Nuri Pakdil’in Türk dili, edebiyatı ve şiirine önemli/boyutlu katkıların dan olan Edebiyat dergisi’nin, ‘edebiyat dergiciliği’ bağlamında, az-çok ‘dergi çıkarma' tecrübesi olan benim için mutlaka altı çizilmesi gereken belli başlı niteliklerinden bir kısmını, şöyle sıralayabilirim:
Yayım hayatını 16 yıl boyunca sürdüren Edebiyat’ın, hiç kuşkusuz en önemli işlevi, şiir/edebiyat dünyasında tipik bir ‘okul’ olma özelliğini sürekli taşımışlığıdır. Edebiyat, öyle bir ‘okul’du ki, o kurumu dışardan izleyen biri olan bendeniz, ister istemez şöyle düşünürdüm: Bu ‘okul’dan ‘mezun’ olmak yoktur! Bu yargımı; Edebiyat dergisi bünyesinde oluşan çalışma, paylaşma, ait olma, dünyayı/ hayatı algılama ortamı öyle bir manevi atmosfer meydana getirmiştir ki, ‘okul’un hiçbir öğrencisi ‘mezuniyet’ hevesinde değildir, şeklind e açımlayabilirim... İnsanın, ömrü boyunca ‘yetişme’, ‘iç-yolculuk’, ‘hâl’de olm a/kalma’ gibi temel ontolojik görev ve ihtiyaçları hiç bitmez. Ben öyle sanıyorum; Edebiyat dergisi, söz konusu ‘okul’a intisap etme şansına kavuşmuş dönemin genç şair ve yazarlarına bu imkânı sürekli şırınga etti. Bunu, 70’lerin sonlarından kapanıncaya kadar, Edebiyat’ı edebî bir iştihayla takip eden be nim gibi Edebiyat dergisi okuyucularının hissetmemesi imkânsızdı...
Edebiyat dergisi, önünde-sonunda, ‘bu yaka’nın şiir/edebiyat algısında tam anlamıyla hem bir ‘seçkinlik’ işareti, hem de ‘seçkinci’ bir talep ve harek etti. Sıradan, bayağı ve ortalama olana ilişkin en küçük bir beklenti huzmes i yansımazdı dergiden. Evet, günümüz dergiciliğinin kimi sefil ve zelil ta raflarını düşündüğümüzde, şimdi daha iyi anlıyoruz: Edebiyat dergisi, ‘asil’ bir çizgiydi... Diğer taraftan, ‘karşı yaka’da konumlandığı hâlde, şiire/edebi yata ideolojik fanatizmle yaklaşmayan beğeni sahibi sakinlerin merak ettiği, ilgi duyduğu ve dolayısıyla sürekli izlediği bir dergiydi, Edebiyat...
Söz konusu ‘seçkinci tavır’ giderek, Edebiyat’ın kendi okuyucu tipinin de şekillenmesine de yol açtı; algı ve kavrayış dünyasını sürekli geliştirip zenginleştirmek isteyen bir okuyucu profili doğdu...
Nuri Pakdil, bir yazar olarak, tek başına bir özen, dikkat ve titizlik sembolüdür. Kendisinin bu niteliklerinin dergiye yansıması kaçınılmazdı. Bu bakımdan, Edebiyat dergisi, içeriğinden biçimine kadar ‘titizlik’, ‘özen’ ve ‘dik kat’ gibi hususlarda özellikle günümüz dergilerinin örnek alması gereken bir tavrın sahibi olmuştur. Örneğin, Nuri Pakdil’in dergide oluşacak her hangi bir tashihe asla tahammülü yoktur. Zaten Edebiyat dergisi’nde bir tashih bulmak, neredeyse mucize kabilinden bir şey demekti. Hiç unutmuyorum; son dönemde, dergiokuyucuları olarak bizler, bir seferinde böyle bir ‘mucize’ye şâhit olmuştuk: Ertesi sayı, dergide, o tashihin nasıl bir sinir ve denge bozucu rol üstlenmiş olduğuna dair bir açıklama yayımlanmıştı... Bildiğim kadarıyla, Edebiyat’ta, tashih işlemleri tek tek harflerin takibi suretiyle yapılırdı...
