Kişiler gibi, kentlerin, toplumların ve ülkelerin de onur duyacakları farklılıkları, özellikleri, anları, günleri ve durumları vardır. Bu özellikler, gelip geçici olmaktan çok kalıcı olduğu takdirde, adeta genetik yapıya damgalarını vurarak, değişmez özellikler hâline gelirler. Kişileri gerçek anlamda kişilik sahibi yapan, toplumları nitelikli toplum hâline getiren, kentlere ve ülkelere de özellikli kent ya da ülke konumunu kazandıran işte bu temel değerlerdir. Bu değerler aynı zamanda toplumların medeni kimliklerini de oluştururlar. Onlarla ne kadar onur duyulsa yeridir. Ancak hiçbir özellik ve ayrıcalık tabulaştırılmamalı ve put hâline getirilmemelidir. Kahramanmaraş, her zaman gerek yöre, gerek bölge, gerekse dünya ölçeğinde öncü rol oynamış böylesine nitelikli ve özellikli kentlerimizden birisidir. Kadim medeniyetlerin ve eski kültürlerin merkezinde yer alan, aynı zamanda kuzey-güney, doğu-batı yönlerindeki yolların kesiştiği noktada bulunan bu tarihi kentimiz, Anadolu coğrafyasında her dönem etkili olmuş ve önemli misyonlar üstlenmiştir. Biz burada, Kahramanmaraş’ın önemini ve özelliklerini vurgulamak yerine, üstlendiği misyonlarla tarihin akışını nasıl yönlendirdiğini, bir iki örnekle anlatmaya, sonra da Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren ülkemizin ve İslam dünyasının fikir ve sanat hayatında oynadığı öncü rolü gözler önüne sermeye çalışacağız.
Geçen yüz yılın sonlarında ilan edilen Tanzimat ve Islahat fermanları, teorik manada önemli yenilikler getirirken, pratik manada bir takım zorlukları da beraberinde getirmişti. Özellikle azınlıklara verilen haklar, yabancı devletlerin de desteğiyle zaman zaman ülkenin zararına kullanılacak noktalara çekilmek istenmişti. Bu manada somut bir olay Kahramanmaraş’ta yaşanmıştı. Şöyle ki 1856 yılı Mart ayında Islahat fermanının kentte okunmasından sonra, İngiliz hükümeti adına Kahramanmaraş’ta askeri levazımat temin etmekle görevli bulunan Guermani isimli bir kişi, esnaftan aldığı malların bedellerini tam olarak ödemediği gibi, fermanı gerekçe göstererek halkı tahkir edici söz ve davranışlarda bulunmuştu. Onuruna son derece düşkün olan ve dinî, millî konularda fazlasıyla duyarlı bulunan Kahramanmaraş halkı, azınlıkların ve yabancıların bu şımarık tavrına hemen tepki göstermiş, söz konusu kişinin bulunduğu evi kuşa tarak ateşe vermişti. Guermani ile birlikte bazı kişilerin de hayatlarını yitirdikleri bu olayı İngiliz hükümeti protesto etmiş ve yapılan sorgulamada suçlular belirlenerek cezalandırılmış, Devlet-i Aliye tarafından da maktullerin kan bedelleri ödenmişti.
