.” |
beğ |
: |
Bey. |
beğermek, beğirmek |
: |
Hayvan bağırmak, melemek, acı acı ses çıkarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
beğliğe yetmek |
: |
Bey olmak, sosyal ve ekonomik durumu iyi duruma gelmek, beyliğe ulaşmak. “Dünya benim deyi zenginlik satan Helal ekmeğine haramlar katan Sonradan sonraya beğliğe yeten Zalım olur el kadrini ne bilir” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 423) |
beğoğlu |
: |
Beyoğlu. Oğlan senin şorun duyar küserim Küserim de zülüfüme asarım Küffar kalesinden yeğdir hisarım Varmam şimden geri beğoğl'isen de Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.404 |
beh |
: |
Korkutmak için atılan çığlık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Behhhh!” |
beh vurmak |
: |
Pey vurmak, artırmak. |
behey |
: |
Çıkışma bildirmek için kullanılan ünlem. Aklım aldın gözlerini süzeli Benzime düşmüştür ayva gazeli Sana derim behey adam güzeli İki leblerinden bir yanağından Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.519 |
behi |
: |
Satıcı, tekel malı satan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
behi bazarı yok |
: |
Ne yapacağı belli değil münasebetsiz. “Behi bazarı yok.” |
behir |
: |
Zaman. “Kul Veli Abdal, çeker dostun kahrını Getir de içeyim ecel zehrini Gönül kuşun saldım, gezdi behrini Geçti zaman yad ellerde dertliyim” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
behlü |
: |
Peyli, sözlü, nişanlı. |
behlül |
: |
Çok gülen, çok gülücü, hayır sahibi, ahmakça. |
behr |
: |
Uzaklık, mesafe. |
behre |
: |
Karizma, yiğitlik, cesaret, gövde gösterisi. |
behreli |
: |
Yiğit, cesur, karizmatik, ağırlığı ya da nüfuzu olan kimse |
behresiz |
: |
Korkak, cesaretini kaybetmiş, ödlek, silik. |
behrinde |
: |
Eski zamanlarda, o günün şartlarında. |
behriz |
: |
Perhiz. |
bej |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; beş. |
bek |
: |
1. Gözcü, sürek avında bekleyen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Pek. 3. Pek çok. |
bekar |
: |
Çukurovaya çalışmaya giden tarım işçisi. Bunlar çoğunlukla bekardır. Sezonluk değil de yıllık olarak çalışmaya giderler. Bekar çalıştırmak zenginlik alametidir. “Adana’dan gelir bekar Sandıklarla alır şeker Dolansa dayreye çıksa Kaymakam ayağa kalkar” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
bekemek |
: |
Kapamak, tıkamak, örtmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
beker |
: |
Bekar. “Gapımızda çatal hayma Yel esdikçe boynun eyme Ôlun beni beker guydu Aman babam bana değme” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Koca Durmuş’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Nadire Erkek) |
bekere |
: |
1. Koza yapmayan ipek böceği. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Çıkrık iğinin çıkrıktan gelen kayışının takıldığı iği çeviren helezonlu makara. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bekereci |
: |
Ahşap hammaddeyi, isteğe uygun bir biçimde işleyerek ve şekillendirerek, kullanım alanlarına ulaştıran ahşap ustaları. |
beki |
: |
1. Bölgemiz göçmen ağzında; belki. 2. Peki, hay hay, olur. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bekitmek |
: |
1. Vurmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Kapamak, tıkamak, örtmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Sağlamlaştırmak, hızlıca vurmak. “Semerin üstüne vurduğun yükü iyecene bekit yoksa yolda yolakta perişan olursun.” |
beklik |
: |
1. Kabızlık hali, sürgün halinin karşıtı, peklik. 2. Kız istenilip verildikten sonra bir takım hediyelerle yapılan nişan takma işine beklik denir. “Sular çağlıyor akmaya Kasavet serden kalkmaya Yekin aslan kardeş yekin El gitti beklik takmaya” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yay., 1994, Cilt II) |
bekmez |
: |
Pekmez. “Maraşlı bağcının tuluk bekmezi (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri)
“Kimse bekmezim eşgi demez.” |
bekmez buŋu |
: |
Çocuğu olmayan kadınlar için yapılan işlemin adı. |
bel |
: |
1. Anlamlı iz, işaret, im. “Bütün yönleri şaşırmıştı. Adım da atamıyordu. Bir bel bulsa da, yönünü bulabilseydi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Yayla. “Yumurta mıklası, püren’in balı. (Cezmi Yurtsever, Andırın Tarihi, Adana 2007, S. 187-190, Kazım Temir’in Andırın Destanı isimli Şiiri) 3. Dağların geçit veren kısmı. “Dadaloğlu der ki; halim yamandır Dağ başları yine tozdur dumandır Hak bilir ya bugün hodri meydandır Tutmak gerek geçitleri belleri” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, II. Baskı, 1984 S. 238) 4. Kadınlardaki üreme suyu. Hakk'ın kandilinde gizli sır idim Anamın beline indirdin beni Ak mürekkep idim kızıl kan ettin Türlü irenglere yandırdın beni Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.457 5. Döl, soy. Görenin aklını ediyon tufan Hatip dillim dâyim okuyor Kur'an Seni hûb yaratmış Hazret-i Mennan Yusuf-i Ken'an'ın belinden misin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.541 6. Göğüs ile karın arası, bedenin ortası. Pembe önceğini çalmış beline Altın bileziği takmış koluna Katarlamış mayasını yoluna Alabahar yaylasını çekiyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.614 7. Toprak kazmaya yarayan ucu sivri tarım aleti, kürek |
bekmezli gatmerli |
: |
Yörük tatlısı. |
bekmezli kömbe |
: |
Ramazan bayramında yuvarlak tepside altı ince hamur üstü pekmez baharat karışımı ile fırında pişirilen Osmaniye tatlısı. |
bel ba:, bel bağı |
: |
Bele bağlanan kumaştan yapılmış kemer, bel bağı. |
bel çevirmek |
: |
Yerini değiştirmek. |
bel golaŋı |
: |
Atın karnının altından geçen semer kayışı. |
bel koymak |
: |
İşaretlemek, işaret koymak. |
bel vermek |
: |
1. Direklerin üzerindeki yükten dolayı bükülmesi. 2. Ayak diremek, inat etmek. 3. Dayanmak, bir yere sırtını yaslamak. “Şu yalan dünyaya ezelden geldim Uyudum uyandım hep mihnet gördüm Çınarlara belim verdim oturdum Çınar çürük imiş kökten bozuldu” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
bela |
: |
İçinden çıkılması zor olan durum. Oğlan ne çok düştün benim sılama Küçücüksün dayanaman belâma Sırrımı vermezem halka âleme Gel sarılıp yatalım del'isen de Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.404 |
belalı |
: |
1. Kötülük saçan, insanları zor durumda bırakan kimse. 2. Zor durumda olan kimse. Karac’oğlan der ki belâlı başım Akıttım didemden kan ile yaşım Gurbete çıkanda yamandır işim Bu ömre kahretsem olmaz nedendir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.608 |
belaŋ, beleŋ |
: |
1. Tepe, yüksek yer, üzeri yassı tepe, ufak tepe. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) 2. Dağlar arsındaki geçit, vadi “Hak nasip etmezse bade içilmez Altı derdim birbirinden seçilmez Garlar yağdı belanlardan geçilmez Buna garbi gerek yel ala gözlüm” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Bedevi Böke’nin Ağıdı, Derleyen: Hikmet Böke, Kaynak Kişi: Gülseren-Nuri İlhan) |
belbali: |
: |
Şekli bele benzeyen bir balık. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
belben |
: |
Üzüm ya da incir pestili. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Kışın o soğuk günlerinde ocaklığın karşısına oturduğumuzda en çok hoşuma giden şeylerden bir tanesi de cevizle beraber belbenlerden yemekti.” |
belber |
: |
1. Çukurovalı çiftçiler. 2. Berber. |
belcek |
: |
Kuşak, kemer, uçkur. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
belcene |
: |
İnce yufka biçiminde kurutulmuş incir ya da üzüm ezmesi, bastık, kurutulmuş incir. |
belci |
: |
Bel işçisi, bel ile iş yapan kimse. “Kayışlı deyince Çukurağ’da çeltik tarlalarının belcilerinin memleketi gelir aklıma. Beyaz şalvarlı belciler çoğunlukla bu köyden çıkar.” |
belden çekmek |
: |
Bele bağlı olan bir şeyi çekip çıkarmak. Şu yalan dünyaya geldim geleli Deli gönlümün düzeni bozuldu Felek tabancasın belden çekince Avlağım sulağım evim bozuldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.639 |
beldiŋ |
: |
Parçaladın, böldün. |
bele çalmak |
: |
Önlük vb. bele bağlamak. Pembe önceğini çalmış beline Altın bileziği takmış koluna Katarlamış mayasını yoluna Alabahar yaylasını çekiyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.614 |
belediyeniŋ dargı |
: |
Ölçüsü belirlenen miktar, bedel. |
belek |
: |
Kucak çocuğunu sıkı sarıp sarmalamaya yarayan kare şeklinde bezler takımı, kundak. “Kırklı iken beleğini, kırkına kadar unutma.” (Andırın Atasözü) |
belek çapıdı |
: |
Kundak bezi, çocuk bezi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
belekim |
: |
Allah vere de, bari. “Hava çok soğuk, çocuklar belekim sobayı yaksalardı.” |
belekli çocuk |
: |
Kundaktaki çocuk. |
belemek |
: |
1. Bir şeyi una vb.bulamak, sarmak. Dolaştırdın bana Urum'u Şâm'ı Bilmez o cahıllar terk eder seni Evvel gül dalına belerdin beni Şimdi hardal gibi kokan ben oldum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.508 2.Çocuğu kundağa sarmak, bağlamak, kundaklamak. “Yılda bir oğlan doğurur (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
belen, belan |
: |
1. Tepe, yüksek yer, üzeri yassı tepe, ufak tepe. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Sırt, bayır, yamaç, dağ eteği. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 3. Yüksek dağlık yerlerde görülen, düzlük, ağaçsız, açık yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Ak kuğular sökün etti yurdundan Koç yiğitler yatamıyor derdinden Sabah namazında belen ardından Saydım altı güzel indi pınara Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.396 4. Dağ üzerindeki yüksek geçit, yol, dönemeçli dik dağ yolu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 5. Yüksek ateşli hastalık. 6. Üzerinden yol geçen dağ sırtları. “İskenderun-Hatay arasındaki Belen Geçidi ismini bu sözcükten ve bu sözcüğün tanımından almış olmalı.” |
belen pekmezi |
: |
Günümüz çokellaları gibi görünüm arz eden, tahta kutularda muhafaza edilen bir pekmez türü. Antep pekmezi de denilir. |
belendirmek |
: |
Bulandırmak, karıştırmak. “Şafaktan öter dibeği Belendirirdi obayı Kız kardeşe gidiyorum Bin evli Avşar öbeği” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
belenlemek |
: |
Uyanma şaşkınlığı. |
belenmek |
: |
1. Yerde yuvarlanmak. 2. Bir şeye bulanmak, sarılmak. “Çocuk çamura belenmiş...cümlesindeki anlamıyla kullanılır.” Karac’oğlan halımı kimse bilmez Her güzel de öğmeye lâyık olmaz Bu yalan dünyadır ki giden gelmez Hep gidenler şu toprağa belendi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.418 |
belerdmek |
: |
Gözünü ağartmak, karşısındakine gözdağı vermek için gözbebeğini büyüterek bakmak. “Niye gözlerini belerttin, ne yaptım sana ben.” (Ahmet Türkmenoğlu, Türkmen Ağzı Sözlüğü, Arkeoloji Ve Sanat Yayınları 2008) |
belermek |
: |
1. Göz, haddinden fazla açılmak, açılıp kalmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Gözlerin boş boş bakması, donması. 3. Ölmüş bir hayvanın gözlerinin açık bir şekilde olması. 4. Son gücünü de tüketip güçsüz kalmak. “Yük dibinde oynar aşık Şavkı vurur yanar ışık Anam topuzu belerdi Atlas minder ala beşik” (Derleyen: İbrahim Davutoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
belesbid |
: |
Bisiklet. “Arabaları, belesbidleri söz temsil. Evel o çocuglar onu nerde görüllerdi ki oynielerdi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
belesin |
: |
Belasını. |
beleş |
: |
Bedava. |
beletmek |
: |
Çocuğu kundaklatmak. Karac’oğlan eydür Mevlâ'm yaratır Çocuğunu varır ele beletir Kabını yumaz da ite yalatır Alman köt'avradı hörü de olsa Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.399 |
beleyim |
: |
Dilerim, temenni ederim anlamında. Beleyim kızım mebuslara varasıŋ. |
beleykem |
: |
Keşke, Allah vere de, velev ki. |
belgi |
: |
Bellik, nişan, hedef. |
belgizar |
: |
Hatıra, yadigar, bergüzar, bir kimseyi anımsatan ondan kalan armağan. |
belgizer |
: |
Hatıra, yadigar, bergüzar, bir kimseyi anımsatan ondan kalan armağan. “Şu tatarın gara taşı Yandı ciğerimin başı Belgizer mi koydun eşim Bana attığın bu taşı” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Feridun’a ve Hatice’ye Ağıt, Derleyen: Ferhat Kuzu, Kaynak Kişi: Emine Böke) |
beli |
: |
Evet. “Meddahımız; Belî ağalar, kıssa-i maceramız burada karar kılmakta…. Sürç-ü lisan ettikse affola… diyerek sandalyesinden indi.” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
beli bıkını kırılmak |
: |
Her yanı ağrımak. “Her adım attıkça belim bıkınım kırılıyor.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
belicek |
: |
Belik, belli çoğunlukta topluluk, bir parçacık, bölük bölük. “Ne yatıyon abayınan? Üsdün örtdüm libayınan Ben de sana düyün gurdum Bir belicek obayınan” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hasan Benli’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Rabia Duman) |
belicik |
: |
1. Belik, belli çoğunlukta topluluk, bir parçacık. 2. Paylaşıcık, paylaşacağız. |
belig |
: |
Saç örgüsü. |
beli:kem |
: |
Keşke, inşallah, Allah vere, anlamlarına gelen edat. |
belik |
: |
1. Saç örgüsü, saç örgüsünün her bir bölüğü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) “Kapkara, gür belikleri kulunçlarını örtüyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) Seherden uğradım ben de bir gence Usuldur boyları belleri ince Döküvermiş mor beliği kolunca Sanlaydım ince belin üstüne Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.412 2. Bölük, bölme, melik, saç örgüsü. Ak eline al kınalar yakarsın Mor beliği koluncuna dökersin Kaş altundan melil melil bakarsın Azıcık da gönlün var gibi gibi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.435 3. Askeri birlik. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Parça, bölük, kısım. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) “Aradım izini buldum Süründüğü yere vardım Altı belik eylemişler Bir beliğin aldım geldim” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
Değirmenden geldim beygirim yüklü Şu kızı görenin del’olur aklı On beş yaşında da kırk beş belikli Bir kız bana emmi dedi n’eyleyim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.505 |
belik belik |
: |
Parça parça, bölük bölük, paramparça. |
belim |
: |
Belimi. Şu yalan dünyaya ezelden geldim Uyudum uyandım hep mihnet gördüm Çınarlara belim verdim oturdum Çınar çürük imiş kökten bozuldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.639 |
belim berk |
: |
Güvenim var. |
belin |
: |
Belini. Aşağıdan gelen güçücek gelin Kemere sığdırmış da ince belin Seni seven yiğit bekliyor yolun Yolunu bekleyen yiğit öğünsün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.573 |
beliŋemek |
: |
Şaşkınlıkla karışık korku duymak, irkilmek, ürkmek, uykudan sıçrayarak korku ile uyanmak, afallamak, şaşırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
belinen |
: |
Bel ile. Karac’oğlan der ki kılayım nazar Bilezik takmağa kolların çözer Geyinmiş kuşanmış salınır gezer Gümüş kemer ince belinen oynar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.581 |
belini bükmek |
: |
Bir kimseyi çaresizlik içinde bırakmak. “40 gün oldu bir haber almayalı. Oysa 40 dakika bile ayrı kalmayacaktık. Böyle bir şeyi ondan hiç beklemezdim. Onun böyle vurdumduymazlığı belimi büktü ne yalan söyleyeyim.” |
beli:ni |
: |
Beliğini. |
belini kırmak |
: |
Büyük zarar vermek. “Nazlı yardan bana geldi bir name Eğer doğru ise kırdı belimi Dediler yârini yâd eller almış Kadir Melâ’m ihsan eyle ölümü” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 642) |
belinlemek |
: |
Ansızın, kötü bir şekilde uyanma. ”Belinlemesiyle yataktan zıplayarak kalması bir oldu.” |
belinmek |
: |
Bölünmek, ikiye ayrılmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Yine bir dilbere meyil aldırdım Ak gerdanda benler zer nişanlıdır Çift çift olmuş kirpikleri belinir Zülfünün telleri pek reyhanlıdır” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
belişmek |
: |
Bölüşmek. “Yol üstünde oturmuşlar Cuvarayı belişmişler Çoban üstüne düşünce Keklik avlıyok demişler” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
beliykem |
: |
Keşke, inşallah, Allah vere, anlarında edat. “Ondan sôna beliykem gala dedi. Çocuk dôdu. Şehadil tarafına endi şö:le.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
belkıdar |
: |
Berhudar, bahtiyar. “Belkıdar olasın guzum.” |
belkile |
: |
Belki de. |
belkit de |
: |
Belki de. |
bell’olmak |
: |
Belli olmak. On beş yaşadım yirmiye yol oldu Otuzunda çevre yanım göl oldu Kırk yaşadım hayrım şerrim bell'oldu Hayrımı şerrimi bildirdin ben Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.458
Gam kasâvet çekme dîvâne gönlüm Her zaman da dünya başa dar olmaz Yıkılıp düşene gülme sakın sen Yiğit düşüp kalkmayınca bell'olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.647
Güzel bell'olur tacından Hiç yük ağlar mı bacından Dünyada densiz ucundan Sefil baykuş verandadır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.604 |
bellediği |
: |
Bidiği, bel ile belleme yaptığı yer. |
bellek |
: |
Aşağı, alçak yer, batkın. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bellekçi |
: |
Akıllı, çabuk öğrenen. |
belleme |
: |
Atların semer veya eğeri çıkarıldıktan sonra üşümemesi yahut sırtlarında yara olmaması için semerin altına bağlanan keçe veya kalın kumaştan örtü. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Semer alana belleme bedava.” |
bellemek |
: |
1. Öğrenmek. “Bellemiş Bekir emmisiniŋkini.” 2. Sürünün sıcaktan bunalmaması için bel üzerine vurulması. “Kara keçimiz hellenir Boz koyunumuz bellenir Duyarım kardeşim ölük Gelmeye adam arlanır” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) 3. Sanmak, zannetmek. “Tüh dedi suratına. Ben de bir adam belliyodum. İstediğim gibi bir adam dêl.” (Aşık Mehmet Demirci, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009)
“Yaradan boynunu çarha mı çekmiş? Mah yüze Yusuf’un gülünü sokmuş Çamaşır yıkamış, beliğin sökmüş Görünce belledim sırmalı gözel” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 110 4. tarla veya bahçeyi kürekle toprağı işlemek. |
bellengeç |
: |
Yeni bir şeyi öğrenme aşamasında kullanılan alet, iş vb. |
belleŋgiç |
: |
Hafıza, zeka, öğrenme kapasitesi. “Bellengici möhkem.” |
belleŋgiçli |
: |
Zekalı, hafızası sağlam, kendisine yapılanları aklının bir köşesinde tutan, unutmayan, kindar. “Bellengiçli.” |
bellenmiş |
: |
Birlikte olunmuş, sevilip okşanmış. “Bir sofra isterim kimse sermedik Bir yayla isterim kimse konmadık Bir güzel isterim yâd el değmedik Ellenmiş de bellenmişi n’eyleyim” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 506) |
belletmek |
: |
Öğretmek. ”Para laf belledirimiş, giysi yürüyüş.” |
belli |
: |
Den beri, bu yana anlamında. Yalnız başına kullanılmaz. “Sabahtan belli gırdığın cevizler gırkı geçti.” |
bellik |
: |
1. Nişan hediyesi. 2. Önceden konulan işaret, bir şeyin kime ait olduğunu gösterir işaret. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Kalkıp dama çıkıcıyım Gazma alıp sökücüğüm Abisine danışıp da Belliğini dakıcıyım” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
belliklemek |
: |
İşaret koymak. |
belliye |
: |
Öğrene, bel ile toprağı eşeleye. |
bellur |
: |
Cam bardak, billur. |
belme |
: |
Tomruk. “Belmeleri üst üste yığmadan istiflemek imkansız.” |
belmek |
: |
Bölmek. |
be:m |
: |
Beyim. “Gurban ollum Vezir Âm Ardından yıkıldı dâm Salkım sö:t sallanışlı Varıdı Efendi Bêm” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
ben |
: |
1. Meyvede görülen olgunlaşma belirtisi. 2. Tendeki özellikle yüzdeki benek. Eğlim eğlim yol alanın Seferine kul olanın Ak gerdanda ben'olanın Yanakları bal olma mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.422 |
ben başıma |
: |
Tek başıma, kendi kendime. |
be:n |
: |
Bey’in. “Tükünün dibi döşşekli Evinin ardı başşaklı Gezmedin mi Bên gızı Sultanı navrız guşaklı” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Topuz’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Fatma Bakacak) |
ben çekerim atı dona, kendi gider boklu hana |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
ben düğüne getmem artık/ yok …’m halay başında |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. … birçok düğüne giden, gittiği düğünlerde daima halayın başını çeken yani çok güzel oyun oynayan birisidir, ona vurgu yapılıyor. |
beŋ düşmek |
: |
(Meyve) Olgunlaşma belirtisi görünmek, az zaman içinde olgunlaşacağı belli olmak. “İncirlere ben düşmüş galan.” |
ben geliniŋ yerniği değil yornuğuyum |
: |
Gelinlerinden çok çeken kaynanalar söyler bu sözü. “Ben gelinin yerniği değil yornuğuyum.” |
benceleşmek |
: |
İddialaşmak. “Kaybedeceğin şeyde boşuna benceleşme.” |
bena |
: |
Afyon, uyuşturucu madde. |
benbenci |
: |
Gururlu, kendini beğenmiş, benine düşkün, menfaatçi. |
bencem |
: |
Bence. “Ellerin ufacık enli Yüzlerin püskürme benli Sen sevdinse senin denli Ben de buldum bencem yürü” (Öksüzoğlan’dan, Kaynak: Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler, İş Kültür Yayınları, Haz.: Alpay Kabacalı, Mas Matbaacılık, İstanbul 2002) |
bencilen, bencileyin |
: |
Benim gibi. Şol görünen dağın başı kar m'ola Yârin açılmış gülü de var m'ola Şunda bencileyin ağlar var m'ola Bülbül gülden ben yârimden ayrıldım Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.486 |
bend |
: |
1. Bağ. 2. Türkmen bölüklerinin yerleştiği yerler. 3. Çellik argı. 4. Derenin önüne toprakla set yapılarak oluşturulan su birikintisi. Gözyaşlarım yeryüzüne saçıldı Bahar oldu yayla yolu açıldı Yel esti de karın bendi seçildi Yol oldu gidelim bizim ellere Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.412 5. Şiirde en az beş mısradan oluşan bölümler. 6. Bağ. (Saç bağı, bel bağı, vb.) Çözüp zülfünün bendini Yavıkladım kend'özümü Gül yanaklı efendimi Dün de görmedim bugün de Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.407 7. Vücudun göğüs kısmını örtecek bir çeşit giyecek. Bir bölük turna da havada uçar İner engininden bir bâde içer Esen seher yeli göğsünü açar Yâr göğsün bendleri düğmeli değil Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.477 |
bend bağlamak |
: |
Su benti yapmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bende |
: |
1. Hayvanların sırtındaki yükün bir tarafı. 2. Köle, tutsak. Bendesi oldum kul gibi Gözyaşı akar sel gibi Açılmış gonca gül gibi Sevdiğim Firenk güzeli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.447 |
