Şiir; Türk toplumunun kurucu hafızasıdır. Görüneni ve görünmeyeniyle toplumsal belleğe direnç aşılar. Tarihe, tarihsele göndergeleriyle yatağını genişletir. Yaşamayı inceltmenin, hayatı yaşanılır kılmanın gerekirliğini duyurur. Paranteze alınmış yaşantıların dip akıntılarını tutarak şimdiki zamana bakma imkânı sağlar. Yaşantıyı yenibaştan kuracak davranışların tebellür etmesine dayanak olur. Kör gidip yol aşındıran tutumlara eklemlenmemek duyarlığını yapılandırır kalpte. İnsanın kendisiyle olan kavgasında estetik olanın, yararlı olanın yanında yer almasını buyurur. Kirlenmişliklere karşı uyanık olmaya çağırır. Özgürleşme istencini tutuşturacak kelimelerden destanlar yoğurur. Hiçleşme handikapından korunabilmek cehdini kışkırtır insanda. Geçmiş çağlardan bugüne şiir; sözün büyüleyen göstergesidir. Önceleri yazıya geçirilmeksizin sözlü olarak gönülden gönüle izi sürülürken modern dönemde yazıyla vücut bulmuştur. Ancak sözlü gelenek de yakın zamanlara kadar işlevselliğini devam ettirmiştir. Sözlü geleneğin ürünlerinden olan destanlar ortak hafızanın verimleridir bizde. Ortak belleğin verimi olarak sözle bedenleşir, anlatıya dönüşür gitgide. Dilden dile akar, yaşanan zamanlar boyunca. Yolsuzlara yolak, güçsüzlere umuttan barınaklar üretir.

Destanlar ki içine doğdukları toprağın, içine doğdukları kültürün sesi, sözü olarak yankılanırlar. Bir kahraman etrafında şekilleniyor görüntüsüne sahip olsalar da anonim yapılar biçiminde zuhur ederler. Okuyana doğduğu kültürün ve medeniyetin ses dokusunu, duygu dokusunu, yaşayış dokusunu taşırlar. Zamanda yönsüz kalmamanın dersini öğretirler. Örnek kişiliklerin yaşayışından esintiler getirerek yalnızlığın, kimsesizliğin, ezilmişliğin ufalayan geçitlerinden insanı çekip çıkarma ödevini yüklenirler. Gözyaşı ırmaklarına dönüşen kalbin gözeneklerine suhulet ve sükûnetin diriltici nefesini aktarırlar. Evrensel insan sesinin gergefinde işlenerek yürekten yüreğe âminler düşürmeye ahdederler. Yaşamaya dair muhkem yapıların işaretlerini yürütürler içimizde. Millet menkıbesini ören destanlar bu noktada önemli bir işleve sahiptir. Çünkü kendi kahramanını doğuran milletler, destanlarını da doğurarak tarihe yön verirler. Destanı olmayanlar kahramanı da olmayanlardır. Bu anlamda Türklerin tarihi destan yönünden oldukça zengindir. “Battal Gazi Destanı”, “Danişmend Gazi Destanı”, “Hamza-nâme”, “Saltuk Gazi Destanı, “Müseyyeb-nâme”, “Ebû Müslüm-nâme”, “Alp Er Tunga Destanı”, “Oğuz Kağan Destanı”, “Ergenekon Destanı”, “Dede Korkut Destanı” gibi destanlar anlatım imkânları ve tarihsel malzeme açısından oldukça zengindir. Modern zamanlarda bize yön gösterebilecek malzeme zenginliğini bünyelerinde barındırırlar. Bizi kendimiz yapan değerlerin aktarılışına kaynaklık ederler. Toplumsal organizmanın dağılıp parçalanmaması için yapılması gerekenleri işaret ederler. Kağşayıp dökülen millet bilincinin gölermesi imkânını sererler önümüze.
Modern zamanlar; kahramansız, destansız zamanlarıdır insanlığın. İnsanın yerini aygıtlar almıştır çünkü. Kalleşçe oyunlar planlanıp sahnelenmektedir yeryüzünde. Makinaların gösterisiyle savaşlar kaybedilip savaşlar kazanılmaktadır. Hayatlar yaralanıp ocaklar söndürülmektedir her bakımdan. Güzellikler yerine çirkinlikler ekilmektedir yer toprağa. İnsan, insana sığınak olmak durumundan çıkarılmaktadır. Makina insanın buyruğunda olması gerekirken insan makinanın oyuncağı hâline getirilmektedir. Makinalara yüklenen komutlarla insanın vicdanı göçertilerek duyguların yürürlüğü durdurulmaktadır. İnsan yüreği âdeta yaylım ateşlerin dolaşımına yataklık eder hâle getirilmektedir. Işığa, aydınlığa karşı örülmüş soyut-somut duvarlarla yön tayini ortadan kaldırılmaktadır. Cinayetlere açılan, toplu kıyımlara alkışlar döşeyen zamanların piyasası oluşturulmaktadır. Tarihsel kökörneğiyle ilişkisizleştirilmektedir insan.

