Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmayı akıllarına koyan birleşmiş batılı ülkeler aralarındaki seri anlaşmalarla, “Hasta adam” ilan ettikleri devleti paylaşmaya başladıklarında, 3 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin yedinci maddesini bol bol istismar ettiler. Bu madde şöyle: “Müttefikler emniyetlerini tehdit eden bir durum zuhurunda herhangi bir sevkulceyş (strateji) nokta sını işgal hakkını haiz olacaklardır.” Bu maddeye dayanarak, “emniyetlerini tehlikede gören” müttefikler işgal sahâlarını genişletmeye karar verdiklerinde, bu sahanın içersine Maraş da giriyordu. Maraş ilkin İngilizler, daha sonra, müttefikler arasında varılan anlaşma gereğince Fransızlar tarafından işgal edildi. İşgal söylentileri üzerine, herhangi bir çatışmaya sebebiyet vermemek, askeri ve teçhizatı kurtarmak üzere Maraş’taki askerî birlikler geri çekildi. Kışlada Teğmen Cemal bir kıta as kerle yapayalnız kaldı. Şehir o tarihte 50 bin nüfusa sahipti. Bunun 14 binini Ermeniler teşkil ediyordu.
Müttefikler Osmanlı topraklarına doğrudan doğruya yerl eşip buralarda bir İngiliz veya bir Fransız hâkimiyeti tesis etme nin zorluğunu hatta imkânsızlığını bilerek, daha sonraları bütün Osmanlı topraklarında uygulayacakları gibi, küçük devletçiklerden birini Güney Anadolu’da bir Kürt Devleti şeklinde, bir diğerini ise Kilikya’da bir Ermeni Devleti şeklinde kurmak istiyorlardı. İşte İngilizler bu amaçla 23 Şubat 1919’da Max Doryan komutasında Maraş’ı işgale başladıklarında, Ermeniler haftalardır sürdürdükleri hazırlıklarıyla ortaya çıkıp onları karşıladılar. Transanta rahiplerinin bandosu, İngiliz birliğindeki askerlerin boynuna atılan yüzlerce Ermeni kızını coşturarak marşlar çalıyor, Ermeni delikanlılar sloganlar atıyorlardı: “Yaşasın İngilizler, yaşasın Fransızlar, kahrolsun Sultan.” Ve şehir, korkunç bir kin, bir sükûtu hayal ve kahır içindeki Maraşlının çaresiz bakışları altında işgal edilir. Şehirde Amerikan koleji ve misyonerleri vardır. Bunların Osmanlı Devleti içerisinde, nasıl en ücra şehirlerimize kadar, okul açmak, fiilen Hıristiyanlaştırma faaliyetleri yürütmek izni ve cesareti buldukları bir konu. İşte bu Amerikalı misyonerlerin batı basınına ulaştırdıkları sayısız düzmece raporlara göre “Türk Osmanlı topraklarında bütün Ermenileri sürmek ve peyderpey ortadan kaldırmak planları içindedir” ve bu yüzden de Hıristiyan kuvvetler onların hayatlarını korumaya gelmişlerdir. Böylece işgal ile birlikte yalnız Osmanlı topraklarından değil, sair ülkelerden de Ermeni militanlar şehre akmaya başladılar. Bunların ilk giriştikleri işlerin başında, yıllardan beri Müslümanlığı seçmiş olan Ermenileri tespit edip bunları toplamak oldu. Onlara Müslümanlığı terk edip dönmelerini, yakında kurulacak Ermeni devletinin birer üyesi olmalarını teklif ediyorlardı. Bir kısmı kabul ediyor, bir kısmı kabul etmiş görünüyordu. Direnenlere ise işkence ediliyordu. Diğer yandan itidalli bir görünüm altında sinsi planlarını uygulamak kararında olan İngilizler, Ermenilerin, bir an önce bir şeyler yapılmasını istemeleri karşısında bocalamaktaydılar. Şehirdeki bütün Müslümanlar Ermenilerin tasallutu altındadır. Olur, olmaz şekilde; halkın mallarına bir iki yabancı şahitle el koyan Ermenileri durduramayan İngiliz komutan, ister istemez onların yanında yer almakta ve Müslümanları sindirmek istemektedir.