bendek |
: |
1. Yük hayvanının iki yanına yüklenen eşya. 2. Ot, odun ya da çalı balyası ya da bir kucak ot, odun ya da çalı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bendetmek |
: |
Bağlamak, kulu kölesi etmek, bendesi etmek. “Dinleyin bir güzel medhin edeyim Bir beni var şirin canı bendetmiş Bir beni var kaşla göz arasında Bir beni de ak gerdanı bendetmiş”
Bir beni bendetmiş Şam’ı, Haleb’i Bir beni bendetmiş Mısır, Anteb’i Karac’oğlan eder nazlı çelebi Bir beni de Al’Osman’ı bendetmiş” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
benevşe, benefşe |
: |
Menekşe. |
beŋ |
: |
Afyon. |
beŋ etmek |
: |
Uyuşturmak. “Yâr elinden bir dolu içmişim Deli eder, sarhoş eder, beng eder Genç yaşında taze civan sevmeyen Dünyasından hayvan gelir bön gider” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 588) |
beŋgi boz, beŋliboz |
: |
Bey böyrek'teki atın adı. |
bengildemek |
: |
Köpekler için kullanılır. Can acısıyla ulumak, havlamak. |
beni görünce abdesti bozuldu |
: |
İstemedik, beklenmedik bir anda karşılaşmak. |
beni: |
: |
Benimkisi, benimkisi mi? “Gurban oluyum da beliyiŋ başıŋa Güneş vurmuş telleriyiŋ ġaşıŋa Senem dáğmiş yetmiş seksen yaşına Beni:ğı da yüz olmıya başladı” (Görkem, 1986) |
beni:nen |
: |
Benimle. |
beni:ni |
: |
Benimkini. “Beni:ni çıhaddım. Gelini:ni çıhaddım. Gelinin anasıni:ni çıhaddım bı yıl. İşde babamın bândan kesdig. Bı yıl nişe yapmadım.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
beniminen |
: |
Benimle. |
benimle eğleniyor |
: |
Benimle alay ediyor, beni oyalıyor, beni oynatıyor anlamında. “Adam resmen benimle eğleniyor. Bu da beni kahrediyor.” |
benimsinmek |
: |
Benimsemek. |
beniyne |
: |
Benimkine. |
beniynen |
: |
Benimle. “Gadanı alırım Aniş Yaklaş babam gızı yaklaş Ağ gelinim datlı guzum Beniynen olur gardaş” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Halime Doğan’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Halime Doğan) |
beŋiz |
: |
Yüz, çehre, sima, cemal. Yiğit olan gizli sırrı bildirmez Güzel olan gül benzini soldurmaz Her olur olmaza meyil aldırmaz Bir şahan avlar da bazım var benim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.500 |
beŋizedmek |
: |
Benzetmek. “Varmış ki bir gözêl yer, bu oulan abdez almış, namaz gıliür. Şö:le yüzünü benizedmiş.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
benk |
: |
Afyon. |
benlek |
: |
Kendini beğenmiş, ukala, görgüsüz. |
beŋlenme |
: |
Meyvelerde olgunlaşmaların başlaması. “Alibeyli Kalfa da araba hazır İncirler benlenmiş, midemi kazır Köye revan olunca yol vızır Çukurova özlemi bastırır yaylam” (Mustafa Kıreker, (Kösepınarı) Ericek Yaylası İsimli Şiiri, Çukurova’dan Dünya’ya Kadirli Dergisi, Haziran 2008, Sayı: 24) |
beŋlenme |
: |
Meyvelerde olgunlaşmaların başlaması. “Mehlepler benlenmeye başladı. Gavlukları yapmamıza ne kaldı şunun şurasında.” |
beŋleşmek |
: |
Meyvelerde olgunlaşma belirtileri. |
beŋli |
: |
Teninde özellikle yüzün yanak kısmında beni olan. Fenadır dünyanın ötesi fena Biz de erişmedik bir iyi güne Terk etmiş elini bir benli suna Ördeği gülmeyen göller perişan Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.525 |
beŋli dilber |
: |
Yanağında benleri olan güzel. Ala gözlü benli dilber Usul söyle söz ederler Gönül suyun akıtırlar Gözlerimi buz ederler Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.593 |
beŋli tomatis |
: |
Ben düşmüş, olgunlaşmaya yani kızarmaya başlamış domates. |
beŋliboz |
: |
Hızır peygamberin atı. Beğbörek’in atı da bu isimle anılır. Şevketli efendim sultanım vezir Altmış bin kılıçlı yanında hazır Deryalar yüzünde boz atlı Hızır Benliboz'a binmiş o da geliyor Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.616 |
beŋlik |
: |
Et yiyen kuslara küçük küçük kesilerek verilen et lokması. “Gene baş kaldırdı şol Çukurova Kimi alkış eder kimisi duva Şahan benliğine yetmez (bir) deve Kalmadı muradım der Goğ Al’Oğlu” (Dadaloğlu, Kaynak: Erhan Çapraz, Fahri Bilge defterlerindeki Kayseri ve Yöresi konulu Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üni., Kayseri 2005) |
bennen |
: |
Benimle. “Cuma günü duvâ gedemedi. Cumôrtesi çocûdug işde, bennen saldı, ikindin.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
bent |
: |
1. Engel. 2. Suyu tutmak için yapılan engel. |
beŋzer |
: |
Bazen, kimken, kimi zaman. |
beŋzer olmak |
: |
İyileşmek. |
beŋzeş |
: |
İkiz, benzer. |
benzin ağ duruyor |
: |
Hasta mısın?Yüzün sararmış. “Hasta mısın guzum? Benzin ağ duruyor.” |
beŋzine kan geldi |
: |
Biraz kilo aldı, sağlığı sıhhati düzeldi anlamında. “Bir kilo harnıp bekmezi yedi. Benzine kan geldi yavrumun.” |
ber |
: |
1. Koyun sürüsünün sağılması için hazırlanan üstü dar altı geniş çevrili yer. “Ağ gelinim ağ gelinim Issız galdı dağ gelinim Çanlı sürü bere girdi Goyununu sağ gelinim” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Dirgen Ali’nin Oğlu Fakı’nın Ağıtı, Derleyen: Mustafa Yalçınöz, Kaynak Kişi: Osman Kızılay) 2. Zengin, varlıklı. 3. Bere, şapka. 4. Üstü oval ve düz dağların düzlüklerine denilir. “Seğ Yaylasına gelen yaylacılar çadırlarını berlere kurarlardı.” |
berabe: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; beraber. |
bera:çe |
: |
Beri taraf, beri geçe. “Sen berâçede bekle beni. Ben hemen karşıya geçip dölek armudu bir gonturol edip geleceam.” |
berat |
: |
Belge, onay kağıdı. Kısmatın var ise gelir Yemen'den Kısmatın yoğ ise ne gelir elden Hüccetim kadıdan beratım senden Hiç yazılan yazı karalanır mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.425 |
beratçık |
: |
Yaşlı kişilerin geleceklerinin yazılı olduğuna inanılan belge. “Sekseninde kemiklerim ezildi (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 463) |
berayar |
: |
Hatıra, anı. |
berced |
: |
Kalın kilim, Türkmen halısı. |
berçin, berçim |
: |
1. Perçin. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Sebze ekilmeye yarayan evin avlusu, havkere. 3. Tarla sınırları arasında kalan ve zamanla sertleşen takım taşları. |
berçimleşdirmek |
: |
Toprağın birbirine geçip sağlamlaşmasını sağlamak. |
berda:r etmek |
: |
Dar ağacına asmak. |
berdevam |
: |
Devamsız. “Adliyemiz berdevamdır orada Mehmet Ağa çoktan oldu gurada Tefsir Emin herhal bu yıl sırada Esti poyraz şiddetine maşallah Üçgülüne nazar değmez inşallah” (Aşık Mustafa Zülkadiroğlu, Derleyen: Bahattin Karakoç, Kaynak: Kahramanmaraş Okutma ve Yardım Derneği, Yıllık Kültür ve Sanat Yayını Edik Dergisi Sayı: 50, İstanbul 2006) |
berdi |
: |
Huğların üzerini örtmek için kullanılan bir nevi ot. Düz, ince, uzun ve dayanıklı olan yaprakları hasır örmeye yarayan ve bataklıklarda yetişen bir tür saz, sazotu, hasırotu. “Berdilerin tozakları gün gibi ışık saçarak dökülürdü sulara.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
berdilik |
: |
Berdilerle kaplı alan. “Kurumuş, toprağa yapışmış mor çiçekler silme, karşıdaki kapkara kesilmiş berdiliğe kadar uzanıyordu.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
bereker |
: |
Asla olmasın. |
berelenmek |
: |
İncinmek, yaralanmak. Karac’oğlan der ki bu da neyimiş Gönül berelendi karlı dağ imiş Meyvanın eysini ayılar yermiş Gel kara zülfüne kurban olduğum Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.509 |
berermek |
: |
Ağarmak, zayıflıktan dolayı gözün hortlak gözü gibi ortaya çıkması. |
bergüzar |
: |
1. Hatıra. “Irahan gatardım güle Yiğitliğin düştü dile Gözlüyom ki yarim gele Bergüzar olmaya geldim” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Adsız’ın Ağıtı, Derleyen: Hilmi Özdemir, Kaynak Kişi: Meryem Gül) 2. Hediye. Nasıl medhedeyim şöyle güzeli Elinde bergüzar gülinen oynar Alma yanak kiraz dudak diş sedef İspir ala gözler milinen oynar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.580 3. Yadigâr. “Hak, Hâak! İlkbahar ayında Kudüs’ten kalkın Türbeye bir secde kılın turnalar Şam eline uğran Halep’i geçin Âşığa bergüzâr verin turnalar” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
berhay |
: |
Haykırış. |
beri |
: |
1. Kurtulmuş. 2. Bu yana, bu tarafa, bu yan, bu taraf, burası. “Öte geçe bük müyüdü? Beri geçe ok muyudu? Azrail de gelirkene Yusuf oğlun yok muyudu?” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Ayşeye Ağıt, Derleyen: Hasan Batmaz, Kaynak Kişi: Elif Bayer)
Gam çekme halına dîvâne gönül Sana da bulunur elde neler var Ayva mı eksik turunç mu yoksa nar Sun elini beri dalda neler var Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.583 |
beri bak |
: |
Bu tarafa bak, bana bak. “Beri bak!” |
beri baş |
: |
Yakın taraftan. |
beri çalmak |
: |
Bir şeyin yönünü değiştirmek. |
beri gelmek |
: |
Yaklaşmak. |
beribenzer |
: |
Her, sıradan, eşi az bulunur, ender, şöyle böyle. “Beribenzer ata binmez Biner tepe gibi ata Devletin zabitin döver Yakasından duta duta” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)
Yiğidin bir başı firaklı gerek Sağ yanı da sol yana çarklı gerek Beriden benzerden yürekli gerek Kötü kervan bozup kumaş alamaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.645 |
berid |
: |
22,7 metrelik bir uzunluk ölçüsü |
beriden öte |
: |
1. Boylu boyunca, uzunlamasına. Kenallārına duvar yapārdın üstüne de pardıyı běriden öte ḳorsun. 2. Bu taraftan. |
berihay davulu |
: |
Türkmen aşiretlerinde kavga çıktığını duyurmak içinçalınan davul. |
berillek, berilek |
: |
(Zaman ya da mesafe olarak) Biraz beride. “Evin berillênde armıd âcı var ıdı. Dölek armıd derdik adına. Yanında da harman yeri var ıdı. Harmanda gem sürerdi dedem ırahmatlıg.” |
berinlemek |
: |
Şaşkınlıkla karışık korku duymak., irkilmek, ürkmek, uykudan sıçrayarak korku ile uyanmak, afallamak, şaşırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
Berit |
: |
1. Barut. 2. Toroslarda bir dağ adı. |
beriyüz |
: |
Konuşmayı yapan kişiye göre evin kendinden tarafta olan odası. Bu tarafda olan. |
berk |
: |
1. Yaprak. 2. Çok sıkı, fazla, katı, sağlam, dayanıklı. “Şu Toros’un gayaları Zilüf düver mayaları Berk mi dâğdi ağ bebeğim Garaguşun sayaları” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993)
Karac’oğlan berkçe yapış sen dalda Ben seni severim ta can ü dilde Yüzlerin portakal irengin gülde Dünyada bulunmaz döşün sürmeli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.445 2. Yüksek sesle. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Kuvvetle, şiddetle, sıkı olarak, sağlam bir şekilde. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 4. Hızlı olarak, çabuk. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Canı yanan eşşek, attan berk sıçrar.” (Andırın Atasözü) 5. Çok, pek. “Dostum benim hatırımı sayardın Nerde olsan gayretimi kovardın Yârim diye canından berk severdin Ellerin adamı mal m’oldu sana” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 91 |
berk kaçmak |
: |
Hızlı koşmak. |
berkçe |
: |
Sağlam, sıkı. |
berkimek |
: |
Sağlamlaşmak, sertleşmek. |
berkişmek |
: |
Sağlamlaşmak, sertleşmek, sıkılaşmak. |
berkiştirmek |
: |
Sağlamlaştırmak, sıkılamak, sıkıştırmak, katılaştırmak, sertleştirmek, pekiştirmek. “Memed:”Kula kulluk bitti,” diye berkiştirdi. “Ölünceye kadar bu toprakları bekleyeceğim.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
berkitmek |
: |
1. Kapatmak, tıkamak, örtmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Sıkıca bağlamak, bağlanacak şeylerde bağcığı sıkmak. 3. Hızlıca vurmak. 4. Hızla koşan veya kaçan hayvanın yön değiştirmesi için önüne çıkılması. 5. Sağlamlaştırmak, sıkılamak, sıkıştırmak, katılaştırmak, sertleştirmek, pekiştirmek. |
berklik |
: |
Katılık, sertlik, sıkılık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
berli |
: |
Beri. |
be:rmek |
: |
Keçilerin acı içinde bağırması “Keçi bêrtttiren pınarı.” |
bermurad olmak |
: |
Muradına ermek, isteğine kavuşmak. “Dilerim Subhan’dan olma bermurat Cisminde kalmasın bir akçalık zat Cennet yüzünü görme ilelebet Cehennem meskenin yerin nâr olsun” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 565) |
bertilmek |
: |
Ayağın veya elin herhangi bir kaza sonucunda ters dönmesi, incinmesi, berelenmesi. |
bertimek |
: |
Yaranın kabuk bağlamaması, azması. |
bertinmek |
: |
(Yara) Azmak. |
bertiz pekmezi |
: |
Kahramanmaraş’ta düğünlerde oynanan bir oyun. |
bertmek |
: |
Yara azmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
berü:yze |
: |
Beri yüze, bu tarafa. |
berzak |
: |
Berzah. |
bes |
: |
1. Sadece, yalnızca. 2. Yeter, kafi. “Sevdiğim sözlerin canıma besdir Eğer kem söylersem dilimi kestir Bu güzellik sana kimden mirastır Güzellerde böyle nevcivan olmaz” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
besde besde |
: |
Top top, sıra sıra. |
besdetmek |
: |
Bahse tutuşmak, iddiaya girmek. “Karac’oğlan öğer yine de öğer Altun saç bağları topuğa değer Ay inen besdetmiş gün ile doğar Cennet-i Âlâ’nın nûru bir gelin” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004,s. 396) |
beseği |
: |
Su buharının havanın soğumasıyla dallar üzerinde meydana getirdikleri kar tanecikleri. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
beserek |
: |
1. Yaşına yetmemiş dişi deve. “Yedeğinde bir tülüce beserek Çeker gider ökçesine basarak Kendi güzel amma boyu kısarak Göç giderken bir güzele rastladım” “(Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) 2. Yetişkin, güzel kız. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Tüylü ve besili erkek deve, dişi boz deve ile erkek buhur devenin çiftleşmesinden doğan erkek deve, damızlık deve. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. İyi beslenmiş, bakımlı, tavlı, tombul. “Sarı edik geymiş goncu kısarak Gidiyor da birim birim basarak Anası huri de kızı beserek Emirler’den bir kız indi pınara” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
besicilik |
: |
Ucuz zamanda davar alıp besledikten sonra satma işi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
besili |
: |
(Hayvan) İyi beslenmiş, eti budu yerinde, kilolu. |
besleme |
: |
(Kişi) Kız evlatlık, bayan hizmetçi. “Beslemeden kadın olan hamam yıkar ses ile Halayıktan kadın olan kurna deler tas ile” (M. Metin Şirikçi, Maraş’ta, Yusufcuk Bas. Yay. Tan. Hiz. Ankara 2001) |
beslenik |
: |
Beslenmiş, besili. |
beslenki |
: |
Evlatlık. |
bestil |
: |
1. Pestil, köfter. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. İncir kurusu, pestil, üzümden yapılmış parmak şeklindeki yiyecek, pestil. |
beş aylar |
: |
21 Mart günü nevruz ile başlayan ve devam eden beş ay, yaz ayları. “Yaz gelip de beş ayları doğuşun Kıvrım kıvrım gider yolu yaylanın Lalesi sümbülü boynun eğişin Rayihası tatlı gülü yaylanın” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004,s. 536) |
beş beter |
: |
Çok kötü. |
beş kuruşun üstüne oturmak için on kuruşluk g.t gerek |
: |
Diline sağlık Nuri Şirikçi ağabey. “Beş kuruşun üstüne oturmak için on kuruşluk g.t gerek.” |
beş paralık eşşeğiŋ, üç paralık sıpası olur |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
beş taş oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. BEŞ TAŞ En az iki kişiyle oynanan bir oyundur. Evde veya açık alanda düz bir yerde oynanabilir. Beş tane yuvarlak küçük çakıl taşıyla oynanır. Oyuncular taşları avucunun içine alırlar. Taşları havaya atarlar ve ellerini hızlı bir şekilde çevirerek taşları el üstünde durdurmaya çalışırlar. En çok taşı kim durdurursa oyuna ilk o kişi başlar. Oyun birler, ikiler, üçler, kupa, köprü ve çelpme şeklinde altı bölümden oluşur. Köprüye yöremizin birçok yerinde çadır da denilmektedir. Çelpmeye de kürk denilmektedir. Birler bölümünde oyuncu elindeki taşları yere atar. İçinden bir tanesini alarak havaya atar, yerden diğer taşlara değmeden bir tane taş alır ve havadaki taşı tutar. Bu şekilde yerdeki bütün taşlar toplanır. İkiler bölümünde de aynı şekilde yerden taşlar ikişer ikişer alınır. Üçler bölümünde önce taşın birisi sonra üçü birden alınır. Kupa bölümünde taşın biri havaya atılır, diğer dört taş yere bırakılarak havadaki taş tutulur. Aynı şekilde yere bırakılan dört taş alınır. Köprü bölümünde oyuncu sol elinin orta parmağını ve başparmağını yere koyar, işaret parmağını orta parmağının üzerine bindirerek köprü kurar. Elindeki taşları köprünün önüne atar. Diğer oyuncu bir tane ebe gösterir. Oyuncu ebe hariç yerden bir taş alır ve havaya atar. Taş yere düşmeden yerdeki taşları tek tek köprüden geçirir. Köprüden geçirirken bir taşa iki defa değme hakkı vardır. Birincide taşı düzeltir. İkincide köprüden geçirir. Ebeyi bir seferde geçirmek zorundadır. En son bölümde ise taşları havaya atar ve elinin üstünde tutmaya çalışır. Tuttuğu taşları tekrar hafifçe yukarı atar ve avucunun içiyle tutar. Taşları tutmadan iki elini birbirine çarpmaya çalışır. Ellerini kaç kez çarparsa tuttuğu taşlarla el çarpma sayısını çarparlar. Oyun puanı bu şekilde ortaya çıkar. Elde edilen puan oyunun galibini belirler.Oyuncu oyunda, diğer taşlara değerse, havadaki taşı tutamazsa, elinin üstünde hiç taş durduramazsa, köprü bölümünde taşları geçirirken ebeye değerse elenir ve tekrar sıra kendisine geldiğinde kaldığı bölümden devam eder. Oyunun sonunda yenilen oyuncu elini yere koyar. Diğer oyuncu eline bir taş alır, havaya atar ve kaybeden oyuncunun elini çimdikleyerek havadaki taşı tutar. Kazandığı sayı kadar çimdik atar. Kaybeden oyuncunun elinin üstü kıpkırmızı olur. Bazen kanadığı da olur. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s.206 – 207) |
beş vakt |
: |
Beş vakit namaz. Üç günlük fâni dünyada Ölmeden gülen öğünsün Beş vaktim de kazaya Komayıp kılan öğünsün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.573 |
beşe |
: |
İlkbahar, bahar. Dostun bahçasının gonca gülüyüm Yitirdim aklımı şimdi deliyim Yaz bahar ayında beşe seliyim Akar boz bulanık kardan gelirim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.503 |
beşe ayları |
: |
Türkmen takviminde bahar ayları. |
beşik kertme |
: |
Kız ve erkek çocukları beşikte iken nişanlama veya böylece nişanlanmış kız veya erkek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
beşimek |
: |
Becermek, bir şeyin üstesinden gelmek, başarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
beşir etmek |
: |
Yapabilmek, becermek. “Beşir edip de şu benim işi halletmedin, alacân olsun.” |
beşirigli |
: |
Becerikli, her işi yapabilen. “Maşallah elinden he iş geliyor, çok beşirigli birisi.” (Ahmet Türkmenoğlu, Türkmen Ağzı Sözlüğü, Arkeoloji Ve Sanat Yayınları 2008) |
beşirik |
: |
Becerme işi, elinden iş gelme, becerme. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
beşirikli, beşerikli |
: |
Becerikli, her işi yapabilen. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
beşiriksiz |
: |
Elinden iş gelmeyen. |
beşirikten beş gün sonra doğmak |
: |
Çok beceriksiz olmak. “Beşirikten beş gün sonra doğmuş.” |
beşirlemek |
: |
Becermek, bir şeyin üstesinden gelmek, başarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
beşli |
: |
Beş cumhuriyet altını değerindeki takı. |
beşşik |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; beşik. |
beşşikçi |
: |
Beşikçi, çocuk bakıcısı. |
be:t |
: |
Beyit. “Pâdışah cüma namazını gıldıķdan soğna sereyine varışın, gapısına mapushana gafaslarını çârarak, benim günümde böyle aç galmış adamlar yohdu, ohu katıp der demez, katıp ohumiye başladı. Gafaslar pâdışahın ayâna düşerek ırey isdediler. Peki size ırey dedi. O adam Elboğlu denilen adamdır; ekmek sâbı, haneden oldu: uçun sana söyliyemedik. Yahudu kellesini kesdik. Elboğlu deyi onun kellesini sâ getirdik. İşde gılıcın işde boynumuz, derdemez pâdışah Elboğlunu bâ çârın, cuvabını vermiş. Elboğlu gelerek pâdışah cellatlara boynunu vurun deyi emretmiş. Elboğlu da; pâdışah iki bêt türkü söyleyim de öyle boynumu vurdur demiş. Arhadaşlarının yanında sazım var, getittirin; derhal saz gelmiş. Almış Elboğlu bahalım ne demiş:
Efendim efendim saadetlü vezir Efendim yânına car deye geldim Ya derdime derman ya da azatla Löleg bâzıma dar deye geldim
Öldür efendim de böyle olmasın Görmedim gara günü görmesin Ben bir yapı daşıyım yerde gamlasın Beni bir yapıya gor deye geldim
İnsan insana da ediyor gasdi Odanda aranmaz aslanın posdu Gara gün düşmanı eyi gün dosdu Var get düşmana da der deye geldim
Elboğlu der de tükendi sözüm Ağlâyı ağlâyı da galmadı özüm Peyganber vekilisin golların uzun Elime bir emir ver deye geldi” deyip kesdi. (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
betdeş |
: |
Apdal. |
bete: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; beter. |
betea |
: |
Kargış. “Yüce dağın karı erisin Çayır çimeni yörüsün Betealar veremiyom Gardaşım dilin çürüsün” (Naime Yalçınkaya, Adana Ağıtları, Basılmamış Lisans Tezi, Ç.Ü., 1993) |
betiren |
: |
Sıcak zift, katran. |
bey |
: |
1. Çerkez ağası, paşa. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Fiyat, pey. 3. Arı beyi, ana arı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 4. Koca, eş, pey, kaparo. “Yeyin ekini firezi Takım goydular kirezi Yedi ülger üç terezi Beyiminen bana benzer” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
bey buyurur cellat keser |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
bey vurmak |
: |
Alış veriş sırasında malın fiyatınıtespit edip, mal sahibine kapora vermek. |
beyakdan |
: |
Az önce, biraz önce. “Nitekim Sınıkçı İsmâl buna eyi maraklandı: - Elingi ayagnı çektirme ha! Aman uşak, nâdar cırteyne oluksung! Get bitiy başka yerde cavhınla da, kör şeytan pis yüzâ nalet! Hacı Ökkeş, Ala Dağ’dan serin bir adamdı. Eşinen dostunang fazla cangama eden bir tip de diyaldı. Ayağında gül şefteli bir yemeni, üstünde çarhıdı çıkmış köyneğyinen bıyık altından gülerek cevap verdi: - Ede bahele! Şincik sen köynengi ecer aldıng diyni gahvede de mi cavhınliyemiycik? - Lan get ha:! - Ne var oğlum! Ne ding? Beyakdan belli diyim kine şu eşiklâ dignelme. Daha digneli:gn! - Lan iki Dakka mayam içmiye ağleşiydik şurda, onu da burnumuzdang getirding… beleykem çıharda şunu bizim avrat…” (Atilla Diş, Hacı Aslanıng Delisi, Edik Dergisi, Sayı: 50) |
beyan etmek |
: |
Açıklamak, ortaya koymak. Cemalin karşımdan gitmez her zaman Düşünüp derdimi edeyim beyan Gönüller eğleyen bir kaşı keman Kaşları kemanım amanın tez gel Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.475 |
beybak |
: |
Bahtsız, düşkün, fukara, akılsız, bedbaht, serseri. |
beygir |
: |