Olanlara karşın yine de insan hafızasının dip akıntılarında destan söyleme geleneği sürmektedir. Şairlerce modern anlatım teknikleriyle destanlar yazılagelmektedir. Söz konusu destanlar geleneksel formlara göre yapay özellikler taşısalar da günümüzde destansı özellikler taşıyan örnekler azımsanmayacak sayıdadır. Özellikle Nazım Hikmet’in “Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı”, “Kurtuluş Savaşı Destanı-Kuvâyi Milliye Destanı-”, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Üç Şehitler Destanı”, “İstanbul-Fetih Destanı”, “Çanakkale Destanı”, Gülten Akın’ın “Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı”, “Seyran Destanı”, Mehmet Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun “Gençosman Destanı”, “Malazgirt Destanı”, “Alperenler Destanı”, Cahit Tanyol’un “Kuruluş ve Fetih Destanı” modern destanlara örnek olarak gösterilebilir. Sözü edilen destanlar söz ustalarının yaşadıkları dönemden bakarak çağdaş bir duyarlıkla tarihsel olanı yorumlama çabasından ibaret olup modern Türk şirinin de başarılı destan/şiir örneklerindendir. Bunların derinlemesine okunmasıyla konu edindikleri şahısların ve dönemlerin ruhu/temel dinamikleri hakkında ufuk açıcı bilgilere ulaşılabilir. Dahası anlatıya merkez aldıkları kişi ve dönemler özelinde bir bilgiye, duyarlığa ulaşılabilir. Yukarıda adı geçen destanlardan “Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı”ında Maraş’ın İngiliz/Fransız işgalinden kurtarılışı anlatılır. Gülten Akın, 1960’lı yıllarda bir süre Maraş’ta yaşar. Sıkı bir gözlemci olan şair, ‘Kurtuluş Savaşı’nda olup bitenleri bir yandan okuyarak, diğer yandansa yaşayan canlı tanıklardan dinledikleriyle şiirini kurar. Maraş insanını yakından tanıma olanağını elde eden şair, Maraş insanının sevecenliğine, tez canlılığına içerden birisi olarak tanıklık eder. Şiirinin başlangıç bölümünde ‘Adamın su gibi akanıdır Maraşlı’ tespitinde bulunur. Şaire göre Maraş insanı; elleri biberde, çeltikte, pamukta; sim işler, oyma yapar, edik diker, sinsin oynar, halay çeker, diz kırar gibidir. Hep bir işte, bir uğraştadır. Şairin bakış açısıyla avarelik Maraşlının özellikleri arasında yer almaz. Uğraşır, didinir sürekli. Kendi kendine yetebilir olmanın ödevini yerine getirir. Onuru ve sevdası kaşlarından okunabilen Maraşlının ‘Gözleri ışığı ve geceyi paylaştırır’. Ustaca yapar yaptıklarını. Zihnini işinden başkasına yormaz. Yeri geldiğinde ise ‘dikbaşlı ve mağrur’dur. Doğu Roma’ya başkaldırıp Afşar boyundan Türkmen olarak Moğol önünden kaçıp Maraş’a gelendir o.
Selçuklu, İlhanlı, Ermeni, Memlûk’ların ardından Türkmen oymaklarına yurt olmuştur. Bayrağını açan Afşar boylarıyla yanını yöresini toplayarak bir boydan bir koca devlet çıkarmasını bilmiştir: Dulkadiroğlu. Mısır’a, Osmanlı’ya kafa tutarak sınırlarını Diyarbekir’e, Kayseri’ye, Hatay’a kadar genişletmiştir. Kırşehir düzünde yozunu yaymıştır. Osmanlı saraylarına Devlet Hatun, Ayşe Hatun, Emine Hatun, Sitti Hatun gibi sultanlar vermiştir. Ayşe Hatun’un doğurduğu Yavuz ise Doğu Beyazıt Beylerine Maraş’ı yurtluk vermiştir. Bundan böyle halk iki yana bölünmüş, bir başı Dulkadir’e bağlıyken öteki İskender Bey’i saymıştır. Kan düşmüştür artık orta yere. Ancak özgürlüğüne düşkünlüğünü hep korumuştur Maraşlı.