Aynı şekilde, vatanın tehlikede olduğu Birinci Cihan Savaşı’nın o meşum günlerinde Kahramanmaraş halkı, ilk isyan bayrağını çekerek milli kurtuluşa öncülük yapmıştı. Mondros mütarekesi ile İtilaf devletlerinin istedikleri bölgeyi işgal etmelerine imkân tanınması üzerine Kahramanmaraş önce İngilizler, sonra da Fransızlar tarafından işgal edilmişti. İngiliz işgalinden haberdar olan Maraşlılar, öncelikle kentin giriş-çıkış noktalarını kontrol altına almışlar ve bu amaçla bazı köprüleri yıkmışlardı. Fakat yörede yaşayan Ermenilerin yardım ve desteğiyle 22 Şubat 1919’da şehir işgal edilmişti. İngiliz işgalinden cesaret alan Ermeniler, şehirde taşkınlıklar yapmaya ve halkın gururunu incitecek davranışlarda bulunmaya başlamışlardı. Bir süre sonra İngilizlerle Fransızlar; Musul ve Irak’ın İngiltere’ye bırakılması, buna karşılık İngilizlerin Güneydoğu’da işgal ettikleri toprakların da Fransa’ya terk edilmesi konusunda anlaştılar. Ancak ne pahasına olursa olsun kentlerini korumayı amaçlayan Kahramanmaraş halkı, Fransızların şehre girmesini engellemek üzere direnişe geçti. Bu maksatla Ulucami önündeki meydanda toplanarak bir miting düzenlediler ve Fransızların işgal ettikleri yerlerde uyguladıkları zulüm ve işkenceleri telin ettiler. 29 Ekim 1919 Çarşamba günü ikindi üzeri Fransızlar, Maraş’a gelerek şehrin güneyindeki Aksu Köprüsü’nün yanına karargâh kurdular, ertesi gün de Ermenilerin desteğiyle kenti işgal ettiler. Kentte yaşayan Ermeniler işgali kutlamak üzere evlerinin damlarına çıkarak sevinç gösterileri yaptılar. Ellerinde Fransız ve Ermeni bayrakları olduğu hâlde, “Kahrolsun Türkler, yaşasın Fransızlar ve Ermeniler!” diye bağırarak sloganlar attılar. İşgalci Fransız askerlerinin, hamamdan çıkan Türk hanımlarının peçelerini yırtmaya çalışmaları ve: “Artık burası Türklerin ülkesi değil, Fransızların ülkesidir, peçe ile dolaşamazsınız!” diye bağırmaları kentte büyük tedirginliklere sebep oldu. Bunun üzerine asıl adı Ali olan ve hem süt satarak geçimini sağlayan, hem de imamlık yapan Sütçü İmam tabancasını alarak olayın cereyan ettiği yere geldi ve kurşunlarını saldırganların üzerine boşalttı. Böylece o büyük ve şanlı mücadele başladı. Bu olay, hem Kahramanmaraş’ın kurtuluşunun ilk ateşi oldu, hem de istiklâl savaşının ilk büyük şanlı atılımı. Daha sonraki günlerde Fransız komutan Yüzbaşı Andre’nin emriyle Kahramanmaraş kalesindeki Türk Bayrağının indirilmesi Müslüman-Türk halkını çileden çıkaran son adım oldu. Bu olayın ertesi günü cuma idi. Halk büyük kalabalıklar hâlinde Ulucami’de toplanmıştı. Minbere çıkan Rıdvan Hoca’nın “Hürriyetin bulunmadığı yerde cuma namazı da kılınamaz.” demesi üzerine coşan cemaat minberdeki sancağı alarak kaleye doğru yürüdü ve tekbir sesleri arasında Fransız bayrağı indirilerek yerine yeniden Türk bayrağı asıldı. Bundan sonra bütün vatan sathında direniş hareketleri canlandı ve emperyalist güçlerin bütün Anadolu’dan sürülmeleri sağlandı. Bu kahraman şehir, böylece millî kurtuluş mücadelemizde öncülük misyonunun yerine getirmişti.
Kahramanmaraş sadece vatanın kurtarılmasındaki öncülüğüyle kalmaz, aynı zamanda kültürel ve entelektüel alandaki gelişmelerde de öncü bir rol oynar. Osmanlı döneminde, eserleri, imparatorluktaki hemen hemen bütün medreselerde çokça okunan Saçaklızâde Mehmed Efendi’den başlayarak, Matematikçi Abdürrahîm Paşa’ya, Divan şiirinin son büyük ustalarından Sünbülzâde Vehbi Efendi’ye ve ünlü sûfî şair Kuddûsî’ye kadar birçok kişi bu topraklarda yetişerek İmparatorluk sathına dağılmışlardı. Cumhuriyet döneminde de hem ülkenin, hem de bölgenin entelektüel cazibe merkezi olma konumunu sürdüren Kahramanmaraş, özellikle büyük şair ve düşünür Necip