Bu arada yerli Ermeniler, aralarında şu veya bu şekilde sürtüşme bulunan Türkleri katletmektedirler. Bunların hemen tümü karşılıksız kalır, Türkler oyuna gelmemeye, olaylara şikâyetlerle çare bulmaya çalışırlar. Ancak bunlar sonuçsuz kalır. Şikâyetçi olup gerek gasbedilen malını kurtarmak, gerekse akıtıl an kanların adlî makamlarda hesabının görülmesini istemek için müracaat edenler, İngiliz ve Ermeniler tarafından ayrıca iş kenceye tâbi tutulur, en azından feci şekilde dövülürler. Bu arada olaylar İngiliz komutana ters aksettirilmekte, Türklerin Ermenilere huzur vermediği rapor edilmektedir. Tansiyon gittikçe yükselir. Açık haksızlıklar aslında bir kışkırtma amacı taşımaktadır. 1 Bir Değirmendir Bu Dünya, Beyan Yayınları, İstanbul, 2004. Nihayet bu plânın bir gereği olarak, bilahare Maraş’a gelen İngiliz işgal kuvvetleri komutanı Max Doryan şehrin ileri gelenlerini bir tezkere ile kışlaya çağırıp gözdağı verir: “-Gerek Osmanlı hükümeti ve gerekse hâlk tarafından Ermenilere reva görülen eziyetlere acilen son verilecektir. Aksi takdirde zecrî tedbirler alınacaktır.” Bu ültimatomu dinleyen Müftü Tekerekzâde Mehmet Tevfik, Dayızâde Mehmet Emin, Eytam Müdürü Refet, Karaküçükzâde Hacı Mehmet, Seyyidî Hanzâde Osman, Leblebicizâde Ha fız Ali, Emir Abdülcelîzâde Şeyh Ali Sezaî efendilerin, “Ermeni lere sekiz asırdır zulmedilmediği, şimdi de herhangi bir şey yap ılmadığı, tam tersine Ermenilerin katliamlar ve gasplar yaptık ları, Müslümanları olay çıkması için tazyik ettikleri” şeklindeki itirazları dinlenmez bile. Olaylar bu şekilde devam edip dururken, anlaşmış devlet ler yeni yeni toplantılar yapmakta, Osmanlı topraklarını cöm ertçe aralarında bölüşmekteler. Tam bu sırada varılan yeni bir anlaşma gereğince, Maraş ve havalisi Fransızlara bırakılarak, İn gilizlerin Musul bölgesine el koymaları kararlaştırılır...
Bu kararın duyulması yeni bir heyecan dalgası uyandırdı. İngiliz belâsından kurtulacaklarına sevinemeyen Müslümanlar bu kez de Ermeni meselesinde çok daha cüretkâr hedefler tespit etmiş olan Fransızlarla baş başa kalacaklarından endişeye kapılırlar. Fakat endişeye kapılanlar sadece Maraşlı Müslümanlar değildi. Asıl Ermenileri büyük bir telaş kaplamıştı. Zira Fransızların Maraş’a intikalinden önce, İngilizlerin çekilmesi söz konusu idi. Bu durumda Ermenilerin tümü, Fransızlar gelinceye kadar sağ bırakılmayacaklarını düşünüyorlardı. Bu sebeple Ermeni ileri gelenleri derhâl Adana’ya giderek, Fransızların Maraş’a intikalinden önce İngilizlerin şehri terk etmemeleri konusunda garanti aldılar. Fransızların gittikleri yerlerde nasıl mezalim yaptıklarını bilen Maraşlıların gerek Sultan’a gerek İngiliz Mareşali Allenbi’ye çektiği şu telgraflar tabiatıyla bir işe yaramaz. 15 Ekim 1919’da Ulucami’de Doktor Mustafa’nın tertip ettiği bir mitingle Ermeni zulümleri dile getirildi. Olaylar tek tek anlatıldı. Bunlar olurken Maraşlılar milli bir direnme konusunda yavaş yavaş bir şeyler yapmak gerektiğine inanmaya başlamışlardı. Ordu yoktu, kendi başlarının çaresine bakmak zorundaydılar. Ancak düşmanı zamansız kuşkulandırmamak gerekiyordu. Bu sebeple halka itidal tavsiye ediliyor, gerekenlerin hep birlikte yapılması gerektiği duyuruluyordu. Yurt çapında yapılan gösteriler hiçbir işe yaramıyordu ve Fransızlar kendilerine ayırdıkları bölgeleri yavaş yavaş işgale başladılar. Maraş eşrafından Kadıoğulları, Doktor Mustafa, Eczacı Lütfi, Kocabaşoğlu Ömer, Emirmahmutoğlu Hasip ve Sarıkâtipoğlu Mehmet, silah ve cephane temini için civar illere ve kasabalara giderler ama elleri boş dönerler. Bu arada İngilizler bir an önce yeni yerlerine intikal etmekte zaman kaybettiklerini söylerken, Fransızlar bölgeye hâkim olmalarına yetmesi mümkün olmayan kuvvetlerini, yeni yeni teşkil ettikleri özel Ermeni lejyonlarıyla takviye etmeye ça lışmaktadırlar. Böylece Ermeni Alayları kuruldu. Nihayet Fransız kuvvetlerinin İngilizlerinkinin sayısına erişmesiyle harekete geçtiler. Fransız birliklerinde sadece dörtte bir oranında Fransız askeri vardı. Geri kalanların bir bölümünü Fransız sömürgesi Cezayir’den getirilmiş Müslüman askerler, fakat çoğunluğunu ye ni Ermeni birlikleri teşkil ediyordu. Böylece hem Fransız planı hem de Fransız birliklerinin yarıdan fazlasının Ermenilerden meydana gelmiş olması sebebiyle, ipler bir bakıma tam anlamı ile Ermeni ideallerinin eline geçmiş oluyor ve bir Ermeni devleti fikri daha şiddetli şekilde gündeme geliyordu.