‘Yüzüğüm mühür benim
Çektiğim kahır benim
El oğlunun yüzünden
Yediğim zehir benim’

demesini bilmiştir. Göçlerden, kavgalardan artakalanıyla Maraş’ı yurt edinerek savunmasını üstlenmiştir. Maraş ki dağlarında turaçlar, keklikler öten; kekikler, çiğdemlerin yanısıra envaıçeşit çiçekler açan; ovasında pirinç biten verimli bir toprak parçasıdır. Bire yüz veren ovalarıyla meşhurdur. Yaşamak için gerekenlerin sağlanmasında önemli kolaylıklara sahiptir. Tarihte kervanlar uğrağı olduğu gibi sanat merkezidir aynı zamanda. Özetle uğruna kavgalar verilecek özellikleri barındırmaktadır bünyesinde. Sayılan hususiyetlerinden dolayı İngilizin, Fransızın gözü gönlü Maraş’ta kalmıştır. Uygun zamanda burayı işgal edip yurt edinmenin fırsatını aramışlardır boyuna. Fırsatını bulunca da işgal etmişlerdir. Osmanlı hasta adamlaşıp Anadolu müstevliler arasında paylaşılınca da istediklerini elde etmişlerdir. Antep istikametinden buraya gelmeye uğraşmışlardır. Tek geçit yerleri Aksu köprüsüdür. Elbette geçit vermek gerekmez düşmana. Yolları tutmak, yolakları tıkamak gerek. Akdeniz’den kalkan akça buluttan nem kapmak gerek. Durulmaz boşu boşuna. Aksu köprüsünü yıkmak gerek. Yıkılır köprü, geçit vermez Aksu. Ancak yıkılan Aksu köprüsü İngilizlerce yeniden yapılıp Maraş’a girilir. Ermeniler İngilizlerin partneri olur. İçlerinde Hintli Müslümanlar da vardır. Hintli Müslümanları, Maraş’ı işgalden kurtararak hilafeti koruyacakları yalanına ikna ederler. Sonunda kınında gizlenemeyen yalanların anlaşılmasıyla da Hintli Müslümanlar Maraş ahalisinin yanında yer alır. İngilizlerin cephaneliklerinden Müslümanlara silah taşırlar. İşbirlikçi Ermenilerin foyası böylelikle açığa çıkar. Duruma yakından tanıklık eden Ökkeş;

‘Akdeniz’den kopan bir akça bulut
Varıp parçalandı Maraş üstünde
Nemi bana kaldı
Antep’ten kopan İngiliz
Narlı’yı geçip yürüdü
Gamı beni aldı
Ben bu gamı taşıyamam
Ben bu gamı taşıyamam.’ der.

İngiliz işgalini önlemek için de;

‘Çal köprüye yıkılsın
Geçit verme İngiliz’e
Ne köprü kalsın ne gam.’

demek suretiyle Antep yönünden Maraş’a geçiş yeri olan Aksu köprüsünün yıkılması dileğinde bulunur. Böylelikle İngilizlerin Maraş’a girmelerinin önleneceği düşünülür. Bundan duyduğu acısını-gamını- dile getirir. Gamını, sanki bir davul yaparak Türk’e Türkmen’e duyurur. Herkese duyurulmak istenilen acı;

‘Ökkeş, bir kocaman davul yaptı gamını
Çaldı Türk’e Türkmen’e
Aksu köprüsünü alıp attılar
O zaman Ökkeş’in yüreği
Büyüdü dağlar kadar
Kaynadı kazan gibi
Maraş’a bir tek gâvur
Sokmamaya andiçti
Andiçti, ola ki girerse
Ölesiye vuruşmaya.’