Fazıl Kısakürek’in Türkiye çapında başlattığı Büyük Doğu fikir hareketinin ana merkezlerinden birisi olmuştur. Aynı çizgiyi devam ettiren ve önceleri Sezai Karakoç’un yönetimindeki “Diriliş” dergisi etrafında toplanan; daha sonra Mehmet Akif İnan, Nuri Pakdil, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu ve Rasim Özdenören gibi aydın ve sanatkârların kümelendiği “Mavera” ve “Edebiyat” dergileri etrafında halkalanan çağdaş İslam düşünce ve sanatının bazı önemli temsilcileri de ya Kahramanmaraş kökenliydiler, ya da bu kentin sahip bulunduğu ilim ve irfan çeşmesinden beslenmiş kimselerdi. Bu nedenle de özellikle son yarım yüz yılda Kahramanmaraş, yalnız bölgenin değil bütünüyle Türkiye’nin ana entelektüel akslarından birisini oluşturmuştur. Ben, ilk kez 1961 yılında eski usul medrese eğitimi görmüş küçük bir çocuk olarak geldiğim bu güzel şehirde, İslam bilim ve düşüncesinin yanı sıra çağdaş Türk düşüncesinin de değerli temsilcileriyle tanışma fırsatını buldum. Önce yörede haklı bir şöhret kazanmış olan Müftü Hafız Ali Efendi’yi ziyaret ettim. Onun ilmî otoritesini rahmetli babamdan duymuştum. Kendisiyle tanıştığımda yanında, o zamanki unvanı müftülük müsevvidi olan Fazlı Efendi merhum da bulunmaktaydı. Hafız Ali Efendi, bir metin okutarak Arapçamı kontrol ettikten sonra kulaklarımda adeta küpe olan şu sözleri söylemişti: “Şöhret afettir, aman evladım bundan uzak durmaya çalış!” Eski Osmanlı geleneğinin son temsilcileri olarak bu geleneği sürdürmeye çalışan ve bu uğurda pek çok fedakârlıklara katlanmaktan çekinmeyen Maraşlı Hafız Ali Efendi, Zekeriya Efendi, Urfalı Buluntu Hoca, Molla Hamid Hoca, Diyarbakırlı Molla İbrahim Efendi, Hazrolu Şeyda Hacı Fettah Efendi, Molla Ahmet, Molla Mehmet, Müftü Haydar Efendi, Silvanlı Hoca Tayfur Efendi, Antepli Hafız Tevfik Efendi, Besnili Lüzumi Efendi, Kilisli Hacı Mahmut Efendi, gibi yörede haklı bir şöhrete sahip bulunan bu fedakâr insanlar, bir yandan halkı dini konularda aydınlatmaya çalışıyor, bir yandan da dini ilimlerin yaşatılması için olağanüstü çaba harcıyorlardı. Ne var ki bu çabalar, bütün yurdu kaplayacak ve İslam dünyasının her tarafında etkili olacak yeni bir uyanışın ve dirilişin hazırlanmasını sağlamaktan uzaktı. Sadece bir süredir dini boşluk içine düşmüş olan toplumumuza geçici çözümler üretecek nitelikteydi. Hâlbuki İslam dünyası yeni bir kana ve yeni bir zihniyet yapısına muhtaçtı. Bunu, ancak köklü bir eğitim sistemi ve geniş bir kültürel dönüşüm programı sağlayabilirdi. İşte bu misyonu üstlenmek üzere kurulan İmam Hatip Okulları toplumun büyük bir kesiminden destek gördü ve bu kurumlar on beş yirmi sene içinde millete mal olacak bir ilgiye mahzar oldu. Türkiye çapındaki ilk 7 İmam Hatip Okulu’ndan birisi de Maraş’ta açılmıştı. Kahramanmaraş’ın öncü konumuna paralel olarak Maraş İmam Hatip Okulu da o günlerde canlı bir entelektüel hayatın merkezi hâline gelmişti.
Medresede belirli bir eğitim düzeyine geldikten sonra, yaşım müsait olduğundan ben de modern manada din eğitimi veren bu kurumlarda okumak ve devlet tarafından onaylanan bir diplomaya sahip olmak istiyordum. Bu amaçla gittiğim Kahramanmaraş’ta İmam Hatip Okulu Müdürü Abdülkadir Kocamanoğlu ve Müdür Yardımcısı Hamdi Savaş Beyler bana yardımcı oldular. Aynı zamanda Maraş Ulucami’nin baş imamı merhum İsmet Karaokur ve henüz Bağdat’tan yeni gelmiş olan Ali Haydar Kireççi başta olmak üzere bu okulda ders veren pek çok değerli hocadan istifade ettim. Gerçekten edep sahibi bir zat olan müftü merhum Abdullah Edip Güvenen’i ve İslami ilimler öğrenmek üzere o günlerde Bağdat’a gitmekte olan merhum Muharrem Çelebi’yi de o günlerde tanımıştım. Çiçeği burnunda bir Yüksek İslam