Ekimin sonlarına doğru Ermeni komitalar, Osmaniye’den çekilen bir telgrafla şapkaları havaya attılar: Fransızlar 29 Ekim 1919’da Maraş’a intikal ediyordu. Olağanüstü bir gayretle hazırlanan Ermeniler, çoktan beri şeklini şemailini tesbit ettikleri Ermeni bayraklarından yüzler ce dikmeye başladılar ve o gün yine başta Transanta rahiplerinin çılgın bandosu, yüzlerce dekolte Ermeni kızı ve genci, ellerinde bayraklarıyla şehir altındaki ovaya kadar döküldüler. Yüzyıllardan beri engin himaye ve hoşgörüsü altında, dinlerine, isimleri ne, gelenek ve göreneklerine ve kılık kıyafetlerine sahip olarak yaşadıkları Osmanlı Türklerinin; bu yüzlerce yıllık hamillerinin gözlerinin içine baka baka: “Yaşasın Fransızlar, yaşasın Ermeniler, kahrolsun Sultan” diye bağıra bağıra Fransızları karşıladılar. Şehrin alt kısmında karşıladıkları Fransızlarla şehri boy dan boya kat ederek kışlaya çıkarken, asırlardır yalnız iyilikleri ni gördükleri Müslüman komşularının yüzüne bakmaktan utanmadan şu dörtlüğü haykırıyorlardı: Ay doğdu gün doğdu Fransızlar yedi lokumu Burası Ermenistan oldu Müslümanlar yedi b .................. Ve hemen ertesi gün, Milli Mücadele olarak adlandırılan hadiselerin, bu yazının kaleme alınış amacı olan ilk kurşun Maraş’ta atılır: Olay “Sütçü imam Olayı” olarak tarihe geçecektir: 30 Ekim Perşembe günü Fransızlara takviye kuvvetlerinin geleceğini öğrenen Ermeniler daha da azarlar. “Maraş Kilikya Ermeni Devleti’nin” ilan edildiğini haykırmaya başlarlar. Tam bir sarhoşluk içerisinde sağa sola saldırır, önüne gelen Müslümana hakaret ederler. Müslümanlardan bir grup, Mutasarrıf Ata Bey’e müracaat ederek, bu taşkınlıklara bir son verilmesini rica ederler. Mutas arrıf şaşkın bir vaziyettedir. Yapacak bir şey bulamadığı için, olayların çıkmasını müracaatçı Müslümanları tutuklayarak eng ellemeye çalışır. Bu ise Ermenileri büsbütün cesaretlendirir. Takviye birliğini oluşturan 400 Ermeni askerî birliği Ermenileri büsbütün cesaretlendirir. Takviye birliğini oluşturan 400 Erme ni askeri, 100 Fransız ve 500 Cezayir askeri büyük taşkınlıklar la karşılanır.
Ermeniler daha o gün işgal askerleriyle birlikte şehri tef tişe çıkarlar. Bunların Ermeni lejyonundan olup, Fransız komut anı, “Siz Müslümanları bilmezsiniz, askerlerin yanında biz de devriye çıkalım, şehri ve hâlkı tanırız.” diye ikna etmişlerdir.