Yük taşımada kullanılan at. Değirmenden geldim beygirim yüklü Şu kızı görenin del’olur aklı On beş yaşında da kırk beş belikli Bir kız bana emmi dedi n’eyleyim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.505 |
beyigdirmek |
: |
Canından bezdirmek suretiyle kaçıp gitmesini sağlamak, usandırmak. |
beyigmek |
: |
Canından bezmek, usanmak. |
beyikmek |
: |
Şaşkınlıkla karışık korku duymak, irkilmek, ürkmek. |
beyiz |
: |
Beyaz. |
beykuda |
: |
Beyhude. |
beyle |
: |
Böyle. |
beylesil |
: |
Böylesi. |
beyleyse |
: |
Böyleyse. |
beylik maya |
: |
Sürüde beye ait olarak bulunan dişi deve. “Hörü müdür melek midir bilinmez Şu yavrunun yamacında durulmaz Azca baha ile satın alınmaz Beylik maya gibi geçti sabahtan” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 526) |
beynamaz |
: |
Namazsız, yaramaz bi-namaz. |
beynine siŋmek |
: |
Aklına uygun gelmek, aklına yatmak. |
Beytullah |
: |
Allah’ın evi anlamında, Kâbe. Beytullah'ı yapan İbrahim Halil Kadir Mevlâ'm beni eyleme melil Hakk'ın birliğine o da bir delil Sen de bilir misin vakt u zamanı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.427 |
beyy |
: |
Şaşma, korku, pişmanlık, beğenmeme, öfke, acıma bildirir ünlem. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bez |
: |
Kefen. |
bezdirme |
: |
1. Yassı ve yağlı bulgur köftesi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Baharatlı kıymadan yapılmış çok küçük köfte. Hamurdan yapılan sadece köz üzerinde pişirilen bir tür çörek. |
beze |
: |
Topak, hamur topağı. Yufka açmadan önce, hamurun ayrıldığı toparlakların her biri, pazı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
bezele |
: |
Hamurun açılmadan önceki yuvarlak hali, bezi, bezdirme. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bezenek |
: |
1. Süs. 2. İleri görüşlülük, basiret. 3. Bam teli. |
bezenmek |
: |
Süslenmek. Ben seni severim can ü gönülden Kalktı kısmetimiz ne gelir elden Yanağın çevresi domurcuk gülden Bezenmiş gerdanın hal kömür gözlüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.516 |
bezgin |
: |
Bıkmış, usanmış. Boynunu uzatıp geri sakınma Naz götürmez kara bağrım ezgindir Al yanağa çatal teller sokunma Aşk elinden zarı gönül bezgindir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.608 |
bezi |
: |
Hamur topağı, beze, bir yufka ekmeklik hamur. |
bezi yapmak |
: |
Ekmek yapılmak üzere, yoğrulan hamurubezeler durumuna getirmek. “Yaptığın bezilerin üzerine ufra at ve bez ile ört ki hamur kurumasın.” |
bezilemek |
: |
Bezi yapmak, bir kimseyi dille örselemek. |
bezime |
: |
Küçük bazlama. |
bezirgan |
: |
Tüccar, kervan başı, ticaret adamı. “Bezirgan değelem göçem Tuccar değelem bohç’açam Analık değelem geçem Amanın gızım amanın” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
Ulu bezirgânım kalkar Tozlu yollar durulanır Koç yiğide düşen dilber Güller ile kurulanır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.601 |
bezigan başı oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. BEZİRGÂN BAŞI Bezirgân başı oyunu bahçe veya sokak arasında düz bir zeminde genellikle gündüz oynanır. Daha çok kızlar tarafından oynanan bu oyun 8 veya daha fazla kişi tarafından oynanır. Önce iki defa sayışmaca yapılır ve iki kişi bezirgân seçilir. Seçilen bu iki kişi diğer oyuncuların duymayacağı şekilde kendilerine birer ad verirler. Bu adlar; elma-armut, siyah-beyaz, aslan-kaplan gibi adlar olur. Daha sonra bezirgânlar avuç içlerini birbirine dayayarak bir kapı oluştururlar. Diğer çocuklar da arka arkaya geçerek “kervan” olurlar ve bu kapıdan geçerler. Her gelen oyuncu: “Aç kapıyı bezirgân başı!” der. Bezirgânlar da bu esnada şu şarkıyı söylerler: Aç kapıyı bezirgân başı, bezirgân başı, bezirgân başı kapı hakkı ne alırsın ne verirsin, ne alırsın, ne verirsin Bir sıçan, iki sıçan üçüncü de deliğe kaçan şarkının son dizesi söylenirken bezirgânların kolları arasında kalan kişi –yani kapıda kalan kişi- yakalanır. Bezirgânlar yakaladıkları kişiye seçtikleri kelimelerden sorar. Eğer yakalanan kişi, hangi bezirgânın kelimesini söylerse onun arkasına geçer. Bu döngü ile bütün oyuncular birer takıma geçmiş olur. Takımlar oluştuktan sonra ortaya bir çizgi çekilir. Her takımdaki oyuncular takım arkadaşlarının beline sıkıca sarılırlar. Bezirgânlar ise birbirlerinin ellerini tutar ve takım arkadaşlarının yardımıyla birbirlerini kendi taraflarına çekmeye çalışırlar. Bu mücadele esnasında çizgiyi geçen kişi rakip takıma geçer ve rakibin oyuncusu olur. Oyun bir takımın, diğer takımın bütün oyuncularını kendi taraflarına çekmesiyle son bulur. (Ömer Kırmızı, Erdemli Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Çalışması, Mersin Üni., S.B.E., TDE. ABD, Mersin, 2015, s. 185-186) |
bezmek |
: |
Bıkmak, usanmak. Hem okudum hemi yazdım Yalan dünya senden bezdim Dağlar kovuğunda gezdim Yitik yavru bulunur mu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.640 |
bezzek |
: |
Bayramda caddelerde kurulan tak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bıcak |
: |
Mutfak. |
bıcı |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; civciv. |
bıcık |
: |
Buzağı. |
bıcıkçı |
: |
Mızıkçı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bıcılanmak |
: |
Sızlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bıcırgan |
: |
Ayak parmakları arasında oluşan bir kaşıntılı ve sulu hastalık, mantar hastalığı. |
bıcik |
: |
İnek memesi. |
bıçgı |
: |
1. Kilim nakışının ismi. 2. Her türlü testere, bıçkı. “Sülemen ormana domruk yapmiye geder. Çamı bıçgıyınan devirirken, o devir bıçgı devri, çamın yıkılacağı tarafı bir anda kestiremez.” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
bıçık |
: |
1. Dağda köşe, bucak, girinti. 2. Sel yatağı, dere, dere yatağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Osm.) |
bıçılgan ya da bıçırkan |
: |
1. Atların ayaklarında görülen hastalık, toynakların üstünde ve iç tarafında oluşan yara. 2. Ağzı çirtikli kesici alet, testere. 3. Kadınların meme başlarında, çocukların ayak parmaklarında pislik, ter, çamur vb. yüzünden oluşan sulu yara. |
bıçılğın |
: |
Sulu, sıvaşık çamur. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bıçılkan |
: |
Kadınların meme uçlarında, çocukların ayaklarında, hayvanların ayak parmaklarıyla, bileklerindeter, pislik, çamur vs. sebeplerden ileri gelen sulu yara. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bıçılmak |
: |
Sidik, soğuk su ve havanın etkisiyle deride ince ince yarıklar açılmak, çatlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bıçkı |
: |
Testere. |
bıçkı çuvalı |
: |
Kertikli çiçeklerle süslü bir çuval çeşidi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bıçma |
: |
Biçme, kesme. |
bıçmak |
: |
Biçmek, kesmek. |
bıdak |
: |
Ağacın küçülmüş ve kurumuş dalı. |
bıdı bıdı etmek |
: |
Mızırtı edip rahat vermemek. |
bıdık |
: |
1. Yumurta. 2. Kısa boy. 3. İnek yavrusu. 4. Tıknaz. |
bıdıl bıdıl |
: |
Bebeklerin yeni yürüyüş hali. |
bıdır bıdır |
: |
Çocuğun tatlı tatlı konuşması. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bıdırdamak |
: |
Alçak sesle, dudakları hareket ettirerek konuşmak, kendi kendine konuşmak, mırıldanmak, homurdanmak, söylenmek, fısıldamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) “Yanıbaşıma oturmalarına bozulmadım amma bıdırdamalarına kayıtsız kalamazdım.” |
bıdırtı |
: |
Yavaş ve anlaşılamayacak halde konuşma, yavaş ses. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bıgcı |
: |
Testere, bıçkı. |
bıgcıcı |
: |
Bıçkı ya da testere yapan ya da satan kimse. |
bığıl bığıl |
: |
Suyun kendi halinde akışını anlatır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bıhcı |
: |
Testere. |
bıhıg |
: |
Bıkmış. |
bıkanak |
: |
Ayak, bilek, diz eklemi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bıkçı |
: |
Bıçkı, testere. |
bılanmak |
: |
Bulanmak. “Hacıların dere suyu Akar bılanı bılanı Bizim gibi öksüz olan Gezer dolanı dolanı” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Anneye Ağıt, Derleyen: Mustafa Karaman-Ayşe Ceren, Kaynak Kişi: Türkmen Yapan) |
bıldır |
: |
Geçen yıl. “Kadanı alayım ağam (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
bıldırkı |
: |
Geçen yıl bu zamanlar. |
bılh |
: |
Çok yumuşak, cıvık. |
bılık |
: |
İyi besili, semiz. |
bılız |
: |
1. Domuz yavrusu. 2. Çok yaramaz çocuk. “Bılızları çekmiş dara Babasından isder para Pangunutu verdim almaz İlle isder sarı lira” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) 3. Kalaycı çırağı. 4. Hıristiyan çocuğu. 5. Kısa boylu, ufak yapılı, cüce, bodur, tıknaz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bılk |
: |
Çok yumuşak. |
bıllık bıllık |
: |
1. Sulu, yumuşak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Çok semiz. “Hayvanlara vermiş yemi, kayaların üzerine dökerek yalatmış tuzu, içirmiş suyu, bıllık bıllık etmiş daha bir yaşındaki kuzuları.” |
bıllık bıllık olmak |
: |
Semizlemek, ete gelmek. |
bınar |
: |
Pınar. “Bınarın gözü kurumaz Cahilem gönlüm varmaz Şehidem gardaş şehidem Ölsem kemiğim çürümez” (Naime Yalçınkaya, Adana Ağıtları, Basılmamış Lisans Tezi, Ç.Ü., 1993) |
bıŋbıyaz |
: |
bembeyazç |
bıŋgıldak |
: |
1. Mide. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Bataklık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 3. Bebeklerde kafanın üst ortasında daire şeklinde dokununca delinecekmişcesine his veren daire şeklinde yumuşak bölge. |
Bırak |
: |
Hz. Muhammed’in atı. |
bırakırla: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında;bırakırlar. |
bırakma |
: |
Küçükbaş veya büyük baş hayvanın yavruyu zamanından önce dünyaya getirmesi. |
bırakmak |
: |
Memeli hayvanlar için zamanı gelmeden doğum yapma, yavrusunu düşürme. |
bırdığ |
: |
Bir parça, azıcık, biraz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bırt |
: |
Küsmeyi ifade eden bir ünlem. |
bıtbıt etmek |
: |
Mızırtı edip rahat vermemek. |
bıtır / bıkır |
: |
1. Fazla beslenmeden dolayı azgınlaşmış hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Uzunca zaman ahırda kapalı kalmış, enerji yüklü hayvan. |
bıtırak |
: |
Dikenli tohumları insan giysilerine, hayvanların tüylerine yapışan bir ot, pıtrak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bıtırlaşmak |
: |
Bir hayvanın uzunca bir zaman ahırda kapalı kaldıktan sonra dışarıya çıktığında yüklenen fazla enerjiden dolayı atlayıp sıçraması. |
bıy |
: |
Şaşma, hayret bildiren ünlem. |
bıyat |
: |
Biat, tabi olma. |
bıybıtmak |
: |
Üşüyüp titreyerek üzülmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bıyı: gıvratmak |
: |
Süslenmek. |
bıyıcak |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Satıl, sitil, kazan gibi bakır kapların kulplarının zemine birleştirildiği yerde ortaya konan şekildir. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 39) |
bıyığının altından geçmek |
: |
Eyvallah etmek. |
bıyık |
: |
Asma filizi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bıyık altından geçmek |
: |
Bir konudaki düşüncesini yoklamak için ağız aramak. |
bıyıl |
: |
Bu sene, bu yıl. “Ağlaşın ufacık gızlar Bıyıl gelir m’ola yazlar Geline döşek yazdırdım Gardağan’ babası düzler” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
bıyıtmak |
: |
Soğuktan elini ayağını ovuşturmak. |
bıyyık |
: |
Bıyık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bıza: |
: |
Buzağı. “Sığırcılardan başka bir de bızâcılar olurdu. Bızâcı, bızâları, potukları ve eşekleri, varsa katırları diğer sığırlardan ayrı olarak yayanlara denir.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan III, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
bıza:cı öreni |
: |
Büyükbaş hayvanların otlatılmaya götürülmeden önce toplandıkları ören yeri. |
bıza:lamak |
: |
(İnek)Yavrulamak. |
bıza:lık |
: |
Buzağılar için ahırda ayrılmış özel bölme. |
bızdık |
: |
Ufak çocuk. |
bızın |
: |
Keçi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bi |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; bir. |
bi element |
: |
Bir hayli fazla, birçok, çok fazla. |
bi tüllü |
: |
Bir türlü. Hiçbir biçimde, hiçbir yolla. |
biak |
: |
Biraz önce. |
biam |
: |
Beyim. |
bib’oğlu |
: |
Bibi oğlu/hala oğlu. |
bibi |
: |
Babanın kızkardeşi, hala. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. İç. Osm.) “Madalya takınır döşüne (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
bibimgil |
: |
Bibimler. “Yaza ağam oğlu yaza Boynu benzer öten gaza Biz de düğür gediciyik Bibimgilden Şerif Gız’a” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 1, Kaynak Kişi: Belkıse Gök (Ballı Hatın)) |
bi’cecik |
: |
Bir tane. |
bicek |
: |
Yeni çıkmış ekin, bir karış kadar olmuş yeşillik. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bici |
: |
1. Anne. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Nişastadan yapılan bir tür tatlı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
bicibici |
: |
1. Altı bardak suya bir bardak nişasta eklenip pişirilip koyulaşan karışım tepsiye düzlenir ve buzdolabında soğutulup, dinlendirilir, üzerine yaş bez serilip, soğuyan bici küçük küp şeklinde elde doğranıp, küçük kaselere koyulup, üzerine kırmızı boyalı su, pudra şekeri, kar hâline getirilen buz, gülsuyu eklenip yenen Osmaniye'nin geleneksel yaz yiyeceği. 2. Nişastadan yapılan bir tür tatlı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bicik |
: |
1. Buzağı, ineğin yavrusu. 2. Göğüs. 3. Çocuk dilinde annenin memesi, hayvan memesi. “Para buçuktan, inek bicikten olur.” (Andırın Atasözü) |
bicikli |
: |
Memeli. |
bicir |
: |
Sebze fidesi. |
biçen |
: |
Biçersin. |
biçgi |
: |
Biçki. |
bidaha |
: |
Bir daha. “Baba demiş, onar bidaha gelillerse süllümden yitegli:m mi demiş. Hüs, bi daha duymi:cim demiş dedem ırahmedlig.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
bida:r |
: |
Uyanık, mutlu âşık. |
bidda:n |
: |
Azıcık, küçücük. |
bidden |
: |
Azıcık. |
bide |
: |
Pide. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bidene |
: |
Bir tane, biricik. |
bider |
: |
Ekilmek için ayrılmış tahıl, tohum. “Biderin tümü çürümüş.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) “Zanapalı, kendine küçük gelmiş gibi görünen kerevette ağzına kadar dolu bider çuvalı gimi görünüyordu.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
bider çapıdı |
: |
İki ucu kalçada düğümlenerek takılan ve öndeki bölüme tohum konulan önlük. |
bider ekimi |
: |
Ekim zamanı. |
bidercik |
: |
Karga. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bidere kadar |
: |
Ekim zamanına kadar. |
biderlik |
: |
Ekmek için ayrılan iyi tohum. |
bidi |
: |
Deve yavrusu, bir aylık deve yavrusu. |
bidik |
: |
Bir parça, azıcık, biraz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bidnik |
: |
Kendiliğinden biten, kendiliğinden yetişen. |
bidon |
: |
Naylon kutu. |
bigaç |
: |
Birkaç. |
bije |
: |
Bir şey. |
bila: |
: |
Masat benzeri keskinleme aracı. |
bilader, bila:der |
: |
Kardeş. |
bila:lemek |
: |
Bileğilemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Eskiden sakal traşları ustura ile yapılırdı. Usturalar da köreldiği zaman, bileği taşına varsa özel yağından, yoksa zeytinyağından biraz damlatılır, o da yoksa kurumaya yüz tutmuş bir önceki kullanılan yağı sulandırmak için tükürülür ve usturanın iki taraf ağzı da yeteri kadar taşa basınç uygulayarak sürülür ve böylece bilâlenirdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
bila:li |
: |
Bilenmiş. |
Bilȃlik |
: |
Osmaniye'nin bir ilçesi, bileğilemek için kullanılan taş. |
bila:ni |
: |
Bileğini Leğen. “İlâni ilâni Gan bürümüş bilâni Cip odasına gelince Bulamamış yolağını” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Mehmet’in Ağıdı, Derleyen: Selçuk Osman Belli, Kaynak Kişi: Fadime Çoban) |
bilbil |
: |
1. Bülbül. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) 2. Bülbül, ördekleri çağırırken çıkarılan ses. “İrahan gatmadım güle Bilbil gonar daldan dala Gurban olam bacım seniİ Ağzındaki datlı dile” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Hüsne Gürbüz’ün Ağıdı, Kaynak Kişi: Rukiye Sert)
“Yaz gelir de bilbil öter Dağlar melil melil tüter Has bahçada güller biter Havya turunç narıyınan” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
bildig çıkmak |
: |
Tanımak, hatırlamak. |
bildiğini yiyememek bulduğunu giyememek |
: |
Yaşlanıp hayattan zevk alamamak. Şindi de bildiğimizi yiyemez bulduğumuzu giyėmez olduḳ bu yaşımıza geldiḵ |
bildik gördük |
: |
Eş dost. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bildirmek |
: |
Duyurmak, söylemek. Beni görüp yönün öte dönersin Bülbül gibi daldan dala konarsın Sen de benden daha beter yanarsın Utanıyon bildirmiyon ne fayda Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.385 |
bile |
: |
1. Birader, bilader. 2. Yanında, birlikte, beraber. “Sabah erken çıkmış yola Yanında yavrısı bile Haber geldi inanmadım Bu da mı olurmuş kele” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
Bülbül âşık olmuş şu gonca güle O gülün yanında engeli bile Sabahtan karışmış eli el ile Eğri başlı güzeli var bu çölün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.572 |
bilece |
: |
Birlikte. |
bilece:n |
: |
Bileceksin. ”İşi bilece:ŋ işe getmiyece:ŋ; nereden geliyon dellerse işden geliyom diyece:ŋ.” |
bileğence |
: |
Bildiğinde, anladığında. “Hemen Mahmut’un küstüğünü bileğence; Mahmut’um gel gurbanım. Ben hata ettim, diye varıp yapışıyor.” (Ömer Koca, Kaynak: Refiye Okuşluk Şenesen, Adana Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği Geleneği, Altınkoza, Adana 2009) |
bilem |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; bile. |
bilemek |
: |
1. Toplamak, biriktirmek, göl haline getirmek. 2.(Bıçak, orak vs.) Keskinleştirmek. “Şu orağı bileyiver hiç kesmez oldu Memidik usta.” |
bilemirem |
: |
Bilmiyorum. |
bilen bilir de bilmeyen bir dal mercimek sanır |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
bilene |
: |
Bile, dahi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Ali bilene geldi.” |
bilenzik |
: |
1. Bilezik. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Ekin destelerinin döğülmek üzere daire veya dizi şeklinde yığılmış hali. |
bilezik |
: |
Bilezik şeklinde harmana yığılmış sap. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bili: |
: |
Bilir misin? |
bilik |
: |
1. Anaç tavuk. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Yağda pişirilen hamurlu börek, küçük bazlama. 3. Bazlamanın küçüğü, çörek. 4. Tandırda, simit biçiminde yapılmış çörek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bilimli |
: |
Aydın, okumuş. |
bilip durmak |
: |
Bilmek. Annacımdan gelen gelin Gelin bana gelip durur Benim seni sevdiğimi Cümle âlem bilip durur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.625 |
bilişik |
: |
Tanıdık. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bilişmek |
: |
Tanışmak, tanıdık çıkmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
biliyo: |
: |
Biliyor musun? |
billah |
: |
Allah hakkı için. Çıkmış gelir evden beri Billâh güzeller serdarı Cellât olmuş gamzeleri Dost canıma kıya gelir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.609 |
billahi |
: |
İnan olsun anlamında bir yemin sözü. Karac’oğlan der vallahi Candan severim billahi Dilimden koymam Allah'ı Hak emrile benim olsun Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.565 |
bille |
: |
Zaman. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
billeşmek |
: |
Birleşmek. |
billi |
: |
Çelik çomak oyununda çelik. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
billira |
: |
Bir lira. “Billira atan olmaz ıdı da, billiri:, ya gaynana, gaynana gedmez idi zaten. Ben gelin oldum, gaynana gedmez idi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
billur |
: |
Bardak. “Aslanın mekanı olmuş meşeler Ateşle Seyrani çiğler pişeler Elmaslı kadehler billur şişeler İçinde büyümüş bir ak kuğusun” (Muzaffer Uyguner, Seyrani, Bilgi Yayınevi, Ankara 1991) |
bilmem ne şeğal |
: |
Tanımlanamaz biçimde. |
bilmen mi |
: |
Bilmez misin? Yörüdükçe ak bilekler sallanır Söyledikçe şirin diller ballanır Söylemen yiğide belki gücenir Muhabbet halından bilmen mi gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.547 |
bilme:rim |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında;bilmiyorum. |
bilmeziye |
: |
Bilmeksizin, bilmeyerek, bilmeden. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
bilmezlenmek |
: |
Bilmezden gelmek, bilmez gibidavranmak. |
bimbiyaz |
: |
Bembeyaz. “Olsun hep dereler olsun Bimbiyaz garınan dolsun Maraş’taki bibin oğlu Gelsin de hayıfın alsın” (Afşin’in Ağıtları, Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Aldaşlı Hamza’nın Ağıdı, Derleyen: Ferhat Kuzu, Kaynak Kişi: Ayşe İlhan) |
bilmenem |
: |
Bilmem. Yörüdükçe ak bilekler sallanır Söyledikçe şirin diller ballanır Söylemen yiğide belki gücenir Muhabbet halından bilmen mi gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.547 |
bilmezem |
: |
Bilemem. Yörüdükçe ak bilekler sallanır Söyledikçe şirin diller ballanır Söylemen yiğide belki gücenir Muhabbet halından bilmen mi gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.547 |
bilmeziye |
: |
Bilmeksizin, bilmeyerek, bilmeden. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bilse gerektir |
: |
Bilmelidir, bilmesi gerekir. İletip kodular beni sinime Gökteki melekler gelmez yanıma Ruhum çevrilip de girmez tenime Öldüğüm günleri bilse gerektir Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.613 |