kararlılığı içinde dile getirilir. Sonra da şiirde Maraş’ın coğrafi şartları, insanların ekonomik durumu, Maraş ovasının verimliliği anlatılır. Denilir ki;

‘Kuzeyde bol sulu Ahır dağları
Batıda Amanos, Gâvur dağları
Bitektir Maraş ovası
Bire yüz verir
Ve dünyada bütün benzerleri gibi
Halkının azı çok zengin
Çoğu, çok fakir
Ya bir inişi inerler
Ya bir yokuşu çıkarlar’

Ahır dağları eteğinde kurulmuş olan Maraş batıdan Amanos dağları ve Gâvur dağlarınca kuşatılır. Dağların bittiği yerdense ova başlar. Ekilip biçilen toprakların güleç yüzü karşılar insanı. Aslında coğrafi koşulların doğurduğu bir zorunluluk olarak ya bir inişi iner, ya da bir yokuşu çıkar Maraşlı. Maraş’ta yaşayanın bundan gayrı seçeneği yoktur. Hitit, Asur, Roma, Arap, Selçuklu, Osmanlı devirlerini yaşayan Maraşlı; buralardan getirdikleriyle kendisine has çarşısını kurarak bakırı, altını, gümüşü hünerli elleriyle işlemenin ustalığını kazanmıştır. ‘Maraş çarşısı’nda ustalar;

‘Hitit’in toprak boyunluğundan
Bakır muskaya, demir idollere geçmiştir
Başlıkta kalkanda kılıçta
Altın işlemiştir, demir üstüne.’
Binbir ustalıkla hünerlerini sergileyerek;
‘Sonra gümüşü kullandı
Simden dallar, sırmadan sular
İşlikler cepkenler bindallar
Ağelleri elvan elvan nakışlı kızlara
Ağca ceylan, ablak sığın sekişli kadınlara
Sarhoş yürüyüşlü, şahan bakışlı delikanlılara
Kur’an kaplarına ceylan derisi
Sedef kakma konsollarda lambalıklarda
Ve bir eyer vurdu Arap atına
Arap ellerinde vurulmamıştır.’

Benzerine başka diyarlarda rastlanmayacak zarafette işlemeler yapmıştır. Kendine mahsus güzellik anlayışını yürürlüğe girdiren Maraşlı, usta işi işlemelelerle beğenisini işledikleri üzerinde göstermiştir. Eliyle dokunduklarını kendine mahsus yapmasını bilmiştir. Ustalar; Maraşlının el emeğini, göz nurunu yansıtmıştır yaptıklarında. Gülten Akın ‘Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı’nda ‘22 Şubat 1919’la İngiliz/ Fransız işgalinden kurtuluş tarihi olan ‘12 Şubat 1920’ tarihleri arasındaki yirmi iki günde şehirde olup bitenleri konu edinir. Önce İngilizler gelir Maraş’a. Yanlarında Zeytinli Ermeniler, önlerinde ise Transanta rahipleri bandosu vardır. Şeyhadil’de çiçeklerle, hükümet alanında da alkışlarla karşılanırlar. Sonrasında hep bir ağızdan bağırırlar:

“Hurra, hurra, kahrolsun
Türkler, yaşasın Fransa!”
Söylenen söylendiği yerde buharlaşır.
Kahrolmaz Maraşlı;
Türk’ü, Türkmeni’yle!
Nöbet gününü bekler.
Savaş zamanı gelip çatınca da;
‘Kahrolmadı Türkler
Kahrolmadı, Türk’ü Türkmeni’yle Maraşlı
Düşündü başını önüne eğip
Birleşti, kocaman bir yürek oldu.’ gerçekliği açığa çıkar.

