Maraşlılar!


Memleketinizde doğmadım. Fakat babadan oğula, oranın eski bir familya- sından geliyorum. Kendimi, yüzde yüz Maraşlı sayabilirim. Maraş’a ekleyebilecek hiçbir şerefim yok. Fakat Maraşlı olmaktan gelen bir şeref taşıyorum. Bu şerefi içimde rasgele bir duygu değil, sistemli bir şuur halinde besledim.

 

Sultanlık günlerinde, sultanın verdiği en büyük rütbelerden birini taşıyan büyük babam, her fırsatta şöyle derdi:

 

“-Büyük babanın memuriyet ve mevkiiyle iftihar etmeyeceksin; ancak, onun, içinden geldiği yer ve o yerdeki itibar derecesiyle övüneceksin.!”

 

Ve büyükbabam bana, gözleri derin bir dâüssıla çukuruna kaçmış, Maraş’ı, Ma- raşlıyı, Maraş’ın taşını, toprağını, bağını, bahçesini, suyunu, havasını anlatır dururdu.

 

Memleketimiz, tâ o zamandan beri gözümde harikalar vatanıdır. Harikalar vatanı… Efsâne diyarları ve o diyarların insan aklını iflas ettiren mefkûrevî hayatı gibi, âdi zaman ve mekân ölçülerinin dışına çıkmış, kuru hayat çerçevelerinin mâve- rasına ulaşmış hareketler ve hadiselerin yatağı… Bu hareketler ve hâdiselerin izahı mucizelerin tarifi gibidir. O, izaha girmez, tarife sığmaz, mantığın ağına yakalanmaz. Kanunları meçhul, saikleri gizli, sebepleri gaiptir. Bu cinsten hâdiselerin kurduğu âlem, içinde yaşadığımız maddî dünya ile iç içe, fakat ondan başka bir dünyadır. Ve insanoğlu, dünyasının içindeki bu başka dünyalara o kadar muhtaçtır ki, yeryüzüne indiği gündenberi bütün gayreti, yalnız onları aramaktan ibarettir. Onun içindir ki, insanoğlunun, görmeye ve yapmaya en muhtaç olduğu şey mucizedir. Mucizelerin ise çeşitleri var. Herkes, kendi yaratılış bünyesi içinde, bir mucize nev’ine namzet değilse bile, mütehassir gezer. Kendi kendisini aşmak, bir derece ilerisine varmak, hiçbir merhalede duraklamaya razı olmadan, sonsuz mesafeler içinde, ebedî bir tekâmül incizabına kapılmış yürümek; insan cemat, hayvan, nebat, bütün tabiat âzasının tek gayesidir. Yeryüzünün bütün kavgaları, aynı cinsten iki unsur arasında birbirinin tekâmül kanununa engel olmaktan doğar. İşte kâinatın en büyük mümessili olan insan, kendi nefsiyle ve herkesle ve her şeyle mücadelesinde tek bir âlet kullanır ki o da ruhudur. Bizi küflü bir madde olmaktan ruhumuz kurtarıyor, fenaya mahkûm cesedimizin encamını o teselli ediyor, bizi tabiat üstü bir hayata o talip kılıyor ve maddeyi bir oyuncak gibi irademiz altına almanın fennini o öğretiyor.

 

Bütün kudretlerin menbaı ve bütün mucizelerin anası, ruhtur. Herkes iste- diği gibi düşünsün; ve devirler, dilediği prensipler etrafında dönsün, ben ruhçu doğdum, ruhçu öleceğim.

 

Bütün bunları Maraş için söylüyorum, çocukluk günlerimden beri, masalını dinlediğim, yiğitler yatağı ve destanlar memleketi Maraş, meğer bir rüya âlemini yeryüzüne kabul ve tasdik ettirecek olan yermiş… Meğer Şirin için dağlar delen Ferhat’tan miras, Anadolulu ruh, orada ve en ağır hakaretler altında kaldığı de- virde, eşsiz tecellilerinden birine kavuşacakmış... Meğer, bütün imanlarını kendi eliyle yonttuğu çelik mekanizmalara kaptıran Avrupalı, orada, bütün icatları ve cihazlarıyla birden iflas edecekmiş.

 

Maraş, benim için yapmacıksız ve tasannusuz, doğrudan doğruya içinden gelme bir hamleyle, beşikteki çocuğundan, koltuktaki ihtiyarına kadar harbetmiş ve düşmanını kovmuş bir memleket olmaktan ibaret değildir. O, bu meşkûk ruh mücadelesinin Yirminci Asırda hallini becerdi ve cevabını verdi. Bu cevabı verdikten sonra da, izahını ne kendisi yaptı, ne de kendisi başkalarına yaptırdı. Vazifesini başarmış olgun insanların vakar ve sessizliğine bürünmüş, tabii hayatını yaşamaya koyuldu. Zira asil ruhlar mahcup doğar ve nefs mevzuunda fazla didişmekten haz duymaz. Maraş da, büyük ve hakiki kahramanların çok sevdikleri bir bucak olan meçhulün kıyısında ve tam kendisine denk bir çehre ifadesi içinde oturuyor. İşte karşısında olduğumuz Maraş, bu Maraş’tır. Onun bu vasıflara layık olup olmadığını isbat için, yaptığı fevkalâdelikleri sayıp dökmek benim vazifem değil. Vakalar yerli yerinde duruyor. Merak edenler baksın!

 

Dava, vakaların çizgilerinden, delâletlerine nüfuz edebilmekte… Bu çizgilerin delâletinde şöyle bir hitap yatıyor:

 

Ruhun çocukları! Hâlâ ateşi kanla, kurşunu etle ve kılıcı kemikle önlemenin ve bütün bu kuvvetlileri, bütün bu zayıflara yedirmenin sırrını elinizde tutuyorsunuz.

 

Artık maddenizi teçhize muhtaç olduğunuz kadar ruhunuza ait teçhizlerden hiçbir zerreyi feda etmemeyi bilecek; ve daima maddenizi ruhunuzun emrinde çalıştırmak kanunundan dönmeyeceksiniz. Öyle ki, yeni iman ve yeni nizamını kurmak için, yarasalar gibi çırpınan, başını taştan taşa vuran, fakat bir türlü derdine çâre bulamayan Garp cemiyetleri, öz elleriyle yonttukları çelikten putların sahte tesellisini artık kabul edemeyecekleri gün, sizden bir şey öğrenmeye geleceklerdir.

 

Maraş, o çok mütevazi şekil ve kıtası içinde, belki bütün dünyanın en muhtaç olduğu sır anahtarını taşıyor.