bilye oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. BiLYE OYUNU Oyun açık alanda toprak üzerinde oynanmaktadır. Cam, demir, renkli ve kemik bilye gibi çeşitleri vardır. Demir olanına gülle denmektedir. Oyun aracı hazır olarak satın alınır veya oyunda ütülerek kazanılır. Bilye oyunu; baş, çukur, karış ve üçgen oyunu şeklinde dörde ayrılmaktadır. 1. Baş Oyunu: En az iki kişi ile oynanır. Oyuncular yere belirli miktarda bilye dizer. Sonra oyuncular kendilerine bir baş bilye seçerler. Bu seçme işlemi, sağ baş, sol baş şeklinde olur. Daha sonra dizilen bilyelerin 2-3 metre uzağına uzun bir çizgi çizilir. Dizilen bilyelerin yanından çizgiye atış yapılır. Çizgiye en yakın atışı yapan, ilk oynama hakkını kazanır. Çizilen çizgiye yakınlık sırasına göre, belirlenen baş tarafı vurmak için bilyeler yerden yuvarlayarak veya havadan atılır. Oyuncular belirlenen baş bilyeyi vurursa bilyelerin hepsini alır. Oyuncu baş bilyeyi vuramazsa, vurduğu yerden itibaren baş bilyenin ters istikametinde kaç bilye varsa onların hepsini alır. Bilyelerin hiçbirini vuramazsa oyun sırası diğer oyuncuya geçer. Bilyesi bitenlere oyuna devam etmek için borç olarak bilye verilebilir. Büyük cam bilyelerin bir tanesi, beş tane küçük bilyeye eş değerdir. Renkli ve kemik bilyelerinde değerleri cam bilyelerden fazladır. Oyunu kazanan kişi veya kişiler diğerlerini ütmüş olurlar 2. Çukur Oyunu: Açık alan ve toprak zeminde oynanmaktadır. Toprağa yumruk büyüklüğünde bir çukur kazılır. Çukurun 2 m uzağına bir çizgi çizilir. Bilye ile atış yapılarak oyuna başlama sırası tespit edilir. Oyuncular atış sırasına göre çizgiden çukura atış yaparlar. Bilyesini çukura girdiren oyuncu diğer oyuncuların bilyesini atış yapma hakkı kazanır. Bilyelerin hiçbiri çukura girmezse, çukura en yakın oyuncu bilyesini çukura girdirir ve çukurdan etraftaki bilyelere atış yapar. Atış yaparken sol elinin işaret parmağını çukurun yanına koyar. Sağ elini, sol elinin üstüne bindirerek, sol elin işaret parmağı ile başparmak arasına bilyeyi koyar ve atar. Her atıştan önce çukura girilmesi gerekir. Oyunu kazanan kişi veya kişiler diğerlerini ütmüş olurlar. 3. Karış Oyunu: En az iki kişi ile oynanan bir oyundur. İlk önce karış kaç bilye, vuruş kaç bilye belirlenir (Genelde karış bir, vuruş iki bilyedir). İlk oyuncu bilyesini ileriye doğru atar. Onu takip eden oyuncu, diğer oyuncunun attığı bilyeye vurmaya veya bir karış mesafesi kadar yaklaşmaya çalışır. Eğer bilyeyi vuramaz ya da karış mesafesine gelinemezse, diğer oyuncu bunu kolaylıkla vurur. Aynı şekilde yeniden oyun başlatılır ve bilyeler bitinceye kadar devam eder. 4. Üçgen: En az iki kişi ile oynanır. Toprağın üzerine bir üçgen çizilir. Herkesin kaç bilye koyacağı belirlenir. Bilyeler üçgenin köşelerine, artan bilyeler içine konulur. Üçgenden 2- 3 m uzaklığa bir çizgi çizilir. Üçgenin bulunduğu yerden çizgiye atış yapılır. Çizgiye en yakın kişi birinci atış hakkını kazanır. Amaç çizgiden atış yapılarak üçgendeki bilyeleri dışarı çıkarmaktır. Atılan bilye üçgenin içinde kalırsa oyuncu yanar. Atış yapılırken de kolları uzatmak yasaktır. Bu şekilde bilyeler bitinceye kadar devam eder. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s.207 - 209) |
bin bir dona girmek |
: |
Bin bir renge bürünmek. |
bin kırat çeltik ektirir |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır.Kırat, yaklaşık 24 kiloluk bir tahıl ölçüsüdür. Zenginlik ölçüsü vurgulanıyor. |
bin yılın bir başı |
: |
Pek seyrek olarak, kırk yılda bir. “Zala, bin yıl bir başı mal sahibi oldun, onu da benim yüzümden yerlerde çürütme, der.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
bina::l |
: |
Bir kere. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
binakıl, binakl |
: |
Bir kere. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
binasın |
: |
Binası olarak, inşaasın, inşaasını. Eksilmez başından dumanın kışın Var mıdır dünyada şu senin eşin Sorsam suallensem yüz bin var yaşın Dünyanın binasın bilin Erciyes Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.630 |
binbir ayak bir ayağa derilmek |
: |
Halkın bir yerde toplanması, ölü evinde toplanmak. “Ulu minarede selâ verildi Binbir ayak bir ayağa derildi Kabirciye kazma kürek verildi Arkadan da yar gelire benzer” (Haşim Nezihi Okay, Köroğlu ve Dadaloğlu, May Yay., 1970) |
Binboğa |
: |
Dağların şahı. |
binek taşı |
: |
Atlara kolayca binmeyi sağlayan taş. |
biŋgeşmek |
: |
Birbiri üstüne binmek, karışmak, kaynaşmak, damar damar üstüne binmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
binet |
: |
Binek atı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bingeşmek |
: |
1. Erkeğin veya kadının sevdiğinin üzerine aşırı bir şekilde düşmesi, kıskançlık göstererek, huzursuz davranması yada kimseye aldırış etmeden bir birine aşırı yakın, aşk davranışları gösterilmesi. 2. Kavga döğüş etmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
biŋgişmek |
: |
Uyuşmak, felce uğramak. |
binin yarısı beş yüz |
: |
Kesin, doğru, değişmezlik durumlarını anlatmak için kullanılan, iki kere iki dört gibi bir deyim. |
binit |
: |
Binek hayvanı, at. “Dadaloğlu, ata der “aşkın denizi” Hiçbir şey bilmiyor da sanmayın bizi Binit atlar içinde yamandır doru Üveyi kır ile sakarsız al gerek” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yay. Dağ, İstanbul, 1984) |
biŋlik |
: |
Bir kilodan fazla sıvı alan şişe. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
binmek |
: |
1.Üzerine oturmak, sırtına oturmak, at,araba vs. ye binmek. Getirin atımı binem Aşkar'a Alem bilir sevdiğim aşikâre Dellâllar çağırtsam günde beş kere Satılmaz kumaşım gözden düşkündür Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.619 2. Dama, satranç gibi oyunlarda rakip taşı tehdit etmek. |
bipbiyaz |
: |
Bembeyaz. |
bir |
: |
Aynı. “Bie buldu iki ister, akça buldu çıkı ister.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
bir arıya |
: |
Bir araya. |
bir aynı |
: |
Aynısından. |
bir birine düşmek |
: |
Dostluğun ortadan kalkması, iki kişinin arasının açılması, rekabert etmek. Karac’oğlan der ki dağlar meşesi İki güzel birbirine düşesi Biri güldür biri gül menevşesi Karac’oğlan ikinize kul olur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.622 |
bir bişirim |
: |
Bir yemek yapacak miktar. |
bir bo:nak yamır |
: |
Yağmurun birden başlayıp durması. “Bir bo:nak yamır yağdı geçti.” |
bir buldu iki ister, akça bulmuş çıkı ister |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
bir çakımlık kavım yok ki gövünsün |
: |
Her hangi bir olay ya da sözü üzerine almamak. “Bir çakımlık kavım yok ki gövünsün.” |
bir çala |
: |
Bir aralık, şöyle bir, bir anda, hızlı bir şekilde. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bir çiŋke |
: |
Çok az, çok, küçük. |
bir çivisi noksan |
: |
Yarım akıllı. “Bir çivisi noksan.” |
bir da: |
: |
Bir daha. |
bir demlik |
: |
Tamamen. |
bir el bir saray |
: |
Bir çeşit kilim. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bir evde iki kız, biri çuvaldız biri piz |
: |
Kavga eden kız kardeşler için annenin sözü. “Bir evde iki kız, biri çuvaldız biri piz.” |
Bir eyli bir yapmak |
: |
Bir şeyi iyice yapmak, iyicene. |
bir gımık |
: |
Pek küçük, küçücük, parmak kadar. “Ağam o bir gımık çocuktur, diyebildi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
bir gün durunca bir gün |
: |
İki günde bir. |
bir günü:çun |
: |
Bir günün içinde. |
bir hoş bakmak |
: |
Yabansı yabansı, şaşkın şaşkın bakmak, pel pel bakmak. “Çocuk onlara bir hoş, pel pel baktı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
bir iplik çeksen kırk yama dökülür |
: |
İyice yoksullaşmışlığı anlatmak için kullanılır. “Büyük kıtlıklarda bile hiçbirisinin kılığı böyle hırpani, böyle bir iplik çeksen kırk yama dökülür olmamıştı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
bir kalmışa bir buŋalmış |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
bir ken |
: |
Bir kere. |
bir kol, bir can oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. BİR KOL BİR CAN Bu bir top oyunudur. Karşılıklı çizgiler çizilir. Çizgilerin dışında yer alan oyuncular topu karşılıklı olarak biri birine atarak ulaştırırlar. Bu ilk üç atıştan sonraki atışlarda çizgi arasında bulunan diğer oyunculara topu çarptırarak paslaşmaya çalışırlar. Bunun adı vurmadır. Amaç rakip oyuncuya topu vurmak suretiyle onu diskalifiye etmektir. Gruptan vurulanlar oyun dışı kalır. Bu oyun da grup oyunları içerisinde yer alır. En az yedi sekiz kişi ile oynanır. Oyunun kurallarını ve oynanış şeklini bilen bir kişinin olması oyunun oynanabilmesi için yeterlidir. Genelde oyunu hiç oynamamış kişiler ile oynanır. (Fatma Pınar Kuzu, Anamur Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üni., S.B.E., TDE., ABD, Erzurum, 2010, s. 378) |
bir Köroğlu, bir Ayvaz |
: |
Maraşta çoluk çocuk evlenip giderse tek başıma kaldım anlamında bu tabir kullanılır. “Bir Köroğlu, bir Ayvaz.” |
bir solukta |
: |
Hemencecik. “Yeter ki bir alo de. Bir solukta yanındayım.” |
bir sözünü iki etmemek |
: |
Birinin isteğini hemen yerine getirmek. “Yoksa beni kırar mıydı, bir sözümü iki eder miydi?” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
bir sürüye kurt dalmış, vay birliniŋ başına |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
bir taklip |
: |
Bir ara. |
bir taptan |
: |
Hepsini birden. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bir taş attım çağıla, herkes evine dağıla |
: |
Artık herkes evine gitsin yatma vakti geldi anlamında. “Bir taş attım çağıla, herkes evine dağıla.” |
bir tekiz |
: |
Bir defada, peşin alışveriş. |
bir tevir |
: |
Bir tuhaf, bir çeşit. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bir uçlu |
: |
Bir taraftan başlayarak. |
bir zıkıflık deri |
: |
Bir parça deri. |
birabar |
: |
Beraber. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bira:z |
: |
1. Bir ağız, dolusunca. 2. Bire kız, bire kadın. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
birbiri |
: |
Yakınları, akrabaları, eşi dostu. “Sabahınan kalktı diri Bakdım geliyor birbiri Cennet âlâ ola yeri Anamızın bacılarım” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
birbirine dutulmak |
: |
Birbirine aşık olmak. “Birbirine dutulmuşlar.” |
birbirine düş olmak |
: |
Birbirine düşmek, kırılmak. |
birci |
: |
Birinci. “Yüce dağın kıcısıyım Boz koyunun bircisiyim Ağzı yeyip de ölmeyeyim mi Ben Ömer’in bacısıyım” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72, S. 245) |
birdilli yer |
: |
Aynı, beraber. |
birdir bir oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. BİRDİR BİR Bir kişi ebe olur, yatar. Bir kişi de baş olurdu ve her atlayış şekli farklıydı. Arkadan gelenler öndekinin atlayış şeklini aynen tekrar ederdi. Yanan yapamayan ebe olurdu. Her atlayışın bir tekerlemesi vardır. İlk atlayış tazelediktir. Sırayla birdir bir, ikidir iki tilki sarayı, üçtür üç atlaması güç, dörde dört dönde .ötünü ört, beşte beş bizim eşek senden keleş, altıdır altı babamın bıyığı yolda kaldı, 10 Osman’ın 5. kon, 19 um damadı kıçını kırdı, 22 dut yaprağı kayarım kurt kurt burnuna ostururum cart cart. (Ümit Kaldar, Adana İli Yumurtalık İlçesi Halk Kültürü Ve Edebiyatı Üzerine Bir İnceleme Konulu Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi S.B.E., TDE. ABD, Konya, 2008, s. 90-91) |
bire |
: |
“e bire” biçiminde de kullanılır. Genellikle kadınların erkeklere, erkeklerinse herkese bir seslenme sözü olarak kullandıkları bir sözcük. “Gücçük bir çocuğa yaptı: bir olumsuz davranışdan dolayı; “Ulan goca adam olduŋ…” demeleri ve aynı çoca: başka bir hoşlarına getmeyecek bir davranışda ise; “ Bire sen da: güccüksüŋ.” diyerek, çocukca:zı; “ulan güccükmü:m, bö:kmü:m” şeklinde ikilem içerisinde bırakmaları incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.)
Yörü bire güzel yörü Has bahçalar seyrân yeri Gelmez oldun dünden beri Küskün müsün akça gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.544 |
bire bire |
: |
İllallah ettirmek. |
bire edem |
: |
Yahu edem, kardeşim. “Dur ba:m bire edem, sabah ola hayrola.”, “Ben saŋa habar verrim.” türünden oyalamalarımız incilerimizin başında gelenlerindendi. (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
bire kadar kırılmak |
: |
Tek insana kadar ölmek. |
biredi |
: |
Toptan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
birelenmek |
: |
Şüpheye düşmek, kuşkulanmak, pirelenmek, çapanoğlu aramak. |
birem birem |
: |
Birer birer, tek tek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) “Yaslıpınar köyünde Kasım adlı bir Çerkez ölmüş. Aile efradı, ağıtçı bir Avşar kadını olan Andırınlı Hasibe Teyze’yi getirerek ağıt yakmasını istemişler. O da şunları söylemiştir: “Ne deyim de ne ağlayım Ölü bizim olmayınca Birem birem tükenir mi? Kırkar kırkar ölmeyince” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Ağıdı Yakan: Hasibe Teyze - Çerkezlere Ağıdından)
Birem birem toplayayım odunu Bilem dedim bilemedim adını Elbistan yanaklı Kürdler kadını Bir kız bana emmi dedi n'eyleyim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.506 |
bireniken oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. BİRENİKEN 4-5 çocuk yan yana oturur. Sırtlarını da duvara dayayıp ayaklarını uzatırlar. Başta bulunan kişi “Biren iken/ Eğri diken /Çamura çöken/ Kurtlar kapan/ Avan altı/Alma yedi/Seyren sekiz/Doğuran dokuz/ Helbir dedim/Hülbür dedim/Sen gir dedim/Sen çık dedim”diye tekerleme söyleyerek ayakları sayar. Tekerleme hangi ayakta biterse o kişi ayağını çeker. Böylece ayak sayma devam eder. En son kalan ayak yenmiş sayılır. Sonakalan kişi tekerlemeyi söylemeye ve ayakları saymaya hak kazanmıştır. Oyun böyle devam eder. (Hilal Gülben Gerek, Adana İli Pozantı İlçesi Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Ç.Ü. S.B.E. TDE. ABD, Adana, 2012, s.168) |
birerti: |
: |
Azar azar. |
birez |
: |
Biraz, bir parça, azıcık, çok değil, biraz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Ağız birliği edip inmek ve teslim olup af dilemek, en doğrusu olur deniyor. Höllüoğlu tek başına galırsa yapacağı bişey yok… Bence birez daha beklenirse.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
birez beŋzer |
: |
Daha iyi durumda. |
birezden |
: |
Birazdan. “Oğlum da gelir birezden Çıkamaz batakdan sazdan Ne sen aldın ne ben oğlum Elin aldığı murazdan” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
birgaynım |
: |
Çok miktarda, oldukça fazla. |
biribir |
: |
Yakın olan, eş-dost. |
biribirin |
: |
Birbirini. Ovalar ovalar engin ovalar Gözüm yaşı biri birin kovalar Gülistan içinde bülbül yuvalar Çalısı çırpısı güldür sılanın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.536 |
birice |
: |
Kuma. |
biricig |
: |
Tek. |
birici: |
: |
Biriciği. |
biriginti |
: |
Toplantı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
birikik |
: |
Birikmiş, toplanmış. “Şaştım kızcağızım şaştım Ben bir aylık yola düştüm Kızlar sofada birikik Gözümü yumdum da kaçtım” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
birikip minnet eylemek |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Bu yolsuz işinden dönsün, diye ölen kimseye minnet eylemek, yalvarmak. Yolsuz iş ölüm oluyor. |
birikmek |
: |
Toplanmak, bir araya gelmek. “Dut ağacı dut ağacı Dutu yetmiş neden acı Biriktik akraba gücü Kayıp ettik hatın bacım” (Derleyen: Nihal Yalçın, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
birim birim |
: |
Birer birer, teker teker. “Yüce dağların başında Birim birim duman şimdi Sevişmesi hoştur ama Ayrılması yaman şimdi” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 442) |
birim ikim |
: |
Birer ikişer. “Gökte yıldız, birim ikim kavuşur Hasret olan hasretine kavuşur Dertliler oturmuş derdin danışır Dertsizler ne gezer arada bilmem” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.I) |
birin |
: |
Birini. Kadir Mevlâ'm senden bir dileğim var Bana bir güzel ver gönlüm eğleyim Ellere vermişsin benim suçum ne Birin de bana ver gönlüm eğleyim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.505 |
birin birin |
: |
Birer birer. “Dinlen ağ(a)lar birin birin söyleyim Ak yâr ile muhabbetim düzgündür Değmiş m’ola bir kötünün elleri Ak göğsünün düğmeleri çözgündür” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 626) |
birinde |
: |
1. Bölgemiz göçmen ağzında; bir keresinde. 2. Bir zaman önce. Geçmiş zamanı anlatır. Bir gün. Yapılan veya yaşanmış bir olayı anlatırken karşıdakine geçmişten örnek vermek için söylenen söz. Hikâye etme öncesi başlangıç sözü. |
birine binip birini yedeğine almak |
: |
Başka birininde kullanacağı şeyleri tek başına kullanmak, örneğin kahvede bir sandalyeye oturup ötekine kol dayamak. “Birine binip birini yedeğine almış iskemlenin.” |
birine şişmek |
: |
Birinin hoşuna gitmesini istediği davranışlarda bulunmak. “Babasına şişip duruyor. Sanki babası onun yağ çektiğini bilmiyor. Kaçın kurrası o.” |
birinnen |
: |
Biriyle. |
birisin |
: |
Bir tanesini, birini. Dilberin gördüm sürüsün Ko benim olsun yörüsün İçinden sevdim birisin Sevdiğim Bulgar güzeli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.447 |
birke |
: |
1. Büyük havuz, gölcük. 2. Havuz, vb.den su boşaltmaya yarayan ülük, oluk, lüle benzeri delik. “Munbuç’un kapısı altun tokalı Kimse yaptırmamış felek yıkalı Ulu şadırvanlı çatal birkeli Katsalında abdest alanlar hani” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 454) |
birken |
: |
Bir daha, bir defa. “Halbır deller yügseg yayla Bend’ağlarım künde böyle Birken varıp saramadım Yarim yaraların heyle” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
birkenne |
: |
Bir kez, bir defa. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
birkennek |
: |
Bir defa. |
birlenmek |
: |
Bir araya toplanmak. Suyun toplanması. İnsanların kalabalık bir şekilde bir araya gelmeleri. |
birleşmek |
: |
Evlenmek. |
birli buçuklu |
: |
Taban tahtasının bir buçuk misli kalınlığındaki tahta. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
birlim bir oyunu |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. BiRLiM BiR Birlim bir evde oynanan bir oyundur. Genelde misafirliğe gidildiğinde çocukların, akranlarıyla oynadığı oyundur. Oyuncu sayısı en az iki kişidir ama ne kadar çok kişi olursa o kadar eğlenceli olur. Çocuklar yan yana oturup ayaklarını bir araya getirerek uzatırlar. İçlerinden birisi ebe seçilir. Ebe en baştaki ayaktan başlayarak şu şekilde saymaya başlar: Birlim bir ikilim iki Üçlüm üç Dörtlüm dört Beşlim beş Altılım alma Yedilim yelme Sekizlim selme Dokuzlum dolma Onlum orak Çekmede çelik bir ayak. Sayışma hangi ayakta bittiyse oyuncu o ayağını toplar. Oyunda bir kişinin iki ayağı birden toplanırsa, o kişi oyundan çıkar. En son bir ayak kaldığında ebe diğer oyunculara “Benim bir keserim var, kaça?” der. Oyuncular “Beşe” derler. Ebe “Vururum taşa vermem beşe” der ve oyuncunun parmak uçlarından tutarak, ökçesini 5 defa yere vurur. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s. 209) |
birnu |
: |
1. Ölçü. 2. Dışarı, dış. |
birtekiz |
: |
Tamamı peşin para. |
birtiğ, birti: |
: |
Birazcık, bir tutam, bir parçacık, biraz. “Ulan yiğenim. şu goyu kölgede eyice bir sornuklanak… Hemi de birtiği laf edek dedi.” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
birtiği |
: |
Bir parça, azıcık, biraz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
birti: |
: |
Biraz, bir çok. |
birti:si |
: |
Bir kısmı, birazı. |
birtiy, birttiğ |
: |
Biraz. |
biryolla |
: |
Bir kez, bir defa. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bisağal |
: |
Birazdan. |
bise:l |
: |
Bir kez, bir defa. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
biseğel, biseel |
: |
Bir miktar. |
biseğil |
: |
Az bir zaman, bir zaman. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bisi |
: |
Kedi. |
bissa:l, bissa:ha:l |
: |
Biraz sonra, birazdan, az sonra. |
bissatır |
: |
Bir satır, bir kova. “Avradın gö:nü tarhana isdedi mi hemen şurda yôrd var, bissatır yôrd alim, yarısını tarhana ediü, yarısını yiüg.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
bissefer |
: |
Bir sefer. “Bu dedi kine, bissefer daha geddig. Dedi kine, yahu dedi.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
bisseğil |
: |
Birazdan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bissehel |
: |
Biraz sonra, birazdan, az sonra. |
bissehil |
: |
Birazdan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bisse:l |
: |
Biraz sonra, birazdan, az sonra. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Bissêl babam gidecek, o zaman oyun oynarız.” (Ahmet Türkmenoğlu, Türkmen Ağzı Sözlüğü, Arkeoloji Ve Sanat Yayınları 2008) |
bissürü |
: |
Çok. |
bişet |
: |
Bir şey, hiçbir şey. “Bunnarın da orada bir gat mitilleri varımış, bir de eşşekleri varımış, Başga bişetleri yoğumuş.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması)
“Hota babamoğlu hota Yol mu gider bundan öte? Hiç kimseye bişet demem Muhtarın ocagı bata” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Karcı İs-mail (Kahveci)’İn Ağıdı, Kaynak Kişi: İbrahim Gök) |
bişey |
: |
Bir şey. “Sorak diye çıkdıyıdık Tokdur içeri almadı Hasdanız çok ağar diyor Yapacak bişey galmadı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
bişgin |
: |
Sert (Özellikle keçenin yıkandıktan sonraki hali). Onu doḳurdu annem ırahmatlı soñra yıkardı bişḡin olurdu. |
bişi |
: |
1. Bir şey. 2. Çörek, bayramlarda yapılan yağlı, tatlı ekmek, saç ekmeği. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Çörek, tatlı, bir ekmek türü, yağda kızartılmış hamur, katmer. |
bişig |
: |
Pişmiş. |
bişireca:ni |
: |
Pişireceğini. “İçin için suçluluk duygusuyla ve en çok da çocuklarına aç bırakmış olmanın acıyla burkulan yüreğini alıp aşganaya giren anne, bir yandan da ne bişirecâni düşünmekte, diğer yandan da eve geç geldiğiiçin gendândine sokranmaktadır.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
bişirgeç |
: |
Ekmeği sac üstünde çevirmeye yarayan ağaçtan alet. |
bişirik |
: |
1. Evlerdeki tavan tahtalarının üstüne konulan, tavana sıvanan çamur veya sulu kireç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Mertekli evlerde merteğin üstüne tahta ya da düzgün ağaçların konulması ve üzerine de ayrık serilmesi. |
bişirik çamırı |
: |
Mertekli evlerde merteğin üstüne tahta ya da düzgün ağaçların konularak üstüne serilen ayrığın üzerine atılan çamur. |
bişirmek |
: |
Pişirmek. “Evimize aşık gelmiş Ben aşığı şaşırdırım Odaya mülazim indi Ballı börek bişiririm” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
bişitdirmek |
: |
Pişirtmek. “Odasına iner atlı Yemek bişitdirir daldı Vezir dayım ot döğdürür Tarlası elli ırgatlı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
bişme |
: |
Güveç, musakkaya benzer yemek. |
bişmek |
: |
1. Biçmek. 2. Pişmek. “Şurda da bir çiçek bitmiş Altı mavi üstü yeşil Hanımlar geldi oturdu Gak durmus gahviye bişir” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Koca Durmuş’un Ağıdı, Kaynak Kişi: Nadire Erkek) |
bişşak |
: |
Ağaçtan yapılan bir çeşit yayık. Bir de bişşaḵ dėrler sapı ince ip gibi kapalı onla ėderdik. |
bişşek |
: |