İngilizlerin ardından da Fransızlar gelir Maraş’a. Fransız alayında Cezayirliler de vardır. Fransızların oyun ortakları da yine Ermeniler olur. Ermenilerle Fransızların ortaklaşa hareketleri Maraş’ta cehennemi bir hayatın gölermesini beraberinde getirir. Ökkeş’in karısı ve bütün anneler çocuklarını ninnilerle büyütmeye devam ederler. Ancak ninnilere işgalin acısı da siner bundan sonra. ‘31 EKİM 1919’ da kanlı bir cumaya uyanır Maraşlı. Cezayirli askerler ve Fransız erlerinin sokaklarda cakayla yürüdükleri görülür. Çarşıda yapılan yağ küleklerinden, pekmez küleklerinden, dokunan yün heybeler ve beyaz çuvallardan bir teki bile satılmaz. Maraşlı sessiz, sabırlı bekleyişine devam eder. Çarşıların kepenkleri indirlir, gün akşama döner Uzunoluk’ta. İşgalciler şen ezgiler, mutlu kahkahalar içindeyken Türk mahalleleri kendi üstüne dürülür. Nasır oğlu Mehemmet işinden dönerken Ermeniler tarafından Şeyhadil’de çevrilir. Nedensiz öldürülür. Kana çamura bulanır. Maraş ilk şehidini verir böylece. Aynı gün Uzunoluk hamamından çıkan kadınlara sataşılır. Kadınlardan peçelerini açmaları istenir. Fransız askerleri;

‘-Burası Fransız kenti
Açın, açmalısınız yüzlerinizi Diyerek
Peçelerine el attı.
Tepindi çığlıklar, kahkahalarla Küfretti.
“Doğru yoluna git” dedi Maraşlı “Doğru yoluna git, yoksa...” dedi Çakmakçı said.
El attılar silahlarına
Akşam iki yaralı çıkardı dereden
İngiliz devriyeleri

Biri Çakmakçı Said.’tir. Sütçü İmam dükkânından görür olup bitenleri. Dayanamaz yaşananlar karşısında. Karadağ tabancasını eline alarak Said’i vurana boşaltır. Bundan sonra Sütçü İmam kaçar, kovalanır. Cancık mağarası derken Bertiz’e gider. ‘Göster Kurtuluş’u, canımı al’ duasında bulunur. Tiyekli Kadir Antep yolunda vurulmuştur. Aynı gün Mustafa oğlu Ökkeş de vurulmuştur. Artık gün öfkenin günü olup düşmanın üstüne varmanın zamanı gelmiştir.

‘Yere düşen kanın hesabı
Bir bir sorulmalıdır’

‘8 KASIM 1919’da haberleşmenin iptali için telgrafhaneyi sararlar. Telgraf memuru İsmail’in başından ayrılmazlar. Yüreklidir, cesaretlidir, akıllıdır İsmail. Hünerli olmak tellerin işidir bundan sonra. Maraş’la Binboğa arasında bir Türkmen hatunundan doğan Ökkeş büyür adam olur. Okuntusu gider, siniler kurulur, şölenler verilir. Sinsin oynanıp halaylar çekilir. Düğün dernek kurulur. Evlenir Eşe gelin ile. Ökkeş Narlı’ya inerken, köprüyü yıkarken, Maraş kalesinden gâvura bakarken Eşe gelini evinde bırakıp ayrılır. Düğüne gider gibi giyinir. İlk bebesi beşikteyken, solmamışken daha elinin kınası; kavgadan şaşmaksızın yoldaşını, kardaşını bir araya getirerek Maraş’a yakın bir yerde çetesini toplar. Kurtuluşa kadar devam edecek kavganın ortasına yürür. ‘1 KASIM 1919’da son İngiliz güçleri de yerli gâvurun efendisinin değişmesiyle bayraksız, bandosuz, alkışsız, törensiz ayrılır kentten. Şehirdeki gerginlik son kerteye ulaşır. Ellik gâvurunu buradan çekip çıkarması için Maraşlı Fransız’a başvurur. Durum iyiden iyiye nazikleşmiştir. Tehlike her yana salmıştır yaklaşan kokusunu. ’24 KASIM 1919’da Guvernör Andre Maraş’a gönderilir. Taşkın gösterilerle karşılanır Andre. Fransız tamanen yerleşir kente. Cephaneliklerin mührünü kırarak Ermeniler silahlanır. Gecenin bir vaktinde polis Suphi’yi vururlar. Dağ gibi çatlarcasına kabarır yürek. Uyanıp düzenden düzene geçen Fransız, Tunuslu Müslümanlardan bir tabur askeri daha şehre yollar.
’13-14 KASIM GECESİ’ yeni düzenlere girişilir. Silahla kışkırtılır Türk gençleri. Guvernör Militer Andre öğle yemeğini Kadir Paşa’nın konağında yedikten sonra Hırlakyan Agop’un evine gider. Maraşlı baştan ayağa göz olup saklısı gizlisi kalmayan düşmanı gözetler. Durum Mustafa Kemal’e bildirilir. Andre soylu ve zengin Türkleri çağırır. Mutasarrıf çekingen davranır. Boğazkesen Camiinde toplanılır erkenden. Karar verilir, Andre’nin çağrısına gidilmemesine. Bu durum karşısında Andre, Hırlakyan Agop ile oğulları Osep, Setrek öfkelenir. Boşandırıverirler zulmün ve baskının gemlerini. Türkler Akdere’den geçemezler. Kuyucak’ta bir Türk devriyesine Hırlakyan Avadis’in evinden ateş açılır. Guvernör Andre hükümete yerleşir. Hükümete dalgalanan bayrağımızın kalenin burçlarından indirilmesi buyurulur. Mutasarrıf Türklerin bayrak konusundaki hassasiyetlerini dile getirerek durumun nazikliğini ifade etmek suretiyle birkaç gün mühlet ister. Bayrağa dokunulmamasını bildirerek gereğini kendisinin yerine getireceğini ifade eder. Tehditler ve şantajlara dayanamayarak sonunda jandarma kumandanına haber gönderip bayrağı indirtir. Bayrak düşer köz olur. Delinir göz göz olur. Biraz daha büyür yürek. O gece, Guvernör Militer Andre Hırlakyan’ın kızı Virjini’yle dansetmek isteyince;