Edebiyat’ta yer alan imzalar, özellikle son dönemde, olağanüstü bir aidiyet hissiyle bağlıydılar dergiye. Çalışmalarını, başka her hangi bir dergiye göndermeleri söz konusu olmazdı, bunun ihtiyacını hissetmediklerini zannediyorum. Zira, Edebiyat dergisi, kendi inşâ ettikleri, kendilerini ‘kendi’ olarak algıladıkları bir ‘ev’ konumundaydı onlar için. İşte bu husus, artık günümüzde unutulan edebî hassasiyetlerdendi... Tam bir takım rûhunun nabzı atardı bünyede. Dönemin edebiyat dünyası göz önünde bulundurulduğunda, bu ‘kollektif şuur’ düzeyi, tümüyle edebî bir sıklet noktası oluşturmuştu. İşte bu yönden Edebiyat dergisi, merkezî bir işleve sahipti...
Yeri ve zamanı geldiğinde, dergi ailesi içindeki yazar ve şairlerin kitaplarının, “Edebiyat dergisi yayınları”nca basılması da, takım ruhunun dinamiklerindendi. Zaten dışardan bakıldığında Edebiyat dergisi’nin başat özelliği, işlerin, belli bir disiplin ve düzen içinde seyrettiğiydi... Örneğin, dergi, müthiş bir el/iş birliği, gayret ve paylaşım neticesinde çıkar ve her ayın ilk günü kitapçı vitrinlerindeki yerini almakta gecikmezdi.
Nuri Pakdil, kimlik/kişilik bakımından, dünden bugüne ‘ödünsüz’ bir yazar olarak tanınır/bilinir. Bu bağlamda, derginin kendine çizdiği bir rota vardı ve her şart altında bu ‘ödünsüzlük’ titizlikle korunurdu. Tespit edilen ilke ve kurallara harfiyyen uyulur, edebiyat dünyasının ortalaması ne olursa olsun, karşı taraftan da bu ilke ve kurallara saygı göstermesi beklenirdi. Örneğin, Edebiyat dergisi’nin ‘dil’ tutumunda şekillenen “Öz-Türkçe” yönelim, çoğu zaman aşırı bulunur, ‘bu yaka’da konumlanan kimi ilgililer tarafından sıkça eleştirilirdi ama, Nuri Pakdil’in buna kulak astığı yoktu... O, halis bir yazardı ve bizler, bu tür yakınmalara prim vermesini beklemezdik zaten...
Edebiyat dergisi, her yeni sayısıyla ‘diri’ ve ‘kararlı’ bir görüntü sunardı okuyucularına. Yeni bir rûhî denge ve atılım gücü ihsas ederdi. Hayata bakış zaviyesini yeniden düzenler, insanların sanat/edebiyat kavrayışını beslerdi...
Bana göre, Edebiyat’ın ‘estetik’ algı dokusu, temelini ‘etik’ kaygularda bulan bir yönelişin ifadesiydi. İçtenlikli ve özgün duruşu, diğer dergiler aras ında hemen fark edilir, estetik hassasiyet bakımından ‘model’ alınan bir dergi kimliğine yol açardı. Öte yandan, bir ideal sahibi olmanın, kendi doğrult usunda bir ufuk çizgisi belirlemenin, dahası, has olanla içkin bağlar kurmanın da Edebiyat dergisi’nin ‘estetik’ bağlamını güçlendirdiğini sanıyorum.
Edebiyat, kuru kuruya çeşitli sanat çalışmalarının yer bulduğu bir olu şum ve birliktelik hâli değildi. Dergiden yansıyan iklim, orada bizatihî yaşa ma pratiğine ilişkin canlı, nefes alıp veren bir nabzın attığını göstermektey di. Dolayısıyla bu iklim sayesinde somut, elle tutulur, temâs edilebilir bir hayat kozasının örüldüğü ve esasen bunun, alternatif bir yaşama izleğinin teme l taşlarını içerdiği hissedilirdi...