Yayıkdaki ayranı karıştırmaya yarayan çubuk, yannık yaymakta kullanılan özel sopa. “Bişşek, yayık içerisine konulan kaymağı yahut yoğurdu yağ ve ayrana ayrıştırmak için, bir saat kadar kaymağın veya yoğurdun döğülmesi için kullanılan ucu mantar tepesi gibi olan bir sopaya benzer. |
bit |
: |
1. Ekildikten sonra yetişmek, filizlenmek (fidan, fide vb. için). 2. Böcek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bitbalı: |
: |
Bir balık çeşidi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bitda: |
: |
Bir daha. “Bitda olmasın goçum.” |
bitda:necik |
: |
Küçücük. |
bitek |
: |
1. Münbit, verimli toprak. Hasan Dağı'nın eteği Çevresi güller biteği Koç yiğit arslan yatağı Hiç bu dağın el olma mı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.422 2. Çiçek, bitki vb.nin yetiştiği yer. “Ali Dağ da Erciyes’in eteği Güzeller yatağı sümbül biteği Zamantı elleri Avşar yatağı Karlı buzlu akar selin Erciyes” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 630) |
bitelge |
: |
1. Toprağın bitki yetiştirme gücü. 2. Verimli toprak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Bitki. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 4. Fayda, çıkar. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bitgel |
: |
Verimli. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bitgin |
: |
Ürünün boy veriş durumu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
biti |
: |
Bir dakika, biraz. Bir dakika (biti), döven ise (gem) Kız kardeşe bacım, ağabey (edem) Güzel olmuşa (peh), ilaçlara (em) Su veren toprağa (leş) derler bizde. (Hayati Vasfi Taşyürek) |
biticek |
: |
Bittiği zaman, bitince. Yavru bülbül garib garib öticek Gül yerine şimdi sümbül biticek Yârim ile seher yerde yatıcak Çemen ver hey güzel Allah çemen ver Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.594 |
biticik |
: |
Az biraz, birazcık. “Bir çintik biticik yüzüme gülmez Uğundurur ama amanı bilmez Gıran giresice hasd’olup ölmez Teneşire yatıp süzülmüyor ki” (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Şair: Karaozan Eshabil Karademir) |
bitii |
: |
1. Bir dakikalık süreye eşdeğer zaman. 2. Biraz, az bir şey. “Biti: çog olunur udu egmeg. Hısım garım birikirdi. Tê altı, yedi takdi:nen edellerdi egmâ.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
bitili |
: |
Yan yana, yapışık, birbirinden ayrılmayan, yapışmış. |
bitirdine:n |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; bitirince. |
bitiy, bitiyi |
: |
Bir parça, azıcık, biraz, az, azca. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bitlenmek |
: |
Kuş veya kümes hayvanlarının gagalarıyla kaşınması veya toz içinde debelenmesi. |
bitmek |
: |
1. Koyulaşmak, donmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. (Bitkiler, tüy, saç gibi şeyler) Çıkıp yetişmek. Bacasın üstünde baykuşlar öte Kapusun önünde çalılar bite Ben de kargış vermem ocağın yana Daha derdim az diyesin ak gelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.548 |
bitmeyeci |
: |
Bitmeyecek. |
bitta |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; bir daha. |
bittene |
: |
Bir tane. “Bittene de dana verdi. Onu da Gıredeli Halilâya saddıg.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
biya: |
: |
Bey, ağa. “Buyur dikil biya, emrini bekliyom diyor padişah” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
biyak |
: |
Az önce, demin. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
biyaktan |
: |
Az önce. |
biyam |
: |
Beyim. |
biyana |
: |
Amca karısı. |
biyassar |
: |
Bilhassa, özellikle. |
biyaz |
: |
Beyaz. |
biyenmek |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; beğenmek. |
biyer |
: |
Bir yer. “Gunduracılıgdan çıgdı. Biyere giremi:. Şor isdi:si:z verim.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
biyon |
: |
Bugün. |
biyoz |
: |
Bu kez. |
biz |
: |
Büyük iğne, köşker iğnesi, tığ, çuvaldız. Maraş dival işi yapımında kullanılan, yuvarlak tahta sapı ve çelikten yapılmış ince ucu olan araçtır. |
bizbiz |
: |
Ağır ağır çalışma. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bize göre hava hoş |
: |
Neticesine razıyız anlamında söylenir. “ Bize göre hava hoş.” |
bizi: |
: |
Bizim ki, bizimki mi?, bizim mi? |
bizi:ne |
: |
Bizimkine. “Abôov o ne lâ, bizim avrattan başka kimse görünmüyor! Bizi:ne avrat buraya biri girdiyidi elleham, bir gadın girdiyidi elleham! Göremedim de… deyince niyetimi annadı tabi: hemen.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
bizim’çin |
: |
Bizim için. Karac’oğlan sözün haktır Düşmanın dostundan çoktur Bizim'çin ayrılık yoktur Ya sen ya ben ölmeyince Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.401 |
bizir, gizir |
: |
Domates, biber, patlıcan tohumuna verilen genel ad. |
bizlemek |
: |
1. Karıştırmak. 2. Tacizlemek. |
bizlen |
: |
Bizimle, bizim ile. Karac’oğlan der ki konanlar göçmez Bu ayrılık bizlen arasın açmaz Bir kötü gönlüm var güzelden geçmez Ne güzele doymaz gözüm var benim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.500 |
bizlengeç |
: |
Eşekleri sürmede kullanılan ucuna çivi çakılarak yapılmış sopa. |
bizlengiç |
: |
Ucu çivili sopa, üvendire. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.). |
bo’un |
: |
Bugün. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
boanak |
: |
Sağanak, kısa zamanda yağan şiddetli yağmur. |
boba |
: |
Baba. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bobaçça |
: |
Papatya. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bobbak |
: |
Meyve. |
bobstil |
: |
Züppe. |
bocalama |
: |
Karar verememe, kararsız kalma. |
bocit |
: |
Sürahi. |
bocu |
: |
1. Bir tür av köpeği. 2. Enik, bir yaşını doldurmamış küçük köpek yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Emmilerin ava çıkar Etrafta döner bocusu Böylemi ya gelin gider Yedi kardeşin bacısı” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
bocud |
: |
Sürahi. “Bu arada Köşger İsmâl, bahçedeki büyük su küpünden bir bocud daha serin su aldı. Kildenini doldurdu ve başına dikti.” |
bocut |
: |
1. Çam ağacı veya topraktan yapılmış küçük testi, yuvarlak kulpsuz testi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Bakır veya teneke maşrapa, büyük su tası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
boca: |
: |
Bohça. |
bodan |
: |
Küçük çapa. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
boddu |
: |
1. Yumurta büyüklüğündeki taşa verilen isim. 2. Bir oyun çeşidi. el genişliğinde yassı taşlarla tavuk yumurtası büyüklüğündeki bir taşa 2.5-3 metreden vurmaya çalışılır. en az beş altı kişi tarafından oynanır. yuvarlak taşı bekleyene"ebe" denir. ebenin görevi, taşı yerinden çıkarttırmadan düz taşları atanları, taş attıkları yere varmadan yakalamaktır. Yakaladığı zaman o kişi ebe olur. oyun bu şekilde devam eder. |
bodi bodi |
: |
Kurak mevsimlerde yağmur yağması dileğiyle yapılan şenlik ve bu şenlikte uğradığı her kapıda verilen bahşişin yanı sıra üstüne su dökülen hırpani kılıklı kişi. “Bodi bodinin değişmez ismi Galli Duran’dı ama olmadığı zamanlarda da bu işi Tarkaç Kazım’a havale ederdik.” |
bodiç |
: |
1. Güğüm, küçük güğüm. Çam ağacı ya da topraktan yapılmış küçük testi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Çukurova’da özellikle Ceyhan taraflarında madeni sürahilere denilmektedir. 3. Kapaklı ve lüleli çinko sürahi, toprak, bakır sürahi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bodra |
: |
Bazı mineral ürünlerin karışımı ile elde edilen, cildi korumak, düzgün ve güzel göstermek veya kırışıklıkları, pürüzleri gizlemek amacıyla yüze ve tene sürülen, kokulu ince toz. |
boduç |
: |
Bidon. |
boduk |
: |
1. Ayı yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Camuz yavrusu, deve yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) “Topuz topuz dedikleri Gül şeftali edikleri Topuzun göçü geliyor Oynaşıyor bodukları” (Derleyen: İbrahim Davutoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
bodura |
: |
Pudra. |
bodüç |
: |
Ağaç veya topraktan küçük testi, çömlek. |
boğanak |
: |
Şiddetli sağanak yağmur, fırtınayla beraber yağan yağmur. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) “Aman Allahım, bir anda gök delindi yere boğanak yağmur yağmaya başladı.” |
boğanak boğanak |
: |
1. Silik silik, duman. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Boğuk boğuk. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
boğarsak |
: |
Boğaya gelen inek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) “İneğin boğarsak olduğu tarihi damın direğine dakılı takvimin üstüne gopye galemiyinen yazardı babam.” |
boğarsımak |
: |
Boğaya gelmek, (inekle) çiftleşmek için boğa istemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
boğasak, boğarsak, boğassak |
: |
1. Boğazına düşkün olan. 2. Çiftleşme zamanı gelmiş dişi inek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
boğaz açmak |
: |
Bitki diplerindeki toprağı gevşetmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
boğaz değil, bakkal honisi |
: |
Pis boğaz. “Boğaz değil bakkal honisi mübarek.” |
boğazı düşmek |
: |
Bademciği şişmek. “Boğazı düşmüş teberiğimin.” |
boğazı geçmek |
: |
1. Söz vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Değirmenin haznesinde buğday kalmaması ve taşın boş dönmesi. Çok acıkmak anlamında da kulanılır. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
boğazı örmeli |
: |
Niteliksiz adam, herhangi biri. |
boğazına geçirmek |
: |
Bir şeyi haksız olarak edinmek. |
boğazını yaşartmak |
: |
Az da olsa bir şeyler yemek, içmek. |
boğazıŋız olsun |
: |
Afiyet olsun. “Boğazınız olsun uşaklar.” |
boğazkıstı |
: |
Anjin. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
boğazlağa |
: |
1. Övütülecek danelerin değirmen taşına akışını sağlayan düzenek. 2. Kesim hayvanlarının boğaz kısmı. |
boğazlamak |
: |
Kesmek, boğazından kesmek. |
boğazlı |
: |
İştahlı. |
boğazsak, boğassak |
: |
Obur, pisboğaz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
boğazsız |
: |
İştahsız, fazla yemek yemeyen. |
boğça |
: |
Bohça. “Çadır görünmez atlıdan Yemek verilir datlıdan Sabahanan boğça açar Kim atlas kimi gutludan” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
boğdulu |
: |
Kumaşla sıkıca örtünmüş, örtülmüş. |
boğma |
: |
Bir çeşit rakı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
boğmak |
: |
1. Torba, kese, çuval gibişeylerin ağzını bağlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Şiddetli sağanak yağmur. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
boğmaklamak |
: |
1. Bir değneğin çabuk kırılması için değişik yerlerinden iz açmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Bir ağacın kuruması için toprağa yakın yerinden kabuğunu kesmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
boğmus boğmus durmak |
: |
Suskun oturmak. |
boğnak |
: |
1. Bir parça, bir bölüm. 2. Yaz yağmuru. 3. Enine kesilmiş tomruk parçası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
boğnamak |
: |
Uzun kütüğü balta ile eşit bölümlere ayırmak. Kertik açmak, kertmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
boğnuk |
: |
Boğuk. |
boğon |
: |
Bugün. |
boğramak |
: |
Bunaltmak. “Ağar vaktim son sinimde Seni Kar’ aslanım seni Vallahi kırgınım sana Dar yerde boğradın beni” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
boğur |
: |
Vücudun yan tarafı. |
boğuz |
: |
Bu defa, bu sefer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
bohça |
: |
İçinde giyecek vs. dolu kalın bez, büyük çıkın. “Gadayı alırım Hatça Ciyerime asdın matca Ben eşime gediyorum Hazırla da bana bohça” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Almanya’da Ölen Kişiye Ağıt, Kaynak Kişi: Hatice Çerçi)
Elinde durur bohçası Alnında siyah peçesi Dostum koynun gül bahçası Ziyân etmem gezdir bana Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.394 |
bohça çiçeği |
: |
Papatya. |
b.k yeme |
: |
Kötülük içinde kalma, iyi bir şeyler yap anlamında bir uyarı sözü. |
bo:k |
: |
Büyük. “Bôk evin âl gimi Gabı yılı çâl gimi Elendi de burada galdı Fatma bizden dâl gimi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Zehirlenen Fatma Hatın’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
boka basmaz |
: |
Yerinde duramayan kimse. |
bokala bostan olmak |
: |
Darmadağın, pis, düzensiz durum, ortam için kullanılır. |
boklukerkez |
: |
Akbaba. |
boktüm |
: |
Çipura balığının küçüğü. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bokusekil |
: |
Ayrıksı kişiliği olan kimse. |
bol bolamadı |
: |
Pek bol bir biçimde, bol olarak. “Dikenlidüzü bir bu yıl aç kalmadı. Bir bu yıl bol bolamadı ekmek yedi.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
bol bolamat |
: |
Çok, bol. |
bolalmak |
: |
Genişlemek, bol gelmeye başlamak, ferahlamak. |
bolamadı |
: |
Pek bol, çok olarak, geniş, ferah. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. İç.) |
bolamat |
: |
Geniş. |
bolarmak |
: |
Eli genişlemek, genişlemek. “Elim bolarmadan evin üst katını çıkmaya heç niyetim yok.” |
bolartmak |
: |
Genişletmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Geline oyna demişler yerim dar demiş, yerini bolartmışlar gerim dar demiş.” (Halil Atılgan, Murtçu Folkloru, Karaisalı Kaymakamlığı Yayınları, 2002) |
bolum |
: |
İçinde üzüm çiğnenen tahta tekne. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bolurak |
: |
Geniş, çokça, genişçe. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) Ayapgabıcıda ayapgabı alırken; böyüğümüzüŋ ayapgabınıŋ ucuna her zaman barna:yınan basdırışı ve “Nasıl ayaŋı sıkıyo mu? Az bolurak alak da, seniye de geyeŋ bire.” Demesi incilerimizin başında gelenlerindendi. (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
bo:mek |
: |
Bulanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Yüreğim boyer herhal midemi üşüttüm. |
bombol |
: |
Çok bol. |
bomuz |
: |
1. Acınacak halde. 2. Utangaç, sefil, garip. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bomuz bomuz |
: |
1. içli bir şekilde gözyaşı dökerek ağlama için kullanılan bir sıfat veya zarf. 2. Utangaç ve sefil bir şekilde, sefil sefil. |
bon |
: |
Dar, sıkıcı, bunaltıcı, kötü. |
bo:n |
: |
Bugün. “Bôn Cuma gecesi Geldi ders veren hocası Yavrım dersin bilememiş Çıtırık gelmis hecası” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Ögrenci’nin Ağıdı, Kaynak Kişi: Sariye Gök) |
boŋalmak |
: |
Bunalmak, sıkıntıya düşmek. “Bonalırsan gel, bende para çog dedi rahmedlig.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
boŋasalıg |
: |
Bir şeyin bulunmadığı zamanlarda çok azı ile yetinmek. |
boncuk |
: |
1. Bir çeşit kilim. 2. Buğdayların içinde biten, ufak taneli, parlak, sert tohumlar. Boncuḵ dėrler doḳudum, būynuz dėrler doḳudum. 3. Kuyuların ağzına konulan ortası delik, yuvarlak taş. 4. Çeşitli madenlerden çeşitli ebatlarda yapılan yuvarlak ve ortası delik tane. Ulam ulam olmuş yatar yazılar Ceran kovar gök boncuklu tazılar Başı hırızmalı cepkenli kızlar Hani yaylam der de arzular gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.589 |
boncuk gimi |
: |
Tertemiz. |
boncuk haralı |
: |
Büyük çuval. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
boncuklu |
: |
Boncuğu olan. Kızlar güzel amma nakış iş ile Boynun donatırlar tel kumaş ile Püsküllü boncuklu yüce baş ile Al yeşil gerdeğe giresi kızlar Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.580 |
bondi |
: |
Çam ağacı ya da topraktan yapılmış küçük testi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bonker |
: |
Cömert. “Ben ona nankördüm o bana bonker” |
bonve gövde |
: |
Maraş bakır ustaları tarafından kullanılan bakırcılığa ait bir kavram. Kabın gövde kısmının dövülerek şişkinşik verilmesidir. (Cavit, Polat, Osmanlıdan Günümüze Maraş’ta Bakırcılık, Kahramanmaraş Belediyesi, Kahramanmaraş, Şubat 2014. s. 39) |
boŋuz boŋuz |
: |
1. içli bir şekilde gözyaşı dökerek ağlama için kullanılan bir sıfat veya zarf. 2. Utangaç ve sefil bir şekilde, sefil sefil. “Bütün köye ferman geldi Uğrun uğrun okunarak Beyler asılmaya getti Bonuz bonuz bakınarak” (Derleyen: Fadime Üzümcü, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
bo:namak |
: |
Bir ağacın etrafını eşit şekilde inceltmek. |
bo:z, boyuz |
: |
Bu sefer. |
bo:n |
: |
Bugün. |
boön |
: |
Bugün. “Çimdiğini annesinin gene nasıl bildiğine pek akıl erdiremeyen çocuklar, ertesi gün “boön ossun çimdi:mi anam ânamasın” diye olmadık tedbiri alır, giyinirken çamaşırlarını dönüp dönüp kontrol ederlerdi. Ama yine de ne analarını atlatabilirlerdi ne de kötekten kurtulabilirlerdi.“ (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
bor |
: |
1. Üstü beyaz ve düz olan, ekin tarlaları arasında ekilip sürülmemiş otu bol olan yer. 2. Yumuşak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Taşlık, işlenmemiş sert toprak, ekilmemiş tarla. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) 4. Çukur yer, delik deşik yer, çorak ve ekilmemiş tarla. Dolandım dağları borlara düştüm Kız senin derdinden odlara düştüm Çaresi bulunmaz derdlere düştüm Dostunun derdine ortak olmalı Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.420 5. Küf, pas. 6. Nadas olarak bırakılan tarla. “Ağam bana bir kuşak aldı Tor ondan iyidir Ben ona bir çit sürdüm Bor ondan iyidir” (K. Maraş’tan Merhum Av. Metin Şirikçi) |
borada |
: |
Demir tozu. |
borak |
: |
Tarıma, işlemeye elverişli olmayan toprak. |
boran |
: |
1. Şiddetli, kar, fırtına, kasırga. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. İç.) Belli belli bağlarının boranı Çift çift olmuş çöllerinin ceranı Sana derim sana Munbuç Veranı Çarşıda çağrışan tellâllar hani Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.454 2. Sis, duman. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. İç.) |
borana |
: |
1. Gazya otunu kaynatıp, sarmısaklı yoğurda katıp yenen bir yemek. 2. Pancar ya da ıspanağın haşlanıp yoğurtlanması. |
borani, boranı |
: |
1. Ebegümeci yemeği. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Bulgur veya pirinçle pişirilen sebze üzerine yoğurt dökülerek yapılan yemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
boranlı |
: |
Sıkıntılı ve zor durumda bulunma. Çöze idim düğmelerin döşünden Öpe idim gözlerinden kaşından Güzelliğin soyha kalmış başından Ben inli boranlı olduktan geri Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.461 |
bora:şit |
: |
Bronşit. Bronşun iltihaplanmasıyla oluşan hastalık. |
boranşıt |
: |
Bronşit hastalığı. |
borazan |
: |
Söğüt ağacı kabuğundan yapılan bir çeşit düdük. |
Borbor’oğlu |
: |
Eli çok açık, çok cömert, harcamada ve ikramda sınır tanımayan. |
borbut |
: |
Sahip, davacı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
borcak |
: |
1. Sarı çiçekli, süpürgeye benzer, yakılabilen bir ot. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Üzerinde incir kuruyan dallar. “Her gün kuşluk vaktinde bir çift bülbül gelir çardağın yanındaki borcağa konar birbirlerine kur yaparak ötüşürlerdi.” |
borç |
: |
Yerine getirilmesi gereken ödev. |
borlanmak |
: |
Tarlanın sürülmemesinden dolayı tarla vasfını kaybetmesi ve yabani hale gelmesi. “Koşman camızlar toralsın Sürmen tarlası boralsın Kucağı oğlan çocuklu Geline eller gönensin” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
borozan |
: |
1. Üfleyerek çalınan perdesiz çalgı. 2. Bu boruyu çalan kimse. 3. Birilerinin sözcüsü olan. |
borsumak |
: |
Herhangi bir maddenin özelliğini kaybetmesi, bozulması. gıda maddeleri için kullanılır. |
bortlacı |
: |
Gebe deve. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bortlamak |
: |
Deve için çiftleşmek. |
boruk |
: |
1. Katırtırnağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Osm.) 2. Kuru incir. 3. Sarı , güzel kokulu çiçek, kırda yetişen, yakacak olarak ta kullanılan, süpürge yapılan, dalları üzerine pestil, tarhana sermekte kullanılan bir çalı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
borusu ötmek |
: |
Sözü geçmek. |
boruzan |
: |
Erkek arı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bo:sak |
: |
Dar geçit. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bosbol |
: |
Çok bol. |
bosbolamadık |
: |
Çok bol, geniş. |
bosbolaman |
: |
Bol, rahat. |
bosdan |
: |
Bağ, bahçe, hıyar, salatalık anlamında kullanılsa da, aynı kelime taze sebze anlamına da gelir. |
bosdan hoyū |
: |
Kuşları ürkütüp yaklaştırmamak için tarlaya dikilen kukla, bostan korkuluğu. |
bosi |
: |
Yavru köpek. |
bostan |
: |
1. Hıyar, kavun, karpuz gibi sebzelerin yetiştiği tarla. Karac’oğlan eydür dillere destan Tımarsız olur mu bağ ile bostan Vatan diken olmuş yad el gülistan Sılam seni terk edeyim bir zaman Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.522 2. Salatalık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
bostan gol |
: |
Görünümü hoş olan kol. |
bostancık |
: |
Çıbana benzer büyükçe şişlik. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bostanın urgunu (yerini) depelemek |
: |
Bir sohbette edilmemesi gereken bir laf etmek, yanlış söylemek. |
bo:sukma |
: |
Boğulma. |
bo:sukmak |
: |
Boğulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bosümek |
: |
Ağlayacak gibi olmak. "O öksüz çocuğu bosütmeyin!" |
boş |
: |
Koyun yahut keçinin böğür etleri dikilip içine üzüm, pirinç, vs. doldurularak fırında pişirilmek suretiyle yapılan yemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
boş itiŋ menzili olmaz |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
boş gezeniŋ boş kalfası |
: |
Hiç bir işle uğraşmayan kimse. “Boş gezenin boş kalfası.” |
boş kağıdı |
: |
Boşanma dilekçesi. |
boşandırmak |
: |
Serbest bırakmak. |
boşanmak |
: |
1. Serbest bırakmak. 2.(Silah) Takılamak, patlamak. “Eğitmenim yaslı mısın Derelerde ıslı mısın Boşan sesine varayım Soyka çifte paslı mısın” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
boşiecegsin |
: |
Boşayacaksın. “Benim babamın babası da humarci:miş. Benim babam demiş ki, ya anamı boşiecegsin, ya humarı tergiecegsin, demiş.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
boşlak |
: |
Tahılların anbara çuvallara konmadan dökülmesi. |
boşlamak |
: |
Bırakmak, vazgeçmek, bir daha aramaz olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) |
botlamak |
: |
Devenin doğurması. “Mayamız bugün seherleyin botlamış.” |
boüz |
: |
Bu sefer. |
bovulmak |
: |
Boğulmak. |
boy |
: |
1. Samanı ve tanesi hayvan yemi olarak kullanılan bir bitki. 2. Uzunluk. 3. Yem olarak kullanılan, çemen yapılan burçağa benzer bir tahıl çeşidi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