‘-Maraş kalesinde hâlâ
Türk’ün bayrağı dalgalanırken
Sizinle dans edemem kumandan’

yanıtını alır. Kaledeki jandarmalara bayrağın burçlardan indirilmesi emri gidince de Virjini efendisiyle dans eder. Maraş’ta;

‘Haddeden geçirip altını
İpek teline sararlar
Kılaptan olur
Altın yaldızı vururlar
Ak gümüş üstüne ince elleri
Barışta ağıtlar gibi yumuşak
Çağ gelir kavga kurulur
Silahı sim kemerinde
Al kanat küheylân olur.’
Maraşlı;
‘Romalı Dakyus’tan bu yana
Kaç hayın, kaç zalım görmüştür
Kaç kıya, kaç yıkım görmüştür
Çekilir sabır mağarasına
Yedi uyurlardan olur’

’28 KASIM 1919’da davranmanın çağı gelmiştir artık. Ama sabredilir. Sırasız kavgaya girilmez. Kadınların peçesine el atılıp kardeşlerimiz vurulsa da kalleşçe, susulup günü beklenir. Cuma olur günlerden. Davranıverince yürek;

‘Ey millet-i necibe-i Osmaniye, denildi
Saklı bildirgelerde
Yenilecek misin düşmana
Bayrağın yerde mi kalsın
Kaldırmayacak mısın
Kölesi mi olacaksın korkunun
O Cuma, camilerde namaz kılınmadı
Bağırdı halk
Bayraksız namaz kılınmaz
Tutsağın namazı kabul olunmaz’ fikri etrafında görüş birliğine varılır.
Halk yürür, indirilir bütün çarşının kepenkleri. Ermeniler eviçlerinde büzülerek âdeta kara bir topağa dönüşür. Yamaçlardan koşarak, burçları aşarak birer birer kale düzlüğüne yığılır halk. Amansız korkulara düşen gâvurun eli silaha gitmez olur. Apışıp kalan ellik gâvurları karşısında;
‘Burçları ilk aşan Onbaşı Osman Yerden kaldırdı bayrağı Öpüp direğine astı.
Ve kinden gözleri kuruyan halk
İlk kez ağladı
İlk kez bağıra bağıra andiçti:
‘Maraş bizlere mezar olmadıkça
Düşmana gülzar olamaz!’ denilerek söz kıvamına erdi.