Enstitüsü öğrencisi olan Ziya Güvenen’in heyecanlı konuşmaları hâlâ hatırımdadır. Bu çerçevede Kahramanmaraş’taki sosyal, kültürel ve entelektüel muhitlerden de fazlasıyla istifade ettim. Ulucami’nin sundurmalarından birisinin kenarındaki bölmelerde oluşturulmuş bulunan daracık bir odada kurulan “Maraş İmam Hatip Okulu Mezunları Cemiyeti”nin camlı kapıları arkasında o zamana göre oldukça canlı sayılan kültürel etkinlikler yapılıyordu. Bütün Türkiye tarafından ilgiyle izlenen Adım Gazetesi çıkarılıyordu. Bu mütevazı mahâlde, Kahramanmaraş’ın önde gelen eşrafı, aydınları ve entelektüelleri ile tanışma ve birlikte olma imkânı buldum. Daha sonra uzun süre birlikteliğimiz devam edecek olan Kenan Ağabey (Seyithanoğlu) ile burada tanışmıştım. Daha sonra Sayın Hasan Seyithanoğlu ile de tanışacak ve dostça bir ilişki kuracaktık. Derslerden arta kalan zamanlarda devam ettiğim bu cemiyette Sayın Vehbi Vakkasoğlu, İsmail Kıllıoğlu, Ahmet Taşgetiren, Osman Sarı, Yaşar Alparslan, Vakkas Göksu gibi arkadaşlarla birlikte uzun sohbetlerde ve tartışmalarda bulunurduk. Burada, İslamî anlayışa gönül vermiş ve mümkün olduğu kadar İslamî ilimlere hizmet için çaba sarf eden Maraş eşrafından merhum Mehmet Emirmahmutoğlu, Mehmet Sandaloğlu, Sayın Yılmaz Ercan, Mehmet İncimez, Hilmi Vakkasoğlu, Mustafa Ramazanoğlu gibi ilk anda hatırlay abildiğim isimlerle tanışma imkânı bulduğum gibi, Maraş’a gelen Necip Fazıl, Arif Nihat Asya ve benzeri önemli şair ve düşünürleri de tanıma fırsatını elde ettim. Hiç unutmuyorum sıcak bir mayıs sabahı, Büyük Doğu dergisini satın almak üzere gittiğim kitapçı Şeref’in dükkânında, o zaman Ankara’da yaşam akta olup ailesini, yakın arkadaşlarını ziyarete gelmiş bulunan Sayın Nuri Pakdil ile tanıştım. Bu tanışma, benim entelektüel çizgimde büyük değişimlere; modern sanatı, düşünceyi ve hepsinin ötesinde Batı’yı ve Batı düşüncesini tanımama vesile oldu. O samimi tavrı ve büyüleyici üslubuyla kısa zamanda Sayın Nuri Pakdil ile büyük bir dostluk oluştu aramızda. Yıl boyu Maraş’a gelişini adeta iple çeker idim.
Nuri Ağabey’in aracılığıyla merhum Mehmet Akif İnan’ı, Cahit Zarifoğlu’nu ve Sayın Erdem Bayazıt’ı, Rasim Özdenören’i tanıdım. Kahramanmaraş, Türk düşünce ve sanat hayatına pek çok değerli isim armağan etmişti. Altmışlı yıllarda bu güzel kent, gerçekten Türk düşünce hayatına yeni bir soluk getiren ve yeni bir renk katan önemli merkezlerden birisi olmuştu. Bu dönemde ifa ettiği öncü rolden dolayı Kahramanmaraş ne kadar takdir edilse azdır. Kanaatimce Kahramanmaraş’ın son elli yıldaki bu entelektüel gelişiminden yararlanarak öncülük ruhunun daha da geliştirilmesi gerekir. Bir yandan kentin güçlü sanayi, ziraat ve ticaret potansiyelini harekete geçirirken, bir yandan da zengin entelektüel birikimini, kanlı boğuşmalara sahne olan Ortadoğu bölgesinin gelişip kalkınması için harekete geçirmekte büyük yarar var kuşkusuz. İnsanı, tabiatı ve tarihi ile eşsiz özellikleri bulunan bu güzel kent, hem ülkemizin, hem de Orta doğu’nun kültürel ve entelektüel cazibe merkezi hâline getirilebilir. Bu da ancak geniş eğitim ağları ve yüksek öğretim kurumlarıyla sağlanabilir. 1968 yılında ayrıldığım bu güzel ve öncü kente uzun bir aradan sonra gittiğimde pek çok şeyin değişmiş olduğunu gördüm. Dostlarımdan bir kısmı hayatta, bir kısmı da ahirete göç etmişlerdi. O günlerin fakir, sönük ve yorgun kentinin yerini yepyeni, oldukça mamur ve canlı bir şehir almıştı. Maraş’ın o eski tarihi dokusunun büsbütün kaybolmasına çok üzüldüm. Ama modern ve ileri bir kent duyarlılığıyla planlanmış olan, büyük caddeleri ve bulvarlarıyla; geniş yeşil alanları ve nispeten özenli mimarisiyle yeni Kahramanmaraş’a da imrendim.