boy tüfeği |
: |
Tek kurşun atan, insan boyuna yakın uzunlukta tüfek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
boyağ |
: |
Boya. |
boyak |
: |
1. Çalım. “Boyağa beyler boyağa Kalkamaz oldu ayağa Göç atlısı biner kardeş Gö otlu, sulu koyağa” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) 2. Boya. 3. Dengi, benzeri. “Gezdim Kozan’ın elini Yok Ali’min boyağında İşte eve getirdim de Daha kondur’ayağında” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
boyaklı |
: |
Boyalı, renkli. |
boyan |
: |
Meyan kökü. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
boyanacı |
: |
Boyacı. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
boyda |
: |
Yükü olmayan yaya. |
boydak |
: |
1. Bekar, yalnız, serbest, tek başına. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Yükü olmayan yaya. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Sürekli. 4. Yalın, çıplak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr.) “Bos boydak yola düşmüş, yayan, elinde sırtında hiçbir ağırlık bulunmadan bir başına, kendi ağırlığıyla, tek başına, tek olarak, bir başına. “Bu kadar yorgunluktan, tükenmişlikten sonra o yokuş çıkılır mı? Sağlam, delikanlı adam boydak çıkamaz... Ali nasıl çıkar?” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
boykutmak |
: |
Reddetmek, geri vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
boylamak |
: |
1. Uzaklara gitmek. 2. Boyunu aşmak, Su da yüzerken suyun derinliğini ölçmek için su içerisinde ayakta dik durarak ayağı yere basarak derinliğini başkalarına göstermek, bunu yaparken genellikle bir el de havaya kaldırılır. “Boyla bakalım seni yutacak mı?” |
boylatmak |
: |
1. (Bir şeyi) Bir yere kadar varmak zorunda bırakmak. 2. (At vb.) Yola çıkıp hızlıca koşturmak. “Karac’oğlan der ben toylatamadım Arap ata binip boylatamadım Küstürdüm dilberi huylatamadım Dilberi küstüren diller perişan” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 525) |
boylugücük |
: |
Kısa. |
boymul kaz |
: |
Besili tosun ve boynu kalın koyuna benzeyen kaz. “Kolda götürürüm yavru baz gibi Yüzerim göllerde boymul kaz gibi Bahçand açılan top nergiz gibi Toplar toplar dost zülfüne dizer mi” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 449) |
boymut |
: |
Boynu kara koyun. |
boyna |
: |
Devamlı, sürekli, daima. |
boyna farz |
: |
Yapılması şart olan iş. Şimdiki beğlerin sazı çalınmaz Az rüşvet versem o da alınmaz Boynumuza farzdır beş vakit namaz Tanrı'nın namazı kılınmaz oldu Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.639 |
boynu altında galasıca |
: |
Boynun bedenin altında kalması şeklinde ölmek. |
boynu gıllı |
: |
Kaba saba adam. |
boynu yoğun |
: |
Güçlü, ensesi kalın. |
boynum pot |
: |
Koşarak oynanan oyunlarda söylenen bir deyim. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
boynuŋ farzı |
: |
Beş vakit namaz. Hasta oldun yastığını istersin Kadir Mevlâ'm sağlığını göstersin Cennet-i Âlâ'dan bir köşk dilersin Boynunun farzını kıldın mı gönül Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.481 |
boynunun kütüğünü görmek |
: |
Evlenmeye hazır anlamında kullanılır. |
boyra |
: |
Hasır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
boyraz |
: |
Kuzeydoğudan esen soğuk yel, poyraz. “Benim dostum giydim’ola allan Halbur’dan, Sınık’tan Geben elleri Soğuk olur Meryemçil’in belleri Eser boyraz çam dalları sızılar” (Celil Çınkır, Andırın Sözlü Kültür Varlıkları Envanter Çalışmaları - I, “Beşbucaklı Aşık Halil”.) |
boyun |
: |
Boynunu. Hey ağalar bana zulum değil mi Âlem dîvân durdu duramadım ben Yâri benzetmişler tavus kuşuna Boyun gördüm yüzün göremedim ben Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.528 |
boyuna |
: |
Devamlı, ha bire, sürekli. Söylerim söylerim sözümden almaz N'ideyim cahildi halımdan bilmez Bu dostluğun senin boyuna sürmez Anadan atadan soy almayınca Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.383 |
boyun olmak |
: |
1. Şahitlik yapmak. 2. Kefil olmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
boyun bağı |
: |
Atkı, kaşkol. |
boyunbastı |
: |
Gerdanlık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
boyunduruk |
: |
Çift sürmede öküzlerin boynuna takılan aygıt. Her iki ucuna samı takılan çift süren öküzlerin boylarını tutturan ağaç. |
boyunkıstı |
: |
Gerdanlık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
boyusa |
: |
Boy ise. Karac’oğlan der ki soyun soyusa İnce belin uzun boyun boyusa Verdiğin öpüşün hepsi buyusa Vallahi billâhi az kara gözlüm Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.515 |
boyuya |
: |
Boyayı. |
boyuyuŋ hayrını görmiyesiŋ |
: |
Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
boyuz |
: |
Bu defa, bu sefer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
boz |
: |
1. Kül rengi, açık toprak rengi. “Boyuŋa boz ipler ölçüle.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. 2. Göze perde inmesi. “Ala gözlü benli dilber Usul söyle söz ederler Gönül suyum akıtırlar Gözlerimi boz ederler” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953)
“Gözleriŋe bozlar düşe.” Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. 3. Bir deve türü. (Donuna göre) 4. Okumamış, olgunlaşmamış basit adam. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bo:z |
: |
Bu kez, bu sefer. “Derim… derim… seni geberdirrim! Sen de ötân beni döodürmedi:; çimmeye getdiğimi demedi:?... Hıh, bôz sıra bâ geldi mi?. Hı:… Nasılmı:ş?!” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan II, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
boz böcü |
: |
Kurt, bozkurt. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
boz bulanık |
: |
Çok bulanık. Ağlayı ağlayı düştüm yollara Karışayım boz bulanık sellere Adı sanı duyulmadık ellere Gitmeyince gönül yârdan ayrılmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.645 |
boz etmek |
: |
Göze perde inmek. “Ala gözlü benli dilber Usul söyle söz ederler Gönül suyun akıtırlar Gözlerimi boz ederler” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
boz faşık |
: |
Engerek yılanı. |
boz höğürtü |
: |
Sesli ağlama. “Bütün umudum şu dağın ardında. Orada da bulamazsam sen o zaman bendeki boz höğürtüye bak.” |
boz pelit |
: |
Meşe ağacı. |
bozağancı |
: |
Bozguncu, arabozucu. |
Bozantı |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; Pozantı. |
bozar |
: |
Özür, hata, kusur, ayıp. |
bozarmak |
: |
1. Yüz ekşitmek, utanmak, kızarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) 2. Rengi boz olmak. 3. Koyu renkli şeylerin rengi solarak rengini değiştirmesi, bozlaşmak. “Şu da gülümün mezeri Yatar bozarı bozarı Bir ütüden adam yanmaz Nazar, beylerin nazarı” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
bozatmak |
: |
Gözün renkli kısmında beyaz bir leke meydana gelmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bozcekik |
: |
Boz renkli örümcekkuşu. |
bozca, bozça |
: |
Dişi sülün, dişi turaç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bozgun |
: |
Dağınık, dağılmış. Durnam gateriniz bozuk bozguna Cura şahin avın vermez kuzguna Eşinden ayrılmış öter bir suna Yeşiller bağlamış al deyip gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.589
Ben bilirim sen ezelden güzelsin Ceren gibi yad avcıdan tezersin Niçin böyle melil mahzun gezersin Boynun eğri zülüflerin bozgundur Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.609 |
bozgun ötmek |
: |
Bozuk, düzensiz ses vermek. “Üç beş kişi olmuş türkü diyenler Al üstüne yeşil donu giyenler Şol kara çadırda geçiyor günler Onun için bozgun öter telimiz” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 651) |
bozkulak |
: |
Sarı çiçekli bir bitki. |
bozkurtlayın |
: |
Bozkurt gibi. Çıkıp bozkurdlayın uluşamadım Yalan dünya sana çıkışamadım Eşimle dostumla buluşamadım Var git ölüm bir zaman da yine gel Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.474 |
bozlak |
: |
1. Kilim. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Hikaye. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 3. Konusu acıklı olan bir tür türkü, uzun hava. Bir örnek verecek olursak; “Çeke çeke bu dert beni öldürür Şefaat kânını bulana kadar Adam vaz mı geçer nazlı yarinden Yanar ateşlere ölene kadar” (Ali Rıza Yalman - Cenup’ta Türkmen Oymakları, Hazırlayan: Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay. Ankara, 2000, C.)
Yine aynı kaynakta üç tür bozlaktan bahsedilmektedir. Bunlar; Urum Bozlağı, Düdem Bozlağı ve Yerli Bozlağı.Yukarıdaki dörtlük bir Urum Bozlağından alınmıştır. |
bozlaŋ |
: |
Kireçli toprak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bozluk |
: |
1. Pamuklu dokuma. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Ağaçsız ve taşlık alan, bozkır. |
bozma |
: |
1. Mahsül toplandıktan sonra yayılıma açılan tarla. 2. Pamuğu toplanmış tarla. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bozteftik |
: |
Kısa ve boz kılçık, yufkası ince olan buğday. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bozu |
: |
Dişi deve. “Odasında kandil yanar (Hacı Durdu Ağanın Ağıtından, Kaynak: Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler, İş Kültür Yayınları, Haz.: Alpay Kabacalı, Mas Matbaacılık, İstanbul 2002) |
bozuk |
: |
1. Ekini biçilip alınmış tarla. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Bozulmuş, eski güzelliği kalmamış. Kahbe felek kıyma bana yazıktır Ayrılık elinden bağrım eziktir Çekilmiş siyeçler bağlar bozuktur Ayrılık gazelin döktü gülümüz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.651 |
bozuk bozgun |
: |
Düzensiz, karışık. Durnam gateriniz bozuk bozguna Cura şahin avın vermez kuzguna Eşinden ayrılmış öter bir suna Yeşiller bağlamış al deyip gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.589 |
bozulama |
: |
Devenin ötmesi, ses çıkarıp, bağırması. |
bozulamak |
: |
1. Devenin yalnızlıktan dolayı ve arayış içerisinde olduğu zaman ağıt gibi çıkardığı ses, develerin acı acı bağırması. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) “Selver’in çekdiği deve Bir yörür de bir bozular Çek deveni gedek guzum Duluğunda çan sızılar” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) 2. Teessür duyma, ah etmek, yanık sesler çıkararak ağlamak. “Gene yeşillendi ova yazılar Meleşir de kösten çıkar kuzular Oğlum, kızım ağlaşır da bozular Kurarlar konağa figanı bir gün” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
bozurak |
: |
Beyazlanmış, bozarmış. |
bö, böy |
: |
İri ve zehirli örümcek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bö:rek |
: |
Böbrek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
böbek |
: |
Bebek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
böce |
: |
Böcek, haşere. |
böci |
: |
Kurt. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
böcü |
: |
1. Böcek. “Yüce dağın gıcısıyım Bozkuyunun böcüsüyüm Gazeteye yazın beni Hacı Ömer’in bacısıyım” (Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) 2. Domuz. 3. Çakal. 4. Kurt.. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. İç.) |
böcü-börtü |
: |
Kurt yırtıcı hayvanlar, yılan çıyan gibi zehirlilere verilen genel ad. |
böcü tutmak |
: |
İpek böceği beslemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
böcüg |
: |
Böcek, buğday biti. “Kiskibar bişirdigden sôna, o yunan temiz çabıdları bir suya goyarıg, püsüg ne dâdi filan, sıçan mı işedi? Bör böcüg mü gezdi dimi?” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
böcük |
: |
Böcek, akrep, çiyan, örümcek v.s. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
böcüklü |
: |
Barsağında solucan olan kimse. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bödük |
: |
Ayı yavrusu. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
böğ |
: |
Soktuğunu zehirleyen, acı veren, akrep gibi zehirli bir böcek. “Kardaşımı böğ soktu da Üç gün başını bekledim Kardaş kapıya gelince …………………………….” (Derleyen: İbrahim Davutluoğlu, Kaynak: Yrd. Doç. Dr. Zekiye Çağımlar, Hikayeleri İle Avşar Ağıtları, Adana BŞB Kültür Yayınları, Altın Koza 72) |
böğe |
: |
Suyun önüne çekilen set, bent. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
böğed |
: |
Bent, set. |
böğelek, bögelek |
: |
Sığırları rahatsız eden bir çeşit sinek, gübre sineği. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
böğemek |
: |
Gölet oluşturmak için suyun önüne set çekmek. “Ne zaman canımız balık istese, ne zaman çimmek istesek Gocasu’yu Pepelerin Geçeğinde böğerdik ve kötü dereye akıtırdık.” |
böğenek |
: |
1. Büyükbaş hayvanlarda çeşitli nedenlerle oluşan heyecanlı davranışlar. 2. Suyunun önüne çekilen set, bent. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
böğenmek |
: |
Irmak, nehir suları kabarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
böğenti |
: |
Su birikintisi, gölcük |
böğet |
: |
Taştan ya da balçıktan yapılan ve içinde su biriktirilen havuz. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
böğle, bö:le |
: |
Böyle. |
böğlece, bö:lece |
: |
Böylece. “Datlı olur yaylaların havası İssiz galmaz yiğitlerin yuvası Esas gonalgamız Söğüt Ovası Bunu da böğlece bil Hös’gün Ağa” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
böğliyedi |
: |
Böyle idi. “Ocakda gayfesi bişer Dumanlanır göğe doğru Dayısı da böğliyedi Kekili geri gıvrılır” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
böğrek |
: |
Böbrek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) Bölgemizden bir fıkra: DESENE BiZiM KAPI KAPANDI “Üçtepe köyünden iki tertip askere gitmiş. Bunlar aynı birliğe düşmüşler. Aradan biraz zaman geçtikten sonra askerlerden biri memlekete gidecek olmuş. Diğer asker arkadaşına: “Gitmişken bizim eve bir uğrayıver. Bizimkiler ne yaparlar? iyiler mi? Bir öğreniver. Onları çok özledim.” demiş. Asker birliğinden ayrılarak köyün yolunu tutmuş. Ailesiyle özlemini gidermiş. Ertesi gün arkadaşının söyledikleri aklına gelmiş. Arkadaşının evine varmış. Evde kimse yokmuş. Herkesin öldüğünü öğrenmiş. Asker, birliğine geri dönmüş. Bu olanları arkadaşına nasıl anlatacağını düşünürmüş. Arkadaşının buna üzüleceğini düşünerek anlatmamaya karar vermiş. Arkadaşı yanına gelince: “Bizimkiler ne yaparlar? iyiler mi?” diye sormuş. Adam da: “iyiler, selamları var.” demiş. Bu arada aklına çok sevdiği köpeği gelmiş. “Benim karabaş nasıl? iyi mi?” demiş. Adam: “Karabaş sizlere ömür.” demiş. Arkadaşı: “Karabaş nasıl ölür?” demiş. Adam:“Sizin boz devenin kemiğini yutmuş. Kemiği ömüğüne duruverince ölmüş.” demiş. Arkadaşı: “Boz deve ne zaman ölmüş?” demiş. Adam da: “Boz devede babanın mezar taşını götürürken böğreği düşmüşte ölmüş.” demiş. Arkadaşı: “Desene anam yalnız kaldı.” demiş. Adam: “Ne anan yalnız kalacak. Anan babandan üç gün önce ölmüş.” demiş. Arkadaşı: “Desene bizim kapı kapandı.” demiş. Adam: “Evi mirasçılar bölüşürken kapıyı da enişten sökmüş götürmüş. Kapınız han gibi açık.” Demiş. (Doğan Aydın, Mersin İli Erdemli İlçesi (Merkez) Folkloru Konulu Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üni., TDE. ABD, Uşak, 2016, s.76-77) |
böğrü |
: |
Yanı. “Yoruldum da yollar uzak Yüzünde sakalı tozak Emmilerin çadır kurmuş Böğrü pınar altı sazak” (Yaşar Kemal, Ağıtlar Folklor Derlemesi, Adana Halkevi 1943) |
böğrüşmek |
: |
Geyik vb. hayvanların ses çıkarması. Göllerinde kuğuları yüzüşür Meşesinde sığınları böğrüşür Güzelleri türkü söyler çığrışır Dilleri var bizim dile benzemez Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.648 |
böğse |
: |
Örümcek. |
böğsümek |
: |
Kırılmak, üzülmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
böğur |
: |
Böğür. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
böğü |
: |
1. Et yiyen örümcek. 2. İri ve zehirli örümcek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
böğük |
: |
Büyük. “Böğük ileğçe gücük ileğçe Gül deşirdim seçe seçe İnce Hacı’m daha görpe Enginlerde ne geziyon Aldın avın çekil sarpa” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
böğün |
: |
Bugün. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Gel hele gel battal oğlum Böğün ağadın sırası Geri durun ben varıyım Nerde yavrımın yarası” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008)
İlkbaharın eyyamı böğün mü geldi Çığrışır durnalar yol deyip gider Katara uymamış kalmış geride Kılavuz önünde el deyip gider Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.589 |
böğür |
: |
Vücudun yan tarafı, kol altı. “Andırın Çokak arası Böğründe gama yarası Bibiyin oğlu değel miydi? Heğle gıydın kör olası” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
böğür bağı |
: |
Çadırın uçlarındaki bağ, ip. |
böğür iti |
: |
İnsanları birbirine düşüren gammaz kişi, fitneci. |
böğürce |
: |
Böbrek sancısı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
böğürmek |
: |
İnek ve danaların acı içinde çıkardığı ses. “Danalar gibi böğürüyordu.” |
böğüse |
: |
Örümcek. |
böh |
: |
Meydan okuma, özellikle güreşe davet için söylenir. Bölgemizden bir fıkra: ADAMIN BAŞI VAR MIYDI? Silifke’nin Karakaya Köyü’nün üstündeki dağda büyük bir kaya varmış. Bu kaya köy için tehlikeli olmaya başlamış. Bir gün köylüler toplanmışlar, köye zarar vermeden kayayı yok etme yolunu aramaya başlamışlar. İçlerinden biri söyle demiş: “Ben beyaz bir çarşafa bürüneyim, taşın önüne geçeyim, siz taşı kaktırın, ben onu ürkütürüm, taş da köye zarar vermeden başka bir tarafa düşer.” Bu fikir herkesin aklına yatmış. Adam, beyaz bir çarşafa bürünüp taşın önünde durmuş, diğerleri de taşı yuvarlamışlar. Taş yuvarlanırken adam; “böh” diye bağırmış ama koca kaya adamı ezip geçmiş. Köylüler hemen toplanıp yanına gitmişler. Bakmışlar ki adamın başı yok, başlamışlar tartışmaya. Kimi “başı vardı” kimi ise “başı yoktu” demiş. Bir sonuca varamayınca karısına sormaya karar vermişler. Gidip olanı biteni kadına anlatmışlar. Kadın: “ Akşam çorba içerken sakalları löm löm ederdi ama başı var mı yok mu bilmem” demiş. (Aslı Ağcalar, Silifke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üni., S.B.E.,TDE., ABD, Mersin, 2009, s.419) |
böhrek |
: |
Üzeri taşla kapatılmış su borusu, künk boru. “Çınar sana arka verip oturan Böhrek ile sularını getiren Yoksulların işlerini bitiren Samur kürklü bunca beyler nic’oldu” (Dadaloğlu, Derleyen: Duran Doğan, Barış Kabalcı, Kay-nak Kişi: Behzat Gök) |
böke |
: |
1. Pehlivan, başpehlivan. 2. Besili tosun. 3. Güçlü, elebaşı, pehlivan yapılı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
böküldemek |
: |
1. Yerinde duramamak. 2. Ahlak dışı hareketler yapmak. |
böle |
: |
Teyze çocuğu. |
bölek |
: |
Büvelek. Bölek sözcüğü yerel söz olarak nadiren kullanılır. |
bölgü |
: |
1. Tarla taksimi, hisse. 2. Ana mekandan bölünerek elde edilmiş oda. |
bölmeç |
: |
Odadan bölünerek yapılan ve kiler gibi kullanılan bir bölüm. |
bölücek |
: |
Bir parçacık. “Yüce dağda bir bölücek kar idim Garbi değdi erim erim eridim Evvel muhabbetli yârim ileydim Şimdi köşelerden bakan ben oldum” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953) |
bölük |
: |
1. Şehir, mahalle, balık. 2. Parça, paramparça. “Evimizin önü delik Benim de ciğerim bölük Biz Memiş’e düğün gurduk Geliyorlar bölük bölük” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
bölük pürtük |
: |
Ufak tefek. |
bölükbaşı |
: |
Düğünlerde erkek evine başkanlık yapan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bön |
: |
1. Öğütülmüş kahve. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Saf, temiz kalpli. “Gönülden gönüle yol gider, derler Onu sürmeğe bir hoşça can gerek Doğru söyle yiğit, işin doğrusun Hilebaz olamaz, yiğit bön gerek” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, II. Baskı, 1984 S. 228)
“Yiğitsen bindiğin atından inme Mert isen hasmından yönünü dönme Çokluk para etmez çoğa güvenme Kötü iflah olmaz, yiğit bön gerek” (Hacı Ali Özturan, Maraş Ağzı Köroğlu, Ukde Yay. Kahramanmaraş 2009) |
bönce |
: |
1. Bir çeşit kilim. 2. Karaciğer. Değíşíḵ değíşíḵ aynālı dėrler doḳudum, böncě dėrler doḳudum. 2. Aptalca. |
böngüldemek |
: |
Yemeğin kaynaması. |
bönnemek |
: |
Kandırmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bö:rek |
: |
Börek. “Sabah namazıyla başlayıp iki gece, bir gündüz, bazen de iki gündüz iki gece sürecek kadar çok, uzun ve yorucu çalışmalarla yığın yığın ekmek edilir;ardına da katmer, çaldırma, bazlama, dârmi, patatalı, ısbanaklı, çökelekli, pendirli böorek yapıp kalkılırdı.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
bö: |
: |
Soktuğunu zehirleyen, acı veren, akrep gibi zehirli bir böcek. |
bö:cek |
: |
Büyükçe. |
bö:gçe |
: |
Büyükçe. |
bö:k |
: |
Büyük. “Bö:klerimiziŋ misafirle: getdiklerinde, orada bulunan güccük ço:klara; “Gı:z (veya le:n) senden bir tene de biz de var, seni onuŋ yanına götürü:m mü?” diyep ağlatmaları incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyünden Ekrem, Kaynak: www.bekerecikoyu.com.) |
bö:le |
: |
Böyle. “Sêmen gelir toza toza Ben görmedim bö:le gaza Varın söylen Hacca gıza Guşluk oldu uyanmıyor” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Kına Gecesi Ölen Hacca Kız’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürside Karpuz - Döndü Parmaksız) |
bö:lece |
: |
Böylece. |
bö:lemek |
: |
Bulanmak, bulaşmak, örtülmek. |
bö:n |
: |
Bugün. “Köyümüz sakinlerinden C. M. emmi asgere gettiğinde goğuşun galkma vakdında hazırlanmakda geç galıp içdimaya yetişemez ve künde gomutandan zopa yerimiş. Birgün goğuşun galkma vakdından evel erirek uyanışın “bö:n de geç galıp zopa yemiyem” diyen sakalını yülümüş, gamuflajları geymiş, velhasıl hazırlı:nı görmüş, saata bakmışkine daha er. Vakıt gelene gadar birtiği daha yatim diyep ranziye uzanmış. “Goğuş ka:lk!” sesini duyar duymaz yatakdan sıçıramış. “Bö:n hazırım, içdimaya geç galmiyecem” diyen seviniriken gomutan görmüş bunu. Yanına ça:rmış: “Ulan sen gamuflajnan mı yatıyon eşşek herif!” diyerekden iye bir zopa atmış. Velhasıl C. M. emminin asgerde zopa yemedi: gün yoğumuş deller. Aslı var mı bilmiyom.” (Kadirli Bekereci Köyünden Herif lakaplı hemşehrimiz, Kaynak: Bekereci Köyü websitesi) |
bö:nnük |
: |