Vakit zemherinin kışıdır. Amansız bastıran savaşla yaşlılar, güçsüzler, çocuklar, kimin varsa yaylısı, atlı arabası uzak dağlara doğru, uzak köylere doğru kaç kaç başlar. Kutsal bayraklarla oynanan oyun/savaş çocuklara göre; biraz mendil oyunu, biraz da köşekapmacadır sanki. Yaşlılara göreyse yokluk, kıtlık, açlık korkudur çokça. Çünkü yazdan bir şey konulmayan dağ köylerinin ambarları boşalmış, açlık yönetimi eline almıştır. Sesleri kısık ağlarken çocuklar, köpeklerse umutsuz havlamaktadır. Kaç kaç hükümranlığını sürdürmektedir: dağlara, uzak köylere doğru. Andre; çarşıda konuştuğu kimselere İstanbul hükümetinin aldığı borçlar karşılığında, hükümetin buraları verdiğini söylemektedir. Onun için haklılığını, güçlülüğünü dile getirmektedir her fırsatta. Ökkeş’se olanlar karşısında; İstanbul hükümeti kendini sattıysa üstümüzde sözü olabilir mi? Toprağımızın sahabı kendimizden başkası olamaz. Gâvur ölümüzü çiğnemeden bir tek karışını bile alamaz düşüncesindedir. Guvernör Militer Andre; halkla konuşmaz bir daha. Şehrin ileri gelenlerini toparlayarak;

‘-Biz ki Avrupa’nın uygarlığını
Getirmek istedik yurdunuza
Mutluluğunuz için neler yapacaktık
Nedir, bir parça bez için
Kopardığınız bunca kıyamet’ der. Sonra da kollarını açarak;
‘Şu kolum zulümdür, öteki yardım
Hangisine sarılırsınz
Savaşmak mı dilersiniz, bağışlanmak mı?’ sorusunu sorar.
Çok geçmeden verilen yanıtta;
‘-Devletiniz, saldırgan Fransa devleti
Dört yüz yıl önce padişahımız
Kanunî’nin kanadına sığınmıştı.
Sizin vardığınız uygarlığı
Maraş birçok kez yaşadı
Biz kendimiz yaparız yollarımızı
Halk kimseye düşürmez dulunu, yetimini Memurlara aylık verecekmişiniz.
Aylığından hangi memurumuz yakındı Hem siz
Söyler misiniz, hangi iradeyle geldiniz.
-Bunu kendi padişahınızdan sorunuz
-Yetkinizi kabul etmiyoruz
Gidin burdan
Yetti zorbalığınız, kıyalarınız
Bozdunuz, yıktınız, yaktınız
Eksik olsun bize getireceğiniz Uşağınız Ermenileri çekiniz
Halkımız adına duyuruyoruz.’ denilir.

‘4 ARALIK 1919’da Antep’e yollanan kumandan Andre Maraş’a dönmez bir daha. Yeni kumandan Keret olur. Eksiksiz savaş düzenine girer Maraş. Silahlarını toplayıp yönetimini kurar. Yöredeki dağınık çetelerle bağlantı sağlanır.
Keret’e anlaşmalara uymadıkları, uluslararası ilkeleri hiçe saydıkları bildirilir. Sözle anlatamadıklarını gücüyle, silahıyla unutmamacasına anlatacağını söyler Maraşlı. General Keret’in Senegalli, Cezayirli, Fransız ve Ermenilerden müteşekkil dört bin askerine karşılık;

‘Maraş içinse, her şey silah
Herkes asker’dir.
Bozmak için düşmanın yuvasını, kimileyin kendi evlerini yakarak yangını silah diye kullanır Maraşlı. Telgrafhane Maksutlu’ya taşınır.

