Bir Maraş atasözü şöyle der: “Maraş’ın üst yanında keklik öter, alt yanında turaç biter.”
Ben Maraş’a mayıs ayında gittim. Mayıs ayında gittiğim için de üst yanla alt yan arasındaki mevsim ayrılığını anlayamadım. Mayısta Maraş’ın her yanı yemyeşildir. Hele Göksun’a, Efe Pınarı’na doğru uzanacak olursanız bu dolayların en güzel çamlarını, en güzel ormanlarını görmüş olursunuz. Nedir Maraş’ın içi; kuru, kupkurudur. Eski belediye başkanı zamanında gürültülü karşı koymalarla açılan bir caddesinden, bir lisesinden ve Çeltik Palasından başka hiçbir şeyi yoktur. Kız Enstitüsü, Ziraat Bankası, Hükümet Konağı biterse, bir de bu üç yapısı olacak. Buna karşılık, Maraşlılara, okumayı sevmeyen insanlar gözüyle bakılamaz. Günün her saatinde sokaklarında şu kitaplar satılmaktadır: Beklenen Şarkılar, Adem ile Havva ve Cenneti Alâ, Firavunun Son Günleri, Çocuklara Mahsus Resimli ve Tatbikatlı Namaz Hocası, Develili Seyranî, Hıçkırık.
Maraşlı gazeteciler, öğretmenler ve öğrencilerle tanışmasaydım doğrusu ya, çok kırgın dönecektim. Bunlarla konuşunca anladım ki, Maraş’ın bugünkü geri durumuna Maraşlılar da yakınmaktaymışlar. Ertesi gün, Maraş’ın ilkokullarını da dolaştım. Bunlar da yüreğimi biraz daha aydınlattı. Dahası var: İstiklâl İlkokulunun önünden geçerken, bir sınıfta, öğretmenlerini sessiz ve hayran dinleyen öğrencileri de gördüm. İçimden: “Okuyun Maraş yavruları; yavrukurtlar! Atatürk, eşine yüzyıllar yüzyılı zor rastlayacağımıza benzeyen o adam, yaşamda yol göstericilerin en gerçeği bilimdir demiş ya, okuyun. Biraz sonra ben de, Antep’e varınca, bavulumu açacak, Sait Faik’leri, Orhan Veli’leri, Hâldun Taner’leri okumaya, tekrar tekrar okumağa başlayacağım, okuyun.” diye bağırasım bile geldi. Daha sonra, bir köy öğretmeni, Nabi Çalık’la da karşılaştım. Nabi Çalık: “Aydınlar buraya gelmeli, toprağı avucuna almalı, sıkmalı, sıkmalı.” diyor. Nabi Çalık! Bu, su katılmamış köy çocuğu beni iyiden iyiye duygulandırıyor. Otele dönüyorum. Otelin salonunda da Nuri Pakdil’i, beni bekler buluyorum.