Bugünlük, bugünlüğüne. “Apdal oğlunun biri bir gavşakta, mobiletinen gırmızı ışıkta geçmiş. Geçer geçmez bir trafik polisi çıkmış garşısına. - Dü:rt, dü:ü:ürrt! Dur lan! Çek ba:lım şö:le! demiş. Çektirmiş mobileti kenara. - Niye geçtin? demiş polis. - Ne den ağa, geçmek yasah mı burdan, demiş apdal. - Yasak tabi:, görmüyon mu gırmızı yanıyo. Abdal oğlu: - Ağa gırmızıda mı geçmek yasah, demiş. Polis: - Ulan o:lum gırmızıda geçmek tabi: yasak, yeşilde geçece:din. Abdal oğlu: - Heç kimse geçmez mi ağa gırmızıda? Polis: - Heç bişey geçmez. Abdal oğlu: - İt de geçmez mi ağa? Polis: - Ulan ite ne diyeyim, nasıl söz geçireyim, it geçer tabi:, demiş. Abdal oğlu: - Ağa, beni bö:nnük itten say bire, demiş. Gazlamış getmiş…” (Teşekkürler bekereci.com) |
bö:r |
: |
Böğür, yan taraf. |
bö:rek |
: |
Böbrek. |
bö:rmek |
: |
Böğürmek, avazı çıktığı kadar var güçle bağırmak, sığırların seslenme şekli. |
bö:tmek |
: |
Büyütmek. “Avıdup bö:tmedim mi? Nen çalıp uyutmadım mı? Üsdünüze kölge oldum (Gurban olam koç yiyidim) Çoban olup gütmedim mi?” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, İsmail Salan’ In Ağıdı, Kaynak Kişi: Hürü Salan) |
bör böcü |
: |
Böcek, akrep, çiyan, örümcek, vs. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
börböcüg |
: |
Haşere. |
börböre |
: |
Yanyana. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
börbücü |
: |
Zararlı ve zararsız haşerat. |
bördlemek |
: |
Kızgın suda haşlanmak. |
börek |
: |
1. Böbrek. 2. Bildiğimiz börek. “Ispanaklı böreği piştiği anda yemek gerekir. Yoksa insanın midesine dokunurmuş. Hatta zehirlediği bile olurmuş.” |
böreg çabıdı |
: |
Pide veya lahmacun yapmında kullanılacak malzemenin fırına gönderilirken konduğu kabı sarmak için kullanılan bez. |
börk |
: |
Külah, takke, genellikle yünden ve sivrice örülmüş başlık. “Kürkçünün kürkü, börkçünün börkü olmaz.” (Andırın Atasözü) “Ali’nin börkünü Veli’ye, Veli’nin börkünü Ali’ye geydirmek.” (Bir Toros Deyimi) |
börke basma |
: |
Kaçma. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
börke çökmek |
: |
Hızlıca kaçmak, uzaklaşmak. “Babasının daha su çatından geldiğini duyar duymaz börke çöktü." |
börkenek |
: |
1. Yağmurda soğuktan korunmak için başa alınan başlık, örtü, külah, bere. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Kapşon, çuvaldan yapılan yağmurluk. |
börtledivermek |
: |
Haşlayıvermek. |
börtleme |
: |
Sebze, hububat ve baklagilin çok az haşlanmasıyla oluşan yiyecek. Börtleme deriz bilir miŋ? |
börtlemek |
: |
1. (Sebze) Az haşlamak,. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Köze goyduğum biberler hemen börtleyiverdi.” (Ahmet Türkmenoğlu, Türkmen Ağzı Sözlüğü, Arkeoloji Ve Sanat Yayınları 2008)
2. haşlamak “Düştü ciğerime yanıyor örtler Kaldı bir kuzusu o beni börtler Bütün melül olsun gezdiği yurtlar Balıkçıl köyüne varın turnalar” (Yaşar ALPARSLAN, Derdiçok (Ömer Lütfi PİŞKİN) ve Şiirleri, Kahramanmaraş, 2019) s. 28 |
börtlenmek |
: |
1. Çürümek. 2. Yanmak, ısınmak, kızınmak, haşlanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
börtletmek |
: |
1. Az haşlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Hafifçe pişirme. |
börtme |
: |
1. Hedik. 2. Haşlama, haşlanmış tahıl. 3. Kaynatılmış buğday ve nohut. 4. Meşe tohumu. 5. Bulgur yapmak için kaynatılmış buğday. ”Bebekler diş çıkarırken diş börtmesi yapmak Toroslar’da Türkmen adetlerindendir.” |
börtmek |
: |
1. Kıpkırmızı olmak, morarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Güneşte, ateşte yanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 3. Şımarmak, azıtmak. |
börü |
: |
Böyle. |
börümcek, börümcük, bürümcek |
: |
1. İnce bez. 2. Bürümcek, ipekten veyahut ketenden yapılan başörtüsü. “Baş(ı)na bürünmüş ibrişim börümcek Duramıyom yar ben seni görücek Dolanıp da hasta lim sorucak Dillerimden düşer m’oldun güçücek” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, S. 470) |
bösbö:g |
: |
Çok büyük, büsbüyük. “Bösbö:g garpızı oturdu tek başına yedi bitirdi.” |
bösbö:k |
: |
Büsbüyük, çok büyük. |
bösböyük |
: |
Çok büyük, büsbüyük. |
böüg |
: |
Büyük. “İşde dayımınan barabar, bir Bekir dayım var, böüg emmimiz oliü. Dedemin en böüg oulu Bekir imiş.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
böütmek |
: |
Büyütmek, yetiştirmek. “Adağnan böütdüğüm Aralıkda sefil guzum Ömrüne bereket bibim Bu kadarlık verdim izin” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Genç Yaşta Hastalıktan Ölen Murtaza’nın Ağıdı, Kaynak Kişi: Adil Gök) |
böy, böyü |
: |
Zehirli büyük örümcek. |
böyöl |
: |
Bu defa, bu sefer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
böyrü |
: |
Böğürü, koynu. “Şimdi, fara niyediyor? Bunar uyuyor, gâvur da uyuyor, gız da uyuyor. Uyuyunca fara niyediyor? Herifi yanına alıyor, getiriyor böyrüne giriyor.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
böysü |
: |
Örümce. |
böyuk |
: |
Büyük. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
böyük |
: |
Büyük, saygıdeğer. “Yörümezdik böyüklerin önünde Saygılı dururduk hep divanında Söz dinlerdik konuşmazdık yanında Töreye uyduğum aklıma düştü” (Aşık Karamehmet, Kaynak: Erdoğan Aslıyüce, Çukurovanın Yıldızı Ceyhan, Adana 2008) |
böyün |
: |
Bugün. “Yekin boyuna bakıyım Dalına allar dakıyım Böyün Ulu bayram günü Eline gına yakıyım” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Gebenli Fatma’nın Ağıdı, Ağıdı Yakan: Döne Höbek) |
böyüsü |
: |
İri ve zehirli örümcek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
böyütmek |
: |
Büyütmek, yetiştirmek. “Ağaçlar da hep donandı Yenice galbim inandı Ben besledim böyütdüm de Gara topraklar gönendi” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
böyü: |
: |
Büyük abdesti, Çişi. “Böyü: gelen ise, daha ötedeki bir örene, yıkık bir duvarın, bir ağacın arkasına (yani yola bakmayan tarafına), çok sıkışıksa, gelen geçene fazla umursamadan bulduğu herhangi bir kuytu yere haltını haltederdi.” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
bre |
: |
Erkeklere seslenme şekli. |
bu bildiğin areytellezi de:l |
: |
Eski alışkanlıklarına göre davranmayı bırak anlamında. |
bu çocuk kimin |
: |
Bölgede oynanan bir çocuk oyunu. BU ÇOCUK KİMİN Bu oyun içeride ya da dışarıda, gece ya da gündüz oynanabilir. En az üç kişiyle oynanan bu oyun için oyuncu sayısında bir sınır yoktur. Orada kaç çocuk varsa hepsi oyuna dâhil olabilir. Karışık oturan çocukları düzene sokmak için, büyük çocuk yüksek sesle sorar: - Bu çocuk kimin? Diğer çocuklar da hem kendilerini kenara atar hem de cevap verir: - Bocudun Büyük çocuk hemen buyurur: - Vurun kı..na ocudun! Diğer çocuklar ortada kalan çocuğa vurarak çocuğun kalkmasını sağlarlar. Büyük çocuk sorar: - Çuvalın büyüğüne ne derler? - Harar - Bu, ortada ne arar? Ortada kalan çocuk dayağı yer. Bunun üzerine odanın ortası açılır ve çocuklar su tekerlemelerle ebeyi belirlerler: I. Zübük zübük zübüklü Burnu uzun ibikli Đbiğini yolalım Buna isim koyalım Zübük zübük zübilik Sende kalsın ebelik II. Portakalı soydurdum Basucuma koydurdum Ben bir yalan uydurdum Dum dum dum…. (Aslı Ağcalar, Silifke Halk Kültürü Araştırması Konulu Yüksek Lisans Tezi, Mersin Üni., S.B.E.,TDE., ABD, Mersin, 2009, s. 223-224) |
bu geçe |
: |
Bu taraf. |
bu geliş/bu keleş |
: |
Bu defa. |
bual |
: |
Bu sefer. |
bu güneçe: |
: |
Bu güne kadar. |
bualek dutmak |
: |
Bualek (bk. bualek) konan veya ısıran hayvanın delirmiş gibi kaçması. |
bualiş |
: |
Bu defa, bu kez. |
buba |
: |
Baba. |
bubuş |
: |
Sevgili baba, babacık, sevgili (argo). |
bucak |
: |
1. Kıyı, köşe. 2. Evin, odanın baş köşesinin karşısı. Odanın, evin kapıdan tarafı. “Bucak’ta taban eğrisi Enmez Doru’nun sağrısı Üç kardeşim birden ölük Dayanamıyom doğrusu” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) 3. Çayırlık. “Harıdı gönlüm harıdı Bucağında ot kurudu Karbeyaza çıkıncağız Sürmel’ eşim de varıdı” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) 4. Kök sökülerek elde edilen toprak. “Köyün bucağını saksı toprağı diye sattıklarını görünce şaşırmadım desem yalan olmaz.” 5. İki yamaç arasında kalan çukur. 6. Bacak. 7. Köy evlerinde, ocaklığın her iki tarafındaki oturulacak yerler, ocak yanı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
buce:z |
: |
Bu kadar. |
buça:nı |
: |
Bıçağını. |
buçak |
: |
Çakı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada. Mr. İç.) |
buçalak |
: |
Yaprağı ve kökü yenen yabani bir ot. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
buçânı |
: |
Bıçağını. “Aklım başumda duruyor Doktur buçânı vuruyor Sefil babanız ölüyor Tez gelin guzularım tez gelin” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Apandistten Ameliyat Olan Mehmet Dogan’ın Ağıdı, Kaynak Kişi: Mehmet Doğan) |
buçug |
: |
Yarım. |
buçugcu |
: |
Emeğin tamamı gelirin yarıs kendisine ait olmak üzere bir tarlayı ekip biçen kimse, yarıcı. “Ahmet bu tarlada ırgat değil, buçugcu.” |
buçuklağ |
: |
Yarım tas, dört kilo. |
buçuklu |
: |
Yarım hisse, yarı yarıya verilen mal. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bud |
: |
Vücudun Kalça ile diz arasındaki bölümleri. Kız sevdiğim adlarını Göremedim budlarını İnce beyaz kollarını Kız boynuma sardım bugün Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.571 |
bu:a |
: |
Buna. |
bu:da |
: |
Buğday. “Sen bûdanı biçmedin mi? Arısını seçmedin mi? Azrail gelirkene Ananı alıp gaçmadın mı?” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Ayşeye Ağıt, Derleyen: Hasan Batmaz, Kaynak Kişi: Elif Bayer) |
buda: |
: |
Budağı. |
budak |
: |
Ağaç dallarının kesiminden sonra gövdede kalan kısmı. Hey ağalar bir od düştü bağrıma Bir ah çeksem derya dağı yandırır Garip bülbül konar gül budağına Bülbülün feryadı dağı yandırır Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.602 |
buday |
: |
Buğday. |
bu:day |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; buğday. |
buel |
: |
Bu sefer, ondan sonra. |
bueliş |
: |
Bu sefer. |
buğ |
: |
Buhar, buhu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
buğa |
: |
Yılan sokmasına karşı ilaç olarak kullanılan bir bitki. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
buğanak |
: |
1. Kısa süreli şiddetli yağmur. “Bir buğanak geldi geçti.” 2. Şiddetli yağmur, sağanak yağmur. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
buğasak |
: |
Boğaya çekilme zamanı gelmiş inek. “Buğasak gibi peşinde.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
buğasak olmak |
: |
(İnek)Çiftleşme isteği duymak. “İnekler buğasak olunca Adil Emmi’nin buğasına götürürdük.” |
buğasamak |
: |
(İnek)Çiftleşmek için boğaya gelmek, boğa istemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
buğazsak |
: |
Obur, pisboğaz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
buğda |
: |
Buğday. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Selamü aleyküm Ağa, bereketli olsun, Allah harmanına buğda yağdırsın. Ağam Allah yokluğunu vermesin.” (Erman Artun, Seyirlik Köy Oyunları ve Anonim Halk Edebiyatı Araştırmaları, Kitabevi, İstanbul 2008) |
buğdaylık |
: |
Veresiye, buğday hasadından sonra ödenmek üzere. |
buğenti |
: |
Su birikintisi, gölcük, bataklık. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
buğez |
: |
Bu defa, bu sefer. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
buğleğen |
: |
Menba, kaynak, pınar. |
buğnak |
: |
Sağanak yağmur, şiddetli yağmur. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
buğnümek |
: |
Yerinde duramamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
buğra |
: |
Arslan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
buğsukmak |
: |
1. Bunalmak,boğulmak. 2. Ateş, alev almayıp duman çıkarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
buğu |
: |
1. Duman, koku. 2. Buhar. “Otobüse binince buğu kapladı gözlüğün camını.” |
buğur |
: |
Erkek deve. |
buğuz |
: |
Kin, hınç, buğz. |
buğuz beslemek |
: |
Kin beslemek, hınç duymak. |
buharle |
: |
Baca. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
buhur |
: |
İki hörgüçlü erkek deve cinsi, buhur. Bunun dölünden tülü çıkar, boz deve çıkar. “Sabahanan abdest alır Bilmem tülü, bilmem buhur Başın dara geldi ise Ha Deli Bostan’ı çağır” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)) |
buhuz |
: |
Kin. |
buk |
: |
Kavun, karpuz ekilen yer. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
buka: |
: |
Kaçmaması için hayvanların ayağına takılan zincir, demir köstek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bukadisin |
: |
Bundan böyle. |
bukağa |
: |
Hayvanların ayaklarına vurulan köstek. “Gebzelinden aşıncağız Görünür oğlansız mezer Ağamın atı varıdı Bukağası elde gezer” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
bukağı |
: |
1. Eskiden ağır cezalıların ayaklarına takılıp ucuna pranga bağlanan demir halka, puha 2. Atların ayaklarına vurulan köstek. |
bukağılama |
: |
Hayvanların hızlı koşmasını önlemek için iki ayağını birbirine bağlayan ip veya demir halka ile bağlama. |
bukak |
: |
Gerdan üstü. |
bukbuka |
: |
Su bardağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
buladan |
: |
Çınar ağacı. |
buladmak |
: |
Bulandırmak. |
bulağaç, bulağıç |
: |
Bulama yapımında karıştırma işini yapan aygıt. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bulak |
: |
1. Bulama yapımında karıştırma işini yapan araç. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Çeşme. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 3. Kutatgu Bilig’de su kaynağı veya gözesi diye geçer. Uygur yazılarında, dahaçok kanal ve arık anlamlarında kullanılmıştır. Anamur dilinde bu kelime sukaynağı için kullanılır. 4. Kaynak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bulam |
: |
Bulayım, bulurum. Yörü ey kaşları kalem Sağ olursam seni bulam Göğercinliktir bu âlem Konar göçer demedim mi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.451 |
bulama |
: |
1. Koyunun, ineğin ilk koyu sütü, ağız. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. Yemek, bulamaç. 3. Yoğurdun kaşıkla özenmesiyle elde edilen içecek, ayran. |
bulamaç |
: |
1. Hatize, pekmez ve un karışımı hamurun üzerine tereyağı dökülmesiyle yapılan yemek. 2. Köpek yalı, un lapası, yoksul yiyeceği. |
bulaman |
: |
Bulamazsın. “Mescidin selbi söğüdü Verseler almam öğüdü Hatın gızım heç bulaman Emmim oğlumu yiğidi” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Üç Kardeşin Ağıdı - 2, Kaynak Kişi: Döne Ekici) |
bulambaç |
: |
Unla yapılan bir çorba, bulamaç. |
bulanam |
: |
Bulanayım. Yer değilem karış karış yarılam Su değilem bulanam da durulam Şu dünyada sevdiğine sarılan Âhırette sual sorulmaz imiş Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.635 |
bulanık aylar |
: |
İnsanın, suları ilkbahar aylarında bulanık akan ırmak gibi olduğu dönemi. “Görünce bilirim aslı yiğidi Söyler izzetini dilde tanıdım Gönül bela imiş hadden aşınca Bulanık ayları selden tanıdım” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 486) |
bulanmak |
: |
Ağlamaklı olmak, burcu bulanmak. |
bulaşıg |
: |
Gücünün yettiğine sataşan, kavgacı. |
bulaşmak |
: |
Çatmak, hır çıkarmak, sataşmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bulda |
: |
Sığınılacak, kuytu yer. |
bulgur seti: |
: |
Bulgurun daha ince çekilen kırıntısı, simit, düğürcük. |
bulgurca |
: |
Pilavlık ve köftelik yapılacak buğdayın suda kaynatılarak pişirilmesi. Ermenek yöresinde etli bulgur köftesi yemeği. |
bulla |
: |
İri civciv. |
bullak |
: |
1. Kalaycı çırağı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Her tarafı sallanan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bullamak |
: |
Sallayarak sağa sola döndürmek, özellikle dansözlerin kalçalarını sallaması. |
bullanmak |
: |
Sallanmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bulluk |
: |
Buzağının ilk günlerdeki adı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bulsuramak |
: |
Çok harcamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bulunak |
: |
Çok bulunan, dahil olalım, bulunalım, avdet edelim. |
buluntu |
: |
1. Sözlü halk kültüründen derlenen. 2. Antika. |
bulup buşurmak |
: |
Bulup buluşturmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.). |
bulüz |
: |
Kambur. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bumba |
: |
Bomba. “Hele Veli’nin işine Dürbün dakınır döşüne Bumbası gendini vurmuş Yanmış Hak’kın ataşına” (Ahmed Z. Özdemir, Öyküleriyle Ağıtlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994, Cilt I)I) |
bumbar, mimbar, mumbar |
: |
1. Koyun veya keçinin kalın bağırsağı. 2. Bir kısım bağırsaktan yapılan dolma. İçli köfte gerek yola gidene Bumbar doldurması benzer harane Baklavayla börek şifa bedene Yedikçe elinim yumuk isterim Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.501 |
bun |
: |
Sıkıntı, üzünde, tasa, gam, keder. “Arap at da Burak olur Koç yiğitte yürek olur Bun deminde gerek olur Yiğide hor bakmak olmaz” Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004 |
bun demi |
: |
Sıkıntılı zaman. Arab at da Burak olur Koç yiğitte yürek olur Bun deminde gerek olur Yiğide hor bakmak olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.646 |
bun günü |
: |
Kötü gün. "İnsanın bun gününde dostu az olur." |
buŋar |
: |
Pınar. |
bunat |
: |
Kaynak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bunca |
: |
1. Bu kez, bu defa. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) “Memed: “Söylenme Çavuş,” diye bağırdı. “Bunca seni vuracağım, şimdiye kadar vurmadım. Bunca vuracağım.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Böylesi, bu şekli. “Kara olur okçuların yoncası Görülmemiş bu dünyada buncası Açılmadan kopup düştü goncası Bahar ağlar açan güller iniler” (Celil Çınkır, Andırın Sözlü Kültür Varlıkları Envanter Çalışması I, Dadaloğlu) |
buncacık |
: |
Bu kadarcık, özellikle bir şeyin azlığını ya da küçüklüğünü iafade etmede kullanılır. |
buncağız |
: |
Bu kadara. |
buncal |
: |
Bu sefer. |
buncalayın |
: |
Bu kez, bu defa. |
buncalı |
: |
Bu kez, bu sefer. |
buncalış |
: |
Bu sefer. “Buncalış da idare ediyom amma bi daha asla göz yummam.” |
buncası |
: |
Böylesi. “Kara olur Okçular’ın yoncası Görülmemiş bu dünyada buncası Açılmadan kopup düştü goncası Bahar ağlar, açan güller iniler” (Cahit Öztelli, Köroğlu, Dadaloğlu, Kuloğlu, Özgür Yayın Dağıtım, İstanbul, II. Baskı, 1984 S. 262) |
buncâz |
: |
Bu kadar, bu kadarcık, küçük, suçsuz, masum. |
buŋcukmak |
: |
Sıkılmak, daralmak, sabrı kalmamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bunda, bundalı |
: |
1. Bu kez, bu defa. “Kalabalık, yorgun, bitkin, umutsuz, neşesiz, sallana sallana döndü. Bunda çocuklar arkada kalmışlar, oynaya oynaya geliyorlardı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) 2. Burada. Muradım nasihat bunda söylemek Size lâyık olan anı dinlemek Sev seni seveni zây'etme emek Sevenin sözünden geçici olma Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.389
Karac’oğlan eydür sarsam dilberler Kelb rakibler birbirine girerler Bundaki güzele niçin kıyarlar Güzeli balinan beslemek gerek Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.472 |
bundan kelli |
: |
Bundan böyle, bugünden sonra, artık. |
bundan kerim |
: |
Bundan sonra. |
bundar |
: |
Bunlar. “Demir asa âldi, Gülbahri demiş. Onûçun ben seni geldim buldum, demiş. Bundar orda gavışmışlar. Ondar ermiş muradına, darısı ermiennere.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
bundeli |
: |
Bu sefer, bu kez. |
bunemek |
: |
(Su için)Önünü kapamak. |
bûnemek |
: |
Bir yerden suyun kaynayarak çıkması. |
buŋguldamak |
: |
Kaynamak. |
bungunluk |
: |
Sıkıntı, keder. |
buninen, bunie:nen |
: |
Bununla. |
buŋlu |
: |
Sıkıntılı, bunalımlı, kederli, gamlı. |
buŋmak |
: |
1. Beğenmemek, azımsamak, küçümsemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Topraktan su çıkmak, toprakta göz oluşmak. 3. Çok üşümek. 4. Bunalmak. |
bunmuak |
: |
Bunalmak. |
bunna: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; bunlar. |
bunnar |
: |
Bunlar. “Bir gün, bir ayinen, bir dilki arkadaş olmuşlar. Bunnar gece yerler gündüz yatarlarımış.” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Yukarı Çukurova Masallarında Motif Ve Tip Araştırması) |
bunsak |
: |
Kederlendirici, sıkıcı yer, kötü yer. |
buŋsakmak |
: |
Boğulacak gibi olmak. |
buŋsukmak |
: |
1. Soluk almaz durumda olmak, dumandan yahut isten bunalmak. “Pencereyi aç artık içerde bunsuktum.” (Ahmet Türkmenoğlu, Türkmen Ağzı Sözlüğü, Arkeoloji Ve Sanat Yayınları 2008) 2. Bir şey konusunda çok dara düşmek. |
bunsuramak |
: |
Beğenmemek, azımsamak, küçümsemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
bunu bana eş ederim |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Ağıt yakanlar Çocuğunu gösterir. Bundan sonra eşim bu olacak derler. Çocuğum için, kocam için burada dururum ve baba evine asla gitmem der, asla bir başkasıyla evlenmem der. |
buŋuna busmak |
: |
Olmayacak bir şeyi yaptırmak için ısrar etmek. |
bunu:nan |
: |
Bununla. |
Burak |
: |
Hz. Muhammed’in Miraç’ta bindiği at, cennet atı. Arab at da Burak olur Koç yiğitte yürek olur Bun deminde gerek olur Yiğide hor bakmak olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.646 |
buraḫmak |
: |
Bırakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Osm.) |
burakmak |
: |
Bırakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
buramaç |
: |
Kağnının arka kuyrukları arasında hasat zamanı konulan ve kağnıdaki sapı sıkıştırmaya yarayan ağaç çubuk. |
burc |
: |
Sürgün, tomurcuk. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
burca |
: |
Vermek, tomurcuklanmak, açıvermek. |
burca burca |
: |
Burcu burcu, güzel ve keskin kokuyu anlatır. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
burcak burcak |
: |
Burcu burcu, keskin, güzel kokuyu anlatır. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
burcu bulanmak |
: |
Ağıtlarda kullanılan bir kalıptır. Çok üzülmek, ağlayacak gibi olmak,üzülmek, duygulanmak, ağlamsı olmak, kafası bozulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) “Ağdere’nin ağ suları Akar dolanı dolanı Ehmed oğlum can veriyor Burcu bulanı bulanı” (Ali Karaosmanoğlu, Toroslar’da Ağıtlar, Tirşik Yay. No:1, İstanbul 2008) |
burcu burcu kokmak |
: |
Çok hoş kokmak İmâna gel kanlı gurbet îmana Biz de başımızı saldık gümanu Yağıp yağmur gün doğunca çimene Kokar burcu burcu gülü sılanın Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.535. |
burculu kokulu |
: |
Çok hoş kokulu. |
burç |
: |
1. Balta ile yarılamayan, sert budaklı ağaç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Taze filiz, ışkın, yeni açmış yaprak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