Bunlar Fransız askerlerle birlikte şehri gezerken, hükü met konağı önünde nöbetçi Müslüman askere umumhaneyi sormak gibi, canlarının istediklerine sille tokat girişmek gibi ve ni hayet Uzunoluk Hamamı’ndan çıkan Müslüman kadınlara sataş mak gibi işlere girişirler. İşte Sütçü İmam Olayı olarak tarihe geçen ilk kurşun o olayda şöyle sıkılır: Ermeniler, hamamdan çıkıp evlerine doğru gitmek isteyen kadınları durdurup, tarihi kayıtlara göre; “Burası artık Türklerin değil, Fransız memleketinde peçeli gezilmez.” diyerek “peçelerini kaldırıp zorla ilişmek isterler.” Olaylara yakındaki bir kahveden Müslümanlar müdahale ederler. Fransız üniform ası giymiş olan Ermenilere nasihatler edilip yollarına gitmeleri söylenir ama onlar ısrar ederler, kadınları bırakmazlar, müdahale edenlere dipçiklerle vururlar, çatışma çıkınca da Çakmakçı Sait ve Gaffar Osman dipçik ve kurşunla yaralanır. Bunları izlemekte olan Sütçü İmam ismiyle bilinen cami müezzini evinden getirdiği Karadağ marka, patladığında büyük gürültü çıkaran tabancasıyla kadınlara musallat olan Ermeniyi vurur. Ermeniler, vurulan Ermeniyi hastaneye götürürken yin e aşırı taşkınlıklara girişir, daha o gün sağa sola ateş ederek masum insanları yaralar ve bunlardan Zülfikar Çavuşoğlu Hüseyin’i şehit ederler. Ertesi gün mütecaviz Ermeni ölür. Bu olayı hemen kullanmak kararı veren Fransız ve Ermeniler, cesedi günlerce bir manga askerle kilisede bekleterek, kilise çanlarını üç gün boyunca çalarak genel bir tedhiş hareketine başlarlar. Niyetleri Müslümanları sindirmektir. Memleketin bayrağından, ismine kadar her şeyini değiştirm ede ve onu mevcut veya kurulacak başka bir devletin, elbette bir Hıristiyan devletin boyunduruğuna sokma konusunda fevkalade şuur sahibi mütecaviz Ermeni, bir kahraman gibi gömülür.
Bu olay bahane edilerek hâlkın elindeki silahlar toplanmaya başlayacak; (bu arada kurtarıcı diye karşılanan İngilizler uğurlayıcı bir tek Ermeni olmadan Maraş’tan ayrılırlar), gizlen en Sütçü İmam’ın dayısının oğlu Tiyeklioğlu Kadir, burnu ve kulakları kesilip, işkence edilerek öldürülecek; Nasıroğlu Meh met’in palayla kafası uçurulacak; aynı gece bir muhacir şehit edilecek; ezan okurken Ermeniler bir araya gelip “Eşşek anırıyor” diye bağırıp nümayişler yapacaklar; rastladıkları Müslümanların dinlerine sövecekler, kışlaya götürüp işkence edecekler; Müslümanları öldürüp kadınlarını alacaklarını bağıra bağıra, sarhoş hâlde sokaklarda dolaşacaklar; kışladaki silahları Türk elbisesi giyerek soyacaklar; vaziyeti fark edenleri yaralayacak, Mustafa oğlu Ökkeş’i öldürecekler; Müslümanlıktan dönmediği için işkenceyle öldürdükleri Karaküçüklerin gelininden sonra, üzüntüsünden ölen Hacı Mehmet’in cenaze merasimi yapılırken, “defnedilmesine”, “Bize borcu vardı, ödenmeden gömdürmeyiz.” diyerek, akıl almaz bir tecavüz örneği daha sergileyecekler; şehre bol miktarda silah ve cephane yığarak katliamlar planlayacaklardır... Ama bunların tümü Sütçü İmam’ın Müslüman ruhundan şekillenip fırlayan o ilk kurşunun sağladığı, aynı anlamdaki direniş, örgütlenme ve silahlı mücadele ile yok edilecek; Fransızlar ağır kayıplar vererek 12 Şubat 1920’de şehirden kaçmak zorunda kalacaklardır. Kendilerini kurtarıcı olarak karşılayan Ermenilere haber bile vermeden... Ve ana birliklerine sağ salim kavuşmak için yanlarında birçok Müslüman rehin alarak... İki yılı aşkın bir süre devam eden işgal sırasında, zulüm ve işkenceyle ve Ermenilerin gün gün artan küstahlıkları ve tahrikleriyle yükselen tansiyonun sonunda 21 Ocak 1920’de Fransızlar halka son ve kesin bir gözdağı vermek ister. 22 gün ve gece devam eden ve Maraşlının kendi iradesi, azmi, İslâmî dinamizmi ile ve Allah’tan başka hiçbir dayanağı olmadan sürdürdüğü harp başlamış