‘2 OCAK 1920’de Maraş’taki Fransız güçleri İslâhiye’den getirilen önemli sayıdaki askerle desteklenir. Ancak Muallim Hayrullah Bey emrindeki Maraş çeteleri Bababurnu sırtlarında düşmanı bozguna uğratarak silahlarına, cephanelerine el koyar. Zafer Bey emrindeki Bertiz ve İmalı çeteleri de birlikte saldırarak Fransızların yeni güçlerini kar gibi eritir. Fransız kumandanınca silahla gezen Türklerin kurşuna dizileceği bildirilir. Hatta her Fransız ölüsüne karşılık iki Türk’ün asılacağı, sokakların makinalılarla rastgele taranacağı, memurların adçekmeyle işten atılacağı hususları da açıklamalara eklenir. ’20-21 OCAK 1920’de Nedirli köyünden Cennet Ali on kişilik çetesi ile bir Fransız müfrezesini bozguna uğratır. Çeteleriyle Bertiz’den İncebel’e inen Ceneviz Mustafa kentin kuzeyinde Fransızlara karşı yiğitçe dövüşür. Keşfili Camii İmamı Yahya Efendi de kente yağmur gibi mermi yağdıran makinalıları susturur. Fransız makinalılarınca Ahır dağları topa tutuldukça, kentin içi alevden, dumandan ve yıkıntıdan ibaret olur. ‘1ŞUBATTA’ Fransızların çarşıyı ateşe vermeleri sonucu Mevlevî dergâhı, belediye, dükkânlar, kiliseler, camiler, evler yanarak kül olur. Kentin havasına ölüm kokusu ve yanığın ağır kokusu karışır. ‘6 ŞUBATTA’ kentin göklerinde bir düşman keşif uçağı gezinir. Bundan Fransız’a yeni yardımlar geleceği sonucuna varılır. 300 piyadeyle bir dağ bataryasından kurulu Fransız birliği Erkenez çayı kıyısına yerleşir. Maraş’a yöneltilen toplarına kaleden karşılık verilir. İki ateş arasında kalan Fransızlar Mercimek tepeyi alırlar. Maraş’a çöken yaman açlık karşısında, Aslan bey umut verir, dayanmaya çağırır Maraşlıyı. Düşmanla anlaşan kimseye silahların çevrileceği konusunda andiçilir. Kümbet ve Protestan kiliseleri, Kaledibi, Şekerdere, Tekke, Kırklar düşürülünce birer birer Abarabaşı’na, kiliselere, Eytamhane’ye ve kışlaya sıkıştırılanlar ağır kayıplar vererek yılgın, bitkin, açlıktan, soğuktan telef olanlardan gayrısı şehri terk edip kaçarlar. Kentte Fransızın kaçtığı haberi yayılır. Kentten de dağlara yayılır haber. İlk yengi haberi oradan oraya akarken destan olur. Mister Layman Türkün acımasına sığınır. Ermeni silahını teslim eder. Artık Maraş kurtulmuştur. Ezilen uluslara örnek olmuştur kurtuluş. İlk destanı olmuştur Kurtuluş Savaşı’nın. İlk gazidir. İlk kahramandır. Onun için yazılmıştır ‘Maraş’ın ve Ökkeş’in Destanı’. Maraş kurtulmuş, Ökkeş’in yüreği durulmuştur. Yorgunluğu, soğuğu, uykusuzluğu duymaya başlamıştır. Bir gün bir gece uyuduktan sonra kalkıp davul zurna eşliğinde halaya durmuştur. Ökkeş sonunda köyüne dönünce söz sözü açtıkça yaşadıklarını anlatmaya başlar. Ancak aklından çıkarmaz, kapılacak nemler olduğunu! Söz arasında:

‘-Asıl sonrasını dinleyin kardaşlar
Kapılacak nemler vardır
İşler vardır bellenecek
Bir kez yenilmeyle gider mi düşman
Döner gelir, yine gelir, yıllar sonra gelir
Dostluk suları yürütür aramızdan’der.

Kıyagörmüşlere yardım, yıkılan yerleri onarma gibi bahanelerle dostluk elini uzatıverse düşman karşılığında başını alır. Durumun farkında olarak elini vermeyen Maraşlı; düşman ikinci kere geldiğinde al yardımını başına çal demesini bilmiştir.
Ökkeş’e göre kapılacak nemler, bellenecek yollar vardır daha. Silahı bırakmamak, komşuların yardımına yetişmek gerek. Onun için Maraşlı;

‘Maraşlı, elini vermemesiyle
Silahını bırakmadı
Yetişti komşularının yardımına
Antep, Haruniye, Osmaniye, Adana
Savaşa yeter demedi
“Ya İstiklâl ya ölüm”
Bütündedir gerçek kurtuluş çünkü
Ancak kurtulduğunda bütün vatan Bıraktık silahımızı.’
İşgalden kurtulunca ülke, bıraktı silahını Maraşlı