burçalak |
: |
Kökü yenilen bir ot. |
burçalık |
: |
Yer elması biçiminde, siyah kabuklu ve kırlarda kendiliğinden yetişen bir bitki. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
burdahı |
: |
Buradaki. “Nahırönüneadar gederdi buradahı su.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
burey |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; buraya. |
burgaç |
: |
1. Ucu çatallı, uzun, meyve koparmaya yarayan ağaç, garrağ. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) 2. Şiddetli rüzgar, kasırga. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Balta ile yarılamayan, sert, budaklı ağaç. 4. Girdap, çevrek. “Bazı nehir ve suların dönen yerleri vardır. Halk arasında buna burgaç diyorlar.” |
burgağaç |
: |
Ucu çatallı, uzun, meyve koparmaya yarayan ağaç, garrağ. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
burgı |
: |
Bulgur. |
burgu |
: |
Ucu kıvrık ve keskin bıçak, el matkabı, delgi. |
burgur |
: |
Bulgur. |
burhan |
: |
Kanıt, delil. |
burie |
: |
Buraya. |
buriye |
: |
Buraya. |
buriyeçe: |
: |
Buraya kadar. |
burkaç |
: |
Altın bilezik. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
burkaçlamak |
: |
Dokunacak ipliği bir zaman ıslattıktan sonra iyi bükmek suretiyle suyunu sıkmak ve öylece bırakmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
burkuşmak |
: |
Burkulmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
burma |
: |
1. Eğrilmek için bükülmüş bilezik haline getirlilen bileğe takılan kıl ya da yün. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) 2. Bir çesit bilezik. “Goca pınar çağlar akar (Kaynak: Andırın Büveme Köyü’nden Cinnilerden Ahmet Kıvrak Cinnemet)
Güzellerin salağına varmalı El bağlayıp dîvanına durmalı Kırmızı kolçaklı altun burmalı Ak elleri topak olur güzelin Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.554 3. Kız veya kadınların beliklerini birleştirerek ikinci kez örmesi. Deniz kenarında biten hurmalar Siyah yüzüm mâh yüzüne burmalar Gök yüzünde katarlanmış turnalar Onlar da çığrışır baz gele deyi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.465 4. Biçilen yeşil otun burulup iç içe geçirildikten sonra kurutulmasıyla yapılan kışlık yem. 5. Keten liflerinden, kecini ayırdıktan sonra yapılan kelep, deste. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
burma burma |
: |
Kıvrım kıvrım, ziyadesiyle kıvrım kıvrım. Ala pınar kurna kurna Gökyüzünde telli turna Zülüflerin burma burma Çiçek topla benim için Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.542 |
burmalanmak |
: |
Halkalanmak, halka halka yapmak. Karac’oğlan eder Bayburt elleri Esip esip bize gelir yelleri Burmalanmış yâr yüzünün telleri Ona bağlayacak gül gerek bana Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.393 |
burnagal |
: |
Burnu büyük, uzun. |
burnu bulutu çizmek |
: |
Kendini beğenmiş, havalı olmak. |
burnu habar alır Toros’dan gendisi gorkar horozdan |
: |
Her şeye müdahale eder ama ödleğin de tekidir. “Burnu habar alır Toros’dan gendisi gorkar horozdan.” |
burnu kırarmak |
: |
Gelmek üzere olmak. |
burnuna koymamak |
: |
Umursamamak, önemsemek, küçümsemek. |
burnunun yivi yok |
: |
Utanmayı bilmez. “Burnunun yivi yok.” |
buru |
: |
1. Sancı. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Elli gram ağırlığında olan pamuk ipliği çilesi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Amipli dizanteri. “Boynuŋ buru gazzığına döne.”Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |
buruk |
: |
Kambur. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
burum burum |
: |
Buram buram. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
burun |
: |
Çıkıntı. |
burun çalma |
: |
At ve eşeğin hızlı soluması. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
burun otu |
: |
Enfiye. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
burun yünü |
: |
Taranmış, temizlenmiş yün. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
burunçalık |
: |
Geniş yapraklı ve gri renkli bir yemlik türü. |
burunlamak |
: |
1. Gönül indirmemek. 2. Beğenmediğini belli etmek, beğenmemek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
burunlanmak |
: |
Soğan, patates vb. sebzelerin daha toprağa dikilmeden filizlenmesi hali. |
burunlatma |
: |
Saban demirinin ucunu onartma. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
burunsalık |
: |
Hayvanın ısırmasını, gereksiz yere yem yemesini, hayvan yavrusunun anasından zamansız süt emmesini engellemek için burnuna geçirilen küçük bir kafese benzeyen başlık. |
buruya |
: |
Buraya. |
buryan |
: |
Biryan’dan, Açıkta yakılan ateşte pişirilen kebap. “Karac’oğlan der ki olduğu yerde Ciğer buryan olur gördüğü yerde Sabah güneşinin doğduğu yerde Bilmiyorum ne derdin var yâr senin” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, S. 555) |
bus |
: |
Pus, sis. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
busak |
: |
Bu kez. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
busalı |
: |
Bu sefer, bu defa. “Daha gaç gün oldu, Mustuğu götüreli!... Başka yere getmişlerdir, busalı!...” (İbrahim Boysal, Zurba “Eşkıyalar” Kadirli Eğitim ve Kültür Vakfı Yayın No: 2, Kadirli 2007) |
busalık |
: |
Bu kez, bu sefer. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
busat |
: |
Süs eşyası. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
buse |
: |
Öpücük. Karac’oğlan çıkmış yârin bağından Çifte benleri var sol u sağından Güzel bir bûse ver al yanağından Nekeslikten kimse bezirgân olmaz Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.648 |
butur butur |
: |
Düz olmayan, inişli yokuşlu. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
buturak |
: |
Kilim nakışının ismi. |
buva |
: |
Boğa. |
buva:dar |
: |
Bu kadar. “Ulan çayımı niye yarım edin diye sorar. Garson da; Ne yarımı emmi, dodak payı o! Deyince, usta hiddetle; Ula yôrum benim dodâm motur tekerâdar mı ki buvâdar esik goydun der” (Arif Bilgin, Terk Eden Elbistan 1, Bassaray Matbaası, İzmir, II. Baskı 2007) |
buvanak |
: |
Sağanak, çok şiddetli ve kısa süreli sağanak yağmur. |
buvassak |
: |
Dişi sığırların çiftleşme isteği. |
buvassamak |
: |
(Dişi sığırlarda)Çiftleşme isteği olmak. |
buvat |
: |
Sarnıç, toplanmış su. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
buvaz |
: |
1. Boğaz. 2. İki dağ arasındaki geçit, vadi. |
buvazlamak |
: |
Boğazlamak. |
buvazlı |
: |
Fazla yemek yiyen kimse. |
buvazsak |
: |
1. Çok yiyen, obur. 2. Boğazına düşkün. |
buvazsız |
: |
İştahtan kesilmiş kimse. |
buyacan |
: |
Dondurucu soğuk. |
buyaŋ |
: |
Böyle, bu şilde. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
buy çalmak |
: |
Çok üşümek. |
buyamak |
: |
Boyamak. |
buyda |
: |
Buğday. “Buydasız olmaz. Herkeşin her sene tarlasının birezine buyda ekdiğini ben biliyom. Yo:sa aç kalırık biz. Ne ekme:miz olur ne de bulgurumuz. Hep bir nümeradır o. Bilmem gaç tas, şinik, teneke buydiye debboya dolduraca:n, Gadilliye geddikce bir iki çuval satıp öteberi alaca:n.” (Kadirli Bekereci Köyü’nden Kubilay, kaynak: www.bekereci. com) |
buyda biti |
: |
Buğdayları yiyerek geçinen bir böcek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
buyday |
: |
Buğday. |
buydey |
: |
Buğday. |
buyduranlık |
: |
Çok soğuk. |
buymak |
: |
1. Tipiden ötürü kar içinde mahsur kalmak. 2. Çok üşümek, donacak kadar üşümek, soğuktan donmak. “Kahve kavururduk bilmezdik çayı Dibek tak tuk eder sesi ne iyi Ilımazdı deri tuttuğun suyu İçince buyduğum aklıma düştü” (Aşık Karamehmet, Kaynak: Erdoğan Aslıyüce, Çukurova’nın Yıldızı Ceyhan, Ekrem Matbaası, Adana 2008)
Kuş tüyünden döşek olsan Kutnu kumaş yorgan olsan Zemheride buysam ölsem Yatmam yârim şimden kelli Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.448 |
buynaz |
: |
Tez üşüyen, donucu. |
buynuz |
: |
Boynuz. (TDK Derleme Sözlüğünden. Ada.) |
buyrumcu |
: |
Düğün, nişan veya mevlide eşi-dostu çağırmak için görevlendirilen kimse. |
buyu |
: |
Hububat çeşitlerinden. |
buyuru gelmek |
: |
Buyurmak, emretmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
buyz |
: |
Bu yüz, bu taraf. |
buz dondurmadık, deve gaydırmadık |
: |
Kimseye zararının olmaması. “Buz dondurmadık, deveyi gaydırmadık. Ne etliye garıştık ne de südlüye.” |
buz sırpmak |
: |
Buz üstünde kaymak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
buza |
: |
İnek yavrusu. |
buza ereği |
: |
Buzağıların köy yerinde sığırtmaça teslim edilmek üzere toplandığı yer. |
buzağı |
: |
İnek yavrusu. |
buzağı gazzığı |
: |
Kısa boylu. |
buzalabut |
: |
Baharda kırlarda açan mor bir çiçek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
buzalacı, bızalacı |
: |
Hamile inek ve manda, gebe hayvan. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
buzalama |
: |
(İnek)Yavrulama. |
buzalamak |
: |
(İnek) yavrulamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.)
|
buzdağımını çıkarmak |
: |
Bir şeyi paramparça etmek, onarılamazcasına parçalamak. |
bübe: |
: |
Bölgemiz göçmen ağzında; biber. |
büdelek |
: |
Bir çeşit ardıç olan doruk ağacının ürünü. |
büelek, büğalek, büğelek |
: |
Özellikle sığıra musallat olan, hortumuyla onların kanını emen, ağızlarına burunlarına giren, kuyruklarını ve başlarını sağa sola sallayarak çılgınca koşmalarına, delice davranmalarına yol açan, kan emici iri bir sinek. |
büğelek tutmak |
: |
(İnek, öküz, dana için kullanılır) Büğelek rahatsız ettiği için başını ve kuyruğunu sağa sola sallayarak çılgınca koşma biçiminde delice davranışlarda bulunmak. “Sığırları büğelek tuttu.” |
büğemek |
: |
Bir akarsuyu önüne set yapıp su toplamak, göl durumuna getirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
büğenmek, böğenmek |
: |
1. (Akarsu)Önüne set yapıldığı için toplanmak, birikmek. Irmak, nehir suları kabarmak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2.Hayvan sürüsünü önünü gererek toplamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 3. Hislerin ifade edilemeyerek içte toplanması, içlenmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
büğet |
: |
(Akarsuda) Göl durumuna getirilmiş yer, yapay küçük göl, gölet. Su birikintisi, gölcük, bataklık. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
büğlemek |
: |
1. Yılan deliğinden fırlamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 2. (Su, pınar) Yerden fıskırarak çıkmak, fışkırmak. |
büğmek |
: |
(Su) Kaynamak, fokur fokur kaynamak, bir noktadan kaynayarak çıkmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
büğnümek |
: |
1. İnsanın içinin taşması. 2. Suyun taşması, suyun topraktan kaynaması. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
büğon |
: |
Bugün. “Anam da bilir işini Gözel bağlardı başını Bütün dünyaları gezdi Büğon da buldu eşini” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
büğrü |
: |
1. Eğri. 2. Kambur. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
büğüldemek |
: |
(Su) Topraktan kaynamak. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
büğültü |
: |
Su kabarcığı. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
bühere |
: |
Baca. |
bühtan |
: |
İftira. “Karac’oğlan der ki yemin etmeyim Ballar yalayıp da ağu yutmayım Var git yiğit deyi bühtan etmeyim Niçin söz verdin sen gel deyi deyi” (Karacaoğlan, Kaynak: Cahit Öztelli, Karacaoğlan, Varlık Yay. İstanbul 1953)
Karac’oğlan der ki yemin etmeyin Ballar yalayıp da ağı yutmayın Var git yiğit deyi bühtan etmeyin Niçin söz verdin sen gel deyi deyi Saim Sakaoğlu, Karacaoğlan, Akçağ Yay., Ankara 2004, s.467 |
bük |
: |
1. Yabani çilek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Bostan. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Irmak kenarında sulanabilen tarla. 4. Sapa. 5. Patates ekilen tarla. 6. Büküntülü yol, dağ araları, vadiler, dönemeç, viraj, çıkıntı, burun. 7. İçine girilmesi zor çalılık, çalılar, kamışlar, böğürtlenler, yaban asmaları, pıtraklar ve bunlara benzer sık ve çoğunlukla işe yaramaz bitkilerden oluşan, yer yer bataklık da olan geniş arazi. “Düz, killi, sürülmüş topraklardan sonra Çukurova’nın bükleri başlar.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
bükdelemek |
: |
1. Kaçamaklı cevap vermek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) 2. Ağır yük taşıyan hayvanın yükü taşımakta zorlanarak sendeleyerek yürümesi. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
büke |
: |
Çevresi ormanlık, yüksek ve çıplak tepe. |
büke büke |
: |
Kıvrım kıvrım, dolana dolana. “Karac’oğlan der ki yol büke büke Yönümü dönem de çevirem Hakk’a Elinde bir deste gül koka koka Nazlı yârim yaylasına göçtü mü” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 643) |
bükedurmak |
: |
Yere sağlam basmak, dikkatlice basmak. “Karac’oğlan der ki Hakk’a bakadur Yollar çamur belki çöker bükedur Çekemem kahrını bağrım yukadur Arada habarın gelip durmasın” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 540) |
büken |
: |
Ayrılmak isteyen. “Yeni geldi Arab atın sökünü Seyir eyle sağa sola bükeni Helal edin tuz ekmeğin hakkını Varamıyom beni burda eğler var” (Karacaoğlan, Saim Sakaoğlu, Akçağ Yay., Ankara 2004, s. 583) |
büklük |
: |
İçine girilmesi zor çalılık, çalılar, kamışlar, böğürtlenler, yaban asmaları, pıtraklar ve bunlara benzer sık ve çoğunlukla işe yaramaz bitkilerden oluşan, yer yer bataklık da olan geniş arazi. “Gün ışır ışımaz, köyden bu yana, Anavarzaya, büklüğe doğru bir çığrıltı gelmeye başlamıştı.” (Ali Püsküllüoğlu, Yaşar Kemal Sözlüğü, YKY, Euromat, İstanbul 2006) |
büklüm |
: |
Dönemeç. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bükme |
: |
1. Saç böreği. 2. Arasına ipek ipliği katılarak el tezgahında dokunan çamaşırlık bez. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bükmeç |
: |
Dönemeç. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bükmek |
: |
Vazgeçmek, bırakmak. |
büküdmek |
: |
1. Acıdan ya da bir sıkıntıdan kıvranmak. 2. Lafı kıvırmak. |
büküm |
: |
Yufka ekmeğin sulanıp birkaçının üst üste bükülmesiyle oluşan ekmek. |
büküş |
: |
1. Viraj, dönemeç. 2. Eğrilmek için hazırlanmış pamuk fitillerinin destesi. |
büküş etmek |
: |
Bükmek. |
bükütmek |
: |
Bir sıkıntı ile büzülmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
büküyürük |
: |
Büküyoruz. |
bülbil |
: |
Bülbül. “Hacılar köyünde de anam ataşım yanar Yüze elli tene mermi de anam üstümde döner Ellerin dalına da anam bülbiller gonar Bizim dala bülbil dêl baz inmez Gelin arkadaşlarım gelin yanıma Sebebim o tütünüm basın ganıma” (Mehmet Temiz, Yüksek Lisans Tezi, Andırın Ağıtları, Vurulan Tütüncülerin Ağıdı, Kaynak Kişi: Hacı Ahmet Temiz) |
bülbudak |
: |
Kilim kenar tezyinatının bir çeşidi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
büleylemek |
: |
Bilemek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
bülke |
: |
1. Hamamın ortasındaki sıcak su çıkan yer. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Şadırvanlarda su çıkan taş, fıskiye. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. Hamamlarda yıkanma yeri dışında, soğuk su bulunan istirahat yeri. “Hememin dışında bülkesi var, soug su ahar ya. Onun kenarında gelini dolandırıllardı.Gelininen barabar oynieregden dolanılır ıdı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
büllenlemek |
: |
1. Çabalamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Bükülmek, yükün altında vücudun bir o tarafa bir bu tarafa gitmesi. |
büllüğünü yiyim |
: |
Genellikle küçük erkek çocuklara bir iş yaptığında teşekkür olarak ya da yapması istendiğinde rica olarak kullanılır. “Büllüğünü yiyim senin.” |
büllük |
: |
Erkek çocuklarının pipisi. |
bülübülü |
: |
Bir çeşit kertenkele. |
bülüç |
: |
1. Civiciv. 2. Piliç. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bülük |
: |
Erkek çocuk pipisi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
büŋelek |
: |
Sığırları ısırarak onların sağa sola kaçışmalarına neden olan bir böcek, büvalek. |
büŋelmek |
: |
İyice eğilmek, cinsi münasebet. |
büŋemek |
: |
Bir akarsuyu önüne set yapıp su toplamak, göl durumuna getirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
büŋgül büŋgül |
: |
Suyun topraktan kaynayarak çıkması. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) |
büŋgüldek, böŋgüldek |
: |
1. Kaynak sularının topraktan fışkırarak çıkması. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Kaynak pınar. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) 3. Çok hareketli, kıpır kıpır kimse, hiperaktif. |
büŋgüldemek |
: |
1. Coşmak, yerinde duramamak. 2. Kaynamak, fokur fokur kaynamak, bir noktadan kaynayarak çıkmak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) “Göbe var gözde, büngüldiür.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
büŋgüşük |
: |
Şekilsiz, eğik, yamuk yumuk. |
büŋüdmek |
: |
Bir kimseye umut vermek, umutlandırmak, birini yönetmek. |
büŋü:mek |
: |
Ümide kapılmak, umutlanmak, yönelmek. |
bürcü bürcü |
: |
Burcu burcu, güzel ve keskin kokuyu anlatır. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
büre |
: |
1. Pire. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Etrafı ormanlarla çevrilmiş, yüksek ve çıplak yerler. “Adana’nın en meşhur yaylalarından olan Bürücek yaylası böyle bir büre olduğundan bu ismi almıştır.” |
bürelenmek |
: |
Sarılmak. |
bürgü |
: |
Başörtüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) “Elif’im sallar örgüyü (Avşar Ağıtları, Elif Kızım Sallar Beşik Ağıdı, Kaynak Kişi: Yilmaz İlik, Dikenin Gülü Avsarlar kitabı) |
bürgün |
: |
Birgün. “Derhal ori:y mekan dutuyor, alıp furmi: başlıyor. Her zaman uçunda paşanın yânna gelip gediyor. Teklifsiz olaraķdan gonuşiyor. Bürgün paşa Ali Gadoğlu’na soriyor. Senin aslın nereli ve kimlerdensin, deyi soruşun, diyor ki Elbâlidenim. Ali Gadoğlu’nun oğluyum. Elboğlu emmim oğludur ve onnân döyüşdük o yüzden yanına geldim.” (Ahmet Caferoğlu, Anadolu Ağzı Derlemeleri, Maraş Bölümü, Kaynak kişi: Tokmaklı’dan Ehmet Kılıç) |
bürlenmek |
: |
Örtünmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
bürüg |
: |
Kenarı oyalı başörtüsü. “Âşık deyişetçi buyur ise ne (Kaynak Şahıs: Celil Çınkır, Hayati Vasfi Taşyürek) |
bürük |
: |
1. Kenarları oyalı tülbentten yapılan beyaz başörtüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) 2. Oyalı yazma. “Çıktım ağılın guzuna Bürüğü örttüm yüzüne Niye konuşmuyorsun beyim Küstün mü börklü kızına” (Afşin İlçe Milli Eğitim Kültür Yayınları Serisi: 1, Afşin Ağıtları, Türk Ali’si Mustafa’nın Ağıtı, Derleyen: Nadiriye Gündoğar, Kaynak Kişi: Sultan Gündoğar) |
bürülmek |
: |
Örtmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
bürümcek |
: |
Kenarları oyalı tülbentten yapılan beyaz başörtüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
bürümcük |
: |
Kenarları oyalı tülbentten yapılan beyaz başörtüsü. |
bürüncük |
: |
Büyük, beyaz kadın başörtüsü. |
bürümek |
: |
1. Kafaya geçirmek. 2. Kaplamak, örtmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr. İç.) “Uğur der ki tez gel kalma yasımda Yüzde elli can var iken sesimde Bir Fatiha oku son nefesimde Ecel gözlerimi bürümeden gel” (Kaynak şahıs: Celil Çınkır, Şair: Hacı Hasan Uğur) |
bürüngeç |
: |
Kenarları oyalı tülbentten yapılan beyaz başörtüsü. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) |
bürünmek |
: |
Baştan aşağı örtünmek. |
büryan |
: |
Ateşte kavurmak, kebap olmak, kızarmak. “Yılda gelir iki bayram Yandı yürek oldu büryan Ankara’da Hacı Bayram Sen de söyle bir can versin Dua eyle bir can versin” (Doç. Dr. Esma Şimşek, Kadirli ve Osmaniye Ağıtları, Kültür Ofset Basımevi, Antakya 1993) |
büsmürük |
: |
Eski, yırtık elbise. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
büssük |
: |
Kedi. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) |
büsten |
: |
Kedi. |
büsü |
: |
Kedi. |
bü:mek |
: |
Bir şeyin önünü kapamak, konuyla ilgisi olmayan laflar söyleyerek konuşmanın seyrini değiştirmek. |
büvalek, büvelek |
: |
Özellikle sığıra musallat olan, hortumuyla onların kanını emen, ağızlarına burunlarına giren, kuyruklarını ve başlarını sağa sola sallayarak çılgınca koşmalarına, delice davranmalarına yol açan, kan emici iri bir sinek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. Osm.) “Ağustos’ta yatanı, zemheri de büvelek tutar. (Andırın Atasözü). |
büvelek dudmak |
: |
Büvelek sineğinin ısırmasından sonra can havliyle kaçmak. |
büvemek |
: |
Bir akarsuyu önüne set yapıp su toplamak, göl durumuna getirmek. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada.) |
büvet |
: |
1. Irmağın en derin yeri. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr.) 2. Suyun önüne çekilen set, bent. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 3. (Akarsuda) göl durumuna getirilmiş yer, yapay küçük göl, gölet. “Başgasının yapdığı büvetden otlanmalarımız, incilerimizin başında gelenlerindendi.” (Kadirli Bekereci Köyü’nden Kubilay, Kaynak Bekereci Köyü websitesi.) |
büyon |
: |
Bugün. |
büyük itin bazlama kovaladığı gibi |
: |
Çok heyecanlı, hevesli bir şekilde bir işi takip etmek. |
büzdekleme |
: |
Yüke gücün yetmemesinden kaynaklanan zorlama. |
büzdeklemek |
: |
Miskince hareket etmek, oyalanmak, duraksamak. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) |
büzdürük |
: |
Bir tür hamur tatlısı. |
büzlengiç |
: |
Hayvanları hareketlendirmek veya hızlandırmak için dürtmek amacıyla hazırlanmış ucu sivri çubuk. |
büzmece |
: |
1. Yeni doğmuş çocukların topuklarında çıkan bir çeşit yara. (TDK Derleme Sözlüğünden. Mr.) 2. Ağrı, sancı. 3. Tetanoz. |
büzmece otu |
: |
Kırlarda yetişen ağrı ve sancı için kullanılan ot çeşidi. ipliğe dizilerek duvarlara süs olarak asılır. |
büzmeç |
: |
Kesenin yahut torba vb. şeylerin iple büzülen ağzı. “Seklem çuval harmancalık etmişik. Onu da anam bir torbıya koydu ve ağzını büzmeçledi.” |
büzüdmek |
: |
Boynunu içine çekip, ellerini ceplerine ya da koynuna sokup, belini de kamburlaştırarak oturma. |
büzülmek |
: |
Kıvrılma. “Esgi gelinlerin tacı olurdu. Şö:le duvâ büzellerdi. Burie de mum çiçâ düzellerdi. Saç gıvrışdırıllardı.” (Mine Kılıç, Kahramanmaraş Merkez Ağzı, Ukde Yayınları, K.Maraş 2008) |
büzündürük |
: |
Üşümeden dolayı büzülme hali. |
büzütmek |
: |
Soğuktan uyuşup büzülmek. (TDK Derleme Sözlüğünden. İç.) |
büzzük |
: |
Büzük, kıç, makat, anüs. (TDK Derleme Sözlüğünden Ada. Mr. İç.) “Dana boşandı gazzıktan, bu da çıkdo büzzükten.”Toroslar bölgesinden mumyalanmış bir söz. |